17 Nisan 2017 Pazartesi

VEDA - DİĞER VERSİYON Son Kısım

Akşam için ne yapacağını bilmeden uzun süre evde dolaştı. Güzel bir yemek masası hazırlamayı ve bir şey yokmuş gibi konuşmayı düşünmüştü. Fakat bir şey vardı. O zaman alttan alan, yok sayan taraf olmamak için özel bir şeyler yapmak yerine normal bir masa hazırladı. Yemekleri de hazırlanınca duşunu aldı. Evin ısısı ince bir elbise için yeterliydi. Gereğinden fazla bir şey yoktu. Artık Murat'ın gelişini bekliyordu.  
Saat sekiz olduğunda hala gelmemişti. Telefon açmış, telefonu bir iki kere çaldıktan sonra meşgule alınmıştı. Genelde bunu toplantıdaysa yapardı. Yarım saat kadar sonra yeniden aradı ve yine telefon meşgule alındı. Aramayı bıraktı. Saat on olduğunda yemeğini yemiş, kahvesini alıp televizyonun karşısına geçmişti. Geri dönüş yapmamıştı Murat. On ikiyi biraz geçe kapı açıldı. Yine alkollü bir şekilde içeri girdi ve sanki hiç anormallik yokmuş gibi, "İyi akşamlar. Bir duş alıp geliyorum." diyerek banyoya yürüdü. 
On dakika sonra yanında oturuyordu.  
"Evet, hadi konuşalım." Dediğinde Hülya elindeki fincanda olan kahveyi suratına atmayı düşündü.  
"Erken gelecektin!" 
"Geldim ya!" 
"Saat yarım oldu. Bu senin erkenin değil." 
"Çok işim vardı." 
"Ne zamandan beri viski ile iş yapıyorsun?" 
"Ne demek istiyorsun?" 
"Diyorum ki, ben aradığımda telefonu yüzüme kapattın. Sonra arayıp gecikeceğini söylemedin, bu saati erken sanıyorsun ve tüm bunların normal karşılanmasını bekliyorsun. Murat, ben senin söylediklerinle yetinecek biri değilim. Derdini açıkça söyle." 
"Bir derdim yok. Ben bu yaşananlarda bir sorun görmüyorum. Halimden memnunum." 
"Ben değilim. Kocam iki haftadır geç geliyor ve bir başka hayat yaşıyor gibi davranıyor. Bu sen değilsin." 
"Sen evde oturduğun için sıkıldın. Yoksa bu kadar sorun çıkartan bir kadın değildin. Yine aynı şeyleri konuşacaksak niye konuşalım dedin ki? Sabah da konuştun bunları. Benim bir sorunum yok. Sorun yaratan sensin." 
Hülya yerinden kalktı.  
"Nereye gidiyorsun?" 
"Kirliye attığın gömleğine..." 
"Niye?" 
"Çünkü yine kadın kokusu alırsam bu eve bir daha giremeyeceksin. Boşanma davası açacağım ve seninle tüm bağımı kopartacağım." 
"Saçmalıyorsun. O koku bürodan birilerinden siniyordur." Utanıyordu kendinden. Karısı bunları hak etmiyordu.  
"Bunca sene hiç koku sinmiyordu. Ne oldu da son zamanlarda her akşam buram buram kokarak gelir oldun? Kucağına oturtup iş yaptırmıyorsan bu olay sadece sarılma ile sinebilir." 
"Çok uzattın ama. Gerçekten tüm delilin bir koku ve sen olayın senaryosunu bile yazdın." 
"Murat, sen olayları kapatmayı sevmezsin. Konuşur, açık arar, tüm açıkları dolduracak açıklamalar yaparsın. Şimdi bu verdiğin yanıtlar sana uymuyorsa bu benim şüphelerimi arttırır." Kısa bir an durdu ve son cümlesini söyledi. "Üstelik sen bunca zaman hayatında seks olmadan durmazsın. En azından ben öyle biliyorum." 
Murat, ağzının içinde mırıldandı. 'Doğru biliyorsun'  
Hülya emin olamamıştı duyduğundan, tekrar et dediğinde sessizliği tercih etmişti Murat. Daha fazla odada kalmanın manası yoktu. Az önce ayağa kalkma nedeni olan gömleği kontrol etmeye gitti. İşte yine aynı kokuyu alıyordu. Gömleği geri attı. Gözleri dolmuştu. Artık geri dönüşü yoktu. Bir akşamı bile o kadına gitmeden geçiremiyorsa uzatmak anlamsızdı.  
Tekrar salona gitti. Murat, bir şey yokmuş gibi kanalları karıştırıyordu.  
"Yarın, boşanma için dilekçemizi veririz. Avukata ihtiyacımız yok. Tek celsede bitiririz. İyi geceler." 
Murat, tüm cümleleri duymuş, başını çevirip bakmamıştı bile. Kanal değiştirmeye devam ediyordu. Onun hala kapıda durduğunun farkındaydı. "Sen şimdiden yazıp masaya bırak, ben yarın işleme koyarım." demişti.  
Hülya, gözlerine dolan yaşları akıtmadan çalışma odasına gitti. Bilgisayarın başına oturup dilekçe örneği çağırdı, okuduktan sonra kendisine uygun cümlelerle yenisini yazıp yazıcıdan çıktı aldı. İmzaladı ve mutfak masasına bıraktı. Bu kadardı işte. Bir iki basit cümle, verilen bir karar ve kağıda dökülen soğuk ifadeler... İkinci kez biten evlilik... Eli kağıdın üstünde bir süre düşündü.  
İkinci evlilik... Aklı hastane günlerine gitti. Kemal hastaneye gelmiş, Murat hiç umursamamıştı. Eskiden adını duysa kıskançlıkla parlar, gereksiz kavgalar çıkartırdı. Oysa ne o gün ne de sonraki ziyaretinde tek bir kötü laf etmemiş, hatta Kemal ile konuşmuştu bile.  
Aralarındakilerin bittiğini asıl o zaman anlaması gerekiyordu. Görmek istememişti. Bu akşam neredeyse yüzgöz olacak bir konuşma ile noktayı koymuşlardı. Kağıdı masada bırakıp yatak odasına gitti.  
Dolaptan seyahat çantalarından iki tanesini alıp Murat'ın çekmecelerini ve askılarını boşaltmaya başladı. Nerede kalacağını düşünecek hali yoktu. Günlerdir gece yarılarına kadar kiminle kalıyorsa onunla kalabilirdi. Valizleri kapının yanına koydu. Sabah çıkarken alıp giderdi.   
  
Murat, içeriden gelen sesleri dinliyor, televizyona boş gözlerle bakıyordu. Büyük bir hata yaptığını biliyor geri adım atamıyordu. Bar olarak kullandıkları servis masasına gidip viski şişesini aldı yanına. Zaten ağzı viski kokmuyor muydu? Viski içip yaptıklarını düşünecekti. Dolap kapaklarının seslerinden Hülya'nın ne yaptığını anlıyordu. Dönüşü olmayan yola girmişti. İlk kadehi iki parmak kadar doldurduktan sonra buz almak için mutfağa gittiğinde masanın üstündeki kağıdı gördü. Donup kalmıştı. Bu kadar hızlı ve net bir tavır beklemiyordu. Sabaha kadar düşüneceğini, belki de vazgeçeceğini düşünmüştü. Oysa olmasını istediği bu değil miydi? Tahmin ediyordu Hülya'nın böyle bir tavır alacağını. Karakteri aksine bir davranış sergilemesine izin vermeyecekti. Düşündüklerini, üzüntüsünü görüyor olmak içini acıtsa da karısı tam da beklediği gibi davranıyordu.  
Kağıdı masaya bıraktıktan sonra buz alıp mutfaktan çıktı. Sokak kapısının önünde iki valiz görünce bir kez daha donup kaldı. Hepsi beklediği ama gördükçe içini yakan sahnelerdi. Hışımla salona girip buzları kadehe atıp başına dikti. Buzların etkisini göstermediği viski boğazını yakarak indi midesine. İkinci kadehi doldurdu. Dudaklarına götürdü... 
*****  
Yatak odasının kapısına geldiğinde içeriden ses geliyor mu diye bir süre durdu. Uyuyor olabilir miydi? Duvara yaslanıp ayakta durdu. Hiç ses gelmeyince kapıyı açıp içeri girdi.  
Hülya sırtı kapıya dönük yatıyordu. Kıpırdamadığı için uyuduğunu düşündü. Yalpalayarak yatağa yaklaştı. Başında korkunç ağrı ile yatağa oturdu. Son kez aynı çatı altında olduklarını biliyordu. Karısının yanına uzandı sessizce. Uyanırsa kovacağını biliyordu. Şansı varsa sabaha kadar uyanmazdı. Sarılmak istiyordu. Elini uzatmıştı ki Hülya hareket edince çekti. Yüzünü dönmüştü Hülya kendisinden tarafa.  
On dakika kadar hareketsiz yatıp, karısının yüzünü izledi. Her hattını ezberler gibi inceledi. Dudaklarını bile kıpırdatmadan defalarca özür diledi, aşkını anlattı. Dakikalar sonra Hülya'nın kendisine doğru kayması ve hafifçe sarılması ile ne yapacağını şaşırmıştı. Uzaklaşamıyordu. Uzaklaşmak istemiyordu. Günlerdir uzak durduğu karısı uykusunda sarılmış hatta eli hafifçe okşamaya da başlamıştı. Bunu çoğu zaman yaptığı için uyanık olduğunu düşünmemişti bile. Daha önce de böyle bir çok kez sevişmeyi başlattığı için bu hareketlerin sonrasını beklemeye başladı. Eğer Hülya uyanır ve onu yanında bulursa kızacağından emindi. Sevişmeyi başlatırsa belki de akşamki konuşmaları anımsamayacak ve devam edecekti.  
Resmen karısının uyku halinden faydalanmaya çalışıyordu. Bekledi, elin vücudunda gezinmesini bekledi, karısının biraz daha yaklaşmasını bekledi ve tüm bekledikleri gerçekleşince o da sarılıp omuzlarını, boynunu öpmeye başladı.  
Hülya, uyuyormuş gibi yapmaktan vazgeçip kocasına sarıldı. Yaşananların mutlaka bir açıklaması vardı. Murat onu aldatacak, başka biri için yuvasını dağıtacak, boşanacak biri değildi. Zaten öyle olsa yanına gelmeyeceğini bilecek kadar tanıyordu kocasını. Dudaklarına uzandıktan sonra artık geri çekilmeyi düşünmüyordu.  

*****  

Uyandığında kendini çok keyifli hissetmesinin nedenini anımsayıp gülümsedi. Günler sonra kocası ile büyük bir şevk ve tutku ile sevişmişti. Aralarındaki sorunların düzelmesi için akşam konuşacaklarından emindi. Hem o parfüm kokusunun hem de geç kalmaların mutlaka iyi bir açıklaması olmalıydı. Çünkü o biri kahverengi biri mavi olan gözlerde aşkı görmüştü. Birkaç saniye daha yattıktan sonra yatakta yalnız olduğunu düşünüp arkasını döndüğünde yanılmadığını anlamıştı. Saatine baktığında neredeyse ona geldiğini görünce şaşırmıştı. Günlerce düzgün uyuyamayan bedeni, sevişmenin ve duygusal rahatlığın ardından uzun ve derin bir uyku ile kendini toparlamış olmalıydı. Çok iyi hissediyordu kendisini.  
Duştan çıktığında yüzünde gülümseme ile mutfağa girdi. Murat kahvaltı yaptıysa bile bulaşıkları makineye kaldırmış olmalıydı. Kapağını açtığında içinin bomboş olduğunu gördü. Bir şey yemeden çıkmıştı kocası. O üzüntüyle kendisine bir şeyler hazırlamaya başladığında akşam bıraktığı boşanma dilekçesinin masanın üstünde olmadığını gördü. Çöpe mi atmıştı? Çöp duruyordu ve üzerinde mektuptan eser yoktu.  
Koridora çıkıp valizlere baktı. Kapının yanına koyduğu valizler yoktu. Yatak odasına geri döndü ve dolaplara baktı. Boştu. Diğer odalara da baktı. Boşa bir arayış olduğunu bilse de tek tek her yere baktı. Murat boşanma dilekçesini ve valizlerini alarak gitmişti evden. 
Gece yaşananların bir şey değiştirmediğini anlamak mı daha gurur kırıcıydı, vedalaşmadan gittiğini görmek mi? Her durumda içinde bir şeyler kırılmıştı. Öyle ki, tamirinin mümkün olmayacağını düşünüyordu. Murat bu evden, evlilikten ve karısından kopmuştu...  
*****  
Tek celsede boşanmışlardı.  
Bürosuna dönen Murat, çekmeceyi açıp elindeki evrakları koydu. Aynı çekmecede duran parfüm şişesini alıp çöpe attı. Bu kokuyu bir daha asla duymak istemiyordu. Hülya mahkemeye gelmemişti. Son kez görmek istemişti. Belki bir yerlerde karşılaşırlardı. Oysa mahkeme salonunda onun gözlerindeki nefreti görmek istemişti. Bu ayrılığa dayanması, bir gün yeniden kapısına dayanması ve özür dileyip olayları anlatması için o nefrete ihtiyacı vardı. Duygusuz Hülya yerine nefretle bakan Hülya görmek önemliydi. Bir gün sorun bitecek, karısı...eski karısı için tehlike ortadan kalkacak ve o da onu ikna etmek için her şeyi yapacaktı. O güne kadar sabırlı olmalı ve Hülya'nın hayatına birilerinin girmemesi için dua etmeliydi.  
Arkadaşının oğlunun davası temyizdeydi ve aylarca sonuç beklenecekti. Mafya tehditleri ile karısının hayatını tehlikeye atamayacağını bildiği için yaptıklarının affedileceğini umuyordu. Hülya'nın affedici tarafı vardı ama bu kadar büyük bir olayı da affeder miydi? Yaşayıp görecekti. 
  
*****  
Hülya, avukatın telefonu ile haber almış, sessizliğe bürünmüştü. O gün dava olduğunu bilen iş arkadaşları yüzünü görüp durumu anlamış olmalıydılar. Kimse iş için bile masasına gitmiyor, onun masasında çalan telefonları başkaları yanıtlıyordu. Yarım saat kadar sonra yerinden kalkıp tuvalete gitmiş, yüzünü soğuk suyla yıkamış, akan makyajını iyice temizledikten sonra yerine dönmüştü.  
Beklediği son nihayet gelmişti. Otursa da iş yapamayacağını bildiği için izin alıp çıktı. Eve kadar araba kullanamayacağını düşündüğünden taksi çevirdi. Ağlamadan eve ulaştığında hemen yatak odasına gidip yatağın üstüne kıvrıldı. Çantasının ağzı açıktı ve oradan gözüken zarf günün anlamını tamamen değiştiriyordu. Yıllardır bekledikleri bebek haberini o sabah almıştı. Son kez seviştikleri gece hamile kalmıştı. Murat'a söylemek için çok geçti.  

*****  

"Hülya'yı mı gördün? Nerede?" 
Murat, ortak arkadaşlarından birinin düğünündeydi. Aslında Hülya'nın arkadaşları olduğu için onu görebileceğini düşünerek gitmişti düğüne.  
"Bak işte şu masada. Yanında biri var ama. O şey değil mi?"  
Murat hala görememişti. Ayakta bir sürü konuk vardı ve onların masalarına geçmesini beklerken sabırsızca bekliyordu. Neredeyse gidip hepsini ayrı bir tarafa oturtacaktı.  
"Kim? Kim o?" 
"Eski kocası değil mi o?" 
Nihayet önündeki kalabalık çekilmiş, tüm güzelliği ve yüzünü aydınlatan gülümsemesi ile Hülya gözükmüştü. Yanında Kemal vardı ve ikisi gülerek konuşurken Hülya elini hafifçe şişmiş karnında gezdiriyordu. Hülya hamileydi. Yıllardır istedikleri bebeğe Kemal sayesinde mi kavuşmuştu? Yeniden evlenmişler miydi? Aylardır kendini evine kapatmış, işten başka bir ortama girmediği için tüm bu gelişmelerden haberi olmamıştı. Şimdi ise ayakta zor duruyordu. Onun evliliklerini bu kadar kolay silip atmasını beklememişti.  
Kırgın ve kızgın bakışlarını çekemeden Hülya onun baktığını fark etmiş, gülümsemesi yüzünde donmuştu. Murat'ın geleceğini düşünmemiş olmalıydı.  
"Evet eski kocasıydı. Belki yeniden evlenmişlerdir. Benim bilgim yok." Diyebilmişti arkadaşına. 
"Bildiğim kadarıyla evlenmedi. Gerçi bebek bekliyor olduğuna göre yakında haberini alırız." 
Arkadaş demeyecek ağzının orta yerine yumruğu geçirecekti. Neyin haberini alıyordu? Kimseyle evlenemezdi Hülya. İçindeki vahşi adamı dizginlemezse orada olay çıkartacağını anlayıp hızlıca arkadaşının sözünü kesti.  
"Ben bizimkileri bir göreyim, sonra gideceğim. Önemli bir davanın ortasındayım, çalışmam lazım." 
"Yarın pazar, yarın çalışırsın. Herkes özledi seni." 
"Ben de özledim, bir ara hasret gideririz ama bu akşam o akşam değil. Hadi görüşürüz." Dedikten sonra Hülya'nın oturduğu masaya yeniden baktığında ikisini de göremedi. Sonra pistte dans ettiklerini fark edip iyice çileden çıktı. Kendisini telkin edip mahkemede olduğunu ve sakin olması gerektiğini düşündü. Tüm kalabalığa ve müziğe rağmen bu biraz işe yaramıştı. Gelin odasından henüz çıkmamış çifti orada yakalayıp tebrik ettikten sonra hızlıca salondan ayrılmıştı.  


"Göremiyorum artık." 
"Az önce gitti." 
"Başka zaman karşılaşırsak elinden kurtulamayacağım. Hele de gerçekleri öğrenirse!" 
"Öğreneceğini sanmıyorum. Düğüne onu davet etmeyi düşünmüyorsan elbette." 
"O kadar da delirmedim. Yorulduysan oturalım." 
"Biraz. Ama daha çok seni rahat bırakmak için oturuyorum bilgin olsun." 
"Hiç evliliğimizdeki hataları düşündüğün oluyor mu?" 
"Bazen. En büyük hatamız da acele evlenmiş olmamızdı. Biz aslında iyi arkadaş olacağımız yıllarda karı koca olmayı tercih edip hata yaptık." 
"Kesinlikle katılıyorum bu söylediklerine. Hadi artık oturalım. Nişanlım beni bekliyor." 
"Ona teşekkür etmem lazım. Kıskançlık yapmıyor değil mi arkamdan." 
"Hayır, senin Murat'ı nasıl hala sevdiğini görmemesi için çok art niyetli olması lazım." 
"Yine de herkesin kabul edeceği bir durum değil bu." 
"İçin rahat olsun. O seni de beni de iyi tanıyor. Hadi tamam, oturalım, sonra ayaklarım şişti falan dersin. Gece uzun." 
"Benim için değil. Çok uykum geliyor, erkenden yatıyorum." 


Murat, yeni yılda bürodakilerin hediye çekilişine katılmış, onların keyifli hallerine bakarken içindeki sıkıntıyı saklamak için çok çabalamıştı.  
Hülya'nın doğumu bir iki gün içinde bekleniyordu. Arkadaşlarının düğününden beri bir şekilde onun hakkında bilgiler topluyordu. Çünkü arkadaşlarının düğün videosunu zorla izlemek durumunda kalmış, erken ayrılmanın cezası denilen şey onun için ödül olmuştu. Hülya'nın Kemal ile keyifle dans ettiği görüntüleri izlerken içi kan ağlamış, masalarına otururlarken kamera açısına giren bir başka kadın ise tüm o içindeki yaraları iyileştirmişti. Kemal, diğer yanında oturan kadına sarılmış, öpmüş, sonra da uzun süre onunla konuşup arada küçük öpücükleri eline, omzuna bırakmıştı. O halde Kemal ile Hülya'nın bir ilişkisi yoktu. Düğünden iki ay sonra bunu izlediğinde karısı ya da eski karısı altı aylık hamileydi. Hülya'nın hamilelik süresi ile son kez seviştikleri tarih örtüşüyordu. Kendi çocuğuna hamile olması tartışma götürmezdi. Çünkü Hülya tek gecelik ilişki yaşayacak biri değildi. Ne kadar kırgın olursa olsun böyle bir hareket ona kesinlikle uymuyordu.  
Peşine taktığı korumaların ona bu tarz bilgileri aktarmamalarına bozulmuştu. Şirketi arayıp patronlarına hem kızgınlığını belli etmiş, hem de elemanlarından doktorunu öğrenmelerini istemişti. Sonra yaptığı tek şey doktoru ikna etmek olmuştu. Tüm karşı çıkışlarına rağmen hasta-doktor gizliliği de bir yerde son bulmuştu. Kadın doktorun tüm baskısına rağmen tek söylediği anne ve bebeğin sağlığının iyi olduğu, Ocak ayının ilk günlerinde doğum olacağı idi. Şimdilik bu da yeterdi.  
Peşindeki adamları doğuma gideceği gün konusunda uyarmış, gerekirse yoldan geçen biri gibi yardımcı olmalarını bile istemişti. Karısı doğum yapacaktı, kendisi ise uzaktan haber bekleyecekti. İçine düştüğü duruma lanet ederek hediyelerini açan elemanların mutluluğuna katıldı.  
Bürodan çıkmadan gelen son telefon ile rahatlamıştı. Karşı tarafın temyiz talebi kabul edilmemişti. Yargıtay'ın onamasına kadar itiraz süresi vardı. Belki bir iki ay daha. Sonra bu iş bitmiş olacaktı. Mafya liderinin istediğini elde edemeyeceğini anlaması ve artık bu işi bırakması gerekiyordu. Oğlunun ölümü ile ilgili görüntüler sayesinde zaten aksi bir karar çıkmayacağını karşı tarafın avukatları da anlamıştı. Sadece tutukluluk süresi uzamıştı arkadaşının oğlunun. O da kısa sürede serbest kalacaktı.  
Kendisi de bu davanın etkilerinin geçmesi için bir iki ay daha bekleyecek ve sonra Hülya'yı yeniden kazanmak için ona her şeyi anlatacaktı. Kaybedilen bunca ayın acısını çıkartacak, yanında olamadığı her anın affını isteyecekti. Hem Hülya'nın hem de bebeğinin kendisini affetmesini sağlayana kadar vazgeçmeyecekti.  

Yeni yılın ilk iş günü yeni bir tehdit zarfı gelmişti.  

BİTTİN SEN 

Bu kelimeler ürpermesine yol açmıştı. Bir yandan da rahatlamıştı. Son üç tehdit mektubu da sadece kendisini hedef alıyordu. Karısı artık rahat bırakılmıştı. Yine de son kuruşuna kadar harcaması gerekse de onu 7/24 korumaya devam edecekti.  

Sekreteri Ayşenur Hanım toplantıyı bölüp haberi verdiğinde önce şaşkınlıkla bakmış, sonra toplantıyı terk edip kapıya kadar neredeyse koşmuştu. Son anda durup bir yere gidemeyeceğini, giderse karısını yine tehlikeye atabileceğini düşünmüştü. Sekreterinin masasının önünde bir iki dakika oyalanınca orta yaşlı kadın, "Hadi ne isteyeceksen iste. Beni öyle dikilerek korkutamazsın." demişti.  
"Hastaneyi ara, ikisi hakkında da bilgi al. Sonra da nasıl yaparsın bilmem ama Hülya'yı ziyaret et. Bebeğimin fotoğrafını çek bol bol." 
"Ziyareti yarın yaparım. Hastane ile görüştüm zaten. İkisi de çok iyiymiş. Babası gibi yakışıklı bir oğlanmış." 
"Bir oğlan. Oğlum. Allahım, bunu asla öğrenmemeleri lazım. Sen bile çok dikkatli hareket et. Benimle bağlantı kurmalarını istemiyorum." 
"Hallederim." 

Hülya, Ayşenur'dan telefon beklemiyordu. Murat'ın sekreterini çok severdi ama tam da yılbaşı sonrası kendisini arayıp, yeni yılını kutlamasını, hediyesini vermek için ziyaret edeceğini söylemesini ummamıştı. Doğum yaptığını gizlemeyi düşünürken bir hemşirenin içeri girip, bebeğimizi emzirme zamanı geldi, demesi ile tüm planları alt üst olmuştu.  
Ayşenur, ne bebeği, ne emzirmesi diye sorarken sesinde hem şaşkınlık, hem mutluluk vardı. Hülya, yalan söyleyemeyeceği için doğum yaptığını hastanede olduğunu açıklamıştı. Sonra da Murat'a söylememesini rica etmişti.  
Murat, tüm konuşmayı dinlemiş, mutlu, yorgun ama gururlu sesi ne kadar özlediğini daha iyi anlamıştı.  

Ayşenur, odaya girdiğinde bebek uyuyordu. Hülya'ya sarılmış, hem yeni yıl hediyesini, hem doğum hediyesini ayrı ayrı vermişti. Çok güzel bir bebek takımı almıştı. Patronu özellikle en iyisini, en detaylısını almasını söylemişti. Diğer hediyelerin arasına koyduktan sonra küçük olan kutuyu açtı Hülya. Parfüm olduğunu görünce burnuna yaklaştırdı. Her kokuyu kullanamazdı. Beğeneceği bir şey olmasını umuyordu. Burnuna dolan koku ile bir anda bembeyaz kesilmiş, sendelemişti.  
Ayşenur panikle hemşireyi çağırmış, onun iyi olduğunu anlayana kadar yanından ayrılmayacağını söylemişti. On dakika kadar sonra Hülya daha iyi olduğunu söyleyip, "Bu kokuyu şirkette biri mi kullanıyor?" Diye sordu.  
"Bilmem. Ben hiç fark etmedim." 
"Rastlantı mı yani?" 
"Ben sen kullanıyorsun sanmıştım. Murat..." 
"Hala bu kokunun üstüne sindiğini mi söylemek istiyorsun? Aylardır ben yokum ve sen benim kullandığım koku mu sandın?" 
"Ah Hülya, bir şeyler yanlış ama ne yanlış anlamadım. Ben bu kokuyu Murat'ın çöpünde gördüm. Seninle boşandığı gün. Senin parfümün sandım. Çok özür dilerim. İnan aklıma başka bir şey gelmedi." 
"Çöpte mi? Murat'ın çöpünde öyle mi?" 
"Evet." 
"Ve şirkette kimsede duymadın bu kokuyu." 
"Ben kokuyu bile bilmiyorum." Uzanıp aldı, kokladı ve başını kesin bir şekilde salladı. "Hayır, kimse bu kokuyu kullanmıyor. Dedim ya, çöpte görünce seni hatırlattığı için attığını düşündüm. Gerçi niye bir parfüm büroda tutulur, asıl bunu düşünmem lazımdı ama o an boşanmanızın etkisi ile, 'evden getirmiş, özledikçe kokluyordu demek ki' dediğimi anımsıyorum." 
Hülya, içinde yeşeren umuda tutunuyordu. Kocası mutlaka bir dolap çeviriyordu ve bu kendisi ile ilgiliydi. Aklındaki soruyu da sordu. "Murat, geç saatlere kadar çalışıyor, sonra da arkadaşları ile buluşuyor mu yine?" 
Ayşenur'un sevimli bakışları çatılmıştı. "En son bir konuşmasını benim masamdan yaptı, arkadaşları bir yıldır yüzünü görmediklerini söylüyordu. O da keyfinin olmadığını anlatıyordu. Ben boşanmanıza yormuştum." 
"Son bir soru... biz boşanmadan önce şirketten çok geç çıkıyor, hatta viski falan içiyor muydu?" 
"Kaçta çıktığını bilmiyorum ama sabah bürosunun viski koktuğunu biliyordum. Boşandığınızdan beri öyle bir koku da yok." Bu yanıtı zaten bekliyordu. Ah o deli kocasının ne oyun oynadığını anlamıştı. Şimdi niye oynadığını anlamaya gelmişti sıra. "Son deumiştim ama bir tane daha geldi aklıma. Şu mafya davası ile ilgili tehdit sorun devam ediyor mu?" 
"Evet. Sen nereden biliyorsun?" 
"Bilmiyordum, sen söyledin." 
"Ne zaman?" 
"Şimdi. Önemli değil. Tahmin ediyordum." 
"Sen şimdi..." 
"Ben bir şey demiyorum. Sen de deme." İki kadın birbirlerine bakıp gülümsediler.  
"Bu veletin uyanmaya niyeti yok. Fotoğraflarınızı çekmek istiyorum. Mahsuru var mı?" 
"Hayır, yok." Zaten uyanmadan çekmesi iyi olacaktı. Oğlu göz renklerini babasından almıştı. Genelde bebeklerin sonradan göz rengi değişir deseler de oğlunun değişmeyeceğinden emindi. Murat, DNA testine gerek kalmadan oğlu olduğunu zaten anlayacağı bir delile sahipti.  
Ayşenur bir sürü poz çektikten sonra ayrılma vaktinin geldiğini söylemişti. O varken kimsenin gelmemiş olması büyük şanstı.  
Kapıya doğru yürüyen kadına, "Parfümü iade almazlar ama birilerine verebilirsin. Ben kullanmayacağım." dedi. 
"Niye kullanmayacakmışsın?" diyen kadına önce şaşkınlıkla baktı, sonra ne demek istediğini anlayıp gülümsedi. Zamanı geldiğinde kullanabileceğini düşünüyordu. Tam kapıya varmışken yeniden seslendi Ayşenur'a. "Sorarsa bebeğin adını Mehmet Emin koyacakmış dersin." 
"Soracağından eminim."  
"Başka bir şey sorarsa sakın belli etme. O zamanı geldiğinde konuşur. O zamana kadar ona iyi bak." 
"Tamam, güzel kızım, sen de kendine ve bebeğe iyi bak. Ben seni ararım konuşuruz." 
"Teşekkür ederim." 

Aylar sonra ilk kez gerçekten dinlendiren bir uyku uyumuştu. Murat'ın ne yapmaya çalıştığını anlamak için alim olmaya gerek yoktu. Biraz birbirini tanıyan herkesin çözebileceği ipuçlarını bir araya toplamak kolay olmuştu. Nihayet aylardır süren saçma ruh halinden kurtulmuştu. Gün gelecek kocası geri dönecekti ve o gün Hülya biraz burnunu sürtecek ve sonra affedecekti. Emin olduğu bir başka şey de, bu süre içinde Murat'ın kendisinden çok daha fazla üzülmüş olduğu idi. Bebeği bilmeden geçen süreye, öğrendikten sonraki şüpheleri eklenmiş olmalıydı. Ne zaman ve nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde babası olduğunu öğrenmişti. Arkadaşlarının düğününde Kemal ile ikisine bakışını hiç unutmuyordu. O zaman çok kızgın olduğu için mutlu olmuştu o bakışlara. Artık gerçekleri bilse de içinde bir yerler 'hak etmişti' diyordu. Yine de çok üzmeyecekti. Tüm bunları onu sevdiği için yapmıştı. Şimdi biraz daha kıvranacak, üçü için de huzurlu bir zamanda bir araya geleceklerdi. Sabırlı olmalıydı. Ailesi ve gelecekleri için biraz daha bekleyecekti.  

Davanın haberlerini gazeteden ve Ayşenur'dan takip ediyordu. Son duyumu mart ayından sonra işlerin yoluna gireceği yönünde olunca oğlunu öpüp, mırıldandı. "Babana yakında kavuşacaksın yakışıklım. Onun yokluğunda bana çok güzel arkadaşlık yaptın. Artık biraz da babanla vakit geçir, onunla gül, eğlen, sevgiye doy."  

Mart ayının ortası olmuş, Murat hala harekete geçmemişti. Hülya zaman daraldıkça sabırsızlandığını hissediyordu. Ayşenur ise Hülya'nın gerçekleri anladığını söylemek için kıvranmaya başlamıştı. Patronu dava tamamen sonuçlanınca Hülya'nın kendisini affetmeyeceğini, yanında kalıp birlikte göğüs germe şansı tanımadığı, güvenmediği, korktuğu için onu bir daha hayatında istemeyeceğini düşünüyordu. Affedeceğini ima etse de yeterli olmadığını düşündüğü için konuşmak, anlatmak istiyordu. Hülya, kendi sabırsızlığını bir yana bırakıp onu ikna ediyordu. Sakın söyleme, o mutluluk bana ait olacak... Bu cümleyi duyan Ayşenur sakinleşiyordu.  

Bir hafta daha geçmişti. Gazetede sanığın tahliye edildiğini okumuştu. Artık her an Murat karşısına çıkabilirdi.  
Cumartesi güzel havayı fırsat bilip oğlunu arabasına yerleştirip yürüyüşe çıktı. Sakin sakin sokak aralarında dolaştıktan sonra caddeye çıkıp parka doğru yürüdü. Bir süre parkta oturduktan sonra oğlunun karnı acıkıp ağlamadan evde olmak için kalktıMehmet Emin, hala huzurlu bir şekilde uyuyordu. Ayşenur sık sık uğrayıp fotoğrafını çekiyordu. Tüm gelişimini Murat'ın böyle takip ettiğini biliyordu. Bilmediği tek şey göz renklerini kendisinden aldığı idi. Ayşenur ile Hülya bu konuda anlaşmış, hep uyurken ya da gözleri gözükmeyen fotoğraflarını Murat'a göstermişti. Murat'ın dakikalarca fotoğraflara baktığını duymak hüzünle karışık bir mutluluk veriyordu. İlk kez yaşanan güzelliklerin babayla o an paylaşılmamış olmasının hüznünü aşacaktı.  
Caddeye ulaşıp karşıya geçtiğinde önünde duran adama şaşkınlıkla baktı. Nefesi kesilmişti. Az önce aklından geçirirken bu kadar kısa sürede göreceğini düşünmemişti.  
"Merhaba." Murat'ın sesi titriyordu. Onun da kendisi kadar etkilendiğini anlamak rahatlatmıştı. Her şeyi anlamasına rağmen bu süre içinde duygularının değişeceğinden korkmuyor değildi. Fakat duyduğu sesin titrek, sevgi dolu tınısı içini rahatlatmıştı.  
"Merhaba." 
"Hülya... nasılsın?" 
"İyiyim, sen?" 
"Ben de iyiyim. Bebek nasıl?" Daha da heyecanlı bir soruydu. Murat, bu karşılaşmayı böyle düşünmediği için kendini toparlayamıyordu. Onu görmek istiyordu ama kendisini tutamamaktan korkuyordu.  
Hülya, "Uyuyor." Diye mırıldanırken, Murat çoktan arabaya doğru hafifçe eğilmişti. Uyuyan bebeğe uzun uzun baktı. "Çok güzel bir bebek. Seni yormuyordur umarım." 
"Hayır, yormuyor. Teşekkür ederim."  
Gözlerini bebekten alamıyordu. Aslında bu karşılaşmanın zamanlaması çok kötüydü. Bırakıp gitmek istemeyeceği iki kişiye ayıracak vakti yoktu. Zaten oyalanmak istemiyordu. Bir buluşmaya gitmeliydi. Biri dava görüşmesi için çağırmıştı. Hafta sonu olduğu için büro dışında buluşmayı o da uygun görmüştü. Şimdi hayatının bundan sonrasını belirleyecek soruya olumlu yanıt almak isteği ile eski eşine umut dolu baktı. "Hülya, uzun uzun konuşmak istiyorum. Fakat şimdi bir randevum var. Akşam uğramamın bir sakıncası var mı?" 
Hülya, hafta sonu da olsa takım elbise giydiğini gördüğü için işi olduğunu anlamıştı. Sakin sesle sordu. "Neyi konuşacaksın?" 
"Her şeyi. Gerçekten çok önemli. Ayak üstü konuşulacak şeyler değil ve ben ne yazık ki randevuma geç kalıyorum. Akşam geleceğim. Yiyecek bir şeyler de alır gelirim." 
"Gerek yok, ben kendime yaparken biraz fazla yaparım." 
"Teşekkür ederim." derken tüm yüzünün gülmesini engellemek için kendini sıktı. Akşam konuşana kadar dayanmalıydı.  
Uzaklaşmadan önce yeniden bebeğe baktı. "Çok güzel..." dedi, sonra eğilip elinin tersi ile oğlunun yanağını okşadıktan sonra buğulu gözlerle Hülya'ya baktı. "Görüşürüz" dedikten sonra hızlı adımlarla uzaklaştı.  

Hülya, o hareketin etkisinden çıkamayacağını fark edince yakındaki bir mağazaya girdi. Giysilere bakıyormuş gibi yapıyor, kendini toparlamaya uğraşıyordu. Akşam yapılacak konuşmadan sonra hayatları yeni bir yola girecekti. Aslında bir iki ay süründürmek istiyordu ama o elin oğlunun yanağında gezinmesini gördükten sonra böyle bir şeyi yapamayacağını anlamıştı. Birkaç saat sonra oğlu babasına, kendisi ise kocasına kavuşacaktı.  

Bir bluzu eline alıp bakarken tezgahtarlardan biri yardım için yanına gelmişti. Kendisinden önce bebekle ilgilendiği için o da hala alış veriş yapacakmış gibi davranıyordu.  
Bir anda dışarıdan üç el silah sesi geldi. Hülya midesine saplanan acı ile mağaza vitrine doğru başını çevirdi. İnsanlar koşturuyor, kimisi buldukları yerlere saklanıyordu. Bir dakika kadar sonra herkes sakinleşmişti. Kulağına 'ölmüş mü?' Sorusu geliyordu. Murat'ın gittiği tarafa koşan birkaç erkek görünce onların peşinden gitmek istedi. İki adım bile atamadan başının dönmesi ile sendeledi. Yanındaki tezgahtar kız onu tutmuştu.  
"İyi misiniz?" 
"Hayır, hayır iyi değilim. Az önce o tarafa eşim gitti." 
Tam o anda bir kadın içeri girip yüksek sesle "Birini vurmuşlar." dediğinde Hülya'nın midesinde bir şeyler düğüm olmuştu. Kalbi hızla çarpıyordu.  Tam o anda Mehmet Emin uyandı ve ağlamaya başladı. Kucağına aldığında içindeki sıkıntının büyüdüğünü hissetti. Çıkıp gidemiyor, ne olduğunu soramıyordu.  
Ambulans ve polis sirenleri ile daha da çöktü. Biliyordu. Murat'a bir şey olmuştu.  
"Sizden rica etsem, kim olduğunu öğrenmeye çalışır mısınız? Kocam..." Bir an sustu. Dili varmıyordu. Zorlayarak devam etti. "Takım elbise vardı üstünde. Koyu gri. Elinde de siyah bir evrak çantası vardı." 
Tezgahtar kız onu hemen bir yere oturttu. "Siz sakin olun, ben hemen öğrenirim. Eminim eşiniz değildir. Siz sakın kötü düşünmeyin." 
Genç kız koşarak gitmişti. Dönene kadar geçen beş dakika beş saat gibi gelmişti Hülya'ya. Oğluna sarılmış ağlıyordu. "Çok üzgünüm oğlum. Çok üzgünüm. Ona bir şey olduğunu biliyorum. Keşke aylar önce babanın yanında olsaydım. Keşke bu kadar çok çalışmasına izin vermeseydim. Keşke..." Aklından geçenleri oğluna fısıldayamadan tezgahtar genç kız geri dönmüştü. Yüzü solmuştu.  

"Bir avukatmış vurulan. Sanırım ölmüş." 
"Ölmüş mü?" 
"Evet. Yani emin değilim ama ambulans ile götürdüler. Etraftakiler öldüğünü söylüyordu. Göğsüne üç kurşun sıkmışlar." 
Hülya bu son cümle ile oturduğu yerde sallanmaya başlamıştı. Kucağında bebeği olmasa bayılacağını biliyordu. Oğluna sıkı sıkı sarılarak dayanacaktı. Şimdi olduğu gibi.  
"İsmini duya bildin mi?" 
"Yok, kimse bilmiyor. Tek söylenen bir arabadan ateş edildiği, o sırada da 'hata yaptın avukat' diye bağırdıkları." 
Hülya oğlunu arabasına yatırdıktan sonra cebinden telefonunu çıkarttı. Murat'ı aramak için adını ekrana çağırdı. Arama tuşuna basamıyordu. Ya sesini duyamazsa... ya ölüm haberini birileri verecek olursa... titreyen parmağı ile arama tuşuna dokundu. Uzun uzun çaldıktan sonra bir genç kadın yanıt verdi telefona. Ambulansın siren sesi kulağına geldiğinde duyacaklarına kendini hazır hissetmiyordu.  
"Ben... " konuşamayınca telefonun ucundaki genç kadın, "Hanımefendi, sakin olmanızı rica edeceğim. Hastanız yaralı. Sizinle konuşmak istiyor. Yormayın." dediğinde ağlamaya başlamıştı. Ölmemişti. Yaşıyordu Murat. Kulağında sesini duyduğunda hıçkırıkları daha da artmıştı. Murat zorlukla sesini duyurdu. "Hülya... akşama gelemeyeceğim aşkım. Ama sonra konuşacağız. Seni seviyorum." 
"Ben de seni seviyorum. Görevliye ver canım telefonu ve bizim için iyileş." Hemşire alır almaz sordu. "Hangi hastaneye gidiyorsunuz?.... Tamam, geliyorum."  

Hastaneye ulaştığında Murat'ın ameliyathanede olacağını sanmıştı. Oysa ona oda numarası verilmişti. Bebekle çıkamayacağını söyleyen görevliye bakışı, adamın susmasını sağlamıştı. Bebek arabası ile asansöre binmiş ve kata çıkmıştı. Odayı bulduğunda içeriden bir sürü konuşma sesi geldiğini duyunca şaşkınlıkla baktı. Kapının önünde bir polis bekliyordu.  
"Murat beyin nesi oluyorsunuz?" 
Ne saçma bir soruydu. Ne diyecekti. Eski ve yeni karısı mı? Böyle zamanda insanın aklı niye bu kadar tuhaf çalışıyordu. Murat'ın sesini duyduğu için polisi terslemek yerine gülümsedi ve eşi olduğunu söyledikten sonra açtığı kapıdan bebek arabası ile geçti.  
Odada iki resmi, iki sivil polis olduğunu sandığı kişi ile bürodan meslektaşı olan birisi vardı. Hepsine kısa bir bakış atıp soluğu Murat'ın yanında aldı. O fark etmemişti ama adamlar sessizce çıkmıştı odadan.  
"Vurulduğunu, öldüğünü söylediler. Niye ameliyatta değilsin? Kurşun çıkmış mı?" 
Murat ona aşkla bakıyordu. Elini uzattı. Hülya, uzanan eli tuttu. Murat, tahmininden daha büyük bir güçle kendine doğru çekip hafifçe öptü elinin üstünü.  
"Vurulmadım aşkım. Vuramadılar. Aslında vurdular da öldüremediler. Aylardır tehdit ediyorlardı. Bugünkü randevunun tuzak olabileceğini tahmin etmiştim. Korumalarım da aynı şeyi düşündüğü için çelik yelek giydirmişlerdi bana. Her şey ayarlanmıştı ama senin orada olacağın hiç hesapta yoktu. Bunca ay sonra karşılaştığımız yer ve zaman çok kötüydü. Git diyemedim, neler olacağını söyleyemedim. Hatta biraz daha kalırsam size bir şey yapmalarından korktum. Bunca zaman çektiklerimin...çektiklerimizin boşa gitmesinden korktum. Senin her şeyi görüp daha çok üzülmeden korktum. Bebeğimize sarılamadım. Sana bakamadım. O anlar inan vurulmaktan daha kötüydü. Her şey düzelecek. Üç kurşun yerinin morlukları da bir haftaya geçer. Sonra hayatımızı yeniden yoluna sokacağız." Hiç ara vermeden anlatmıştı tüm olayı.  
Hülya mutlu bir ifade ile dinlerken bir anda yüzü asılmıştı. "Ya kafana nişan alsalardı? Kendini nasıl böyle bir tehlikeye atarsın? O adamların yarım bıraktıkları işi tamamlamayacaklarından nasıl emin oluyorsun? Bir gün yine çıkarlarsa karşımıza? Hayat boyu korkarak mı yaşayacağız?" 
"Sakin ol canım. Polis hareket halinde genelde daha büyük alan olduğu için gövdeye ateş etmeyi tercih ettiklerini söylemişti. Eğer buluşma yerine gitseydim farklı bir yerime ateş etmeleri olasıymış. Böyle saldırılarda hızlı kaçmak için araçtan ateş etmeyi seçiyorlarmış. Senin arabanı da yoldan çıkarttıkları zaman yine aynı mantıkla hareket ettiler. Seni sıkıştırdılar ve hızlıca kaçtılar. O araçtakileri bulduk elbette ama bağlantılarını ispat edemedik." 
"Bu kez ne olacak?" 
"Yakalanmışlar bile ve kimin adamı oldukları bilindiği için olay artık ispatlandı. Daha vahimi, adamlarının yakalandığını duyan patronları kalp krizi geçirmiş. Tek oğlunun ölümünden sonra da bir kriz geçirdiği için ikincisi daha yıpratıcı olmuş. Hastaneye kaldırılmış ama yaşaması zor diyorlarmış." 
"O ölürse başkaları devam etmez mi?" 
"Bizimle dertleri kalmaz. Zaten çoğu adamını yakalayacaklar. Kalanların da derdi bizden büyük olur." 
"İnşallah haklısındır." 
"Haklıyım. Artık rahatlıkla senden özür dileyebilirim." 
"Öyle kuru özürle çözemezsin bu işi." 
"Öpsem yeter mi?" 
"Çok küçük düşünüyorsun." 
"Pekala, yeniden karım olur musun, desem?" 
"Seni aylarca süründürecektim. Ayşenur ile konuştuğum andan beri seni kapımda kıvrandırmanın hayalini kuruyordum." 
"Vaz geçtin değil mi? Seni o kadar özledim ki. Daha fazla uzak kalmaya dayanamam." 
"Önce Mehmet Emin'in yanağını okşadığın an vazgeçmiştim. Sonra da şu kapıdan girip seni iyi gördüğümde bir saniye bile bekleyemeyeceğimi anladım." 
"Mehmet Emin... ikimizin baba isimlerini koyman çok güzel. Şey... onu kucağıma alabilir miyim?" 
"Elbette." Onca zamandır istememiş olmasını garipsemişti. Arabasından çıkartıp göğsüne yerleştirdiğinde acemi hareketlerle sarılmasına gülerek bakıyordu. Mehmet Emin ilk kez gördüğü bu adama yüzünde meraka benzer bir ifade ile bakıyordu. Murat, ilk kez gözlerini gördüğü için büyük bir şaşkınlık yaşıyordu. "Benim gözlerimi taşıyor." 
"Annesi o gözlere çok şey borçlu. Senin yokluğuna dayanmayı kolaylaştırmıştı." Anne ve babası kendi hakkında konuşurken Mehmet Emin babasının göğsünde hareketlenmişti.  
"Canını yakmasın!" 
Murat, bakışlarını kaldırmadan kısık sesle, "Yakmaz. İlacım o. O kadar iyi geldi ki ona sarılmak." Sesi titremeye başladığında sustu ama Hülya onun yanağından akan gözyaşını görüyordu. Yatağın kenarından uzanıp ikisini de saracak şekilde kollarını uzattı, Murat'ın gözyaşından öptükten sonra fısıldadı. "Sizi seviyorum." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder