21 Aralık 2016 Çarşamba

Aralık Kapı - Tek Bölüm

Servis otobüsünün ön tarafından gelen uğultu ve hareketlenme ile bakışlarını okuduğu kitaptan kaldırdı. Özellikle en önde oturan dört genç kızın minik çığlıkları dikkatini çekmişti. Ağırlıkla memurların kullandığı servis aracı durup da çığlıklara neden olan yolcuyu alınca içinde bir yerlerde fırtınalar koptu. Dışarıda çakan şimşeklerin, esen rüzgarın kat kat fazlasını saniyeler içinde kalbinde yaşadı.  

Yanı boştu, umutlandı. Sonra önlerde olan boş yerleri fark etti. Otobüsün ortasına denk gelen kendi koltuğuna sıra gelene kadar mutlaka bir yer bulur otururdu. O yüzden fırtınasını bastırıp kitabına döndü. Satırlar eski netliğinde değildi. Gözlüğü buğulanmış olabilir miydi? Eline alıp bakarken sesini duydu. "Oturabilir miyim?" 
"E...Elbette hocam." 
Öğretim üyelerinin, bu servise binmesi pek rastlanan bir durum değildi. Hele de Akın hocanın araba ile işe gittiğini bildiği için bu gerçek bir sürprizdi 
Şiddetli yağmurun üstündeki pardösüyü ıslattığını fark eden genç adam, bir an durup önce onu çıkarttı. Hemen her zaman gördükleri takım elbiselerinden birini giymişti. Tek fark gömlek kravat yerine bu kez boğazlı bir kazak tercih etmesiydi. 'Keşke astronot kostümü giyseydi' diye mırıldanmıştı. Bu adama o kılığın da yakışacağını düşünüp bakışlarını kaçırdı.  
"Arabam bozuldu!" 
"Efendim?" 
"Arabam bozuldu. Tam gününde beni yolda bıraktı. Taksi bulmak mucize. Neyse ki servisi gördüm. Sen ne okuyorsun?" 
"Efendim?" Kucağındaki kitapla alnına vurmak istiyordu. Niye ağzından aynı kelime dökülüp duruyordu? 'Aptal aşık' hallerinden sıyrılmazsa bugünkü mülakattan da beklediği sonucu alamayacağı kesindi.  
Akın, kucağındaki kitabı gösterdi. "Ders kitabına benzemiyor." 
"Değil çünkü. Şu an ders kitaplarına bakmak yerine kafamı dağıtmam gerekiyor." 
"Niye? Niye aklını dağıtmalısın?" 
"Benim sınavlara hazırlanma tarzım bu. Önce iyice çalışırım, tekrar yapar, anladığımdan emin olur, sonra da sınava kadar o dersi düşünmemeyi tercih ederim. Sanki tüm bildiklerim karışacakmış korkusu yaşıyorum." 
"Değişik bir tarz. Peki ben notlarıma baksam rahatsız olur musun?" 
"Hayır, elbette olmam." Onu rahatsız eden kollarının değmesi, parfümünün burnuna dolması, konuşurken gözlerinin içine bakmasıydı. 
O andan itibaren okula kadar konuşmadılar. Biri notlarını karıştırıyor, diğeri bazen aynı sayfayı iki kez okuyarak yolun bitmesini bekliyordu. Diğer koltuklarda oturanların onlara bakıp konuştuklarını ikisi de duymuyordu.  

Okulun önüne geldiklerinde Tuğçe önce atkısını boğazına doladı. İndikleri yer ile okul binası arasında rüzgara açık alanlar hasta olmak için birebirdi. Tam beresini de takacaktı ki, vazgeçti. Akın hocanın evraklarını çantasına koyduğunu gördüğünde o kalkmadan kalkamayacağını bildiği için beklemeye başladı. Servis neredeyse boşalmıştı. Tedirgin kıpırdanınca Akın dönüp baktı. "Bereni tak. Hasta olma."  
Gayri ihtiyari elindeki bereyi başına geçirdi. Hiç ummadığı bir şey yaptı Akın! Yanağı ile bere arasında kalan saçını düzeltti. Neredeyse eli yüzüne değecekti. Bir an, az önceki fırtınanın yine şiddetlendiğini sandı. Oysa dışarıda yağmur bile durmuştu. Hepsi içinden taşıyordu.  
"Gel birlikte yürüyelim."  
"Olur." 
"Senin mülakatın kaçta?" 
"İki de. Siz girmiyor musunuz?" 
"Yedek jüriyim. Kadir Hoca gelemeyebilirim dedi. O gelirse ben girmeyeceğim.  Kadir'e bağlı kaderim. Ankara'dan misafirlerim de var ama Kadir gelemezse mecbur bekleyecekler." 
Bu haberle hem rahatlamış hem üzülmüştü. Aslında yüksek lisans için kabul edildikten sonra asistanlık için de gerekenleri yapacaktı. Asistanlık alabilirse yüksek lisansı burslu olacaktı. Artık kendi kazandığı ile ailesine yük olmadan okumaya devam etmeliydi.  
Aklındakileri yapabildiği takdirde, bir sürü öğretim üyesi ile çalışacaktı. Yine de tez çalışmaları için Akın hoca ile çalışmayı umuyordu. Ummaktan öte, çok istiyordu. En azından yakınında olmayı böyle sağlayabileceğini düşünüyordu.   
Akın, okulda az sayıda olan genç öğretim üyelerinden biri olarak çok popülerdi. Her zaman etrafında genç kızlar oluyordu. Bazen kendisi de ona bir şeyler soruyor, yanıtı dinlerken hiç yüzüne bakmıyordu. Bakarsa duyamayacağından, anlayamayacağından korkuyordu. Az önce araçta da aynı şeyi yaşamamış mıydı? Sorularını anlamakta zorluk çekmişti. Oysa amacı üniversitede kalmak, öğretim üyesi olmaktı. Öğrencilerinin yüzlerine bakarak konuşacak, onların sorularına yanıt verecekti. Şimdiden bu kadarcık bir ilgide bile bu hale geliyorsa işini doğru yapacağından nasıl emin olacaktı? 
Diğer hocaları ile yaptığı konuşmaları anımsadı. Onlarla böyle bir sorun yaşamıyordu. Akın ile olan sorunun kendisinden kaynaklandığını biliyordu. Ona karşı hissettikleri yüzünden böyleydi. Asıl aşması gereken sorun buydu.  

*****  
Öğlen yemeğinde az bir şey yemeyi tercih etti. Ağırlık yapıp mülakatta hata yapmasına neden olmamalıydı yedikleri. Bir de kahve içti. Tuvalete gidip aynada kendisine baktı. Saçını taradı, hafif allık sürüp, rujunu tazeledi. Gözlüklerini temizleyip taktıktan sonra hazırdı.  
Mülakatın yapılacağı salona yürürken önünden geçtiği kapıların üstlerindeki isimlikleri okuyordu. Sonunda Akın'ın odasının önüne geldi. Adımları kendiliğinden yavaşlaAralık kapıdan gelen sesini duyup gülümsedi. Mülakata katılmayacağı kesinleşmiş gibiydi. Tam o an bir kadının kahkahasını duydu. Bir başka erkek sesi daha vardı. Arkadaşları olmalıydı. Çok neşeli geliyordu sesleri. O kadının özel biri olmadığını düşünmek istiyordu. Akın hakkında ne biliyordu? Belki de sevgilisi başka şehirdeydi ve o yüzden onu görmek mülakattan önemli olmuştu. Ne demişti? 'Kadire bağlı kaderim!' Demek ki bu görüşme gerçekten çok önemliydi. İçinde oluşan büyük boşluğu nasıl yok edeceğini bilemiyordu. Keşke yolu bu kapının önünden geçmeseydi. Aklını toparlayamayacağından neredeyse emindi.  
Hayatının dönüm noktalarından birine sapacağı salona yürüyene kadar kendini sakinleştirmeye çalıştı. Geleceğini bir erkeğin hiç bilmediği aşkını yerle bir edişine bağlayamazdı. Kapıyı çalmadan önceki son düşünce, 'Sen bu işi yapmayı hep istedin. Birisi aklını karıştırıyor diye ideallerinden vazgeçemezsin. Gir ve kazan.' oldu.  

*****  

"Benimle evlenir misin?" 
Akın, aralık kapının dışına kadar gelen sesle olduğu yerde çakıldı kaldı. Kime edilmişti bu teklif? Bu oda asistanların odasıydı ve Tuğçe ile iki arkadaşı bir aydır bu odayı kullanıyordu. Diğer ikisinin erkek olduğunu düşününce iki erkeğin böyle konuşmayacağını anlamak için alim olmaya gerek yoktu. Kim Tuğçe'ye teklif ediyordu ve yanıt ne olacaktı? 
"Hayır."  
En azından bu yanıt içini rahatlatmıştı. Yine de teklif edecek kadar kendini yakın hisseden kişiyi görmek için kapıyı hafif tıklatıp içeri girdi. Tam o anda diğer asistanın Tuğçe'nin masasının üstüne oturmuş ve üzgün bir yüzle konuştuğuna şahit oldu. Genç adam, kapının sesini duymamış olmalıydı ki devam ediyordu konuşmaya.  "Bak, tam bir aydır her gün sana evlenme teklif ediyorum. Artık başka bir yanıt duymak istiyorum." Akın, sert adımlarla masaya yaklaşınca, iliştiği masadan fırlamış, ceketini düzeltmişti.  
Akın, onun telaşını görmezden, az önce söylediklerini de duymazdan gelmeyi tercih etti. Onların arasındaki olaya karışacak bir konumu yoktu. Karışmayı istemesi ise kendi sorunuydu. Tuğçe'nin bembeyaz olan yanaklarına ve ürkek bakışlarına bakınca adamın onu rahatsız ettiğini düşündü. Oysa az önce o duyduğu 'hayır' korkan birinin yanıtı değildi.  
"Buyurun Akın Hocam, nasıl yardım edebilirim size?" 
"Konuşmanızı bölmedim değil mi?" 
"Hayır, Sedat bitirmişti söyleyeceğini." 
"Evet, bitirmiştim. Benim yardımcı olacağım bir şey var mı? Yoksa Hasan hoca beni bekliyordu da." Kaçmak için mazeret uydurduğu çok belli olmuştu.  
"Tamam, Sedat, git sen. Tuğçe ile halledeceğim zaten işlerimi." 
Sedat kapıdan çıktıktan sonra rahatsız edip etmediğini soracaktı ki Tuğçe'nin kafasını sallayıp ofladığını gördü. Hayır tahmin ettiği şekilde rahatsız olmuyordu. Belki ısrarcılığı ve gereksiz özgüveni rahatsız etmişti ama taciz etmediği ortadaydı. Karışmamayı tercih etti. Niye karışacaktı? Hangi hakla iki kişi arasındaki konuşmaya burnunu sokacaktı? Tamam, Tuğçe kaybedilmeyecek bir asistandı ve ileride iyi bir hoca olacağının sinyallerini veriyordu. Yine de bu onun özel hayatına burnunu sokmasına neden değildi. Bu sırada bir ses duydu ve masaya döndü.  
"Akın hocam, duymuyor musunuz beni? Nasıl yardımcı olabilirim?" 
"Pardon, aklım başka yerdeydi." Yalan söylüyordu. Aklı tam da ondaydı. Kısa bir an susup kendini toparladı. "Tamam, senden bazı dosyalar istemeye geldim. Fakat dosyalardaki öğrenciler hakkında görüşlerini de alacağım. Objektif olmalısın." 
 "Tabii. İsimleri alabilir miyim?"  
Akın elindeki kağıdı verdi. İsimlerin hepsi birinci sınıf öğrencileri idi. İki kez onların dersine girmişti asistan olarak. Tüm yaptığı oturmak, dersi dinleyen öğrencileri izlemekti. Akın ile ilk derse girdiğinde izleyememişti bile. O kadar heyecanlıydı ki aklında bir şey kalmamıştı. İkinci ders çok daha iyi geçmiş, biraz olayları takip edebilmişti.   
"Ne zamana lazım? Akşama mı?" 
"O kadar acelesi yok. İki gün vaktin var." 
"Tamam, başka bir şey var mı?" 
Bir iki iş daha söyledi. Kimisi acil, kimisi sonra yapılacak bir sürü iş. Notlarını aldı. Güzel bir yazısı vardı. Akın takılı kalmıştı yine yazısına. Bir aydır bulduğu her fırsatta soluğu bu odada alıyordu. Önceden kendi yaptığı işleri bile artık asistanına yaptırır olmuştu. Aslında Tuğçe kendi asistanı değildi. Bölümdeki beş öğretim üyesinin asistanlığını yapıyordu. Tek farkı danışman hoca olarak kendisiyle çalışmak istediğini lafın arasında söylemiş olmasıydı. Henüz bu konu netlik kazanmamıştı. Tez, doktora derken uzun yıllar aynı okulda birlikte çalışacaklardı.  
Aynı anlarda Tuğçe de Akın ile birlikte çalışmanın nasıl olacağının hayalini kuruyordu. Onunla tezi üzerinde çalışmak, tartışmak, onun bakış açısını anlamak, farklı açılardan konuları incelemek... Güzel olacaktı. Doktorasını da onunla yapmayı çok istiyordu. Tabii sırayla... 

*****  

"Niye tekliflerimi duymazdan geliyorsun? Hiç mi sevmiyorsun?" 
"Sedat, sayende evlenme teklifi duymaktan nefret eder hale geldim. Bak seni seviyorum ama bu seninle evleneceğim anlamına gelmiyor. Son kez söylüyorum, HAYIR." 
"İyi be, ben de bir daha teklif etmeyeceğim, sen de evde kal." 
"Ciddi misin?" 
"Tabii, seni ben almazsam kim alır ki?" 
"Onu sormadım, bir daha teklif etmeyeceğim derken ciddi miydin?" 
"Evet, çok ciddiyim, o yüzden bak bu son teklifimi iyi düşün, az önceki yanıtı duymamış gibi yaparım." 
"Offfff Sedat, offffff. Ciddi sanıp bu günü bayram ilan edecek kadar safım ben. Bak, bir kez daha duymayacağım. Yanıtım net. HAYIR." 

Akın, kapı dinleme huyu edindiğini düşünerek, her zamanki gibi aralık duran kapıyı itip girdi odaya. Sedat, yine masanın üstünde oturuyor, az önce aldığı yanıtı yok saymanın yollarını arıyor gibi kalemlerle oynuyordu. Akın'ı görür görmez kalkmış, masasına dönmüştü.  
"Akın Hocam, günaydın. Geçen gün istediğiniz dosyalar tamam. Ben de, on otuzda getirecektim. Ders arasında bakarsınız diye düşünmüştüm." 
Akın da sözde öyle yapacaktı ama önce Tuğçe'yi görme isteğini tatmin etmeliydi. Asistanlık yapmaya başladığından beri biraz daha giyimine ve makyajına dikkat etmeye başlamıştı. Gözlüklerinin arkasında ela gözleri ne güzel gözüküyordu. Konu ne gözleri ne de kıyafetleriydi. Dünyaya döndü. "Günaydın Tuğçe. İlk ders sınav. O arada okumaya başlarım diye düşündüm. Hazır olmalarına sevindim. Teşekkür ederim." 
Odadan çıkmak için kapıya kadar gitmişti ki aklına geldi. Geri döndü, Sedat'ın masasına eğildi ve Tuğçe'nin de duyacağı şekilde, "İş yerinde ya da okulda bir genç kızı bu kadar rahatsız etmen kabul edilir şey değil. Tuğçe'nin rahatsız olduğunu bir kez daha görür ya da duyarsam seni ben şikayet ederim. Anlaşıldı mı?" 
"E...Evet, anladım. Anladım Akın Hocam." 
"Güzel, artık herkes işini rahat yapabilir." 
Akın, Tuğçe'den tarafa bakmadan kapıdan çıktı. Genç kız pek kızarmazdı ama yanakları yandığına göre kesin bu kez kızarmıştı. Üstelik bir anda ter de basmıştı.  
"Duymuş. Sen bir şey söylemedin değil mi?" 
"Söylemedim ama bu haklı olduğu gerçeğini değiştirir mi? Tamam ilk başlarda güldüm eğlendim ama ben de sıkıldım ve bunu sana defalarca söyledim. Artık evlenme teklifi duymak istemiyorum." 
Akın, iki adım atmış aralık bıraktığı kapıdan çok uzaklaşmamış ne konuşulacağını bekliyordu. Uyarısının sorun yaratmadığını, Sedat'ın kötü niyetli olmadığını anlayıp dersine gitti.  

*****  

Öğle yemeği zamanı gelmişti bile. Çantasını alıp kantine ineceği sırada kapı yine açıldı ve o gün ikinci kez Akın içeri girdi. Her gördüğünde hissettiklerini tekrar yaşadı. Kalp atışlarının hızlanmasına , ensesinden beline kadar heyecan dalgasının yayılmasına artık alışmıştı. Bu sadece Akın'ı gördüğünde başına geliyordu. Onun kendisi için özel olduğunu biliyordu., ya kendisi onun için neydi? Asistan! 
Akın, elindeki yemek paketlerini gösterip, "Seni biraz alıkoysam kızar mısın? Öğleden sonra başka hocalarla derse girecektin değil mi? Tek boş vaktimiz öğlen saati. Bir saat hem yesek, hem çalışsak diye düşündüm." 
Evet, onun Akın'ın gözündeki yeri sadece asistanlıktı.  
"Tabii, çalışalım. Sabahki dosyalar hakkında mı?" 
Başka mazereti yoktu o an elinde. "Evet, fikirlerini okudum. Güzel noktalar yakalamışsın. O grupla bir çalışma yapmayı planlıyorum. Yine de son kez üstünden geçerken seninle konuşalım istedim." Böylece öğle paydosunu arkadaşları yerine kendisi ile paylaşmasını da ayarlamıştı. Derslerinin olmadığı günleri bile arkadaşları ile geçirmesinden pek hoşlanmıyordu. Bunu söylemek yerine mazeret uydurmak kolay yoldu.  
Önce yemek yemeye karar verdiler. Tuğçe, masasının üstünde yer açtı. Önemli evrakları da kaldırdıktan sonra gözlüğünü çıkarttı. Burnunun üstünde iz yaptığını bildiği için biraz o bölgeyi ovdu.  
"Lens kullanmayı düşünmedin mi?" 
"Düşündüm, beceremedim. Gözlerim kanlanmaya başladığı için doktorum yasakladı. Belki teknolojiden yardım alır, çirkin gözlüklerden kurtulurum." 
"Çirkin mi? Kim dedi onu? Çok yakışıyor. Sadece sen rahatsız gözüküyorsun diye sormuştum." 
"Yakıştığını düşünmüyorum ama mecburum." 
"İnatçı!" 
Tuğçe, son kelimeyi duyduğundan emin olamadı. Evet, biraz inatçılığı vardı. Fakat, Akın'ın... Akın Hocanın da aynı şeyi düşünmesi için ne hakkında inat etmiş olabilirdi ki? Şahit olduğu tek olay Sedat'ın ısrarlı evlenme teklifine inatla verdiği yanıttıİlk seferinde de duyduğundan emindi artık. O teklif hakkında ne düşündüğünü anlayamıyordu. Acaba ikisinin arasında bir ilişki olduğunu düşünüyor olabilir miydi? Gerçek bir teklif değildi ki. Açıklama yapması gerektiğini düşündü. Olmayan bir ilişkiyi var sanması, kendi hakkında yanlış şeyler düşünmesini istemiyordu. Her ne kadar öğle paydosunu bile iş için kullanacağı basit bir asistan olarak görse bile, hakkında doğruları bilmesi gerektiğine karar verdi. Son lokmasını yedikten sonra zor duyulur bir sesle, "Sedat kötü niyetli biri değil."  
"Efendim?" 
"Sedat, yani diğer asistan arkadaş! Kötü niyetli biri değil. Bence sadece şaka yapıyor. Hiç ciddiye almıyorum ve o da aslında ısrar etmiyor. O yüzden şikayetçi olmadım. Yani, inatçılık da etmiyorum. Sadece şakayı uzatmaması için kesip atıyorum." 
"Tamam." Aslında gerçek tepkisi bu kadar kısa ve net bir yanıt olmaz, hatta başka zaman olsa biraz da dalgasını geçerdi. Oysa şimdi rahatlığını dışa vurmadan, kıskandığını belli etmeden ancak bu kadar yanıt verebilmişti.  
Tuğçe, yaptığı açıklamanın bir önemi ve gereği olmadığını düşünerek başını eğdi.  
"İnat ettiğin gözlüğün çirkin durduğu idi ama diğer konuda inattan değil de istemediğin için o yanıtı verdiğini öğrendiğim iyi oldu." Eğer, Sedat bir kez daha böyle bir teklifte bulunur, Tuğçe de rahatsızlığını ortaya koyarsa gerçekten müdahale edecekti. İkisi de özel hayatlarını bir yana bırakıp çalışmak için dosyaları masanın üstüne geri koyup çalışmaya başladılar.  

*****  

İki hafta sonra her zamanki gibi aralık duran kapı hışımla açıldı. Akın, içeri girdi. Tuğçe şaşkınlıkla baktı. Akın, bir haftadır yurt dışındaydı. Gitmeden önceki bir haftada da, Tuğçe başka öğretim üyeleri ile derslere girdiği için görüşememişlerdi. Dizginleyemediği bir özlemle yerinden kalkmış, tam da o an odada olan Sedat ile Haluk'u anımsayıp bir an ne yapacağını bilememişti. Kendini tutmasa sarılacaktı. Başarmış, sadece ayağa kalkıp hoş geldiniz demişti. Fakat sesindeki neşe ve heyecanı saklayamamıştı. En sonunda çantasına doğru bir adım atıp hemen içinde bir şey arıyormuş gibi bakmaya başlamıştı. Akın'ın sabırsız hareketlerle başında beklediğini fark etti.  
"Daha çok karıştıracak mısın çantanı? Yoksa iş yapabilecek miyiz?" Sesi ne kızgın, ne aceleciydi. Hatta biraz özlem mi vardı? 'Yok artık' dedi kendi kendine, 'iyice hayal dünyasına daldın Tuğçe...'  
"Özür dilerim, beni beklediğinizi fark etmedim. Gitmeden diğer arkadaşlarla çalıştığınız için, yine onlarla görüşmeye geldiniz sandım." 
Akın, bu cümlede gizli bir kızgınlık mı var diye yüzüne dikkatle baktı. Zaten diğer ikisinin orada olmasına bozulmuştu.  
"Hayır, seninle şu çalıştığımız dosyalar hakkında görüşmem lazım. Bana en az iki saat ayarla." Akın, kendi cümlesine şaşırmıştı. Emir mi vermişti? Ricaya ne olmuştu? İçinde bulunduğu ruh hali ile nezaketi falan unuttuğunu fark etti.  
Daha sonra duvardaki haftalık çalışma panosunun önüne yürüdü. O günün öğleden sonrasında Tuğçe'nin boş olduğunu görüp gülümsedi. Elinde tuttuğu listeyi masasına bıraktı.  
"Tüm bu kitapları ve seni yarım saat sonra odamda bekliyorum. Eğer noksan olan kitap varsa kütüphane sorumlusundan kimde olduğunu öğren. Kişiye göre satın alıp almayacağıma karar vermem lazım. Bazıları aldıkları kitapların sahibi olduklarını sanacak kadar sorumsuz." Sesi yumuşamıştı. Üstelik gerçekten kızdığı bir konuydu bu ama yine de az önceki kabalığını yok etmek için işi şakaya vurmaya karar vermişti. Özür dileyecek hali yoktu ya! 
"Anladım. Başka?" 
"Sen hala burada mısın?" 

*****  

Akın'ın oda kapısı bu kez kapalıydı. Vurup, gir sesini duyunca, kitapları üstüne koyduğu servis masasını iterek odaya girdi.  İstediği kitapları kollarına sığdırması mümkün olmamıştı. Odada tahmininin aksine iki kişi daha vardı.  
Onların kimler olduğunu konuştuklarında anladı. lakatının olduğu gün duyduğu konuşma ve kahkaha sesleri bu ikiliye aitti. Kadının konuşmasından Akın ile yakın oldukları belli oluyordu.  
Akın, kısaca tanıştırdı. "Yeliz, üniversiteden arkadaşım. Ankara Üniversitesinde görevli. Eşi, Caner de aynı üniversite de. Bir çay ya da kahve iç, sonra çalışmaya başlarız." 
Odada su ısıtıcısı vardı. Kendine kahve hazırladı. Süt aradı ama bulamayınca sade içmeye karar verdi.  
Akın, onun hareketlerini takip ediyordu. Ne aradığını anlamıştı. "Çay ocağını ara, sütü getirsinler. Sabah sipariş verdim ama hala gelmedi. Onlarda vardır." 
Kahvesini sütlü içtiğini biliyordu! Yine heyecanlanmıştı. 
"Sade içerim, sorun yok." 
Tek boş koltuğa oturduğu takdirde konukların konuşmalarına kulak misafiri olacağını biliyordu. Camın önüne yürüyüp bahçeye bakmaya başladı. İstemese de hala duyuyordu konuşmaları.  
Yeliz, "Akşama mutlaka buluşuyoruz. Özledim diyorum, eğlenelim diyorum. Daha ne diyeyim?" 
"Caner, karına söyle, çok yorgunum. Sabah indi uçağım. Daha saatlerce çalışmam lazım. Akşama gerçekten gelemem ama hafta sonu buradaysanız söz, size yemek ısmarlayacak, hatta güzel bir kulüpte ağırlayacağım." 
"Of tamam, oyun bozan. Sözünü unutma." Kısa bir sessizlikten sonra yeni hatırlamış gibi devam etti Yeliz konuşmasına. "Aaaa Caner cumartesi sabahı, ben pazar akşamı dönüyorum. Onun pazar sabahı semineri var. Ben de annemlere uğrayacağım. Neyse tamam, cumartesi mutlaka birlikteyiz. Kocamın yerine de yer, eğlenirim." 
Tuğçe bu cümleleri niye duyduğu kadar masum algılayamadığını düşünüyordu. Zaten kadın okuldan arkadaşıydı. Evliydi. Tüm planı kocasının önünde yapmıştı. Yine de cümlelerin altında gizli kalmış bir teklif var gibiydi.  
Akın, hiç duraksamadan, "O zaman bizim ekibi toplarız. Ne kadar kalabalık o kadar iyi." diye yanıtladı.  
Yeliz'in, "A ne kadar iyi düşündün" derken sesi hiç de iyi düşünmediğini vurgular gibiydi. İyi ama gerçekten bir insan kocasının önünde böyle flört eder miydi? Hayır, etmezdi. Kendisi abartıyor, hatta resmen kıskanıyordu. Kahvesini yudumlarken, duygularını da dizginlemeye çalıştı. Yine de bakışlarını genç kadına diktiğini fark edip zorla camdan dışarı bakmaya başladı. Hiç yok yere kendi kendine kuruntular ediniyor, üstünde hiç hakkı olmayan bir erkeğin özel hayatını dinliyor, yorumluyor ve eleştiriyordu. Kahvesinin son yudumunu içerken konuklar gitmek için ayaklandı.  

Vedalaşmalarının ardından ikisi odada yalnız kalmıştı. Akın, bir an durup koltuğa oturan genç kızı izledi. Çok özlemişti. Günlerdir görmemiş, sesini duymamıştı. Tam onu rahat rahat izleyeceği anlarda arkadaşlarının gelmesi tuz biber ekmişti. Tuğçe kibarlık edip odanın en uzak köşesine gitse de, Yeliz'in hala geçmişi kurcalayan cümlelerini duyduğundan emindi. Açıklanacak bir şey olmasa da içi içini yiyordu. Acaba yanlış anlamış olabilir miydi? Eşinin yanında kurduğu cümlelerde art niyet aramazdı değil mi? Yanlış anlaması ya da anlamamasının önemi var mıydı? Vardı. Önem verdiğini görmek, kendisi ile ilgilendiğini anlamak istiyordu. Bir ara göz ucu ile Yeliz'e baktığını sanmış, başını çevirdiğinde dışarıyı izlediğini görüp yanıldığını düşünmüştü.  
Aylardır, kendini tutuyor, öğrencisi ile bir ilişkiyi düşünmek istemiyordu. İstememekle çözülseydi keşke tüm sorunlar. Her gün onu görme isteği ile okula geldiğini anladığında beri, kendisini suçlamak ile duyguların önüne geçilemediğini kabul etmek arasında gidip geliyordu.  
Tuğçe'nin tez çalışması için kendisinden yardım istemesi, bunu söylerken yanaklarının kızarması umutlandırmıştı. Şimdi de yüzünde tuhaf bir ifade ile bakıyordu. Kıskanmış mıydı? Anlamak için harekete geçmek gerekiyordu. Yeliz'in ardından kapattığı kapıya baktı. Kapının önünde birileri olsa da içeride normal sesle yapılan konuşmaları duyamazdı. Tabii Tuğçe bağırmaya başlarsa işler değişirdi. Neler düşünüyordu? Onun bağırmasına neden olacak ne yapacaktı ki? Bilmiyordu, en iyi bildiği buydu, ne yapacağını bilmiyordu. Bu kadar çelişkili düşünceler içinde boğulmak yerine kapıdan gözükmeyen toplantı masasına geçmeye karar verdi. Evrakların büyük bir kısmını kucaklayıp masaya götürdü.  
"Kalanını alıp sen de buraya gelir misin? Sehpaya eğilmek hiç de hoş olmayacak." 
Tuğçe, işe döndüklerini anlayıp hayal kırıklığını saklayıp yerinden kalktı. Çantası ile birlikte kalan dosyaları ve kitapları alıp masaya götürdü. Nereye oturacağını bilmez şekilde ayakta duruyordu. Akın, hemen yanındaki sandalyeyi çekti. Nereden başlayacaklarına karar verdikten beş dakika sonra nihayet kendilerini yaptıkları işe kaptırmışlardı.  
Bir saate yakın çalıştılar. İkisi de yakınlıklarından etkilendiklerini saklamaya çalışmaktan yorulmuşlardı. "Birer kahve daha içelim. Biraz da dinlenelim. Gözlerim yanmaya başladı." 
"Tamam", deyip yerinden kalkarken sandalyenin ayağına takılıp sendelemiş ve hemen kendini toparlamıştı. Ama Akın'ın yine de kolundan tutması, "İyi misin?" diye sorması ile az önce toparladığı dengesi yine bozulmuştu. "Sorun yok, iyiyim. Sandalyenin tekerleğine takıldım sadece." Kahve makinesinin yanına gittiğinde Akın'ın telefon ile arkadaşlarını aradığını duydu. Cumartesi akşamı için ayarlamalar yapıyordu. Su kaynamış, kahveler hazırlanmış, bu sürede Akın, dört ayrı arkadaşı ile konuşmuştu. Birinin kadın diğer üçünün erkek olduğunu anlamıştı isimlerden. Herkes onay verdiği için Yeliz ile baş başa olmayacaklarını anlayıp sevindi. İyi ama ya sonra? Belki oradan Akın'ın evine gideceklerdi? Tek mi yaşıyordu Akın? Ailesi ile yaşıyorsa, belki de otele giderlerdi. İçi içini yerken kahveleri sertçe  koydu masaya.  
Akın, onun bu hareketinden bile anlam çıkartmaya çalışıyordu. Konuştuklarına kızmıştı. Yüzü asılmıştı. Nihayet gerçek bir tepki görüyordu.  
"İki saatimiz daha var. Bu kitaplarla işimizi kolaylarsak, dosyalar üzerinde çalışacak halin kalır mı? En az iki saat de onlar için vakit lazım." 
"Mesai bitiyor." 
"Randevun mu var?" 
"Cuma akşamı genelde siz erken çıkardınız da, ondan dedim. Hem de yoldan geldiniz, yorgunum dediniz." 
"Randevun yok yani?" 
"Sorun olmaz biraz fazla çalışmak."  
Akın, sorusuna gereken yanıtı alamadığını, Tuğçe ise onun bu soruyu sorma amacının ne olduğunu anlamadığını düşünerek kahvelerini yudumladılar.  
Akın, kahve içerken dinleneceklerini söylediği için işe dönemiyor, havadan sudan konuşmayı da istemiyordu. Randevusu olduğunu düşünmek bile sinirlerini bozuyordu. Elbette kendi yaşına uygun birileri ile görüşecekti. Buna niye şaşırıyordu ki? 
Tuğçe, aklından geçen soruyu defalarca kez yuttu. Yeliz'in eşi ile ne kadar zamandır tanıştığını sormak istiyordu. Aklı hala kadının cümlelerindeki imalardaydı. Kendisini dizginliyor, yanlış anlaşılacağını biliyordu.  
Toplantı masasının üstünde duran kitaba baktı. Araştırma kitaplarından farklı bir kapağı vardı. Yazarı ve kitap adını okuyunca şaşırdı. "Bilim Kurgu kitapları sever misiniz?" 
"Evet, farklı geliyor. Sen ne tür kitaplar seversin?" 
"Tarihi ve araştırma kitaplarını severim. Dönem dönem de polisiyelere merak sararım." 
"Romantik kitapları sevmez misin?" 
"Sevmem diyemem ama çok okumam." 
"Niye? Aşka inanmaz mısın?" 
'İnanmam' dese, bu sorgudan kurtulur muydu? "İnanırım. Fakat, kitaplardaki gibi olduğuna inanmam." 
"Gerçekçi mi bulmuyorsun?" 
"Evet, fazla romantizm bana göre değil." 
"Baş başa yemek yerine, arkadaşlarla eğlenmeyi mi tercih edersin mesela?" 
"Yeliz Hanım, baş başa yemeği tercih ediyor galiba"  
"Efendim?" 
"Önemli değil." 
"Yeliz mi dedin sen? Yeliz'in konumuzla ilgisi ne?" 
Artık susmanın gereği yoktu. "İlgisi yok. İstemeden kulak misafiri oldum. Yarın akşam organizasyonu iki kişilik tercih ediyordu. Siz ise kalabalığı tercih ettiniz. Az önceki cümlenizle örtüştüğü için söyledim." Niye söylemişti? Üstüne vazife miydi? Ama susamayacağını anlamış, bir çırpıda dökmüştü içindekileri.  
"Yeliz, eski bir... arkadaş. Eşi ile de tanıştın. Yani öyle bir durum yok." Basit açıklamanın yetersiz kaldığını biliyordu, fakat daha fazlasını o an söyleyemezdi. Sadece çok özel açıklamalar, özel bir ilişkinin içinde konuşulabilirdi. Tuğçe ile öyle bir durumları olursa, her şeyi anlatacağını biliyordu. 
"Eskiden varmış. Anlaşılıyor." Dilini tutamamıştı. Tutamıyordu. Ok yaydan çıkmıştı.  
Akın, onun sesindeki iğnelemeyi keyifle dinledi. Evet zor bir durumdaydı. Yalan söyleyemezdi, gerçek ise yanlış anlaşılmaya çok açıktı. Tek güzel yan ise Tuğçe'nin sesindeki kıskançlığın gizlenemiyor olmasıydı. Umutlanması normaldi. O halde biraz anlatmanın sakıncası yoktu.  
"Üniversite birinci sınıfta kısa süren bir arkadaşlık diyelim. Yürütemeyeceğimizi anlayınca arkadaş kalmaya karar verdik. O zamandan beri de arkadaşız." 
"Özür dilerim." 
"Niye özür diliyorsun? Yoksa hakkımda çok mu kötü düşünüyordun?" 
"Hayır, hayır elbette öyle bir şey yok. Ben sadece haddim olmayarak konuştuğum ve sizi açıklama yapmak zorunda bıraktığım için özür diledim." 
"İstemesem anlatmazdım. Bilmeni istediğim için açıkladım. O yüzden özre gerek yok. Yeliz, iyi biridir. Sadece arada ilgi çekmeyi sever." 
"O çok net anlaşılıyor." İşte yine! Neredeyse eliyle ağzına vuracaktı, sus diye... 
Akın, rahatlamıştı. Tuğçe gerçekten kıskanıyordu.  
"Ben açıklama yaptığıma göre, senden de bir açıklama bekleyebilir miyim?" 
"Ne açıklaması?" 
"Randevun mu var?" 
"Hayır." 
"Güzel. Hadi çalışalım." 
Çalışalım mı? Aklını toparlayabilse çalışırdı ama şu an pek mümkün değildi. Zaten ilk iki üç dakikada iki hata yapınca utanarak başını kaldırdı. Akın, beklediğinin aksine kızgın değildi. Gülerek bakıyordu. "Aklın mı karıştı?"  
"Evet. Bir daha üstünden geçelim." 
"Tuğçe?" 
"Efendim?" Bunu derken başını kaldırıp yüzüne baktı. Yüzleri çok yakındı. Fazla yakın. Daha da yaklaştığını fark edince neler yaşanacağını anlamıştı. Onun tüm yavaş hareketlerine rağmen kaçmak yerine sabit durmayı tercih etti. Aylardır beklediği bu değil miydi?  
Akın, onun beklediğini anlayınca artık dudaklarına dokunmaya karar verdi. Dudaklarının arasına aldığı küçük ama dolgun dudaklar iki üç saniye sonra aralanmıştı. Sanki üstündeki bir şeyi tadar gibi dokunuyorlar, her milimden sonra daha da lezzetli bir şeyler varmış gibi dokunmaya devam ediyorlardı. Nihayet o hafif dokunuşlar tutkulu öpücüklere dönüşmüştü. Nefessiz kalana kadar devam eden öpüşme sonrası ikisi de merakla birbirinin gözlerine bakmaya başladı.  
Gözlerine baktı, yumuşak bir sesle sordu. "Kızdın mı?"  
Yalan söyledi, yalan söylediğini belli eden bir sesle. "Evet." 
"Yine kızdırayım mı?" 
"Evet." 
Akın, gülümseyerek biraz daha kendine çekti genç kızı. Az önceki öpüşmenin çok daha ötesinde bir heyecanla yeniden başladı öpmeye. Kolları boynuna dolanınca aralarında hiç mesafe kalmamıştı. Bir süre sonra işe dönmeleri gerektiğini düşünüp ayrılmışlardı. Aralarında en fazla iki üç santim mesafe varken işe konsantre olmak çok güçtü.  
Aklını toparlayamayan Akın ayağa kalktı. "Ben elimi yüzümü yıkayacağım. Kendime gelmem lazım. Bekle burada." Tam uzaklaşırken durdu, "Sen de istersen şu camlardan birini aç. Biraz havaya ihtiyacımız var."  
Bacaklarının titremesinin geçmediğini söylemedi. Onun lavaboya gidişinden sonra zorla yerinden kalkıp pencereyi açtı. Temiz hava iyi gelmişti. Az önce yaşadıklarını düşününce yüzünde bir gülümseme oluştu. Arkasından gelen ayak seslerine döndü.  
"Gülümsüyorsun." 
"Mutluyum." 
"Bunca yıl sonra ben de mutluyum. Çok vakit kaybettik." 
"Yıl mı? Nasıl yıl?" 
"İlk sınıftan itibaren benim için önemli olmuştun. Ama çok küçüktün. Okul ortamı, arkadaş çevren, benim konumum derken yıllar geçti. Artık daha fazla beklemem mümkün değildi. Mezuniyetin, sonra yüksek lisansın ve asistan olmayı istemen  yolumu açtı. Yine de, bana göre çok küçüksün. Hem sana yakın olmak, hem dokunamamak... İşkence gibiydi." 
Tuğçe, camı kapatıp, masanın üstüne hafifçe oturmuş Akın'ın karşısına geçti. Bu söyleyeceklerinin dönüşü yoktu. "Gerçekten çok vakit kaybetmişiz. İlk dersimizden itibaren aklımdan çıkmadın."  
"Ciddi misin sen?" 
"Evet, çok ciddiyim. Bunca yıldır aklımı karıştırıp duruyordun." Akın, cümlesi bitmeden, belinden tutup kendisine çekti. Bacaklarının arasına yerleşmiş olan genç kıza bakıp derin bir nefes aldı. Bu duruş aklını karıştırıyordu. Fazla hızlı hareket ederek korkutmak istemiyordu. "Burada durdukça tehlikeli sularda yüzeceğiz. Hadi gel çıkalım." 
"Çıkalım mı? Nereye?" 
"Neresi olursa. Şuradan bir iki kitap al eline. Fazla ağır olmasın. Ben de alayım. Böylece okulda kalmış birileri varsa çalışmaya devam edeceğimizi düşünür."  
"Çalışmıştık. Yani en azından son yarım saate kadar gayet iyi çalıştık." 
"Peki, sana bu çalışmanın hiç acelesi olmadığını, bir ay sonrası için gerektiğini ama seni çok özlediğim için bugüne aldığımı söylesem ne dersin?" 
"Ben de çok özlemiştim. O yüzden bunu ancak keyifle karşılarım." 
"Bu huyunu çok seviyorum." 
"Hangi huyumu?" Huylarını ne zaman öğrenmişti acaba? 
"Açıkça kendini ifade etmeni. Gizli saklı, imalarla işin yok." 
"En kolay yol bu." 
"Yeliz'e teşekkür borçluyum." 
"Bence hiçbir şey borçlu değilsin ona." 
"Bak işte tam da bu nedenle teşekkür etmeliyim. Onu bu kadar kıskandığını görmesem, duygularımı göz önüne dökmeye cesaret edemezdim." 
"Yine de bir şey borçlu değilsin. Bence zaten ikimiz de bir gün buraya geleceğimizi biliyorduk. Sadece hızlandı." 
Akın, gülümseyerek başı ile onayladı. "Pekala, şimdi..." Etrafına bakındı, her şeyi aldığından emin olunca eli ile kapıyı gösterip "...çıkalım artık." dedi.  
Tuğçe elini kapının tokmağına uzatmıştı ki, Akın, kilit düğmesine bastı. Merakla bakan genç kızı ellerindekileri bırakmadan öpmeye başladı. Sadece dudakları değiyor, bu da aralarındaki heyecanı arttırıyordu. Dakikalar sonra çıktılar odadan...  

*****  

Cumartesi sabahı yüzünde gülümseme ile uyandı. İstemsiz gülücükleri kahvaltısını bitirene kadar silinmedi yüzünden. Öğlen buluşacaklar, akşam arkadaşları ile olan buluşmaya birlikte gideceklerdi.  
Tuğçe iki kez ayıp olacağını söylemesine rağmen, Akın'ı ikna edememiş, evli olanların zaten eşleri ile geleceğini söylemişti. Tuğçe de aslında bunları duymak istiyordu. Yeliz'in olduğu bir ortama onu tek göndermek istemiyor, kıskançlığını çok fazla ortaya dökmemek için istemiyormuş gibi davranıyordu. Büyük ihtimalle Akın da anlamıştı onun ne yapmak istediğini. Hiç önemli değildi.  
Duştan sonra ne giyeceğini düşünmeye başladı. İlk kez bir randevuya gidiyormuş gibi heyecanlıydı. Okula giderken giydiği gibi kot mu giyecekti? Akşam gidecekleri yere uyuyordu aslında kot. Okula giymediği streç kotunu ve geniş degajesi ile istediği omzu açıkta bıraktığı bordo kazağını çıkarttı. Koyu bordo ojeleri ve ruju ile uyum sağlayacaktı.  
Yeliz'in ne giyeceğini merak ettiğinin on katı, Akın'ın kendisini görünce ne yapacağını merak ediyordu.  

"Bu sen misin?" 
"Beğenmedin mi?" 
"Bayıldım. Ama okuldaki kızı da aynı heyecanla karşılardım." 
"O halimi hep görüyorsun. Biraz da dışarıdaki beni gör istedim. Sen de her zamanki gibi çok yakışıklısın." 
"Yalan söylemek sana hiç yakışmıyor." 
"Gereksiz tevazu da sana yakışmıyor." 
Yarım günü, keyifle, gezerek, bir şeyler atıştırarak, bolca konuşarak geçirdiler. Arkadaşlarının beklediği yere giderken Akın, elini tutmuştu. Tüm kuşkuları yok olan Tuğçe yüzünde kocaman bir gülümseme ile yanındaki adama baktı. O da gülümsüyordu. 

Uzun zamandır birbirlerini tanımalarına rağmen henüz yirmi dört saat bile olmamıştı ilişkileri başlayalı. Akın, arkadaşlarına tanıtırken ilişkiye isim koymamış, sadece Tuğçe demişti. Ama elini tutması, sarılması yeterince anlam ifade ediyordu. Yeliz henüz ortalıkta yoktu. Hem onun için toplanılmış, hem de assolist gibi kendini sona saklamıştı. Etkileyici bir giriş bekleyen Tuğçe, masadakilerle konuşmaya başlamıştı. Kimse yadırgamamış, yaş farkını önemsememişti. Hatta içlerinden biri Akın'ı 'Hani öğrencilerine asla bakmazdın' diye kızdırmaya çalışmıştı.  
"Bakmam demek hataymış. Baktıran varmış." diye açıklamıştı kendini. Hem arkadaşlarının konuyu uzatmasını engellemiş, hem de Tuğçe'yi onurlandırmıştı.  
"Kim neye baktırıyormuş?"  
Ses, Yeliz'indi. Tuğçe'nin beklediğinin aksine mekanın ana kapısından girmediği belli olmuştu. Tuğçe sesi duyduğunda solunda oturan kişi ile konuşuyordu. Akın ise masanın karşısındaki arkadaşına eğilmişti. Arkalarından gelen sese ikisi de dönmedi. Yeliz ise Akın'ın yanında oturanın kim olduğunu fark etmemiş, boynuna sarılmış, yanağına öpücük kondurmuştu. Tuğçe, kendisinden yana dönmeye bile tenezzül etmeyen kadının birazdan nasıl bir tepki vereceğini merakla bekliyordu.   
Akın göğsünde birleşen kolları çözüp başını da çekince Yeliz bozulsa da belli etmeden aynı hareketi diğer erkeklere de yapmaya başlamıştı. Kimse ayağa kalkmasın diye yaptığını söylemeyi de ihmal etmemişti.  
Nihayet karşı tarafa geçen YelizTuğçe'yi görmüş, gözleri kısa bir an büyümüş, kaşları kalkarak zoraki gülen bakışlarla bir genç kıza, bir Akın'a bakmıştı. Akın, onun yüzüne keyifle bakıp, "Tuğçe'yi hatırlıyorsun değil mi? Tanışmıştınız." dedi. 
"A tamam şu küçük öğrenci!" Aşağılayıcı cümlesinin homurtulara neden olmasına aldırmadan hareket edecekti ki, Tuğçe, dilinin ucuna kadar gelen sözleri kısa bir an tarttı ve sonra "Masanın yaş ortalamasını düşürmek için akıllı bir yöntem, değil mi?" dedi. Akın, kahkahasını bastırma ihtiyacı bile hissetmedi. Diğerleri de, gülüp, Yeliz, yaşın hiç bu kadar ağır gelmemiştir, artık kabullen, sen yaşlısın, gibi cümlelerle kadını kızdırmaya devam etmişlerdi. 
Akın, arkadaşlarının tepkilerini izledikten sonra genç kızın kulağına eğilip, "Bu huylarına bayıldığımı söylemiş miydim?" diye sordu. Sözde kulağına söylüyordu ama masadakilerin hepsi duymuştu.  
"Evet, ama yine duymak çok güzel." 
Erkeklerden biri Yeliz'e bakıp sordu. "Kocan nerede? Bizi beğenmiyor mu? Ne zaman toplansak o yok! 
"Bu sabah döndü. Yarın erken saatte semineri var. Yoksa sizleri çok seviyor biliyorsun." 
"Tabii, biliyoruz. Sen niye gitmedin?" Tuğçe bu soruları soran adamı aklının bir köşesine yazdı. Bir fırsat bulursa bu iğneli soruları için teşekkür edecekti. Kocasının olmayacağı ortamları özellikle hazırladığından emindi.  
"Anneme gittim. Sizleri görmek istedim. O yüzden kaldım. Ben de yarın akşam döneceğim." 

Bir saat kadar sonra Akın, kulağına bu kez sadece onun duyacağı kadar bir sesle, sıkılıp sıkılmadığını sordu.  
"Hiç sıkılmadım. Daha saatlerce kalabilirim. Yine de senin aklında başka bir plan varsa bana uyabilir." 
"Biraz daha oturup, kalkarız. Arkadaşlarımın seni tanımasını istiyorum. Biraz da sen onları tanı, böylece beni daha iyi tanırsın." 
"Hepsini olmasa da sevdim arkadaşlarını." 
"Kimi ya da kimleri sevmedin diye sorayım mı?" 
"Kim olduğunu biliyorsun. Sevemedim." 
"Kıskanmış olmayasın?" 
"Olabilir. Sen Sedat'ı kıskanmadın mı?" 
"Sedat? Şu sana teklif eden... Onu bir daha senin masana oturmuş, evlenme teklif ederken duyar, görürsem vay onun haline..." 
Onlar fısır fısır konuşurken diğerleri takılmaya başlamıştı. "Hey, bizi unuttunuz! Sonra konuşursunuz. Dans edelim istiyoruz. Hadi siz de katılın." 
"Gidelim mi?" 
"İstiyor musun?" 
"Seni kollarımda tutacağım bir ortam, bence gidelim." 
"Tamam. Konumu sevdim." 
"Konum mu? Konum ne?" 
"Kollarında olacakmışım ya. İşte o!" 
"Sen beni delirteceksin!" 
"Amacıma ulaşacağım desene!" 

*****  

İki aydır birlikteydiler. Artık etraflarındakiler de birlikte olduklarını biliyor, sadece söze dökmüyorlardı. Okul içinde her türlü hareketlerine dikkat ediyor, dışarıda ilişkilerini rahatça yaşıyorlardı.  
Tuğçe, sevdiği adamla birlikte olmanın tadını çıkartırken, bir yandan da ilişkilerinin geleceği hakkında karamsarlığa bürünüyordu. Arkadaşları ile buluşuyorlar, birlikte eğleniyorlar, güzel vakit geçiriyorlardı. Fakat ileriye dönük hiç konuşmuyorlardı.  
Akın, henüz hayata tam anlamıyla atılmamış, aslında hala öğrenci olan Tuğçe'yi hızlı karar vereceği bir ortama sürüklemek istemiyor, ona zaman tanımak için yavaş hareket ediyordu. Tezini verip doktora zamanına kadar ona süre vermek istiyordu. Bu da üç yıl demekti. O zamana kadar kendisini frenlemesi, bu zamanı daha sağlam bir temel için kullanması en doğrusu olacaktı. Dayanabileceğini umuyordu.   
Yeliz, bu iki aylık süre içinde hiç gelmemişti. Tuğçe, meraktan ölüyor ama aradı mı diye soramıyordu. Akın, ya üzmemek ya da gerçekten aramadığı için hiç adını anmıyor, onunla ilgili konulardan bahsetmiyordu.  
Diğer asistan çocukların Tuğçe ile ilişkileri belli bir mesafeye oturmuştu. Yeni yıl geliyordu ve çocuklar kendi aralarında hediye alacaklarını konuşmaya başlamıştı. Yeni yılda Akın'ın ne yapacağını hiç konuşmadıklarını anımsadı. Herkes kendi ailesi ile mi olacaktı? Birlikte ama baş başa mı, yoksa yine arkadaşları ile kalabalık bir ortamda mı olacaklardı? Sorsa davet beklermiş gibi bir pozisyona düşecekti. Sormasa belki fırsatı kaçıracaktı. Ne yapacağını bilmeden elindeki işi tamamlamaya çalışıyordu. Öğleden sonra Akın ile grup çalışmasına katılacaktı. Elbette önce bir odasına uğrayacak, kısa bir an bile olsa baş başa kalmanın tadına varacaktı. O kısa süreli fırsatı değerlendirmeli, odasına uğradığında aklına gelen şeyi uygulamalıydı. 

"Akşam buluşalım." 
"Tamam, buluşuruz ama benim önce biraz alışveriş yapmam lazım. Yediye kadar bitmeyebilir. Ararım seni." 
"Alışveriş mi? Birlikte yapalım. Niye sonra buluşuyoruz?" 
"Arkadaşlarıma yılbaşı hediyesi alacağım. Sıkılırsın diye düşünmüştüm. Aslında birlikte gitmemiz de iyi olur. Erkeklere ne seçeceğimi bilemiyorum. Yardımcı olursun bana." 
"Kimmiş o erkekler?" 
"Sedat ile Haluk. Birbirimize hediye alacağız." 
"O nereden çıktı?" 
"Yeni yıl hediyesi almak, eski bir adet olmalı. Ne zamandan beri var bilmiyorum. Araştırırım." 
"Tuğçe, benimle dalga geçme. Niye birbirinize hediye alıyorsunuz, gereksiz değil mi?" 
"Kıskanıyorum desene sen şuna! Sınır konulmuş, küçük hediyeler. Hala istiyorsan yarın birlikte yaparız alışverişi. Bu akşam kalabalıkta gezmek daha sıkıcı olur o kadar mağazayı. Hadi grup bizi bekliyor." Küçük bir numara yapmış, konuyu istediği yere getirmeye uğraşmıştı ama Akın hiç oralı değildi. Onun derdi başkaydı. "Onların aldığı hediyeleri göreceğim." 
"Gösterebileceğim bir şeyse, görürsün." 
"Sen gerçekten kaşınıyorsun. Ne demek bu? Ne alabilirler?" 
"Ne bileyim. Küçük bir şeyler alınacak dedik. Küçük bir şey alacaklardır." İmaları ile Akın iyice deliye dönmüştü. Tuğçe'nin zorla bastırdığı kahkahası ile kendine geldi. Küçük şeytan parmağında oynatıyordu onu. Odadan çıkmadan önce cezasını kesti. Ya da ödülünü aldı... Her ne denirse densin onu öpmeden grup çalışmasına gidemeyeceğini zaten biliyordu... 

*****  

Alışveriş sonrası yemek yemişler, tüm bu sürede hala yılbaşı gecesi ne yapacaklarını konuşmamışlardı. En sonunda dayanamayacağını hissettiği an, Akın, sordu. "Yılbaşı akşamı ne yapmak istersin?" 
"Bilmiyorum. Bir planım yok." 
"Benim de. O zaman önümüzdeki günlerde ne yapacağımıza karar verelim." 
Hayal kırıklığını belli etmeden olur demişti. İki hafta kalmıştı yeni yıla. Dışarıda kutlama için hala yer bulunabilirdi. Evlerden birinde kutlama için ailelerin bu ilişkiden haberdar olması gerekiyordu ki henüz o aşamaya gelmemişlerdi. Baş başa geçirecekleri bir yere gitseler... Tuğçe bu kadar ileri gidemeyeceğini düşündü. Ondan gelmezse kendisi böyle bir teklif sunamazdı.  

*****  
Bir hafta daha geçmişti. Hala yılbaşında ne yapacaklarını bilmiyordu. Birazdan elindeki dosyalarla odasına gidecekti. Artık soracaktı. Arkadaşları bile onların birlikte bir şeyler yapacağını düşündüğü için kendisini programlarına dahil etmiyordu. Sedat, arkadaşı ile telefonda konuşurken Tuğçe'ye de laf atıyordu.  
"Ben öyle son dakikaya bırakmam erkenden yerimi ayırttım. Güzel bir akşam, bol bol eğlence vaat ediyorum."  
"Benimle uğraşma, arkadaşınla konuş. Sonuçta ben de yeni yıla gireceğim, ya Akın ile ya da Akın'sız!" 
Tam çantasını ve dosyaları alıp kapıya dönmüşken, aralık kapının önünden geçen bir gölge gördü. Belki bir öğrenciydi.  
"Ne demek Akın'sız?" Bu soru Haluk'tan gelmişti.  
"Bir şey demek değil. Aslında ikimiz de ne yapacağımıza karar vermedik. Büyük ihtimalle birlikte kutlayacağız. Belki bir sürpriz..." Dili bunları dese de kalbi kırılmıştı. Aslında takılmayacağı şeylerdi bunlar. Kaç yıl, evde ailesi ile geçirmiş, en geç saat birde uyumuş, diğer gecelerden bir farkı yok diye de arkadaşlarının tavırlarına gülmüştü. Ama ilk defa sevdiği biri vardı hayatında ve onunla birlikte olmak istemesi çok normal değil miydi? Akın onun gibi hissetmiyor olabilirdi. Ne de olsa bir sürü yılbaşı yaşamıştı... Saçmalıyor ve hırslanıyordu. Sakinleşmesi gerektiğini bilerek kapıya yürüdü. 
Acele etmeden, sakin adımlarla Akın'ın odasına geldi. Kapısına vurdu ve içeri girdi.  
İlk adımdan sonrasını atamamıştı. Kapının kolunu tutarak içeridekilere bakıyordu.  
Yeliz, kollarını boynuna dolamış, Akın ile öpüşüyordu. 
Kapıdan gelen sesi duymuş olmalıydılar ki Akın kollarını boynundan çözdü ve kendinden uzaklaştırdı kadını. "Ne yapıyorsun sen?" Sesi keşke sert olsaydı. Ama değildi. Sadece sorgulayan bir sesti.  
"Evet, siz ne yapıyorsunuz? Geçmişi mi yad ediyorsunuz? Yeni bir gelecek mi planlıyorsunuz?" Tuğçe, görmemiş gibi yapmayı aklından bile geçirmemişti. İkisinin de terbiyesizliğini yüzlerine vurmak istemişti. Kendisi ile dalga geçmiş olmalarını kabullenecek değildi. Canının acısı ile sonra ilgilenecekti.  
"Tuğçe? Bak, gördüğün gibi değil. Yeliz sadece..." 
"Sadece seni öpüyordu. Ya da sen onu öpüyordun. Görünen bu. O kadar kaptırmışsınız ki kapıyı vurduğumu bile duymadınız. Neyse, işiniz bittiyse bizim çalışmamız gerekiyor. Yok daha uzayacaksa müsait olduğunuzda haber verirsiniz." Tuğçe bu cümleleri nasıl soğukkanlılıkla söylediğini asla bilemeyecekti. O an hissettiği nefret ile ayakta duruyor, aynı kızgınlıkla konuşuyordu. Yeliz onun tüm bu cümlelerini duyuyor ve hiç yanıt vermiyordu.  
Akın ise ne yanıt vereceğini bilemez durumdaydı. Yeliz, sadece uğradım demiş, hatta oturmamıştı. Kapı vurulurken bir anda boynuna sarılıp öpmesi bunu planladığını gösteriyordu. Anlık şaşkınlık ile durmuş, sonra boynuna sarılan kolları çözmüştü. Kapının açıldığını duyduğu ve gelenin kim olduğunu anlayamadığı için sesini yükseltmeden bu hareketin niyetini sorgulamıştı. Tam dizi klişesi olmuş, kapıdan Tuğçe girmiş ve elbette gördüğünü yanlış anlamıştı.  
"Yeliz, gidiyordu. Eminim bir daha da gelmeyecek buraya. Gelirse de kendisine bu kapının artık açılmayacağını anlayacak." 
"Akın, bunca yıllık arkadaşlığımızı bu küçük öğrenci kıskanıyor diye bozacak değiliz. Ayrıca ilk kez öpüşmüyoruz." 
"Yeliz, lütfen daha fazla zarar vermeden git. Seni bir daha görmek istemiyorum. Bu yaptığının affı yok. Özür dilemeni beklemek de büyük bir hayal olacak, eminim. Bu yaptığın çiğlik için senin yerine ben özür dilerim Tuğçe'den." 
"Açıklama mı? Alt tarafı eski aşıklar aşk tazeliyor. Ne açıklaması. Sana kocamdan boşanacağımı yazmıştım. Sen de bana, beklenen son demiştin. Yani benim sana döneceğimi beklemiyor muydun?" 
"O cümleden bu sonucu çıkartmak için gerçekten çok uğraşmış olmalısın. Neyse artık git ve bir daha karşıma çıkma. Şimdi senin bu saçma hareketinin yarattığı çirkinlikleri açıklamam, temizlemem ve yeniden güzellikler üretmem lazım. Tuğçe, gelir misin buraya? Kapı ağzında kaldın." 
"Çünkü bu kadın çıktıktan sonra kapıyı arkasından zevkle kapatacak ve geri dönemesin diye de kilitleyeceğim." 
"Akın, gerçekten onun benimle böyle konuşmasına izin verecek misin?" 
"Şu an eminim sana çok daha güzel cümleler kuruyor içinden. Keşke duyabileceğin şekilde söylese... ama onun terbiyesi buna müsaade etmez. Sakın buralara gelmeye kalkışma. Emin ol arkadaşlarımız da bu yaptığını öğrenecek." 
Tüm yolları kapatıyordu Akın. Tuğçe, gördüğü manzaranın etkisinden yavaş yavaş çıkıyordu. Yeliz'in kasıtlı hareket edip özellikle yakalandığı belliydi. Akın tüm cümleleri ile az önce yaşananın ne olduğunu anlamasını sağlamıştı. Yine de o kadına bunu yapmasını sağlayacak kadar yüz vermiş olması, kızması için yeterliydi.  
Yeliz, çok kötü bakışlarla önünden geçerken, 'yakında bıkar senden', demişti ağzının içinde. Zehrini kusmadan rahat edememişti belli ki! Tuğçe ise alaycı bir bakışla yanıt vermeyi başarabilmişti. Kapıyı arkasından hafifçe çarpmış, kilit düğmesine de basmıştı. Böylece az önce söylediğinde ciddi olduğunu anlasın istiyordu.  
"Çok, çok, çok özür dilerim. Böyle bir sahne ile karşılaşmış olman tahammül edilir gibi değil. İnan ne yapmak istediğini anlasam hemen engel olurdum." 
Akın, panikle konuşuyordu. Az önceki serinkanlı adam yok olmuştu. Tuğçe, kendisini tahmininden de iyi tanıdığını, Yeliz gider gitmez tüm sinirini ondan çıkartacağını anladığını görüp o an bile mutlu oldu.  
"Ne hakla seni öper? Nereden buldu bu yüzü? Beni biliyor, bizi biliyor, yine de seni öpüyor!" 
"Neden böyle yaptı, senin geleceğini nereden bildi de ayarladı anlamadım. Ama bir anda öptü." 
"Öpmeden önce bir şey dedi mi?" 
"Seninle aramın nasıl olduğunu sordu. Senin, yaşıtın erkekleri tercih edeceğini söyledi. Nereden esti bu cümleyi kurdu anlamadım. Zaten onun şaşkınlığını yaşarken de o saçma hareketi yaptı." 
Tuğçe, çocuklarla konuşurken kapının önünden birinin geçtiğini hatırlamıştı. Büyük ihtimalle odaya gireceğini bildiğinden, onun gelişini beklemişti. Hatta, son cümleleri duyup, aralarında sorun olduğunu bile sanmış olabilirdi.  
O bunları düşünürken Akın, nasıl toparlayacağını bilmediği sorunun tam ortasında duruyordu. Sarılmak istiyor ama gözlerindeki, benden uzak dur, bakışından çekiniyordu.  
"Niye boşanacağını bana söylemedin?" 
"Onu kıskanmıştın. Boşanacağını duyarsan sorun olur diye düşündüm. Keşke söyleseydim. Tek amacım seni boş yere üzmemekti." 
"Üzdün. Şu an daha fazla konuşmak istemiyorum. Sınıfa gitmemiz lazım. Şimdiden geciktik. Şey...Gitmeden bence elini yüzünü yıka." 
"Niye?" 
"Ne demek niye? Dudaklarında o kadının tadı kalsın istiyorsan o senin bileceğin bir şey ama ruj sana pek yakışmıyor."  
Akın, anında elinin tersi ile dudaklarını silmiş, eline bir şey bulaşmayınca şaşkınlıkla bakmıştı. Odasındaki tuvalete girip yüzüne baktığında bir şey göremedi ve nihayet anladı. Onun dudaklarının izini yıkamasını istiyordu.  
"Hiçbir iz kalmadı. Geçmişte de iz bırakacak kadar önemli olmamıştı. Seni temin ederim tüm amacı elde etmek olan biri o. Artık hayatımızda olmayacak." 
"Hayatımız hakkında çoğul konuşmanın zamanı değil. Şu an aklım karışık ve biz hala grup çalışmasına gecikiyoruz. Daha sonra bir süre görüşmeyi düşünmüyorum. O yüzden sen de hayatında kimi neyi ne kadar istediğine karar verirsin." 
"Dersin canı cehenneme. Ne demek bir süre görüşmeyi düşünmüyorum? O kadının manyakça tavırları yüzünden ben niye cezalandırılıyorum?" 
"Çünkü sen o kadının kocasının yanında bile sana kur yapmasına izin verdin. Baş başa planlar yaparken bozmak yerine kalabalıkla idare ettin. Hatayı en başta ona yerini bildirmeyerek yaptın. Belki de ben yanılıyorum. O tam da senin istediğin yerdeydi hep... İşte tüm bunlar benim aklımı karıştırıyor. Düşünmem lazım. Belki senin de düşünmen lazım." 
"Ne kadar süreyle? Hemen her gün okulda görüşüyoruz. Sen asistansın ve işini yapmalısın." 
"O konuda sorun yaşamayacağız, Akın Hocam."  

*****  

İki gündür sadece iş için görüşüyorlardı. Beş gün sonra yeni yıldı ve onlar yeni yıl planı bile yapmamıştı. Şimdi ise ihtiyaç kalmamıştı. Lanet bir kadın ve iğrenç egosu ilişkilerinde bir yara açmıştı. Kapanmayacak bir yara değildi. Sadece duyguların gerçekliği konusunda tarafların kendilerini ölçmesi gerekiyordu. Tuğçe asla mantıksız biri olmamıştı. O gün gördüklerini, duyduklarını ve her iki kişinin de vücut dillerini defalarca düşünmüş, Akın'ın haklılığını anlamıştı. Ama bu affetmesine ve bir şey olmamış gibi davranmasına yetmiyordu.  
Akın, hiçbir zaman kendisinden etkilendiğini saklamamıştı. Sıra duygulara geldiğinde ise neredeyse hiç konuşmamıştı. Tuğçe, her zaman sevgi sözcükleri yerine hareketleri tercih ederdi. Duymak bazen yapmacık gelirdi. Samimiyeti alamazdı aşırı sevgi sözcüklerinden. Oysa hareketler her zaman sözlerden daha etkili olmuştu. Akın'ın ona olan ilgisi, arkadaş ortamlarındaki tavırları, düşünceli halleri duygularının ortaya koymuştu. Kendisini sevdiğini düşünüyordu. İşte tam da bu nedenle Akın'dan bir hareket bekliyordu.  

Sedat, arkadaşının üzgün yüzüne bakıp, "Sana dedim, sen sonunda benimle evleneceksin. Hatta biz hemen evlenelim, ne dersin?" diye sorduğunda sesini bile yükseltmeden, "Evlenme teklifi duymak istemiyorum, demiştim." diye yanıtladı. Şu ara Sedat bile onu kızdıramıyordu. Uyuşmuş gibiydi.  
"Pekala, o zaman yeni yılda ne yapmak istediğini söyle. Mesela şöyle kalabalık bir grup ile eğlenceli bir parti var. Katılmak ister misin?" 
"Hayır, evde oturacağım sanırım." 
"İki gün öncesine kadar başka program umuyordun. Şimdi evde oturmaktan bahsediyorsun. Aslında nasıl bir yılbaşı isterdin? Mesela benim hayalimde hep Paris'te kutlamak vardır. Sokakta çılgınlar gibi eğlenmek." 
Haluk da masasından lafa karıştı. "Ben de Uludağ da kutlamayı istedim hep. Bu sene nihayet gerçekleşecek." 
Tuğçe kendini hayalini onlara anlatırken buldu. "Ben hiç kalabalık bir yılbaşı hayal etmedim. Hep sevdiğim insanla az ışıklı bir deniz kenarında, bir şişe şarap, küçük bir ateş ve paylaşılan battaniye ile denizi, yıldızları ve yeni ayı izlemek istedim. Galiba bunu da küçük bir sahil kasabasında en rahat yaşayabilir insan." 
"Çok sıkıcısın." 
"Evet, öyleyim." 

*****  

"Bu evrakların doldurulması lazımmış." 
"Neymiş bunlar?" 
"Asistanların doldurması gereken yeni bir sürü form yollamışlar. Bugün doldurup verecekmişiz." 
"Benim Akın Hoca ile çalışmam var. Orada doldururum. Kime vereceğiz formları?" 
"Sen doldur da, ben alırım senden." 
Akın'ın odasına gittiğinde içeride kimse yoktu. Artık her kapı vurduktan on saniye sonra içeri girer olmuştu. Sanmıyordu ama yine de tedbiri elden bırakmamak iyiydi. İkinci şoku kaldıramazdı. Akın, onun bu hareketine anlam veremiyordu. Asla öyle bir şey olmayacağını söylemiş olmasına rağmen Tuğçe, on saniye kuralını uygulamaya devam ediyordu. Boş odaya bakıp toplantı masasına yöneldi. Bu masada olanları düşünmektense en üstteki formu doldurmayı tercih etti.  
Tepede büyük harflerle ASİSTAN TANIMA FORMU yazıyordu. Tanıyorlardı zaten. Ne gerek duyulmuştu bu formun doldurulmasına acaba? Sorusuna yanıt alacağı kimse olmayınca kalemi eline aldı ve adını soy adını yazdıktan sonra sorulara geçti.  

1)SAĞLIK DURUMU: 
Doğduğu kurumun adı:……………………………………………………………………….. 
Kan grubu:……………………………………………………………………………………. 
Herhangi bir sağlık problemi var mı?: EVET         HAYIR 
Varsa nedir?:…………………………………………………………………………….…….. 
Aile bireylerinde önemli bir hastalık var mı?: EVET          HAYIR 
Varsa nedir?:…………………………………………………………………………………… 
Sürekli kullandığınız bir ilaç var mı?: EVET                     HAYIR 
Varsa nedir?:…………………………………………………………………………………… 
Geçirdiğiniz hastalıklar nelerdir?:  
Hangi aşıları yapıldı?:  
Alerjiniz var mı?: EVET                     HAYIR 
Varsa neye karşı:………………………………………………………………………………. 

Tuğçe ikinci sayfayı çevirdi. Tek bir soru vardı.  

Tuğçe, benimle evlenir misin?: EVET            EVET  

Sayfanın altlarında iki satırlık bir yazı vardı. Akın'ın el yazısı idi bu.  
'Sedat'a ısrarla 'evlenme teklifi duymak istemediğini' söylüyordun. Yazılı olursa kabul edeceğini düşündüm. Hayırı kabul etmeyeceğim.' 

Şaşkın, hatta biraz fazla şaşkın bir ifade ile elindeki kağıda bakıyordu. Yavaş yavaş gülümseme yüzüne yayıldı. Başını kaldırıp bu organizasyonu yapan adamı aradı. Duvarın arkasından kendisine bakıyordu.  
"Buna diktatörlük denir. Sadece senin istediğin yanıtı vermek zorunda kalıyorum." 
"Kesinlikle öyle. Sensiz yıllardan sonra sensiz günlere bile tahammülümün olmadığını anladım. Seni seviyorum. Tezini bitirene kadar da seni evlilik için sıkıştırmayacaktım. Ama bekleyemeyeceğim. Bir an önce evlenelim." 
"Yarın?" 
"Neden olmasın? 

*****  

"Ateş hayallerimdekinden büyük. Şarap  hayallerimdekinden kaliteli, battaniye hayallerimdekinden küçük..." 
"Ya aşkımız?" 
"Aşkımız tam hayal ettiğim gibi. Çünkü sen gerçeksin." 
"Seni seviyorum." 
"Biliyorum." 
"Ukala, hadi sen de söyle." 
"Biliyorsun, ben söylemek yerine göstermeyi tercih ediyorum. Saat on iki olmadan şöminenin karşısında olmak, şarabı orada bitirmek, yumuşak koltukta..." 
Akın, çoktan yerinden kalkmış, ateşe kum atıyordu. Sonra Tuğçe'yi çekip kaldırdı ve bir elinde yarısı içilmiş şarap şişesi ile sevdiği kadının, sevgisini göstereceği evi işaret etti. "Hadi koş, koş..." 


SON

1 yorum:

  1. Çok sevimli bir hikaye , keyifle okudum . Ellerine sağlık 💐

    YanıtlaSil