KAÇIŞ
-Ayşenur geç kaldı. O gelmezse üç kişi mi
oynayacağız?
-Beş dakikamız daha var. Gelmezse
evet üç kişi oynarız, önemli değil.
-Tamam, zaten bu ev küçükmüş, kalabalık olunca ortam
daraltıyormuş.
-Kim dedi sana bunu?
-Geçen hafta gelen arkadaşlar beş kişiydi. Hatta bana
üç kişi ile de olur dedi de bizim ekip zaten dört kişi dedim.
-Öğrendin mi ipuçlarını?
-Hayır, ne ben sordum ne onlar söyledi.
-Ben sorardım.
-Sorsan da söylemezler. Zaten öyle bir maddeleri
var.
-Kim bilecek kimin söylediğini?
-Hiç etik değilsin!
-Sen de çok etiksin.
İki arkadaş birbirlerine sayıp dökerken
Ayşenur'un geldiğini fark etmediler bile. Can da neredeyse
eline yapıştığını düşündükleri telefonu ile bir şeyler yazıyordu.
Nerede olduklarını bile fark etmiyor olabilirdi. Cansel, kardeşi Can'a bakıp
gözlerini devirdikten sonra Ayşenur'a bakıp saatini gösterdi.
-Kızlar, kusura bakmayın, zor yetiştim. Kuzenim geldi.
Onu da getirmek zorunda kaldım. Lavaboya uğradı, ellerini yıkaması
lazımmış.
Şevval, arkadaşının böyle bir oyun ortamına küçük bir
çocuğu getirmiş olmasına sinirlendi. Ayak bağı olmasını istemiyordu. Tam
konuşacakken, Ayşenur'un üzgün yüzüne bakıp cümlesini yuttu. Gereksiz yere
kalbini kırmanın yeri değildi.
-Önemli değil canım. Gelsin de girelim. Bu oyun evinin
diğerlerinden çok daha farklı olduğunu söyleyeyim. Az
önce Cansel'e de anlattım. Sırlar, ipuçları öyle çekmecede dolapta
falan değil, odanın gözüken yerlerindeymiş. Her odanın bir hikayesi varmış. O
hikayeyi çözersen anahtarı buluyorsun ama anahtar bildiğimiz anahtar
değil.
-Hepsini anlatma. Kuzenim geliyor, ikimize birden
anlat ki daha kolay bulalım.
Üç genç kızın da bakışları kapıdan giren kuzene
dönmüştü. Şevval, beklediğinden en az on beş yaş büyük kuzeni görünce şaşırdı.
Ergenlik yaşlarında beklerken otuzlu
yaşlarda olması ile keyiflendi. Üstelik çok da yakışıklıydı. En azından onun
ölçülerinde yakışıklıydı. Cansel'in de aynı fikirde olduğu bakışlarından
anlaşılıyordu. İçinde kabaran bir duygu ile ilgi çekmek için hamle yapacakken
kendisini tuttu. Cansel'in erkek kardeşi ise hâlâ elinde telefon ile
oynuyordu.
Ayşenur, yanlarına gelen genç adamın koluna
girerek,
-Bu dünya yakışıklısı, amcamın oğlu
Cüneyt. Cüneyt'ciğim, bunlar da hep bahsettiğim arkadaşlarım, Cansel ve
Şevval. Oradaki android bağımlısı ise Can.
Cihan önce Cansel'in elini sıkıp,
-Adınızı çok duydum. Memnun oldum, dedi. Cansel ise
yanıt olarak sadece gülüp, baygın bakışlarla erkeğe bakmaya devam
etti.
Cihan, Cansel'in kardeşi Can ile de kısa bir
tanışmanın ardından bu kez Şevval ile tokalaştı. Hiç konuşmamıştı. Şevval,
şaşkınlıkla bakıp elini çekti. O konuşma gereği duymuyorsa kendisi de
konuşmayacaktı. Cansel'i beğenmişti demek ki!
Neler düşünüyordu böyle? Normal olarak oyunu düşünmesi
ve anlatması gerekenleri hızlıca belirtmesi gerekiyordu. O da öyle
yaptı.
-Odalar, kitaplar, filmler, tablolar gibi sırlarla
döşeli imiş. Yani hayatında kitap okumamış birinin bu evde oynaması pek mümkün
değil. Çekmeceden, çekiç tornavida falan çıkmıyormuş. Bir de her oyun ekibine
farklı bir simülasyon veriliyormuş.
Oraya para veriyorlardı. Kısa sürede hikayeyi çözmek
ve tüm kapıları açtırmak gerekiyordu.
Nihayet oyun evinin görevlileri son kez
kısa bir bilgi verip onları odaya aldı. Arkalarından kapı kilitlendi.
Tüm süre boyunca mutlaka izlenecekler ve bir şey olduğu takdirde kapılar
açılacaktı. Kimsenin sağlığını tehlikeye atmak gibi bir niyetleri yoktu. Yine
de insanın o ilk kilitlenme sesini duyduğunda içinde korku ile karışık bir
heyecan oluşuyordu.
Nihayet, beş kişi daha önceden aktarılmış bilgiler ile
odayı incelemeye başladı. Geçiş yapacakları dört oda vardı. Her oda için
ortalama on beş dakika harcayacaklardı. İlk odadan çok daha kısa sürede
geçeceklerini tahmin ediyorlardı.
Önce odayı sağdan sola taradılar. Gördükleri, bir köy
evi şeklinde döşenmiş odaydı. Bir tarafta gümüş renginde boyalı soba,
yığılmış odunlar, yanında büyük bir damacana ve üstünde huni,
sepetlerde meyveler vardı. Duvarda büyük bir orman resmi asılıydı. Diğer
odaya geçmelerini sağlayacak kapının arkasında asılı askılarda bir elbise ve
üstünde pembe kurdele bağlı bir şapka asılı idi.
-Meyve sepeti, orman, elbise... Kırmızı başlıklı
kız mı?
İlk fikir Cansel'den gelmişti. Kardeşi, dışarıda
bıraktığı telefonu yüzünden canı sıkkın, konuştu.
-Masal mı anlatıyorlar bize? Eğer masal ise her
eşyanın bir şeyi simgelemesi lazım değil mi?
-Bak, orman, elbise, şapka, sepet... hepsi
var.
-Yatak yok bir, şapka o, kırmızı başlıklı kızınki
pelerin idi.
İkisinin konuşmasını dinleyen Şevval,
-Can haklı, her eşyanın bir anlamı var dendiğine göre,
başka bir şey anlatıyorlar. Bence,
Dedi ve kısa bir an sustuktan sonra tüm eşyalara
kısaca tekrar baktı ve ağzını açtığında kulağına bir ses daha
geldi.
-Oz büyücüsü
-Oz büyücüsü
Cüneyt ile ikisi aynı anda aynı şeyi
söylemişti. Birbirlerine bakarken ara kapının açıldığını fark etmediler.
Arkadaşları sevinçle yeni odaya giderken Şevval,
genç adama sordu
-Okudun mu izledin mi?
-İkisi de. Kitabını okuduğum halde filmini
izlediğim nadir kitaplardandır. Çocuk kitabı olması etkendir değil
mi?
-Evet, kesinlikle ondandır.
-Soba mı?
-Evet, sen de mi?
Başını sallarken gülümsüyordu. İkisi de
aynı ipucundan yakalamıştı.
-Sonra konuşuruz, hadi yeni soruyu
çözelim.
Diğerleri çoktan yeni odayı incelemeye
başlamıştı.
Bu odada tamamen boştu. Sadece duvarlara yansıtılmış
görüntüler vardı. Videolar ve fotoğraflar dört duvarı
da kaplamıştı.
İlk duvarda çılgınca eğlenen ve içenlerin olduğu
bir düğün vardı. Uzun etekli kadınlar farklı erkeklerle dans ediyor, bir sürü
genç adam ellerinde şarap dolu bardaklarla dans edenleri izliyor ve içiyordu.
Önce filmi düşündüler ve bulduklarını sandılar ama hemen yan duvardaki fotoğraf
tamamen başka bir ortamdandı.
Eski bir yol fotoğrafıydı. Bir evin tam resmin
ortasında olduğu, etrafındaki tüm sokakların bir şekilde o eve bağlandığı bir
fotoğraf...
İlk vidonun karşısındaki duvarda da video
dönüyordu. Tekrar başladığında genç bir adamın yollar
arasında yürüyüşünü izlediler. Sanki devamlı aynı yerde dönüp duruyor
gibiydi. Kapının olduğu duvara bakmalarına bile gerek kalmadan, beşi de
'Kırmızı Pazartesi' diye söylendi. Bembeyaz bir duvarda, yanıp sönen, farklı
dillerde, kırmızı renkte 'biliyordu, o da biliyordu, biliyordum' gibi kelimeler
dönüp duruyordu. Beşi de yavaşça açılan kapının önünde gülümseyerek duruyordu.
Henüz yirmi dakika olmamıştı ve iki odayı geçmişlerdi. Kalan odalara yirmişer
dakika ayıracak kadar vakitleri vardı. Keyifle üçüncü odaya girdiklerinde ilk
iki oda kadar hızlı çözebileceklerinden emin değillerdi. Duvarlarda notalar,
ortada bir piyano, bir gitar ve keman vardı.
-İçinizde bunlardan birini çalmayı bilen var mı?
Soran Cüneyt idi. Kızlar kafalarını olumsuz anlamda
salladı. Herkes okuldaki müzik derslerinden kalan nota okuma çabaları ile komik
sesler çıkartıyordu. Can, gitarı eline aldı. Bir iki nota
çaldı. Akortu düzeltti ve sadece notalardan oluşan duvardaki
parçayı bir iki kez hata yapmasına rağmen oldukça başarılı çaldı.
-Seni seviyoruz Can. Hadi şarkının adını da sen
söyle.
-Lütfen kapımızı açar mısınız? Mozart,
Türk Marşı'nı bu kadar kötü çaldığımı duyup mezarından fırlamadan yeni
odayı görelim istiyoruz.
Kapı açılırken herkes kahkaha ile gülüyordu.
İlk üç oda tahminlerinin üstüne bir başarı ile atlatılmıştı.
Dördüncü odaya girdiklerinde ilk kez ne yapacaklarını
bilemediler. Tüm duvarlar harflerle doluydu. Arkalarından kapanan kapının
üstünde bir not vardı. Her duvardaki harflerden anlamlı kelimeler bulacaklar,
tamamını kullanarak yine bir kitaba ulaşacaklardı. Bu kez işleri çok daha
zordu. Masada kağıt kalem bulunuyordu. Herkes bir duvara yerleşmiş, Can masaya
oturmuş, söylenen her kelimeyi yazıyordu. Kural olarak yazıyı bulsalar bile
kelimelerin tamamını bulmak zorundaydılar. En zor bilmece sona kalmıştı. Yine
de dört duvarda birer kişi hızlı hızlı kelimeleri buluyor, ellerini kelimenin
üstünde gezdirince duvara yansıtılan görüntüde kelime mavi ile
belirginleşiyordu. Herkes sağdan, sola, yukarıdan aşağıya, çapraz olarak
harfleri taramaya devam ediyordu. Sonunda yeni kelime bulamayacağını anlayan
cümleleri oluşturmak için Can'ın yanına gidiyordu. Karışık kelimeleri anlamlı
bir cümleye dönüştürmek sanılandan zordu. Tek cümle olması için fazla kelime
vardı. Bir paragraf olacağını tahmin edince daha da zorlanmaya
başlamışlardı.
Şevval, kağıdı eline aldı. Herkes itiraz eden sesler
çıkartırken o rahatlıkla kelimeleri dizmeye başlamıştı.
-Hemen bir Osmanlı, bir dünya kelimesi daha bulun. Bu
Nutuk'un ilk paragrafı. Daha doğrusu paragrafın ya bir kısmı ya da biz daha çok
kelime bulmak zorundayız. Hadi dediklerimi bulun.
İki kelimeyi de Cüneyt bulup
işaretlemişti.
-Başka noksan var mı? Tüm cümleleri doğru
sıralayabilecek misin?
-Sizler de yardım ederseniz olur.
Ayşenur, gözlerini kapattı ve ezberden ilk üç cümleyi
söyledi. Şevval, arkadaşının söylediklerini kağıda yazarken, noksan kelime
tespit eden Cansel,
-Hayat değil, hayatlarını, hemen bulup
devamı var mı bakalım. Bir de imza değil, imzalanmış.
Hiç olmayan kelimelerden biri yorgun.
Onlar kelimeleri bulurken çıkış kapısı üzerinde yanıp
sönen bir yazı oluştu.
'İsterseniz oyunu bitirebilirsiniz. Rekor
sürede tamamlamış olmanız size bir oyun hakkı daha kazandırdı. Dilerseniz o
hakkı saklayın, isterseniz yeni bir soru ile iki oyun hakkı kazanın. Tercihinizi
kelimeler içinde bulacağınız evet ya da hayır ile belirtin. Süreye dahil
değildir.
Yönetim'
Ekip sevinçle yeni oyunu kabul ederken, az önce
buldukları kelimelerin doğru halini duvara yansıtan görüntü
belirdi.
Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu
grup birinci Dünya Savaşında yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta
zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun
yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve
memleketi birinci Dünya Savaşına sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma
kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar
Yeni odaya geçiş için önce koridora çıkmaları
gerekmişti. Oyunun dört aşamasını kırk beş dakikanın altında tamamladıkları
için kazandıkları özel soruyu daha önce hiç gören olmamıştı. Merakla yeni odaya
girerken neyle karşılaşacaklarını bilmemenin heyecanı kaplamıştı
hepsini.
-Tuvalet molası verecek kadar vaktimiz var
mı?
Şevval'in isteğine diğerleri de uyunca oyun evinin
sahipleri on dakika sonra odaya alacaklarını söyleyip izin
verdiler.
Şevval tuvaletten çıktığında Cüneyt'i gördü. Tek
başınaydı. Tanışma anındaki sessizliğini çoktan unutmuştu. Oyun sırasında ikisi
de hızlı düşünme özelliklerinin faydasını görmüş, bol okumanın
kazandırdıklarını paylaşmıştı.
-Demek soba?
Minik bir kahkaha atan Şevval yanıtladı.
-Huni ile teyit ettim.
-Ben de. İlk Alice mi Oz mu diye
düşünürken soba ve huni ile netleşti. Teneke adam bana hep eski sobaları
anımsatıyor. Düşünsene on sene sonra belki de kimse soba ile örtüştürmeyecek.
Çünkü hiç soba görmeden büyüyen nesiller olacak!
-Üzücü mü, yoksa onlar için sevindirici mi
bilemiyorum.
Onlar konuşurken diğerleri de yanlarına gelmişti. Hep
birlikte son odaya geçtiler. Sadece on beş dakikaları vardı. Ve odada devasa
bir tablo vardı. Tek sorun tablonun 32 parçaya bölünmüş, tamamının
karıştırılmış olmasıydı. Elbette hemen her parçanın birbirine çok benziyor
oluşu da sinir bozucuydu.
Ayşenur, Şevval'e döndü,
-Bu senin işin. Biz karışırsak daha zor
çözersin.
-Haklısın. Ben başlıyorum. Takılırsam yardım
alırım.
Cüneyt, niye karışmadıklarını anlamamıştı. Kuzenine
soran gözlerle baktı.
-Sanat tarihi mezunudur benim canım arkadaşım. Oyun
evi, onun okulunu bilse asla bu odaya sokmazdı bizi. Çekil ve izle. Hatta dur,
bak ne diyecek şimdi.
-Şevval, yardım lazım mı?
-Hayır, tabloyu
anladım. Michelangelo'nun Kıyamet Günü adlı eseri. Tabii o bir tablo
değildi. Duvar süslemesiydi. Vatikan'da
bulunan Sistine Klisesinin duvarında bulunur.
Bunları söylerken bir taraftan da üstünde işaret olan
bir parçayı yerinden çıkartmıştı. Tek parça çıkartılınca diğerlerini kaydırarak
doğru yerlerine ilerletmek kalmıştı. O kadar karıştırılmıştı ki büyük parçaları
sürüklemek zorlamaya başlayınca erkekler yardıma geldiler. On dakika sonra
sadece tek parça kalmıştı. Az önce yerinden çıkarttığı parçayı da takınca tablo
tamamlanmıştı.
Odanın kapısını açan ekip oyuncuları
kutluyordu.
-Bu resim sizin için çocuk oyuncağı oldu. Sayenizde
katılımcılarımızın eğitimlerini sorgulamamız gerektiğini de öğrendik. Fakat
itiraf etmeliyiz gerçekten çok yetenekli bir ekipsiniz. Sonraki oyununuzu çok
daha özel hazırlayacağımızdan emin olunuz. Ayrıca, ister sizler, ister
yollayacağınız bir başka ekip bizim konuğumuz olacaksınız. Üç kez
oynamak istemeyebileceğinizi düşünerek bu alternatifi de sizlere
sunuyoruz. Karşılık olarak da bol bol bizden bahsetmenizi ama oyunları
anlatmamanızı rica ediyoruz.
Herkes mutlu, heyecanlı teşekkür edip evden
çıktı.
Cüneyt,
-Bu kadar heyecandan sonra herkes acıkmıştır sanırım,
bir şeyler yiyelim mi?
Teklif herkese cazip gelince yakındaki bir lokantaya
gittiler.
Yemekten sonra, herkes evlerine gitmek için
vedalaşırken Cüneyt, hafta içi sinemaya davet etmişti Şevval'i. Diğerlerinin
bakışlarında ima bile olmaması Şevval'i rahatlatmıştı. Daveti kabul edince,
telefon numarasını da verdi.
Sonraki günler telefon bekleyerek geçmişti. Nihayet
perşembe akşam üstü beklenen telefon gelmişti.
-Merhaba Şevval. Cüneyt ben. Nasılsın?
-İyiyim, teşekkür ederim, sen nasılsın?
-Pek iyi değilim ama düzeleceğim.
-Ne oldu? Hasta mısın?
-Ben iyiyim de, şirketten bir arkadaşımız hafta
başında kaza yaptı. Bizi biraz korkuttu. Şimdi durumu iyi ama ailesi burada
olmadığı için bizler ilgilenmek durumundaydık. Bugün güzel haberler alınca ben
de nihayet bize vakit ayırabildim. Biliyorum çok geç oldu ama bu akşam
buluşabilir miyiz?
Aslında ne bu akşama ne başka akşama evet demeyi
düşünmüyordu. Mazereti geçerli olduğu için terslemek yerine sadece o akşam için
hayır demeyi tercih etti.
-Dediğin gibi geç gelmiş bir telefon. Bu akşam için
başka programım var.
-Sen de haklısın, beni mi bekleyecektin? Yarın müsait
mi programın?
-Cumartesi öğleden sonra müsaidim. Senin için
uygun mu?
-Eğer akşamına da bir şeyler yapabileceğimizin sözünü
alırsam kesinlikle benim için de uygun olur.
-Mesela?
-Mesela, önce sinema, sonra yemek ve en sonunda
bir şiir okuma gecesi? Ne dersin?
Nefesi kesilmişti. Böyle bir teklife hayır demek
mümkün değildi.
-İşte bu hayır diyemeyeceğim bir teklif
oldu. Şiir dinlemeye bayılırım.
-Tahmin etmiştim.
Sonra nerede nasıl buluşacaklarını kararlaştırıp
kapattılar telefonu. Şevval, kendisine ait antikacı dükkanında dolaşmaya
başladı. Keyfi yerine gelmişti. Yeni gelen ürünlerin evraklarını ve katalog
bilgilerini kayıt etmeliydi. Sıkıcı ama gerekli işi yapmak için önce kendine
güzel bir kahve yaptı. Bu kadar keyiflenmesini anlamlandırmaya çalışmadı. Yeni
bir arkadaşlık, devam ederse bir ilişki belki ve sonrasında aşk... Çok hızlı
gittiğini düşünüp fincanı elinde masaya oturdu.
*****
Ayşenur, Cansel ve Şevval, oyun evindeki başarılarının
üstünden geçen günlerde sık sık görüşmüştü. İlk zamanlar 'neler yapıyorsun?'
sorusu, son günlerde 'neler yapıyorsunuz' şeklinde çoğul olmuştu. Herkes iki
aydır Cüneyt ile çıktıklarını biliyordu. İlk buluşmalarında çok keyifli bir
gece geçirmiş, yemekten sonra gittikleri şiir dinletisinden tahminlerinin bile
üstünde keyif almışlardı. Usta seslerin seyircilerin arasından da birilerine
şiir okutması ile çok da eğlenmişlerdi.
-Kuzenimi göremez oldum. Adam zaten aylarca başka
şehirde çalıştı. Bölge kurdu, sonra geldi nihayet göreceğiz diyordum ki sana
kaptırdım.
-Kuzenin bundan şikayetçi mi?
-Deli misin? Halinden çok memnun. Niye daha önce
tanıştırmadın diyor her karşılaşmamızda.
-Biz tanışalı ne kadar oldu ki? İki sene mi? Eh anca
olmuş işte.
-Tanıştığımızda sen Berkem ile çıkıyordun.
Zaten o zaman tanışsanız bugünkü gibi olmazdı hiçbir şey!
-Çok haklısın.
Devam edecekti ama söyleyeceği cümleler ilişkinin çok
ciddi olmasını istiyormuş gibi algılanacaktı. O yüzden yuttu cümlelerini. Henüz
çok kısa süre olmuştu. Birlikte vakit geçirmek, gülmek eğlenmek, kitaplardan,
müzikten, resimlerden konuşmak, ortak noktaların keyfine varmak iyiydi de ara
ara hissedilen kıskançlık olmasaydı!
İki gün önce lokantada yaşadıkları tartışmayı
anımsayınca canı sıkıldı.
-Cüneyt hep mi kıskançtı?
-Kıskanç mı? Bilmem. Eski kız arkadaşlarından
tanıdığım, tanıştırıldığım olmadı hiç. İlişkilerinde nasıl olduğunu bilmiyorum.
Kız kardeşi böyle bir şey anlatmadı ama yine de sorarım laf
arasında.. Rahatsız mı oldun?
-Cuma akşamı birlikte yemeğe gittik. Ben hiç fark
etmedim. Bir masadan bana bakanlar varmış. Tuvalete gitmek için etrafıma
baktım. O masaya bakıyorum sandı ve tuvaletten döndüğümde beş karış suratla
oturuyordu masada. Tüm gece tatsız geçti tabii. Dün aramadı. Bu sabah sizinle
kahvaltı edeceğimi biliyordu gerçi ama yine de her sabah arayan
adam hala aramadı.
-Belki başka bir sorun vardır. Sen niye
aramadın?
-Öğleden sonra hala aramamış olursa, ben arayacağım.
Hiç sevmem böyle sürüncemede kalan olayları. Herkes tavrını açık açık ortaya
koymalı.
-Kimmiş o tavrını ortaya koyması gereken?
Şevval, sesi duyunca bir anda gülümsemeye
başladı.
-Bu kız kıza bir kahvaltıydı, Cüneyt Bey. Böyle
habersiz baskın yapılmaz ki.
-Biri kuzenim, biri sevgilim olunca kovulmayacağımı
düşündüm. Dün de arayamadım. Bari kendimi affettireyim dedim.
-İyi yaptın, Cüneyt. Tam seni çekiştiriyorduk ki,
geldin. Bana bak, sen kıskanç mısın? Üzüyor musun arkadaşımı?
-Geçen günkü olay mı? Pislik herifler. Tamam neyse
düşünüp yine kızmayacağım. Pazar günümüzü öyle densizler yüzünden kötü
geçiremeyiz.
Üç kızın aklından geçen de birbirine yakındı. O
adamlar hadsizce bir şeyler yapmış olmalıydı. Yoksa hala sinirle
söylenmezdi. Konuyu uzatmak istemeyen Şevval, gülerek baktı sevgilisine.
"Senin bahtsızlığın da sevgilinin güzel olması. Ne yaparsın, bu erkek
milletinin gözü takılıyor!"
Cüneyt'in yüzü bir anda kararınca şaka yollu
takıldığına pişman oldu Şevval. Hemen, gönlünü almak için konuşmaya devam etti.
"Nereden bilecekler, bu güzelin gözü bir kişi hariç kimseyi
görmüyor!" Galiba olmuştu. Rengi normale dönüyordu. Gözlerini
gözlerine dikmiş araştırır gibi bakıyordu. Şevval, gizlemediği sevgisi ile bakınca
o da yumuşamıştı.
"İşte bu duyduğum en güzel cümle oldu. Hadi ben
de sipariş vereyim. Yumurta yiyecek olan yok mu? Omlet
söyleyeceğim."
Günün kalan kısmını iki sevgili birlikte geçirmiş,
tatsız olaylar bir daha konu edilmemişti.
Şevval, akşam eve döndüğünde günü düşünmeye
başladığında içinde yeni bir şüphe hissetmişti. Niye kimseye haber vermeden
gelmişti. Üç kız buluşacaklardı ve bunu bir haftadır biliyordu. O süre içinde
Ayşenur'dan bilgi alabilirdi. Acaba sormuş ve yine de merak edip gelmiş miydi?
Yalan söyleyeceğini mi düşünmüştü? Hem niye hala o olayı hatırlayınca yüzü
kararacak kadar sinirleniyor, gözlerinden alev çıkacakmış gibi
bakıyordu?
Aralarında bir şeylerin ters gittiğini hissediyorsa da
sonradan geçen güzel saatler bu rahatsızlığını perdeliyordu. Belli ölçüde
kıskanılmanın bir sakıncası yoktu. O da Cüneyt'i kıskanıyordu. Ama olay
çıkartmıyor, surat asmıyor, tavırlarına bakıyor, boşa kıskandığını anlayınca
rahatlıyordu. Yine bir ara Ayşegül'ün ağzını yoklayacaktı. Aşırı kıskanç insanlarına
hayatı nasıl kararttığını iyi biliyordu.
Babası, annesinin hayatını karartmış, genç yaşta bir
sürü hastalıkla boğuşmuş, kırk yaşında da hayatını kaybetmişti. Kendi hayatında
da böyle saplantılı tavırları olan bir erkek istemiyordu. Henüz yeni olan
ilişkinin geleceğinde yapacağı en önemli şey, Cüneyt'in kıskançlığının ölçüsünü
anlamak olmalıydı. Ona baktın, markete gittin, beş dakika geç kaldın gibi
mazeretlerle olay çıkartacak birine katlanamazdı.
*****
İlişkilerinin iniş çıkışları oluyor, hiç tahmin
etmeyeceği bir anda tartışıyor, bazen küçük küslükler yaşıyorlardı. Bu
tartışmaların ardından ise ikisi de diğerinin aramasını beklemek yerine bir şey
olmamış gibi arıyor, konuşuyor, planlar yapıyordu. İşte bu davranışlarını
seviyordu. Gereksiz uzamayan tartışmalar artık keyif bile verir olmuştu. Her
geçen gün, ilişkilerinde daha sağlam adımlar attıklarına
inanıyordu.
Ten uyumları da mükemmeldi. Birbirlerinden zevk
alıyor, bir arada olmaktan, öpüşmekten, bazen biraz daha ileri gidip sevişmeye
ulaşacak kadar tahrik olmaktan ama sonra kendilerini toparlayıp biraz daha
zamana bırakmaktan keyif alıyorlardı.
Tüm bunları ölçüp biçerken en korktuğu sahnelerden
birini yaşadı. Ayrı ayrı gidecekleri bir yemeğe yarım saate yakın gecikmişti.
Gecikeceğini anladığında aramış, haber vermişti. Tam kapatmak üzereyken dükkana
giren bir çift oldukça yüksek alış veriş yapmış, ellerindeki
bazı antikaların değerlerinin tespit edilmesini istemişlerdi.
Cüneyt'e telefon açtığında müşterinin de telefonu çalmış, oldukça yüksek sesle
ve gülerek karşı tarafla konuşmaya başlayan adamın sesi Cüneyt'e kadar
ulaşmıştı.
-Ne kadar keyifli bir müşteri!
-Evet, biraz fazla keyifli. Canım, ben en kısa sürede
yanında olacağım. Şimdi sattıklarımı paketlemeliyim.
Bu konu elbette telefonun kapanması ile kapanmamış,
yarım saatlik gecikme tüm gece süren laf sokmalarına dönüşmüştü. Neden o kadar
keyifliydi? Neden Şevval'in gözlerinin içi gülüyordu? Neler konuşmuşlardı?
Gerçekten evli miydi? Bir de evine mi gidecekti? Ne zaman, niye, niçin, neden?
Soruların ardı arkası kesilmiyordu. İki saatlik süre içinde neredeyse başka bir
konu konuşmamışlar, her yeni konu çabası dönüp dolaşıp müşterilere
dönmüştü.
-Cüneyt, ben çok yorgunum. Artık eve gitmek istiyorum.
Yarın telafi ederiz, olur mu?
-Yorgun olduğun belli. Tamam, evine bırakayım seni.
K...
Tam bir şeyler daha söyleyecekken susmuştu. Büyük
ihtimal yine aynı konu ile ilgili konuşacaktı. Arabaya bindiğinde başını
koltuğa yaslayıp gözlerini kapattı. Daha fazla aynı konuda tartışma kaldıracak
durumda değildi. Tartışmaya başlayacaklar ve belki de kırıcı olacaklardı. Zaten
bu akşamki yemek ilişkilerinde ciddi bir gedik açmıştı. Bu kadar kıskanılacak,
uzatılacak ne olduğunu hiç anlamıyordu.
Cüneyt, güvenlik ekipmanları üreten firmanın bölge
sorumlusu olarak sık sık şehir dışına çıkıyor, günlerce bölgesini turluyor,
çoğu zaman firmalarla yemeklere, eğlencelere gidiyor, kadın seslerinin
eksilmediği telefon görüşmeleri yapmalarına rağmen hiç açıklama yapmıyor, soru
sorduğunda ise iş arkadaşlarım onlar, özel bir şey yok, diye kesip
atıyordu.
Şevval, evinin önüne geldiğini fark ettiğinde
Cüneyt'in gözlerini camdan dışarıya sabitlediğini, konuşmadan öylece durduğunu
görüp şaşırdı. Ne düşünüyordu?
-Teşekkür ederim, yarın görüşürüz.
-Yarın, yola çıkıyorum. Bir hafta kadar yokum.
Döndüğümde görüşürüz.
-Neden? Aramayacak mısın? Aramamı istemiyor
musun?
-Yoğun olacağım. Sanırım bu kez aramaya fırsat
bulamayacağım.
-Ne demek istiyorsun Cüneyt?
Nihayet, dışarıda neye baktığını bir türlü anlamadığı
gözler kendisine dönmüştü. Bakışlarında ne sevgi, ne nefret, hiçbir şey yoktu.
Resmen boş boş bakıyordu.
-Şu an konuşamayacağım. Gerçekten yoğun olacağım ama
asıl yapmak istediğim bu süreyi ikimiz için de sağlıklı düşünmemiz için uzak
geçirmek. Ararsak kararımız etkilenir. En güzeli döndüğümde birbirimiz için ne
ifade ettiğimizi konuşalım. Hem belki bu arada müşterinin antikaları çok
değerli çıkar ve sen değeri tespit etmekte güçlük çekebilirsin. Ben yokken
rahat rahat gider incelersin...
-Şu an ne kadar kırıcı olduğunun farkında mısın?
-Sen beni nasıl kırdığının farkında mısın?
-Seni kıracak ne yaptım?
-Beni aptal yerine koymaya kalktın. İyi düşün
Şevval. Bir haftan var. Bu süre içinde benim, yerimi, değerimi iyi ölç.
Geleceğinde ben varsam, hareketlerinin, hayatındaki insanların hepsine dikkat
etmen gerektiğini bilmelisin. Yok o gelecekte Cüneyt'e yer yok, diyorsan, bunu
da bilmeliyim.
Şevval, bu aşamaya nasıl geldiklerini bir türlü
anlamıyordu. Kendisine verilen ültimatomlarla hareket edecek biri de
değildi. Arabada biraz daha kalsa o akşam söylenecek cümleler ile dönüşü
olmayan yola gireceklerdi. Kapıyı açıp sessizce indi arabadan. Kapıyı
kapatmadan eğildi, mesafeli bir sesle konuştu.
-İyi geceler ve iyi yolculuklar. Ben düşünürken sen de
düşün Cüneyt. Gerçekten kızdığın ben miyim?
Şevval, yaşanan olayın basitliği ile sonucunun
karmaşası arasında serseme dönmüştü. Bir erkeğin bu kadar basit bir olaydan bu
kadar büyük sorunlar çıkartması için mutlaka başka bir sorun yaşamış olması
gerekiyordu. Ayşenur ile bunu daha önce konuştuğu için yine arkadaşına
soracaktı. Arkadaşı, Cüneyt'in kız kardeşine sorup bilgi alacaktı. O konuşmanın
üstünden uzunca bir zaman geçmiş iki taraf da bir daha konu etmemişti. Şimdi
konuşmanın zamanıydı işte.
Ayşenur, kuzeni ile yaptığı konuşmayı aktarmıştı
Şevval'e. Bildikleri bir şey yoktu. Hiç anlatmamıştı. Sadece iki yıl öncesine
göre daha farklı biri olup çıkmıştı. Çok daha fazla ima, kinaye ve
güvensizlik içeren konuşmalar yapıyordu. Ayşenur, Şevval'den bahsetmediğini de
öğrenmiş, arkadaşına söylemişti.
-Benden bahsetmemesi önemli değil. Benim ailemden de
kimse bilmiyor Cüneyt'i. Ama iki sene önce kesin bir şey olmuş. Anladığım
kadarıyla huyu suyu değişmiş adamın.
-Evet, bu kadar ters, hatta maço tavırları olan biri
değildi.
-Altta gizli erkeği görebiliyorum. Iyi biri
ve kibar. Fakat, bir an geliyor, hiç ummadığın şekilde kabalaşıyor. Sonra da
buna pişman olduğunu anlamanı sağlıyor.
-Pekala, sen onu zaten çözmüş ya da çözmeye
yaklaşmışsın. Şimdi ne yapmak istiyorsun? Bu adamla uğraşmaya değer
mi?
-Bu adam dediğin senin kuzenin!
-EEee ne var bunda? Kuzen olmamız onu iyi biri ya
da kusursuz yapmıyor. Önemli olan senin ne istediğin.
-Bence konuşmamız lazım onunla.
-Sonra?
-Sonrasını bilmiyorum. Hatta nereden başlayacağımı, ne
konuşacağımı da bilmiyorum.
-Tamam, dönmesine iki gün var. Bu arada düşün iyice.
Ve canım, şunu bil, kararınız ne olursa olsun sen benim arkadaşımsın. Onunla
olan durum, bunu asla değiştiremez.
-Teşekkürler canım.
-Oyun evinden e-posta aldım. Sanırım sana da
geldi. Ikinci oyun için randevu almamızı istiyorlar.
-Bence en yakın zamanda alalım. Gidip kafa
dağıtalım.
-Cüneytli ya da Cüneytsiz...
-Aynen canım.
İki gün gerçekten düşünerek geçti. Ne diyecek, ne
yapacak, nasıl bir yol takip edecekti?
Sonunda buldu!
Cüneyt, içindeki sıkıntıyla dükkanın kapısını açtı.
Bir haftadır sesini duymamıştı. Ne konuşacaklarını bilmiyor, yanıtının ne
olacağını tahmin bile edemiyordu. Ayşenur ile kız kardeşinin konuşmasından
haberi vardı. Ayşenur'u aramış, ağzından laf almaya çalışmış, ağzının payını
alıp susmuştu.
Şimdi de bir hafta önceki konuşmanın sonuçlarını
alacaktı.
-Merhaba!
Şevval, sesi duyunca şaşırdı. Akşama bekliyordu. Hatta
önce aramasını, belki de başka gün için randevulaşmayı bile bekliyordu ama
sabahın onunda dükkanda görmeyi beklemiyordu. Yazdığı e-postayı taslağa
kaydedip ekranını kapattı. Cüneyt'in bakışlarını kapağı kapatılan laptopa
diktiğini görünce içinde bir yerler yine kırıldı.
-Merhaba.
-Nasılsın?
-İyiyim, sen nasılsın?
İlk tanışmadaki sessizlik bile bu konuşmadan daha
samimi kalmıştı. Cüneyt, daha sonra o sessizliğinin dilinin tutulmasından
kaynaklandığını söylediğinde çok mutlu olmuştu. Oysa şu an ikisi de
mecburiyetten konuşan insanlar gibi soğuk, mesafeli ve samimiyetsizdi.
-İyiyim!
-Bir şey içer misin?
-Hayır.
-Tamam.
Şimdi çığlık atacaktı. Bu ne kadar saçma bir
konuşmaydı. Üstelik ikisi masanın farklı taraflarında durdukça daha da
sevimsizleşecek gibiydi. Kalkıp kapıya gitti ve kilitledi. Arka tarafta bulunan
minik odaya geçti. Cüneyt de onu takip etti. En azından orada ikili ve tekli
koltuklar vardı. Orta sehpa bile olmadığı için fiziksel uzaklığı bir şekilde
yok etmiş olacağını düşünmüştü.
-Müşteriler merak etmez mi kapını kilitli
bulunca?
-Etmez. Antika aceleye gelecek iş değildir, başka
zaman gelirler.
Şevval, tekli koltuğa oturdu. Cüneyt de otursun diye
bekledi ama genç adam küçücük odada ayakta durmayı, arka bahçeye bakan tek
kanatlı camdan dışarı bakmayı tercih etti.
Daha fazla dayanamayan Şevval oldu.
-Düşündün mü?
-Ya sen?
-Düşündüm!
-Kararın?
Tam şu anki soğukluğu yüzünden kesip atacakken içinde
bir ses sabırlı olmasını söyledi. Düşündüklerini uygula...
-Kararımı vermedim.
-Düşündüm dedin!
-Evet, düşündüm ve kararımı vermedim.
Cüneyt rahatlamış mıydı? Sanki omuzlarında bir gevşeme
görmüş gibiydi. Yüzünde de merak vardı. En azından bir duygu kırıntısı
görebilmişti.
-Neye göre karar vereceksin?
-Sana göre...
-Bana mı? Zaten bana göre karar vermen gerekmiyor
muydu?
-Öyle.
Daha fazla uzatmadan, aklındakileri uygulamaya
başladı.
-Cüneyt, hafta sonu arkadaşlarım ile üç günlük bir
geziye gidiyorum.
-Ne? Kim o arkadaşlar? Nereden çıktı bu gezi?
-Benim üniversiteden bir grubum var,
bahsetmişimdir. Işte onlarla Şile'ye gideceğiz.
-Bu soğukta ne işiniz var Şile'de?
-Ne demek ne işimiz var? Biz hemen her sene böyle bir
buluşma düzenleriz. Eski arkadaşlar, yeni katılanlar falan güzel bir ortam
olur.
-Yeni katılanlar mı?
-E tabii evlenenler, çocuk sahibi olanlar da var.
Onlar da ailece geliyor.
-Öyle mi?
-Ne kadar kalabalık o kadar iyi.
Asıl konudan çok uzaklaşmışlardı. Yine de Şevval,
tepkileri ölçmek için konuya devam etti.
-Bu sene iki bebeğimiz var. Bazen de arkadaşlar,
kardeşlerini, abilerini, ablalarını falan getiriyor. Geçen sene tanışan bir
arkadaşım, bu sene evli olarak gelecek.
-Evli... yani tanışma için oldukça uygun ortam oluyor.
Üç gün üstelik...
İşte beklediği an...
-Sen kimlerle tanıştın? Bir haftada eminim bir sürü
yeni insanla tanışmışsındır! Hatta daha önceden tanıdığın birileri ile yeniden
bir araya gelmiş olabilirsin. Nasılsa telefonla rahatını kaçıracak kimse de
yoktu!
-Ne demek istiyorsun?
-Ne diyebilirim ki Cüneyt? Bir haftada neler yaptığını
merak ettim. Sonra niye merak ediyorum, dedim. Cüneyt, ya bu ilişkiyi bitirdi
ve orada gününü gün ediyor, ya benim varlığım onun hata yapmasını
engelliyor. Işte burada yanıt tamamen sende. Tabii bu karara varana
kadar geçen sürede kendimi oldukça üzdüm.
-Özür dilerim.
-Ne için?
-Seni üzdüğüm için, elbette.
-Yani benimle ilişkin bitti ve bunu bana
söylemediğin için özür diliyorsun öyle mi? Yoksa tam tersi, bir sorun
olmadığı halde beni üzdüğün için mi özür diliyorsun? Ah işte benim en sevdiğim
kısım bu.
Cüneyt şaşkın bakışlarla izliyordu Şevval'i.
-Ne o sevdiğin kısım?
-Yanıt bekleyen sorular elbette.
-Sorular mı? Sen gerçekte bana bir şey sormadın ki!
Kendi düşüncelerinde bir sürü soru yaratmışsın. Sor bana...
-İki sene önce ne oldu?
-İki sene önce mi?
Beklemediği yerden gelmişti soru. Yüzünün şekli
değişmiş, gözlerindeki ifade sertleşmiş, hatta rengi solmuştu.
-Evet, iki sene önce böyle değilmişsin. Hiç bana
etik metik deme, seni sordum Ayşenur'a... o da kardeşine sormuş...
Sonuç, sen iki sene önce değişmişsin. Mutlaka önemli bir şey yaşadın. İşte onu
soruyorum, iki sene önce ne oldu?
Cüneyt, bir süre baktı yüzüne. Hani, bakışlar kurşun
olsa, kesin ölmüştüm, dedirten türden bakıştı o. Sonra bir adım attı. Bir adım
daha... Zaten küçücük olan odanın sonuna gelmişti. Kapıdan sessiz ama sinirli
adımlarla çıktı. Bir dakika sonra dış kapı arkasından kapanmıştı.
Şevval, uzun süre oturduğu yerden kalkamadı.
Bitmişti... İki sene önce Cüneyt'in iyi taraflarını bitiren olay, bugün de
Şevval ile olan ilişkisine noktayı koymuştu.
Ağlamak istiyor ama boğazı yanıyor, yaşlar akmıyordu.
Yavaşça yerinden kalktı. Ön tarafa geçti, az önce umutla oturduğu masaya,
yıkılmış bir şekilde çöktü. Yanıtı hiç beğenmemişti. Hayır, bu yanıttan nefret
etmişti.
Bir saat sonra Cansel ile Ayşenur karşısında oturuyor,
neler olduğunu anlatmasını istiyordu. Kendisi aramadığına göre Cüneyt aramış,
söylemiş olmalıydı. İyi de niye buna gerek duymuştu?
-Kızlar, bu çocuk gerçekten önemli bir şey yaşamış ve
unutamamış. Sanırım aşık olmuş ve kız bunu terk etmiş. Anlatamayacağı kadar
ağır geliyor hala bu olay ona. Bastı gitti.
-O zaman seni niye oyaladı? Niye saçma kıskançlıklar
yaptı?
Ayşenur, mantıklı bir yaklaşımda bulununca, Cansel
tamamladı.
-Aşık olduğu kız, başkası ile gitti demek ki!
İşte bu kadar basitti. Cüneyt, hala kendisini başkası
için terk eden kıza aşıktı. O yüzden Şevval ile olamıyor, erkek sinekten
kıskanıyor, onu severse aynı şeyleri yaşayacağını düşünüyordu.
Arkadaşları, ipuçları ile sonuca ulaşmasına yardımcı
oluyordu. İyi şeyler düşünmeye çalışıyordu. Çok fazla kaptırmamıştı
kendisini. Atlatacaktı. Hem zaten kaç ay olmuştu ki? Yine de bu kadar kısa
sürede bu kadar güzel anıları olduğu için teşekkür borçluydu. Silkelendi,
oturuşunu dikleştirdi, yüzüne başarabildiği kadar bir gülümseme
yerleştirdi.
-İki senedir aynı hislerle hareket ediyorsa zaten hiç
şansım yokmuş. Keşke bizi de böyle sevecek erkekler bulsak. Tamam sonu üzücü
olmuş onun için ama yine de büyük bir aşk yaşamış. Biz de böyle sevileceğimiz
bir aşk bekleyelim.
-Bekleyelim bakalım.
İki gün boyunca ölmeyecek kadar yedi, dudakları kurumayacak
kadar su içti, işini çevirecek kadar uyudu. Hiç gülmedi, az ağladı, bol
düşündü...
Bu iki gün boyunca Cüneyt'ten hiç ses
çıkmamıştı. Zaten aramasını beklemiyordu. Kendine de yalan söylemeye
başlamıştı. Aramasını bekliyordu. Yoksa niye gözü devamlı telefonuna
takılacaktı ki? Sonunda gezi günü geldi çattı.
Sabah sırt çantasını alıp çıktı evden. Arkadaşları ile
buluşacağı meydana geldiğinde indi taksiden. Yüzünde onları kandıracak kadar
bir gülümseme vardı. Üç gün boyunca gerçek ruh halini saklayabileceğinden emin
değildi. Okumayı sevdiğini bilen arkadaşları onu bir şeyler okurken görünce
rahatsız etmeyecekti. O yüzden tabletini yanına almıştı. Kaçma ihtiyacı duyunca
sığınacağı bir şeyler lazımdı.
Eşler, nişanlılar, çocuklar derken kırk kişiden daha
kalabalık bir grup olmuşlardı. Otobüs ile gidilecekti. Hepsi ile sarılmış,
öpüşmüş, ayak üstü kısa muhabbetler yapmıştı. Zaten bu toplantıların haricinde
de görüştükleri için konuşacak konu çoktu. Hareket saati geldiğinde herkes
otobüse yürürken telefonu çaldığı için bir an duraksadı.
Ekranda bir numara vardı ama isim çıkmamıştı. Merakla
alo dediğinde hem kulağından hem de hemen arkasından gelen sesle
duraladı.
-İyi yolculuklar demek için aramıştım.
Cüneyt'in sesini duyar duymaz arkasına dönmüş,
neredeyse burnu adamın montuna gömülmüştü.
-Ne arıyorsun burada?
-Dedim ya, sana iyi yolculuklar dilemeye geldim.
-Neden böyle bir şey yapmak istedin?
-Çünkü o söylediğin bekarlardan varsa, senin artık
hayatında biri olduğunu bilsinler istedim.
-Kim var benim hayatımda?
-Ben varım. Döndüğünde bekliyor olacağım. Gerçekten
konuşacağız. Geçen gün öyle gittiğim için özür dilerim. Açıklamayı gerçekten
hak ediyordun ama ben hazır değildim.
-Artık hazır mısın?
-Hiç tahmin etmeyeceğim kadar hazırım üstelik.
-Teşekkür ederim.
-Ben de hala beni dinlemeye hazır olduğun için
teşekkür ederim.
-Artık gitmem lazım.
-İyi eğlen. Gül artık. Seni izledim, herkes gülüyordu
senden başka. Gül lütfen.
-Eğleneceğim, güleceğim. Döndüğümde görüşmek
üzere.
-Sakın... neyse tamam, hadi iyi eğlenceler, gidince
ara.
-Ne diyecektin?
-Boş ver.
-Söyle...
-Kızma ama... Benim yapmayacağım, hiçbir şeyi yapma...
diyecektim. Üstelik yapmayacağını bildiğim halde...
-Tamam, merak etme.
Otobüsün kapısına doğru bir hamle yaptı. Herkes
binmiş, onu bekliyordu. Cüneyt elini tutup binmesini engellemiş, geri döndürüp
çok küçük, belli belirsiz bir öpücük bırakmıştı dudaklarına. Gülerek bindi
otobüse. Tüm arkadaşlarının oooooo, Şevvalllllll, o neydiiiiii,
deyişlerini Cüneyt bile duymuş, gülerek el sallıyordu. İçindeki korku iki günde
geçecek gibi değildi ama başaracaktı. Hayatı çok daha iyi olacaktı.
İner inmez aramış, sen de gel demişti Şevval. Boş oda
vardı. Çok güzel vakit geçireceklerdi. Yine de Cüneyt, hayır demiş, gitmemişti.
Meraktan ölüyor, kabuslarla uyanıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Ama aşacaktı
bu üç günü. Böyle başlayacak, sonra çok daha iyi bir yaşamı olacaktı. Neler
yapması gerektiğini biliyordu.
Otobüsten iner inmez kendini Cüneyt'in kollarında
bulmuştu.
-Çok özledim. Deli gibi özledim.
-Ben de özledim ama gelmeyen birisi için seninki biraz
tuhaf kaçıyor. Niye gelmedin?
-Sonra konuşuruz. Şimdi, hadi vedalaşacaksan vedalaş,
hemen gidelim.
-Vedalaşacağım ama seni de tanıştıracağım. Üç gündür
başımın etini yediler. Tabii sen de istersen.
İstiyordu. Hepsini tanımak, ölçmek, biçmek, kendisinin
yerini anlatmak istiyordu. Bir elini Şevval'in beline doladıktan sonra
arkadaşları ile tanıştı. Sevmişti grubu. Herkes samimi gözüküyordu. Hatta bir
dahaki sefere gelmesini söylemişlerdi.
Nihayet arkadaşlarından ayrıldıktan sonra arabaya
bindiler.
-Konuşmalıyız Şevval. Nereye gidelim?
-En uygunu benim evim sanırım.
-Tamam.
Çay demlenirken konuşmaya başladılar. Daha doğrusu
Cüneyt anlatmaya başladı.
-Üç sene önce tanıştık, çıkmaya başladık, evlenmeye
karar verdik. O süre içinde çok yakın arkadaşlarımız ile de birbirimizi
tanıştırdık. Birlikte programlar yaptık. O kadar çok gülüyor, eğleniyorduk ki
tüm hayatımız öyle geçecek diye seviniyordum. Ortak zevklerimizin olması, aynı
şeylere gülebilmek önemliydi. Mükemmel diye bir şey varsa işte o bizim
ilişkimizin tarifiydi... Sonra...
Bir süre sustu, o ana kadar asık olan yüzü gülmeye
başladı.
-Sonra, ne kadar aptal olduğumu anladım. O üç yıl
içinde tamamen sahte birini tanımışım. Tek bir ortak noktamız yokmuş aslında.
Hep yalan söylüyormuş. Okumadığı kitapların özetlerini bulup üç beş cümle
ezberliyormuş. Filmlerin konularını okuyor, bir iki sahneyi izliyormuş. Benimle
birlikte iki erkekle daha çıkıyormuş. Sonunda üçümüzü de ortada bırakıp bir
başka adamla çekti gitti.
-Ona hala aşık mısın?
Anlattıklarından sonra eğer hala böyle birine aşıksa o
kadını alnından öpmek lazım diye düşünüyordu.
-Aptalmışım dediysem, o kadar da değil. Aslında ara
sıra şüpheleniyordum ama bu kadar büyük bir yalanı beklemiyordum. Tüm güvenimi
kaybettim. Bu kıskançlıkla falan alakalı değil. Bu karşımdakilerin ne kadar
büyük oynayabilecekleri ile alakalı. Bir iki küçük şüphe hariç her dediğine
inanmıştım. Gerçekleri öğrendikten sonra ise herkesten şüphe etmeye
başladım.
Bir an sustu. Sonra sonuçlarına katlanacağını belli
eden bir ses tonu ile devam etti.
-Seninle tanıştığımız gün katıldığımız oyunun ilk
sorusunun bir film, sonrasındakinin bir kitap olması, koca bir paragrafı
hatırlayan insanlarla arkadaş olman hep artı olarak yazıldı hanene. Yine de her
hareketini kontrol etme ihtiyacı hissediyor olmam aramıza soğukluk sokuyordu.
Fark ediyor ama önüne geçemiyordum. Ben gelince ekranı kapatman, benle
konuşurken arkadan gelen sesler falan üst üste gelince eski korkularım yine
ortaya çıktı. Artık engelleyemez oldum. Geç kaldığın akşam tüm çabama rağmen
tutamadım kendimi. Öyle olmadığını bildiğim halde seni müşteri diye anlattığın
kişi ile birlikte düşünmekten aklımı kaçırıyordum.
-Bence kaçırmıştın zaten. Neler söyledin bana? Hala
inanamıyorum o akşam söylediklerine.
-Çözeceğim bunu. Ara sıra saçmalarsam çarem sen
olacaksın. Elimden geleni yapacağım.
-Ben de yardım edeceğim. Arkasında manasız, mantıksız
kıskançlıklar var diye o kadar korkmuştum ki!
-Neden? Kıskanamaz mıyım seni?
-Mümkünse kıskanma.
Bir ara anlatacaktı babasını ve yaptıklarını. Ama şu
an anlatması gereken Cüneyt idi.
-Mümkün değil. Kıskanacağım elbette, fakat
abartmayacağım. Tek istediğim bana dürüst olman.
-Ama bu karşılıklı bir talep. Ben de dürüst olmanı
istiyorum.
-Aksi mümkün değil.
-Ben bunu tek istek olarak söylemiyorum ama. Başka
isteklerim de var.
-Ne istiyorsun? Söyle, yapabileceğim şeyse
elbette.
Kendi kaşınmıştı. Şimdi söyleyeceği ile geri
dönülmeyecek adım atıyordu.
-Beni sev...
Söylemişti işte.
-Tamam, hadi ne istiyorsun onu söyle.
-Söyledim ya.
-Ne söyledin?
-Beni sev dedim ya. Bunu istiyorum senden.
-Saçmalama Şevval.
Donup kalmıştı Şevval. Her şeyi yanlış mı anlamıştı?
Onca zaman konuştukları neydi? Yüzüne ateş basmıştı.
Cüneyt, genç kadının renginin atması ile kendisini
yanlış anladığını anlamıştı.
-Canım, bir tanem, aşkım, seni sevmemi istemene ne
gerek var? Zaten seni sevilebilecek her şekilde, ölçülemeyecek kadar çok
seviyorum. Bunu benden istemene ne gerek var, demek istedim. Benden isteyeceğin
başka bir şey varsa söyle, yoksa da gel artık buraya...
Ne ara o kolların arasına koştuğunu
anımsamıyordu.
Nihayet 2. oyun için ekip toparlanacaktı. Randevu
saatleri geldiğinde sadece Şevval ve Cüneyt gelmişti. Son dakikaya kadar
bekledikleri halde ne Cansel, ne Ayşenur yoktu. Can zaten katılamayacağım
demişti. Başka zamana erteleyemeyecekleri, ödül oyun olduğu için ikisi girmek
zorundaydı.
-Eminim başarırız, hadi gel.
Cüneyt, elinden tutup odaya soktu.
Başka bir oyun olacağını biliyordu. Bu kez film bir
düğüne aitti.
-İki gelin mi? Bu soruyu hazırlayanların nasıl bir
fantezisi var acaba?
-Şiiişşşttt bizi duyuyorlar.
-İyi tamam, bak tüm resimler itiş kakış içeriyor. Sen
böyle filmleri sever misin? Hiç izlemedik sanırım.
-Hayır, izlemedik ama izleriz.
-Tamam, o zaman açsınlar kapımızı, çünkü bu Düğün
Savaşları...
-Emin misin?
-Şüphen mi var? Bizler romantik komedileri
severiz.
-Belli. Kapı açıldı.
Yeni odada bir sürü renkte masalar, süsler, tüller
falan vardı. Oyun, tek bir masanın düzenlenmesinin noksansız olmasını gerekli
görüyordu. İstedikleri rengi seçebilirlerdi. Tek bir noksan olmadan
hazırlamaları gerekiyordu.
-Hangi renk? Sarı, mavi, pembe,
beyaz, lila ve açık yeşil var...
-Sen hangi rengi istersin? Maviyi ve beyazı çok
kullanıyorsun.
-İşim gereği. Sen seç rengi. Ben toparlamaya
uğraşırım, masayı sen hazırlarsın.
-O zaman şu açık yeşil olsun.
-Tamam, hadi bakalım.
Çok oyalanmışlar ama nefis bir masa
hazırlamışlardı.
-Beğendin mi?
-Bayıldım. Sanırım kendime bu renklerde bir şeyler
alacağım.
-Ben de çok beğendim.
-Onlar da beğenmiş, bak kapı açıldı.
Yeni odada yine bir sürü harf olan duvarlarla
karşılaştılar.
Açıklamayı okuduklarında işlerinin daha zor olduğunu
anlamışlardı.
Sadece üç kelime bulmaları gerekiyordu. Sağdan sola,
soldan sağa, aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya taramalarına rağmen ilk iki
duvarda tek anlamlı kelime bulamadılar.
Üçüncü duvarı incelerken Cüneyt nihayet ilk kelimeyi
bulmuştu. Fakat bunu söyleyemezdi. Şevval bulmalıydı. Diğer iki kelimeyi de
yakınlarda bulacağını tahmin ediyordu. İki sıra aşağıda üçüncü kelimeyi,
son satırda da ortadaki kelimeyi bulunca rahatlamıştı. Eğer Şevval bulamazsa o
gösterecekti.
Şevval, ilk kelimeyi okuduğunda şüphelenmişti. Nihayet
bir kelime bulmuş olmanın heyecanı ile tam söyleyecekken susmuştu. İkinci kelimeyi
bulması gerekiyordu. Hızlı gözlerle taradı tüm duvarı. İşte o da
vardı. Artık emin bir şekilde son kelimeyi aradı. Sanki az önce görmüş müydü?
Evet işte onu da bulmuştu.
İlk iki odada anlamalıydı bir şeyler olduğunu. Hatta
sadece ikisi içeri girdiğinde çözmeliydi...
Cüneyt, onun yüzünü inceliyor, orada bir şeyler
arıyordu. Şevval, yüzünü döndü, kendisine aşkla bakan adama aynı aşk dolu
gözlerle baktı. Yüzü ıslanıyordu ama umurunda değildi.
-Evet
-Evet dedin değil mi?
-Evet dedim, evet canım...
Kapı açılırken, ekrandaki üç kelimeyi oyun evinin
mutlu sahipleri boyamış, BENİMLE EVLENİR
MİSİN? kelimeleri tüm odada yanıp sönmeye başlamış, onların etrafını
da kırmızı kalpler doldurmuştu. Ağlarken gülmeye başlayan Şevval, fısıltı
ile kulağına söyledi söyleyeceklerini.
-Seni seviyorum, o masanın aynısını istiyorum, düğün
savaşlarına engel olacağıma söz veriyorum... ama senden tek isteğim var, ne
olur kırmızı kalpler falan olmasın.
-Emin misin?
-Seni sevdiğim kadar.
-Tamam, çok sevgi az romantizm... anlaştık.
SON
Teşekkürler böyle güzel ve uzun bir yazı için hoşuma gitti beğendim :) sitemin linkini koyuyorum müsadenizle bana da beklerim efendim. Magazin Haberleri
YanıtlaSil