İşte beklediği konuma gelmişti! Terfisinin iki sene gecikmiş
olması önceki yöneticinin taraf tutan, torpilci yapısından kaynaklanmıştı. O
zamanlar başka şirketlerden teklif edilen işleri kabul edebilirdi ama şimdi
olduğu yere gelmek için daha çok çalışması ve belki de daha çok vakit
kaybetmesi gerekirdi.
Bu akşam terfisinin kutlama yemeği vardı. Bölge Satış Müdürü
olarak, şirketin üst düzey yöneticilerine bir adım daha yaklaşmıştı. Geç
saatlere kadar süren çalışmalarının, tatil dinlemeyen programlarının
neticesiydi bu. Hedefini koymuş, başarmak için kendisini ve ekibini bazen
olağanüstü şartlarda çalıştırmıştı.
Organik ürünler satan gıda firmasında satış rakamlarını
yükseltmek güçtü. Çünkü normal üretilen gıdaların bazen üç, bazen beş katı
fiyatlara satılan yiyecekler herkesin bütçesine uygun değildi.
İlkesi; ‘Zoru başarırız, imkansız zaman alır!’ olan Noyan
başarmıştı.
Yeni bürosu ve eski sekreteri ile kısa sürede yeni başarılara
imza atacaktı. Eski ekibinden kendisi ile birlikte gelen satış müdürlerinin de
katılacağı yemek önemliydi. Genel müdür ve Yönetim kurulundan birileri de orada
olacaktı.
Keyfi yerindeydi.
***
Yedi yıllık sekreteri Selma, masasındaki evrakları
düzenliyordu. Uzun zamandır bekledikleri terfi gelince o da yeniden İstanbul’a
dönüş yapmıştı. Bunda yazar olan eşinin iş gibi bir engelinin olmaması büyük
etkendi. Üstelik maaşı artacak, hatta ev kirası ve faturalarının belli bir
bölümü şirket tarafından karşılanacaktı. Çünkü artık o da yönetici sekreteri,
ah hayır yönetici asistanı olmuştu! Kendi emrinde iki sekreter çalışacaktı. Bu
yeni düzenden hoşlanmıştı. Elindeki işlerin listesine baktı.
Noyan’ın takım elbisesi temizlemeye verilmişti. Taşınırken
çoğu kırışmış ve biraz tozlanmıştı. Yeni takım almasını söylemişti ama üstüne göre
kıyafet bulmakta ne kadar zorlandığını biliyordu. Spor yaparak geliştirdiği
göğüs ve kol kasları yüzünden gömlekleri ve takımları hep özel dikim oluyordu. Eve
giderken alabilmesi için yeni tutulan eve en yakın yerdeki kuru temizleme
firmasına vermişti takımı. Küçük bir dükkanda iki kadın çalışıyordu.
Askılardaki kıyafetleri incelemeden bırakamamıştı. Bu huyuna kızsa da elinden
daha azı gelmiyordu. Patronu gibi kusursuzluk ilk sıradaydı.
Telefonu çalınca az önceki düşünceleri bir kenara bırakıp iş
tavrına geri dönüp ahizeyi kaldırdı. Kısa konuşmanın ardından hemen yerinden
kalkıp genç adamın kapısını çaldı.
“Noyan, benim hemen hastaneye gitmem lazım. Alp’e araba
çarpmış. Hastanedeymiş.”
“Ne? Nasıl iyi mi?”
“Onunla konuştum. Sesi iyi geliyor ama ayağını kırmış.”
“Hadi çıkalım. Ben seni götüreyim.”
“Şoförlerden biri bırakır. Senin görüşmelerin var. İyi zaten
belli. Telefonda dalga geçiyordu. Sadece eve götürmek için beni istiyor.”
“Selma, ne olursa ara beni tamam mı?”
“Tamam, teşekkürler. Ah takımın… Noyan, bizim evin yerini
biliyorsun. Senin evin üç sokak arkasında… İşte o sokağın başındaki apartmanın
altında küçük bir kuru temizlemeci var. Takımın orada. Fişi de masamın üstünde.
Çok üzgünüm ama sen almak zorunda kalacaksın.”
“Çok ağrısı olmazsa yemeğe gelin.”
“Canı tatlıdır ama o gelemese de ben gelirim.”
“Para lazım mı?”
“Özel sigortası var. Tekrar teşekkürler. Çıktım.”
***
Noyan, Selma çıktıktan sonra yeni düzenlenmiş odasında
gözlerini gezdirdi. Hayatında büyük değişiklikler oluyordu. Akdeniz bölge sorumlusuyken
aldığı terfi ile Marmara Bölgesi satış müdürü olmuştu. İşi hem daha kolay hem
daha yorucu olacaktı. Ailesi ile görüşebileceği zamanlar artacaktı. Bu elbette
annesinin ‘evlenme yaşın geçti gidiyor’ sözlerini daha sık duyacağı anlamını
taşıyordu.
Haklıydı. Artık evlenmek ve çocuk sahibi olmak istiyordu. Kaba
bir hesapla iki sene sonra çocuk sahibi olsa, kırk yaşına geldiğinde çocuğu
okula yeni başlayacaktı. Onunla kaliteli zaman geçirmesi için yaşının çok da
ilerlememiş olması gerekiyordu. Akşamki yemeği bu yolda atılmış ilk adım olarak
değerlendirmeliydi. Katılanların kızlarına alıcı gözü ile bakmak ayıp olacaktı
ama konumuna ve yaşam standartlarına uygun birisini bulmak çok daha
mantıklıydı.
Gelen telefonlar ve tebrik için kapısını çalanlar ile geçen
öğleden sonra yormuştu. İş yapsa bu kadar yorulmayacağını biliyordu. Araya
sıkıştırılmış iki üç küçük iş telefonunu işten sayamazdı. Asıl yeni çalışma
temposu pazartesi günü başlayacaktı. Bu cuma akşamını felekten çalınmış bir
gece olarak düşünmeliydi.
***
Tarif edilen kuru temizlemeciyi kolaylıkla buldu. Büyük bir
firmanın şubesi olarak düşünmüştü. Fişe baksa olmadığını anlayacaktı ama buna
gerek duymamıştı. Selma buraya verdiyse mutlaka incelemiş olmalıydı. Camda
fiyatlar asılıydı. Semtin yapısına göre fiyatların cazip olduğunu
söyleyebilirdi.
Kapıyı açınca küçük bir çan sesi duydu. Elindeki fiş ile tezgaha
doğru yürürken kısaca etrafa göz attı. Olukça eski bir yer olduğunu anlamak
için duvarlarda asılı çerçeveli belgelerin sararmış kağıtlarından başka bir
kanıt yoktu. Makineler moderndi. İçeride kimyasal kokusu yoktu. Her yerde asılı
kıyafetler, beğenilen iş yaptıklarının kanıtıydı.
Orta yaşlı olduğunu tahmin ettiği bir kadının başka bir kadına
dantellerin olduğu bir grup el işini paketlediğini gördü. Kadınlar çeyiz
olduğunu nihayet anladığı şeyler üzerine konuşuyordu. Kendisi için ne kadar
uzak bir konuydu. Bir de telefon konuşması sesi geliyordu. Telefon olmalıydı
çünkü tek taraflı bir konuşma dinliyordu!
“Size, gelinliğin koltuk altının yırtık olduğunu söylüyorum.
Getirdiğinizde de öyleydi.”
“…”
“Bakın, boşa inat ediyorsunuz, hem bizdeki hem sizdeki fişin
üstünde bu yırtık not edilmiş durumda. İsterseniz biz tamir ettirelim parasını
ödeyin isterseniz alın kendiniz tamir ettirin. İade ederken sorun yaşamayın.”
Gelinlik iade mi edilecekti? İyi ama neden? Düğün iptal mi
olmuştu acaba?
“…”
“Ne demek ödemem? Kendi hatanızı bize mi mal edeceksiniz? Bunu
kabul etmemiz mümkün değil. Gerekirse o günkü kamera kayıtlarımızı
izlettiririm. Tamir ettirmiyorum. O hali ile alın ve iade ederken fahiş fiyat
kesecek olan firma ile kapışın.”
Gelinliklerin pahalı olduğunu biliyordu ama tamirin fahiş
fiyatlı olmasını anlamamıştı. Bu işler çok pahalıydı demek ki.
“…”
“Size elinizdeki fişte de yazılı olduğunu söyledim. Bunu en
başta konuştuğumuzu çok net anımsıyorum.”
“…”
“Fişinizin kaybolması sorunumuz değil. Otuz gün içinde
gelinliği almazsanız, ben o yırtık yeri onartır ve ikinci el gelinlik
satanlara, tüm masraflarımın üstünde bir fiyata satarım. Karar sizin.” Bu kez
sesi intikam alan ama bunu gülümsemenin ardına saklayan bir tını edinmişti.
Noyan da farkında olmadan bıyık altından gülümsemişti.
“…”
“Pekala, o zaman fişiniz ile gelip gelinliği teslim alın,
sonra da vereceğim adresteki terziye götürün. Pazarlığınızı orada yaparsınız.”
Artık ses haklılığı ve kararlılığı belli ediyordu. Noyan, o
eski küflenmiş ‘müşteri daima haklıdır’ klişesinin artık yıkıldığını her yerde
görebiliyordu. Haklılık gerçekten elde edilmişse savunulmalıydı. Terbiyesizlik
ve arsızlık bunu sağlamak için kullanılmamalıydı.
Noyan tüm konuşmayı dinlediğini kendine itiraf ediyordu.
Aslında özel bir konuşmaydı ama dükkan küçük, ses yüksekti. O yüksek ses genç
bir kadına aitti. Selma zaten iki kadının çalıştığını söylemişti. Diğer kadın
az sonra beklediği tezgaha geldi. Paket yapan kadının genç kopyası gibiydi. Saç
rengi hariçti elbette. Çünkü diğer kadın açık kahverengi saçlıydı. Anne kız
olma ihtimalleri çok yüksekti.
Noyan’a bakıp sanki az önce sinirle konuşan o değilmiş gibi
gülümsedi. İki yanağında da gamzeler belirmişti. Gür, siyah ve kulak hizasında
kesilmiş saçları ile çok güzel gözüküyordu. Üstünde diğer kadının da giydiği
önlüğün aynısından vardı. Vücudunun ince olduğundan başka belli olan hiçbir şey
yoktu. Noyan kısacık anda iki kadının da zayıf ama güçlü yapılara sahip
olduğunu gördü.
Yaşlı olan… ki pek de yaşlı durmayan kadın paket yaparken aynı
zamanda müşterisi ile muhabbet ettiği için henüz işi bitmemişti. Kendisini ilk
gördüğünde gülümsediğinde onun da gamzeleri olduğunu anımsamıştı Noyan.
“Nasıl yardımcı olabilirim?” İşte yine gülümsemişti.
Noyan bir anda dilinden dökülenlere mani olamadı. “Kaybolmamış
fişim ile yırtıksız takımımı almaya gelmiştim.”
“Vaktiniz olsa sizinle o kadının dedikodusunu yapmak isterdim
ama aceleniz varmış gibi gözüküyorsunuz!”
Noyan neredeyse kahkaha atacaktı. Dinlediği için kızacağına
kendisine uymuş konuşmaya devam ediyordu.
“Haklısınız acelem var. Ama bir gün dinlemek için vakitli
gelirim. Ama tek sorum var. düğün iptal mi oldu? Gelinlik neden iade edilecek?”
O sırada arkadan gelen ayak sesleri ile başını kıyafetlerin arasında kaybolmuş
koridora çevirdi. Uzun boylu ince yapılı bir adam çıkmıştı oradan. Genç kızın
başını çevirip bakmasından sonra gelen adam ile el ve dudak hareketleri ile
konuşmasını izlemeye başladı. Genç kız söyleyeceklerini bitirdiğinde gülümseme
ile adama gamzelerini sunmuştu. Noyan yine gözlerinin oraya takıldığını
anlayınca utandı kendisinden.
Genç kız, hızlı konuşmanın ardından fiş ile hemen takımı bulup
getirmişti. Bir de beyaz gömlek temizletilmişti. Onu da alınca akşam için bir
yere gideceğini anlamıştı. Şanslı bir kadın ile yenecek güzel bir yemek... Bunu hep yapıyordu. Kıyafetlere göre insanlara
hayatlar biçiyordu. Bazen bundan keyif alsa da çoğu zaman hoşlanmadığı senaryolara
aklı kayıyordu. Şu an da pek hoşnut değildi düşündüğünden.
“Kusura bakmayın beklettim sizi. Aceleniz olduğunu
söylemiştiniz oysa.”
“O kadar da acil değildi. Sorun yok. Ama hala yanıt
bekliyorum.”
“Ah, anımsadım. Düğün yapıldı. Burası iş alanları olarak yeni
gelişti ama eskiden beri burada oturan orta sınıf hayat süren büyük bir kesim
var. onlar hala gelinlikleri kiralıyor ya da üstlerine göre diktirip sonra geri
veriyorlar. Böylece ucuz oluyor. Devir ekonomi devri.”
“Anladım. Böylece bana
para vermeden gidemeyeceğimi de anımsattınız. Borcum ne kadar?”
Elindeki takımı ve gömleğini kuru temizleme poşeti ile alıp
arabasına yürürken gülümsüyordu. Ne güzel gamzeleri vardı. Adı neydi acaba?
***
Yemek, tahmininden daha neşeli geçiyordu. Başka terfiler de
vardı ve herkesin yüzünde gülücükler dolaşıyordu. Geç de olsa Selma da
gelmişti. Zaten eve yakın bir yerdeydi yemek. Şirketin politikalarından biriydi
bu da. Ev işe, mekanlar işe, iş, iş merkezlerine yakındı. Vakit artık İstanbul
için büyük sorundu.
Noyan, tek başına kaldığı kısacık an etrafı izlemeye başladı.
O yüzlerdeki gülümsemelerin sahteliğini inceledi. Yeni terfi alanlar bir üst
basamağa yaklaştıkları için mutluydu ama aynı zamanda birilerini geride
bıraktıkları için de egoları şişmişti. Kendilerinin üstünde olanların ise
yüzlerindeki gülümsemenin ardında ‘yerime talip olanlar bunlar’ ifadesi
saklıydı. Kariyer yolu açık olan işlerin şaşmaz kuralıydı bu. Her gülümsemenin
ardında bir hırs ve nefret gizliydi.
Yanına yaklaşan genç kadına çevirdi bakışlarını. Uzun
topukların üstünde, iyi bir markanın takımının içinde bakımlı saçları ile
kusursuz bir görüntüye sahipti. Az önce tanışmıştı. Yeni işe alınmış İnsan
Kaynakları Bölüm Başkanıydı. Yüzündeki samimi ifadenin aslında sahte olduğunu uzman
gözler anlayabilirdi. İşi personelle görüşmek olan birisinin olmazsa olmazıydı
bu. Çoğu zaman ifadesiz, gerektiği zaman içten ve samimi! Yani duygularını
gizlemekte uzman…
“Güzel bir parti.”
“Evet, tahminimden güzel ve eğlenceli. Samimiyetin bu kadar bariz
olduğu yemekleri unutmuşum.”
Genç kadın gülümsemesini biraz daha genişletti. Çok güzel
dişleri ve o dişlerin bir kısmını seksi bir şekilde örten dolgun dudakları
vardı. Noyan, bakışlarını zorluklar dudaklarından gözlerine çevirdi. Etkileyici
gülümseme biraz şekil değiştirmiş gibiydi. Sanki ‘anladım ve sana katılmaya
niyetliyim’ diyordu.
Kısa bir an düşündü. Sonra bunun olmaması gerektiğine karar
verdi. Aynı iş ortamında yaşanan ilişkileri doğru bulmazdı. Sonraki adımlarını
daha mesafeli hale getirip tavrını netleştirdi. Genç kadının bunu da anladığı
bakışlarından belli oluyordu. Israrcı olmaması konumunu düşünmesindendi.
Noyan, yeniden gözlerini partiye dönüşen yemekteki davetlilere
çevirdi. Kimisi kokteyl masalarında konuşmaya dalmış kimisi yemek masalarında
muhabbete devam ediyor kimisi de çalan müziğe uymuş dans ediyordu. Nihayet
dansa kaldırabileceği birisini bulmuştu.
Yönetim kurulu üyelerinden birinin kızıydı. Adımını attığı an
vazgeçti. Bir ilişkiye başlar ve yürümezse sonra neler olacağını biliyordu.
Böyle şeylerle uğraşamayacaktı. Aile kurmak istiyordu ama böyle değil. En
azından işinin akıbetinin ne olacağını düşünmeyeceği bir ilişki olmalıydı. Yaşı
geri gitmediğine göre, yeni iş imkanlarının bu kadar iyi olmasını bekleyemezdi.
Bir ailenin geçimini düşünecekse işinin güvenliğini kendi sağlamalıydı. Devir
ne kadar değişirse değişsin erkeklerin öncelikleri değişmiyordu. Ailesine
bakabilmeliydi…
Yatırımlarını düşündüğünde uzun zaman idare edebileceğini
biliyordu ama aksilikleri de hesap etmesi gerekiyordu. Yemek artık onun için
tatsız bir hal almıştı kendi düşünceleri yüzünden kaçan tadını yine kendisi
geri getirdi. Aklına gelen gamzeler yüzüne küçük bir tebessüm yerleştirdi.
***
Bir ay sonra elinde bir sürü kıyafet ile temizleyicinin önünde
duruyordu. İçeri baktığında genç kızın uzun boylu bir erkekle konuştuğunu
gördü. Üstelik flört ediyor gibiydiler, başları çok yakında ve gülüyorlardı.
Ellerine hiç dikkat etmemişti. Evli miydi acaba? Belki de nişanlısıydı o adam?
Kapının sesini duyan genç kız başını kapıya çevirmişti.
Yüzünde yine güzel bir gülümseme ve iki gamze vardı. Diğer erkeği bankonun
önünde bırakıp kendisine doğru yürüdü.
“Hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?”
Ah işte bu çok güzel! Kendisini unutmuştu. Neden
anımsayacaktı? Birkaç dakikasını alan bir müşteriyi anımsaması için neden var
mıydı?
“Burada beş takım elbise var. On iki tane de gömlek.”
İçlerinden iki gömleği ve bir takımı ayırıp, “Bunları akşama alabilir miyim?”
diye sordu. Onu zorlamak istemişti. Neredeyse öğlen olmuştu. Bir saatte kuru
temizleme yapılabiliyordu. Acaba yarım saat kırk beş dakika sonra almak
istiyorum dese daha mı iyi olurdu? Saçmalıyordu. O kıyafetlere yarına kadar
ihtiyacı yoktu. Pazar öğleden sonra yola çıkacaktı. Valizini cumartesi
yapacaktı ve onlar da o valize girecekti. Ama o an öyle söylemek çok hoşuna
gitmişti. En azından şu adamla daha fazla vakit geçiremeyecekti.
Genç kız kıyafetlere baktı. Diğer erkeğe dönüp, “Emel’e
selamlarımı ilet. Bebeği en kısa sürede göreceğim. Ben gelene kadar
yiyebileceğim kıvama getirsin lütfen. Çok küçük olunca dişimin kovuğuna
gitmiyorlar. O yüzden biraz ara verdim görmeye.” Adam ona eğilip, “Sen onun
halasısın yemeye kıyamazsın.” Deyince Noyan duyduklarını düzene sokmaya
çalıştı. Hala… Yani kardeş…
“Ah beni bu kadar iyi tanımak zorunda mısın? Hadi git şimdi
işim var.” Adam kapıya doğru döndüğünde yüzünde hala gülümseme ve kız
kardeşiyle bir örnek gamzeler vardı.
Rahatlamıştı. Nedenini bilmiyordu ama rahatlamıştı. Ağabeyi
ile konuşuyordu! Bu hoşuna gitmişti.
Kendi getirdikleri ile ilgilenmeye başladığını görünce az önce sorduğu sorunun
artık gereksiz olduğunu söylemek istedi. Evde daha bir sürü takımı vardı. Acil
bir durumda onlardan yanına alabilirdi. Gömlek için de aynı şey geçerliydi.
Sonra vazgeçti. Akşam gelecek, hazır olanları alacak ve onu yeniden görecekti.
Ayrıca ertesi gün gelecek yine görecekti.
Aradan geçen bir aylık süre içinde Selma onun için iki kez
daha buraya uğramıştı. Kendisi gelmek istese de bundan hep vazgeçmişti.
Çıkacağı iki haftalık yolculuk öncesi onu görmek istediğine karar vermiş ve
gelmişti.
Genç kız tüm parçaları tek tek kontrol etti. Sipariş fişine
yazdı. Lekeli olan yoktu. Genç kız bunu not ederken, Noyan’ın aklına arabadaki
kravatlar geldi. “Bir dakika,” diyerek hemen arabasına gitti. Elindeki poşette
bir sürü kravat vardı. Aslında pasaklı bir adam değildi ama bir hafta içinde üç
tanesini yemek lekesi, birini kahve lekesi yapmıştı.
“Asıl sorunluları unutmuşum. Bunların çoğunda leke var.”
O konuşurken genç kız da tüm kıyafetlerin ceplerine tek tek
bakıyordu. Birinden çıkarttığı kartviziti üstüne bile bakmadan kendisine
uzattı.
“Kontrol ettiğimi sanıyordum. Teşekkürler.”
Genç kız kendisine mesafeli davranıyordu. “Genelde bir
yerlerde bir şeyler unutulur. Merak etmeyin biz kontrol etmeden temizlemeye
başlamayız.”
“Teşekkürler. Gelinlik ile ilgili sorunu çözdünüz mü?”
“Ahha dedikodu yapacaktık ama unuttunuz sanmıştım.”
‘Unutmamış’ İkisinin de aklından geçen buydu. Doğal olarak
arkasından da gülümseme gelmişti.
“Sonuç?”
“Sonuç şu, gelinliği alıp terzimize götürdü ve onu biraz
çıldırttıktan sonra bütçesini sarsmadan istediğini aldı. Ve emin ol bundan
sonra her gerektiğinde bizim kapımızı çalacak.”
“Satış sonrası hizmetimiz iyidir diyorsun!”
“Bu işlerden anlıyorsun.”
“Evet, satış müdürüyüm.”
“Çok güzel…” Sanki başka şeyler de söyleyecekmiş ama susmuş
gibi geldi Noyan’a. Baskı yapsa öğrenebilir miydi? Vazgeçti. “Güzel ama yorucu
bir iş. Bu arada ben Noyan Çandar.” İşte şimdi adını öğrenecekti.
“Memnun oldum Noyan Bey. Ben de dedikoducu Pelin.” Soyadını
söylememişti. Dükkanın adı Temiz Kuru Temizleme idi. Bu kadar rastlantı
olamayacağına göre soyadı başka olmalıydı. “Pelin ne?”
“Pelin Temiz.”
“Soyadınıza göre mi iş kurdunuz?” Bekardı… Ama bunu
söyleyemeyeceğine göre… Gülümsemeye başlamıştı.
“Hayır, soyadımızı işimize göre almışız. Büyük büyük babam
kurmuş bu işi. Elbet çok ilkel makineler ile ve küçücük bir kapasite ile.”
“Çok fazla büyütmemişsiniz.”
“Bu cümlede aşağılama mı var?”
“Hayır, hayır sakın öyle düşünme. İsteseydiniz
büyütebileceğiniz bir iş kurmuşsunuz. Tercihleri sorgulamak bana düşmez.”
“Babam, okuyamadı. Görmüştünüz sanırım. Konuşamıyor. Eskiden
eğitimde engellilere çok fazla imkan yoktu. O da dedesinin, babasına bıraktığı
işi devraldı. Sonrası da ortada. İsteseydi şube açabilirdik ama hepimizi
yakınında istiyor. Annem ve ben onunla konuşabiliyoruz. Bizler başka dükkanlara
geçsek o burada yalnız kalacak ve sıkılacak. Hiçbirimiz bunu istemeyiz.”
“Haklısın. Çok doğru bir karar vermişsiniz. Neredeler bugün?”
“Babam arkada ütü yapıyor. Annem ise akşam yemeğini hazırlamak
için eve gitti. Sakin bir gün.”
“Bir de ağabeyin var sanırım!”
“Evet, Polat ağabeyimin adı. Bir de Eda’cığım var. Ah tabii
Emel de var ama o ağabeyimi çaldığı için benim tarafımdan aforoz edildi. Eda’yı
doğurmasaydı asla affetmeyecektim.”
“Belli.” Bu kız rahat rahat konuşuyor muydu hep böyle? Her gelen
bekar erkeğe anlatıyor muydu? Sanki iç sesini duymuş gibi, “Çok konuştum.
Şunları temizlemeye başlasam iyi olacak. Akşam kaç gibi hazır olsunlar?”
“Yedi alsam? Kapatıyorsunuz o saatte ama ancak gelebilirim.”
“Olur. Diğerlerini yarın mı alacaksınız?”
“Evet, Pazar günü yola çıkacağım. Hepsi yanımda olmalı.”
“Uzun bir yolculuk olacak sanırım.”
“İki hafta sürecek. Tüm Marmara’yı dolaşacağım.”
“İş gezisi… Kolay gelsin size.” Git mi diyordu? Noyan, zaten
çok bile kaldığının farkındaydı ama yine de biraz daha konuşmak istiyordu. Her
istediğinin olmayacağını bilecek yaştaydı.
“Akşama görüşürüz. Sizlere de kolay gelsin.”
***
Küçük dükkandan çıktıktan sonra biraz etrafta dolaştı. İş
toplantısı için buluşacağı yere gitmeden önce neredeyse bir saati vardı. Biraz
daha dolaşmayı istemedi. Vitrinlere bakarken spor malzemeleri satan bir yeri
görüp girdi. İhtiyacı olan bir şey yoktu ama bakabileceği en iyi yer de
burasıydı. Dükkandan çıktığında yeni bir eşofman takımı ve ayakkabısı olmuştu.
Kendisini şımartmak buydu işte.
Saat yaklaşıyordu. Artık buluşma yerine gidebilirdi.
***
Saat yediye geliyordu. Pelin, heyecanlanmaya başladığını
hissetti. Üstünden zaman geçip bir daha kapısı çalınmayınca göremeyeceğini
düşünmüştü. Bugün kapıdan girdiğini görünce heyecanlanmış, belli etmemek için
ağabeyi ile konuşmaya devam etmişti. Tamamen iş amaçlı geldiğini tahmin ettiği
için mesafeli de davranmıştı. Ama önceki konuşmayı unutmamış olması biraz
rahatlatmıştı.
Tüm öğleden sonra tek başına çalıştığı için sık sık düşünmüştü
Noyan’ı. Şimdi ise heyecanı artmış kapıdan girmesini bekliyordu. Yediyi on geçe
gelmişti. Acele ettiği belliydi.
“Geçe bırakmadım umarım? Toplantı tahminimden uzun sürdü.
Arayıp haber vermek istedim ama…”
“Geç kalmadık. Yedi buçukta kapatıyoruz zaten.”
“Kapıda yedi yazıyor!”
“O geç kalınmasına engel olmak için.”
“Güzel taktik.”
“Evinize gidecek vaktiniz yoksa üstünüzü arkadaki odada
değiştirebilirsiniz. Toplantı uzayınca zaman kaymış olabilir.”
Bir an düşündü, neden böyle bir teklif yapıyor olabilirdi?
Tabi ya, ona akşama lazım demişti. Yalanı yakalanacaktı neredeyse. “Teşekkürler
ama akşamki programa gecikmem. Daha vaktim var.”
Cüzdanını çıkartırken bir de kart çıkarttı. Arkasına özel cep
telefonu numarasını yazdı. “Bir daha gecikirsem numaram bulunsun. Arayıp beni
taciz edebilirsin böylece.”
“Bu cümleden sonra kesinlikle aramayacağım belli oldu.”
“Şakaydı.”
“Biliyorum. Yine de aramayacağım.”
“Neden?”
“Aramamı gerektirecek ne olabilir ki?”
“Hatır sorabilirsin.”
Pelin önce şaşkınlıkla baktı sonra da kahkaha attı. “İşte bu
kesinlikle taciz olur.”
“Peki, ben de seni taciz etme hakkına sahip olursam? O zaman
da aramaz mısın?”
Pelin biraz düşündü. Bu bir teklifin başlangıcı gibiydi.
Kendisi ile flört ediyordu bunu anlamak için dahi olması gerekmiyordu. Ama ya
sonra? Sonrasını düşünmekten vazgeçti.
İş önlüğünün cebinden telefonunu çıkarttı. Kartın arkasındaki
numarayı tuşladı. Noyan cebindeki telefonun çaldığını duyup gülümsedi.
“Sizi evinize bırakayım mı? Arabanız var mı?”
“Arabamız var ama işe araba ile gelmiyoruz. Benzinden tasarruf
yapıyoruz. Yine de teşekkür ederiz. Babam bu teklifi duyunca pek mutlu olmaz.”
“Neden?”
“Asansöre araban sığmayacağı için.” Noyan şaşkın bakışlarla
duyduğunu anlamaya çalışıyordu. “Ağzını kapa, üst katta oturuyoruz. Gerçi
sekizinci kata kadar merdivenden çıktığımız zaman pek memnun kalmıyoruz ama
asansör çalıştığı sürece halimizden memnunuz.”
“Nihayet anladım. Şanslısınız. Dükkanın üstünden ev bulmak ya
da evin altında dükkan bulmak güçtür.”
“Biz de çok zorlandık. Eski binayı yıktırtmak için epey uğraş
verdik. Sonra buraya bu ikiz apartmanları yaptırdık. Bu ve yandaki binanın
toplam altı dairesi babamla anneme ait.” Bunu niye söylemişti ki? Ah evet işi
büyütmediklerini söyleyip biraz küçümsemişti. Bilinçaltı ne kadar haindi!
“Vavvv, bu semtte bu kadar daire sahibi olmak iyi olmalı?”
“Kirasını geciktiren kimse olmaz. Şanslı adam babam!”
“Şanslı olduğu belli. Çok tatlı bir ailesi var.” Bu para pulla
ilgili bir yanıt değildi. Pelin gülümsedi.
Daha çok konuşmak istiyordu ama bahsedilen adam arka taraftan
gelmişti. Kızı ile yine işaretlerle konuşmaya başlayınca saat göstermelerinden
kapatmak üzere olduklarını anlamıştı.
Pelin babasını tanıştırınca gamzelerin kaynağı ortaya
çıkmıştı. Annesi gibi babası da genç gözüküyordu. Saçının siyah rengi de
babasındandı.
“Seni daha fazla tutmayayım. İyi akşamlar. Yarın öğleden sonra
uğrar alırım kalanları.”
“İyi akşamlar.”
***
Cumartesi dükkan o kadar yoğundu ki Noyan birkaç cümleden
fazlasını konuşmaya fırsat bulamadı. Ödemeyi yaparken Pelin kendisine iyi
yolculuklar dilemiş, dikkatli gitmesini söylemişti.
Pazar günü yola çıkmış ilk durak olarak Bursa’ya ulaşmıştı.
Oteline yerleştikten sonra akşam yemeği için dışarı çıkmaya karar verdi. Fazla
geç saate kadar kalamayacağı için gezmeyi sonraya bıraktı.
Pazartesi sabahı toplantıları başlıyordu.
Eli telefonunda birkaç kez aramayı düşünse de vazgeçmişti.
Henüz arayacak kadar yakın değildi. Üstelik daha dün görüşmüştü. Ama sesini
duymak istiyordu. Yine de kendisini dizginledi. Saat henüz dokuz olduğunda
odasına gelmişti. Televizyonu açıp kanalları karıştırırken bir yandan da duş
için soyunuyordu. Havanın sıcak olmasından istifade edip ılık bir duş ile
rahatladı. Sabah erken kalkacak ve spor yapacaktı. Saatini altıya kurup oda
servisinden kahve istedi. Sonra da yatağına uzandı. Eli yine telefonuna
gitmişti. Ne yapacağını bilmez vaziyette ekrana bakarken yeni bir mesaj
geldiğinin sinyali ile sıçradı. Bu kadar dalgın olduğunu anlamak komik
gelmişti. Mesajı açtığında ise gülümseme tüm yüzüne yayıldı.
‘Tacizcin iş başında. Umarım sağ salim ulaşmışsındır?’
Merak etmişti… Ne yol yorgunluğu ne de uzun sürecek iş
seyahatinin sıkıntısı kalmıştı.
‘Ulaştım. Seni aramamak için kendimle savaşıyordum.’
‘Neden? Taciz eden ben olayım diye mi aramadın?’
Noyan, daha fazla yazılı mesaj ile uğraşamayacaktı. Tuşa
bastığında ilk çalışta açılması hoşuna gitti.
“Aramadım, çünkü kızarsın diye düşündüm. Oysa yanılıyormuşum.
Nadiren yanılırım ve daha da nadir yanıldığım için kendime kızarım. Şu an ise
kendimi tekmeleyebilirim bile. İki saatten fazla zamandır kendimle savaş
veriyordum.”
“Noyan, tekmeleme sakın. Hem ben de benzer bir savaş verdim
ama yola çıkan sen olduğun için doğal olarak korkan da ben oldum.”
“Korkma demek isterdim ama korktuğunu bilmek çok güzel. Merak
eden birisinin olması ve bu kişinin annem olmaması tarifsiz bir duygu!”
Bu konuşma çok şeyin başlangıcı oldu. Kırk dakikaya yakın
konuştular. Sanki telefonda olmak onlar için daha kolay ve daha doğaldı.
Kendileri, işleri eğitimleri hakkında bir sürü küçük soru ile geçirdiler o kırk
dakikayı. Sonraki her gece aynı saatlerde konuştular. Bazen bir kitabı bazen
bir filmi ara sıra da politikayı konuştular. Ortak noktalar arıyorlardı. Çoğu
konuda ortak fikirleri olduğunu görmek de hoşlarına gidiyordu. Sanki
birbirlerinin sesini duymadan uyumak mümkün değilmiş gibi geliyordu.
İki haftalık iş seyahati bittiğinde ikisi de hem mutlu hem de
heyecanlıydı. Uzaktayken konuşmak kolaydı. Telefonların ardında olan yüzler
artık karşı karşıya gelecekti. Acaba uzakta olmanın verdiği heyecan mıydı
onları yakınlaştıran?
Pelin, on beş günlük telefon arkadaşlığının nerelere
gideceğini düşünüyor ve bir son göremiyordu. Noyan ile çok farklıydılar
aslında. Her konuşma bunu ispatlar gibiydi. Eğitimleri, çevreleri ve
çalıştıkları işler bile uyumsuzluklarının ispatıydı. Noyan ile ortak düşündüğü
ya da benzer zevklere sahip olduğu çok şey vardı ama küçük aykırılıklar bile
rahatsız ediyordu onu. Okumuş olmak yetmiyordu. Kültür ve yaşam tarzı başka bir
şeydi. Kendi yaşamına baktığında ailesinin ve arkadaşlarını etrafında dönen bir
dünyası olduğunu, dışa açık bir yapısı olmadığını söyleyebilirdi. En büyük
eğlencesi müşterileri ile konuşmaktı. Dış dünyadan anladığı neredeyse bununla
sınırlıydı. Oysa Noyan, iş için haftalarca şehirden şehre gezmiş, ara sıra
seminerler ve toplantılar içun yurt dışına çıktığını anlatmıştı. Oralarda
gezdiği yerleri anlatırken sesindeki keyifli tınılar telefondan bile ulaşıyordu
kendisine.
Aynı zamanlarda Noyan da düşüncelere dalmıştı. Yol bitmiş
evine adım atmıştı. Ertesi gün tatil olması büyük avantajdı. Pelin’i görmek
istiyordu. Konuşmaların getirdiği noktayı anlamak istiyordu. Otuz üç
yaşındaydı. Ama iki haftadır kendisini on yedilik delikanlı gibi hissediyordu.
Saatlerce süren konuşmalar ve kapatmamak için verilen çabalar komik gelse de
ertesi akşam aynı şeyi yapmaktan geri duramıyordu. Kendini engellemese gün
içinde de bir iki kez arayıp sesini duyacaktı.
Son konuşmalarında ertesi gün için randevu ayarlamışlardı.
Yemeğe çıkacaklardı. Eve yaklaşırken aramış ve sağ salim evine ulaştığını
söylemişti. Onun sesindeki sevinç ve rahatlamayı fırsat bilip yemek daveti
yapmıştı. Kabul edilen davetin ardından bu kez de nasıl bir yere götüreceğini
düşünmeye başlamıştı. Çok lüks bir yer rahatsız edebilir miydi? Salaş yeri de
hakaret sayabilirdi. En iyisi semtteki iyi ama aşırı lüks olmayan bir yerde
yemekti. Orta karar bir yer kimseyi zorda bırakmazdı.
***
İlk buluşma…
İkisi de telefondaki rahat hallerini kaybetmişti. Heyecan ve
panik hakimdi.
Noyan neden bu kadar heyecanlandığını bilememenin sıkıntısını
yaşıyordu. Onca gün yapılan konuşmaların hiç mi anlamı yoktu? Sanki yan yana
gibi saatlerce konuşmuşlardı. Şimdi ise eli ayağı birbirine karışıyordu.
Sıkıntısının ardında yatanın korku olduğunu anladığında daha da şaşırdı. Ters
bir şeyler olmasından korkuyordu. Olay buydu. Pelin ile yanlış bir adım
atmaktan korkuyordu.
Pelin de evde hazırlanırken benzer korkular yaşıyordu.
Uzaktayken yaşananların yakındayken yaşanmaması korkusu sarmıştı. Gurbettekine
tatlı gelen olaylar gibi olmasından korkuyordu. Özlem bitince, noksanlıklar
göze batmaya başlardı. Noyan da kısa sürede kendisinden sıkılacaktı. Daveti
geri çevirmediği için kızıyordu kendisine. Bu gece ilk ve son kez çıkacaklarını
düşünüyordu.
Telefonu çaldığında hazırlıkları bitmişti. Çantasını alıp
annesi ile vedalaşıp çıktı evden. Noyan kapısını açıp binmesini bekledi. Yine
çok şık bir takım elbise vardı üstünde. Pelin de siyah bir elbise giymişti. Her
kadının dolabında olması gereken tarzda bir elbiseydi. Şık, zarif ve her zaman
moda… “Çok güzelsin.” diyebilmişti Noyan. İlk kez onu önlüksüz görüyordu.
Tahmininde yanılmamıştı. Annesi ve babası gibi ince olduğunu biliyordu ama çok
da düzgün bir fiziği vardı. Saçlarını biraz daha dalgalı yapmıştı. Bu da güzel
yüzünü daha aydınlık gösteriyordu.
Noyan, yola bakarken tıkanan trafik sayesinde sık sık yanındaki
güzel kadını inceliyordu. Konuşma ise ara ara ortaya atılan kısa cümlelerden
ibaretti. Lokantaya gelmeleri çok uzun sürmedi. Arabayı valeye teslim edip
içeri girdiler. Pelin, etrafı incelediğinde tahmininde yanılmadığını gördü.
Oysa konuşmaların arasında yakaladığı mekan isimlerinden Noyan’ın çok daha lüks
yerlerde vakit geçirdiğini anlamıştı.
Masalarındaki serviste ikişer tane çatal ve bıçak vardı. Bu
bile belirleyici özellikti. Yüzünün düşmesini engellemeye çalışarak yemeğini
sipariş etti. Noyan da yemeğini sipariş etti. Beklerken nihayet konuşmaya
başladılar. Telefondaki gibi laf lafı açmaya başlamıştı. Saatlerce konuşarak
yemeklerini yediler. Tatlı ile geceyi noktaladılar.
Pelin, bir daha davet etmeyeceğini düşünüyordu. Çok uzak
olmasa da ayrı dünyalarda yaşıyorlardı. Bir gün bir yerlerde patlak verecek
farklılıkları vardı.
Eve bırakırken Noyan sessizdi. Pelin yanılmadığını
düşünüyordu.
“Çok güzel bir geceydi, teşekkür ederim. İyi geceler.”
“İyi geceler… Pelin, yarın ararım. Haftaya yine yemeğe çıkar
mıyız? Belki hafta içi?”
Kısa, çok kısa bir an düşündü. Kaybedecek ne vardı? Kalbi! Onu
zaten ilk gün kaybetmişti. Şimdi ise sadece onunla geçireceği vakitler vardı.
Kayıp olarak nitelendiremeyeceği, gün geldiğinde sevgi ile anacağı vakitler…
“Ara beni.” diyerek indi araçtan.
***
Dört aydır çıkıyorlardı. Noyan, Pelin’in yeğenini bile
görmüştü. Oysa Pelin, Noyan’ın ne bir akraba ne bir arkadaşını tanımamıştı. Bazı
günlerin sabahında Noyan temizlenmesi ya da sadece ütülenmesi için takım
elbiseler bırakıyordu. Çoğu o akşam alınıp bir yemek ya da parti için
kullanılıyordu. Gece sık sık dışarıda birileri ile buluşuyordu. Hiçbirine davet
etmemişti… Noyan, kendisinden utanıyordu! Aksi halde birileri ile
tanıştırmaktan çekinmesi gerekmezdi.
Babasının kuru temizleme dükkanında fiş doldurup makine
çalıştıran bir sevgili çok da övünülecek bir konumda değildi. Bunu anlıyordu
ama neden hala görüşmeye devam ettiklerini anlamıyordu. Kendisi ile gittiği
yerlerin kalitesi, sınıfı belliydi. Benzer yerlerde rezervasyon yaptırıyor,
kendi çevresinden kimsenin olmayacağı mekanları seçiyordu.
Aralık ayı geldiğinde tedirginliği arttı.
Noyan’ın doğum günü on beş aralıktı.
O gece ne yapacaklardı?
Kiminle kutlayacaktı?
Başkaları ile kutlama yapacak ise Pelin’i çağıracak mıydı?
Bunlar ve daha onlarcası uçuşuyordu aklında. Hediyesini
hazırlamıştı. Sık sık seyahat ettiği için şık bir giysi çantası almıştı. Hem
mesleğine de uyuyordu. Esprisi olsun istemişti.
Cumartesi günü doğum günüydü ve hala davet etmemişti.
Beklentilerini en aza indirmek istese de devamlı bunu düşünüyordu.
Noyan, Çarşamba günü aradığında akşama uğrayacağını,
söylemişti. Merakla ne konuşacaklarını bekliyordu. Saat yedi buçukta dükkanın
kapısındaydı.
Noyan, arabadan inip her zamanki gibi kapısını açtı ama Pelin’in
yüzü ‘her zamanki’ gibi değildi. Ters bir şeyler olduğunu anlamıştı Noyan. Oysa
o akşam güzel geçmeliydi.
“Yorgun musun? Yüzün çok solgun ve gülmüyorsun.”
“Evet, yorgunum. Sen de pek iyi gözükmüyorsun.”
“Ben de yorgunum sanırım. Üç toplantım vardı. Yarın da yönetim
kurulu toplantısı var. Malum sene sonu geldi ve rakamlar masaya yatırılacak.”
Pelin, kendi basit işindeki en büyük sorunu düşündü. Lekesi
çıkmamış bir bluz ya da rengi atmış bir elbise… Aman ne kadar büyük bir olay!
Oysa Noyan üç toplantıya girmiş, binlerce insanın çalıştığı bir sektörde
kararların altına imza atmıştı. İlişkilerinin geleceğini gözlerinin önüne
getirdi. İkisi yemek masasında, suskun ve somurtarak oturuyor… Çünkü ortak
konuları yok. Ütü yaparken yaktığı etekten ona neydi ki? Ya da küresel
ısınmanın gıda sektörüne etkisinin organik gıdalardaki fiyatları nasıl
yükselttiğinden Pelin’e neydi? Bunları konuşamayacaklarına göre ne
konuşacaklar, neyi paylaşacaklardı?
“Zor bir günmüş, daha zoru yarına kalmış. Gerçekten yoğun
çalışıyorsun. Bir de akşamları bana vakit ayırmaya uğraşıyorsun. Bu akşam evine
gidip erkenden uyusaydın keşke.”
“Beni başından mı atıyorsun?”
Pelin içinden ‘Sen beni atıyorsun asıl. Ben sadece sana yol
göstermeye uğraşıyorum’ dedi. Yanıt olarak da “Seni düşünerek söyledim. Hafta
sonu görüşürdük.” dedi. Ne diyeceğini çok merak ediyordu. Hafta sonu kendisini
de davet edecek miydi? Ya da başkaları ile bir araya getirecek miydi? Söyleyecekleri
bazı kararlar almasına neden olacaktı.
“Hafta sonu görüşeceğiz zaten. Cumartesi benim doğum günüm.
Birlikte kutlamak istiyorum.”
İşte beklenen teklif ve beklendiği gibi… “Baş başa mı? Ailen
ne der? Kızmazlar mı? Onlarla kutlasaydın…”
“Ailemle değil seninle kutlamak istiyorum. Benimle baş başa
olmaktan hoşlanmıyor musun?”
“Hoşlanıyorum ama bu özel bir gün. Herkes ailesi ile
sevdikleri ile birlikte olmak ister.”
“İyi işte ben de öyle yapıyorum. Hem ailem çok isterse ertesi
gün parti yapsınlar bana.” Duygularını ifade ettiğinin farkındaydı ama Pelin
sanki umursamamış gibiydi.
“Akıllı bir çözüm.” Kısa bir an durdu. Sonra “Bu cumartesi
ayın kaçı? On beşi değildir inşallah!” dedi. Alacağı yanıtı bile bile.
“On beşi, ne oldu? Başka işin mi var?”
“Evet, bir arkadaşımın kınası var. Ve ben ona çok önceden söz
verdim. Üzgünüm. Sanırım asıl biz başka bir gün kutlamak zorunda kalacağız.” O
başka günün gelmeyeceğini bilerek söylemişti son sözlerini.
***
O gece evine bıraktığında kısa net bir öpücük ile vedalaştı
Pelin. Her zamanki uzun öpüşmelerden biri değildi yaşanan. Noyan şaşırsa da
üstünde durmadı. Zaten son konuşmalardan sonra ikisinin de tadı kaçmıştı.
Ertesi gün aradığında kısacık bir konuşma geçti aralarında.
Akşama işi vardı Noyan’ın. Pelin ilk kez memnun oldu bundan.
Sonraki gün arayıp geleceğini söylediğinde bu kez de Pelin
işim var, dedi. Cumartesi zaten kına yalanı yüzünden görüşmeyeceklerdi. Pazar
sabahı ise telefonunu kapattı Pelin. Anlamasını umuyordu. Dükkan da kapalı
olduğu için ulaşamayacağını düşünüp biraz rahatladı.
Pazartesi dükkanı açmaya indiğinde Noyan’ı arabasına yaslanmış
beklerken buldu. Annesi de arkasından indiği için kaçışı yoktu. Yanına gidip
neden sabahın köründe geldiğini sordu. Temizlenmesi gereken giysileri olduğunu
sandı. Oysa Noyan’ın gözlerinde büyük bir kızgınlık ve merak vardı.
“Neden telefonun kapalıydı? Dün arayacağımı, seninle doğum
günümü kutlayacağımı planladığımı biliyordun. Ne oldu?”
“Şarjım bitti desem inanır mısın?”
“Aptal mıyım?”
“İlişkimiz bitti desem? Buna inanır mısın?”
“Zaten tavrından bunu söylemek için can attığın, hatta
söylemek yerine dolaylı yoldan anlatmayı seçtiğin belli. Tek bir soru. Neden?”
“Sınıf farkımız. Başka bir nedene ihtiyacımız yok. Bugün idare
ediyoruz ama yarın bu fark büyüyecek. O yüzden yol yakınken bitirmek en iyisi.
Kendi çevrenden birileri ile çok daha rahat ve mutlu bir hayat sürebilirsin. Kendi
ortamlarında olmak, alıştığın yerlerde bulunmak hakkın. Benimle gidemediğin
yerler yüzünden sıkıntı çekmeni anlamıyorum. Seni rahat ve özgür bırakıyorum.
Artık taciz etmeyeceğim.”
Sözlerini bitirdiğinde arkasını dönmüş ve dükkana girmişti.
Annesi merakla bekliyordu. Ama kızının yüzüne bakınca o an konuşmak yerine
susmayı tercih etti.
Noyan donup kalmıştı.
Sınıf farkı… Arabasına nasıl binip yola çıktığını bilmiyordu. İş yerine
geldiğinde sekreteri Selma ondaki değişimi hemen anlamıştı. Yüzü uzun zamandır
böyle asılmamıştı. Ters giden bir şeyler vardı. Kuru temizlemedeki kızla
çıktığını biliyordu. Kocasının kırılan ayağı sayesinde tanıştıkları için
kendisini ilişkilerinin çöpçatanı olarak düşünüyordu. Ve bugün o ilişkide ters
giden bir şeyler olmuştu. Kadınca hisler yanılmazdı.
Sabah işlerini toparladıktan sonra iki kahve hazırlayıp kapıyı
tıklatıp girdi. Her zaman iş resmiyetini korurlardı ama buldukları fırsatlarda
da arkadaşça, dostça konuşmalar ile dertleşirlerdi. Uzun zamandır ihtiyaç
duymadıkları bu konuşmayı şimdi yapacaklardı.
“Bize kahve yaptım. Hem içelim hem de ters giden şeyleri
konuşalım istedim.”
Konuştular. İkinci kahveler bittiğinde konuşacakları da
bitmişti. Noyan hem hislerinden hem de sabahki refüze edilişinden bahsetmişti.
Selma, az çok anlamıştı Pelin denilen kızın neler
hissettiğini. Aslında büyük bir sorun değildi ama ilerisini düşünen, aklı
başında bir genç kızın korkacağı kadar ‘büyük’ bir sorundu. Aşmak ellerindeydi
elbette. Ne de olsa kendisi de on yıllık bir evliliği yürütmüştü. Üstelik türlü
zorluklara karşılık… Kocası ünlü bir yazar olmuştu. Adını evirip çevirip
asistan yapsalar da kendisi de aslında sekreterdi. Çoğu insanın küçümsediği, ne
iş yaptıklarını bile anlamayanların hor gördüğü mesleğini severek yapıyordu.
Zor, yorucu ve çok çalışmayı gerektiren bir meslekti. Çok şeyi düşünmesi ve
hemen hepsini çözmesi gerekiyordu. Artık işleri daha da çoktu. Benzer sıkıntılı
duyguları taşıdığı zamanları düşününce genç kıza hak verdi.
“Bir soru sorabilir miyim? Çok özel olacak ama!”
“Sor tabi. Şu an zaten çok özelleri konuşuyoruz.”
“Seviyor musun? Yani aşık mısın?”
“Cumartesi evde olduğunu anladığımdan beri uyumadım. Bana
yalan söyledi. Kınaya gideceğim dedi. Benim gidemeyeceğim tek ortam kına
gecesiydi ve o da onu söyledi. Pazar günü telefonu kapandı ve ben ona
ulaşamadım. Bir anda hayatımdan çıkmış gibi oldu. Ne hissedeceğimi bilemedim.”
“Biliyorsundur. Kaybetmiş olmaktan korktun sanırım.”
“Evet, çok büyük bir korkuydu. Bu sabah da kaybettim.
Ellerimden kayıp gitti.”
“Sorumun yanıtı ne?”
“Sence? Aşık değilsem neden bu kadar üzülüyorum? Neden
ölecekmişim gibi hissediyorum?”
“Evlenecek kadar mı?”
“Evet, ilk gördüğümden beri aslında bunu düşünüyorum. O terfi
yemeğinde iki tane çok güzel kadın vardı. İkisi de hazır…” ne diyeceğini fark
edip sustu. Özel konuşmanın da sınırı vardı. “Ben ikisine de kulp buldum. Oysa
o gün görmüştüm ilk kez Pelin’i. Tek kulp oydu aslında.”
“İş stratejisi geliştirmeliyiz. Hedef ne? Pelin… Hedefe
ulaşmak için ne yapmamız lazım? Onu ikna etmemiz ve ürünü satmamız lazım. Yani
seni. Bunu biz nasıl yapıyoruz? Ürünün iyi olduğunu anlatıyoruz. Bunca ay
kendini anlattın. Bir yerlerde hata yapmış olmalısın. Şimdi yeniden anlat. Ama
bu kez yazılı olarak yap. Söz uçar yazı kalır. Hadi al kağıdı kalemi. Başla. Ah
tabi ilk önce şu sınıf farkından neleri kastetmiş onları bir tespit edelim.
Sonra tek tek yazarsın.”
Noyan’ın yüzü yeniden gülmeye başlamıştı. Eline aldığı
bloknotta kalemi uçuşmaya başladı. Ayrı bir yerde notlar alıyor, neleri
yazacağını belirliyordu. Selma da ona yardım ediyor unuttuklarını
anımsatıyordu. Duygularından bahsetmiyordu. Sadece gerçek, somut bilgileri
yazıyordu. Çünkü duygularını gözlerine bakıp söylemedikten sonra yazmanın da
çok anlamı yoktu.
Yazacakları bitmişti. Selma da iyi bir iş yaptıklarına karar
verince mektubu nasıl ulaştıracaklarını düşünmeye başladılar.
“O işi bana bırak ve sakın acele etme, bırakalım o da biraz
üzülsün.” diyen Selma yüzünde muzip bir gülümseme ile çıktı odadan.
***
Beş geçmişti üzerinden. Cuma sabahı Selma elinde temizlenecek
kıyafetler ile girmişti dükkana. Pelin’in yüzü gülmüyordu. Annesi bir müşteri
ile konuşuyordu. Selma genç kızın yanına gidip poşetleri tezgaha koydu.
“Merhaba, üç takım elbise altı gömlek var. Takımlardan biri bu
akşama lazım. Ah, acaba hangi gömleğini giyecek içine? Noyan bu, sağı solu belli
olmaz sen en iyisi hem maviyi hem de beyazı bu akşam için temizlet. Yemekte şık
olması lazım! Önemli bir gece…” daha Selma elini uzatmadan Pelin o akşam için
isteneceğini tahmin ettiği takımı ayırdı. Kendisinin yanında hiç giymediği,
bundan sonra da giymeyeceği son derece şık bir gece kostümü…
“Elbette. Hazır olurlar.” derken içinden geçenler sesine
yansıyordu. O gece iç çamaşırı ile bırakmak ister gibi bir hali vardı. Selma
gülümsedi ve Pelin cepleri kontrol ederken orada olmamak için hemen çıktı.
Pelin mutsuzdu. Bu iyi haberdi. Üstelik kıskanmıştı. Tahmin
ettiği gibi kendisini yanına yakıştırmadığını düşünüyordu. Artık düşünceleri
netti. Bir hafta beklemek kendisine bile zor gelmişti ama iki aşığın hallerini
anlamak için biraz zaman geçmesi iyi olmuştu. Az sonra mektubu bulacaktı.
Pelin, akşam için istenen takımın iç cebinde katlanmış bir
kağıt buldu. El yazısı ile yazılmış kağıdı okumayı aklından geçirmeden
çekmeceye koydu.
***
Noyan, bir sonraki sokağın başında bekliyordu. Selma, yüzünde
gülümseme ile araca binince biraz rahatladı.
“Üzgün.” dediğinde ise tüm yüzüne gülümseme yayıldı. Umudu
vardı artık.
***
On dakika sonra çekmeceyi açtı. Orada duruyordu katlı kağıt.
Özel olmalıydı. Akşam geldiğinde Selma hanıma verecekti. Şöyle bir baksa ne
olurdu? Zarfa konmamıştı. Okuduğu anlaşılmazdı. Kendisinden utandı. Ama merakı
her şeyin üstündeydi. Annesine belli etmeden elindeki kalem ile kağıdı biraz
araladı. En üstte ‘Tacizcim’ yazıyordu. Bu kendisine yazılmıştı. Hemen kağıdı
aldı çekmeceden.
Tacizcim,
Neler olduğunu anlamadan hayatıma girdin. Aynı hızla da
çıkmaya karar verdin. Öyle bir mazeret sundun ki bana, yanıt bile veremedim.
Hangi sınıf farkından bahsettin sen?
Benim annem ilkokul, babam ortaokul mezunu. İkisi de emekli
maaşı ile geçiniyor. Lise öğretmeni kardeşimi de biliyorsun zaten. Bunların
hiçbirini senden gizlemedim. Ben okudum ve şanslıydım ki kariyer sahibi
olabileceğim bir iş buldum. Çok çalışmak sınıf farkı ise senin benden ne farkın
var? Akşama kadar bir sürü insanla uğraşıyorsun.
Düşününce ve yakın bir dosttan fikir alınca aklıma gelen tek şey seni götüremediğim akşam
yemekleri oluyor. Şirket politikası gereği yemeklerin çoğu eşsiz düzenlenir.
Eşli olanlara sadece evli olanlar eşi ile katılabiliyor. Bu bir ayrımcılık ise
evet öyle ama kuralları ben koymadığım için suçlanamam öyle değil mi? seni
götüremememin nedeni sadece buydu.
Selma, yani sekreterim bir noktayı daha görmemi sağladı. Seni
ailem ile tanıştırmadığımı söyledi. Haklı. Tanıştırmadım. Çünkü annemin
baskılarından ne kadar uzak durursam o kadar rahat seni tanıyabileceğimi düşündüm.
Seni tanıştırdığım an beklentileri nedeniyle ikimize de baskı yapacaktı. Yapsa
mıydı acaba? Acele ettirdiğimi düşünmeni istemedim. Senin özgür iraden ile
karar vermeni, beni tanımanı istedim.
Ailem ile tanışmadığını düşününce arkadaş çevremle de
tanışmadığın gerçeği çıktı ortaya. Ama arkadaş çevrem yok ki. Yedi senedir
Akdeniz bölgede çalışıyordum biliyorsun. İstanbul’da yaşayan arkadaşlarımın
çoğu ile irtibatım kopmuştu. Henüz hiçbirini arama fırsatım olmadı. Önceliğim
hep sen oldun. Buysa sınıf farkımız benden çok zengin olduğun gerçeğini
değiştirmiyor bu. Senin dost diyeceğin birileri var.
Gittiğimiz yerleri beğenmemişsin. Bunu keşke önceden
söyleseydin. Terfi etmek beni daha iyi bir maaşa kavuşturdu ama bu yarın böyle
olacak demek değil. Özel sektördeyim ve işimin ne kadar kırılgan bir zeminde
olduğunu biliyorum. Her an işsiz kalıp, iş aramak zorunda olabilirim. Birikim
yapmak istiyorum. Birinci nedeni buydu o gittiğimiz yerlerin. Çünkü çok lüks yerlerde
karnını doyurmayacak küçüklükte yemeklere çoğu insanın bir aylık maaşını
verirsin. Sakın cimri olduğumu düşünme. Bunun nedeni…
Bunun nedenini akşam seni almaya geldiğimde söylerim. Umarım
benimle yemeğe gelirsin. Yeri sen seçeceksin. Ne istersen, nasıl istersen…
Bundan sonra seni üzmek gibi bir niyetim yok. Tek istediğim mutlu olmamız.
Noyan
***
Noyan merakla akşamın olmasını bekliyordu. Aramamış,
arayamamıştı. Pelin de aramamıştı. Mektubu bulamamış mıydı? Mutlaka bulmuş
olmalıydı. Ya bulmadıysa? Ya da bulduğu halde okumadıysa? Merakına yenildiğini
umuyordu. Keşke zarfa koyup üstüne Pelin diye yazsaydık, diyordu.
Ya kabul etmezse? İşte bunu düşünmek bile istemiyordu.
Saat beş buçuk olduğunda daha fazla dayanamamıştı. İş yerinden
ayrılıp doğruca dükkanın önüne geldiğinde saat altıydı. Hava çok soğuktu.
Arabadan inip dükkana girene kadar olan sürede içi titremişti. Alacağı yanıt
hayır olduğu takdirde bu üşümenin çöl sıcağı gibi kalacağını biliyordu.
Kutuplar gibi buz tutacaktı.
Onun erken gelmesini beklemeyen Pelin ütülenmiş kıyafetleri
poşetliyordu. Kapının zili ile başını kaldırdı. Noyan orada öylece duruyordu.
Annesi gelenin Noyan olduğunu görünce arka tarafa geçmişti.
“Merhaba.”
“Merhaba, takımın hazır.” Yüzünde hiçbir ifade yoktu.
Merak ve tedirginlikle, “Pelin… mektup…” diyebilmişti.
“Ah evet, cebinde bir kağıt vardı. O burada.” diyerek
çekmeceyi açtı. Noyan’ın yüzündeki üzüntü hoşuna gitmişti.
“Okumadın mı?”
“Neden okuyayım? Ben başkalarına ait şeyleri okumam.”
“O sana aitti. Şimdi oku.”
“Gerek yok. Ne söyleyeceksen yüzüme söyle.”
“Oku, sonra ben gerekeni söylerim.”
“Of çok inatçısın, okudum zaten. Hadi şimdi şu bitmemiş
cümleni tamamla.” Yanakları kızarmıştı. Gamzeleri bile daha bir şirin
gözüküyordu.
Noyan gülümsedi. Okumuştu. Ve son cümleyi bekliyordu. “Yemeğe
çıkalım orada söylerim.”
“Cümlenin devamını beğenmezsem yemeğe çıkmayacağım.”
“Beğeneceksin.”
“Emin misin?”
“Akıl ve ruh sağlığım için emin olmam lazım. Biraz erken
çıksan sorun olur mu?”
“Hayır, bekle haber vereyim.”
Biraz sonra arabadaydılar. “Nerede yemek istersin?”
“Şu seni mahrum ettiğim yerlerden birine gidelim.”
“Elbette, hangisi olsun? İsim ver.”
“Onların ismi oluyor mu? Şu salaş yerlerin adı var mıdır? En
sevdiğin hangisi ise ona götür beni.”
“Emin misin? Sonra kızma bana.”
“Benim nasıl yediğimi gördün. Ben o tabaktaki küçücük şeye
dünya para verip aç kalkmak istemiyorum. Hem hava çok soğuk, şöyle sobalı bir
yer biliyor musun?”
“Emrin olur gamzelim.”
***
Şirketin yılbaşı partisi iki gün önceden yapıldı. Noyan,
kolunda nişanlısı olarak götürdü Pelin’i. Aslında henüz resmi bir nişan yoktu
ama şirket bunu bilmek zorunda değildi.
İki gün sonra da aileler bir araya gelip yeni yılı kutlamıştı.
Hem tanışma, hem kaynaşma olmuştu. Güzel yemeğin ardından iki genç evlenmeye
karar verdiklerini ailelerine bildirdiler. Bilinenin ilamıydı aslında bu
konuşmalar.
Yeni yıl, yeni bir hayatın başlangıcı olacaktı.
SON
Teşekkürler 💐özlemişim hikayelerini 😃
YanıtlaSil:)) teşekkürler
SilMerhaba,
YanıtlaSilBorçlarınızı temizlemek için acilen bir krediniz mi var yoksa işinizi geliştirmek için bir sermaye kredisine mi ihtiyacınız var?
Tarafından reddedildi mi
Bankalar ve diğer finansal kurumlar?
Banka Garantisine mi ihtiyacınız var?
Konsolidasyon kredisine veya ipoteğe ihtiyacınız var mı?
Aramak artık, tüm maddi sıkıntılarınızı geçmişe bırakmak için buradayız. Bireylere para borçlarız
Mali yardıma ihtiyacı olan, kredisi kötü olan veya para gerektiren
Faturalarını ödemek, işyerinde% 2 oranında yatırım yapmak. Bu aracığı size güvenilir ve fayda sağlayan yardımlar gerçekleştirdiğimizi ve size bir kredi teklif etmeye hazır olduğunu bildirmek için kullanmak istiyorum. Bu nedenle bugün e-posta yoluyla bize ulaşın: zenithloanlimited@gmail.com