SON KEZ
Büyük konuşmayacağına yemin ederek çıktı evden. Bu bile büyük
konuşmaktı ama o an umursamadı.
O gün akşam olduğunda kararlarını uygulamış olacaktı.
Arabasına binerken benzinciye uğraması gerektiğini anımsadı. Sabah benzin
alırım, diyerek akşamı es geçmiş olmasına sinirlendi. İşe geç kalacaktı. En yakın benzinciyi pis benzin satıyor diye
geçtikten sonra, bu kez de benzinin yetmesi için dua ederek bir sonrakine doğru
yol aldı. Son kez benzin işini sabaha bırakmıştı. Bir daha asla benzin ışığı
yanarken evin önüne kadar gelmeyecekti.
İnsan otuz yaşına gelmişse, o yaşa kadar bekar yaşamışsa ve
hayatındaki erkeğin yarın hayatında olmayacağını bilerek güne başlamışsa o
doğum günü ne kadar güzel geçebilir ki?
Sabahtan beri telefonuna gelen şirket mesajları bile daha
içtendi. İçten ve erkenci! Saat neredeyse dokuz oluyordu ve hala kutlama mesajı
gelmemişti. Anımsayacak mıydı acaba? Aslında ne kendisi özel günlere
takıntılıydı ne de o unutkan biriydi. Mutlaka arayacak ya da mesaj yazacaktı.
Sonra… Sonra belki bir akşam yemeği daveti yapacak ve kutlayacaktı.
İstediği bu muydu? Daha önceki yirmi dokuz doğum gününün en az
on tanesini kutladığı şekilde kutlamak mı? Çocukken ne kadar mutlu olduğunu bu
yaşlarda daha iyi anlıyordu insan. O yıllardaki doğum günlerinin hemen hepsi
ayrı bir eğlenceydi. Bebeklikleri anımsamasa da çocukluk kutlamalarının çoğunu
resimleri ile örtüştürüp o günlerde neler yaşadığını biliyordu. İlk gençlik
yılları da aklından hiç çıkmıyordu. Çekişmelerle, kıskançlıklar ve birbirlerine
laf sokmalarla geçen günler. İlk kez erkekleri de davet ettiği doğum gününü de
unutmuyordu. Büyük bir heyecan duymuştu.
Otuzuncu yaşına basacağı gün ise içinde heyecan yoktu. Biraz
merak, biraz kararlılık ve bolca korku vardı. Bürodan içeri girdiğinde patronun
gelmemiş olmasına sevindi. Çünkü benzin almak uğruna geç kalmıştı. Masasına
yürürken üstündeki arajmanı görüp sevindi. Unutmamıştı! Adımlarını hızlandırıp
masasına ulaştığında ilk yaptığı elindeki çantasını bırakıp kimden geldiğine,
daha doğrusu neler yazdığını okumaktı.
‘Işıl’ım, yeni yaşın kutlu olsun. Annen’
“Ah birazdan bir de baba versiyonu gelir. Aynı cümle ve hatta
aynı çiçek. Neden hep beyaz gül? Sanki severmişim gibi?”
“Kendi kendine mi konuşuyorsun?”
“Ah evet, otuzuma girerken delirdim.”
“Sen önceden de deliydin. Bugüne suç atma. Doğum günün kutlu
olsun.”
“Aysun, teşekkürler canım.” Arkadaşına sarılıp yanağından
öperken kapıdan giren yeni çiçeği gördü. İçindeki heyecan beyaz gülleri görünce
yatışmıştı. Eser ona asla beyaz gül göndermezdi. Eser ona kırmızı gül de
göndermezdi.
Sık çiçek yollamasına rağmen bunlar genelde lila renkli
olurdu. En sevdiği rengin lila olduğunu öğrendiğinden beri başka bir renk çiçek
yollamamıştı. Son kez bugün de lila renkli bir çiçek alacaktı. Bunu biliyordu
Işıl.
Masasına oturup yeni çiçeğini de alınca günün büyük bir bölümü
tamamlanmış oldu. Öğlene kadar gelecek telefonlar ve varsa yeni çiçekler
kesinlikle Eser’den olmayacaktı. Çünkü sabah toplantıları olan büyük iş adamı
ona vakit ayıramazdı.
İlk ve son kez yaptığı telefon konuşması ile onu asla sabahtan
arayamayacağını ve asla sabahtan öğlene kadar kendisinden haber gelmesini
beklememesi gerektiğini öğrenmişti. Artık bu bilgiyi de son kez kullanıyordu.
Yarından itibaren aramaması gereken, aranmayacağını bildiği bir sevgilisi
olmayacaktı.
İnsanların belli dönemlerde hayatları ile ilgili verdikleri
kararları daha rahat uyguladıklarını okumuştu. Bugün o günlerden biriydi. Artık
otuz yaşına giriyordu. Biyolojik saati çocuk istiyor, kalbi aşk ile atmak
istiyor ama günleri, sonu olmayan bir ilişkinin içinde, doğum kontrol hapları
arasında geçiyordu.
O hapı bu sabah son kez kullanmıştı. Çünkü akşam sevgilisi
olan adam ile son kez sevişecekti. Belki de sevişmeyecek, kendisini korkutan
duygularından kaçmak için yatağından da kaçacaktı. Henüz kararını verememişti.
Çünkü neler hissedeceğini bilmiyordu.
Saat ikiyi geçtiğinde telefonunda nihayet beklediği ismi
gördü. Son kez onun telefonuna yanıt veriyordu. Sesini son kez duyacaktı
telefonda.
“Efendim Eser?”
“Doğum günün kutlu olsun, Işıl. Nasılsın?”
“İyiyim, kutlamaları kabul ediyorum.”
“Beni de araya sıkıştırdın sanırım?”
“Öyle oldu. Sen neler yapıyorsun?”
“Akşam için güzel bir yerden yemek rezervasyonu yaptırıyorum.
Telefonda kutlamakla olmaz. Otuz yaş önemlidir.”
“Anımsatman için teşekkürler. Kaçta alırsın?”
“Senin kıyafetin uygundur. İş çıkışı alsam olur mu? Eve gitmen
şart mı?”
Kendisini bu kadar iyi tanıması hiç hoşuna gitmemişti. Çünkü
yarından itibaren üzüleceği şeylere yenisini ekliyordu. Kısık sesle “Uygun,
bekliyorum.” diyebildi.
Vedalaşıp kapatmaları on saniye sürmüştü. Ergen gençlik gibi
bir saat sen kapat, hayır sen kapat demeyeceklerini biliyordu ama son
konuşmasının da bu kadar ruhsuz sonlanmasını beklemiyordu. Ah işte aptalca
umutlarına eklenmiş bu yeni umudu da çöpe atabilirdi.
Saat altıya gelirken tuvalete gidip makyajını tazeledi.
Saçlarını tekrar taradığında gözüne çarpan beyaz teli parmaklarının arasına
aldı. Kopartırsan çoğalır diyenlere inat kopartmak istedi. Sonra vazgeçti.
Beyaz saç, dert edeceği son şeydi.
Tam altıda hazırdı! Eser ile son kez buluşmak için hazırdı!
Daha önceki ilişkilerini bitiren hep erkekler olmuştu. İki kez uzun süreli
ilişki yaşamış ikisinde de terk edilmişti. İkinci terk edilişinin son olduğunu
o gün bilmiyordu. Bugün ise her şeyin farkındaydı. İlk kez terk eden olacaktı.
Çiçeklerin hepsini ofise dağıtmıştı. Eve götürmek istediği tek
bir dal çiçek yoktu. Camın önünde beklerken Eser’in arabasını gördü. İşte bir
son daha… Son kez o arabayı büronun önünde görüyordu.
Sakin adımlarla masasına doğru yürüdü, çantasını aldı ve mesai
arkadaşlarına iyi akşamlar dileyerek çıktı. Kimse tüm gün yaşadığı fırtınayı
görmemiş, hissetmemişti. Hissettirmemek için çabalaması etkendi elbette. Gülmüş
eğlenmiş ve kendisi ile dalga geçilmesine ses çıkartmamıştı.
Aynı sakinlikle merdivenleri indi. Eser’in arabasının orada
olmasına kızanların korna seslerine aldırmadan yavaş adımlarla çıktı kapıdan.
Eser de kimseye aldırmıyordu. Arabadan çıkmış öyle bekliyor ve kornaları
duymuyordu. Çünkü umursamıyordu. Hayatı umursamadığı gibi…
Işıl, onu doya doya izlediği dakikaların tadını çıkartarak ve
aynı umursamazlıkla yanına gitti.
“Çok güzelsin.”
“Teşekkür ederim. Son genç saatlerimi güzel geçirmek istedim.”
“Sen kırkında da güzel gözükecek kadınlardansın. O yüzden beni
kandıramazsın.” Eğilip kapıyı açıp oturmasını bekledi. Kibarlığını her zaman
korurdu. Yine sakin adımlarla şoför tarafına geçip koltuğuna oturdu.
“Yemek için erken mi? Önce bir yerlerde oturup bir şeyler
içelim mi?”
“Olur.” Yanıt o kadar kısa ve netti ki Eser bir süre baktı
yüzüne.
“Neyin var? Gerçekten yaşını dert etmiyorsun değil mi?”
“Elbette dert etmiyorum. Üstelik sen otuz beş yaşındasın.
Senin yanında otuz yaşı dert edinip sana karalar bağlatamam.”
“Ah, iğnelemeler başladı. Neyse ben de laf sokmayınca kötü bir
şey oldu sanıp üzülmüştüm. Sadece fırsat kolluyormuşsun.”
Aslında Işıl, Eser’in ters giden bir şeyler olduğunu
anladığını biliyordu. Kendisini iki senedir tanıyordu. O yüzden gece bitmeden
bir şeyler anlamasını engellemek için her zamanki gibi davranmaya karar verdi.
“Boğazda bir yerde içelim kahveyi. Güzel bir manzara olsun.”
“Boğaz uzak değil mi? Bu saatte trafik de çok olur.”
“Ah tamam, anlaşıldı. Doğum günüm olabilir ama isteklerim
olamaz. O zaman kahveye gerek yok. Yemek saatine kadar arabada da oturabiliriz.”
“Oh, aman Allahım sen gerçekten kızgınsın. Oysa kızana kadar
yola baksaydın çoktan Boğaz yoluna saptığımı görürdün.”
“Sen benimle uğraşacağına ‘tamam’ desene. Ayrıca ‘oh aman
Allahım’ benim tepkimdir. Beni taklit etme. ”
“O zaman seni kızdırmanın tadını kim çıkartacak?”
Tam, bir daha beni kızdıramayacaksın diyecekken kendini tuttu.
Bu geceyi kavga ederek değil, vedayı yaşayarak bitirecekti.
İki yıldır bir aradaydılar. Bu süre birçok ilişkide ‘nereye
varacaklarını’ anladıkları süreydi. Işıl da anlamıştı nereye varacaklarını…
Hiçbir yere…
İşte bu yüzden aralarındaki saygıyı yitirmeden ayrılmalarını
istiyordu. Çok ortak arkadaşları yoktu ama olur da bir yerlerde karşılaşırlarsa
selam verecek kadar saygıları kalmalıydı. Kararını sorgulamaktan vazgeçmeliydi.
Zaten ayrılacaktı. Buna mazeretler uydurması gerekiyor muydu? Bu iki yıl içinde
haftanın belirli günleri buluşmuş, kalan günler kimin nerede ne yaptığını
bilerek yaşanmış, tatillere çıkılmıştı. Yani birlikteliğin gerektirdiği hemen
her şey yapılmıştı.
Arkadaşlarının düğünleri, nikahları ve hatta boşanmaları bile
ortak yaşanmıştı. Aileleri ile görüşülmemiş, bu da Işıl’ın işine gelmişti.
Çünkü ne annesi ne de üç yaşındayken evi terk eden, sonra da sayısız üvey anne
ile evlenen babası hayatına dahil değildi. On sekiz yaşından beri kendi
ayaklarının üstünde duruyor, iki ebeveynine de gerek duymuyordu. Eser ailesi
ile tanıştırmak istese olayın daha ciddi bir boyuta gittiğini düşünebilirdi ama
zaten buna hiç niyeti olmamıştı genç adamın. İşte bu da ayrılma kararının
etkenlerindendi.
Düşünceleri arasında gezinirken arabanın durduğunu fark
etmemişti. Eser’in arabadan inmesini beklemeden kapısını açmayı düşündü ama
yine son kez beklemeyi tercih etti. Bir daha yaşamayacaklarından biriydi. Belki
sonra bir başka erkek ile yaşayacaktı… İçinde bir şeyler koptu. Yıllardır
anlamadığı şarkı sözü bile anlamlı geldi, ‘severken ayrılalım’ bir anda
manasını buldu.
Zorlukla indi arabadan. Eser, yine onun güzel yüzüne bakıyor
ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. “İyi misin? Rengin soldu sanki? Hasta
mı olacaksın yoksa?” diye sıraladı
sorularını.
“İyiyim, sanırım yoruldum bugün. Kahve iyi gelir.”
“İstersen yemeğe gidelim. Aç karnına kahve daha kötü
yapmasın?”
“Kahve bana hiç dokunmaz bilmiyor musun?” Hani beni tanıyordu
bu adam, diye düşünerek sinirle çay bahçesine doğru yürümeye başladı. Eser,
hızlı adımlarla yetişip kolunu tutup durdurdu genç kızı. “Neyin var? Sen normal
değilsin. Ne olduğunu anlatacak mısın?”
Ne anlatacaktı? Son saatleri olduğunu, o akşam son kez yemek
yiyeceklerini ve belki son kez sevişeceklerini mi söyleyecekti? Başını
kaldırdı, sevdiği erkeğin yüzüne baktı ve kısaca “İyiyim canım, sadece
yorgunum.” Yalan söylüyordu. İlk kez ona yalan söylüyordu. İyi değildi ve
olmayacaktı.
Kendini sorgulamaya başladı. Gerçekten bitirebilecek miydi?
Bunu istiyor muydu? Yanıt veremeyeceği, verse de yanıtın asla içinden geçen
olmayacağı sorulardı.
Kahvelerini beklerken gün içindeki olayları konuşmaya
çalıştılar. Işıl, o gün gelen çiçeklerini söylediğinde Eser gülümsedi. O çiçek
bile yollamamıştı ama annesi ile babasının beyaz güllerine gülmekten de geri
durmamıştı. Arkadaşlarının yolladıklarını sorarken daha da rahattı. İçlerinde
adını bilmediği kimse yoktu. Bunun rahatlığı ile konuşuyordu. Kendi gününü anlatırken
sabahki önemli toplantısının sonuçlarından bahsedip ne kadar para
kazanabileceğini, işin sonuçlanması için firmanın yanıtını beklediğini
söylüyordu. Işıl bunu duyunca en azından gerçekten önemli bir toplantısı olduğu
için kendisini öğleden sonra aradığını öğrenmişti.
“Ne zaman geri dönecekler?”
“Haftaya sanırım. İşi alırsak yapılacakları ayarlayıp kısa bir
tatil bile yapabilirim. Bu aralar çok yoruldum.”
Az önce şüphesi mi vardı? Kısa bir tatil yapabilirim, demişti.
‘Yaparız’ değil… Sen izin alır mısın, gelmek ister misin, gibi sorular hiç yer
almamıştı cümlelerinin içinde. Oysa defalarca birlikte tatil yapmışlar, hafta
sonları yakın yerlerde küçük kaçamaklarla hayatlarına tat katmışlardı. Işıl,
tereddütlerini bitirip kesin kararını vermiş birinin iç huzuru ile kahvesini
bitirdi. Saat yediyi geçiyordu.
“Yemeğe gidecek miyiz? Vaz mı geçtin yoksa?”
“Gidelim artık.” Eser, kolunu yine hafifçe tutup arabaya
yönlendirmişti. Onun yüzünün solukluğu canını sıkıyordu. Oturmasını bekledikten
sonra “Gözlerini kapat ve başını yasla. Seni bu yaşlı halinle çok yormuşlar.
Yolumuz en fazla on beş dakika sürer. Dinlen biraz.”
“Tamam” diyerek gözlerini kapattı. Aslında dinlenmek değil
kendini dinlemek istiyordu. İç dünyası yeterince savaş vermemiş gibi
sorgulamaya devam etti kendisini.
Eser, ilgili bir erkekti. Bunu asla inkar edemezdi. İki yıllık
süre içinde hem ilgisini göstermiş, hem de onun şüphe edeceği hiçbir hareketi
olmamıştı. Sesini çıkartmazsa bu ilişki belki en az beş yıl daha sürerdi.
Kıskanç biri değildi. Gereksiz kaprisler yapmazdı. Giyimine
saçına karışmazdı. Her an birlikte olalım diye ısrarcı olmaz, onun arkadaşları
ile zaman geçirmesine ses çıkartmazdı. Elbette kendisi de arkadaşları ile bir
araya gelirdi. O gecelerde de Işıl’ın kendi evinde olmasını ister ve çok geç
olmadan yanına gelirdi. Böylece Işıl’ın içi hep rahat olurdu.
Neredeyse dört dörtlük bir adamdı ve Işıl onu terk edecekti…
Birisine bunları söylese kesinlikle deli olduğunu düşünürdü.
Kendisi de deli olduğunu düşünüyordu ama o artık çocuk sahibi olmak ve
yanındaki erkeğin kız arkadaşı değil karısı olmak istiyordu. Ayrıca bunu
herhangi bir erkeğin karısı olarak değil Eser’in karısı olarak yaşamak
istiyordu. Olmayacak duaya amin demek ona göre değildi. Aklı burada işbaşı
yapıyordu. Eser ile zaman kaybediyordu. Ondan ayrılmak, unutmak ve yeniden aşık
olmak… Kim bilir ne kadar zaman geçecekti tüm bunlar için?
Düşünmek canını sıkınca bu kez gözünü açıp dışarıyı izlemek
istedi ama Eser’in sorularını yanıtlamak yerine gözünün kapalı kalmasını tercih
etti.
Nihayet araba durduğunda sessiz bir ortamda olduklarını
anlayıp gözünü açtı. Bir otoparktaydılar. Etrafına dikkatli bakınca Eser’in
oturduğu siteye geldiğini anladı. Soran bakışlarını çevirince gülen bir Eser
buldu karşısında.
“Senin kalabalık bir ortamda yemek yiyecek halin yok. Pizza
falan ısmarlarız.”
“Çok iyi olur.”
Son kez yiyecekleri yemeğin pizza olması tuhaftı. Acaba bir
sonraki pizza yemesi kaç yıl sonra olacaktı? Acı çekmeden pizzacı önünden
geçebilecek miydi? Düşünürse gözlerinin dolmasını engelleyemeyecek ve bu kez
Eser’in sorularını geçiştiremeyecekti.
Asansöre doğru yürürken hareketlerinin doğal olması için çaba
harcadı. Eser’in bu kez çiçek almadığı kesinleşmişti. Arka koltukta olmayınca
bagajdadır belki demişti ama elleri bomboş çıkıyordu katına. Işıl, kendini
arsız hissetti. Sanki insanların ona çiçek alması, hediye alması şartmış gibi
düşünmesi terbiyesizlikti.
Genelde asansörde kimse yoksa sarılırdı Eser ona. Hatta çoğu
zaman öpüşerek çıkarlardı. Şimdi de kollarını uzatıp beline sarıldı. “Sana
güzel olduğunu söylemiş miydim? Yoksa dilim tutulduğu için unutmuş muydum?”
“Söyledin. Ama biliyorsun kadınlar bunu duymaktan bıkmaz.”
“Üzgünüm, diğer kadınlar umurumda değil. Kata gelmeden bir de
öpücük çalarsam daha da mutlu olurum.”
Çaldı da…
Asansör durduğunda onlar da ayrıldı. Kapıyı açarak içeri
girdiklerinde Eser onun ceketini aldı. İçindeki elbisenin patlıcan moru rengi o
günkü ruh haline uygundu. Kapının hemen yanındaki konsolun üstünde duran
çiçekleri görünce gözleri doldu. Lila renkli kır çiçekleri orada bekliyordu.
İçindeki şüphe tohumları o an patladı. Neden eve geldiklerini şimdi anlıyordu.
Salona doğru bir adım attığında perdelerin tamamen açık
olduğunu, boğazın küçük bir bölümünün görüldüğü manzaranın hafifçe kararan hava
sayesinde daha da güzelleştiğini gördü.
Aynı zamanda o pencerenin önünde hazırlanmış masayı da görüyordu.
Yakılmayı bekleyen mumların rengi de lilaydı. Şampanya buz kovasında
bekliyordu.
“Sevdin mi?”
“Evet, sevdim. Pizza da kötü fikir değildi ama bu çok daha
iyi.”
“Doğum gününü pizza ile geçirmeni istemezdim. Garsonumuz
birazdan bize yemeklerimizi de getirecek. O arada ben mumları yakarım. Banyoya
geçmek ister misin?”
“İyiyim böyle. Sen mumları yak, ben de müziği ayarlayayım.”
“Sadece seti aç canım. Müzik hazır.”
Setin açma düğmesine basıp kısa bir an bekledi. Evin dört bir
yanından çok güzel bir keman sesi gelmeye başlamıştı. Tüm bunların önceden
planlanmış olması hoşuna gitti. Bu kez daha detaylı bir gece planlamıştı Eser.
“Teşekkür ederim. Her şey çok güzel.”
“Doğum günün kutlu olsun, Işıl.”
“Teşekkür ederim.”
Eser, onu kollarına alıp asansördeki öpüşünün çok daha üstünde
bir şevkle öpmeye başladı. Kulağına eğilip, “Önce yemeğimizi yiyelim. Yoksa
garson neye uğradığını şaşıracak.” Zorla ayrıldılar. Işıl’ı masaya oturtup
kendisi de mutfak bölümünde bekleyen garsona yemekleri getirebileceğini
söyledi.
Dışarıdaki ışıklara inat masalarındaki kristal kadehlerin
ışıltısı odanın her tarafına yayılıyordu. Mumların gölgelerinde gözlerindeki
ışıltılarla yediler yemeklerini. Işıl, unutamayacağı bir gece yaşıyordu.
Yediklerinin lezzetini tam alamasa da güzel bir gece geçiriyordu. Artık
aklındaki ‘son gece, son kez’ düşüncelerini bir kenara koymuştu. Bu geceyi doya
doya yaşayacaktı.
Yemekleri bitip tatlıya sıra geldiğinde Işıl en sevdiği tatlı
olan parfeyi gördüğünde yutkundu. “Sana inanmıyorum. Sen parfe sevmezsin.”
“İnsan her şeyi sevmek zorunda değil. Bazen sevmediği şeylerin
de tadına bakmak, hatta sonuna kadar yemek zorunda olabiliyor.”
“Boğazıma dizdin. Sen yemek zorunda değilsin ki.”
“Işıl, parfenin yenmeyecek kadar kötü olduğunu düşünüyorsan
sen nasıl yiyorsun?”
“Elbette ben çok seviyorum ama bana revaniyi yediremezsin.
Neden keki ıslatırlar bilmem.”
“Aha demek ki revaniyi de benim hatırım için yiyeceksin.”
Işıl, bu dediğinin olmayacağını söyleyemedi. O anda yine kendi
kararı aklına geldi ve canı sıkıldı. Yüzü değişince Eser elini uzatıp yüzünü
yukarı kaldırdı. “Tamam sana revani yemen için baskı yapmayacağım. Hadi ye
tatlını.”
Zaten azıcık kalmış parfesini bitirdiğinde masadan kalktılar.
Eser de tabağındaki tatlıyı bitirmişti. Işıl’ın gözleri ışıldıyordu. “Sevdin
mi?”
“Sevdim.” Kısa bir an sustu “Belki de daha önce yediğim iyi
yapılmamıştı. Ama bu hoşuma gitti.”
Koltuğa doğru yürüyen Işıl’ın bileğine yapışıp gitmesini
engelledi. Çalan müziğe uyarak odanın ortasında dans etmeye başladılar. Garson
onları rahatsız etmeden masayı kısa sürede toplamış, yeni kadehler ile yeni bir
şampanya şişesi mumların yanında yerini almıştı. Çok kısa süre sonra sokak
kapısının kapanma sesini duydular. Artık baş başaydılar…
Yarım saat kadar daha keman sesi eşliğinde dans ettiler. Bazen
danslarına şampanya kadehleri de eşlik etti. Sonunda danstan da yoruldular.
“Oturalım artık.”
“Yorgun olduğunu unuttum. Ama dans iyi geldi sanırım. Yüzünün
rengi düzeldi.”
“Haklısın. Dans iyi geldi. Böyle baş başa olmak ve güzel
müziklerle dans etmek kimi mutlu etmez ki?”
“Beni de mutlu etti ama yoruldum da. Hadi oturalım biraz.”
Devamlı paylaştıkları koltuğa yöneldiler. O koltuğun üstünde
defalarca sevişmiş ve uyuyakalmışlardı. Bazen sadece sarılıp televizyon
izlemişlerdi. Işıl, sessizce oturdu. Eser de yanına oturup kadehine bakmaya
başladı. Birkaç dakika sonra sessizliği yine Eser böldü.
“Şimdi bana bugünkü halini anlatacak mısın? Seni tanıyorum
Işıl. Bir sorun var ve bunu bana anlatmıyorsun.”
“Eser, inan şu an anlatacak bir şey yok. Tüm günün stresi
desem yeterli olur mu?”
“Olur. Şimdilik kabul.” Kadehin boşaldığını gördü. “Yeniden
doldurayım mı yoksa kahve mi tercih edersin?”
“Hiçbirini istemem.” Ne istediği belliydi. Eser yerinden
kaldırıp yatak odasına doğru yürümeye başladı.
Işıl’ı soyarken her santimini öpüyordu. Son kez
sevişeceklerini bilmenin hüznü ile karşılık veriyordu Işıl.
Işıl yastığa başını koyduğunda nefesi kesilmişti. En tatmin
edici sevişmelerinin bu son sevişme olduğunu itiraf etmeliydi. Eser, genç kızın
nefeslenmesine izin vermeden çıplak beline sarılıp üstüne çekti.
“Işıl, bu neydi? Mahvettin beni.”
“Sen de beni. Sanırım otuz yaşında olunca sevişmenin de
değişimi oluyormuş.”
“Müthiş oluyormuş. Biraz dinlenmem lazım. Bu arada kahve
yapacağım. İstiyor musun?”
“Olur.” Yeniden yana kayıp yastığına döndü.
Eser odadan çıktıktan sonra Işıl, gözyaşlarını bıraktı. Kararı
artık eskisi kadar doğru gelmiyordu. Az önce çok insana nasip olmayacak bir
sevişme yaşamışlardı. Bir daha aynı tadı bulamayacağını biliyordu. Son kezdi…
Sabah uyandığında yanında yatan adama baktı. Uyanmış kendisini
izliyordu.
Konuşmakta güçlük çekiyordu. Kısık sesle “Günaydın.”
diyebildi.
“Günaydın. Kahvaltı için vaktin var değil mi?”
“Hayır yok. Konuşmamız lazım.”
“Nihayet. Anlat artık dilinin altındakini.”
Işıl, derin bir nefes aldı. “Kalkalım mı?”
Sırayla banyoya girip hazırlandılar. Eser ona da kahve
koymuştu. Sabah çay içmediğini, aç karnına çay kokusundan nefret ettiğini
biliyordu. Ne konuşacağını merak ediyordu. Dünden beri aklını kurcalayan neyse
nihayet anlatacaktı. Sonra da hediyesini alacaktı. Dünden beri bir türlü
veremediği hediyesini verecekti. Eser ilk kez bir hediyenin nasıl tepki
alacağını bilemiyordu. Kadınlara hediye verme konusunda tecrübeliydi. Yine de
Işıl kendisini korkutuyordu. Ne yapacağını kestiremiyordu.
Işıl, salona girdiğinde kahve kokusuna doğru yöneldi. Eser
camdan dışarı bakıyor, elindeki kahveden küçük yudumlar alıyordu. Akşamki
masanın üstünde bekleyen fincanını aldı Işıl. İlk yudum boğazından indiğinde
artık konuşmaya hazırdı. Eser, ona dönmüş bekliyordu. Gözlerine baktı. Yutkundu
ve sadece “Son kezdi.” dedi.
“Son kez mi? Ne demek bu?”
“Eser, ayrılmak istiyorum.”
“Ayrılmak mı? O da nereden çıktı? Ne oldu da böyle bir karar
verdin?”
“Öyle gerekti. Yeni yaşıma başlarken yeni kararlar ile yola
çıkacağım.”
“Yeni kararlarında ben yokum öyle mi?”
“Aslında yeni kararlarımı duyunca zaten olmayı
istemeyeceksin.”
“Bu senin fikrin. Bana kararlarını söylemedin.”
“Eser, inan seninle aramızdaki saygıyı kaybetmek istemediğim
için kararlarımı tek başıma aldım.”
Eser, duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu. Işıl’ın başka
şeyler söylemesini beklemiş ama ayrılığı düşünmemişti. “Kararlarını bilmek
istiyorum.”
“Boş ver. Eser, aslında ben hayatımda ilk kez bir ilişkiyi
bitiren tarafım. Sanırım son kez olacak. Ama derdimi anlatabileceğimi
sanmıyorum. Galiba benim karşıma çıkanlar daha acımasızdı.”
“Acımasız olmayan halin bu mu? Neden ayrılmak istediğini bile
söylemiyorsun. Sanırım buna hakkım var.”
“Eser, bak… İnan zor bunu sana söylemek. Ama şunu bil, bunları
senden beklemediğim için, seni bunlara zorlayamayacağım için ayrılmak
istiyorum. Ben evlenmek ve çocuk sahibi olmak istiyorum. İlişkimizin
boyutlarını bildiğimize göre ikimiz için de en iyisi bu.”
“Kararların bunlar mı? Evlilik ve çocuk? Kiminle? Benden
ayrılmadan evleneceğin adamı mı ayarladın?”
“Saçmalama. Benim böyle bir şey yapmamı beklemene
inanamıyorum. Eser, bak bu hale gelmemek için konuşmak istemedim. Bir yerlerde
karşılaştığımızda birbirimize selam verecek yüzümüz olsun istedim.”
“Selam vermek ha? Işıl, seni yanında başka bir erkekle
gördüğümde normal bir tanıdıkmış gibi selam vereceğimi mi sanıyorsun?” Sesi
sertleşince Işıl tedirgin oldu. Eser kıskançlıkları olmayan bir erkekti. Daha
önce bazı kız arkadaşları ile karşılaşmışlar, hatta birini Işıl ile
tanıştırmıştı bile. O zaman normal olan şeyin şimdi sorun olmasına
inanamıyordu. Sorun acaba bitiren kişinin Işıl olması mıydı?
“Eğer sorun buysa selamlaşmayız.”
“Saçmalamayı kes. Selamlaşmak değil başka bir erkekle seni
görmek sorun.”
“Büyük ihtimalle senin yanında da başka bir kadın olacak.”
“Hayır olmayacak.”
“Ah işte en inanılmayacak cümlen bu oldu.” Konuşmayı uzatmak
istemiyordu. Kahve fincanını, neredeyse bitmiş mumların yanına koyup çantasını
aldı. “Elveda Eser. Kendine iyi bak. Mutlu ol.” diyerek kapıya yöneldi. Eli
kapı kolunu tuttuğunda Eser de ona yetişmişti. “Hediyeni almadın. Daha doğrusu
hediyeni vermedim.”
“Alamam.” Dönmemiş, dönememişti. Başı eğik eli kapının kolunda
öylece duruyordu. Bu kadar zor olacağını düşünmemişti. Son kez o gözlere
bakmayı istiyor ama başaramıyordu. Çünkü bakarsa tüm kararlarından vazgeçmekten
korkuyordu.
Eser, onun haline bakıp az önceki suçlamalarının ne kadar
yersiz olduğunu anladı. Başka biri yoktu. Emindi.
“Hediyeni almaman büyük bir ayıp. Al şunu.” diyerek bir zarf
uzattı.
Işıl zarfa şaşkın gözlerle bakıyordu. İçinde bilet olma
ihtimali yüksekti. Yakında görmek istedikleri bir oyun ya da konser mi vardı?
Düşündü ama bulamadı. Zarfı titreyen parmaklarının arasında zorla tutuyor,
içine bakamıyordu.
Gözlerinden inen yaşların arasından konuşmaya çalıştı. “Dün
gece çok güzeldi. Son kez gelip beni işten alışın, kahve içmemiz, yemek, dans…
Hepsi çok güzeldi. Teşekkür ederim.”
“Ya sevişmemiz? Son kez olduğu için mi o kadar güzeldi?”
‘Hayır’, diyemedi. ‘Son kez olduğu için değil, aşkla olduğu
için güzeldi’, de diyemedi. Bir şey söyleyemeden başı eğik kapının ağzında öylece
durdu.
“Benim yüzüme son kez bak o zaman Işıl. Son kez bak ve dün
akşam neden o kadar güzel seviştiğimizi söyle.”
“Bakamam.”
“Neden?”
“Bakamam, zorlama.”
“ O zaman zarfa bak. Sonra da çıkıp git.”
Işıl, sert sesi duyunca derin bir nefes alıp omuzlarını
dikleştirdi. Elindeki zarfı ters çevirip açtı. İçinde o çok sevdiği lila
renginde bir kağıt vardı. Dışarı çıkarttığında bir nikah davetiyesi gördü. Günü
ve saati henüz basılmamıştı. Ama ikisinin adı yazılmış ve dostları davet
edilmişti. Aynı kağıdın altında başka hiçbir davetiyede olmayacak tek bir satır
daha vardı.
‘Benimle
evlenir misin, Işıl?’
Işıl yaşların arasından tam seçemese de
okuyabilmişti bu cümleyi. Az önce usul usul dökülen yaşların yerini hıçkırıklar
alınca Eser ne yapacağını şaşırdı. “Işıl?” derken sesi korku doluydu.
“Sen benimle evlenmek mi istiyorsun?” Sorusu o kadar saçmaydı
ki. Ama dün verdiği tüm kararların aslında ne kadar boşa verilmiş kararlar
olduğunu anlamanın şapşallığını yaşıyordu. Onun yüzündeki şaşkınlık ve mutluluk
Eser’i rahatlatmıştı.
“Az önce okudun ama sana son
kez soruyorum, seni seviyor ve evlenmek istiyorum. Benimle evlenir misin?”
“Ah Eser, ben de seni seviyorum. Hayatımda ilk ve son kez bu teklife yanıt veriyorum, evet.”
“Ah Eser, ben de seni seviyorum. Hayatımda ilk ve son kez bu teklife yanıt veriyorum, evet.”
SON
Çok şirin kısa hikaye , pazar sendromunun panzehiri olmuş 😃🌹
YanıtlaSilTeşekkürler canım... hafta güzel geçer inşallah
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
Sil