1 Mayıs 2016 Pazar

SON KEZ - Tek Bölüm

SON KEZ

Büyük konuşmayacağına yemin ederek çıktı evden. Bu bile büyük konuşmaktı ama o an umursamadı.

O gün akşam olduğunda kararlarını uygulamış olacaktı. Arabasına binerken benzinciye uğraması gerektiğini anımsadı. Sabah benzin alırım, diyerek akşamı es geçmiş olmasına sinirlendi. İşe geç kalacaktı.  En yakın benzinciyi pis benzin satıyor diye geçtikten sonra, bu kez de benzinin yetmesi için dua ederek bir sonrakine doğru yol aldı. Son kez benzin işini sabaha bırakmıştı. Bir daha asla benzin ışığı yanarken evin önüne kadar gelmeyecekti.


İnsan otuz yaşına gelmişse, o yaşa kadar bekar yaşamışsa ve hayatındaki erkeğin yarın hayatında olmayacağını bilerek güne başlamışsa o doğum günü ne kadar güzel geçebilir ki?

Sabahtan beri telefonuna gelen şirket mesajları bile daha içtendi. İçten ve erkenci! Saat neredeyse dokuz oluyordu ve hala kutlama mesajı gelmemişti. Anımsayacak mıydı acaba? Aslında ne kendisi özel günlere takıntılıydı ne de o unutkan biriydi. Mutlaka arayacak ya da mesaj yazacaktı. Sonra… Sonra belki bir akşam yemeği daveti yapacak ve kutlayacaktı.

İstediği bu muydu? Daha önceki yirmi dokuz doğum gününün en az on tanesini kutladığı şekilde kutlamak mı? Çocukken ne kadar mutlu olduğunu bu yaşlarda daha iyi anlıyordu insan. O yıllardaki doğum günlerinin hemen hepsi ayrı bir eğlenceydi. Bebeklikleri anımsamasa da çocukluk kutlamalarının çoğunu resimleri ile örtüştürüp o günlerde neler yaşadığını biliyordu. İlk gençlik yılları da aklından hiç çıkmıyordu. Çekişmelerle, kıskançlıklar ve birbirlerine laf sokmalarla geçen günler. İlk kez erkekleri de davet ettiği doğum gününü de unutmuyordu. Büyük bir heyecan duymuştu.

Otuzuncu yaşına basacağı gün ise içinde heyecan yoktu. Biraz merak, biraz kararlılık ve bolca korku vardı. Bürodan içeri girdiğinde patronun gelmemiş olmasına sevindi. Çünkü benzin almak uğruna geç kalmıştı. Masasına yürürken üstündeki arajmanı görüp sevindi. Unutmamıştı! Adımlarını hızlandırıp masasına ulaştığında ilk yaptığı elindeki çantasını bırakıp kimden geldiğine, daha doğrusu neler yazdığını okumaktı.

‘Işıl’ım, yeni yaşın kutlu olsun. Annen’

“Ah birazdan bir de baba versiyonu gelir. Aynı cümle ve hatta aynı çiçek. Neden hep beyaz gül? Sanki severmişim gibi?”
“Kendi kendine mi konuşuyorsun?”
“Ah evet, otuzuma girerken delirdim.”
“Sen önceden de deliydin. Bugüne suç atma. Doğum günün kutlu olsun.”
“Aysun, teşekkürler canım.” Arkadaşına sarılıp yanağından öperken kapıdan giren yeni çiçeği gördü. İçindeki heyecan beyaz gülleri görünce yatışmıştı. Eser ona asla beyaz gül göndermezdi. Eser ona kırmızı gül de göndermezdi.

Sık çiçek yollamasına rağmen bunlar genelde lila renkli olurdu. En sevdiği rengin lila olduğunu öğrendiğinden beri başka bir renk çiçek yollamamıştı. Son kez bugün de lila renkli bir çiçek alacaktı. Bunu biliyordu Işıl.

Masasına oturup yeni çiçeğini de alınca günün büyük bir bölümü tamamlanmış oldu. Öğlene kadar gelecek telefonlar ve varsa yeni çiçekler kesinlikle Eser’den olmayacaktı. Çünkü sabah toplantıları olan büyük iş adamı ona vakit ayıramazdı.

İlk ve son kez yaptığı telefon konuşması ile onu asla sabahtan arayamayacağını ve asla sabahtan öğlene kadar kendisinden haber gelmesini beklememesi gerektiğini öğrenmişti. Artık bu bilgiyi de son kez kullanıyordu. Yarından itibaren aramaması gereken, aranmayacağını bildiği bir sevgilisi olmayacaktı.

İnsanların belli dönemlerde hayatları ile ilgili verdikleri kararları daha rahat uyguladıklarını okumuştu. Bugün o günlerden biriydi. Artık otuz yaşına giriyordu. Biyolojik saati çocuk istiyor, kalbi aşk ile atmak istiyor ama günleri, sonu olmayan bir ilişkinin içinde, doğum kontrol hapları arasında geçiyordu.

O hapı bu sabah son kez kullanmıştı. Çünkü akşam sevgilisi olan adam ile son kez sevişecekti. Belki de sevişmeyecek, kendisini korkutan duygularından kaçmak için yatağından da kaçacaktı. Henüz kararını verememişti. Çünkü neler hissedeceğini bilmiyordu.

Saat ikiyi geçtiğinde telefonunda nihayet beklediği ismi gördü. Son kez onun telefonuna yanıt veriyordu. Sesini son kez duyacaktı telefonda.

“Efendim Eser?”
“Doğum günün kutlu olsun, Işıl. Nasılsın?”
“İyiyim, kutlamaları kabul ediyorum.”
“Beni de araya sıkıştırdın sanırım?”
“Öyle oldu. Sen neler yapıyorsun?”
“Akşam için güzel bir yerden yemek rezervasyonu yaptırıyorum. Telefonda kutlamakla olmaz. Otuz yaş önemlidir.”
“Anımsatman için teşekkürler. Kaçta alırsın?”
“Senin kıyafetin uygundur. İş çıkışı alsam olur mu? Eve gitmen şart mı?”

Kendisini bu kadar iyi tanıması hiç hoşuna gitmemişti. Çünkü yarından itibaren üzüleceği şeylere yenisini ekliyordu. Kısık sesle “Uygun, bekliyorum.” diyebildi.

Vedalaşıp kapatmaları on saniye sürmüştü. Ergen gençlik gibi bir saat sen kapat, hayır sen kapat demeyeceklerini biliyordu ama son konuşmasının da bu kadar ruhsuz sonlanmasını beklemiyordu. Ah işte aptalca umutlarına eklenmiş bu yeni umudu da çöpe atabilirdi.

Saat altıya gelirken tuvalete gidip makyajını tazeledi. Saçlarını tekrar taradığında gözüne çarpan beyaz teli parmaklarının arasına aldı. Kopartırsan çoğalır diyenlere inat kopartmak istedi. Sonra vazgeçti. Beyaz saç, dert edeceği son şeydi.

Tam altıda hazırdı! Eser ile son kez buluşmak için hazırdı! Daha önceki ilişkilerini bitiren hep erkekler olmuştu. İki kez uzun süreli ilişki yaşamış ikisinde de terk edilmişti. İkinci terk edilişinin son olduğunu o gün bilmiyordu. Bugün ise her şeyin farkındaydı. İlk kez terk eden olacaktı.

Çiçeklerin hepsini ofise dağıtmıştı. Eve götürmek istediği tek bir dal çiçek yoktu. Camın önünde beklerken Eser’in arabasını gördü. İşte bir son daha… Son kez o arabayı büronun önünde görüyordu.

Sakin adımlarla masasına doğru yürüdü, çantasını aldı ve mesai arkadaşlarına iyi akşamlar dileyerek çıktı. Kimse tüm gün yaşadığı fırtınayı görmemiş, hissetmemişti. Hissettirmemek için çabalaması etkendi elbette. Gülmüş eğlenmiş ve kendisi ile dalga geçilmesine ses çıkartmamıştı.

Aynı sakinlikle merdivenleri indi. Eser’in arabasının orada olmasına kızanların korna seslerine aldırmadan yavaş adımlarla çıktı kapıdan. Eser de kimseye aldırmıyordu. Arabadan çıkmış öyle bekliyor ve kornaları duymuyordu. Çünkü umursamıyordu. Hayatı umursamadığı gibi…

Işıl, onu doya doya izlediği dakikaların tadını çıkartarak ve aynı umursamazlıkla yanına gitti.

“Çok güzelsin.”
“Teşekkür ederim. Son genç saatlerimi güzel geçirmek istedim.”
“Sen kırkında da güzel gözükecek kadınlardansın. O yüzden beni kandıramazsın.” Eğilip kapıyı açıp oturmasını bekledi. Kibarlığını her zaman korurdu. Yine sakin adımlarla şoför tarafına geçip koltuğuna oturdu.
“Yemek için erken mi? Önce bir yerlerde oturup bir şeyler içelim mi?”
“Olur.” Yanıt o kadar kısa ve netti ki Eser bir süre baktı yüzüne.
“Neyin var? Gerçekten yaşını dert etmiyorsun değil mi?”
“Elbette dert etmiyorum. Üstelik sen otuz beş yaşındasın. Senin yanında otuz yaşı dert edinip sana karalar bağlatamam.”
“Ah, iğnelemeler başladı. Neyse ben de laf sokmayınca kötü bir şey oldu sanıp üzülmüştüm. Sadece fırsat kolluyormuşsun.”

Aslında Işıl, Eser’in ters giden bir şeyler olduğunu anladığını biliyordu. Kendisini iki senedir tanıyordu. O yüzden gece bitmeden bir şeyler anlamasını engellemek için her zamanki gibi davranmaya karar verdi.

“Boğazda bir yerde içelim kahveyi. Güzel bir manzara olsun.”
“Boğaz uzak değil mi? Bu saatte trafik de çok olur.”
“Ah tamam, anlaşıldı. Doğum günüm olabilir ama isteklerim olamaz. O zaman kahveye gerek yok. Yemek saatine kadar arabada da oturabiliriz.”
“Oh, aman Allahım sen gerçekten kızgınsın. Oysa kızana kadar yola baksaydın çoktan Boğaz yoluna saptığımı görürdün.”
“Sen benimle uğraşacağına ‘tamam’ desene. Ayrıca ‘oh aman Allahım’ benim tepkimdir. Beni taklit etme. ”
“O zaman seni kızdırmanın tadını kim çıkartacak?”

Tam, bir daha beni kızdıramayacaksın diyecekken kendini tuttu. Bu geceyi kavga ederek değil, vedayı yaşayarak bitirecekti.

İki yıldır bir aradaydılar. Bu süre birçok ilişkide ‘nereye varacaklarını’ anladıkları süreydi. Işıl da anlamıştı nereye varacaklarını… Hiçbir yere…

İşte bu yüzden aralarındaki saygıyı yitirmeden ayrılmalarını istiyordu. Çok ortak arkadaşları yoktu ama olur da bir yerlerde karşılaşırlarsa selam verecek kadar saygıları kalmalıydı. Kararını sorgulamaktan vazgeçmeliydi. Zaten ayrılacaktı. Buna mazeretler uydurması gerekiyor muydu? Bu iki yıl içinde haftanın belirli günleri buluşmuş, kalan günler kimin nerede ne yaptığını bilerek yaşanmış, tatillere çıkılmıştı. Yani birlikteliğin gerektirdiği hemen her şey yapılmıştı.

Arkadaşlarının düğünleri, nikahları ve hatta boşanmaları bile ortak yaşanmıştı. Aileleri ile görüşülmemiş, bu da Işıl’ın işine gelmişti. Çünkü ne annesi ne de üç yaşındayken evi terk eden, sonra da sayısız üvey anne ile evlenen babası hayatına dahil değildi. On sekiz yaşından beri kendi ayaklarının üstünde duruyor, iki ebeveynine de gerek duymuyordu. Eser ailesi ile tanıştırmak istese olayın daha ciddi bir boyuta gittiğini düşünebilirdi ama zaten buna hiç niyeti olmamıştı genç adamın. İşte bu da ayrılma kararının etkenlerindendi.

Düşünceleri arasında gezinirken arabanın durduğunu fark etmemişti. Eser’in arabadan inmesini beklemeden kapısını açmayı düşündü ama yine son kez beklemeyi tercih etti. Bir daha yaşamayacaklarından biriydi. Belki sonra bir başka erkek ile yaşayacaktı… İçinde bir şeyler koptu. Yıllardır anlamadığı şarkı sözü bile anlamlı geldi, ‘severken ayrılalım’ bir anda manasını buldu.

Zorlukla indi arabadan. Eser, yine onun güzel yüzüne bakıyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. “İyi misin? Rengin soldu sanki? Hasta mı olacaksın yoksa?” diye sıraladı 
sorularını.

“İyiyim, sanırım yoruldum bugün. Kahve iyi gelir.”
“İstersen yemeğe gidelim. Aç karnına kahve daha kötü yapmasın?”
“Kahve bana hiç dokunmaz bilmiyor musun?” Hani beni tanıyordu bu adam, diye düşünerek sinirle çay bahçesine doğru yürümeye başladı. Eser, hızlı adımlarla yetişip kolunu tutup durdurdu genç kızı. “Neyin var? Sen normal değilsin. Ne olduğunu anlatacak mısın?”

Ne anlatacaktı? Son saatleri olduğunu, o akşam son kez yemek yiyeceklerini ve belki son kez sevişeceklerini mi söyleyecekti? Başını kaldırdı, sevdiği erkeğin yüzüne baktı ve kısaca “İyiyim canım, sadece yorgunum.” Yalan söylüyordu. İlk kez ona yalan söylüyordu. İyi değildi ve olmayacaktı.

Kendini sorgulamaya başladı. Gerçekten bitirebilecek miydi? Bunu istiyor muydu? Yanıt veremeyeceği, verse de yanıtın asla içinden geçen olmayacağı sorulardı.
Kahvelerini beklerken gün içindeki olayları konuşmaya çalıştılar. Işıl, o gün gelen çiçeklerini söylediğinde Eser gülümsedi. O çiçek bile yollamamıştı ama annesi ile babasının beyaz güllerine gülmekten de geri durmamıştı. Arkadaşlarının yolladıklarını sorarken daha da rahattı. İçlerinde adını bilmediği kimse yoktu. Bunun rahatlığı ile konuşuyordu. Kendi gününü anlatırken sabahki önemli toplantısının sonuçlarından bahsedip ne kadar para kazanabileceğini, işin sonuçlanması için firmanın yanıtını beklediğini söylüyordu. Işıl bunu duyunca en azından gerçekten önemli bir toplantısı olduğu için kendisini öğleden sonra aradığını öğrenmişti.

“Ne zaman geri dönecekler?”
“Haftaya sanırım. İşi alırsak yapılacakları ayarlayıp kısa bir tatil bile yapabilirim. Bu aralar çok yoruldum.”

Az önce şüphesi mi vardı? Kısa bir tatil yapabilirim, demişti. ‘Yaparız’ değil… Sen izin alır mısın, gelmek ister misin, gibi sorular hiç yer almamıştı cümlelerinin içinde. Oysa defalarca birlikte tatil yapmışlar, hafta sonları yakın yerlerde küçük kaçamaklarla hayatlarına tat katmışlardı. Işıl, tereddütlerini bitirip kesin kararını vermiş birinin iç huzuru ile kahvesini bitirdi. Saat yediyi geçiyordu.

“Yemeğe gidecek miyiz? Vaz mı geçtin yoksa?”
“Gidelim artık.” Eser, kolunu yine hafifçe tutup arabaya yönlendirmişti. Onun yüzünün solukluğu canını sıkıyordu. Oturmasını bekledikten sonra “Gözlerini kapat ve başını yasla. Seni bu yaşlı halinle çok yormuşlar. Yolumuz en fazla on beş dakika sürer. Dinlen biraz.”
“Tamam” diyerek gözlerini kapattı. Aslında dinlenmek değil kendini dinlemek istiyordu. İç dünyası yeterince savaş vermemiş gibi sorgulamaya devam etti kendisini.

Eser, ilgili bir erkekti. Bunu asla inkar edemezdi. İki yıllık süre içinde hem ilgisini göstermiş, hem de onun şüphe edeceği hiçbir hareketi olmamıştı. Sesini çıkartmazsa bu ilişki belki en az beş yıl daha sürerdi.

Kıskanç biri değildi. Gereksiz kaprisler yapmazdı. Giyimine saçına karışmazdı. Her an birlikte olalım diye ısrarcı olmaz, onun arkadaşları ile zaman geçirmesine ses çıkartmazdı. Elbette kendisi de arkadaşları ile bir araya gelirdi. O gecelerde de Işıl’ın kendi evinde olmasını ister ve çok geç olmadan yanına gelirdi. Böylece Işıl’ın içi hep rahat olurdu.

Neredeyse dört dörtlük bir adamdı ve Işıl onu terk edecekti…

Birisine bunları söylese kesinlikle deli olduğunu düşünürdü. Kendisi de deli olduğunu düşünüyordu ama o artık çocuk sahibi olmak ve yanındaki erkeğin kız arkadaşı değil karısı olmak istiyordu. Ayrıca bunu herhangi bir erkeğin karısı olarak değil Eser’in karısı olarak yaşamak istiyordu. Olmayacak duaya amin demek ona göre değildi. Aklı burada işbaşı yapıyordu. Eser ile zaman kaybediyordu. Ondan ayrılmak, unutmak ve yeniden aşık olmak… Kim bilir ne kadar zaman geçecekti tüm bunlar için?

Düşünmek canını sıkınca bu kez gözünü açıp dışarıyı izlemek istedi ama Eser’in sorularını yanıtlamak yerine gözünün kapalı kalmasını tercih etti.

Nihayet araba durduğunda sessiz bir ortamda olduklarını anlayıp gözünü açtı. Bir otoparktaydılar. Etrafına dikkatli bakınca Eser’in oturduğu siteye geldiğini anladı. Soran bakışlarını çevirince gülen bir Eser buldu karşısında.

“Senin kalabalık bir ortamda yemek yiyecek halin yok. Pizza falan ısmarlarız.”
“Çok iyi olur.”
Son kez yiyecekleri yemeğin pizza olması tuhaftı. Acaba bir sonraki pizza yemesi kaç yıl sonra olacaktı? Acı çekmeden pizzacı önünden geçebilecek miydi? Düşünürse gözlerinin dolmasını engelleyemeyecek ve bu kez Eser’in sorularını geçiştiremeyecekti.
Asansöre doğru yürürken hareketlerinin doğal olması için çaba harcadı. Eser’in bu kez çiçek almadığı kesinleşmişti. Arka koltukta olmayınca bagajdadır belki demişti ama elleri bomboş çıkıyordu katına. Işıl, kendini arsız hissetti. Sanki insanların ona çiçek alması, hediye alması şartmış gibi düşünmesi terbiyesizlikti.

Genelde asansörde kimse yoksa sarılırdı Eser ona. Hatta çoğu zaman öpüşerek çıkarlardı. Şimdi de kollarını uzatıp beline sarıldı. “Sana güzel olduğunu söylemiş miydim? Yoksa dilim tutulduğu için unutmuş muydum?”

“Söyledin. Ama biliyorsun kadınlar bunu duymaktan bıkmaz.”
“Üzgünüm, diğer kadınlar umurumda değil. Kata gelmeden bir de öpücük çalarsam daha da mutlu olurum.”
Çaldı da…

Asansör durduğunda onlar da ayrıldı. Kapıyı açarak içeri girdiklerinde Eser onun ceketini aldı. İçindeki elbisenin patlıcan moru rengi o günkü ruh haline uygundu. Kapının hemen yanındaki konsolun üstünde duran çiçekleri görünce gözleri doldu. Lila renkli kır çiçekleri orada bekliyordu. İçindeki şüphe tohumları o an patladı. Neden eve geldiklerini şimdi anlıyordu.

Salona doğru bir adım attığında perdelerin tamamen açık olduğunu, boğazın küçük bir bölümünün görüldüğü manzaranın hafifçe kararan hava sayesinde daha da güzelleştiğini gördü.  Aynı zamanda o pencerenin önünde hazırlanmış masayı da görüyordu. Yakılmayı bekleyen mumların rengi de lilaydı. Şampanya buz kovasında bekliyordu.

“Sevdin mi?”
“Evet, sevdim. Pizza da kötü fikir değildi ama bu çok daha iyi.”
“Doğum gününü pizza ile geçirmeni istemezdim. Garsonumuz birazdan bize yemeklerimizi de getirecek. O arada ben mumları yakarım. Banyoya geçmek ister misin?”
“İyiyim böyle. Sen mumları yak, ben de müziği ayarlayayım.”
“Sadece seti aç canım. Müzik hazır.”
Setin açma düğmesine basıp kısa bir an bekledi. Evin dört bir yanından çok güzel bir keman sesi gelmeye başlamıştı. Tüm bunların önceden planlanmış olması hoşuna gitti. Bu kez daha detaylı bir gece planlamıştı Eser.
“Teşekkür ederim. Her şey çok güzel.”
“Doğum günün kutlu olsun, Işıl.”
“Teşekkür ederim.”

Eser, onu kollarına alıp asansördeki öpüşünün çok daha üstünde bir şevkle öpmeye başladı. Kulağına eğilip, “Önce yemeğimizi yiyelim. Yoksa garson neye uğradığını şaşıracak.” Zorla ayrıldılar. Işıl’ı masaya oturtup kendisi de mutfak bölümünde bekleyen garsona yemekleri getirebileceğini söyledi.

Dışarıdaki ışıklara inat masalarındaki kristal kadehlerin ışıltısı odanın her tarafına yayılıyordu. Mumların gölgelerinde gözlerindeki ışıltılarla yediler yemeklerini. Işıl, unutamayacağı bir gece yaşıyordu. Yediklerinin lezzetini tam alamasa da güzel bir gece geçiriyordu. Artık aklındaki ‘son gece, son kez’ düşüncelerini bir kenara koymuştu. Bu geceyi doya doya yaşayacaktı.

Yemekleri bitip tatlıya sıra geldiğinde Işıl en sevdiği tatlı olan parfeyi gördüğünde yutkundu. “Sana inanmıyorum. Sen parfe sevmezsin.”
“İnsan her şeyi sevmek zorunda değil. Bazen sevmediği şeylerin de tadına bakmak, hatta sonuna kadar yemek zorunda olabiliyor.”
“Boğazıma dizdin. Sen yemek zorunda değilsin ki.”
“Işıl, parfenin yenmeyecek kadar kötü olduğunu düşünüyorsan sen nasıl yiyorsun?”
“Elbette ben çok seviyorum ama bana revaniyi yediremezsin. Neden keki ıslatırlar bilmem.”
“Aha demek ki revaniyi de benim hatırım için yiyeceksin.”
Işıl, bu dediğinin olmayacağını söyleyemedi. O anda yine kendi kararı aklına geldi ve canı sıkıldı. Yüzü değişince Eser elini uzatıp yüzünü yukarı kaldırdı. “Tamam sana revani yemen için baskı yapmayacağım. Hadi ye tatlını.”
Zaten azıcık kalmış parfesini bitirdiğinde masadan kalktılar. Eser de tabağındaki tatlıyı bitirmişti. Işıl’ın gözleri ışıldıyordu. “Sevdin mi?”
“Sevdim.” Kısa bir an sustu “Belki de daha önce yediğim iyi yapılmamıştı. Ama bu hoşuma gitti.”

Koltuğa doğru yürüyen Işıl’ın bileğine yapışıp gitmesini engelledi. Çalan müziğe uyarak odanın ortasında dans etmeye başladılar. Garson onları rahatsız etmeden masayı kısa sürede toplamış, yeni kadehler ile yeni bir şampanya şişesi mumların yanında yerini almıştı. Çok kısa süre sonra sokak kapısının kapanma sesini duydular. Artık baş başaydılar…

Yarım saat kadar daha keman sesi eşliğinde dans ettiler. Bazen danslarına şampanya kadehleri de eşlik etti. Sonunda danstan da yoruldular. “Oturalım artık.”
“Yorgun olduğunu unuttum. Ama dans iyi geldi sanırım. Yüzünün rengi düzeldi.”
“Haklısın. Dans iyi geldi. Böyle baş başa olmak ve güzel müziklerle dans etmek kimi mutlu etmez ki?”
“Beni de mutlu etti ama yoruldum da. Hadi oturalım biraz.”

Devamlı paylaştıkları koltuğa yöneldiler. O koltuğun üstünde defalarca sevişmiş ve uyuyakalmışlardı. Bazen sadece sarılıp televizyon izlemişlerdi. Işıl, sessizce oturdu. Eser de yanına oturup kadehine bakmaya başladı. Birkaç dakika sonra sessizliği yine Eser böldü.
“Şimdi bana bugünkü halini anlatacak mısın? Seni tanıyorum Işıl. Bir sorun var ve bunu bana anlatmıyorsun.”
“Eser, inan şu an anlatacak bir şey yok. Tüm günün stresi desem yeterli olur mu?”
“Olur. Şimdilik kabul.” Kadehin boşaldığını gördü. “Yeniden doldurayım mı yoksa kahve mi tercih edersin?”
“Hiçbirini istemem.” Ne istediği belliydi. Eser yerinden kaldırıp yatak odasına doğru yürümeye başladı.
Işıl’ı soyarken her santimini öpüyordu. Son kez sevişeceklerini bilmenin hüznü ile karşılık veriyordu Işıl.

Işıl yastığa başını koyduğunda nefesi kesilmişti. En tatmin edici sevişmelerinin bu son sevişme olduğunu itiraf etmeliydi. Eser, genç kızın nefeslenmesine izin vermeden çıplak beline sarılıp üstüne çekti.
“Işıl, bu neydi? Mahvettin beni.”
“Sen de beni. Sanırım otuz yaşında olunca sevişmenin de değişimi oluyormuş.”
“Müthiş oluyormuş. Biraz dinlenmem lazım. Bu arada kahve yapacağım. İstiyor musun?”
“Olur.” Yeniden yana kayıp yastığına döndü.
Eser odadan çıktıktan sonra Işıl, gözyaşlarını bıraktı. Kararı artık eskisi kadar doğru gelmiyordu. Az önce çok insana nasip olmayacak bir sevişme yaşamışlardı. Bir daha aynı tadı bulamayacağını biliyordu. Son kezdi…

Sabah uyandığında yanında yatan adama baktı. Uyanmış kendisini izliyordu.
Konuşmakta güçlük çekiyordu. Kısık sesle “Günaydın.” diyebildi.
“Günaydın. Kahvaltı için vaktin var değil mi?”
“Hayır yok. Konuşmamız lazım.”
“Nihayet. Anlat artık dilinin altındakini.”
Işıl, derin bir nefes aldı. “Kalkalım mı?”

Sırayla banyoya girip hazırlandılar. Eser ona da kahve koymuştu. Sabah çay içmediğini, aç karnına çay kokusundan nefret ettiğini biliyordu. Ne konuşacağını merak ediyordu. Dünden beri aklını kurcalayan neyse nihayet anlatacaktı. Sonra da hediyesini alacaktı. Dünden beri bir türlü veremediği hediyesini verecekti. Eser ilk kez bir hediyenin nasıl tepki alacağını bilemiyordu. Kadınlara hediye verme konusunda tecrübeliydi. Yine de Işıl kendisini korkutuyordu. Ne yapacağını kestiremiyordu.

Işıl, salona girdiğinde kahve kokusuna doğru yöneldi. Eser camdan dışarı bakıyor, elindeki kahveden küçük yudumlar alıyordu. Akşamki masanın üstünde bekleyen fincanını aldı Işıl. İlk yudum boğazından indiğinde artık konuşmaya hazırdı. Eser, ona dönmüş bekliyordu. Gözlerine baktı. Yutkundu ve sadece “Son kezdi.” dedi.

“Son kez mi? Ne demek bu?”
“Eser, ayrılmak istiyorum.”
“Ayrılmak mı? O da nereden çıktı? Ne oldu da böyle bir karar verdin?”
“Öyle gerekti. Yeni yaşıma başlarken yeni kararlar ile yola çıkacağım.”
“Yeni kararlarında ben yokum öyle mi?”
“Aslında yeni kararlarımı duyunca zaten olmayı istemeyeceksin.”
“Bu senin fikrin. Bana kararlarını söylemedin.”
“Eser, inan seninle aramızdaki saygıyı kaybetmek istemediğim için kararlarımı tek başıma aldım.”

Eser, duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu. Işıl’ın başka şeyler söylemesini beklemiş ama ayrılığı düşünmemişti. “Kararlarını bilmek istiyorum.”
“Boş ver. Eser, aslında ben hayatımda ilk kez bir ilişkiyi bitiren tarafım. Sanırım son kez olacak. Ama derdimi anlatabileceğimi sanmıyorum. Galiba benim karşıma çıkanlar daha acımasızdı.”

“Acımasız olmayan halin bu mu? Neden ayrılmak istediğini bile söylemiyorsun. Sanırım buna hakkım var.”
“Eser, bak… İnan zor bunu sana söylemek. Ama şunu bil, bunları senden beklemediğim için, seni bunlara zorlayamayacağım için ayrılmak istiyorum. Ben evlenmek ve çocuk sahibi olmak istiyorum. İlişkimizin boyutlarını bildiğimize göre ikimiz için de en iyisi bu.”
“Kararların bunlar mı? Evlilik ve çocuk? Kiminle? Benden ayrılmadan evleneceğin adamı mı ayarladın?”

“Saçmalama. Benim böyle bir şey yapmamı beklemene inanamıyorum. Eser, bak bu hale gelmemek için konuşmak istemedim. Bir yerlerde karşılaştığımızda birbirimize selam verecek yüzümüz olsun istedim.”

“Selam vermek ha? Işıl, seni yanında başka bir erkekle gördüğümde normal bir tanıdıkmış gibi selam vereceğimi mi sanıyorsun?” Sesi sertleşince Işıl tedirgin oldu. Eser kıskançlıkları olmayan bir erkekti. Daha önce bazı kız arkadaşları ile karşılaşmışlar, hatta birini Işıl ile tanıştırmıştı bile. O zaman normal olan şeyin şimdi sorun olmasına inanamıyordu. Sorun acaba bitiren kişinin Işıl olması mıydı?
“Eğer sorun buysa selamlaşmayız.”

“Saçmalamayı kes. Selamlaşmak değil başka bir erkekle seni görmek sorun.”
“Büyük ihtimalle senin yanında da başka bir kadın olacak.”
“Hayır olmayacak.”
“Ah işte en inanılmayacak cümlen bu oldu.” Konuşmayı uzatmak istemiyordu. Kahve fincanını, neredeyse bitmiş mumların yanına koyup çantasını aldı. “Elveda Eser. Kendine iyi bak. Mutlu ol.” diyerek kapıya yöneldi. Eli kapı kolunu tuttuğunda Eser de ona yetişmişti. “Hediyeni almadın. Daha doğrusu hediyeni vermedim.”

“Alamam.” Dönmemiş, dönememişti. Başı eğik eli kapının kolunda öylece duruyordu. Bu kadar zor olacağını düşünmemişti. Son kez o gözlere bakmayı istiyor ama başaramıyordu. Çünkü bakarsa tüm kararlarından vazgeçmekten korkuyordu.
Eser, onun haline bakıp az önceki suçlamalarının ne kadar yersiz olduğunu anladı. Başka biri yoktu. Emindi.

“Hediyeni almaman büyük bir ayıp. Al şunu.” diyerek bir zarf uzattı.

Işıl zarfa şaşkın gözlerle bakıyordu. İçinde bilet olma ihtimali yüksekti. Yakında görmek istedikleri bir oyun ya da konser mi vardı? Düşündü ama bulamadı. Zarfı titreyen parmaklarının arasında zorla tutuyor, içine bakamıyordu.

Gözlerinden inen yaşların arasından konuşmaya çalıştı. “Dün gece çok güzeldi. Son kez gelip beni işten alışın, kahve içmemiz, yemek, dans… Hepsi çok güzeldi. Teşekkür ederim.”

“Ya sevişmemiz? Son kez olduğu için mi o kadar güzeldi?”

‘Hayır’, diyemedi. ‘Son kez olduğu için değil, aşkla olduğu için güzeldi’, de diyemedi. Bir şey söyleyemeden başı eğik kapının ağzında öylece durdu.

“Benim yüzüme son kez bak o zaman Işıl. Son kez bak ve dün akşam neden o kadar güzel seviştiğimizi söyle.”
“Bakamam.”
“Neden?”
“Bakamam, zorlama.”
“ O zaman zarfa bak. Sonra da çıkıp git.”

Işıl, sert sesi duyunca derin bir nefes alıp omuzlarını dikleştirdi. Elindeki zarfı ters çevirip açtı. İçinde o çok sevdiği lila renginde bir kağıt vardı. Dışarı çıkarttığında bir nikah davetiyesi gördü. Günü ve saati henüz basılmamıştı. Ama ikisinin adı yazılmış ve dostları davet edilmişti. Aynı kağıdın altında başka hiçbir davetiyede olmayacak tek bir satır daha vardı.


‘Benimle evlenir misin, Işıl?’



Işıl yaşların arasından tam seçemese de okuyabilmişti bu cümleyi. Az önce usul usul dökülen yaşların yerini hıçkırıklar alınca Eser ne yapacağını şaşırdı. “Işıl?” derken sesi korku doluydu.

“Sen benimle evlenmek mi istiyorsun?” Sorusu o kadar saçmaydı ki. Ama dün verdiği tüm kararların aslında ne kadar boşa verilmiş kararlar olduğunu anlamanın şapşallığını yaşıyordu. Onun yüzündeki şaşkınlık ve mutluluk Eser’i rahatlatmıştı. 

“Az önce okudun ama sana son kez soruyorum, seni seviyor ve evlenmek istiyorum. Benimle evlenir misin?”

“Ah Eser, ben de seni seviyorum. Hayatımda ilk ve son kez bu teklife yanıt veriyorum, evet.”



SON
















3 yorum: