15 Mayıs 2016 Pazar

-mış Gibi Yapmak! - Tek Bölüm





“Prova alıyoruz. İpek, sen onu aldatırken gördün. Çok sevdiğin kocan seni aldatıyor. Hem de en yakın arkadaşınla! Ruh halini yapabilecek misin?” Aydın’ın sesi her zamanki gibi sakindi.
“Merak etme, tecrübeliyim bu konuda.”
“Tamam senin provanı alalım. Fatih, sen de yakalanmış bir kocasın. Önceki sahnenin devamı olacağı için hem korkmuş, hem kızmış hem de utanmış olman lazım.”
Eğitimin en büyük faydasını böyle sahnelerde alıyordu. Hemen rolüne büründü ve yönetmenin istediği tüm duyguları peş peşe sıraladı. Prova bittiğinde sahnenin yakın ve uzak çekimleri tekrarlandı. Işık ayarlarını beklerken o ruh halinden çıkmamak için çaba harcayan İpek’e bakıp gülümsedi.
“Takılma o kadar, aldatan pisliği düşünür yine kızarsın bana.”
“Uğraşma benimle. O sahneyi tekrar tekrar yaşamak nasıl bir his biliyor musun?”
“Bilmiyorum. Hiç yakalanmadım.”
“Pisliksin.”
“Samimiyim.”

“Aşık olduğun kadın seni aldatırsa ve onu yakalarsan ne demek istediğimi anlarsın.”
“Aşık olmak mı? O zor işte. Hele bizim meslekte.”
“Bak bu konuda sana hak veriyorum. Kocamın beni aldattığı kadını biliyorsun. Önceki filmde birlikte oynamıştık. Orada ayartmış kocamı.” İpek’in anlattıklarını dinlerken fark ettiği tek şey artık duygusuz konuşmasıydı. Bu da iyi bir şeydi. Bir yıl önce evde, kendi yataklarında yakaladığı adamı tek celsede boşamıştı. Ama o zamandan sonra çok bozulmuş, üzgün dolaşmıştı. Bu film hem eskilerle hesaplaşmasını hem de kendini toparlamasını sağlıyordu. Fatih, mutlu olmuştu onun toparlanmasından dolayı.
Sonra arkadaşının biraz damarına basmak istedi. “Kadın mı ayartmış kocanı? Kocan mı gitmeye razıymış o kadınla? Bu konular çok pamuk ipliği değil mi? Tek taraflı düşünüp sadece kadını suçlamak yakışıksız bence. İnan ikisi de o an bunu istemese olmazdı.”
“Fatih, sana bir sır vereyim mi? Kadınlar kendisini aldatan sevgililerini kocalarını suçlamak yerine onların partnerlerini suçlamayı tercih eder. Çünkü o salak herifi kendi hayatlarına soktukları, gün gelip o salak tarafından aldatıldıkları için ne kadar ‘aptal’ olduklarını kabul etmek istemezler. O yüzden tüm aldatmalarda ilk suç diğer kadınlara yüklenir.”
“Süpersin tatlım. Olay bu valla! Hadi makyajını tazelesinler. Terlemişsin, yüzün parlıyor.”
“Senin de boynunda bir yer noksan kalmış, makyözüne söyle düzeltsin.”
*****
Çekimler bittiğinde gün çoktan geceye dönmüş, güneş yerini gecenin hafif serinliğine bırakmıştı. Üç saat sonra yeniden çekim başlayacağı için ikisi de karavanlarına gidip bu süreyi uyuyarak geçirmeyi tercih etti. İki oyuncunun da birlikte üçüncü işiydi. Fatih, İpek ile uzun yıllardır arkadaştı. Evliliğini, aldatılmasını ve boşanmasını yakından izlemişti. O ve onun gibi bir sürü arkadaşı başarısız ilişkiler yaşamıştı. Hepsi ‘bu kez olacak’ demiş ama hüsranla biten ilişkilerin ardından yenilerine yelken açmıştı.
Fatih ise hep ‘yine olmayacak, olmamalı’ diyenlerdendi. Gazetelerde yazıldığı kadar çok sevgilisi olmamıştı. Yanında boy gösterenlerle birlikte olmamış, kimseye bu görüntülerin ardından yaşanacak birkaç saatlik zevkin imtiyazını sağlamamıştı. Genelde adını reklam malzemesi yapamayacak, camiaya uzak kadınları tercih eder, onlarla da ikinci kez buluşmazdı. En iyi tarafı buydu. Böylece başı ağrımıyordu.  
İpek, büyük aşk yaşayıp evlendiği kocasının ihanetini üç kez affetmişti. Onları gözü ile görmemiş, sadece kulağı ile duymuştu. Her seferinde de kocası inkar etmiş, yalan söylendiğini savunmuş, kadınların iş için görüşmeye gelen hevesli oyuncu adayları olduğunu söylemişti. ‘İki film yönettim diye hepsi hâlâ yükselmenin yönetmenin yatağından geçerek olduğunu düşünüyor.’ demişti. İnanmıştı saf İpek… evet, arkadaşına ‘Saf İpek’ derdi çoğu zaman. Çünkü İpek, hâlâ aşka inanıyordu. Fatih, onunla dalga geçse de artık mutlu olmasını istiyordu. İnanıyorsa aşkı yaşasın diyordu. Ama bunun nasıl olacağı konusunda birilerinin adım atması gerektiğini de biliyordu.
Fatih için ise aşk; aşık’mış’ gibi yapmaktan öte bir anlam taşımıyordu.
*****
“Günaydın güzellik. Bugün beni yine çok yakışıklı yapar mısın?”
“Günaydın. Elimden geleni yaparım.”
“Kızım sen benim egomu yerle bir etmek için mi işe girdin? Yanlış yanıt… ‘Siz zaten gördüğüm en yakışıklı erkeksiniz’ diyeceksin. De bakayım!” Bunu söylerken sesine verdiği hayran tınlaması Fadik’i güldürdü.
“Annem bana yalanın çok kötü bir şey olduğunu öğretti. Hadi otur da biraz çalışayım. Güneşe az kaldı işimden olmak istemiyorum.”
“Hay ben senin annenin…”
“Neeee?”
“…ellerinden öpeyim, diyecektim. Ne güzel yetiştirmiş seni.”
“Teşekkür ederim. Anneme iletirim sözlerini.”
“Fadik, anneni merak ediyorum. Sana benziyor mu?”
“Babamla mutlular. Aralarına girmeye uğraşma.” Çok ciddiydi bunu söylerken. Onun ciddiyiteni anlayan Fatih’in tüm neşesi kaçtı. “Ya kızım, sen beni deli mi edeceksin? O nereden çıktı?”
“Gazetede en son yanında gördüğüm teyze, annemden iki yaş büyüktü. O yüzden lütfen anamdan uzak dur. Babamın yapacakları benim yapacaklarımın yanında fiske gibi kalır.”
Fatih, kahkahaları bittiğinde gözünde biriken yaşı silmek zorunda kaldı. Makyajı bozulmuş, Fadik kızgın gözlerle yeniden uğraşmaya başlamıştı. Açıklama yapmamıştı. O geceyi Fadike’e anlatmak istese de vazgeçti. Zaten dışarıdan gelen ses yanıtlamasına gerek bırakmadı. “Çekim başlıyor, ışık hazır.”

*****
“Günaydın! Yüzün gülüyor hayırdır? Üç saatlik uyku sende mutluluk mu yaratıyor?”
“Fadik ya… O kız beni çok güldürüyor.”
“Ah, şu makyöz kız değil mi? Evet komikmiş. Burada vakit nasıl geçecek? Kendi aralarında eğlenip gülerek bekliyorlar bizim kaprislerimizi.”
“Tanıdığım en kaprissiz insansın biliyorsun değil mi? Bak bu kaçıncı işimiz! Benim iki kez aynı oyuncuyla çalıştığım görülmüş şey mi? Seninle defalarca oynarım, kıymetini bil.”
İpek, onun kafasına küçük bir şaplak atarak, “Oğlum, senin beni öpmeyi hatta yatağa atmayı hep istediğini biliyorum. O yüzden eline geçen her fırsatı değerlendiriyorsun. Bu kaç olacak? Yedinci mi?”
“Saydın mı kız?”
“Sen saymadın mı?” İkisi de gülüyordu konuşurken. Fatih, sabahtan beri devamlı güldüğünü düşünüyordu. “Yedi olacak. İlk filmde bir kere, ikinci de üç kere ve bu film de üç kere olacak.”
“İşte bak, dedim sana.”
“İpek’ciğim, canım, seni öpmek istesem etrafımızda en az yirmi kişinin olduğu bir ortamı mı tercih ederim?”
“Hadi be, uyuz! Seni kim öpmek istesin? İşaret geldi, bırak çayını.”
Saatler süren beklemeler, ışık ve sahne ayarlamalarından sonra o günlük çekimler bitmişti. Sabah bahsettikleri öpüşme sahnesi ertesi gün çekilecekti. Programa uygun giderlerse bir hafta sonra da sevişme sahnesini çekeceklerdi. İkisi de daha önce benzer sahneleri çekmiş, hem başkaları hem de birbirleri ile öpüşüp sevişmişti. Yine de o sahneler tedirgin ediciydi. Onlarca gözün önünde öpüşmek, hatta yatağa girmek komikti. O sahneleri çekerken daha fazla konsantrasyon gerekiyordu.
O günlük çekimler erken bitti. İpek ile Fatih akşam yemeğini ekiptekilerle yiyecekti. İşler erken bitince teknik ekiptekiler dinlenecek fırsat bulmuştu. Hepsi bir tarafa kaçmanın derdine düşüp plan yapıyordu. Başrol oyuncularına kimse davette bulunmamıştı. Onlar mutlaka başka plan yapmıştır, diye düşünülüyordu. Yemek masaları birleştirilmiş, yönetmenler ve oyuncular tam ortaya oturmuş, diğerleri etraflarını doldurmuştu.
Fatih, Fadik’i aradı. Sabahki halinin aksine yüzü asıktı. Etrafındakiler gülerken o da gülüyor, sonra hemen yüzü değişiyordu. Ters bir şey olmuş, diye düşündü Fatih. İpek’e dönüp, “Ben erken yatacağım, zaten uykusuzum bu fırsatı kaçırmayacağım. Sen ne yapacaksın?”
İpek’in de yüzü kötüydü. Sesine de yansımıştı o hali. “Fatih, başım çok ağrıyor. Ağrı kesicin var mıdır? İçip ben de uyuyacağım.”
“Fadik sana masaj yapsın mı? Elleri çok maharetli.”
“Ayıp olur, arkadaşları ile oturuyor kız. Plan yapıyorlardı az önce. ”
“Soralım bakalım gidecek mi? Yoksa ben de yaparım ama o benden daha maharetli inan.”
Masanın diğer ucundaki Fadik’in yanına gidip “Sen de gidecek misin?” diye sordu, Fatih. Genç kız biraz asık bir suratla dönüp, “Hayır uyuyacağım.” dedi. Fatih’in yüzüne yakın oluşu canını biraz daha sıkınca başını geri atıp, “Siz gidiyor musunuz?” diye sordu. “Hayır, ben de uyuyacağım ama senden İpek için bir şey istesem… Başı çok ağrıyormuş, masaj yapar mısın?”
“Ağrı kesici vereyim.”
“Onu ben de yaparım ama senin parmakların çok maharetli. İlaçtan daha etkili olacaktır.”
“Tamam, nerede yapacağım?”
“Benim karavana geçelim.”
Fadik, gözlerini devirerek kalktı yerinden. ‘Başı ağrıyormuş, haspamın. Mazeret mi uyduruyor acaba? Bu gece sevişemem, başım ağrıyor, dedi de biri de yok illa ön prova yapacağız, diye mi tutturdu?’ Yerinden kalkarken, önünde kocaman yavru aslan kafası olan penyesinin kayan yakasını düzeltip açılan omzunu kapattı. Kotunun belini de düzeltip yürürken arkasında kalçalarını izleyen bir sürü göz ve o gözleri fark eden başka bir çift göz bırakmıştı.
“İpek Hanım, saçlarınızı yıkayayım mı? Yıkarken de masaj yaparım.”
“O zaman benim karavana gidelim. Şampuanım, havlum orada.”
“Olur.”
“İyi geceler, Fatih. Yarın görüşürüz.”
“Sana da… Fadik, sen bir dakika kalır mısın?”
Fadik, kapıdan çıkarken geri dönmek zorunda kalmıştı. “Ne oldu? Gece makyajı mı lazım?”
“Uyuyacağım, ne makyajı. Senin neyin var? Sabah çok keyifliydin. Şimdi yüzünden düşen bin parça. Ne oldu?”
Ne diyecekti? Doğruyu söyleyemeyecekti elbette. O zaman en basit yalanı söylemeliydi. “Yorgunum, ondandır. Gezmeye bile gidecek halim yok baksana.”
“Emin misin?”
“Dün gece sen üç, ben iki saat uyudum. Aksini söylemen ayıp etmek olmaz mı? Seni yakışıklı göstereceğim diye canım çıkıyor.”
“Ah tamam, vurdun yine beni, hadi git. İpek gerçekten zor durumda!”
“Tabii onu aldattığın için kızgınken seninle öpüşüp barışacak, ne bekliyordun?”
“Ne? Ha… Aman ya yarın saatlerce öpüşeceğiz değil mi? Öpmüş gibi yapmak sinir ediyor insanı. Hadi git.” Sesindeki ifadelerin samimi olmasını umdu ama o bir oyuncuydu. Tüm hayatı oyunlar üzerine kurulu gibiydi. Ne zaman gerçek duyguları, ne zaman oyunculuğu ön plandaydı bilemiyordu.
İpek’in karavanının kapısın çalıp içeri girdiğinde genç oyuncunun penye bir şort atlet takım giydiğini ve saç yıkama setine oturduğunu gördü. Aslında sevimli bir kadındı ama şu an gözüne öyle gelmiyordu. Çekimler başlayalı üç haftayı geçmişti. Bu süre içinde ikisi arasında çok kısa birkaç cümleden öteye bir konuşma olmamıştı.
“Fadik, Fatih’in dediği kadar varsa o parmakların, dile benden ne dilersen!”
“İpek Hanım, müzik seti ya da bilgisayarda yavaş müzik var mıdır? Yoksa benimkilerden birini dinler misiniz?”
“İpek de! Ne istiyorsan çal. Birazdan beynimin alnımdan fırlayıp duvara yapışacağını düşünmeye başladım.” Kadının gerçekten başının şiddetli ağrıdığı gözlerini açamamasından belliydi. Fadik, kotunun cebinden belleği çıkartıp odadaki bilgisayara takıp ayarladı. Sesi de biraz kıstı. Suyu nasıl istediğini sorup kontrol ettikten sonra saçını yıkamaya başladı. Şampuanı sürüp tüm kafa derisini maharetli parmakları ile yoğurmaya başladı. Müzik zaten tek başına bile rahatlamasına yetecek gibiydi ama o parmaklar İpek’i az sonra mayıştırmıştı. “İnanılmaz ama Fatih’e katılıyorum. Senin parmakların mucize yaratıyor.”
“Öyle mi dedi?”
“Kesinlikle. Ve o çoğu zaman haksızdır ama bu kez haklı. Başımın ağrısı kalmadı desem yeri.”
“Sahneler çok yorucu olunca baş ağrısı kaçınılmaz oluyor. Makyajını neyle siliyorsun? İki üç gün sonra sivilce olacak yüzünde.”
Ürün adını duyunca kendi kullandığını ve nasıl uygulaması gerektiğini anlattı. Sivilce çıkınca kendisini bulmasını istedi. Sonra da kendi kıçına tekme vurmak için bacak boyunun yeterli olup olmadığını düşündü. Bu kadına neden içi ısınmıştı ki?
“Fadik, çok teşekkür ederim. Büyük ihtimalle yarın akşam daha da şiddetli bir ağrım olacak. Yarınki sahneyi biliyor musun? Senden rica etsem yine masaj yapar mısın?” Randevu istiyordu resmen.
“Eğer ağrın olursa elbette yaparım.” Sonra durup doğru anlayıp anlamadığını sorguladı. “Yarınki sahne yüzünden mi başın ağrıyor? Fatih ile öpüşeceksin diye mi?”
“O sahneler her zaman beni rahatsız ediyor. Bir de düşünsene beni aldatan kocamı öpüp baştan çıkartmaya çalışacağım. Kadınlığımı kullanacağım ve bunu onca insanın önünde yapacağım.”
“İpek, çok özel bir konu ama şöyle düşün… Kocan da seni aldattı… Veee eline bir fırsat geçse, önce onu tekrar baştan çıkartsan, sonra bir başka yakışıklı için kıçına bir tekme bassan nasıl hissederdin?”
“İyi hissederdim.”
“Fatih’i onun yerine koy. Sonra da bas tekmeyi!”
“Yani, Fatih’i eski kocammış gibi düşüneceğim, baştan çıkartacakmış gibi yapacağım, sonra da tekmeyi bastığımı düşüneceğim. Bu tam Fatih’in ‘aşık-mış gibi’ tanımına uyuyor işte.”
“O da ne demek? Öyle mi yapıyormuş?” Sorunun hemen arkasından dilini ısırmıştı. Bazen susmayı bilmiyordu.
“Fatih bu, aşka inanmaz ama iyi aşık rolü yapar. Dizilerde filmlerde -mış gibi yapıyorum, diyor. Gerçekte ise aynı kızla iki kere gören olmadı. Hatta çoğu zaman kızları da gören olmadı. Gerektiğinde objektiflere yanındakilerle poz verir. Çoğu da reklam içindir.”
“Reklam için annesi yaşında birisi ile birlikte olabilir mi?” Şu kadının yaşına fena takmıştı. Öncekiler de rahatsız ediyordu ama bu kadar geniş bir yelpazesi olduğunu görmek midesini bulandırıyordu.
“Fadik, kaç yaşındasın kızım sen ya? Bizim camiada reklam için herkes herkesle birlikte olabilir. Daha iki gün önce bir oyuncunun eski sevgilisi ile oyuncunun annesini yakalamadılar mı? Yaş farkını geç, ortak kullanım alanı bile çok umurlarında olmuyor gördüğün gibi.”
“Fatih’in de geçenlerde öyle biri ile resmi çıkmıştı. Haklısın, yaşa bakmıyor erkekler. Biraz diri bir kadın yetiyor desene.”
“Kimi söylediğini anladım. Bana da anlatmadı ama Fatih o işi para için yapmıştır.” İpek rahatlamış, sesi kedi mırıltısı gibi çıkmıştı ama Fadik çığlık atınca yerinde sıçramıştı. “Neeeeee? Jigolo mu yani Fatih?” Fadik, beyninden vurulmuşa dönmüştü. En ummadığı şeydi bu!
İpek, kızın tepkisine gülüp dedikoduya devam etti. “Deli kız, bağırma öyle. Hayır değil. O gece bir dernek yararınaydı yanlış hatırlamıyorsam. Sorsam söylemez ama mutlaka o kadın bağış yapmıştır, bedelini de Fatih ödemiştir.”
“Nasıl?”
“Ne kadar ileri gittiler bilmem ama o davete kolunda o kadınla gitti mi? Gitti… Gerekli reklamı yaptılar. Fatih erkek olduğu için hiç önemsemez öyle haberleri. O kadınla adı sevgili diye yazılsa ne olur, yazılmasa ne olur. Adam umursamıyor hayatı.”
Rahatlaması gerekirken daha da canı sıkılmıştı. “Haklısın. Dünya yansa yorganı yanmıyor. Hayatında ciddi olduğu tek şey işi sanırım.”
“Oyunculuğu seviyor ama nedeni ‘öyle gibiymiş’ yapabilme özgürlüğü… Doktor da olabiliyor, avukat da. Hatta katil bile. Bu filmde de adi bir koca oluyor kiiii eminim en rahat yaptığı rol budur.”
“Onu iyi tanıyorsun değil mi?”
“Bu camiada dost diyeceğim tek kişi…”
“O zaman neden başın bu kadar ağrıyor?”
“Dostumu kaybetmekten korkuyorumdur…”
“Anladım galiba… Şimdi saçlarını kurutalım da uyu. Ben de uyumak istiyorum.”
“Fadik, çok teşekkür ederim. Şey… Fatih… Üzülürsün tatlım. Dikkatli ol.”
Fadik, son cümleden sonra sadece gülümseyebilmişti. Karavandan çıkıp kendi kaldıkları karavana doğru yürürken Fatih’in seslenmesi ile o tarafa döndü. Zaten İpek ile yan yanaydı karavanları.
“Uyumak istemem kötü bir talep mi?” Gözlerini kapatıp yürümüştü Fatih’in yanına.  Onun bu halini gören erkek gülerek “İpek iyi mi?” diye sordu. Hani uyuyacaktı bu adam? İpek’i düşünmekten uyuyamamış olmalı… “Çok daha iyi. Ben çıkarken uyumak üzereydi.” İçindeki kurt harekete geçince devam etti. “Uyumadan yetiş istersen.”
Adam kızın ne demek istediğini anlasa da yanıtlama gereği duymadı. “Fadik, bir masaj da ben istesem çok mu zorlarım seni?”
“Senin de mi başın ağrıyor?”
“Olamaz mı?”
“Geç hadi. Yıkayayım mı senin saçını da?”
“O kadar uğraşma sadece şu şakaklara yaptığın masajdan yapsan yeter sanırım.”
“Senin de yarınki sahne yüzünden mi ağrıyor başın?”
Fatih o kadar güldü ki Fadik, şakaklarını tutamıyordu bir türlü. “Aman ne komik. Rahat dur da ovalamaya devam edeyim.”
“Kızım sen komiksin gerçekten. Benim ağrım güneş altındaki uzun çekim yüzünden sanırım.”
“O zaman benim de ağrıması lazım. Onca saat senin yüzün parlamadan dursun diye canım çıktı.”
“Bana değil senariste kız. Dış sahneleri o yazıyor.”
“Tamam, yarın anımsat bana.”
“Anımsatamam yarın güzel bir kadını öperek vakit geçireceğim.” Daha sözü bitmeden bağırıp saçlarını Fadik’in elinden kurtarmaya çalıştı. “Neden çekiyorsun saçımı?”
“Masaj yapıyorum burada. Tabi ki saçını çekeceğim.”
“İlk defa çekiyorsun ama.”
“Ah ciddi misin? Desene öncekilerde unutmuşum. İyisin sanırım bu kadar laf ettiğine göre. Ben gidiyorum.”
“Yarın sabah yedi de burada olmalısın.”
“Emredersin. İyi geceler.”
“Sana da…”
Fadik, karavanın kapısını çarparak kapatmayı çok istiyordu ama etraftaki diğer karavanlarda uyuyanlar varsa kesin uyanırdı. Kibarca kapattı kapıyı…
*****
Beklenen sahneler beklenenden zor çekilmişti. Üstelik bu kez sorun İpek’te değil Fatih’te olmuş, bir türlü istenileni verememişti. Yönetmen defalarca kez tekrarlanan çekimlerden sonra Fatih ile karavanına girmiş, makyajı tazelenirken konuşmaya başlamıştı. Böyle zamanlarda Fadik kulaklıklarını takar, konuşmaları dinlemez müzikle çalışırdı. O gün de öyle yapacaktı ama iki şarkı arasındaki boşlukta yönetmenin ‘Arkadaşın diye zorlanıyorsan, öpmeyi çok istediğin birini düşün, oymuş gibi yap’ dediğini duymuştu. Hemen müziğin sesini kısıp konuşulanları dinlemeye başladı. Biraz utansa da aksini yapmayacak kadar konuşmayı merak ediyordu. Şimdi eğilmiş, boyun bölgesini pudralıyordu. Yüzü Fatih’in yüzüne çok yakındı. Gözlerini pudraladığı bölgeden ayırmıyordu. Fatih ise yönetmenin dediklerini düşünürken bir karış mesafede çalışan genç kızı izliyordu. Evet, öpüyormuş gibi yapacaktı… Zaten hep öyle yapardı… Tek sorun kimi öpüyormuş gibi yapacağını bilememesiydi!
“Tamam, şimdi hallederiz.”
“Yine olmazsa artık başka şeyler düşünmeye başlayacağım!” Sesi sert çıkmıştı ama sanki bıyık altı bir gülüşü gizliyordu.
“Ne düşüneceksin?”
“Söylediğinin aksine, İpek’ten hoşlandığını ve hazır fırsatını bulmuşken kızı defalarca öptüğünü elbette…”
Fadik, o an elindekinin pudra ponponu değil de bıçak olduğunu hayal etmeye başlamıştı. Haklı mıydı yönetmen?
“Saçmalama… Nedenini sen de biliyorsun ben de. Tuhaf geliyor.”
“Bana da öyle geliyor ama ne yapalım. Hazır mısın? Fadik bitti mi?” diye kendisine soru yöneltilmiş ama genç kız sözde müzik yüzünden duymamış gibi numara yapmıştı. Duyduklarını anlamaya çalışıyordu. Kendisinden ses çıkmayınca Fatih, elini yüzünün önünde sallamış, “Hey, tembel, çabuk olsana güneş kaçıyor.” diye kızdırmaya uğraşmıştı.
Yönetmen çıkmış, Fatih de kıyafetini düzeltiyordu.
“Koca kafalısın, uğraş didin bitmiyor. Hadi git de bitir şu sahneyi. Millet sen öpüşeceksin diye telef oldu.”
“Kız güzel ama ne yaparsın biraz elim ayağım dolanıyor. Gideyim de onun da ayaklarını yerden keseyim.”
“Defol.”  
*****
Çekim bittiğinde herkes rahatlamıştı. Nihayet istenen olmuştu. Fadik, İpek’e bakıp nasıl olduğunu sordu. İyi olduğunu öğrenince kendi elemanlarına doğru yürümeye başladı. Fatih, çekimden hemen sonra yüzünü sildirmiş ve arabasına atlayıp oradan uzaklaşmıştı. Kimseyi yanına almadığına göre o akşam eğlenmeye gidiyor olmalıydı.
Fadik, diğer oyuncuların makyajlarını yapan ekip elemanlarını kontrol etti. Dört kişiydiler. Makyaj konusunda aldığı eğitimi onlarla paylaşmış, böylece yetiştirdiği gençlerle güzel bir ekip kurmuştu. Film ve diziler için çalışan dört elemanı daha vardı. Onlar şu an çekilen bir yaz dizisinde görev alıyordu. Liseden sonra kurslara giderek öğrenmiş, sonra da geliştirmişti mesleğini. Şimdi aranılan bir makyözdü. Aynı zamanda iyi plastik makyajlarla kaliteli işler çıkartıyordu. Bu filmin sonunda da İpek için yaşlandırma makyajını yapacaktı.
Yapacak işi kalmayınca karavanına girdi. Tek başına olduğu için hemen üstünü değiştirip yatağa uzandı. Bir süre uyumak iyi gelecekti. Tüm gün onların öpüşmelerini izleyip sinirlerinin bozulmasına izin vermişti. Kendi kendine yaşadığı bir sevdayı böyle sorun haline getirmesi hoş değildi. Fatih, kendisine uzak bir erkekti. Yaşam tarzı olarak uygun değillerdi. Yine de o kadar yakışıklı bir adama, bu kadar yakın olmak ne yazık ki olumsuz etkiliyordu.
Saat dokuza doğru, karavan arkadaşı da olan elemanı Perran içeri girip uyandırdı. Hep beraber bir yere gidip eğlenmek istiyorlardı. Bu da en azından bir saatlik yolculuk demekti. Şehrin dışında çekim yapmanın kötü etkisi diye düşündü. Gitmek istemediğini söylediğinde itirazları yükselmişti. Biraz oturup kafa dağıtacaklar sonra da geri döneceklerdi. En fazla üç dört saat sonra yataklarında olacaktı hepsi. Gitmek istemiyordu ama sonra başkalarının da eğlence peşinde olduğunu anımsayıp kabul etti.
Sürünerek kalkıp, üstü zımbalarla işli kotunu ve sırtında koca kuru kafa resmi olan siyah tişortunu giyip ayağına da yüksek topuklu sandaletlerini geçirdi. Hızlı hareketlerle makyajını yaptığında hazırdı. Saçlarını da elleri ile şekillendirdi. Çantasını alıp bekleyen elemanlarının yanına gitti.
“Patron, süpersin.”
“Patron deyip beni oralara sürükleyip hesabı bana kitleyeceğini sanan yanılır. Alman usulü.”
“Ayıpsın patron, bizdensin.”
“Yok öyle şey. Herkes kesesinden yesin içsin. Hadi gidelim. Arabayı kim kullanıyor?”
“Levent kullanacak. İçmeyecek söz verdi.”
“Anlaştık tamam. Hadi gidelim de erken dönüp uykumuzu alalım.”
Beş kişi arabaya doluşup güle konuşa şehre indiler. Fadik, onlarla birlikteyken Fatih’i hiç aklına getirmemişti. Bunu başarmak için çaba harcamıştı ve başarmıştı. Başarmış mıydı? Çaba harcadıysa nasıl başarmış oluyordu düşünmemeyi? Çakırkeyifti, kafasının karışıklığı normaldi.
Saat ikiyi gösterdiğinde çekim alanına dönmüşlerdi. Bekçiler dolaşıyordu etrafta. Başları ile selam verip kıkırdayarak karavanlarına doğru yürüdüler. Tam ayık olan sadece Levent idi. Onun haricinde herkes biraz çakırkeyif biraz sarhoştu…
Perran önden yürüyüp karavana giderken Levent de Fadik’in koluna girmiş uzun topukların üstünde düşmeden yürümesi için destek oluyordu. Kızlar yürürken hallerine gülüyorlar sonra da birbirlerine sus diyorlardı.
Karavanın kapısına geldiklerinde Perran girdi ve ışıkları yaktı. Levent, Fadik’in iki basamağı çıkmasına yardım ettikten sonra ikisine de öpücük yollayıp kendi karavanına doğru yürüdü.
Gecenin karanlığını aydınlatan karavanın ışığında bu manzarayı izleyen bir çift göz perdesini kapatıp sinirle yastığını yumruklayıp başını gömdü. Onca saat deli gibi araba kullanmak sinirlerini yatıştırmaya yetmemişti… Belki uyursa düzelirdi.
*****
Çekimler lokantada yapılacağı için hepsi erkenden yola çıkmıştı. Işıkların ayarlanması, kameraların kurulması saatler sürüyordu. Bir grup teknik ekip akşamdan gitmiş ve çalışmaya başlamıştı.  
İpek, vücudunu saran siyah elbisesi ve omuzlarına attığı şalı ile çıktığında herkes bir süre izledi kadının güzelliğini. Saçı ve makyajı ile güzelliği katlanmıştı. Fadik, beğeni ile bakarken aynı bakışların Fatih’in yüzünde olduğunu görünce bozuldu. Bu adam inkar ediyordu ama İpek’e vurgundu. Belki de o yüzden başkaları ile tek gecelik kaçamaklarla yetiniyordu.
Bugün karı koca olarak yemek sahneleri ve sonra eve gidişleri çekilecekti. Fatih’in üstünde de çok şık siyah bir takım vardı. İçindeki gömlek kar beyazıydı. Kravatındaki ince bordo çizgiler, ayakkabısının üstünde de tek çizgi halinde bulunuyordu. Dikkatli gözlerden kaçmayacak bu detay kostümcünün başarısıydı. Elbette kıyafetleri bu kadar iyi taşımak da oyuncuların başarısıydı.
Fatih’in saçlarına daha bir özen göstermişti.  Saçları yıkanırken yine masaj istemişti. Parmakları ile özellikle şakaklarına masaj yaparken mırıldanmaya başlamıştı genç adam. “Şu an uyuyabilirim. Keşke çekimler öğleden sonra olsaydı… Fadik, on dakika gözümü kapatacağım. Devam et lütfen.” Ve öyle de olmuştu. Uyuduğundan emin değildi ama yine de on dakikaya yakın alnına şakaklarına ve boyun bölgesine masaj yapmış, Fatih hiç gözünü açmamıştı. Fadik de fırsattan istifade rahat rahat aynadan izlemişti o yüzü…
Çekimler saatlerce sürmüştü. Aynı sahneyi dokuzuncu kez çekerken Fadik bile patlamıştı, “Yönetmen neyini beğenmiyor? Bence üçüncüsünde olmuştu zaten.”
“Yönetmen senin benim baktığım gibi bakmıyor. İkimizden de aynı şiddette duygu yoğunluğu bekliyor. Senkron tutmadı ne yazık ki.”
“Fatih, senin şu ‘-mış gibi’ yapmaların işe yaramıyor mu?”
“Sen nereden biliyorsun -mış gibiyi?”
“Sanırım geçen gün konuşurken duydum. Ama çok normal değil mi? Sen oyuncusun, hep -mış gibi yapıyorsun.”
“Haklısın ama bu kez ya yorgunluk ya başka nedenle yapamıyorum.” Yorgun değildi. Daha yoğun çalışmalara alışkındı. Nedeni başkaydı ama adı yoktu…
“Sahne, ikinizin yemek yerken aşık aşık bakışmanız… Haklısın zormuş senin için.”
“Niye zormuş?”
“Kaç kızla iki… Yok bu çok az oldu… Üç kez çıktın? Hayatında hiç aşık oldun mu? Lisede falan da olsa olur.” Dalga geçtiği o kadar belliydi ki! Fatih, sinirli bir sesle yanıtladı, “Fadik işini yap.”
“Affedersin, işine karıştım. Sen iyi oyuncusun bu hafta içinde güzel bir aşk sahnesi çekersin… İşin bitti, gidebilirsin.” Sesi de yüzü de ifadesizdi. Fatih onu kırdığını anlamıştı. İçinde bulunduğu durumu anlatmadan nasıl kendini affettireceğini düşünerek adını söyledi, “Fadik…”
Ama Fadik çoktan eşyalarını toparlamaya başlamıştı. Yanıtlamadı.
İşini yapmıştı işte…
*****
Fadik, yönetmenle konuşmuş, yaşlandırma makyajının kaç saat süreceği konusunda bilgi vermişti. Çekimler akşama kadar sürecekti. İşleri ayarladıktan sonra son çekimleri konuştular. Filmin en can alıcı sahnesinin yani barışan aşıkların sevişmesinin çekileceği güne sadece iki gün kalmıştı. O gün bazı vücut boyaları da yapılacaktı. Tenlerin pürüzsüz gözükmesi gerekiyordu. Görüntü Fatih’in vücudunun üst bölümünde hem sırt hem göğüs bölgesinde yoğunlaşacaktı. İpek’in omuzlarından ve sırtından başka yeri gözükmeyecekti ama sırt çekimlerinde göğüslerinin ön taraftan kapanması için kostümcünün hazırladığı kıyafeti giyecekti. Yönetmen bundan bahsedince Fadik şaşırdı. “Kostümcü halleder, benim yapacağım bir şey yok.”
“Sen kıyafetin tonunu vücut ile uyduracaksın. Mayo bana iki ton açık geldi. Çekimlerde anlaşılmasın o fark.”
“Onu bilgisayarda ayarlamak mümkün değil mi? Başka renge bile dönüştürüyorlar bildiğim kadarıyla.”
“Oynamak istemiyorum öyle teknolojik işlerle. Sen öbür gün hep bunlarla meşgulsün ona göre.”
“Tamam ama yanımdaki vücut boyasının tonu tutmayabilir. Benim şehre inmem lazım.”
“Çekim sonrası gider alırsın.”
“Tamam, ben renk kodlarını bildireyim de hazırlasınlar.” Kostümcünün yanına gederken aklında hala bu işin gereksiz olduğu düşüncesi vardı. İpek, çıplak çekime karşıydı ve bunu anlıyordu ama renk tonu için bu kadar uğraşılması hiç mantıklı gelmiyordu. Renkleri kontrol ettikten sonra siparişini verip tekrar sıcak çekim alanına döndü. Ağustosun tüm sıcağı aynı güne toplanmış gibiydi. Dış çekimlerde tekrar isteyen bir sahne bulunmuş, onu tamamlamaya uğraşıyorlardı.
Öğleden sonra üçte bitmişti başrollerin çekimleri. Herkes ertesi gün çekilecek sevişme sahnesi ve sonrasındaki sahne için hazırlanıyordu. Fatih’in son çekimleri olacaktı. Aksi bir durum olmazsa işi bitiyordu…
Fadik, hiç konuşmadan Fatih’in makyajını temizlemeye başladı. Yüzüne bakmıyor, şakalaşmıyor, sorularına tek kelimelik yanıtlar veriyordu. İşi bittiğinde iyi akşamlar dileyerek yanından ayrıldı.
Fatih tüm konuşma çabalarının başarısız olmasından sonra kendine bir kadeh içki koyup koltuğa oturup ayaklarını uzattı. Sinirini yatıştırması gerekiyordu. Senaryoyu eline alıp son günkü sahnesini okumaya başladı. Ertesi gün kendi çekimlerinin son günüydü. Aksi bir durum olmazsa yarın akşam evine dönebilecekti. İlk kez çekimler bittiği için kendini kötü hissediyordu. Bir gün daha kalsa ne değişecekti? Fadik’i kırmıştı. Affettirmesi pek de mümkün gözükmüyordu. Kızın neden o kadar alındığını anlamıyordu. Oysa çoğu gün şakalaşırken birbirlerine daha ağır laflar ediyorlardı. Dün çekimin aksamasının verdiği sıkıntı, Fadik’in sorusu ile çakışınca sesi sert çıkmış, genç kız da alınmıştı.
Düşünerek çözüm bulamayacağına göre en iyisi biraz dolaşmaktı. Saat dörttü ve hâlâ çok sıcaktı. Beyaz bir tişort ve bol cepli bir bermuda şort giyip çıktı karavanından. Çekim yaptıkları evin etrafındaki karavanlarda hareket yoktu. Herkes dinlenmeye çekilmiş, diye düşünürken Fadik’in karavandan çıktığını gördü. Streç bir siyah kot, üstüne beyaz bir atlet giymiş, beline de kırmızı bir fuları kemer gibi bağlamıştı. Kocaman kırmızı çantası ve kırmızı gözlükleri ile arabasına doğru yürüyordu. Nereye gidiyor, diye merakla bakarken geçen gece gördüğü Levent’in de arabaya bindiğini fark etti. Çıktıklarını bilmiyordu. Canı sıkkın şekilde karavanına dönerken yönetmen ile karşılaştı.
“Ne o suratının hali?”
“Yok bir şey.”
“Tamam, öyle olsun. Viskin var mı?”
“Var, gel.”
Klimalı karavanın keyfini çıkartmak isteyen ikili bir süre kadehlerindeki buzlara bakıp sessizce oturdu. Sonra ikisi aynı anda konuşmaya başladı.
Yönetmen Aydın, “Yarınki sahne…” derken Fatih de “Şu sahne…” diyordu. Aslında ikisini farklı nedenlerle rahatsız ediyordu yarın çekilecek sahne. Fatih dönüp kadehi ile işaret ederek, “Önce sen söyle.” dedi.
Aydın, “O sahneyi yönetebileceğimden emin değilim.”
“Gerçekten sevişmeyeceğiz biliyorsun değil mi?” Dalga geçiyordu ama kendisi de rahatsız oluyordu. Aydın, “Hele bir gerçek olsun, gör bak seni nasıl paramparça ediyorum.”
“Oğlum, iki sene oldu. Şu kıza açılsana artık. Bak boşandı da. Neden geri duruyorsun.” Kendisi ne olduğunu bilmese de Aydın’ın uzun zamandır kendi içinde yaşadığı sevgiyi anlıyordu. Ama aşkın insanı ne kadar aptal yaptığını henüz kestirememişti. Aydın ağzını açınca bunu da anlamaya başladı, “Çünkü o sana aşık.” demişti Aydın. Fatih, gerçek bir tepki ile “Yuhhh daha neler?” diyerek karşı çıktı buna.
“Yuhu muhu yok. Geçen günkü öpüşme sahnesinde baktım da seni gerçekten öpüyordu. Sen ondan daha çekingendin.”
Fatih bir an düşündü. Doğruluk payı var mıydı? Hayır yoktu. İpek ile asla sevgili olamazlardı. İkisi de bunu hiç istememiş, hiç düşünmemişti. Etraflarında kimse yokken tek bir an bile çekim hissetmemiş, istek duymamışlardı. Fatih, en azından kendisinden emindi. İpek’i düşündüğünde onun da aynı şeyi hissettiğinden emin oldu. Aydın yanılıyordu. Aşık olduğu için kıskançlık yapıyordu.
“Aydın, inan o bana aşık falan değil. Benim tavsiyeme uyuyor -mış gibi yapıyor. Hatta ona geçen gün sevdiğin biri varsa onu düşün, dedim. Sen bana demiştin ya. Aynen ona sattım. O an kime baktı dersin?”
“Hadi oradan…”
“Anladın işte. Ben der demez ilk baktığı sen oldun.”
“Ben yönetmenim oğlum, ondan bakmıştır.”
“Sen daha oyalan, bak iki gün kaldı. Sonra galada belki bir araya gelirsiniz. Ondan sonra ara ki bulasın.”
“Düşünmem lazım.” dedi ve sonra ikisi de uzun bir sessizliğe gömüldü.
Küçük televizyon ekranına bakıyor ama ne izlediklerini görmüyorlardı. Sonunda üçüncü kadehlerine maç yorumları eşlik etti. Fatih, saat on gibi duyduğu araba sesiyle doğrulup camdan bakmaya başladı. Fadik dönmüştü ama tek başınaydı. Yüzü asık mıydı? Kavga mı etmişlerdi? Fadik üzgün diye üzülmesi tuhaftı ama üzüldüğü konunun bir ayrılık olmasına sevinmesi daha da tuhaftı.
“Neye bakıyorsun öyle?”
“Bir araba geldi de kim diye baktım.”
“Kimmiş?”
“Fadik…”
“Hatırladım, o şehre inecek, vücut boyası alacaktı.”
“İş için mi indi şehre? O herif de onunla gitmişti.”
“Kim?”
“Ekibindeki zayıf uzun tip var ya o. Levent miydi adı?”
“Levent. Olabilir, yakın arkadaş onlar.”
“Bence onlar sevgili.”
“He he kesin öyleler.”
“Niye öyle dedin?”
“Bana İpek için akıl veriyorsun ama sen de burnunun dibindekini görmüyor, sonra da makyözünün aldığı nefesi takip ediyorsun.”
“Etmiyorum.”
“Öyle olsun.”
Ve sonrası yine erkekçe bir tavırla sessiz sedasız televizyona bakmakla geçti. İkisi de aslında kendileri hakkında derin düşüncelere dalmıştı. Fatih esneyince Aydın da yerinden kalktı. “Kovsaydın da olurdu. Bak, yarın rahat ol ama gereğinden fazla bir şey yapma. Ağzını burnunu dağıtmayayım.”
“O kızı kaçırırsan ben senin ağzını burnunu dağıtırım.”
******
Sabahın körüydü. Gün ağarmadan herkes ayaktaydı. Fadik önce İpek’in hazırlıklarını tamamladı. Fatih’e sıra geldiğinde ikisinin de yüzü beş karıştı. Mecbur olduğu için orada olduğunu belli ediyordu. Fatih bir iki konuşma çabası içine girmiş, yine yanıt alamayınca vazgeçmişti. Fadik, konuşmadıkları takdirde kendi içindeki acının azalacağını düşünüyor ve inatla devam ediyordu.
“Özür dilerim, Fadik. O gün sinirliydim. Seni kırmak istemedim.”
“Kırmadın.”
“Onun için mi hâlâ konuşmuyorsun benimle? Hadi gül artık. Senin yüzün asılınca gıdın sarkıyor.”
“Sarkmaz.”
“Bir kere daha tek kelimelik yanıt verirsen seni döverim.” Boş tehditlerin ardından Fadik’in sakin yanıtı geldi. “Dövemezsin.”
“Lanet olasıca, beni deli etme. Yeter artık. Konuş benimle. Bak bugün son günüm zaten akşama evime dönüyorum.”
“İyi.”
“Off”
Asıl oflaması gereken Fadik idi. Önünde belden yukarısı çıplak şekilde oturan Fatih, aklını toparlamasını, işini doğru yapmasını engelliyordu. Az sonra elleri o çıplak vücutta dolaşacaktı. Kendisini toparlaması gerekiyordu. İpek ve yaşanacakları düşünüp kafasındakileri dağıtmak istedi ama bu kez de kıskançlıkla doldu. Birazdan ikisi de o yatağa girecek ve rol icabı da olsa sevişecekti. Sinirleri bozulunca ellerini çekti. Aklı iyice karışmıştı zaten. Fatih de her şeyi zorlaştırıyordu. Gözlerini kızdan ayırmıyordu. Çoğu zaman gözünü kapatır ve işlemlerin bitmesini beklerdi ama şimdi her hareketini izliyordu.
Fadik, terliyordu. Kendisini rahatsız hissedince “Bekle.” diyerek küçük banyoya gidip elini yüzünü yıkadı.
“Çok sıcak değil mi?”
“Evet.” Hep sıcaktı ama o ilk kez bu kadar terliyordu. Çünkü terleten hava değildi.
“Ne kadar kaldı?”
“Az.”
“İki harfe kadar indik… Artık kafanı sallayarak yanıtlarsın herhalde?”
Ve Fadik başı ile onayladı Fatih’i. Genç adam onun bu masum, çocukça hareketini görünce kahkahayı bastı. “Çok tatlısın.” derken istemsizce çıkmıştı sözler dudaklarından. Fadik ise omuz silkerek yanıtlamıştı bu iltifatı.
*****
İpek ile Fatih, bir prova ve iki çekim ile herkesin merakla beklediği sahneleri tamamlamıştı. Kamera açıları iyi ayarlandığından ve tekrara gerek kalmadığından işin çoğu bitmişti. Fatih’in son sahnesi çekilecekti. Fadik elindeki malzeme çantası ile hemen sahneye dahil oldu. Hızlı hareketlerle işini yaparken Fatih yine onu izliyordu.
“Birazdan benden kurtulacaksın. Gözün aydın!”
Fadik, sert bir bakışla yanıtladı adamın sözlerini. Konuşacak hali yoktu. Bu sektörde ilk kez çalışmıyordu ama ilk kez bir sahneyi gerçekmiş gibi izleyecekti. Tüm hazırlıklar bittiğinde çekim başladı. Önce yakın planların çekimini yaptılar.
İpek, yanında yatan adam dönerken çarşafın kaymasını engellemiş, çıplakmış hissini devam ettirmişti. Yastıktaki başı kendisine doğru çevirmiş ve adama, “Beni seviyor musun?” diye sormuştu. Fatih de yüzünde büyük bir aşk ile bakıp, “Seni seviyorum.” demişti. İpek, aldığı yanıttan sonra güzel bir gülümseme ile bakıp, “Ben de seni seviyorum ama affetmiyorum!” diyerek yastığın altındaki bıçağı genç adamın tam kalbine saplamıştı.
Fatih’in ölümünü izlemek kahrediciydi. Bir sürü hile ile çekilen bir sahneyi gerçekmiş gibi düşünmek ne kadar akıllıcaydı acaba? Çünkü Fatih can verirken Fadik ağlıyordu. Sessizce uzaklaştı çekim alanından. Kimsenin bu rezilliği görmesini istemiyordu.
*****
Sahneler bitip ekip alkışlamaya başlayınca Fadik de yine evden içeri girdi. Sakinleşmişti. Fatih yataktan kalkmış üstündeki kan görüntüsü oluşturan malzemelerin temizlenmesini bekliyordu. Üstüne bornozunu giydiğinde tebrikleri de kabul ediyordu. Az önce ölmüş biri olarak son derece keyifliydi. İpek ise bir kenara geçmiş gerçekleştirdiği sahnenin sinir bozukluğunu atmaya uğraşıyordu.
Aydın, İpek’in ruh halini anlayıp yanına gitti. Elindeki suyu verip, “İki yudum al, rahatlarsın!” dedi. Onları izleyen Fadik, Aydın’ın bakışlarını görüp uzaklaştı. Daha sonra temizlerdi İpek’in vücut boyalarını. Onları baş başa bırakıp Fatih’e döndü. “Temizleyeyim mi?”
“Soru eki ile iki kelime eder. Aşama kaydettik desene.”
“Yanıt?”
“Yanıtım, evet temizleyelim, sırtımdakiler neden kaşındırıyor anlamadım.”
“Kaşındırıyor mu? Alerji mi yaptı acaba?”
“Aman Allah’ım, başardım nihayet…Konuştun.”
“Yalan mı söyledin?”
“Alerji olmuş gibi yaptım diyelim.”
“Yalan söyledin. Hadi temizleyelim ve işim bitsin.” Fadik yine sert konuşmaya başlamıştı.
“Bu akşam da burada kalıyorum. Hep birlikte yemek yiyeceğiz. O yüzden kurtulacağını sanma.”
“Size afiyet olsun. Benim işim var.”
“Ne işin var? Sevgilinle mi buluşacaksın?”
“Yarın için hazırlık yapmam lazım.” Sevgilisi olduğunu mu sanıyordu? O nereden çıkmıştı?
“Dün hazırlıklarını yapmışsın. Mazeret bulma. Akşam birlikte yemek yiyeceğiz. Benden kurtulmanı kutlamalısın.”
“İpek seni öldürdüğünde kutlamamı yaptım.”
“Oh, bu ağır geldi.”
“Gerçek bu.”
“Fadik, geçen gün için gerçekten özür dilerim. Seni üzmek istememiştim.”
“Affettim.”
“Aman memnun oldum.”
“Ne yapmamı bekliyorsun ki? O gün ben de alıngandım sanırım. Tamam affettim.”
“O zaman akşam yemeğe geleceksin.”
“Hayır, işim var.”
“Evet, geliyorsun.” Fatih, istemsizce ısrar ediyor, Fadik ise nedenlerini anlamadığı bu baskıyı tuhaf buluyordu. “Neden gelmemi istiyorsun?”
‘Çünkü başkası ile vakit geçirmeni istemiyorum.’ demek yerine “Eğleneceğiz hep birlikte. Ekip yemekleri önemlidir.” dedi. Aklındaki ‘Levent denen herifle gitmeni istemiyorum’ cümlesini söyleyemeyeceğine göre “Bir sonraki iş için Aydın ile iyi geçinmelisin. Sana çok iş düşecek bir film yapacak.” diyerek ortalığı toparlamaya çalıştı.
Fadik, hayal kırıklığını bastırıp, “Bir süre film setlerine gelmeyebilirim.” diye yanıtladı genç adamı.
“Niye?”
“Bilmiyorum. Sanırım yoruldum. Kısa sürede yeni bir iş almak istemiyorum. Belki seneye…”
Ne yapacaktı bu sene? Niye bir sene sonrayı düşünüyordu? “Bu camia bir sene sonra seni unutur.”
“İyi olur.” Keşke unutsalar da bir daha bu ortamlara girmesem, diye geçiriyordu aklından.
“Fadik, çok güzel işler alabileceğini biliyorsun. Şimdiden bir teklif var ve sen hayır diyorsun. Derdin ne?”
“Sen…işine bak.” Toparlamıştı belki ama emin olamadı. Yüzüne bakmak yerine susmayı tercih etti. ‘Senin olduğun ortamlarda olmak istemiyorum’ diyemezdi.
“Ah kendi silahımla vuruldum. Aynı günde iki kez ölmek hiç hoş değil.”
Fadik, onun da kendisine böyle dediğini anımsadı. Aslında tamamen farklı nedenlerle söylenmişti aynı kelimeler.
“Bak, bu filmdeki işim bitti. Aydın’ın ya da bir başkasının filminde çalışmak istemiyorum. Bu akşam o yemekte olmak istemiyorum. Senin olduğun bir yerde olmak istemiyorum.” Son cümle istemsiz çıkmıştı. Ama gerçek duygularıydı. Fatih’te bunu anlamıştı. “Neden?”
“Nedeni yok. Sana iyi eğlenceler. Benim işim var.” Kapıya döndüğü an kolundan tutuldu. “Kolumu geri alayım.”
“Akşam o yemeğe geleceksin. Yoksa rezalet çıkartırım. Senin göründüğün gibi olmadığını, karavanın kapısı kapanır kapanmaz üstüme saldırdığını herkese söylerim.”
“İğrençleşmekte sınırın var mı?”
“Yok.”
Bu söylediğini asla yapmayacağını biliyordu ama neden illa orada olmasını istediğini anlamıyordu. “Blöfünü görürsem?”
“Gör o zaman!”
“İnat ediyorsun yani…”
“Evet… Fadik, son gece bu. Hadi kırma beni. Seninle dargınlığımızın bittiğine inanmak istiyorum.”
“Büyük oyuncu Fatih, yine oynuyorsun ve üzgünmüş gibi yapıyorsun. Geleceğim ama bu senden korktuğum için değil. Sadece acıktığımı hissettiğim için.” Bir de belki o sesteki üzüntünün gerçek olup almadığını anlamak istiyordu.
“Yemek ilk buluşma yemeğinin yapıldığı lokantadaymış. Şık olmaya bak.”
“Tamam, kotumun üstüne pullu bluz giyerim.”
“Şık ol.”
*****
Kostüm sorumlusu filmin kostümlerinin haricinde neler olduğuna bakıp uygun bir elbise bulmuştu. Koyu yeşil elbisenin sırt dekoltesi dudak uçuklatacaktı.
İpek, o akşam için makyajını Fadik’ten istemişti. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Fadik merakla bakmış ama sormamıştı.
“Çatlıyorsun değil mi?”
“Hayır desem inanacak mısın? Yüzünde acayip bir ifade var.”
“Aydın… Çekim sonrası kapımı çaldı ve benden çok hoşlandığını, eğer birlikte olursak ve beni aldatırsa filmdeki gibi kendisini öldürmemi istedi.” Fadik, onun kocası tarafından aldatıldığını bildiği için bir erkeğin bu kadar açık bir şekilde yaklaşmasını ve ölmeyi göze almasını romantik bulmuştu. Kimse ölmek istemeyeceğine göre bu adam gerçekten aşıktı…
“Yüzün bu hale geldiğine göre sen de öldürmeyi kabul etmişsin.”
“Deliyim ben. Ama o da benden bir söz istedi. Filmlerde bile olsa başka bir erkeği öper ya da sevişirsem o erkeği öldürecekmişim.”
“Şaka yapıyorsun? Hep öyle senaryo gelirse kim izler o filmleri. Biz mutlu aşklar isteriz.”
“Eh ben de onun mantıklı olmasını beklemeye karar verdim. Öyle bir söz vermedim.”
“Bu erkekler bazen gerçekten saçmalıyor.”
“Kimmiş o saçmalayan? Aydın mı? Yoksa başkası da var mı?”
“Şey… Aydın başta işte. Üstelik ben buraya adım attığım ilk gün onun sana bakışlarından anlamıştım. Bir aydan fazla zamandır buradayız ve nihayet film biterken mi aklı başına gelmiş? Üstelik kıskançlık sahneleri oynamış!”
“Sanırım Fatih ile olan sahnemiz damarına basmış.”
“Kimin basmadı ki?” diye fısıldarken yakalandı İpek’e. “Sende mi Brütüs?” Gülümseyerek devam etti İpek, “Sana uyarıda bulunmuştum ama geç kaldığımı da biliyordum. Fatih gerçekten zor biri. Hiç aşık olmadı. Hatta aşık olacağını hiç düşünmedi bile. O yüzden seni fark etmesi, duygularına karşılık vermesi güç olabilir. Ama yine de şansını dene. Bak bakalım o ne hissediyor?”
“Diyorsun ki, elini taşın altına koy… Belki sana ilgi duyar, ama aşk bekleme… Doğru mu anladım?”
“Eh, elini taşın altına koy ve aşık etmeye çalış. Bu akşam başla mesela. Biraz kıskandır. Bak çok işe yarıyor. Adam kendi çektiği filmdeki oyuncuyu kıskandı… ki ortada bir şey yoktu. Sen de kullan bunu. Ayrıca bu akşam çok güzel ol. İyi bir makyaj ve güzel bir saç çok işe yarar. Ah bir de güzel uzun topuklu bir ayakkabı giy. Yoksa da ben veririm.”
“Sen ciddisin değil mi? O adamın hayatına dalmamı ve sonra kıçıma yediğim tekme ile ortalıkta kalmamı istiyorsun!”
“Bakalım o tekme atılacak mı yoksa kollar kaçmayasın diye sarılacak mı?”
“Tipik, kendi mutlu herkes mutlu, diyenlere döndün.”
“Evettttt.” Gerçekten de herkes mutlu olsun istiyordu o an. Bunun yolu bu akşamdan geçiyorsa o da biraz hızlandıracaktı işleri. “Akşama ne giyeceksin? Bak güzel giyin.”
“Kostümcü güzel bir yeşil elbise ayarladı. Bedeni uygun ama biraz sırtı açık!”
“Güzel. Silahlarını kuşanmış olacaksın. Güzel bir ayakkabı ve çanta ile tamamla.” Dolabını açıp bakarken, “Açık yeşil mi koyu yeşil mi?” diye sordu. Açık yeşil yanıtından sonra çok güzel bir ayakkabı ile onun çantasını çıkarttı. Beyaz ayakkabının topukları on santim kadardı. Neyse ki burnundaki platformlu kısım kullanımı rahatlatıyordu.
Fadik, kendi karavanına geçerken akşam neler olacağını düşünüyordu. Fatih, gerçekten kendisine ilgi duyuyor olabilir miydi? İpek, arkadaşım dediği erkeğe yönlendirdiğine göre onun içgüdülerine güvenmesi gerekiyor muydu? Denemeden karar vermek, yenilgiyi baştan kabullenmekti.
Elbiseyi giyip makyajını yaptığında gerçekten silahlanmış gibiydi. Aynadaki görüntüsünü çok beğendi. Perran da onu gördüğünde ıslığını koyvermişti. “Bu ne böyle? İpek seni paralamasın! Ondan güzel olacaksın, kesin.”
“İpek iyi biri. Ayakkabıları o verdi.”
“Düşüp bir yerini kır diye vermiş bence. Ne o topuklar öyle?”
“Kötüsün sen. Hadi gel sana da makyaj yapalım. Elbise giyeceksin ona göre. Böyle kotlarla gelemezsin.”
“Ne giysem sana yetişemem. Kimse de beni fark etmez.”
“Sen elbise giy de görmeyen görmesin.”
*****
Herkes karavanlarından çıkmış, ekibin büyük kısmı minibüse doluşmuştu. Fadik de onlara katılacakken kendisine seslenen İpek ile olduğu yerde kaldı. “Onlar gitsin, sen benim saçımı bir düzelt tatlım. Biz arabayla yetişiriz onlara.”
Ve dediği gibi de oldu. İpek, karavana girmiş onu beklerken minibüs yola çıkmıştı bile.
Saçlarında düzeltilecek bir şey bulamayan Fadik, oyuna geldiğini anladı. “Neler çeviriyorsun?”
“Fatih, arabası ile gidecek. O teklif etmezse bizimle gelirsin. Ama bence kibar biri olarak Aydın ile beni baş başa bırakmak için çaba harcayacaktır.”
“Sen neden senaryo yazmıyorsun?”
“Yazıyorum. Tüm makyajlar ve saçlar sana emanet olacak.”
“Tamam, seninle çalışırım. Ne zaman biter?”
“Bu hızla altı yedi aya biter.”
“Bir sene de sen ona. Tamam, yaz bitir, söz seninle çalışırım.”
“Aydın seni kapmak isterse ne olacak?”
“Aydın’ın sonraki filminde yine Fatih oynayacakmış. Çoktan kulağıma geldi haberler. Üzgünüm ama Aydın ile çalışmam bir daha bu durumda.”
“Vayyy, tavır alıyorsun ha?”
“Uzak durmak istiyorum. Sen engellesen de yarından itibaren uzak duracağım.”
“Sen de haklısın. Üzüleceğini, yenileneceğini bile bile bir savaşa girmek çok mu doğru? Ama aşıksan kaçışın yok tatlım. Ah bak Aydın geldi. Kesin Fatih de çıkmıştır karavanından. Hadi çıkalım.”
Haklıydı. Aydın arabayı karavana yaklaştırmıştı. Fatih de kendi arabasına doğru yürüyordu. Üçlüyü görmemişti. İpek, fırsatı kaçırmayıp seslendi. “Fatih, sen de bize katılsana. Eğleniriz giderken.” Fatih üçüncü olacağını düşünüp itiraz edecekti ki Fadik’i gördü. Ya da gördüğünü sandı. Çünkü kotlarla gördüğü genç kıza hiç benzemeyen biri vardı İpek’in yanında. İstemsizce onlara doğru yürüdü. Aydın’ın yüzüne bakıp karar verdi, “Siz ikiniz gidin, Fadik de benimle gelsin.”
“Ne gerek var…” derken sanki çok masummuş gibi Aydın’a bakmış ve onun asık yüzünü görünce kimsenin bir şey anlamadığını görüp “Evet ya öylesi daha iyi, belki biz erken kalkarız falan sizin tadınızı kaçırmayız. Hadi görüşürüz.” diyerek arabaya binmişti.
Fadik, ne yapacağını bilemez şekilde duruyordu. “O topuklularla yürüyebilecek misin? Yoksa taşıyayım mı?”
“Yürürüm.”
“Ya evet, teklifi ben yapınca yürüyebiliyorsun ama başkalarının yanında nedense pek sakar oluyorsun.”
“Ne? Kim?”
“Yok bir şey. Hadi bin.”
Lokanta çekim yaptıkları sayfiye evine yarım saat mesafedeydi. Sakin bir trafik ile yol keyifli olabilirdi ama ikisinin de ağzını bıçak açmıyordu. Fadik dışarıyı seyrediyor, Fatih de yola bakıyordu. On dakika kadar sonra “Çok güzel olmuşsun.” dedi Fatih.
“Önceden çirkindim yani? Şimdi güzel oldum öyle mi?”
“Hep güzeldin. Bu akşam daha da güzel olmuşsun. İlk kez seni bu kadar makyajlı ve yapılı saçla görüyorum. Kıyafetin… Kumaşı yetmemiş ama yeten kısmı güzel olmuş.”
Fadik gülmesini gizlemeye çalıştı. Sırtı gerçekten çok çıktı. İç çamaşırını kontrol etmesi gerekecekti. Yoksa gözüküp çok nahoş bir manzara sergileyebilirdi. Sütyen takmamıştı. Sırtı tamamen açık olan elbisenin boynundan geçen zincir askılarının aynısı sırtının ortasından geçip göğüslerin yanlardan gözükmesini engelliyordu. Tabi bu tarz elbiselerin bazı hileleri oluyordu.
“Sen de çok yakışıklısın. Hayret benim elim değmeden de olabiliyormuş.”
“Allah vergisi, ne yaparsın!”
“Ukala… Aydın ile İpek konusunda ne diyorsun?”
“Onlarda çok şık giyinmişlerdi.”
Fadik ilk kez kahkahayla güldü. “Onu sormadığımı biliyorsun. Aydın, İpek’e duygularını söylemiş.”
“Geç bile kaldı. İki senedir içinde tutuyor. Patlayacaktı artık.”
“İki sene mi? Neden bu kadar bekledi?”
“İpek’in boşanmasını ve kendini toparlamasını beklediği için itiraf edemedi duygularını. Yoksa beni bir kaşık suda boğacak kadar kıskanıyor.”
“İşiniz gerçekten zor. Aynı şey senin için de geçerli olabilir. Oyuncular genelde yakın meslekleri yapanlarla evleniyorlar. Sen de kıskanırsan boğarsın birilerini.”
“Aydın kadar metanetli olabilir miyim bilmem. Benim karım oyuncu olamaz.”
İçi yanmıştı duyduklarından sonra. Birileri onun karısı olacaktı. İlk kez böyle bir şeyden bahsediyordu Fatih. Bir gün gelecek ve o da evlenecekti. Şimdiden bunu kabullenmeliydi. Ve bir başka noktayı daha kabullendi. İpek ne derse desin kaybedeceği savaş için cepheye çıkmayacaktı.
Yolun kalanında yine sessizlik hakimdi.
*****
Çiftler de lokantaya ulaştığında masalar şenlendi. Eğlence, yemek ve söyleşiler ile saatler geçti. Ertesi gün erken kalkacaklar yemekten de erken ayrıldı. Görüntü yönetmeni, yönetmen ve oyuncular eğlenceye devam ederken Fadik de teknik ekiple dönmek istedi. Fatih, benle geldin, benimle döneceksin, diyerek itiraz etti onun talebine. Fadik de böylece ayıp olmasın diye oturdu.
Çalan müzik ile Aydın, İpek’i dansa kaldırdı. Fatih hareket etmeyince görüntü yönetmeni Nihat, Fadik’i dansa kaldırdı. Hem dans ediyor hem de ertesi günkü yaşlandırma makyajı hakkında hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Bir ara gözü masada oturan Fatih’e takılmış ve onun çatık kaşlarla izlediğini görüp heyecanlanmıştı. Belindeki ele bakıyordu Fatih.
Fadik onun bakışlarından umutlanmış ama sonra masadan kalkıp dışarı çıkışını izleyip yine kendi salaklığına kızmıştı. Müzik bittiğinde yerine oturmayı tercih etti. Tüm tadı kaçmıştı. İki dakika kadar sonra Fatih içeri girdi.  Fadik’e “Hadi gidelim artık.” dedi. Hemen kalkıp herkese iyi akşamlar dileyerek dışarı çıktı. Nihayet gece bitiyordu.
Arabaya doğru yürürken adımlarını dikkatli atıyordu. Alkol almamıştı ama yine de yürümekte güçlük çekiyordu. Yorgunluk, uyku ve hüzün bir araya gelip yeterince sarhoş etmişti. Arabaya oturduğunda yine sessiz bir yolculuk bekliyordu. Fatih ise onun beklentisinin tersine, “Eğlendin mi?” diye başladı konuşmaya.
“Güzel bir geceydi.”
“Nihat evli biliyorsun değil mi?”
“Biliyorum.”
“İyi!”
“Ne demek istiyorsun?”
“Yok bir şey.”
“Sen ne ima ediyorsun?”
“O adamın eli belindeydi.” Artık sesi istediği gibi sakin değildi. Tüm hissettiği duyguları ortaya koyuyordu.
“Dans ederken bir el bele konur. Meğer onun için beni dansa kaldırmamışsın. Bilmediğini, bilmiyordum.”
Siniri bu saçma yanıtla biraz daha artmıştı. “Neyi bilmiyorum? Ne diyorsun?” 
“Yemeğe birlikte gittik. Gerçi zorunluluktandı ama olsun yine de birlikte gittik. Doğal olarak dansa kaldırması gereken kişilerin başında sen geliyordun ama hava almayı tercih ettin. Meğer dans etmeyi bilmiyormuşsun.” Fadik, alay ediyordu. Aslında üzüntüsünü alaycılığın ardına saklamaya uğraşıyordu.
“Bildiğimi biliyorsun. Neden dans etmediğimi sorarsan söylerim.”
“Neden?”
Sormayacağını mı sanmıştı? Fadik, ne zaman onun beklediği şeyleri yapmıştı? Ne diyecekti? “Canım istemedi.” En kırıcı yanıt da buydu galiba…
“İyi işte, benim canım dans etmek istiyordu ve sonuç… Nihat ile dans edip eğlendim. Merak etme onun karısından ayrılmasına neden olmam. Evlilerle, başı bağlılarla işim yok. Kısmetime bir bekar çıkar, merak etme.”
“Merak etmiyorum.” Ediyordu. Onun hayatında birilerinin olma ihtimalini kabul edemiyordu. Levent’in akşamki davranışlarını izlemiş ve saygılı tavırlarından sadece patronu olarak gördüğünü anlamıştı. Boşuna kafaya takmıştı ama takmıştı işte. Sonunda Fadik ile ilgili her şeyi takıntı yaptığını kabullendi. Nihat ile dans ederken dayanamamıştı. Bir dakika sonra belki kendi ile olan savaşını kaybedecek ve o dansa kaldıracaktı ama Nihat erken davranmıştı. Adamın günahını alıyordu. O geç kalmıştı. Şimdi de doğru davranmazsa hiç yetişemeyecekti.
“Fadik…”
“Efendim?”
“Ben bekarım!”
“Eee?”
“Ne ee si? Kısmetine çıkacak o bekar benim.”
“Değilsin.”
“Benim.”
“Fatih, çok tatlısın ama inan sen benim için doğru insan değilsin. Benim tek gecelik bir ilişkiye uygun olduğumu düşünmen bile beni tanımadığının ispatı. Senin için deli olan bir sürü güzel kadın var. Ben doğru erkeği bulurum merak etme. Daha gencim, acelem yok.”
Hissettiğinin aksine, sakin bir şekilde durdurdu arabayı. Daha da sakin bir şekilde döndü Fadik’e, “Doğru erkek benim diyorum sana.”
“Sen sanırım uzun zamandır şehre inmedin. Kadın göremediğin için en yakınındakine sarıyorsun.”
“Fadik, seni nasıl ikna edebilirim?”
“Edemezsin.”
“Bak, çok sakin bir şekilde konuşmaya ve sana kendimi anlatmaya çalışıyorum ama sen işi yokuşa sürüyorsun. Senden hoşlanıyorum. Bunu kabul etmek bu kadar güç mü?”
“Konu sen olunca öyle.”
“Konu ben olunca öyle mi? Belki bir şekilde ispat ederim hislerimi…” Tüm o sakinliklerine bir yenisini ekleyip yavaşça eğilip sadece dudaklarına dokunarak öpmeye başladı genç kızı. Fadik, heyecandan öleceğini sandı. Gerçekten öpüyordu kendisini. Kısa bir an sonra ilk dokunan Fadik oldu. Erkeğin saçlarına uzattığı elleri o saçları okşamaya başlamış oradan boynuna inmişti. Fatih de artık ellerini belinde omuzlarında sırtında gezdiriyordu. Bir süre sonra uzaklaşıp birbirlerine bakmaya başladılar.
Fadik o bakışlardaki aşkı görünce ne yapacağını bilemedi. Doğru mu söylüyordu? Gerçekten hoşlanıyor muydu? İkinci kez öpüşmeye başladıklarında düşünecek hali kalmamıştı.
Elleri elbisenin yanlarından içeri doğru hareketlendiğinde bir engelle karşılaştı. Kumaş düşündüğünün aksine geçit vermiyordu göğüslere ulaşmasına. Şaşkınlıkla bakarken Fadik gülmeye başladı. “Silikon ile yapışık!”
“Yani tüm gece ‘o zincirler koparsa ne yaparım?’ diye boşuna mı dertlendim?”
“Niye takıldın ki ona?”
“Bilmem. Sanırım senin öyle bir görüntü vermen beni deli edeceği için olsa gerek!”
Kıskanıyor muydu? Öyle gözüküyordu. Bu gerçekti. Kendisine önem vermiş ve kıskanmıştı.
“Amacımız gerçekten teşhir etmek değilse gerekli tüm tedbirleri alırız merak etme.”
“O zaman keşke sırtını da kapatsaydın da beni çıldırtmasaydın. Ben sonra bakardım o güzelliğe.”
“Şık ol diyen sendin. Ben de söz dinledim.”
“Bir daha kumaştan tasarruf etmemiş olsun lütfen elbiselerin!”
“Tamam.” ‘Bir daha…’ yani bir daha buluşacaklardı. Her sözünden, her hareketinden anlamlar çıkartmaya uğraşıyor, sorarsa kaçırtacağını sanıp susmayı tercih ediyordu. Bir kez daha öpüştüklerinde bu kez durmak daha da zor olunca Fadik, ertesi sabah erken kalkacağını söyleyip dönmeyi teklif etmişti.
*****
Sözde erken kalkacağı için hemen temizlenip yatmış ama saatlerce uyuyamamıştı. Güneşin doğmak üzere olduğunu anlayınca kalkıp karavandaki ısıtıcıda su kaynattı. Uykusuzluğu giderecek sert bir kahve yaptı. Makyaj malzemelerini toparlayıp listesini kontrol etti. Noksanı kalmamıştı. Saat altı olmuştu. Artık İpek’i uyandırabilirdi.
Karavanın kapısını çalarken tereddüt etti. Ya Aydın buradaysa? Neyse ki İpek yalnızdı. Henüz uyandığı söylenemezdi. “Bekle duş alayım.” diyerek karavanın arka tarafına yürüdü. Kısa duşta bile sorguya çekmeyi ihmal etmedi.
“Çık da öyle konuşalım. Bağıramayacağım. Uykusuzluktan başım ağrıyor.”
Üç dakika sonra bornozuna sarılmış olarak geldi İpek. Yüzünde aşkın parıltısı vardı.
“Çok güzel gözüküyorsun. Seni yaşlandırmak için en kötü günü mü seçtik acaba?”
“Yaşlılığım da güzel olacak. Mutluyum çünkü.”
“Ama mutsuz olmalısın. Kocanın mezarına gideceksin.”
“O bir sahne. Alt yapım sağlam bugün. Aydın bana iki senedir aşık olduğunu söyledi. O yüzden bugün benim ölüm sahnem bile olsa mutlu olurdum.”
“Evet, iki senedir bekliyormuş seni.” diyen Fadik’e baktı İpek. “Fatih biliyor muymuş? Neden söylememiş ki?”
“Üstüne vazife olmadığı içindir.” dedi gülerek Fadik.
“Doğru söylüyorsun. Ama keşke ben de önceden anlasaydım. Boşuna vakit kaybettik.” Sonra biraz daha gülüp, “Kapatırız o kaybı. En yakın zamanda biraz tatil yapalım diyor. Ben de hayır demedim.”
“Ne güzel. Darısı başıma.”
“Fatih akşam delirmiş gibiydi. Neler oldu?”
“Bilmiyorum. Benden hoşlandığını söyledi ama inan tam ne oldu bilmiyorum.”
“Senden hoşlandığını mı söyledi? Kızım bu bile bomba bir haber. İlk kez duyuyorum bunu. Aşık gibi bakar ama böyle laflar etmez o.”
“Biliyorum. Yine de tam adını koyamıyorum.” Kendisine de aşık gibi bakmıştı. Acaba yine rol müydü?
“Bugün eve dönecekti o. Ne konuştunuz?”
“Hiç.”
“Aa, neyse gitmeden konuşursunuz nasılsa.” Boş bulunmuştu. Toparladığını umdu ama genç kızın yüzünün şekli hiç de başarılı olmadığını gösteriyordu.
“Öyle olur sanırım.”
“Tamam, yüzün düştü. Sıkma canını. O bilmez aşk nasıl yaşanır. Ama öğrenecektir.” Sesindeki güven veren ton oyunculuğun eseri miydi? Fadik, tüm gece süren karamsar düşüncelerine yenisini eklemişti.
Sonra daha fazla can sıkmamak için işe koyuldular. Yüzündekiler bozulmasın diye pipet ile kahve içen İpek, çok konuşamayacağı için müzik dinlemeye başlamıştı. İki saat kadar sonra kapı çalınmış ve Aydın gelmişti. Çalışmanın ne kadar kaldığını sorup ona göre planlarını yapıp İpek’e de güzel bir gülümseme ekinde küçük bir öpücük gönderip dışarı çıktı.
Bir saat daha vakit geçmişti ki kapı yeniden çalındı. Bu kez gelen Fatih idi.
“Günaydın kızlar.” deyip ikisine de selam verdikten sonra biraz çalışmalarını izledi. Ne Fadik’e ne İpek’e özel bir yakınlık göstermemişti. İkisi de onun hareketlerini takip ediyordu. İpek dayanamayıp konuşmaya başladı. “Çekimi izleyecek misin?”
“Yok çıkmam lazım. Bir röportaj var ona yetişmeliyim.”
“Tamam. Her şey için teşekkürler. Dönünce görüşürüz nasılsa.”
“Kesinlikle. Fadik’i bir dakika alabilir miyim?”
“Tabii.”
Ve bu konuşmanın ardından ikisi de karavandan çıkıp kızgın güneşin altında kısa bir süre birbirlerine baktılar. Ne konuşacaklarını bilemez şekilde süren bu bakışmanın ardından Fadik, “Vedalaşacaksın ama sözleri mi bulamıyorsun?”
“Vedalaşmayacağım. Sadece dönünce görüşürüz, diyeceğim. Telefonun açık olsun.”
“İyi yolculuklar. Dikkatli git.”
“Sen yarın döneceksin değil mi?”
“Aksilik olmazsa evet!”
“Tamam, sen de dikkatli dön.” Sonra çevreye baktı, o tarafa bakan kimse olmayınca eğilip küçücük bir öpücük kondurdu dudaklarına. Güneş gözlüklerini takıp arabasına yürüdü.
*****
Fadik, iki gün sonra döndü şehre. O iki gün boyunca telefon bekledi ama arayan olmadı. İpek, üzülmemesini söylese de Fadik pek söz dinleyecek durumda değildi.
İlk gün işi olduğunu biliyordu. ‘Röportajlar ne yazık ki istendiği kadar kısa sürede sonuçlanan şeyler değildi. Elbet ailesini özlemişti ve onlara da vakit ayırmıştı. Belki arkadaşları ile de akşam biraz vakit geçirmişti…’ İpek ne derse, ne mazeret bulmaya çalışırsa çalışsın Fadik iki dakikalık telefon konuşmasının yapılmamış olmasını kabullenmiyordu. İnsan sevdiğini iki eli kanda olsa arardı. Demek ki onun hakkındaki tüm bilgiler doğruydu.
Fadik, olduğu gibi kabullenince biraz rahatlamış ve döndüğünde de ekibine, yeni büyük iş gelene kadar serbest olduklarını söylemişti. İster dükkanda dururlar ister tatil yaparlardı. Kimse ile uğraşmak istemiyordu.
Eve kapanmıştı. Hem yorgunluk, hem uykusuzluk etkisini göstermiş, on iki saat uyumuş, uyandığında nerede olduğunu anlayamamıştı. Telefonunu kontrol etmiş, kimsenin aramadığını görüp yiyecek bir şeyler bulmak için dolabını açmıştı. Biraz küflenmiş peyniri ve açık sütü görünce ilk işi markete gitmek oldu.
Eve döndüğünde Pazar gazetelerinin eklerine baktı önce. Uzun zamandır doğru düzgün haber izlemediği için dünyada neler oluyor sonra bakacaktı. Çünkü şu an yapmak istediği Fatih’in neler yaptığına dair bilgilere ulaşmaktı.
Ulaştı da…
Gazeteyi elinden atıp doğru yatak odasına gitti. İki valiz indirdi. Ne kadar yazlık kıyafeti varsa doldurdu. Seçecek kadar vakit harcayamazdı. Çamaşırları ve ayakkabıları da valize attıktan sonra fermuarı kapattı. Diğerinin içine deniz malzemelerini tıktı. Küçük bir makyaj çantası hazırladı. Kendini kahretmeyecekti. Gezecek tozacak eğlenecekti. Kitapları da seçip çantasına koyduktan sonra marketten aldıklarını yeniden poşetlere koyup arabaya yükledi. Röportajı okuduktan tam kırk dakika sonra yola çıkmıştı.
Saatler sonra Cunda’daydı. Evi havalandırıp, eşyalarını yerleştirdi. Yatağını hazırladıktan sonra yemek yapmaya üşenip dışarı çıktı. Biraz yürümek iyi gelecekti. Hem üstündeki miskinliği atacak, hem de saatlerce araba kullanmanın etkilerini yok edecekti. Yol boyunca kendi aptallığını düşünüp durmuştu. Bildiği gerçeklerin yüzüne çarpılması mı gerekiyordu?
Sahildeki balıkçıların önünden geçerken tanıdıkları ile selamlaştı. Her yaz buradaki eve geliyordu. Annesi ile babası da sık sık gelirlerdi. Komşuları, ahbapları ile vakit geçirmek, düşünmesini ve üzülmesini engelleyecekti. Ertesi sabah için balıkçılardan davet alınca kısa bir an düşünüp kabul etti. Dörtte kalkması gerekecekti.
Lokantaya geldiğinde saat altıydı. Sekiz kişilik masaya geçip tek başına oturdu. Gelen garsonun yeni olduğunu anlayıp patronu görmek istediğini söyledi. Garson, başka kimse gelmeyecekse iki ya da dört kişilik bir masaya almayı teklif etmişti. Fadik, başını geri atıp, “ Kalkamayacağım, sen de masama dokunmayacaksın.” dedi. Garson biraz daha yumuşattığı sesi ile akşam yemeği için kısa süre içinde lokantanın dolacağını, bu durumda masasını başkaları ile paylaşmak zorunda kalabileceğini anlatma çabasına zoraki bir somurtma ile yanıt verdi.
“Ben böyle oturmayı seviyorum, masamı sadece patronunla paylaşırım. Söyle, masamı mezelerle donatsın” dedi. Garsonun kendisini nasıl gördüğünün farkında gülmemek için zor tutuyordu. Patronu çağırmamak için bocalayan garsona, eskiler gülerek bakıyordu. Zavallı garson tuhaf tuhaf bakmaya başlayınca, ‘hadi çabuk ol, akşama kadar seni mi bekleyeceğim, açım’ demişti.
O sırada içeriden çıkan kır saçlı adam kahkahalar ile ortalığı çınlatarak masaya geldi. Diğer garsonlar da masaya tabakları taşımaya başlamıştı. “Amcasının gülü gelmişşş. Kız niye haber vermedin? Çabuk çabuk yeğenim açtır. Donatın hemen. Rakımızı da getirin. Amca yeğen kafa çekeceğiz.” Yeni garson nihayet rahatlamış, kendisi ile dalga geçenlere gülerek ve şaşkın şekilde bakıp içeri girdi. Deniz kenarındaki lokantanın ünü herkes tarafından biliniyordu. Kısa süre sonra hem kendi masaları hem de lokanta dolup taşacaktı.
Amcasının, biraz daha büyümüş göbeğine bakıp, “Sanki ben olmasam içmeyeceksin. Göbek almış başını gitmiş amca. Ne bu hal?” diye söylendi.
“Biliyorsun su içsem yarıyor!”
“Suyu sek içsen yaramaz da rakı ile karışınca yaramış, belli.”
Amcası ile uzun uzun yediği yemek neşesini düzeltmişti. Onun mekanıydı buralar. Tanıdıklar ile selamlaşmaya devam etmiş, masaya buyur ettikleri ile o sekiz kişilik masa hiç boş kalmamıştı. Akşamın geç saatlerinde eli kolu amcasının verdiği yiyeceklerle dolu evin yolunu tutmuştu.
Yatarken telefonuna baktığında şarjın azaldığını gördü. Şarj aletini aradı ve yanına almadığını anladı. İşte bu kötü olmuştu. Yarın yeni şarj alırım diye aklından geçirirken sabah balığa çıkacağı ve akşamüstü döneceğini anımsadı.
Eh arayacak adam bunca günde arardı.
*****
Balık dönüşü o kadar yorgundu ki tek yapmak istediği uyumaktı. Öyle de oldu. Sonra saat daha yedi olmadan evden çıkıp telefoncuya uğradı. Ne zaman şansı gülmüştü ki? Onun şarj aletinden yoktu. Telefonu çok yeni bir model olmadığı için bulunması güçtü. İstiyorsa ucuz her telefona uyan aletlerden alabileceğini söyledi satıcı. En azından kendi istediği gelene kadar idare etsin diye aldı. Elbette pişman oldu. Daha fişe takar takmaz kendini yakan alet neyse ki ucunda telefon takılı olmadığı için sigortayı attırmaktan daha büyük bir zarar vermemişti.
Sabah uyandığında artık telefonunun olmadığının bilincindeydi. Yarına kadar idare ederim, diyen Fadik, İpek’i aramak istiyordu. Sanki onunla konuşursa morali düzelecekti.
Ertesi gün ulaşmıştı beklediği şarj aleti ve nihayet telefonunu açabilmişti. İlk gördüğü, cevapsız aramaların on tane olduğuydu. Annesi iki kez aramış, İpek üç kez aramıştı. Kalan beş arama da Fatih’e aitti. Nihayet aklına gelmişti demek ki…
Önce annesini aradı. Telefonuna kavuştuğunu söyledi. Zaten onun arayacağını tahmin edip amcasından aramış, haber vermişti. İpek’i arayıp neler yaptığını öğrenmek de iyi geldi. Fatih, kendisine ulaşamayınca onu da aramış, nerede olduğunu sormuştu. Fadik, İpek’e Cunda’da olduğunu söyledi ama Fatih sorarsa söylememesini istedi. Ve son olarak da Fatih’i aradı.
“Merhaba, beni aramışsın.” Ne kadar sakindi böyle.
“Neredesin sen?” Fadik’in aksine Fatih hiç de sakin değildi. Neredeyse bağırarak sormuştu.
“Uzaktayım.”
“Fadik, nereye kayboldun? Dünden beri seni arıyorum.” Biraz daha yükselmişti sesi.
Fadik, onun bu halinden memnun biraz daha sakin ve daha alaycı bir tonla yanıtladı. “Ah pardon, beş gün sonra arayacağını düşünmemiştim. Seneye falan ararsın diye tahmin ediyordum.”
“Aradım ya. Niye seneye arayayım?”
“Of Fatih, komiksin ya. Söyleyeceğin bir şey var mı?”
“Nerede olduğunu sordum, yanıtlasana.”
“Yanıtlamayı isteseydim yanıtlardım. Denize gireceğim, hazırlanmam lazım. İyi günler sana.”
“Fadikkkk…”
“Ne bağırıyorsun?”
“Beni delirtmesene. Neden böyle davranıyorsun?”
“Bu normal bir davranış. Röportajını okudum. Hayatında kimse yokmuş. Yani ben kimse oluyorum bu arada. Demek ki bana hesap sorabileceğin bir ortamda değilsin. Ayrıca, benim de hayatımda kimse yok demektir bu. Hesap sorabilmen, yanıt isteyebilmen için hak etmen lazım. Sana hayatta başarılar dilerim. Kendine iyi bak. Beni de arama.”
Ve telefonun ucundakinin tüm şaşkınlıkla konuşma çabasına rağmen kapama düğmesine bastı.
*****
İpek, Fatih ile konuştuktan sonra Fadik’i aramış ve neler olduğunu anladıktan sonra genç kıza hak vermişti.
“Bir şeyler bekliyorsa nasıl davranması gerektiğini bilmeli. Ben onu severken o gazetecilere hayatında kimse olmadığını söylüyorsa, ben de yokum o halde! Bu kadar basit. Ve İpek, sen beni en baştan uyarmıştın. Tüm aptallık benim, umudumu kesmedim, belki o da beni sever dedim. Zaten en aptal olduğumuz durum bu değil mi?”
“İyi ama bak o da pişman.”
“Pişman olan ona göre davranır. Çekimden döndüğü gün, ararım diyen, ayrılmadan hemen önce öpen, sonra beş gün sesi çıkmayan o. Ve canım, o gün verdiği röportajda hayatımda kimse yok diyen, etrafındaki köpekbalıklarına yem atan da o. Ki çok iyi biliyorsun etrafındakileri. Eminim beş günü de dolu dolu yaşamıştır.”
“Çok yoğunmuş. Evinde üst kat komşusundan kaynaklı bir sorun olmuş. Tamirciler işçiler ile geçen günler yüzünden arayamamış…” Mazeret saydığının farkında sustu. Sonra aklına gelenle yeniden konuştu. “Nerede olduğunu sorup duruyor.”
“Sakın söyleme. Ben döndüğümde o hala pişman olursa ve beni hayatında isterse bulur.”
“Ne zaman döneceksin?
“Sanırım ekim sonu.”
“O kadar zaman ne yapacaksın orada?”
“Eylülün on beşine kadar denize girerim. Biraz soğur ama ben severim. Sonra da evimin tadını çıkartırım. Amcamla lokantada çalışırım. Balığa çıkarım. Vakit geçer. Dizi çekimleri başlamış olacağı için ben döndüğümde biri yeni sevgilileri ile ortalıkta dolaşıyor olur. Ben de kendimi toparlamış olurum.”
“O zaman eylülde bir ara gelirsin.”
“Sanmıyorum.”
“Gelirsin canım. Çünkü Aydın doğum günümde nişanımızı ilan etmemizi istiyor.”
“Ciddi misin? Bu kadar kısa sürede evlenme mi teklif etti?”
“Parmağımda yüzük olursa kimse bana asılamazmış. Nasıl bir düşünceyse bu… Anlamadım ama ‘evet’ dedim.”
“Ah, istemem yan cebime koy, demişsin.”
“Her şey çok güzel gidiyor ve ben çok mutluyum. O yüzden doğum günümde burada olmalısın.”
“Şimdiden bir şey diyemem. Bakalım. Ama sizi kutlarım. Süper bir haber bu.”
Kısa süre daha konuşup vedalaştılar. İpek, Fadik’in Fatih’in geleceğini düşünüp tereddüt ettiğini anlamıştı.
*****
Fatih defalarca aramış, Fadik hiçbirini yanıtlamamıştı. İpek ile arada konuşuyordu. Elemanları gelen iş tekliflerini iletmişti. Güzel bir iş vardı. Kaçırmamasını söyledi Perran’a. İşi alınca da ekibi toparlayıp çalışmaya başlamışlardı. Fadik, henüz dönmeye niyetli değildi.
On gün sonra konuşurlarken İpek, Fatih’in Japonya’ya gideceğini, en az üç hafta tatil yapacağını söyledi. Bu süre içinde Fatih, hiçbir kadınla gözükmemişti magazin programlarında. Hatta adını duyduğu tek etkinlik bir yardım kampanyasıydı ve bu kez orada bile etrafında sadece erkekler vardı. Fadik umutlanmıştı ama aldığı bu haber ile yine hayal kırıklığına uğradı. Japonya’da tek başına olmayacağından emindi. Buradan kimseyi götürmese de orada bulacaktı elbette birilerini. Lanet olsun sana Fatih, dedi hırsla.
Havaalanındaki görüntülerine baktığında yüzünün asık olduğunu gördü. Mikrofon uzatan muhabirlere üç haftalık bir turla gittiğini söylüyordu. Tur… Yani başkaları da vardı o gezide. Kameraların görüntülediği grupta genç kadınlar vardı. Bu yeterli olmuştu. Kanalı değiştirdi Fadik. Tahammülü kalmamıştı artık. On beş gün sonra ilk kez gözünden yaş akmaya başladı.
*****
“Cuma akşamı kutlayacağız. Biraz yorulacaksın ama benim için değer.”
“Sen böyle değildin. Çok ukala oldun farkında mısın?”
“Evet. İçimde olan dışıma vurdu. Tatlım bak yakın dostlarımız bir arada olacağız. Ama her yerde kameralar olacak. O yüzden şık olmaya bak.”
“Sen ne renk giyeceksin? Makyajını ayarladın mı? Ben yaparım istersen!”
“Bordo elbise gümüş rengi ayakkabı giyeceğim. Veeee evet tatlım sen yap makyajımı. Süpersin.”
“İpek… O yok değil mi?”
“Yok canım. Bir hafta sonra dönecek. Dün konuştum.”
“Tamam, cumaya görüşürüz.”
İki gün sonra sabah erkenden yola çıktı. O gece evinde kalıp dinlendi. Ertesi gün elbisesini ve ayakkabılarını seçti. Saks mavisi elbisesi ile koyu lacivert ayakkabıları uyumluydu. Elbisenin kalem eteği vücudunu sarıyordu. Kayık yakalı elbisenin hiç dekoltesi yoktu. İnci küpelerini de aldıktan sonra başka aksesuara gerek olmadığına karar verdi.
Çantasını hazırlayıp aldığı adrese doğru yola çıktı. Saçlarını da o yapacağı için evde bekleyecekti İpek. Kapıyı açtığında tüm yüzü ile gülümsedi. “Geldin. Canımsın ya. Hadi geç. Şimdi çıktım banyodan. Üstüme rahat bir şey giyip geliyorum. Kahve mi çay mı?”
“Hangisi hazırsa o.”
“Hemen getiriyorum.”
Az sonra kahve ile geri döndü İpek. “Ne güzel yanmışsın. Ben ise güneşten köşe bucak kaçıyorum. Dönem dizisi ile anlaştım biliyor musun? Söylemedim sanırım. Bembeyaz olmam lazım.”
“Sevindim. Şakıyorsun zaten. Belli ki her şey iyi gidiyor.”
“İnan öyle ve nazardan korkmaya başladım. Aydın da benimle dalga geçmeye başladı.”
“Haklı. Korkma sadece mutlu ol.”
Yazlık bir elbise ile geri gelmişti İpek. Saçlarındaki havluyu da çıkartmıştı. Rengini değiştirmiş, güzel bir siyah olmuştu.
“Neler yaptın anlatsana.”
“Yüzdüm, güneşlendim, balığa çıktım. Amcamın lokantası var, onunla çalıştım. Çok güzel mezeler öğrendim. Bir gün gelirsiniz size balık masası donatırım.”
“Unutma bunu. Dayanamayacağım. Aradı mı seni bu aralar?”
“Ara sıra arıyor ama konuşmuyorum. Sanırım iki günde bir falan arıyor. Aramadığı günler ne yapıyor acaba? Başkasını mı arıyor? Ah işte görüyorsun onunla ilgili tek olumlu düşüncem yok.” Gülüyordu ama bu hüznü saklayan sahte gülücüklerdendi.
İpek, onun yüzüne baktı. Yanına oturup genç kızın iki elini elleri ile tutup konuşmaya başladı. “Senin o olumsuz düşüncelerinin kökeninde ben varım biliyorsun değil mi? Onun huyunu suyunu sana anlatmasam belki bu kadar kızmayacaksın ona.”
“Biliyorum ama sen sadece dostça davrandın. Arkadaşını tanıyorsun ve beni uyarmak istedin. Sorun, Fatih’in bir ilişkide neler yapılması gerektiğini bilmemesi. Eğer ilişki yaşamak istiyorsa önce bunları öğrenmeli. Ararım diyerek beş gün bekletemezsin. Hangi çağdayız?”
“Evet, bana söyledi çok kızmışsın beş gün sonra aradığı için.”
“Haksız mıyım?”
“Haklısın elbette. ‘Oğlum, ara vaktinin neden olmayacağını, kaç gün sonra dönebileceğini söyle, kızın haberi olsun’ dedim. Bu kadarla kalmadı elbette. Yeterince azar işitti. Tüm mazeretlerini çürüttüm ama yine de üzgün olduğu gerçeğini göz ardı edemedim. Arkadaşım senin peşinden ayrılmayacak gibi geliyor. Dönsün de o zaman neler yaşanacak görürüz.”
“Niye gitti Japonya’ya biliyor musun?”
“O gezi altı ay kadar önce ayarlanmış, kültür elçiliği ile ilgili bir şeyler.”
“Mecburiyet yani.”
“Evet, haftaya dönecek. Ve eğer o zaman hala senin nerede olduğunu sorarsa ki bunu sorması demek seni gerçekten önemsiyor demektir, o zaman da ona nerede olduğunu söyleyeceğim. Haberin olsun.”
Önce itiraz etmeyi düşündü ama sonra vazgeçti. Gerçekten sorarsa neden olmasın? Ama buna umudunu bağlamayacaktı.
Saatler sonra ikisi de hazırdı. İpek çok şık olmuştu. Güzelliği göz kamaştırıyordu. Fadik, ona bakarken Aydın’ın şanslı olduğuna karar verdi. Çalıştığı bir sürü oyuncunun içinde dostluk kurduğu iki üç kişiden biriydi İpek. Huyu gibi kendisi de güzeldi. Saat yedi olduğunda kapı çaldı ve Aydın geldi. İpek, ısrar etse de Fadik kendi arabası ile takip etti onları.
Partinin yapılacağı yere gitmeden önce yakın arkadaşlarla yemek yenecekti. Lokantaya girdiğinde masanın sadece on kişilik olduğunu görüp şaşırdı. Yerlerini aldıklarında masada henüz beş kişiydiler. Diğer konuklar da gelince sadece Fadik’in yanı boş kalmıştı. Tek gelecek olan kim var acaba, derken biri kulağına eğilip, burası boş mu, diye sordu.
Fadik, Fatih’i görünce ne yapacağını şaşırdı. Önce şaşkınlıkla ona bakıp sonra da kızgınlıkla İpek’e döndü. Tuzağa düşmüştü. Tüm kızgınlığı ile yeniden Fatih’e dönmüştü ki onun bakışlarındaki sevgiyi görüp  “Boş!” dedi. Fatih herkese başı ile selam verip yanına oturdu. Fadik, ne diyeceğini ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. İpek sadece gülümsüyor ve onlara bakıyordu. Fatih ise sanki orada olması çok normalmiş gibi kendisine hatır soranlarla konuşuyordu. En sonunda herkes susunca sıra Fadik’e geldi.
“Tur kısa sürmüş. Haftaya döneceğin söylenmişti.”
“Ne zaman döneceğimi merak mı ettin?”
“Röportaj vermeye meraklısın. Televizyonda üç hafta dediğini duymuştum. İpek de haftaya geleceğini söylemişti laf arasında.”
“O yalandı. Dün döndüm. Ama sana döndüğümü söyleseydi gelmeyeceğini bildiğimiz için yalana devam ettik.” Ne kadar da rahat yalan söyledik diyordu.
O zaman açıklamalarına devam etmesi için biraz yönlendirmekten zarar gelmezdi. “Neden yalan söyleme ihtiyacı hissettin?”
“Çünkü mavilerin içinde mükemmel gözüken kadın… Seni çok özledim ve o Cunda denen yerden dönmeni sağlamalıydım. Oraya gelmeyi çok istedim ama önce burada bazı işleri tamamlamamız gerekiyordu.”
“Neymiş o işler?”
“Gel biraz terasa çıkalım. Bu masa konuşmak için uygun değil.”
Gözlerden uzak bir köşeye çekildiler. Fadik sorusunu tekrarladı. “Hangi işleri tamamlayacaksın?”
Fatih, ellerini beline koyup kendisine doğru çektiği genç kızın gözlerinin içine bakıp, “Birincisi, İpek’in bozduğu ilişkimizi düzelteceğiz. Çünkü ben artık ‘-miş gibi’ yapmaktan sıkıldım.” dedi.
Fadik’in gözleri buğulandı.“Aşıkmış gibi yapmaktan mı?” Adamın tavırları ile sözleri uymuyordu. Oysa Fatih yüzünde güzel bir gülümseme ile bakıyordu. Gözlerinde yine aşk vardı. “Mış değil -miş gibi dedim. Aşık ‘değilmiş’ gibi yapmaktan sıkıldım.”
O açıkça söylemeyecekse Fadik açıkça sorardı. “Aşık mısın?”
“Körkütük… Delicesine… Ölecek kadar… Çok özledim seni.”
“Ben de seni özledim.”
“Sadece özledin mi? Sen bana aşık değil misin?”
“Öyle bir ihtimal var mı? Senin her yüzünü bilen biri olarak, aşıkmış gibi yapmadığını da biliyorum artık. Çünkü bana aşık aşık bakıyorsun.”
“Farkı anlayacağını biliyordum.” Sonrası o kuytu köşede paylaşılan öpücüklerle taçlandı. “Seni seviyorum Fadik. Seni gerçekten çok seviyorum. Birisini sevebileceğimi hiç düşünmemiştim. İnsanlar neden tek bir kişiye bağlanır diye sorardım. Etrafımda aşık olduğunu söyleyenleri anlamazdım bile. Bana göre hepsi deliydi. Aşk delilikse, ben zır deliyim. Günlerdir tek düşünebildiğim sensin. Ve sen bana bir ilişkide nasıl doğru davranılır öğretmelisin. Bir daha seni habersiz bırakmayacağımı bil. Asla aramazlık etmeyeceğim. Böyle bir hata olmayacak. Neden arayamadığımı sonra anlatırım ama inan bir daha olmayacak.”
“Sus artık.”
“Neden susayım?”
“Çünkü ben de seni sevdiğimi söylemek istiyorum. Bak bunu da öğrenmelisin. İki tarafta birbirini seviyorsa bunu ikisi de söylemeli. Tek taraflı olmamalı.”
“Hadi gidip İpek’e söyleyelim barıştığımızı. Ve birbirimizi sevdiğimizi.”
“Bu gece onların gecesi. Ayıp olmaz mı?”
“Sırf biz bir araya gelelim diye yaptığı organizasyonun işe yaradığını anlayınca ayıplamaz, mutlu olur.”
İçeri girdiklerinde magazin programlarından bazılarının kameralarını gördüler. Onlar da yeni çifti görmüş, kendilerine doğru gelmeye başlamıştı bile. Fadik ne yapacağını bilmez bir şekilde Fatih’e bakıyordu. Fatih ise kendinden emin sorulan sorulara net yanıtlar veriyordu.
“Evet, sevdiğim kadın ile tanışıyorsunuz…”

*****
Beş ay sonra filmin galasında yeni evli çift İpek ve Aydın, hem filmin hem de evliliklerinin kutlamalarını kabul ediyordu. Fatih, yanlarında keyifle poz veriyordu. Basının film ile ilgili çekimleri bittiğinde yakışıklı oyuncu soluğu karşı duvarın dibinde bekleyen güneşin tüm renklerini barındıran tuvaletin içindeki kadının yanında aldı.
“Hanımefendi, bu gece size eşlik edebilir miyim?”
“Elbette, ama benim çıkarım ne olacak?”
“Yeni oynayacağım filmde makyajlarımı yapmanızı isteyebilirim.”
“Bu yorucu bir iş olmalı. Daha cazip bir şeyler bulmalısınız.”
“Eğer yorulursanız, sizi her gece kollarımda dinlendirmeye söz veriyorum.”
“İşte bu çok cazip bir teklif.”
“Tüm hayatımı size cazip teklifler sunarak geçireceğimden emin olabilirsiniz, güzel bayan.”



SON





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder