“Prova alıyoruz. İpek, sen onu
aldatırken gördün. Çok sevdiğin kocan seni aldatıyor. Hem de en yakın
arkadaşınla! Ruh halini yapabilecek misin?” Aydın’ın sesi her zamanki gibi
sakindi.
“Merak etme, tecrübeliyim bu
konuda.”
“Tamam senin provanı alalım.
Fatih, sen de yakalanmış bir kocasın. Önceki sahnenin devamı olacağı için hem
korkmuş, hem kızmış hem de utanmış olman lazım.”
Eğitimin en büyük faydasını böyle
sahnelerde alıyordu. Hemen rolüne büründü ve yönetmenin istediği tüm duyguları
peş peşe sıraladı. Prova bittiğinde sahnenin yakın ve uzak çekimleri
tekrarlandı. Işık ayarlarını beklerken o ruh halinden çıkmamak için çaba
harcayan İpek’e bakıp gülümsedi.
“Takılma o kadar, aldatan pisliği
düşünür yine kızarsın bana.”
“Uğraşma benimle. O sahneyi
tekrar tekrar yaşamak nasıl bir his biliyor musun?”
“Bilmiyorum. Hiç yakalanmadım.”
“Pisliksin.”
“Samimiyim.”
“Aşık olduğun kadın seni
aldatırsa ve onu yakalarsan ne demek istediğimi anlarsın.”
“Aşık olmak mı? O zor işte. Hele
bizim meslekte.”
“Bak bu konuda sana hak
veriyorum. Kocamın beni aldattığı kadını biliyorsun. Önceki filmde birlikte
oynamıştık. Orada ayartmış kocamı.” İpek’in anlattıklarını dinlerken fark
ettiği tek şey artık duygusuz konuşmasıydı. Bu da iyi bir şeydi. Bir yıl önce evde,
kendi yataklarında yakaladığı adamı tek celsede boşamıştı. Ama o zamandan sonra
çok bozulmuş, üzgün dolaşmıştı. Bu film hem eskilerle hesaplaşmasını hem de
kendini toparlamasını sağlıyordu. Fatih, mutlu olmuştu onun toparlanmasından
dolayı.
Sonra arkadaşının biraz damarına
basmak istedi. “Kadın mı ayartmış kocanı? Kocan mı gitmeye razıymış o kadınla?
Bu konular çok pamuk ipliği değil mi? Tek taraflı düşünüp sadece kadını
suçlamak yakışıksız bence. İnan ikisi de o an bunu istemese olmazdı.”
“Fatih, sana bir sır vereyim mi?
Kadınlar kendisini aldatan sevgililerini kocalarını suçlamak yerine onların partnerlerini
suçlamayı tercih eder. Çünkü o salak herifi kendi hayatlarına soktukları, gün
gelip o salak tarafından aldatıldıkları için ne kadar ‘aptal’ olduklarını kabul
etmek istemezler. O yüzden tüm aldatmalarda ilk suç diğer kadınlara yüklenir.”
“Süpersin tatlım. Olay bu valla!
Hadi makyajını tazelesinler. Terlemişsin, yüzün parlıyor.”
“Senin de boynunda bir yer noksan
kalmış, makyözüne söyle düzeltsin.”
*****
Çekimler bittiğinde gün çoktan
geceye dönmüş, güneş yerini gecenin hafif serinliğine bırakmıştı. Üç saat sonra
yeniden çekim başlayacağı için ikisi de karavanlarına gidip bu süreyi uyuyarak
geçirmeyi tercih etti. İki oyuncunun da birlikte üçüncü işiydi. Fatih, İpek ile
uzun yıllardır arkadaştı. Evliliğini, aldatılmasını ve boşanmasını yakından
izlemişti. O ve onun gibi bir sürü arkadaşı başarısız ilişkiler yaşamıştı.
Hepsi ‘bu kez olacak’ demiş ama hüsranla biten ilişkilerin ardından yenilerine
yelken açmıştı.
Fatih ise hep ‘yine olmayacak,
olmamalı’ diyenlerdendi. Gazetelerde yazıldığı kadar çok sevgilisi olmamıştı.
Yanında boy gösterenlerle birlikte olmamış, kimseye bu görüntülerin ardından
yaşanacak birkaç saatlik zevkin imtiyazını sağlamamıştı. Genelde adını reklam
malzemesi yapamayacak, camiaya uzak kadınları tercih eder, onlarla da ikinci
kez buluşmazdı. En iyi tarafı buydu. Böylece başı ağrımıyordu.
İpek, büyük aşk yaşayıp evlendiği
kocasının ihanetini üç kez affetmişti. Onları gözü ile görmemiş, sadece kulağı
ile duymuştu. Her seferinde de kocası inkar etmiş, yalan söylendiğini savunmuş,
kadınların iş için görüşmeye gelen hevesli oyuncu adayları olduğunu söylemişti.
‘İki film yönettim diye hepsi hâlâ yükselmenin yönetmenin yatağından geçerek olduğunu
düşünüyor.’ demişti. İnanmıştı saf İpek… evet, arkadaşına ‘Saf İpek’ derdi çoğu
zaman. Çünkü İpek, hâlâ aşka inanıyordu. Fatih, onunla dalga geçse de artık
mutlu olmasını istiyordu. İnanıyorsa aşkı yaşasın diyordu. Ama bunun nasıl
olacağı konusunda birilerinin adım atması gerektiğini de biliyordu.
Fatih için ise aşk; aşık’mış’
gibi yapmaktan öte bir anlam taşımıyordu.
*****
“Günaydın güzellik. Bugün beni
yine çok yakışıklı yapar mısın?”
“Günaydın. Elimden geleni
yaparım.”
“Kızım sen benim egomu yerle bir
etmek için mi işe girdin? Yanlış yanıt… ‘Siz zaten gördüğüm en yakışıklı
erkeksiniz’ diyeceksin. De bakayım!” Bunu söylerken sesine verdiği hayran
tınlaması Fadik’i güldürdü.
“Annem bana yalanın çok kötü bir
şey olduğunu öğretti. Hadi otur da biraz çalışayım. Güneşe az kaldı işimden
olmak istemiyorum.”
“Hay ben senin annenin…”
“Neeee?”
“…ellerinden öpeyim, diyecektim.
Ne güzel yetiştirmiş seni.”
“Teşekkür ederim. Anneme iletirim
sözlerini.”
“Fadik, anneni merak ediyorum.
Sana benziyor mu?”
“Babamla mutlular. Aralarına
girmeye uğraşma.” Çok ciddiydi bunu söylerken. Onun ciddiyiteni anlayan
Fatih’in tüm neşesi kaçtı. “Ya kızım, sen beni deli mi edeceksin? O nereden
çıktı?”
“Gazetede en son yanında gördüğüm
teyze, annemden iki yaş büyüktü. O yüzden lütfen anamdan uzak dur. Babamın
yapacakları benim yapacaklarımın yanında fiske gibi kalır.”
Fatih, kahkahaları bittiğinde
gözünde biriken yaşı silmek zorunda kaldı. Makyajı bozulmuş, Fadik kızgın
gözlerle yeniden uğraşmaya başlamıştı. Açıklama yapmamıştı. O geceyi Fadike’e
anlatmak istese de vazgeçti. Zaten dışarıdan gelen ses yanıtlamasına gerek
bırakmadı. “Çekim başlıyor, ışık hazır.”
*****
“Günaydın! Yüzün gülüyor
hayırdır? Üç saatlik uyku sende mutluluk mu yaratıyor?”
“Fadik ya… O kız beni çok
güldürüyor.”
“Ah, şu makyöz kız değil mi? Evet
komikmiş. Burada vakit nasıl geçecek? Kendi aralarında eğlenip gülerek
bekliyorlar bizim kaprislerimizi.”
“Tanıdığım en kaprissiz insansın
biliyorsun değil mi? Bak bu kaçıncı işimiz! Benim iki kez aynı oyuncuyla çalıştığım
görülmüş şey mi? Seninle defalarca oynarım, kıymetini bil.”
İpek, onun kafasına küçük bir
şaplak atarak, “Oğlum, senin beni öpmeyi hatta yatağa atmayı hep istediğini
biliyorum. O yüzden eline geçen her fırsatı değerlendiriyorsun. Bu kaç olacak?
Yedinci mi?”
“Saydın mı kız?”
“Sen saymadın mı?” İkisi de
gülüyordu konuşurken. Fatih, sabahtan beri devamlı güldüğünü düşünüyordu. “Yedi
olacak. İlk filmde bir kere, ikinci de üç kere ve bu film de üç kere olacak.”
“İşte bak, dedim sana.”
“İpek’ciğim, canım, seni öpmek
istesem etrafımızda en az yirmi kişinin olduğu bir ortamı mı tercih ederim?”
“Hadi be, uyuz! Seni kim öpmek
istesin? İşaret geldi, bırak çayını.”
Saatler süren beklemeler, ışık ve
sahne ayarlamalarından sonra o günlük çekimler bitmişti. Sabah bahsettikleri
öpüşme sahnesi ertesi gün çekilecekti. Programa uygun giderlerse bir hafta
sonra da sevişme sahnesini çekeceklerdi. İkisi de daha önce benzer sahneleri
çekmiş, hem başkaları hem de birbirleri ile öpüşüp sevişmişti. Yine de o
sahneler tedirgin ediciydi. Onlarca gözün önünde öpüşmek, hatta yatağa girmek
komikti. O sahneleri çekerken daha fazla konsantrasyon gerekiyordu.
O günlük çekimler erken bitti.
İpek ile Fatih akşam yemeğini ekiptekilerle yiyecekti. İşler erken bitince
teknik ekiptekiler dinlenecek fırsat bulmuştu. Hepsi bir tarafa kaçmanın
derdine düşüp plan yapıyordu. Başrol oyuncularına kimse davette bulunmamıştı. Onlar
mutlaka başka plan yapmıştır, diye düşünülüyordu. Yemek masaları
birleştirilmiş, yönetmenler ve oyuncular tam ortaya oturmuş, diğerleri
etraflarını doldurmuştu.
Fatih, Fadik’i aradı. Sabahki
halinin aksine yüzü asıktı. Etrafındakiler gülerken o da gülüyor, sonra hemen
yüzü değişiyordu. Ters bir şey olmuş, diye düşündü Fatih. İpek’e dönüp, “Ben
erken yatacağım, zaten uykusuzum bu fırsatı kaçırmayacağım. Sen ne yapacaksın?”
İpek’in de yüzü kötüydü. Sesine
de yansımıştı o hali. “Fatih, başım çok ağrıyor. Ağrı kesicin var mıdır? İçip
ben de uyuyacağım.”
“Fadik sana masaj yapsın mı?
Elleri çok maharetli.”
“Ayıp olur, arkadaşları ile
oturuyor kız. Plan yapıyorlardı az önce. ”
“Soralım bakalım gidecek mi?
Yoksa ben de yaparım ama o benden daha maharetli inan.”
Masanın diğer ucundaki Fadik’in
yanına gidip “Sen de gidecek misin?” diye sordu, Fatih. Genç kız biraz asık bir
suratla dönüp, “Hayır uyuyacağım.” dedi. Fatih’in yüzüne yakın oluşu canını
biraz daha sıkınca başını geri atıp, “Siz gidiyor musunuz?” diye sordu. “Hayır,
ben de uyuyacağım ama senden İpek için bir şey istesem… Başı çok ağrıyormuş,
masaj yapar mısın?”
“Ağrı kesici vereyim.”
“Onu ben de yaparım ama senin
parmakların çok maharetli. İlaçtan daha etkili olacaktır.”
“Tamam, nerede yapacağım?”
“Benim karavana geçelim.”
Fadik, gözlerini devirerek kalktı
yerinden. ‘Başı ağrıyormuş, haspamın. Mazeret mi uyduruyor acaba? Bu gece
sevişemem, başım ağrıyor, dedi de biri de yok illa ön prova yapacağız, diye mi
tutturdu?’ Yerinden kalkarken, önünde kocaman yavru aslan kafası olan
penyesinin kayan yakasını düzeltip açılan omzunu kapattı. Kotunun belini de
düzeltip yürürken arkasında kalçalarını izleyen bir sürü göz ve o gözleri fark
eden başka bir çift göz bırakmıştı.
“İpek Hanım, saçlarınızı
yıkayayım mı? Yıkarken de masaj yaparım.”
“O zaman benim karavana gidelim.
Şampuanım, havlum orada.”
“Olur.”
“İyi geceler, Fatih. Yarın görüşürüz.”
“Sana da… Fadik, sen bir dakika
kalır mısın?”
Fadik, kapıdan çıkarken geri
dönmek zorunda kalmıştı. “Ne oldu? Gece makyajı mı lazım?”
“Uyuyacağım, ne makyajı. Senin
neyin var? Sabah çok keyifliydin. Şimdi yüzünden düşen bin parça. Ne oldu?”
Ne diyecekti? Doğruyu
söyleyemeyecekti elbette. O zaman en basit yalanı söylemeliydi. “Yorgunum,
ondandır. Gezmeye bile gidecek halim yok baksana.”
“Emin misin?”
“Dün gece sen üç, ben iki saat
uyudum. Aksini söylemen ayıp etmek olmaz mı? Seni yakışıklı göstereceğim diye
canım çıkıyor.”
“Ah tamam, vurdun yine beni, hadi
git. İpek gerçekten zor durumda!”
“Tabii onu aldattığın için
kızgınken seninle öpüşüp barışacak, ne bekliyordun?”
“Ne? Ha… Aman ya yarın saatlerce
öpüşeceğiz değil mi? Öpmüş gibi yapmak sinir ediyor insanı. Hadi git.”
Sesindeki ifadelerin samimi olmasını umdu ama o bir oyuncuydu. Tüm hayatı
oyunlar üzerine kurulu gibiydi. Ne zaman gerçek duyguları, ne zaman oyunculuğu
ön plandaydı bilemiyordu.
İpek’in karavanının kapısın çalıp
içeri girdiğinde genç oyuncunun penye bir şort atlet takım giydiğini ve saç
yıkama setine oturduğunu gördü. Aslında sevimli bir kadındı ama şu an gözüne
öyle gelmiyordu. Çekimler başlayalı üç haftayı geçmişti. Bu süre içinde ikisi
arasında çok kısa birkaç cümleden öteye bir konuşma olmamıştı.
“Fadik, Fatih’in dediği kadar
varsa o parmakların, dile benden ne dilersen!”
“İpek Hanım, müzik seti ya da
bilgisayarda yavaş müzik var mıdır? Yoksa benimkilerden birini dinler misiniz?”
“İpek de! Ne istiyorsan çal.
Birazdan beynimin alnımdan fırlayıp duvara yapışacağını düşünmeye başladım.”
Kadının gerçekten başının şiddetli ağrıdığı gözlerini açamamasından belliydi.
Fadik, kotunun cebinden belleği çıkartıp odadaki bilgisayara takıp ayarladı.
Sesi de biraz kıstı. Suyu nasıl istediğini sorup kontrol ettikten sonra saçını
yıkamaya başladı. Şampuanı sürüp tüm kafa derisini maharetli parmakları ile yoğurmaya
başladı. Müzik zaten tek başına bile rahatlamasına yetecek gibiydi ama o
parmaklar İpek’i az sonra mayıştırmıştı. “İnanılmaz ama Fatih’e katılıyorum.
Senin parmakların mucize yaratıyor.”
“Öyle mi dedi?”
“Kesinlikle. Ve o çoğu zaman
haksızdır ama bu kez haklı. Başımın ağrısı kalmadı desem yeri.”
“Sahneler çok yorucu olunca baş
ağrısı kaçınılmaz oluyor. Makyajını neyle siliyorsun? İki üç gün sonra sivilce
olacak yüzünde.”
Ürün adını duyunca kendi
kullandığını ve nasıl uygulaması gerektiğini anlattı. Sivilce çıkınca kendisini
bulmasını istedi. Sonra da kendi kıçına tekme vurmak için bacak boyunun yeterli
olup olmadığını düşündü. Bu kadına neden içi ısınmıştı ki?
“Fadik, çok teşekkür ederim.
Büyük ihtimalle yarın akşam daha da şiddetli bir ağrım olacak. Yarınki sahneyi
biliyor musun? Senden rica etsem yine masaj yapar mısın?” Randevu istiyordu
resmen.
“Eğer ağrın olursa elbette
yaparım.” Sonra durup doğru anlayıp anlamadığını sorguladı. “Yarınki sahne
yüzünden mi başın ağrıyor? Fatih ile öpüşeceksin diye mi?”
“O sahneler her zaman beni
rahatsız ediyor. Bir de düşünsene beni aldatan kocamı öpüp baştan çıkartmaya
çalışacağım. Kadınlığımı kullanacağım ve bunu onca insanın önünde yapacağım.”
“İpek, çok özel bir konu ama
şöyle düşün… Kocan da seni aldattı… Veee eline bir fırsat geçse, önce onu
tekrar baştan çıkartsan, sonra bir başka yakışıklı için kıçına bir tekme bassan
nasıl hissederdin?”
“İyi hissederdim.”
“Fatih’i onun yerine koy. Sonra
da bas tekmeyi!”
“Yani, Fatih’i eski kocammış gibi
düşüneceğim, baştan çıkartacakmış gibi yapacağım, sonra da tekmeyi bastığımı
düşüneceğim. Bu tam Fatih’in ‘aşık-mış gibi’ tanımına uyuyor işte.”
“O da ne demek? Öyle mi
yapıyormuş?” Sorunun hemen arkasından dilini ısırmıştı. Bazen susmayı
bilmiyordu.
“Fatih bu, aşka inanmaz ama iyi
aşık rolü yapar. Dizilerde filmlerde -mış gibi yapıyorum, diyor. Gerçekte ise
aynı kızla iki kere gören olmadı. Hatta çoğu zaman kızları da gören olmadı.
Gerektiğinde objektiflere yanındakilerle poz verir. Çoğu da reklam içindir.”
“Reklam için annesi yaşında
birisi ile birlikte olabilir mi?” Şu kadının yaşına fena takmıştı. Öncekiler de
rahatsız ediyordu ama bu kadar geniş bir yelpazesi olduğunu görmek midesini
bulandırıyordu.
“Fadik, kaç yaşındasın kızım sen
ya? Bizim camiada reklam için herkes herkesle birlikte olabilir. Daha iki gün
önce bir oyuncunun eski sevgilisi ile oyuncunun annesini yakalamadılar mı? Yaş
farkını geç, ortak kullanım alanı bile çok umurlarında olmuyor gördüğün gibi.”
“Fatih’in de geçenlerde öyle biri
ile resmi çıkmıştı. Haklısın, yaşa bakmıyor erkekler. Biraz diri bir kadın
yetiyor desene.”
“Kimi söylediğini anladım. Bana
da anlatmadı ama Fatih o işi para için yapmıştır.” İpek rahatlamış, sesi kedi
mırıltısı gibi çıkmıştı ama Fadik çığlık atınca yerinde sıçramıştı. “Neeeeee?
Jigolo mu yani Fatih?” Fadik, beyninden vurulmuşa dönmüştü. En ummadığı şeydi
bu!
İpek, kızın tepkisine gülüp
dedikoduya devam etti. “Deli kız, bağırma öyle. Hayır değil. O gece bir dernek
yararınaydı yanlış hatırlamıyorsam. Sorsam söylemez ama mutlaka o kadın bağış
yapmıştır, bedelini de Fatih ödemiştir.”
“Nasıl?”
“Ne kadar ileri gittiler bilmem
ama o davete kolunda o kadınla gitti mi? Gitti… Gerekli reklamı yaptılar. Fatih
erkek olduğu için hiç önemsemez öyle haberleri. O kadınla adı sevgili diye
yazılsa ne olur, yazılmasa ne olur. Adam umursamıyor hayatı.”
Rahatlaması gerekirken daha da
canı sıkılmıştı. “Haklısın. Dünya yansa yorganı yanmıyor. Hayatında ciddi
olduğu tek şey işi sanırım.”
“Oyunculuğu seviyor ama nedeni
‘öyle gibiymiş’ yapabilme özgürlüğü… Doktor da olabiliyor, avukat da. Hatta
katil bile. Bu filmde de adi bir koca oluyor kiiii eminim en rahat yaptığı rol
budur.”
“Onu iyi tanıyorsun değil mi?”
“Bu camiada dost diyeceğim tek
kişi…”
“O zaman neden başın bu kadar
ağrıyor?”
“Dostumu kaybetmekten
korkuyorumdur…”
“Anladım galiba… Şimdi saçlarını
kurutalım da uyu. Ben de uyumak istiyorum.”
“Fadik, çok teşekkür ederim. Şey…
Fatih… Üzülürsün tatlım. Dikkatli ol.”
Fadik, son cümleden sonra sadece
gülümseyebilmişti. Karavandan çıkıp kendi kaldıkları karavana doğru yürürken
Fatih’in seslenmesi ile o tarafa döndü. Zaten İpek ile yan yanaydı karavanları.
“Uyumak istemem kötü bir talep
mi?” Gözlerini kapatıp yürümüştü Fatih’in yanına. Onun bu halini gören erkek gülerek “İpek iyi
mi?” diye sordu. Hani uyuyacaktı bu adam? İpek’i düşünmekten uyuyamamış olmalı…
“Çok daha iyi. Ben çıkarken uyumak üzereydi.” İçindeki kurt harekete geçince
devam etti. “Uyumadan yetiş istersen.”
Adam kızın ne demek istediğini
anlasa da yanıtlama gereği duymadı. “Fadik, bir masaj da ben istesem çok mu
zorlarım seni?”
“Senin de mi başın ağrıyor?”
“Olamaz mı?”
“Geç hadi. Yıkayayım mı senin
saçını da?”
“O kadar uğraşma sadece şu şakaklara
yaptığın masajdan yapsan yeter sanırım.”
“Senin de yarınki sahne yüzünden
mi ağrıyor başın?”
Fatih o kadar güldü ki Fadik,
şakaklarını tutamıyordu bir türlü. “Aman ne komik. Rahat dur da ovalamaya devam
edeyim.”
“Kızım sen komiksin gerçekten.
Benim ağrım güneş altındaki uzun çekim yüzünden sanırım.”
“O zaman benim de ağrıması lazım.
Onca saat senin yüzün parlamadan dursun diye canım çıktı.”
“Bana değil senariste kız. Dış
sahneleri o yazıyor.”
“Tamam, yarın anımsat bana.”
“Anımsatamam yarın güzel bir
kadını öperek vakit geçireceğim.” Daha sözü bitmeden bağırıp saçlarını Fadik’in
elinden kurtarmaya çalıştı. “Neden çekiyorsun saçımı?”
“Masaj yapıyorum burada. Tabi ki
saçını çekeceğim.”
“İlk defa çekiyorsun ama.”
“Ah ciddi misin? Desene
öncekilerde unutmuşum. İyisin sanırım bu kadar laf ettiğine göre. Ben
gidiyorum.”
“Yarın sabah yedi de burada
olmalısın.”
“Emredersin. İyi geceler.”
“Sana da…”
Fadik, karavanın kapısını
çarparak kapatmayı çok istiyordu ama etraftaki diğer karavanlarda uyuyanlar
varsa kesin uyanırdı. Kibarca kapattı kapıyı…
*****
Beklenen sahneler beklenenden zor
çekilmişti. Üstelik bu kez sorun İpek’te değil Fatih’te olmuş, bir türlü
istenileni verememişti. Yönetmen defalarca kez tekrarlanan çekimlerden sonra
Fatih ile karavanına girmiş, makyajı tazelenirken konuşmaya başlamıştı. Böyle
zamanlarda Fadik kulaklıklarını takar, konuşmaları dinlemez müzikle çalışırdı.
O gün de öyle yapacaktı ama iki şarkı arasındaki boşlukta yönetmenin ‘Arkadaşın
diye zorlanıyorsan, öpmeyi çok istediğin birini düşün, oymuş gibi yap’ dediğini
duymuştu. Hemen müziğin sesini kısıp konuşulanları dinlemeye başladı. Biraz
utansa da aksini yapmayacak kadar konuşmayı merak ediyordu. Şimdi eğilmiş,
boyun bölgesini pudralıyordu. Yüzü Fatih’in yüzüne çok yakındı. Gözlerini
pudraladığı bölgeden ayırmıyordu. Fatih ise yönetmenin dediklerini düşünürken
bir karış mesafede çalışan genç kızı izliyordu. Evet, öpüyormuş gibi yapacaktı…
Zaten hep öyle yapardı… Tek sorun kimi öpüyormuş gibi yapacağını bilememesiydi!
“Tamam, şimdi hallederiz.”
“Yine olmazsa artık başka şeyler
düşünmeye başlayacağım!” Sesi sert çıkmıştı ama sanki bıyık altı bir gülüşü
gizliyordu.
“Ne düşüneceksin?”
“Söylediğinin aksine, İpek’ten
hoşlandığını ve hazır fırsatını bulmuşken kızı defalarca öptüğünü elbette…”
Fadik, o an elindekinin pudra
ponponu değil de bıçak olduğunu hayal etmeye başlamıştı. Haklı mıydı yönetmen?
“Saçmalama… Nedenini sen de
biliyorsun ben de. Tuhaf geliyor.”
“Bana da öyle geliyor ama ne
yapalım. Hazır mısın? Fadik bitti mi?” diye kendisine soru yöneltilmiş ama genç
kız sözde müzik yüzünden duymamış gibi numara yapmıştı. Duyduklarını anlamaya
çalışıyordu. Kendisinden ses çıkmayınca Fatih, elini yüzünün önünde sallamış,
“Hey, tembel, çabuk olsana güneş kaçıyor.” diye kızdırmaya uğraşmıştı.
Yönetmen çıkmış, Fatih de
kıyafetini düzeltiyordu.
“Koca kafalısın, uğraş didin
bitmiyor. Hadi git de bitir şu sahneyi. Millet sen öpüşeceksin diye telef
oldu.”
“Kız güzel ama ne yaparsın biraz
elim ayağım dolanıyor. Gideyim de onun da ayaklarını yerden keseyim.”
“Defol.”
*****
Çekim bittiğinde herkes
rahatlamıştı. Nihayet istenen olmuştu. Fadik, İpek’e bakıp nasıl olduğunu
sordu. İyi olduğunu öğrenince kendi elemanlarına doğru yürümeye başladı. Fatih,
çekimden hemen sonra yüzünü sildirmiş ve arabasına atlayıp oradan uzaklaşmıştı.
Kimseyi yanına almadığına göre o akşam eğlenmeye gidiyor olmalıydı.
Fadik, diğer oyuncuların
makyajlarını yapan ekip elemanlarını kontrol etti. Dört kişiydiler. Makyaj
konusunda aldığı eğitimi onlarla paylaşmış, böylece yetiştirdiği gençlerle
güzel bir ekip kurmuştu. Film ve diziler için çalışan dört elemanı daha vardı.
Onlar şu an çekilen bir yaz dizisinde görev alıyordu. Liseden sonra kurslara
giderek öğrenmiş, sonra da geliştirmişti mesleğini. Şimdi aranılan bir
makyözdü. Aynı zamanda iyi plastik makyajlarla kaliteli işler çıkartıyordu. Bu
filmin sonunda da İpek için yaşlandırma makyajını yapacaktı.
Yapacak işi kalmayınca karavanına
girdi. Tek başına olduğu için hemen üstünü değiştirip yatağa uzandı. Bir süre
uyumak iyi gelecekti. Tüm gün onların öpüşmelerini izleyip sinirlerinin
bozulmasına izin vermişti. Kendi kendine yaşadığı bir sevdayı böyle sorun
haline getirmesi hoş değildi. Fatih, kendisine uzak bir erkekti. Yaşam tarzı
olarak uygun değillerdi. Yine de o kadar yakışıklı bir adama, bu kadar yakın
olmak ne yazık ki olumsuz etkiliyordu.
Saat dokuza doğru, karavan arkadaşı
da olan elemanı Perran içeri girip uyandırdı. Hep beraber bir yere gidip
eğlenmek istiyorlardı. Bu da en azından bir saatlik yolculuk demekti. Şehrin
dışında çekim yapmanın kötü etkisi diye düşündü. Gitmek istemediğini
söylediğinde itirazları yükselmişti. Biraz oturup kafa dağıtacaklar sonra da
geri döneceklerdi. En fazla üç dört saat sonra yataklarında olacaktı hepsi. Gitmek
istemiyordu ama sonra başkalarının da eğlence peşinde olduğunu anımsayıp kabul
etti.
Sürünerek kalkıp, üstü zımbalarla
işli kotunu ve sırtında koca kuru kafa resmi olan siyah tişortunu giyip ayağına
da yüksek topuklu sandaletlerini geçirdi. Hızlı hareketlerle makyajını
yaptığında hazırdı. Saçlarını da elleri ile şekillendirdi. Çantasını alıp
bekleyen elemanlarının yanına gitti.
“Patron, süpersin.”
“Patron deyip beni oralara
sürükleyip hesabı bana kitleyeceğini sanan yanılır. Alman usulü.”
“Ayıpsın patron, bizdensin.”
“Yok öyle şey. Herkes kesesinden
yesin içsin. Hadi gidelim. Arabayı kim kullanıyor?”
“Levent kullanacak. İçmeyecek söz
verdi.”
“Anlaştık tamam. Hadi gidelim de
erken dönüp uykumuzu alalım.”
Beş kişi arabaya doluşup güle
konuşa şehre indiler. Fadik, onlarla birlikteyken Fatih’i hiç aklına
getirmemişti. Bunu başarmak için çaba harcamıştı ve başarmıştı. Başarmış mıydı?
Çaba harcadıysa nasıl başarmış oluyordu düşünmemeyi? Çakırkeyifti, kafasının
karışıklığı normaldi.
Saat ikiyi gösterdiğinde çekim
alanına dönmüşlerdi. Bekçiler dolaşıyordu etrafta. Başları ile selam verip
kıkırdayarak karavanlarına doğru yürüdüler. Tam ayık olan sadece Levent idi.
Onun haricinde herkes biraz çakırkeyif biraz sarhoştu…
Perran önden yürüyüp karavana
giderken Levent de Fadik’in koluna girmiş uzun topukların üstünde düşmeden
yürümesi için destek oluyordu. Kızlar yürürken hallerine gülüyorlar sonra da
birbirlerine sus diyorlardı.
Karavanın kapısına geldiklerinde
Perran girdi ve ışıkları yaktı. Levent, Fadik’in iki basamağı çıkmasına yardım
ettikten sonra ikisine de öpücük yollayıp kendi karavanına doğru yürüdü.
Gecenin karanlığını aydınlatan
karavanın ışığında bu manzarayı izleyen bir çift göz perdesini kapatıp sinirle
yastığını yumruklayıp başını gömdü. Onca saat deli gibi araba kullanmak
sinirlerini yatıştırmaya yetmemişti… Belki uyursa düzelirdi.
*****
Çekimler lokantada yapılacağı
için hepsi erkenden yola çıkmıştı. Işıkların ayarlanması, kameraların kurulması
saatler sürüyordu. Bir grup teknik ekip akşamdan gitmiş ve çalışmaya
başlamıştı.
İpek, vücudunu saran siyah
elbisesi ve omuzlarına attığı şalı ile çıktığında herkes bir süre izledi
kadının güzelliğini. Saçı ve makyajı ile güzelliği katlanmıştı. Fadik, beğeni
ile bakarken aynı bakışların Fatih’in yüzünde olduğunu görünce bozuldu. Bu adam
inkar ediyordu ama İpek’e vurgundu. Belki de o yüzden başkaları ile tek gecelik
kaçamaklarla yetiniyordu.
Bugün karı koca olarak yemek
sahneleri ve sonra eve gidişleri çekilecekti. Fatih’in üstünde de çok şık siyah
bir takım vardı. İçindeki gömlek kar beyazıydı. Kravatındaki ince bordo
çizgiler, ayakkabısının üstünde de tek çizgi halinde bulunuyordu. Dikkatli
gözlerden kaçmayacak bu detay kostümcünün başarısıydı. Elbette kıyafetleri bu
kadar iyi taşımak da oyuncuların başarısıydı.
Fatih’in saçlarına daha bir özen
göstermişti. Saçları yıkanırken yine
masaj istemişti. Parmakları ile özellikle şakaklarına masaj yaparken
mırıldanmaya başlamıştı genç adam. “Şu an uyuyabilirim. Keşke çekimler öğleden
sonra olsaydı… Fadik, on dakika gözümü kapatacağım. Devam et lütfen.” Ve öyle de
olmuştu. Uyuduğundan emin değildi ama yine de on dakikaya yakın alnına
şakaklarına ve boyun bölgesine masaj yapmış, Fatih hiç gözünü açmamıştı. Fadik
de fırsattan istifade rahat rahat aynadan izlemişti o yüzü…
Çekimler saatlerce sürmüştü. Aynı
sahneyi dokuzuncu kez çekerken Fadik bile patlamıştı, “Yönetmen neyini
beğenmiyor? Bence üçüncüsünde olmuştu zaten.”
“Yönetmen senin benim baktığım
gibi bakmıyor. İkimizden de aynı şiddette duygu yoğunluğu bekliyor. Senkron
tutmadı ne yazık ki.”
“Fatih, senin şu ‘-mış gibi’
yapmaların işe yaramıyor mu?”
“Sen nereden biliyorsun -mış
gibiyi?”
“Sanırım geçen gün konuşurken
duydum. Ama çok normal değil mi? Sen oyuncusun, hep -mış gibi yapıyorsun.”
“Haklısın ama bu kez ya yorgunluk
ya başka nedenle yapamıyorum.” Yorgun değildi. Daha yoğun çalışmalara
alışkındı. Nedeni başkaydı ama adı yoktu…
“Sahne, ikinizin yemek yerken
aşık aşık bakışmanız… Haklısın zormuş senin için.”
“Niye zormuş?”
“Kaç kızla iki… Yok bu çok az
oldu… Üç kez çıktın? Hayatında hiç aşık oldun mu? Lisede falan da olsa olur.”
Dalga geçtiği o kadar belliydi ki! Fatih, sinirli bir sesle yanıtladı, “Fadik
işini yap.”
“Affedersin, işine karıştım. Sen
iyi oyuncusun bu hafta içinde güzel bir aşk sahnesi çekersin… İşin bitti,
gidebilirsin.” Sesi de yüzü de ifadesizdi. Fatih onu kırdığını anlamıştı. İçinde
bulunduğu durumu anlatmadan nasıl kendini affettireceğini düşünerek adını
söyledi, “Fadik…”
Ama Fadik çoktan eşyalarını
toparlamaya başlamıştı. Yanıtlamadı.
İşini yapmıştı işte…
*****
Fadik, yönetmenle konuşmuş,
yaşlandırma makyajının kaç saat süreceği konusunda bilgi vermişti. Çekimler
akşama kadar sürecekti. İşleri ayarladıktan sonra son çekimleri konuştular.
Filmin en can alıcı sahnesinin yani barışan aşıkların sevişmesinin çekileceği
güne sadece iki gün kalmıştı. O gün bazı vücut boyaları da yapılacaktı.
Tenlerin pürüzsüz gözükmesi gerekiyordu. Görüntü Fatih’in vücudunun üst
bölümünde hem sırt hem göğüs bölgesinde yoğunlaşacaktı. İpek’in omuzlarından ve
sırtından başka yeri gözükmeyecekti ama sırt çekimlerinde göğüslerinin ön
taraftan kapanması için kostümcünün hazırladığı kıyafeti giyecekti. Yönetmen
bundan bahsedince Fadik şaşırdı. “Kostümcü halleder, benim yapacağım bir şey
yok.”
“Sen kıyafetin tonunu vücut ile
uyduracaksın. Mayo bana iki ton açık geldi. Çekimlerde anlaşılmasın o fark.”
“Onu bilgisayarda ayarlamak
mümkün değil mi? Başka renge bile dönüştürüyorlar bildiğim kadarıyla.”
“Oynamak istemiyorum öyle
teknolojik işlerle. Sen öbür gün hep bunlarla meşgulsün ona göre.”
“Tamam ama yanımdaki vücut
boyasının tonu tutmayabilir. Benim şehre inmem lazım.”
“Çekim sonrası gider alırsın.”
“Tamam, ben renk kodlarını
bildireyim de hazırlasınlar.” Kostümcünün yanına gederken aklında hala bu işin
gereksiz olduğu düşüncesi vardı. İpek, çıplak çekime karşıydı ve bunu anlıyordu
ama renk tonu için bu kadar uğraşılması hiç mantıklı gelmiyordu. Renkleri
kontrol ettikten sonra siparişini verip tekrar sıcak çekim alanına döndü.
Ağustosun tüm sıcağı aynı güne toplanmış gibiydi. Dış çekimlerde tekrar isteyen
bir sahne bulunmuş, onu tamamlamaya uğraşıyorlardı.
Öğleden sonra üçte bitmişti başrollerin
çekimleri. Herkes ertesi gün çekilecek sevişme sahnesi ve sonrasındaki sahne
için hazırlanıyordu. Fatih’in son çekimleri olacaktı. Aksi bir durum olmazsa
işi bitiyordu…
Fadik, hiç konuşmadan Fatih’in
makyajını temizlemeye başladı. Yüzüne bakmıyor, şakalaşmıyor, sorularına tek
kelimelik yanıtlar veriyordu. İşi bittiğinde iyi akşamlar dileyerek yanından
ayrıldı.
Fatih tüm konuşma çabalarının
başarısız olmasından sonra kendine bir kadeh içki koyup koltuğa oturup
ayaklarını uzattı. Sinirini yatıştırması gerekiyordu. Senaryoyu eline alıp son
günkü sahnesini okumaya başladı. Ertesi gün kendi çekimlerinin son günüydü.
Aksi bir durum olmazsa yarın akşam evine dönebilecekti. İlk kez çekimler
bittiği için kendini kötü hissediyordu. Bir gün daha kalsa ne değişecekti? Fadik’i
kırmıştı. Affettirmesi pek de mümkün gözükmüyordu. Kızın neden o kadar
alındığını anlamıyordu. Oysa çoğu gün şakalaşırken birbirlerine daha ağır
laflar ediyorlardı. Dün çekimin aksamasının verdiği sıkıntı, Fadik’in sorusu
ile çakışınca sesi sert çıkmış, genç kız da alınmıştı.
Düşünerek çözüm bulamayacağına
göre en iyisi biraz dolaşmaktı. Saat dörttü ve hâlâ çok sıcaktı. Beyaz bir
tişort ve bol cepli bir bermuda şort giyip çıktı karavanından. Çekim yaptıkları
evin etrafındaki karavanlarda hareket yoktu. Herkes dinlenmeye çekilmiş, diye
düşünürken Fadik’in karavandan çıktığını gördü. Streç bir siyah kot, üstüne
beyaz bir atlet giymiş, beline de kırmızı bir fuları kemer gibi bağlamıştı.
Kocaman kırmızı çantası ve kırmızı gözlükleri ile arabasına doğru yürüyordu. Nereye
gidiyor, diye merakla bakarken geçen gece gördüğü Levent’in de arabaya
bindiğini fark etti. Çıktıklarını bilmiyordu. Canı sıkkın şekilde karavanına
dönerken yönetmen ile karşılaştı.
“Ne o suratının hali?”
“Yok bir şey.”
“Tamam, öyle olsun. Viskin var
mı?”
“Var, gel.”
Klimalı karavanın keyfini
çıkartmak isteyen ikili bir süre kadehlerindeki buzlara bakıp sessizce oturdu.
Sonra ikisi aynı anda konuşmaya başladı.
Yönetmen Aydın, “Yarınki sahne…”
derken Fatih de “Şu sahne…” diyordu. Aslında ikisini farklı nedenlerle rahatsız
ediyordu yarın çekilecek sahne. Fatih dönüp kadehi ile işaret ederek, “Önce sen
söyle.” dedi.
Aydın, “O sahneyi
yönetebileceğimden emin değilim.”
“Gerçekten sevişmeyeceğiz
biliyorsun değil mi?” Dalga geçiyordu ama kendisi de rahatsız oluyordu. Aydın,
“Hele bir gerçek olsun, gör bak seni nasıl paramparça ediyorum.”
“Oğlum, iki sene oldu. Şu kıza
açılsana artık. Bak boşandı da. Neden geri duruyorsun.” Kendisi ne olduğunu
bilmese de Aydın’ın uzun zamandır kendi içinde yaşadığı sevgiyi anlıyordu. Ama
aşkın insanı ne kadar aptal yaptığını henüz kestirememişti. Aydın ağzını açınca
bunu da anlamaya başladı, “Çünkü o sana aşık.” demişti Aydın. Fatih, gerçek bir
tepki ile “Yuhhh daha neler?” diyerek karşı çıktı buna.
“Yuhu muhu yok. Geçen günkü
öpüşme sahnesinde baktım da seni gerçekten öpüyordu. Sen ondan daha
çekingendin.”
Fatih bir an düşündü. Doğruluk
payı var mıydı? Hayır yoktu. İpek ile asla sevgili olamazlardı. İkisi de bunu
hiç istememiş, hiç düşünmemişti. Etraflarında kimse yokken tek bir an bile
çekim hissetmemiş, istek duymamışlardı. Fatih, en azından kendisinden emindi.
İpek’i düşündüğünde onun da aynı şeyi hissettiğinden emin oldu. Aydın
yanılıyordu. Aşık olduğu için kıskançlık yapıyordu.
“Aydın, inan o bana aşık falan
değil. Benim tavsiyeme uyuyor -mış gibi yapıyor. Hatta ona geçen gün sevdiğin
biri varsa onu düşün, dedim. Sen bana demiştin ya. Aynen ona sattım. O an kime
baktı dersin?”
“Hadi oradan…”
“Anladın işte. Ben der demez ilk
baktığı sen oldun.”
“Ben yönetmenim oğlum, ondan
bakmıştır.”
“Sen daha oyalan, bak iki gün
kaldı. Sonra galada belki bir araya gelirsiniz. Ondan sonra ara ki bulasın.”
“Düşünmem lazım.” dedi ve sonra ikisi
de uzun bir sessizliğe gömüldü.
Küçük televizyon ekranına bakıyor
ama ne izlediklerini görmüyorlardı. Sonunda üçüncü kadehlerine maç yorumları
eşlik etti. Fatih, saat on gibi duyduğu araba sesiyle doğrulup camdan bakmaya
başladı. Fadik dönmüştü ama tek başınaydı. Yüzü asık mıydı? Kavga mı
etmişlerdi? Fadik üzgün diye üzülmesi tuhaftı ama üzüldüğü konunun bir ayrılık
olmasına sevinmesi daha da tuhaftı.
“Neye bakıyorsun öyle?”
“Bir araba geldi de kim diye
baktım.”
“Kimmiş?”
“Fadik…”
“Hatırladım, o şehre inecek,
vücut boyası alacaktı.”
“İş için mi indi şehre? O herif
de onunla gitmişti.”
“Kim?”
“Ekibindeki zayıf uzun tip var ya
o. Levent miydi adı?”
“Levent. Olabilir, yakın arkadaş
onlar.”
“Bence onlar sevgili.”
“He he kesin öyleler.”
“Niye öyle dedin?”
“Bana İpek için akıl veriyorsun
ama sen de burnunun dibindekini görmüyor, sonra da makyözünün aldığı nefesi
takip ediyorsun.”
“Etmiyorum.”
“Öyle olsun.”
Ve sonrası yine erkekçe bir
tavırla sessiz sedasız televizyona bakmakla geçti. İkisi de aslında kendileri
hakkında derin düşüncelere dalmıştı. Fatih esneyince Aydın da yerinden kalktı.
“Kovsaydın da olurdu. Bak, yarın rahat ol ama gereğinden fazla bir şey yapma.
Ağzını burnunu dağıtmayayım.”
“O kızı kaçırırsan ben senin
ağzını burnunu dağıtırım.”
******
Sabahın körüydü. Gün ağarmadan
herkes ayaktaydı. Fadik önce İpek’in hazırlıklarını tamamladı. Fatih’e sıra
geldiğinde ikisinin de yüzü beş karıştı. Mecbur olduğu için orada olduğunu
belli ediyordu. Fatih bir iki konuşma çabası içine girmiş, yine yanıt alamayınca
vazgeçmişti. Fadik, konuşmadıkları takdirde kendi içindeki acının azalacağını
düşünüyor ve inatla devam ediyordu.
“Özür dilerim, Fadik. O gün
sinirliydim. Seni kırmak istemedim.”
“Kırmadın.”
“Onun için mi hâlâ konuşmuyorsun
benimle? Hadi gül artık. Senin yüzün asılınca gıdın sarkıyor.”
“Sarkmaz.”
“Bir kere daha tek kelimelik
yanıt verirsen seni döverim.” Boş tehditlerin ardından Fadik’in sakin yanıtı
geldi. “Dövemezsin.”
“Lanet olasıca, beni deli etme.
Yeter artık. Konuş benimle. Bak bugün son günüm zaten akşama evime dönüyorum.”
“İyi.”
“Off”
Asıl oflaması gereken Fadik idi.
Önünde belden yukarısı çıplak şekilde oturan Fatih, aklını toparlamasını, işini
doğru yapmasını engelliyordu. Az sonra elleri o çıplak vücutta dolaşacaktı.
Kendisini toparlaması gerekiyordu. İpek ve yaşanacakları düşünüp
kafasındakileri dağıtmak istedi ama bu kez de kıskançlıkla doldu. Birazdan
ikisi de o yatağa girecek ve rol icabı da olsa sevişecekti. Sinirleri bozulunca
ellerini çekti. Aklı iyice karışmıştı zaten. Fatih de her şeyi zorlaştırıyordu.
Gözlerini kızdan ayırmıyordu. Çoğu zaman gözünü kapatır ve işlemlerin bitmesini
beklerdi ama şimdi her hareketini izliyordu.
Fadik, terliyordu. Kendisini
rahatsız hissedince “Bekle.” diyerek küçük banyoya gidip elini yüzünü yıkadı.
“Çok sıcak değil mi?”
“Evet.” Hep sıcaktı ama o ilk kez
bu kadar terliyordu. Çünkü terleten hava değildi.
“Ne kadar kaldı?”
“Az.”
“İki harfe kadar indik… Artık
kafanı sallayarak yanıtlarsın herhalde?”
Ve Fadik başı ile onayladı
Fatih’i. Genç adam onun bu masum, çocukça hareketini görünce kahkahayı bastı.
“Çok tatlısın.” derken istemsizce çıkmıştı sözler dudaklarından. Fadik ise omuz
silkerek yanıtlamıştı bu iltifatı.
*****
İpek ile Fatih, bir prova ve iki
çekim ile herkesin merakla beklediği sahneleri tamamlamıştı. Kamera açıları iyi
ayarlandığından ve tekrara gerek kalmadığından işin çoğu bitmişti. Fatih’in son
sahnesi çekilecekti. Fadik elindeki malzeme çantası ile hemen sahneye dahil
oldu. Hızlı hareketlerle işini yaparken Fatih yine onu izliyordu.
“Birazdan benden kurtulacaksın.
Gözün aydın!”
Fadik, sert bir bakışla yanıtladı
adamın sözlerini. Konuşacak hali yoktu. Bu sektörde ilk kez çalışmıyordu ama
ilk kez bir sahneyi gerçekmiş gibi izleyecekti. Tüm hazırlıklar bittiğinde
çekim başladı. Önce yakın planların çekimini yaptılar.
İpek, yanında yatan adam dönerken
çarşafın kaymasını engellemiş, çıplakmış hissini devam ettirmişti. Yastıktaki
başı kendisine doğru çevirmiş ve adama, “Beni seviyor musun?” diye sormuştu.
Fatih de yüzünde büyük bir aşk ile bakıp, “Seni seviyorum.” demişti. İpek,
aldığı yanıttan sonra güzel bir gülümseme ile bakıp, “Ben de seni seviyorum ama
affetmiyorum!” diyerek yastığın altındaki bıçağı genç adamın tam kalbine
saplamıştı.
Fatih’in ölümünü izlemek
kahrediciydi. Bir sürü hile ile çekilen bir sahneyi gerçekmiş gibi düşünmek ne
kadar akıllıcaydı acaba? Çünkü Fatih can verirken Fadik ağlıyordu. Sessizce
uzaklaştı çekim alanından. Kimsenin bu rezilliği görmesini istemiyordu.
*****
Sahneler bitip ekip alkışlamaya
başlayınca Fadik de yine evden içeri girdi. Sakinleşmişti. Fatih yataktan
kalkmış üstündeki kan görüntüsü oluşturan malzemelerin temizlenmesini
bekliyordu. Üstüne bornozunu giydiğinde tebrikleri de kabul ediyordu. Az önce
ölmüş biri olarak son derece keyifliydi. İpek ise bir kenara geçmiş
gerçekleştirdiği sahnenin sinir bozukluğunu atmaya uğraşıyordu.
Aydın, İpek’in ruh halini anlayıp
yanına gitti. Elindeki suyu verip, “İki yudum al, rahatlarsın!” dedi. Onları
izleyen Fadik, Aydın’ın bakışlarını görüp uzaklaştı. Daha sonra temizlerdi İpek’in
vücut boyalarını. Onları baş başa bırakıp Fatih’e döndü. “Temizleyeyim mi?”
“Soru eki ile iki kelime eder.
Aşama kaydettik desene.”
“Yanıt?”
“Yanıtım, evet temizleyelim,
sırtımdakiler neden kaşındırıyor anlamadım.”
“Kaşındırıyor mu? Alerji mi yaptı
acaba?”
“Aman Allah’ım, başardım nihayet…Konuştun.”
“Yalan mı söyledin?”
“Alerji olmuş gibi yaptım
diyelim.”
“Yalan söyledin. Hadi
temizleyelim ve işim bitsin.” Fadik yine sert konuşmaya başlamıştı.
“Bu akşam da burada kalıyorum.
Hep birlikte yemek yiyeceğiz. O yüzden kurtulacağını sanma.”
“Size afiyet olsun. Benim işim
var.”
“Ne işin var? Sevgilinle mi
buluşacaksın?”
“Yarın için hazırlık yapmam
lazım.” Sevgilisi olduğunu mu sanıyordu? O nereden çıkmıştı?
“Dün hazırlıklarını yapmışsın.
Mazeret bulma. Akşam birlikte yemek yiyeceğiz. Benden kurtulmanı kutlamalısın.”
“İpek seni öldürdüğünde kutlamamı
yaptım.”
“Oh, bu ağır geldi.”
“Gerçek bu.”
“Fadik, geçen gün için gerçekten
özür dilerim. Seni üzmek istememiştim.”
“Affettim.”
“Aman memnun oldum.”
“Ne yapmamı bekliyorsun ki? O gün
ben de alıngandım sanırım. Tamam affettim.”
“O zaman akşam yemeğe
geleceksin.”
“Hayır, işim var.”
“Evet, geliyorsun.” Fatih,
istemsizce ısrar ediyor, Fadik ise nedenlerini anlamadığı bu baskıyı tuhaf
buluyordu. “Neden gelmemi istiyorsun?”
‘Çünkü başkası ile vakit
geçirmeni istemiyorum.’ demek yerine “Eğleneceğiz hep birlikte. Ekip yemekleri
önemlidir.” dedi. Aklındaki ‘Levent denen herifle gitmeni istemiyorum’ cümlesini
söyleyemeyeceğine göre “Bir sonraki iş için Aydın ile iyi geçinmelisin. Sana
çok iş düşecek bir film yapacak.” diyerek ortalığı toparlamaya çalıştı.
Fadik, hayal kırıklığını
bastırıp, “Bir süre film setlerine gelmeyebilirim.” diye yanıtladı genç adamı.
“Niye?”
“Bilmiyorum. Sanırım yoruldum.
Kısa sürede yeni bir iş almak istemiyorum. Belki seneye…”
Ne yapacaktı bu sene? Niye bir
sene sonrayı düşünüyordu? “Bu camia bir sene sonra seni unutur.”
“İyi olur.” Keşke unutsalar da
bir daha bu ortamlara girmesem, diye geçiriyordu aklından.
“Fadik, çok güzel işler alabileceğini
biliyorsun. Şimdiden bir teklif var ve sen hayır diyorsun. Derdin ne?”
“Sen…işine bak.” Toparlamıştı
belki ama emin olamadı. Yüzüne bakmak yerine susmayı tercih etti. ‘Senin
olduğun ortamlarda olmak istemiyorum’ diyemezdi.
“Ah kendi silahımla vuruldum.
Aynı günde iki kez ölmek hiç hoş değil.”
Fadik, onun da kendisine böyle
dediğini anımsadı. Aslında tamamen farklı nedenlerle söylenmişti aynı kelimeler.
“Bak, bu filmdeki işim bitti.
Aydın’ın ya da bir başkasının filminde çalışmak istemiyorum. Bu akşam o yemekte
olmak istemiyorum. Senin olduğun bir yerde olmak istemiyorum.” Son cümle
istemsiz çıkmıştı. Ama gerçek duygularıydı. Fatih’te bunu anlamıştı. “Neden?”
“Nedeni yok. Sana iyi eğlenceler.
Benim işim var.” Kapıya döndüğü an kolundan tutuldu. “Kolumu geri alayım.”
“Akşam o yemeğe geleceksin. Yoksa
rezalet çıkartırım. Senin göründüğün gibi olmadığını, karavanın kapısı kapanır
kapanmaz üstüme saldırdığını herkese söylerim.”
“İğrençleşmekte sınırın var mı?”
“Yok.”
Bu söylediğini asla yapmayacağını
biliyordu ama neden illa orada olmasını istediğini anlamıyordu. “Blöfünü
görürsem?”
“Gör o zaman!”
“İnat ediyorsun yani…”
“Evet… Fadik, son gece bu. Hadi
kırma beni. Seninle dargınlığımızın bittiğine inanmak istiyorum.”
“Büyük oyuncu Fatih, yine
oynuyorsun ve üzgünmüş gibi yapıyorsun. Geleceğim ama bu senden korktuğum için
değil. Sadece acıktığımı hissettiğim için.” Bir de belki o sesteki üzüntünün
gerçek olup almadığını anlamak istiyordu.
“Yemek ilk buluşma yemeğinin yapıldığı
lokantadaymış. Şık olmaya bak.”
“Tamam, kotumun üstüne pullu bluz
giyerim.”
“Şık ol.”
*****
Kostüm sorumlusu filmin
kostümlerinin haricinde neler olduğuna bakıp uygun bir elbise bulmuştu. Koyu
yeşil elbisenin sırt dekoltesi dudak uçuklatacaktı.
İpek, o akşam için makyajını
Fadik’ten istemişti. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Fadik merakla bakmış
ama sormamıştı.
“Çatlıyorsun değil mi?”
“Hayır desem inanacak mısın?
Yüzünde acayip bir ifade var.”
“Aydın… Çekim sonrası kapımı
çaldı ve benden çok hoşlandığını, eğer birlikte olursak ve beni aldatırsa
filmdeki gibi kendisini öldürmemi istedi.” Fadik, onun kocası tarafından
aldatıldığını bildiği için bir erkeğin bu kadar açık bir şekilde yaklaşmasını
ve ölmeyi göze almasını romantik bulmuştu. Kimse ölmek istemeyeceğine göre bu
adam gerçekten aşıktı…
“Yüzün bu hale geldiğine göre sen
de öldürmeyi kabul etmişsin.”
“Deliyim ben. Ama o da benden bir
söz istedi. Filmlerde bile olsa başka bir erkeği öper ya da sevişirsem o erkeği
öldürecekmişim.”
“Şaka yapıyorsun? Hep öyle
senaryo gelirse kim izler o filmleri. Biz mutlu aşklar isteriz.”
“Eh ben de onun mantıklı olmasını
beklemeye karar verdim. Öyle bir söz vermedim.”
“Bu erkekler bazen gerçekten
saçmalıyor.”
“Kimmiş o saçmalayan? Aydın mı? Yoksa
başkası da var mı?”
“Şey… Aydın başta işte. Üstelik
ben buraya adım attığım ilk gün onun sana bakışlarından anlamıştım. Bir aydan
fazla zamandır buradayız ve nihayet film biterken mi aklı başına gelmiş?
Üstelik kıskançlık sahneleri oynamış!”
“Sanırım Fatih ile olan sahnemiz
damarına basmış.”
“Kimin basmadı ki?” diye
fısıldarken yakalandı İpek’e. “Sende mi Brütüs?” Gülümseyerek devam etti İpek,
“Sana uyarıda bulunmuştum ama geç kaldığımı da biliyordum. Fatih gerçekten zor
biri. Hiç aşık olmadı. Hatta aşık olacağını hiç düşünmedi bile. O yüzden seni
fark etmesi, duygularına karşılık vermesi güç olabilir. Ama yine de şansını
dene. Bak bakalım o ne hissediyor?”
“Diyorsun ki, elini taşın altına
koy… Belki sana ilgi duyar, ama aşk bekleme… Doğru mu anladım?”
“Eh, elini taşın altına koy ve aşık
etmeye çalış. Bu akşam başla mesela. Biraz kıskandır. Bak çok işe yarıyor. Adam
kendi çektiği filmdeki oyuncuyu kıskandı… ki ortada bir şey yoktu. Sen de
kullan bunu. Ayrıca bu akşam çok güzel ol. İyi bir makyaj ve güzel bir saç çok
işe yarar. Ah bir de güzel uzun topuklu bir ayakkabı giy. Yoksa da ben
veririm.”
“Sen ciddisin değil mi? O adamın
hayatına dalmamı ve sonra kıçıma yediğim tekme ile ortalıkta kalmamı
istiyorsun!”
“Bakalım o tekme atılacak mı
yoksa kollar kaçmayasın diye sarılacak mı?”
“Tipik, kendi mutlu herkes mutlu,
diyenlere döndün.”
“Evettttt.” Gerçekten de herkes
mutlu olsun istiyordu o an. Bunun yolu bu akşamdan geçiyorsa o da biraz
hızlandıracaktı işleri. “Akşama ne giyeceksin? Bak güzel giyin.”
“Kostümcü güzel bir yeşil elbise
ayarladı. Bedeni uygun ama biraz sırtı açık!”
“Güzel. Silahlarını kuşanmış
olacaksın. Güzel bir ayakkabı ve çanta ile tamamla.” Dolabını açıp bakarken, “Açık
yeşil mi koyu yeşil mi?” diye sordu. Açık yeşil yanıtından sonra çok güzel bir
ayakkabı ile onun çantasını çıkarttı. Beyaz ayakkabının topukları on santim
kadardı. Neyse ki burnundaki platformlu kısım kullanımı rahatlatıyordu.
Fadik, kendi karavanına geçerken
akşam neler olacağını düşünüyordu. Fatih, gerçekten kendisine ilgi duyuyor
olabilir miydi? İpek, arkadaşım dediği erkeğe yönlendirdiğine göre onun
içgüdülerine güvenmesi gerekiyor muydu? Denemeden karar vermek, yenilgiyi
baştan kabullenmekti.
Elbiseyi giyip makyajını
yaptığında gerçekten silahlanmış gibiydi. Aynadaki görüntüsünü çok beğendi.
Perran da onu gördüğünde ıslığını koyvermişti. “Bu ne böyle? İpek seni
paralamasın! Ondan güzel olacaksın, kesin.”
“İpek iyi biri. Ayakkabıları o
verdi.”
“Düşüp bir yerini kır diye vermiş
bence. Ne o topuklar öyle?”
“Kötüsün sen. Hadi gel sana da
makyaj yapalım. Elbise giyeceksin ona göre. Böyle kotlarla gelemezsin.”
“Ne giysem sana yetişemem. Kimse
de beni fark etmez.”
“Sen elbise giy de görmeyen
görmesin.”
*****
Herkes karavanlarından çıkmış,
ekibin büyük kısmı minibüse doluşmuştu. Fadik de onlara katılacakken kendisine
seslenen İpek ile olduğu yerde kaldı. “Onlar gitsin, sen benim saçımı bir
düzelt tatlım. Biz arabayla yetişiriz onlara.”
Ve dediği gibi de oldu. İpek,
karavana girmiş onu beklerken minibüs yola çıkmıştı bile.
Saçlarında düzeltilecek bir şey
bulamayan Fadik, oyuna geldiğini anladı. “Neler çeviriyorsun?”
“Fatih, arabası ile gidecek. O
teklif etmezse bizimle gelirsin. Ama bence kibar biri olarak Aydın ile beni baş
başa bırakmak için çaba harcayacaktır.”
“Sen neden senaryo yazmıyorsun?”
“Yazıyorum. Tüm makyajlar ve
saçlar sana emanet olacak.”
“Tamam, seninle çalışırım. Ne
zaman biter?”
“Bu hızla altı yedi aya biter.”
“Bir sene de sen ona. Tamam, yaz
bitir, söz seninle çalışırım.”
“Aydın seni kapmak isterse ne
olacak?”
“Aydın’ın sonraki filminde yine
Fatih oynayacakmış. Çoktan kulağıma geldi haberler. Üzgünüm ama Aydın ile
çalışmam bir daha bu durumda.”
“Vayyy, tavır alıyorsun ha?”
“Uzak durmak istiyorum. Sen
engellesen de yarından itibaren uzak duracağım.”
“Sen de haklısın. Üzüleceğini,
yenileneceğini bile bile bir savaşa girmek çok mu doğru? Ama aşıksan kaçışın
yok tatlım. Ah bak Aydın geldi. Kesin Fatih de çıkmıştır karavanından. Hadi
çıkalım.”
Haklıydı. Aydın arabayı karavana
yaklaştırmıştı. Fatih de kendi arabasına doğru yürüyordu. Üçlüyü görmemişti.
İpek, fırsatı kaçırmayıp seslendi. “Fatih, sen de bize katılsana. Eğleniriz
giderken.” Fatih üçüncü olacağını düşünüp itiraz edecekti ki Fadik’i gördü. Ya
da gördüğünü sandı. Çünkü kotlarla gördüğü genç kıza hiç benzemeyen biri vardı
İpek’in yanında. İstemsizce onlara doğru yürüdü. Aydın’ın yüzüne bakıp karar
verdi, “Siz ikiniz gidin, Fadik de benimle gelsin.”
“Ne gerek var…” derken sanki çok
masummuş gibi Aydın’a bakmış ve onun asık yüzünü görünce kimsenin bir şey
anlamadığını görüp “Evet ya öylesi daha iyi, belki biz erken kalkarız falan
sizin tadınızı kaçırmayız. Hadi görüşürüz.” diyerek arabaya binmişti.
Fadik, ne yapacağını bilemez
şekilde duruyordu. “O topuklularla yürüyebilecek misin? Yoksa taşıyayım mı?”
“Yürürüm.”
“Ya evet, teklifi ben yapınca yürüyebiliyorsun
ama başkalarının yanında nedense pek sakar oluyorsun.”
“Ne? Kim?”
“Yok bir şey. Hadi bin.”
Lokanta çekim yaptıkları sayfiye evine
yarım saat mesafedeydi. Sakin bir trafik ile yol keyifli olabilirdi ama
ikisinin de ağzını bıçak açmıyordu. Fadik dışarıyı seyrediyor, Fatih de yola
bakıyordu. On dakika kadar sonra “Çok güzel olmuşsun.” dedi Fatih.
“Önceden çirkindim yani? Şimdi
güzel oldum öyle mi?”
“Hep güzeldin. Bu akşam daha da
güzel olmuşsun. İlk kez seni bu kadar makyajlı ve yapılı saçla görüyorum.
Kıyafetin… Kumaşı yetmemiş ama yeten kısmı güzel olmuş.”
Fadik gülmesini gizlemeye
çalıştı. Sırtı gerçekten çok çıktı. İç çamaşırını kontrol etmesi gerekecekti.
Yoksa gözüküp çok nahoş bir manzara sergileyebilirdi. Sütyen takmamıştı. Sırtı
tamamen açık olan elbisenin boynundan geçen zincir askılarının aynısı sırtının
ortasından geçip göğüslerin yanlardan gözükmesini engelliyordu. Tabi bu tarz
elbiselerin bazı hileleri oluyordu.
“Sen de çok yakışıklısın. Hayret
benim elim değmeden de olabiliyormuş.”
“Allah vergisi, ne yaparsın!”
“Ukala… Aydın ile İpek konusunda
ne diyorsun?”
“Onlarda çok şık giyinmişlerdi.”
Fadik ilk kez kahkahayla güldü.
“Onu sormadığımı biliyorsun. Aydın, İpek’e duygularını söylemiş.”
“Geç bile kaldı. İki senedir
içinde tutuyor. Patlayacaktı artık.”
“İki sene mi? Neden bu kadar
bekledi?”
“İpek’in boşanmasını ve kendini
toparlamasını beklediği için itiraf edemedi duygularını. Yoksa beni bir kaşık
suda boğacak kadar kıskanıyor.”
“İşiniz gerçekten zor. Aynı şey
senin için de geçerli olabilir. Oyuncular genelde yakın meslekleri yapanlarla
evleniyorlar. Sen de kıskanırsan boğarsın birilerini.”
“Aydın kadar metanetli olabilir
miyim bilmem. Benim karım oyuncu olamaz.”
İçi yanmıştı duyduklarından
sonra. Birileri onun karısı olacaktı. İlk kez böyle bir şeyden bahsediyordu
Fatih. Bir gün gelecek ve o da evlenecekti. Şimdiden bunu kabullenmeliydi. Ve
bir başka noktayı daha kabullendi. İpek ne derse desin kaybedeceği savaş için
cepheye çıkmayacaktı.
Yolun kalanında yine sessizlik
hakimdi.
*****
Çiftler de lokantaya ulaştığında
masalar şenlendi. Eğlence, yemek ve söyleşiler ile saatler geçti. Ertesi gün
erken kalkacaklar yemekten de erken ayrıldı. Görüntü yönetmeni, yönetmen ve
oyuncular eğlenceye devam ederken Fadik de teknik ekiple dönmek istedi. Fatih,
benle geldin, benimle döneceksin, diyerek itiraz etti onun talebine. Fadik de
böylece ayıp olmasın diye oturdu.
Çalan müzik ile Aydın, İpek’i
dansa kaldırdı. Fatih hareket etmeyince görüntü yönetmeni Nihat, Fadik’i dansa
kaldırdı. Hem dans ediyor hem de ertesi günkü yaşlandırma makyajı hakkında
hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Bir ara gözü masada oturan Fatih’e
takılmış ve onun çatık kaşlarla izlediğini görüp heyecanlanmıştı. Belindeki ele
bakıyordu Fatih.
Fadik onun bakışlarından umutlanmış
ama sonra masadan kalkıp dışarı çıkışını izleyip yine kendi salaklığına
kızmıştı. Müzik bittiğinde yerine oturmayı tercih etti. Tüm tadı kaçmıştı. İki
dakika kadar sonra Fatih içeri girdi.
Fadik’e “Hadi gidelim artık.” dedi. Hemen kalkıp herkese iyi akşamlar
dileyerek dışarı çıktı. Nihayet gece bitiyordu.
Arabaya doğru yürürken adımlarını
dikkatli atıyordu. Alkol almamıştı ama yine de yürümekte güçlük çekiyordu.
Yorgunluk, uyku ve hüzün bir araya gelip yeterince sarhoş etmişti. Arabaya
oturduğunda yine sessiz bir yolculuk bekliyordu. Fatih ise onun beklentisinin
tersine, “Eğlendin mi?” diye başladı konuşmaya.
“Güzel bir geceydi.”
“Nihat evli biliyorsun değil mi?”
“Biliyorum.”
“İyi!”
“Ne demek istiyorsun?”
“Yok bir şey.”
“Sen ne ima ediyorsun?”
“O adamın eli belindeydi.” Artık
sesi istediği gibi sakin değildi. Tüm hissettiği duyguları ortaya koyuyordu.
“Dans ederken bir el bele konur.
Meğer onun için beni dansa kaldırmamışsın. Bilmediğini, bilmiyordum.”
Siniri bu saçma yanıtla biraz
daha artmıştı. “Neyi bilmiyorum? Ne diyorsun?”
“Yemeğe birlikte gittik. Gerçi
zorunluluktandı ama olsun yine de birlikte gittik. Doğal olarak dansa
kaldırması gereken kişilerin başında sen geliyordun ama hava almayı tercih
ettin. Meğer dans etmeyi bilmiyormuşsun.” Fadik, alay ediyordu. Aslında
üzüntüsünü alaycılığın ardına saklamaya uğraşıyordu.
“Bildiğimi biliyorsun. Neden dans
etmediğimi sorarsan söylerim.”
“Neden?”
Sormayacağını mı sanmıştı? Fadik,
ne zaman onun beklediği şeyleri yapmıştı? Ne diyecekti? “Canım istemedi.” En
kırıcı yanıt da buydu galiba…
“İyi işte, benim canım dans etmek
istiyordu ve sonuç… Nihat ile dans edip eğlendim. Merak etme onun karısından
ayrılmasına neden olmam. Evlilerle, başı bağlılarla işim yok. Kısmetime bir
bekar çıkar, merak etme.”
“Merak etmiyorum.” Ediyordu. Onun
hayatında birilerinin olma ihtimalini kabul edemiyordu. Levent’in akşamki
davranışlarını izlemiş ve saygılı tavırlarından sadece patronu olarak gördüğünü
anlamıştı. Boşuna kafaya takmıştı ama takmıştı işte. Sonunda Fadik ile ilgili
her şeyi takıntı yaptığını kabullendi. Nihat ile dans ederken dayanamamıştı.
Bir dakika sonra belki kendi ile olan savaşını kaybedecek ve o dansa
kaldıracaktı ama Nihat erken davranmıştı. Adamın günahını alıyordu. O geç
kalmıştı. Şimdi de doğru davranmazsa hiç yetişemeyecekti.
“Fadik…”
“Efendim?”
“Ben bekarım!”
“Eee?”
“Ne ee si? Kısmetine çıkacak o
bekar benim.”
“Değilsin.”
“Benim.”
“Fatih, çok tatlısın ama inan sen
benim için doğru insan değilsin. Benim tek gecelik bir ilişkiye uygun olduğumu
düşünmen bile beni tanımadığının ispatı. Senin için deli olan bir sürü güzel
kadın var. Ben doğru erkeği bulurum merak etme. Daha gencim, acelem yok.”
Hissettiğinin aksine, sakin bir
şekilde durdurdu arabayı. Daha da sakin bir şekilde döndü Fadik’e, “Doğru erkek
benim diyorum sana.”
“Sen sanırım uzun zamandır şehre
inmedin. Kadın göremediğin için en yakınındakine sarıyorsun.”
“Fadik, seni nasıl ikna
edebilirim?”
“Edemezsin.”
“Bak, çok sakin bir şekilde
konuşmaya ve sana kendimi anlatmaya çalışıyorum ama sen işi yokuşa sürüyorsun.
Senden hoşlanıyorum. Bunu kabul etmek bu kadar güç mü?”
“Konu sen olunca öyle.”
“Konu ben olunca öyle mi? Belki
bir şekilde ispat ederim hislerimi…” Tüm o sakinliklerine bir yenisini ekleyip
yavaşça eğilip sadece dudaklarına dokunarak öpmeye başladı genç kızı. Fadik,
heyecandan öleceğini sandı. Gerçekten öpüyordu kendisini. Kısa bir an sonra ilk
dokunan Fadik oldu. Erkeğin saçlarına uzattığı elleri o saçları okşamaya
başlamış oradan boynuna inmişti. Fatih de artık ellerini belinde omuzlarında
sırtında gezdiriyordu. Bir süre sonra uzaklaşıp birbirlerine bakmaya
başladılar.
Fadik o bakışlardaki aşkı görünce
ne yapacağını bilemedi. Doğru mu söylüyordu? Gerçekten hoşlanıyor muydu? İkinci
kez öpüşmeye başladıklarında düşünecek hali kalmamıştı.
Elleri elbisenin yanlarından içeri
doğru hareketlendiğinde bir engelle karşılaştı. Kumaş düşündüğünün aksine geçit
vermiyordu göğüslere ulaşmasına. Şaşkınlıkla bakarken Fadik gülmeye başladı.
“Silikon ile yapışık!”
“Yani tüm gece ‘o zincirler
koparsa ne yaparım?’ diye boşuna mı dertlendim?”
“Niye takıldın ki ona?”
“Bilmem. Sanırım senin öyle bir
görüntü vermen beni deli edeceği için olsa gerek!”
Kıskanıyor muydu? Öyle
gözüküyordu. Bu gerçekti. Kendisine önem vermiş ve kıskanmıştı.
“Amacımız gerçekten teşhir etmek
değilse gerekli tüm tedbirleri alırız merak etme.”
“O zaman keşke sırtını da
kapatsaydın da beni çıldırtmasaydın. Ben sonra bakardım o güzelliğe.”
“Şık ol diyen sendin. Ben de söz
dinledim.”
“Bir daha kumaştan tasarruf
etmemiş olsun lütfen elbiselerin!”
“Tamam.” ‘Bir daha…’ yani bir
daha buluşacaklardı. Her sözünden, her hareketinden anlamlar çıkartmaya
uğraşıyor, sorarsa kaçırtacağını sanıp susmayı tercih ediyordu. Bir kez daha
öpüştüklerinde bu kez durmak daha da zor olunca Fadik, ertesi sabah erken
kalkacağını söyleyip dönmeyi teklif etmişti.
*****
Sözde erken kalkacağı için hemen
temizlenip yatmış ama saatlerce uyuyamamıştı. Güneşin doğmak üzere olduğunu
anlayınca kalkıp karavandaki ısıtıcıda su kaynattı. Uykusuzluğu giderecek sert
bir kahve yaptı. Makyaj malzemelerini toparlayıp listesini kontrol etti.
Noksanı kalmamıştı. Saat altı olmuştu. Artık İpek’i uyandırabilirdi.
Karavanın kapısını çalarken
tereddüt etti. Ya Aydın buradaysa? Neyse ki İpek yalnızdı. Henüz uyandığı
söylenemezdi. “Bekle duş alayım.” diyerek karavanın arka tarafına yürüdü. Kısa
duşta bile sorguya çekmeyi ihmal etmedi.
“Çık da öyle konuşalım.
Bağıramayacağım. Uykusuzluktan başım ağrıyor.”
Üç dakika sonra bornozuna
sarılmış olarak geldi İpek. Yüzünde aşkın parıltısı vardı.
“Çok güzel gözüküyorsun. Seni
yaşlandırmak için en kötü günü mü seçtik acaba?”
“Yaşlılığım da güzel olacak.
Mutluyum çünkü.”
“Ama mutsuz olmalısın. Kocanın
mezarına gideceksin.”
“O bir sahne. Alt yapım sağlam
bugün. Aydın bana iki senedir aşık olduğunu söyledi. O yüzden bugün benim ölüm
sahnem bile olsa mutlu olurdum.”
“Evet, iki senedir bekliyormuş
seni.” diyen Fadik’e baktı İpek. “Fatih biliyor muymuş? Neden söylememiş ki?”
“Üstüne vazife olmadığı içindir.”
dedi gülerek Fadik.
“Doğru söylüyorsun. Ama keşke ben
de önceden anlasaydım. Boşuna vakit kaybettik.” Sonra biraz daha gülüp,
“Kapatırız o kaybı. En yakın zamanda biraz tatil yapalım diyor. Ben de hayır
demedim.”
“Ne güzel. Darısı başıma.”
“Fatih akşam delirmiş gibiydi.
Neler oldu?”
“Bilmiyorum. Benden hoşlandığını
söyledi ama inan tam ne oldu bilmiyorum.”
“Senden hoşlandığını mı söyledi?
Kızım bu bile bomba bir haber. İlk kez duyuyorum bunu. Aşık gibi bakar ama
böyle laflar etmez o.”
“Biliyorum. Yine de tam adını
koyamıyorum.” Kendisine de aşık gibi bakmıştı. Acaba yine rol müydü?
“Bugün eve dönecekti o. Ne
konuştunuz?”
“Hiç.”
“Aa, neyse gitmeden konuşursunuz
nasılsa.” Boş bulunmuştu. Toparladığını umdu ama genç kızın yüzünün şekli hiç
de başarılı olmadığını gösteriyordu.
“Öyle olur sanırım.”
“Tamam, yüzün düştü. Sıkma
canını. O bilmez aşk nasıl yaşanır. Ama öğrenecektir.” Sesindeki güven veren
ton oyunculuğun eseri miydi? Fadik, tüm gece süren karamsar düşüncelerine
yenisini eklemişti.
Sonra daha fazla can sıkmamak
için işe koyuldular. Yüzündekiler bozulmasın diye pipet ile kahve içen İpek,
çok konuşamayacağı için müzik dinlemeye başlamıştı. İki saat kadar sonra kapı
çalınmış ve Aydın gelmişti. Çalışmanın ne kadar kaldığını sorup ona göre
planlarını yapıp İpek’e de güzel bir gülümseme ekinde küçük bir öpücük gönderip
dışarı çıktı.
Bir saat daha vakit geçmişti ki
kapı yeniden çalındı. Bu kez gelen Fatih idi.
“Günaydın kızlar.” deyip ikisine
de selam verdikten sonra biraz çalışmalarını izledi. Ne Fadik’e ne İpek’e özel
bir yakınlık göstermemişti. İkisi de onun hareketlerini takip ediyordu. İpek
dayanamayıp konuşmaya başladı. “Çekimi izleyecek misin?”
“Yok çıkmam lazım. Bir röportaj
var ona yetişmeliyim.”
“Tamam. Her şey için teşekkürler.
Dönünce görüşürüz nasılsa.”
“Kesinlikle. Fadik’i bir dakika
alabilir miyim?”
“Tabii.”
Ve bu konuşmanın ardından ikisi
de karavandan çıkıp kızgın güneşin altında kısa bir süre birbirlerine baktılar.
Ne konuşacaklarını bilemez şekilde süren bu bakışmanın ardından Fadik, “Vedalaşacaksın
ama sözleri mi bulamıyorsun?”
“Vedalaşmayacağım. Sadece dönünce
görüşürüz, diyeceğim. Telefonun açık olsun.”
“İyi yolculuklar. Dikkatli git.”
“Sen yarın döneceksin değil mi?”
“Aksilik olmazsa evet!”
“Tamam, sen de dikkatli dön.”
Sonra çevreye baktı, o tarafa bakan kimse olmayınca eğilip küçücük bir öpücük
kondurdu dudaklarına. Güneş gözlüklerini takıp arabasına yürüdü.
*****
Fadik, iki gün sonra döndü şehre.
O iki gün boyunca telefon bekledi ama arayan olmadı. İpek, üzülmemesini söylese
de Fadik pek söz dinleyecek durumda değildi.
İlk gün işi olduğunu biliyordu. ‘Röportajlar
ne yazık ki istendiği kadar kısa sürede sonuçlanan şeyler değildi. Elbet
ailesini özlemişti ve onlara da vakit ayırmıştı. Belki arkadaşları ile de akşam
biraz vakit geçirmişti…’ İpek ne derse, ne mazeret bulmaya çalışırsa çalışsın
Fadik iki dakikalık telefon konuşmasının yapılmamış olmasını kabullenmiyordu. İnsan
sevdiğini iki eli kanda olsa arardı. Demek ki onun hakkındaki tüm bilgiler
doğruydu.
Fadik, olduğu gibi kabullenince
biraz rahatlamış ve döndüğünde de ekibine, yeni büyük iş gelene kadar serbest
olduklarını söylemişti. İster dükkanda dururlar ister tatil yaparlardı. Kimse
ile uğraşmak istemiyordu.
Eve kapanmıştı. Hem yorgunluk,
hem uykusuzluk etkisini göstermiş, on iki saat uyumuş, uyandığında nerede
olduğunu anlayamamıştı. Telefonunu kontrol etmiş, kimsenin aramadığını görüp
yiyecek bir şeyler bulmak için dolabını açmıştı. Biraz küflenmiş peyniri ve
açık sütü görünce ilk işi markete gitmek oldu.
Eve döndüğünde Pazar
gazetelerinin eklerine baktı önce. Uzun zamandır doğru düzgün haber izlemediği
için dünyada neler oluyor sonra bakacaktı. Çünkü şu an yapmak istediği Fatih’in
neler yaptığına dair bilgilere ulaşmaktı.
Ulaştı da…
Gazeteyi elinden atıp doğru yatak
odasına gitti. İki valiz indirdi. Ne kadar yazlık kıyafeti varsa doldurdu.
Seçecek kadar vakit harcayamazdı. Çamaşırları ve ayakkabıları da valize attıktan
sonra fermuarı kapattı. Diğerinin içine deniz malzemelerini tıktı. Küçük bir
makyaj çantası hazırladı. Kendini kahretmeyecekti. Gezecek tozacak eğlenecekti.
Kitapları da seçip çantasına koyduktan sonra marketten aldıklarını yeniden
poşetlere koyup arabaya yükledi. Röportajı okuduktan tam kırk dakika sonra yola
çıkmıştı.
Saatler sonra Cunda’daydı. Evi
havalandırıp, eşyalarını yerleştirdi. Yatağını hazırladıktan sonra yemek
yapmaya üşenip dışarı çıktı. Biraz yürümek iyi gelecekti. Hem üstündeki
miskinliği atacak, hem de saatlerce araba kullanmanın etkilerini yok edecekti.
Yol boyunca kendi aptallığını düşünüp durmuştu. Bildiği gerçeklerin yüzüne
çarpılması mı gerekiyordu?
Sahildeki balıkçıların önünden
geçerken tanıdıkları ile selamlaştı. Her yaz buradaki eve geliyordu. Annesi ile
babası da sık sık gelirlerdi. Komşuları, ahbapları ile vakit geçirmek,
düşünmesini ve üzülmesini engelleyecekti. Ertesi sabah için balıkçılardan davet
alınca kısa bir an düşünüp kabul etti. Dörtte kalkması gerekecekti.
Lokantaya geldiğinde saat
altıydı. Sekiz kişilik masaya geçip tek başına oturdu. Gelen garsonun yeni
olduğunu anlayıp patronu görmek istediğini söyledi. Garson, başka kimse gelmeyecekse
iki ya da dört kişilik bir masaya almayı teklif etmişti. Fadik, başını geri
atıp, “ Kalkamayacağım, sen de masama dokunmayacaksın.” dedi. Garson biraz daha
yumuşattığı sesi ile akşam yemeği için kısa süre içinde lokantanın dolacağını,
bu durumda masasını başkaları ile paylaşmak zorunda kalabileceğini anlatma
çabasına zoraki bir somurtma ile yanıt verdi.
“Ben böyle oturmayı seviyorum,
masamı sadece patronunla paylaşırım. Söyle, masamı mezelerle donatsın” dedi.
Garsonun kendisini nasıl gördüğünün farkında gülmemek için zor tutuyordu.
Patronu çağırmamak için bocalayan garsona, eskiler gülerek bakıyordu. Zavallı garson
tuhaf tuhaf bakmaya başlayınca, ‘hadi çabuk ol, akşama kadar seni mi
bekleyeceğim, açım’ demişti.
O sırada içeriden çıkan kır saçlı
adam kahkahalar ile ortalığı çınlatarak masaya geldi. Diğer garsonlar da masaya
tabakları taşımaya başlamıştı. “Amcasının gülü gelmişşş. Kız niye haber
vermedin? Çabuk çabuk yeğenim açtır. Donatın hemen. Rakımızı da getirin. Amca
yeğen kafa çekeceğiz.” Yeni garson nihayet rahatlamış, kendisi ile dalga
geçenlere gülerek ve şaşkın şekilde bakıp içeri girdi. Deniz kenarındaki
lokantanın ünü herkes tarafından biliniyordu. Kısa süre sonra hem kendi
masaları hem de lokanta dolup taşacaktı.
Amcasının, biraz daha büyümüş
göbeğine bakıp, “Sanki ben olmasam içmeyeceksin. Göbek almış başını gitmiş
amca. Ne bu hal?” diye söylendi.
“Biliyorsun su içsem yarıyor!”
“Suyu sek içsen yaramaz da rakı
ile karışınca yaramış, belli.”
Amcası ile uzun uzun yediği yemek
neşesini düzeltmişti. Onun mekanıydı buralar. Tanıdıklar ile selamlaşmaya devam
etmiş, masaya buyur ettikleri ile o sekiz kişilik masa hiç boş kalmamıştı.
Akşamın geç saatlerinde eli kolu amcasının verdiği yiyeceklerle dolu evin
yolunu tutmuştu.
Yatarken telefonuna baktığında
şarjın azaldığını gördü. Şarj aletini aradı ve yanına almadığını anladı. İşte
bu kötü olmuştu. Yarın yeni şarj alırım diye aklından geçirirken sabah balığa
çıkacağı ve akşamüstü döneceğini anımsadı.
Eh arayacak adam bunca günde
arardı.
*****
Balık dönüşü o kadar yorgundu ki
tek yapmak istediği uyumaktı. Öyle de oldu. Sonra saat daha yedi olmadan evden
çıkıp telefoncuya uğradı. Ne zaman şansı gülmüştü ki? Onun şarj aletinden
yoktu. Telefonu çok yeni bir model olmadığı için bulunması güçtü. İstiyorsa
ucuz her telefona uyan aletlerden alabileceğini söyledi satıcı. En azından
kendi istediği gelene kadar idare etsin diye aldı. Elbette pişman oldu. Daha
fişe takar takmaz kendini yakan alet neyse ki ucunda telefon takılı olmadığı
için sigortayı attırmaktan daha büyük bir zarar vermemişti.
Sabah uyandığında artık
telefonunun olmadığının bilincindeydi. Yarına kadar idare ederim, diyen Fadik,
İpek’i aramak istiyordu. Sanki onunla konuşursa morali düzelecekti.
Ertesi gün ulaşmıştı beklediği
şarj aleti ve nihayet telefonunu açabilmişti. İlk gördüğü, cevapsız aramaların
on tane olduğuydu. Annesi iki kez aramış, İpek üç kez aramıştı. Kalan beş arama
da Fatih’e aitti. Nihayet aklına gelmişti demek ki…
Önce annesini aradı. Telefonuna
kavuştuğunu söyledi. Zaten onun arayacağını tahmin edip amcasından aramış,
haber vermişti. İpek’i arayıp neler yaptığını öğrenmek de iyi geldi. Fatih,
kendisine ulaşamayınca onu da aramış, nerede olduğunu sormuştu. Fadik, İpek’e
Cunda’da olduğunu söyledi ama Fatih sorarsa söylememesini istedi. Ve son olarak
da Fatih’i aradı.
“Merhaba, beni aramışsın.” Ne
kadar sakindi böyle.
“Neredesin sen?” Fadik’in aksine
Fatih hiç de sakin değildi. Neredeyse bağırarak sormuştu.
“Uzaktayım.”
“Fadik, nereye kayboldun? Dünden
beri seni arıyorum.” Biraz daha yükselmişti sesi.
Fadik, onun bu halinden memnun
biraz daha sakin ve daha alaycı bir tonla yanıtladı. “Ah pardon, beş gün sonra
arayacağını düşünmemiştim. Seneye falan ararsın diye tahmin ediyordum.”
“Aradım ya. Niye seneye
arayayım?”
“Of Fatih, komiksin ya.
Söyleyeceğin bir şey var mı?”
“Nerede olduğunu sordum,
yanıtlasana.”
“Yanıtlamayı isteseydim
yanıtlardım. Denize gireceğim, hazırlanmam lazım. İyi günler sana.”
“Fadikkkk…”
“Ne bağırıyorsun?”
“Beni delirtmesene. Neden böyle
davranıyorsun?”
“Bu normal bir davranış.
Röportajını okudum. Hayatında kimse yokmuş. Yani ben kimse oluyorum bu arada.
Demek ki bana hesap sorabileceğin bir ortamda değilsin. Ayrıca, benim de
hayatımda kimse yok demektir bu. Hesap sorabilmen, yanıt isteyebilmen için hak etmen
lazım. Sana hayatta başarılar dilerim. Kendine iyi bak. Beni de arama.”
Ve telefonun ucundakinin tüm
şaşkınlıkla konuşma çabasına rağmen kapama düğmesine bastı.
*****
İpek, Fatih ile konuştuktan sonra
Fadik’i aramış ve neler olduğunu anladıktan sonra genç kıza hak vermişti.
“Bir şeyler bekliyorsa nasıl
davranması gerektiğini bilmeli. Ben onu severken o gazetecilere hayatında kimse
olmadığını söylüyorsa, ben de yokum o halde! Bu kadar basit. Ve İpek, sen beni
en baştan uyarmıştın. Tüm aptallık benim, umudumu kesmedim, belki o da beni
sever dedim. Zaten en aptal olduğumuz durum bu değil mi?”
“İyi ama bak o da pişman.”
“Pişman olan ona göre davranır.
Çekimden döndüğü gün, ararım diyen, ayrılmadan hemen önce öpen, sonra beş gün
sesi çıkmayan o. Ve canım, o gün verdiği röportajda hayatımda kimse yok diyen,
etrafındaki köpekbalıklarına yem atan da o. Ki çok iyi biliyorsun
etrafındakileri. Eminim beş günü de dolu dolu yaşamıştır.”
“Çok yoğunmuş. Evinde üst kat
komşusundan kaynaklı bir sorun olmuş. Tamirciler işçiler ile geçen günler
yüzünden arayamamış…” Mazeret saydığının farkında sustu. Sonra aklına gelenle
yeniden konuştu. “Nerede olduğunu sorup duruyor.”
“Sakın söyleme. Ben döndüğümde o
hala pişman olursa ve beni hayatında isterse bulur.”
“Ne zaman döneceksin?
“Sanırım ekim sonu.”
“O kadar zaman ne yapacaksın
orada?”
“Eylülün on beşine kadar denize
girerim. Biraz soğur ama ben severim. Sonra da evimin tadını çıkartırım.
Amcamla lokantada çalışırım. Balığa çıkarım. Vakit geçer. Dizi çekimleri
başlamış olacağı için ben döndüğümde biri yeni sevgilileri ile ortalıkta
dolaşıyor olur. Ben de kendimi toparlamış olurum.”
“O zaman eylülde bir ara
gelirsin.”
“Sanmıyorum.”
“Gelirsin canım. Çünkü Aydın
doğum günümde nişanımızı ilan etmemizi istiyor.”
“Ciddi misin? Bu kadar kısa
sürede evlenme mi teklif etti?”
“Parmağımda yüzük olursa kimse
bana asılamazmış. Nasıl bir düşünceyse bu… Anlamadım ama ‘evet’ dedim.”
“Ah, istemem yan cebime koy,
demişsin.”
“Her şey çok güzel gidiyor ve ben
çok mutluyum. O yüzden doğum günümde burada olmalısın.”
“Şimdiden bir şey diyemem.
Bakalım. Ama sizi kutlarım. Süper bir haber bu.”
Kısa süre daha konuşup
vedalaştılar. İpek, Fadik’in Fatih’in geleceğini düşünüp tereddüt ettiğini
anlamıştı.
*****
Fatih defalarca aramış, Fadik
hiçbirini yanıtlamamıştı. İpek ile arada konuşuyordu. Elemanları gelen iş
tekliflerini iletmişti. Güzel bir iş vardı. Kaçırmamasını söyledi Perran’a. İşi
alınca da ekibi toparlayıp çalışmaya başlamışlardı. Fadik, henüz dönmeye
niyetli değildi.
On gün sonra konuşurlarken İpek,
Fatih’in Japonya’ya gideceğini, en az üç hafta tatil yapacağını söyledi. Bu
süre içinde Fatih, hiçbir kadınla gözükmemişti magazin programlarında. Hatta
adını duyduğu tek etkinlik bir yardım kampanyasıydı ve bu kez orada bile
etrafında sadece erkekler vardı. Fadik umutlanmıştı ama aldığı bu haber ile
yine hayal kırıklığına uğradı. Japonya’da tek başına olmayacağından emindi.
Buradan kimseyi götürmese de orada bulacaktı elbette birilerini. Lanet olsun
sana Fatih, dedi hırsla.
Havaalanındaki görüntülerine
baktığında yüzünün asık olduğunu gördü. Mikrofon uzatan muhabirlere üç haftalık
bir turla gittiğini söylüyordu. Tur… Yani başkaları da vardı o gezide.
Kameraların görüntülediği grupta genç kadınlar vardı. Bu yeterli olmuştu. Kanalı
değiştirdi Fadik. Tahammülü kalmamıştı artık. On beş gün sonra ilk kez gözünden
yaş akmaya başladı.
*****
“Cuma akşamı kutlayacağız. Biraz
yorulacaksın ama benim için değer.”
“Sen böyle değildin. Çok ukala
oldun farkında mısın?”
“Evet. İçimde olan dışıma vurdu.
Tatlım bak yakın dostlarımız bir arada olacağız. Ama her yerde kameralar
olacak. O yüzden şık olmaya bak.”
“Sen ne renk giyeceksin?
Makyajını ayarladın mı? Ben yaparım istersen!”
“Bordo elbise gümüş rengi
ayakkabı giyeceğim. Veeee evet tatlım sen yap makyajımı. Süpersin.”
“İpek… O yok değil mi?”
“Yok canım. Bir hafta sonra
dönecek. Dün konuştum.”
“Tamam, cumaya görüşürüz.”
İki gün sonra sabah erkenden yola
çıktı. O gece evinde kalıp dinlendi. Ertesi gün elbisesini ve ayakkabılarını
seçti. Saks mavisi elbisesi ile koyu lacivert ayakkabıları uyumluydu. Elbisenin
kalem eteği vücudunu sarıyordu. Kayık yakalı elbisenin hiç dekoltesi yoktu. İnci
küpelerini de aldıktan sonra başka aksesuara gerek olmadığına karar verdi.
Çantasını hazırlayıp aldığı
adrese doğru yola çıktı. Saçlarını da o yapacağı için evde bekleyecekti İpek.
Kapıyı açtığında tüm yüzü ile gülümsedi. “Geldin. Canımsın ya. Hadi geç. Şimdi
çıktım banyodan. Üstüme rahat bir şey giyip geliyorum. Kahve mi çay mı?”
“Hangisi hazırsa o.”
“Hemen getiriyorum.”
Az sonra kahve ile geri döndü
İpek. “Ne güzel yanmışsın. Ben ise güneşten köşe bucak kaçıyorum. Dönem dizisi
ile anlaştım biliyor musun? Söylemedim sanırım. Bembeyaz olmam lazım.”
“Sevindim. Şakıyorsun zaten.
Belli ki her şey iyi gidiyor.”
“İnan öyle ve nazardan korkmaya
başladım. Aydın da benimle dalga geçmeye başladı.”
“Haklı. Korkma sadece mutlu ol.”
Yazlık bir elbise ile geri
gelmişti İpek. Saçlarındaki havluyu da çıkartmıştı. Rengini değiştirmiş, güzel
bir siyah olmuştu.
“Neler yaptın anlatsana.”
“Yüzdüm, güneşlendim, balığa
çıktım. Amcamın lokantası var, onunla çalıştım. Çok güzel mezeler öğrendim. Bir
gün gelirsiniz size balık masası donatırım.”
“Unutma bunu. Dayanamayacağım.
Aradı mı seni bu aralar?”
“Ara sıra arıyor ama
konuşmuyorum. Sanırım iki günde bir falan arıyor. Aramadığı günler ne yapıyor
acaba? Başkasını mı arıyor? Ah işte görüyorsun onunla ilgili tek olumlu
düşüncem yok.” Gülüyordu ama bu hüznü saklayan sahte gülücüklerdendi.
İpek, onun yüzüne baktı. Yanına
oturup genç kızın iki elini elleri ile tutup konuşmaya başladı. “Senin o
olumsuz düşüncelerinin kökeninde ben varım biliyorsun değil mi? Onun huyunu
suyunu sana anlatmasam belki bu kadar kızmayacaksın ona.”
“Biliyorum ama sen sadece dostça
davrandın. Arkadaşını tanıyorsun ve beni uyarmak istedin. Sorun, Fatih’in bir
ilişkide neler yapılması gerektiğini bilmemesi. Eğer ilişki yaşamak istiyorsa
önce bunları öğrenmeli. Ararım diyerek beş gün bekletemezsin. Hangi çağdayız?”
“Evet, bana söyledi çok kızmışsın
beş gün sonra aradığı için.”
“Haksız mıyım?”
“Haklısın elbette. ‘Oğlum, ara
vaktinin neden olmayacağını, kaç gün sonra dönebileceğini söyle, kızın haberi
olsun’ dedim. Bu kadarla kalmadı elbette. Yeterince azar işitti. Tüm
mazeretlerini çürüttüm ama yine de üzgün olduğu gerçeğini göz ardı edemedim. Arkadaşım
senin peşinden ayrılmayacak gibi geliyor. Dönsün de o zaman neler yaşanacak
görürüz.”
“Niye gitti Japonya’ya biliyor
musun?”
“O gezi altı ay kadar önce
ayarlanmış, kültür elçiliği ile ilgili bir şeyler.”
“Mecburiyet yani.”
“Evet, haftaya dönecek. Ve eğer o
zaman hala senin nerede olduğunu sorarsa ki bunu sorması demek seni gerçekten
önemsiyor demektir, o zaman da ona nerede olduğunu söyleyeceğim. Haberin
olsun.”
Önce itiraz etmeyi düşündü ama
sonra vazgeçti. Gerçekten sorarsa neden olmasın? Ama buna umudunu
bağlamayacaktı.
Saatler sonra ikisi de hazırdı.
İpek çok şık olmuştu. Güzelliği göz kamaştırıyordu. Fadik, ona bakarken
Aydın’ın şanslı olduğuna karar verdi. Çalıştığı bir sürü oyuncunun içinde
dostluk kurduğu iki üç kişiden biriydi İpek. Huyu gibi kendisi de güzeldi. Saat
yedi olduğunda kapı çaldı ve Aydın geldi. İpek, ısrar etse de Fadik kendi
arabası ile takip etti onları.
Partinin yapılacağı yere gitmeden
önce yakın arkadaşlarla yemek yenecekti. Lokantaya girdiğinde masanın sadece on
kişilik olduğunu görüp şaşırdı. Yerlerini aldıklarında masada henüz beş
kişiydiler. Diğer konuklar da gelince sadece Fadik’in yanı boş kalmıştı. Tek
gelecek olan kim var acaba, derken biri kulağına eğilip, burası boş mu, diye
sordu.
Fadik, Fatih’i görünce ne yapacağını
şaşırdı. Önce şaşkınlıkla ona bakıp sonra da kızgınlıkla İpek’e döndü. Tuzağa
düşmüştü. Tüm kızgınlığı ile yeniden Fatih’e dönmüştü ki onun bakışlarındaki
sevgiyi görüp “Boş!” dedi. Fatih herkese
başı ile selam verip yanına oturdu. Fadik, ne diyeceğini ne yapacağını şaşırmış
durumdaydı. İpek sadece gülümsüyor ve onlara bakıyordu. Fatih ise sanki orada
olması çok normalmiş gibi kendisine hatır soranlarla konuşuyordu. En sonunda
herkes susunca sıra Fadik’e geldi.
“Tur kısa sürmüş. Haftaya döneceğin
söylenmişti.”
“Ne zaman döneceğimi merak mı
ettin?”
“Röportaj vermeye meraklısın.
Televizyonda üç hafta dediğini duymuştum. İpek de haftaya geleceğini söylemişti
laf arasında.”
“O yalandı. Dün döndüm. Ama sana
döndüğümü söyleseydi gelmeyeceğini bildiğimiz için yalana devam ettik.” Ne
kadar da rahat yalan söyledik diyordu.
O zaman açıklamalarına devam
etmesi için biraz yönlendirmekten zarar gelmezdi. “Neden yalan söyleme ihtiyacı
hissettin?”
“Çünkü mavilerin içinde mükemmel
gözüken kadın… Seni çok özledim ve o Cunda denen yerden dönmeni sağlamalıydım.
Oraya gelmeyi çok istedim ama önce burada bazı işleri tamamlamamız
gerekiyordu.”
“Neymiş o işler?”
“Gel biraz terasa çıkalım. Bu
masa konuşmak için uygun değil.”
Gözlerden uzak bir köşeye
çekildiler. Fadik sorusunu tekrarladı. “Hangi işleri tamamlayacaksın?”
Fatih, ellerini beline koyup
kendisine doğru çektiği genç kızın gözlerinin içine bakıp, “Birincisi, İpek’in
bozduğu ilişkimizi düzelteceğiz. Çünkü ben artık ‘-miş gibi’ yapmaktan
sıkıldım.” dedi.
Fadik’in gözleri buğulandı.“Aşıkmış
gibi yapmaktan mı?” Adamın tavırları ile sözleri uymuyordu. Oysa Fatih yüzünde
güzel bir gülümseme ile bakıyordu. Gözlerinde yine aşk vardı. “Mış değil -miş
gibi dedim. Aşık ‘değilmiş’ gibi yapmaktan sıkıldım.”
O açıkça söylemeyecekse Fadik
açıkça sorardı. “Aşık mısın?”
“Körkütük… Delicesine… Ölecek
kadar… Çok özledim seni.”
“Ben de seni özledim.”
“Sadece özledin mi? Sen bana aşık
değil misin?”
“Öyle bir ihtimal var mı? Senin
her yüzünü bilen biri olarak, aşıkmış gibi yapmadığını da biliyorum artık.
Çünkü bana aşık aşık bakıyorsun.”
“Farkı anlayacağını biliyordum.”
Sonrası o kuytu köşede paylaşılan öpücüklerle taçlandı. “Seni seviyorum Fadik.
Seni gerçekten çok seviyorum. Birisini sevebileceğimi hiç düşünmemiştim.
İnsanlar neden tek bir kişiye bağlanır diye sorardım. Etrafımda aşık olduğunu
söyleyenleri anlamazdım bile. Bana göre hepsi deliydi. Aşk delilikse, ben zır
deliyim. Günlerdir tek düşünebildiğim sensin. Ve sen bana bir ilişkide nasıl
doğru davranılır öğretmelisin. Bir daha seni habersiz bırakmayacağımı bil. Asla
aramazlık etmeyeceğim. Böyle bir hata olmayacak. Neden arayamadığımı sonra
anlatırım ama inan bir daha olmayacak.”
“Sus artık.”
“Neden susayım?”
“Çünkü ben de seni sevdiğimi
söylemek istiyorum. Bak bunu da öğrenmelisin. İki tarafta birbirini seviyorsa
bunu ikisi de söylemeli. Tek taraflı olmamalı.”
“Hadi gidip İpek’e söyleyelim
barıştığımızı. Ve birbirimizi sevdiğimizi.”
“Bu gece onların gecesi. Ayıp
olmaz mı?”
“Sırf biz bir araya gelelim diye
yaptığı organizasyonun işe yaradığını anlayınca ayıplamaz, mutlu olur.”
İçeri girdiklerinde magazin
programlarından bazılarının kameralarını gördüler. Onlar da yeni çifti görmüş,
kendilerine doğru gelmeye başlamıştı bile. Fadik ne yapacağını bilmez bir
şekilde Fatih’e bakıyordu. Fatih ise kendinden emin sorulan sorulara net
yanıtlar veriyordu.
“Evet, sevdiğim kadın ile
tanışıyorsunuz…”
*****
Beş ay sonra filmin galasında
yeni evli çift İpek ve Aydın, hem filmin hem de evliliklerinin kutlamalarını
kabul ediyordu. Fatih, yanlarında keyifle poz veriyordu. Basının film ile
ilgili çekimleri bittiğinde yakışıklı oyuncu soluğu karşı duvarın dibinde
bekleyen güneşin tüm renklerini barındıran tuvaletin içindeki kadının yanında
aldı.
“Hanımefendi, bu gece size eşlik
edebilir miyim?”
“Elbette, ama benim çıkarım ne
olacak?”
“Yeni oynayacağım filmde
makyajlarımı yapmanızı isteyebilirim.”
“Bu yorucu bir iş olmalı. Daha
cazip bir şeyler bulmalısınız.”
“Eğer yorulursanız, sizi her gece
kollarımda dinlendirmeye söz veriyorum.”
“İşte bu çok cazip bir teklif.”
“Tüm hayatımı size cazip
teklifler sunarak geçireceğimden emin olabilirsiniz, güzel bayan.”
SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder