10 Nisan 2016 Pazar

Var Mısın, İddiasına?




“Hazırlık maçlarını izlemeyi sevmiyorum.”
“Gediz, iddiası yoksa sen hiçbir maçı izlemeyi sevmiyorsun.”
“İddiası olmalı… Ya da şöyle bir afet ile birlikte izlemeliyim. “ Başı ile koltukların arasında yürüyen afet-i devranı gösteriyordu. Arkadaşı kadına bakıp önce görmemiş olmanın ezikliği ile “Sen sarışınları sevmezdin!” dedi.
“Sahte sarışınları sevmem. Ama bu afetin sahtelikle uzak yakın ilgisi yok.”

Bahsettikleri genç kadın yanında babası yaşında bir adam ile hemen önlerindeki koltuklara oturdular. Otururken ikisi de başları ile hafif bir selam vermiş ve gülümsemişti. Tipik birbirini tanımayan insanların basit selamı… Bu bile Gediz’in içini titretmişti. Norveç’te yapılan ve dörtlü turnuvaya dönüşen hazırlık maçlarını izlemek için geldiğine ilk kez sevindi. Sıcağı seven biri için yazın ortasında bile soğuktu, Norveç. Oysa artık soğuk gelmiyordu. İçinin ısındığını hissetmişti.
Sarışın kadının kucağına koyduğu bilgisayarını açışını izliyordu. Maça daha vardı nasılsa. Kadının yanındaki adamla konuşmalarını dinledi bir süre. Norveç’çe bilmiyordu ki anlasın!
“İçine düşeceksin!”
“Gerçekten güzel. Yanındaki kim acaba?”
“Basın tribününde izlediklerine göre gazetecidir. Belki de sevgilisi ile gelmiştir.” Biraz kızdırmak biraz da içini bulandırmak için söylemişti bunu. Yaşlı adamın, boynuna asmak yerine pantolonunun beline taktığı gazeteci olduğunu belli eden kartı görmüştü oysa.
“Adam çok yaşlı değil mi ona göre? İngilizce konuşsalar anlardık. Devre arasına kadar konuşuruz nasılsa.”
“Konuşup ne yapacaksın? Ayrıca kadınlar parası varsa yaşlı erkeklerle birlikte olabilirler.”
“Şansın hiç yok desene. Ne tipin ne de paran var. Asla genç bir sevgilin olamayacak. Ve dostum, yanındaki sevgilisi değilse yemeğe davet edeceğim.” Gediz biraz kendinden emin biraz da umut dolu sözlerle içini rahatlamaya uğraşıyordu. Arkadaşının neden kötüleme çabası içinde olduğunu umursamıyordu. İlker iyiydi hoştu ama sevgilisi olmadığı zamanlarda kimsenin de olmasın diye böyle çocukça çabaları olurdu. Birisini bulduğunda da tam tersi yeni kızın tüm boş kız arkadaşlarını birileri ile tanıştırma çabasına girerdi. Yine olumsuzluğu üstündeydi… “O da hemen kabul eder, değil mi? Ayrıca akşama diğer gazetecilerle birlikte otelde yiyecekmişiz yemeği!”
“Hiç çekemem bizimkileri. Şurada bile uzak durmaya çalışıyorum. Sen benimle neden uğraşıp duruyorsun? Neden teklifimi kabul etmesin?” İlker’in olumsuz tavrı canını sıkmıştı. Şimdi kıza daha dikkatli bakıyordu. Henüz otuzlu yaşlara ulaşmadığı belliydi. Sarı düz saçlarını kulağının arkasına atmış, bilgisayarına eğilmiş bir şeyler yazıyordu. Profilini izlerken o burnun ucuna küçük öpücükler kondurduğunu hayal etmeye başlamıştı. Kendini dizginlemezse gereğinden hızlı hareket edecekti. Neyse ki yanında onu daldığı hayallerden uyandıracak İlker vardı. “Herkes seni bekliyordu, ‘Gediz bir teklif etse de yemeğe çıksam, akşamına da yatağın dalsam’ diye.”
“Herkes beklemiyordur ama etkilemeye çalıştığım bir kadının kayıtsız kalacağını sanmam.”
“İddiaya var mısın?”
“Ne iddiası?”
“Bu hatunu yatağa atamazsın.”
“O nereden çıktı?”
“Kadın bir kere mesafeli biri! Bak adamla konuşmayı da kesti. Zaten bu kuzey ülkelerinin kadınları için soğuk diyorlar. Onlar seçermiş. Canlarının istedikleri ile birlikte olurlarmış. O yüzden hiç şansın yok. Ancak kız isteyecek de seni kabul edecek de… Ölme eşeğim ölme.”
Gediz, sinirini yatıştırmaya uğraşarak, “Diyorsun!” diyerek dalga geçti. Sonra da “İlker, nereli olduğu zerre sorun değil. Ben istersem o kızı baştan çıkartırım.” diye devam etti.
“İddiaya varsın yani?”
“Nesine?”
“Takım elbisesine.”
“Anlaştık.”
“İşin zor oğlum! Çünkü kız senden çok bana baktı yerine otururken. Bu durumda ben teklif etsem daha çok şansım var.”
“Şu tipinle mi? Git önce saçlarına bir şekil ver de adama benze. Bonus kafalar bile yanında üç numara gibi kalıyor.”
İlker’in değil ama kendi saçları gerçekten güzeldi. Dalgalı ve omuzlarına kadar uzun saçlarına iyi bakıyordu. İlker de bunun farkındaydı elbette. Laf çarpmaya uğraşması bu yüzdendi.
“Kızlar bayılıyor saçlarıma. Kıskanma.”
Gediz, kahkaha attı. Kahkahasını duyan sarışın kadın merakla arkasını dönüp bakınca, fırsatı kaçırmayan genç erkek tekrar gülümsedi. Ardından da İngilizce konuşarak kendini tanıttı. “Rahatsız etmedik umarım. Ben Gediz Borak. Arkadaşım, İlker Can. Türkiye’den geliyoruz.”
Genç kadın yine gülümsedi. O da İngilizce konuşarak, “Memnun oldum. Jasmin Correct.” dedi. Yanındaki adamı tanıtmadı. Çünkü adam o an telefonla konuşuyor ve ortamla ilgilenmiyordu. Gediz merak etse de sormadı.
“Ben de memnun oldum Jasmin. Maçtan sonra işiniz yoksa bizimle yemeğe gelir misiniz? Belki şehrinizi de tanıtırsınız.”
“İlk kez mi geliyorsunuz Norveç’e?”
“Evet. Bu hafta buradayız. Beş günde üç hazırlık maçı var milli takımın. Sonra Türkiye’ye döneceğiz. Bu sürede ne kadar çok yer görürsek o kadar mutlu oluruz.” İlker, Gediz’in konuşmalarının arasına Türkçe ile girip “Eminim kız da sana rehberlik yapmaktan memnun olacaktır.” dedi. Jasmin, onu anlamış gibi o an yanıtladı Gediz’i, “Fırsat bulduğum zamanlarda elbette sizi güzel yerlere götürmekten büyük zevk duyarım.”
Yanıtı duyan Gediz, İlker’e dönüp “Kapağını kendin kapat. Tabii çeneni de…” diye dalga geçti.
“Ne yani kız nezaketen kabul etti diye illa yatağına girecek değil ya! Ne malum sevgilisi olmadığı?” İlker inatla devam ediyordu.
Gediz de onun bu tavrına sinirlenip, ukalaca yanıtladı, “Önümüzde beş gün var. O sürede kaç kez sevişiriz çetele tutmam gerekebilir.”
“Beş gün yok. Üç gün var. Son maç için şehir değiştireceğiz. Oslo’ya geçecek ve oradan döneceğiz. Ne o yüzün değişti! Üç günde başaramaz mısın? O zaman takım elbisemi hazırla.”
“Ben onu unuttum tamamen. Sorayım bakayım son maçımızı izlemeye Oslo’ya gelecek mi?” Jasmin’e soruyu yönelttiğinde aldığı yanıt, “Ben Bergen gazetesi için çalışıyorum. Oslo’ya geleceğimi sanmıyorum.”
“İşte böylece süre belirlenmiş oldu. Üç gün.”
Gediz, ukalaca üç günün bile uzun olduğunu düşündü. Kadınlar karşısında gerçekten başarılıydı. Yine kısa sürede istediği kıvama gelecek bir ilişki yaşayacağını düşünüyordu.
“Maç başlıyor.”
Jasmin, arkasını dönüp ikiliye baktıktan sonra önce İngilizce, sonra da Norveççe, “Bol şans” diledi.
“Teşekkürler.”
Hazırlık maçı başlamış, ilk on beş dakika iki takımın karşılıklı atakları ile golsüz geçmişti. On altıncı dakikaya gelindiğinde Bergen takımının yaptığı atak ile ilk gol geldi ama herkesten önce Jasmin “Ofsayt” dedi. Gayet sakindi ve haklıydı. Gol sayılmadı. İlker, Gediz’i kolu ile dürtüp, “Bak ofsaytı bilen kadın!” diyerek güldü.
“Futbol maçını izlemeye gelmiş, bilecek elbette.”
“Ne o savunuyor musun? Sen değil miydin, kadının ne işi var maçta diyen?”
“Çoğu ne izlediğini anlamıyor ama işte onun gibi anlayanlar da çıkıyor. Onlara lafım yok.”
“Bunu zamanı geldiğinde anımsatırım.”
Onlar konuşurken ilk oyuncu değişikliği yapıldı. Hazırlık maçlarında sayısız kez oyuncu değiştirilmesi de Gediz’i maçtan soğuturdu. Daha girenin ne yapacağını anlamadan, kimle uyumlu oynayacak görmeden yanındakinin değiştirilmesi hiç mantıklı gelmiyordu.
Nihayet geçerli ilk gol otuzuncu dakikada Türk takımından geldi. İki dakika sonra da beraberlik sağlandı.
İlk yarı 1 – 1 bitmişti.
Basın tribünündekiler kendileri için hazırlanmış yere geçip çay, kahve ve yiyeceklerin başına üşüştü. Gediz, Jasmin’e eli ile yol verip önüne geçirdi. Hemen arkasından gelerek o ne yer ve içerse aynılarından almak için hazırlık yaptı. Genç kadın büyük boy fincan ile kahve isteyip sadece bir tane kurabiye aldı. Gediz o kadarı ile doyamayacağını anlayınca küçük bir tabağa dört tane kurabiye koydu.
“Hep böyle az mı yersin?”
“Evet. Midem küçük sanırım.”
Gediz, genç kızı kısacık bir an tepeden tırnağa süzdü. “Sadece miden küçük değil.” derken Türkçe konuşuyordu. Genç kız İngilizce, anlamadım, deyince, “Kusura bakma, bir an kendi dilime döndüm. Güzelliğin büyülüyor insanı, demiştim.”
“İltifat ediyorsun.”
“Gerçeklerden bahsediyorum. Ama zaten sizin ülkenizde çirkin insan yok. Sağlıklı ve güzel herkes.”
“Sanırım soğuk havanın etkisi var. Tabii balıklarımızın da. Balık pazarımızı gördünüz mü?”
“Henüz otelimiz ile stadınızı görebildik. İyi bir rehber edindiğimizi umuyorum.”
“Serbest gazeteci sayılırım. Yani sizi seve seve gezdiririm. Elbette arkadaşınızı da! Arkadaşınız İngilizce biliyor mu? Çevirmeniz gerekirse ben de ona göre anlatırım.”
“Biliyor ama ne hikmetse Türkçe konuşmaya devam ediyor.” İyi ki de öyle yapıyordu. Aksi halde kızın her şeyi anlaması an meselesiydi.
Genç kız, ilginin sadece Norveç’e yönelik olmadığının farkındaydı. Yanından ayrılmayan ve gözlerini neredeyse ayırmayan adamın yüzünü de saçlarını da sevmişti. Onun az önce yaptığı gibi, Jasmin de onu süzdü. Spor yaptığını belli eden kasları tişörtünden belliydi. Karın kaslarının şekli dışarıdan bile belli oluyordu. Gördüğünü beğendiğini belli eden gülümsemeden sonra kahvesini yudumladı.
“Hava kararıyor mu?”
“Hayır. Aydınlık gecelerdeyiz. Güneş on iki gibi batacak.”
“Gece yarısı mı batıyor güneş? Onca saat gökyüzünde durup neden bu kadarcık ısıtıyor ki? Sözde en sıcak yer burasıymış. Ama yine de bana serin geldi. Ceketimi almadığım için kızıyorum kendime. Yine de gece yarısına kadar batmayan güneş güzel olmalı!”
“Evet, güzeldir ama serindir ne yazık ki. Dediğiniz doğru haziran için daha sıcak havalar bekliyorduk. Rüzgar kesilmediği için üç gündür serin. Güneşimizin geç batması turistler için güzel olabilir ama uyumakta güçlük çekenler yatak odasının perdelerini çok kalın seçiyor.” Sıkıntısını anlattığını biliyordu.
“Uyumak güçmüş gerçekten.” dedi. Sonra da Türkçe devam etti. “Gerçi yatağa girdiğinde yorulursan uyumak kolaylaşabilir.”
Jasmin, gülümseyerek “Ara sıra Türkçe konuşuyorsun.” dedi. Bu karmaşa hoşuna gidiyordu.
“Heyecandan olmalı.”
“Neden heyecanlanıyorsun?”
“Bazı güzelliklerin karşısında heyecanlanmazsam insanlığımdan şüpheye düşerim.” Doğru kelime ‘erkekliğimden’ olmalıydı. Fakat bunu söylemesi imkansızdı.
“Sanırım teşekkür etmem lazım.”
“Güzel olduğunu biliyorsun.”
“Çok hızlısın.” Gerçekten hızlıydı. Jasmin, Gediz’e karşı nasıl davranacağını bir türlü ayarlayamıyordu. Gediz de bunun farkındaydı. “Sadece üç günüm var ve seni yakından tanımak istiyorum.” diye gerçeklerin bir kısmını açıkladı.
“Sonra ne olacak? Türkiye’ye dönünce, ‘Norveç’te bir kız ayarladım. Gezdik, tozduk seviştik ve ayrıldık’ mı diyeceksin? Macera peşinde misin?”
Evet, aynen o dediğindendi ama Gediz bunu söyleyecek kadar çılgın değildi. “Kesinlikle hayır.” O an kulağının dibinde İlker’in, “Yalancı” deyişi ile rengi attı. Önce Jasmin’e dönüp, “Seni tanımak istiyordum. Kesinlikle kötü bir amacım yoktu. Rahatsız ettim özür dilerim.” dedi ve hemen İlker’e başı ile işaret yapıp maçın ikinci yarısını izlemek için tribüne doğru yürümeye başladı. Aynı zamanda İlker’e de “İddiayı kazanmak için yapmayacağın pislik yok değil mi? Kızın yanında ikide bir de Türkçe konuşup şüphelenmesine neden oluyorsun.”
“Şuna ‘başaramadım, dönünce takımını alacağım’ demiyorsun, suçu bana atıyorsun.”
“Daha kaybedilmiş bir şey yok. İkinci yarı bitene kadar çok şey değişir. Zaten iddia üç günü içeriyordu. Daha yarım gün olmadı.”
“İkinci yarı ya da ikinci gün benim için fark etmez. Üç gün içinde başarısız olursan benim seçtiğim bir mağazadan takımımı alacaksın.”
“Kes sesini.”
Onlar konuşurken, Jasmin son derece düz bir yüz ile gelip koltuğuna oturdu. Ne düşündüğünü, neler hissettiğini anlamak imkansızdı. Üstelik tek bir an bile dönüp bakmamıştı. Gediz, sinirlendiğini fark edip kalktı yerinden. Nereye gittiğini soran İlker’e, bir kahve daha alacağını söyleyip içeri girdi. İddiayı kaybedecek olmak kanına dokunuyordu. Çok hızlı davranmıştı. Kız tüm amacını anlamış ve tavrını koymuştu. İlker’in dediği gibiydi gerçekten. Soğuk ve mesafe koyan… Ama çok güzeldi. Belki çok güzel değil ama onun için öyleydi işte. Sapsarı saçları, masmavi gözleri ile tipik bir kuzey ülkesi güzeliydi. İnce uzundu ve tüm hatları muntazamdı. Zaten etrafta onun gibi o kadar çok kadın vardı ki…
Kendi düşündüklerini kendi yalanladı. Evet çoğu güzel yüzlü, düzgün vücutlu sarışın kadınlardı ve o normalde sarı saçlılardan hoşlanmazdı. Ama bu kadın aklını bulandırıyordu. Çekim böyle bir şeydi işte. Güzellikle, renklerle hatta kültür ve eğitimle ilgili değildi, çekicilik. İlk gördüğü anda iki kişi arasında uçuşan kıvılcımlardı ve şu lanet kadını koltukların arasında yürürken gördüğü andan beri etrafında bir sürü kıvılcım vardı.
“Maçı izlemeyecek misin?”
Onun sesini duyduğu an yüzüne hafif bir gülümseme yerleşti.
“İzleyeceğim.”
“On dakikaya yakın kaçırdın ama.”
“Şu an o maçın ilgimi çekmesi için bu on dakikada en az beş gol atılmış, üç kişinin de kırmızı kart görmüş olması lazım.”
“Böyle bir şey olması, bu saatte güneşin batması gibi bir mucize. İki takım da berbat oynuyor.”
“O zaman önemli değil. Bir şey kaçırmamışım demektir.”
“Yine de gazetene yazman gereken yazın var.”
“İlker’den kopya çekerim.”
“Okulda da böyle kopyacı mıydın?”
“Evet, benim tek iyi huyum yoktur. Kopya çekerim, kızları kandırırım. Böyleyim işte.” Az önceki üzüntüsünü ona da aktarıyordu ve bunu yaparken de keyif alıyordu. Böylece kızın azıcık bile ilgisi varsa onu derinleştirebilirdi. Genç kız da onun o haline önce gülümsedi, sonra ciddileşerek konuşmaya başladı. “Bak, seni tanımıyorum. Kırmak istemedim. Sadece üç günlük bir ilişki yaşayacak biri değilim. Bunu anlamanı istedim.”
“Senin öyle biri olduğunu hiç düşünmedim.” İçinden de ‘yalancılıkta kötü huylarımdan biri’ diye listesine ekliyordu.
Genç kadın kısa bir an baktı yüzüne ve gülümsedi. “Sana inanıyorum. Hadi maçı bitirelim, yazılarımızı yollayalım ve sonra size şehri gezdireyim. İlker de katılır bize değil mi?”
Kesinlikle katılmasını istemiyordu ama kızın daha fazla kötü düşünmesini engellemek için gerekirse ona yalvaracak ve üçlü gezmeyi kabul ettirecekti.
*****
Maç bittiğinde saat dokuzdu. Üçü birlikte çıkarken, Jasmin’in yanındaki başka gazetenin spor yazarı olduğunu öğrendiği adamı uğurladılar. Kendi arkadaşlarına da yemeği dışarıda yiyeceklerini söyleyip yanlarından ayrıldılar.
“Aç mısınız?”
“Ölüyoruz açlıktan.”
“O zaman önce balık pazarımızı gezelim. Orada istediğiniz balığı ve deniz mahsullerini seçerek pişirtebilirsiniz. Balık seversiniz değil mi?”
“Denizden babam çıksa yeriz.”
“Ne demek o?” Kızın yüzünde dehşet ifadesi vardı. Atasözünün İngilizceye çevrilmesi tuhaf olmuştu tabii.
“Ah pardon. Bizim bir atasözümüz bu. Deniz mahsullerini çok sevdiğimizi ve denizde yaşayan her şeyi yediğimizi anlatır.”
“O zaman bizim pazarımızı seveceksiniz. Vagen Koyu'nun bittiği yerde kuruluyor. Orijinal adı Fisketorget. Yürüyerek gidebiliriz. Dilerseniz arabam da var.”
“Yürüyelim. Oturmaktan bacaklarımız uyuştu.”
“Tamam, hadi, beni izleyin. Size değişik bir şeyler yedirmem lazım. Sizin balık pazarlarınızda balina eti var mı?”
“Hayır. Bizim sularımızda pek görülmez.”
“O zaman sadece tatmak için yemenizi öneririm. Türkiye’ye döndüğünüzde havanız olur.”
“Neden sadece tatmak için yiyoruz?”
“Burada çok satılsa da bana göre değil balina eti. Çünkü uzmanlar uzun yıllar yaşayan balıkların, denizdeki tüm kirliği topladığını ve bu yüzden sağlığa zararlı olduğunu söylüyor. Balina da çok uzun yıllar yaşıyor. Yine de bir daha bu fırsatı bulamayabilirsiniz.”
Gediz, “Bir daha gelmeyeceğimizden ne kadar eminsin!” dedi. Jasmin, ona yine küçük bir gülümseme yollayıp, adamın içini bir kez daha titrettikten sonra “Bir dahaki gelişinde kesinlikle yememelisin. Sağlıklı olmalısın.” diye yanıtladı.
İlker, “Tadını beğenirsem yerim. Zaten hangi yediğimiz sağlıklı ki? Her şey zararlı.” dedi karnını ovalarken.
“Tamam, sen ye. Yarın da geyik eti yersiniz.” Jasmin, İlker’in komik biri olduğunu düşünüyordu.
“Bak bunu sevdim işte.” Geyik eti iştahını daha da açmıştı İlker’in.
Yürüyerek balık pazarına doğru giderken etraftaki evleri, geçtikleri sokakları inceliyorlardı. Ne bir çöp, ne bir atık vardı. Evlerin hepsi sanki dün boyanmış gibiydi. Bahçeler ve balkonlar çiçeklerle doluydu. Masal diyarında geziyor gibiydiler. Ağır kış şartlarına uygun ters V şeklindeki çatılar ile her ev birbirinden güzeldi. Dikkatli bakışlarla geçtikleri yerleri incelerken fark etmeden balık pazarına gelmişlerdi.
Çeşit çeşit balıkların yer aldığı tezgahların arasında gezdikten sonra istediklerini sipariş edip beklemeye başladılar. Fiyatlar beklediklerinden yüksekti. Ama çeşit boldu ve keyifle yenen yemeğe paha biçilemezdi. Karideslerini yer, biralarını yudumlarken keyifli bir sohbete dalmışlardı. Saat on bire gelirken yol yorgunu erkeklerin yüzlerindeki ifade biraz mahmurlaşmıştı.
Jasmin, “Beyler, çok güzel bir akşamdı ama sizin de benim de dinlenmeye ihtiyacımız var. Otelinizi bulabilecek misiniz? Yoksa sizi bırakayım mı?”
Gediz, arkasını dönüp yola baktı. “Yanlışım yoksa yakınız otele. Bu yolu bitirip sola dönersek ve iki ara sokağı geçersek otelimizin olduğu yere geleceğiz. Gerçi tüm binalar birbirine benziyor ama onun önündeki bayraklar biraz daha fark edilmesini sağlıyor.”
“Tarifin doğru. Haklısın, burada binaların çoğu aynı mimariye sahip. Yarın sizi biraz gezdireyim. Biz artık hepsini normal buluyoruz ama turistler özellikle Hansa Evlerini çok beğeniyor. Şöyle yapalım. Sabah kahvaltıyı orada bir kafede yapalım ve sonra da biraz gezelim. Dilerseniz öğle ya da akşam yemeğini yine burada yiyebiliriz.”
“Kahvaltı fikrini sevdim. Sabah dokuz geç mi?”
“Değil. Ben otele gelirim. Oradan Hansa Evlerine gideriz. Torgalmenningen Meydanı’nı gördünüz aslında ama alışveriş merkezini gezmek isterseniz oraya da gideriz. Bryggen Bölgesi de tarihi özellikleri olan bir alandır.”
Jasmin, aracını bıraktığı yere giderken, iki erkek de yavaş adımlarla otellerine yürüyordu.
“Yarın sizi bir ara yalnız bırakırım. Kahvaltıdan sonra bir program yaparım.”
“Hayır İlker, yarın hep birlikte gezeceğiz.”
“Bak sonra senin yüzünden kızı ayarlayamadım, o yüzden iddiayı kaybettim falan demeyeceksin.”
“Demeyeceğim.” Böylece kızın da güvenini kısa sürede kazanmış olacaktı. Nasılsa bir günü daha vardı. Üstelik yarın akşamki yemekli partiye çağırmıştı Jasmin’i. Dans edilecek ortamın yakınlaşmada çok faydasını görecekti. İlker’in de ümitlenmesi kendisine köstek olmasını engelleyecekti. İyi bir plan yaptığından emin henüz batmamış güneşin kızıllığında ıslık çalarak yürümeye devam etti.
*****
Sabah kahvaltı için buluştuklarında Gediz genç kadının görünce yutkunmasını engelleyemedi. Beyaz dar kesim pantolonunun üstünde güneşin renklerini barındıran atleti ve yine beyaz ceketi ile muhteşem gözüküyordu. Saçlarını at kuyruğu yapmıştı. Makyajı hafifti. Tek fark edebildiği şeftali rengindeki ruju olmuştu. Onun nedeni de dudaklarına takılı kalan bakışları olmalıydı. Nihayet kendisini toparlayabildiğinde İlker’in çoktan selamlaşıp yürümeye başladığını gördü.
“Günaydın. Dinlenebildiniz mi?”
“Günaydın. Dinlendim sanırım. Biraz uyumakta güçlük çektim.”
“Güneş yüzünden mi?”
“Hayır. Güneş kısmını dediğin gibi perdeler ile haletlim ama aklımdakiler uyumama engel oldu.”
“Yatınca fazla düşünmemek gerekir derdi büyükannem. O gün bir hata yaptıysan düşün, tart, sonra kararlarını kenara bırak ve uyu. Ertesi gün mutlaka o sorunu çözecek kadar dingin olursun. Elbette onun zamanındaki sorunlar başkaydı. Sen de belki öyle yapmalısın.”
“Büyükannen haklı aslında. Ben de hatamı düşünmekten sanırım uyuyamadım.”
“Çözebildin mi?”
“Sanırım. Dünkü tavırlarım için senden özür dilemem gerektiğine karar verdim. Umarım beni affedersin.”
“Affetmemi gerektirecek bir şey yapmadın.”
Yapmıştı ve yapmaya devam edecekti ama Jasmin bunları bilmeyecekti. Aksine o artık kendisine ilgi göstermeyecek bir erkek olduğunu düşünecekti. İlker de bu konuda en büyük yardımcısı olacaktı.
Kısa süre sonra Hansa Evlerine gelmişlerdi. Ahşap evlerin hepsi birbirinden güzeldi. Bol bol resim çekerek ilerlerken saat on olmuştu. Tüm güzellikleri belgelemek isteyen İlker ile Gediz aralıksız deklanşöre basıyordu. Jasmin de bazen konu mankenliği yapıyordu. Gediz, onun resimlerini çekerken yüzünü yakınlaştırarak çektiklerini kendisi için saklayacaktı.
Erkekler de dünkü rüzgardan korktukları için ceketlerini almıştı. Dünün aksine hava sakin ve sıcaktı. Kısa süre sonra herkes ceketleri sandalyelerin arkasına asmış güzel bir kafede kahvaltı ediyorlardı. Konuşarak, yiyerek geçen süreden sonra şehir turu devam etti.
Bol bol hediyelik eşya alan erkekleri Bryggen Bölgesinde gezdirdi. Bir cam atölyesini de gezmek isterler mi diye sorunca ikisinden de olumlu yanıt alıp atölyeden içeri soktu. Yeni hediyelikler ellerindeki paketlere eklenmişti. Gediz, orada yapılmış yasemin çiçeğine benzeyen masa süsünü Jasmin’e hediye etti.
“Çok teşekkür ederim.”
“Bize iki gündür rehberlik ediyorsun. Sözü bile olmaz bunun.”
“Teşekkür etmiştiniz zaten. Hem ben de turist gibi gezmekten keyif aldım. Sizin gözünüzle bakmak bir başkaymış. Ben buraları o kadar kanıksamışım ki güzelliklerini fark etmez olmuşum.”
“Güzelliklere alışmak kolaydır. Özellikle o beyaz evlerle dolu sokakları görünce senin yüzündeki tebessümü görmek bizim için ilginçti.”
“O kadar uzun zamandır oralarda yürümemişim ki. Özlediğimi fark ettim. Leylak kokusu başımı döndürdü resmen. İyi ki geziyoruz gerçekten.”
“Şimdi kendimizi daha iyi hissetmeye başladık.”
Bir süre üçü de susup etrafı izledi. Yine bir sürü resim çeken ikili acıktıklarını söyleyince güzel bir lokantaya gidip önceki gün bahsedilen geyik etini tattılar.
“Güneşin batışını izlemek ister misiniz?” Jasmin, kahvesini içerken sormuştu.
“Akşam eğlencemiz var. Yarın akşam izleriz.” Gediz, onun gelmeyeceğini düşünüp üzülmüştü. Emrivaki yaptığının farkında olsa da sözler dökülmüştü dudaklarından.
“Partinizden sonra gidebiliriz. Çünkü yarın akşam sizlerle olamayacağım.” Düz bir sesle söylemişti bunu. İlker o an Gediz’e bakmıştı. Gediz ise üzgün sesle, “Son gecemizde bizi yalnız mı bırakacaksın?” diyordu. Jasmin onun yüzüne bakıp, “Üzgünüm çok önceden verilmiş bir sözüm var. Yarınki maçtan sonra sizden ayrılacağım.” demişti.
İlker dayanamamış yine Türkçeye dönerek, “İşte şimdi bittin. Artık kaybettiğini kabul et.” demişti. Gediz o an iddiayı unuttuğunu fark etti. Pek umudu olmasa da İlker’i susturmak için, “Henüz gece bitmedi.” dedi. Gerçi işi gerçekten güçleşmişti. Tek umudu akşamki partiydi. Ama biliyordu ki kesinlikle baskı yapmayacak ve acele etmeyecekti. Alt tarafı bir takım elbise kaybedecekti! Kaybetmeyi sevmezdi… Yine de umursamadığını anlayınca bunun nedenini araştırmaya başladı. Kaybetmek neden umurunda değildi? Çünkü küçük bir kayıp büyük bir kazanca dönüşebilirdi. O da şansını büyük kazançtan yana kullanmayı tercih edeceğini biliyordu. Yine de şansını son dakikaya kadar zorlayacağını biliyordu.
Günü bitirip, akşam saatlerinde otelde buluşmak için sözleştiler.
Odasına giren Gediz, ceketini askıya asmak yerine tekli koltuğu fırlatıp kendini yatağa attı. Ne yapacaktı? Kaybetmeyi kabul mü edecekti?
“Hayır, elbette kabul etmeyeceğim. Bu akşam olmazsa yarın akşamki randevusunu iptal ettirteceğim. Yarın akşam benden başkası ile birlikte olmayacaksın güzel kadın…” dedi yüksek sesle. İşte şimdi morali düzelmişti. Akşam onu kollarına alacak ve danslardan birinde kıvama geldiğini hissettiği an isteğini iletecekti. ‘Hayır’ı da yanıt olarak kabul etmeyecekti. Onun başka vakti yoktu ama Jasmin buradaydı. Buluşacağı kişi ile bir gün sonra buluşup ne yaparsa yapardı…
Duşunu alıp giyindiğinde akşam yemeği saati gelmişti. Kısa süre sonra odasındaki telefon çalıp Jasmin’in geldiğini haber verdiler.
Lobiye indiğinde yine gözleri kamaşmıştı. Genç kadının üstünde ince askılı, etekleri dizlerinin altına kadar uzanan narçiçeği renginde bir elbise vardı. Küçük çantası ve ayakkabıları daha koyu kırmızıydı. Bu renklerin saçına uyduğunun farkında olmalı, diye düşündü Gediz. Çarpıcı görüntüsü yine aklını başından almış neredeyse donup kalmıştı. Yanına doğru gelen genç kadını yarı yolda karşılayıp ellerini tutup ikisinin de üst kısmına küçük öpücükler bıraktı. “Muhteşem görünüyorsun!” derken son derece samimiydi. Sonra da genç kadının beline koyduğu eli ile hafifçe yönlendirerek yemek salonuna yürüdü.
O akşam için salonun biraz şekli değişmişti. Masalar pist açılacak şekilde düzenlenmişti. Canlı müzik ile eğlence herkesin keyif alacağı bir ortam yaratacaktı.
İlker masadaydı. Onları birlikte görünce yüzünde üzgün bir gülümseme oluştu. Kaybettiğinin ispatı gibiydi ikilinin hali. Gediz, Jasmin’i masalarındaki diğer gazeteciler ve komiteden olanlarla tanıştırdı. Herkesin imalı sözlerinin ardından Gediz, İngilizce konuşulmasını rica etti. İlker, “Türkçe söylediklerimizi İngilizce tekrarlayalım mı?” diye sorunca Jasmin Gediz’e bakıp “Ne söylediler de böyle dedi İlker?”
“Senin çok güzel olduğunu, benim de şanslı olduğumu söylediler.”
“Kötü değilmiş. İlker, yine işin şakasında sanırım.”
“İlker o. İşi gücü benimle uğraşmak.”
“İyi arkadaşların birbiri ile eğlenmesi güzeldir. Uzun zamandır en yakın arkadaşımla görüşemiyorum. Onunla böyle uğraşmayı özledim.”
“Öbür gün dönüyor olmasak İlker’i al, ben de kurtulayım derdim ama o da benimle gelecek.”
“Bir erkekle yakın arkadaş olmamı tavsiye eden bir erkek… Sen Türk olduğundan emin misin?”
“Türk erkeklerini nereden tanıyorsun?” Sesindeki kıskançlığı gizleyememişti. İlker konusundaki rahatlığı zaten birlikte dönecek olmalarından kaynaklanıyordu. Fakat duyduğu şeyler sinirini bozmuştu.
“Ah neyse Türk’müşsün.” derken gülüyordu. “Dün akşam biraz Türkiye hakkında araştırma yapmış olamaz mıyım?”
“Gerçekten yaptın mı?” İlk kez rahatlamış bir gülümseme yayılmıştı yüzüne. Salona girdiğinden beri gergindi. Nedensiz bir gerilimdi. Jasmin’in sözlerinden sonra ise o gerilimin azaldığını hissetmek hoşuna gitmişti.
Fırınlanmış mantarlı patates, kremalı somon filetosu ve kızarmış elma dilimlerinden oluşan akşam yemeği damak tadı olarak herkesin rahatlıkla yiyeceği türdeydi.
Yemeklerini yerken masada maçların haricinde hemen her konu konuşuldu. Gezdikleri yerleri beğeni dolu cümlelerle anlatanlara teşekkürlerini ileten Jasmin halinden memnun gözüküyordu.
Canlı müzik başladığında diğer masalarda olan üç kadın, yanlarındakiler tarafından dansa kaldırılmıştı. Gediz de Jasmin’i dansa kaldırıp pistteki dördüncü çift olmuşlardı.
“Geldiğin için teşekkür ederim.”
“Güzel bir gece.”
“Sayende.”
“Karar verdin mi? Güneşin batışını izlemeye gidecek miyiz?”
Gediz, bir an durup sonra dansa devam etti. Kısık bir sesle kulağına “Jasmin… Lütfen yarınını da bana ayır. Programını ertele. Seni bir daha çok uzun bir süre göremeyeceğim.” dedi. Alacağı yanıtı büyük merakla bekliyordu.
“Çok uzun bir süre mi? Ne zaman tekrar gelmeyi düşünüyorsun?”
“Bulduğum ilk fırsatta. Sen de Türkiye’ye gelmelisin. Ben de seni ülkemde gezdirmek istiyorum.”
“Gelebilirim ama emin misin? Bu dediklerinden doğru şeyler mi anlıyorum bilemiyorum.”
“Seninle başka ülkelerde de olsak birlikte olmak istiyorum. Bulduğum her fırsatta yanına gelmek istiyorum. Senin de benim yanıma gelmeni istiyorum. Nasıl bir ilişki olur bilmiyorum ama denemeden vazgeçmek de istemiyorum.”
Genç kadın bir an baktı erkeğin yüzüne. Söylediklerinin ciddiliğini tartıyor gibiydi. “Bu gerçekten zor. Saatlerce yol kat ettiğimiz uçuşlarla, bir iki güne sıkıştırılmış ilişki mi yaşayacağız? Görüşmediğimiz zamanlarda ne olacak? Hayatlarımızda başkaları mı olacak? Birbirimize aksini söylesek de hayatlarımıza başkaları girebilir. Aldatmaya başlayabiliriz. Bunu saklamak için uğraşırız ve an gelir koparız. O yüzden iki gün sonra sen Oslo’ya hareket ederken biz de birbirimize hoşça kal diyeceğiz.”
Gediz, onun dediklerinin doğruluğunu az çok biliyor, anlıyordu. Ayrı şehirlerdeki yaşamlar bile zorluk çıkartırken bu kadar uzak iki ülkede nasıl bir ilişki yaşanırdı? Daha da önemlisi kendisi gerçekten bunu istiyor muydu? Yoksa tüm derdi o gece sevişmek ve iddiayı kazanmak mıydı? Ah iddia… Evet en önemli nokta bu, dedi içinden ve genç kadını biraz daha sıkı tutarken kulağına eğilip, “Seni istiyorum, bunu anlaman zor mu?” diye sordu.
“Biliyorum. Ama…”
“Ama ne?”
“Olmaz. Ben öyle bir iki gecelik ilişkilerin insanı değilim. Üzgünüm ama olmaz.”
“Benim az önce söylediklerimi ciddiye almıyorsun ama bilmelisin ki ben ciddiyim.”
“Üzgünüm, Gediz. Dilersen hemen giderim. Bu geceyi de bitirmiş oluruz. Yarınki maça bir başka arkadaşı yollarım. Uzatmayalım bence.”
Gediz, genç kızın cümlesinin sonunu duyar duymaz bileğinden tutup otelin lokanta kısmının dışına sürükledi. Masalardan kendilerine çevrilen başlara aldırmıyordu. Jasmin ise gitmemek için diretmenin daha da dikkat çekeceğini düşünüp Gediz’in adımlarına ayak uydurmuştu.
Otelin dışına çıktıklarında gündüz yaşanan sakin havanın aksine rüzgarla karşılaştılar. Jasmin yüzüne uçuşan saçlarını tutmaya çalışırken Gediz’in de uzun saçları dağılmıştı. Rüzgar ikisini de bir an için meşgul etse de sonrasında birbirlerine aynı şiddette konuşmaya başladılar.
“Sen ne hakla beni böyle sürüklersin?”
“Neden inat ediyorsun? Neden denemek istemiyorsun?”
“Denenecek ne var? Seni dün tanıdım. Ve iki gün sonra sabah buradan gidiyorsun. Neyi deneyeceğiz? Yatakta kim daha becerikli diye mi bakacağız?”
“Saçmalama. Bir kadından hoşlandığım zaman onunla birlikte olmak isterim. Bunun neresinde tuhaflık var? Ayrıca sana, daha sonra da görüşeceğimizi, bunun için elimizden geleni yapmamız gerektiğini söylüyorum. Sen neden anlamıyorsun?”
“Anladığımı sanıyorum. Sen olmazı olur yapmaya çalışıyorsun.”
Gediz, farkında olmadan Türkçe “Ne inatçı kadınsın sen! Yalvartacak mısın beni?” diye sorunca Jasmin boş gözlerle bakmaya başladı.
“Anlamadım!”
“Çok inatçısın, dedim. Denemek istemediğine göre aslında başka bir sorun var değil mi? Evli misin yoksa?”
“Hayır.”
“Nişanlın? Erkek arkadaşın? Aşık olduğun biri?”
“Kimse yok.”
“O zaman neden denemiyoruz?”
“Yürümez. Bu kadar basit?”
Gediz, daha fazla laf anlatmaya çalışmak yerine uygulamalı göstermeye karar verdi. Çıplak kollarını tutup kendine çekti. “Denemeden bilemezsin.” dedi ve öpmeye başladı. Jasmin kollarını sıkıca tutan ellerden kurtulamıyordu. Kafasını geri çekmek isteyince Gediz de üstüne daha çok eğiliyordu. Dudaklardan kurtulamayacağını anlamıştı. Kurtulmak istemediğini de anlamıştı. Direncin kırıldığını hisseden Gediz, kollarındaki baskıyı gevşetmişti. Nihayet istediğine ulaşmıştı… Jasmin’in kolları boynuna dolanmış, karşılık veriyordu.
“Çok ısrarcısın. ‘Hayır’ yanıtını kabul etmiyorsun.”
“Etmiyorum. Deneyecek misin?”
“Yanıtımı sonra vereceğim.”
Bu bile Gediz’i mutlu etmişti. En azından artık ‘hayır’ demiyordu. Gülümseyip tekrar kollarına çekti. Yeniden öptükten sonra, “Saat on oldu. Güneşin batışını izlemeye gidecek miyiz?” diye sordu.
Jasmin, “Bir saat kadar sonra gideriz.” dedi.
“Yarını da benimle geçir. Şu randevunu iptal et lütfen!”
“Çok mu istiyorsun bunu?”
“Belli olmuyor mu?”
“Bir şeyler düşünürüm.”
“Bunu evet olarak kabul ediyorum.”
“Bakacağım…”
“Yarın akşama randevun yoktu değil mi?”
“Ajandama göre öyle.”
“Neden kandırdın beni?”
“Benimle görüşmeyi ne kadar istediğini anlamak içindi.”
“Artık biliyorsun.”
“Biliyorum ama daha önce söylediklerim geçerli. Seni biraz daha yakından tanımadan daha ileri gitmeyeceğimi bilmelisin.”
“Sen de benim seninle sevişmek istediğimi biliyorsun.”
“Şimdi içeri girelim. Tatlı yiyelim, sonra da dilerseniz yürüyerek, ya da arabayla balık pazarının oraya kadar gidip, oradan da yukarıya doğru yürüyüp Floibanen Finiküleri'ne binip Floyen Tepesi'ne çıkarız.”
“Çok rüzgarlı hava. Üşümez misin?”
“Arabamda montum var.”
“Akıllı kız.”
İçeri girip tekrar masaya oturduklarında meraklı bakışlarla karşılaştılar. İkisi de neler olduğunu anlatmaya niyetli değildi. Kısa süre sonra ortaya atılan yeni bir konu ile ilgi odağı olmaktan kurtuldular.
Güneşin gece yarısı batışını izlemek için oldukça kalabalık bir grup Floyen tepesine çıktı. İlker de grubun içindeydi. Jasmin, Finikül adı verilen teleferiklerle tepeye çıkan gruba gördükleri yerleri anlatıyordu.
İlker, Gediz’in yanına gelerek “Senin kıza bakışlarını hiç beğenmiyorum.” dedi. Gediz ne olduğunu anlamadan döndü arkadaşına. “Ne demek bu?”
“Anladığını biliyorum. Sen bu kıza bir tuhaf bakıyorsun. Oğlum aşık mısın yoksa?”
“İyi misin? Çok mu içtin? Nerden çıkarttın bunu?”
“Dans ederken fark ettim ama asıl şimdi o konuşurken bakışlarını gördüm ve karar verdim. Sen çarpılmışsın.”
“Bu kadar güzellik insanı çarpar. Üstelik demin onunla dans ediyordum. Aksini nasıl beklersin?” Çok çirkin bir konuşma olduğunu biliyordu ama İlker’in dediklerini kabul etmesi mümkün olmadığına göre başka bir şey de diyemezdi. Aşk diyordu… Aşk değil ihtiras doğru kelimeydi. Tutku belki de… Ama aşk değildi… Onlar aralarında Türkçe konuşurken Jasmin yine ikisini izliyordu. Gediz kendisine doğru bakınca genç adama gülümseyerek karşılık verdi. Yakışıklı adamın saçları yine dağılmıştı rüzgardan. Elini uzatıp düzeltme isteğini bastıramayan Jasmin, iki üç hareketle saçlarını düzeltmişti.
Gediz, onun saçlarında gezinen parmaklarını tutup, kendi parmaklarının arasına hapsetti. “Yeter artık rehberlik ettiğin. Biraz yanımda dur.” dedi. Jasmin, kenetlenmiş ellerine bakıp “Tamam” demekle yetindi.
Yirmi dakikaya yakın süren yolculukta nefis Bergen manzaralarını izliyorlardı. Dikleşerek devam eden yolculukta tüm Bergen ayaklarının altında gibiydi. Sonunda tepeye ulaşmışlardı. Restoran ve hediyelik eşya satılan beyaz binayı gösterip bir şeyler içebileceklerini söyledikten sonra Gediz’e döndü, “Güzel bir kahveye ihtiyacım var.”
“İstekleriniz benim için emirdir, küçükhanım.”
Rüzgar daha da artmıştı. Restorana doğru yürürken Jasmin yine saçlarını eli ile toplamaya uğraşıyordu. Gediz, onun saçlarını bir eli ile toplayıp ikisinin arasından omzunun üstünden öne doğru attı. Genç kadını da kendisine doru iyice çekerek saçların uçuşmasını engellemeye çalıştı. Amacı sarılmak mıydı, saçların uçmasını engellemek mi belli değildi.
Saat, on ikiye yaklaştığında herkes güneşin batışını izlemek için dışarı çıkmıştı. Yanlarındaki profesyonel fotoğrafçılara çektirdikleri resimlerin haricinde Gediz, Jasmin’in bir sürü pozunu çekmişti. Kimisinde ne yapmasını istediğini söylüyor kimisinde de gizlice çekiyordu. İlker de ikisinin bir sürü fotoğrafını çekmişti.
Kimse o rüzgarda donmadan güneşi batırmışlardı. Artık dönüşe geçecekti ekip.
“Biz ne yapacağız?”
“Ne demek ne yapacağız?”
“Evine mi gideceksin hemen?”
“Evet.”
“Seni ben bırakayım mı?”
“Arabam var.”
“Evini öğrenmemi istemiyorsun sanırım.”
“İlgisi yok. Arabamla geldim ve rahatlıkla dönerim. Sen götürürsen, sonra nasıl geri döneceksin?”
“Şöyle yaparız… Seni senin arabanla senin evine bırakırım. Senin araban bende kalır, yarın sabah gelir yine seni senin evinden senin arabanla alırım… Oldu mu?”
“Vavv iyi plan. Bu olur. Ah olmaz. Ehliyetin burada araba kullanman için uygun değildir.”
“Gecenin bu saatinde polis var mıdır?”
“Hangi geceden bahsediyorsun?”
Aydınlığa bakıp güldü. “Lafın gelişi dedim. Cidden polis var mıdır?”
“Sanmıyorum. Hafta içi pek bu saatlerde olmaz. Yine de arabama ceza kesilebilir. En iyisi eve gittiğimizde taksi çağırmam olacak sanırım. Sabah da gelir seni alırım.”
“Öyle olsun.”
Genç kadının evine giden yollara dikkatle bakıyordu. Aklına kazımak ister gibiydi. Söylediklerinde gerçek payı vardı. Mutlaka gelecekti tekrar. Ve mutlaka onu görecekti. Bu ilişkinin bu kadar kısa sürede bitmesine izin vermeyecekti. En azından birkaç ay süreceğinden emindi. Sonrasını ise zamana bırakacaktı.
Jasmin, iki katlı bir evin önüne geldiğinde altta yer alan garajın kapısını kumanda ile açt. Arabayı içeriye soktuktan sonra garaj kapısını kapattı. Eve geçen iç kapıyı açıp Gediz’i davet etti. “Taksiyi çağırayım. Çabuk gelir ama bir şeyler içmek istersen daha sonra da ararım.”
‘Beklediğim davet mi acaba?’
Düşüncelerini dağıttı. Zorlamayacaktı. Yarın da bizim, diye kendini ikna ettikten sonra bir şey içmeyeceğini, taksiyi bekleyeceğini söyledi. Orada daha fazla kalmayacaktı. Belki bu da artı hanesinde bir çizik daha oluştururdu.
Beş dakikaya kadar taksinin geleceğini öğrendiklerinde ikisi de gecenin artık bittiğini biliyordu. Gediz, Jasmin’e eğilip küçük bir öpücük ile dudaklarına dokundu. “İyi geceler, küçükhanım.”
“İyi geceler. Sabah yine dokuzda otelde olurum.”
“Daha erken de gelebilirsin. Ne kadar uzun süre birlikte olursak o kadar mutlu olurum.”
“O zaman sekiz diyelim.”
“Anlaştık.” Taksinin geldiğini görünce tekrar öptü dudaklarından ve kararını değiştirmeden evden çıktı.
Otele geldiğinde herkes çoktan odalarına çekilmişti. O da hemen odasına çıkıp üstünü değiştirip yatağına uzandı. Jasmin’i düşünerek uykuya daldı.
*****
Son gün tahminlerinden çabuk geçmişti. Bergen sokaklarında dolaşmışlar, acıkınca yemiş, susayınca içmişler maç saatine kadar vaktin nasıl geçtiğini anlamamışlardı.
Hazırlık maçının tadı ilkine göre çok daha fazlaydı. Hem ikili birlikte izliyor ve pozisyonlar hakkında yorum yapıyorlardı hem de maç çok daha hareketli ve gollüydü.
“Neden spor muhabiri oldun?”
“Kadınlardan spor muhabiri olmaz demeyeceksin değil mi?”
“Asla!”
“İyi o zaman. Geç kalmış bu sorunun yanıtı şu, eski bir sporcuyum. Atletizm yapıyordum. On bin metre koşuyordum. Sporu bıraktıktan sonra en iyi bildiğim işi yaptım.”
“İyi ki öyle yapmışsın. Yoksa tanışamazdık.”
Maç bitiminde Jasmin ve diğer yabancı muhabirlerle vedalaşan ekip dağılmıştı. İlker de ayrılmıştı yanlarından. Artık ikisi baş başa kalmıştı.
“Ne yapalım?”
“Ne istersen onu yaparız.”
“Bu çok açık uçlu bir yanıt oldu. İsteğimin ne olduğunu biliyorsun.”
“Sen de benim ne düşündüğümü biliyorsun.”
“O zaman güzel bir akşam yemeği yiyelim ve sonra, bir yerlerde oturalım.”
“Parka gideriz sonra da.”
“Olur.”
Ve öyle yaptılar. Önce ara sokaklarda biraz dolaşıp Jasmin’in çok sevdiği bir lokantada yemek yediler. Tatlılarını bitirdikten sonra kahve içip kalktılar. Yemyeşil bahçelerin içindeki rengarenk evlerin arasında dolaşarak daha da yeşil parka ulaştılar.
“Çok güzel.” diyen Gediz doğanın kokusunu içine çekti. Bir saatlik yürüyüşü bitirdikten sonra tekrar içecek bir şeyler satan küçük bir kafeye oturdular. Etraflarında kendileri gibi birkaç çift daha vardı.
Onların aksine Gediz ile Jasmin gülmüyordu. Birlikte olacakları süre bitmişti. Ertesi sabah trenle Oslo’ya hareket edecekti. Jasmin ise orada kalacaktı.
“Gülümse artık.” Jasmin, Gediz’in yüzüne bakıyordu. Oradaki hüznün gerçek olmasını istiyordu. Yine de gülümsediğinde yüzünün tüm güzelliği beynine kazınacağı için gülmesini istiyordu.
Gediz, Jasmin’in düşüncelerinden bihaber “Gülünecek ne var ki? Yarından sonra seni göremeyeceğimi bile bile nasıl güleceğim?” dedi.
“Gediz, geleceğini söylemiştin. Vaz mı geçtin?”
“Hayır, asla vazgeçmem ama en kısa süre benim için iki ya da üç ay sonrası. Sen ne zaman gelebileceksin?”
“Bilmiyorum. Sanırım benim için de en az iki ay var.”
“Offffff”
“Yaz tatilimi Türkiye’de geçiririm.”
“Ne zaman çıkacaksın tatile?”
“Tarih kesin değil. Ağustos ya da eylülde olabilir.”
“Kaç gün?”
“On beş gün izin kullanacağım. Üç-dört gününü Türkiye’de geçirebilirim.” Tepkisini bekliyordu ama ummadığı kadar sertti gelen tepki. “Sinirlendirmek için mi öyle söylüyorsun?” diyen Gediz’in gözlerinde şimşekler çakıyordu.
“Neden?”
“Şu masum ‘neden’ soruların beni deli ediyor. On beş günlük tatilin tamamını Türkiye’de geçireceksin.” Aksini düşünmüş olmasına inanamıyordu. Kalanı için ne planlıyordu? Başka erkeklerle mi görüşecekti? Başka bir yere gitmeyi aklından geçirmesi bile Gediz’in çıldırması için yeterliydi.
Onun çok sinirlendiğini fark etmesine rağmen Jasmin alttan almak yerine üstüne gitmeye karar verdi. “Emir mi verdin bana?”
“Rica etmeyeceğim elbette. Kesinlikle tüm iznini benimle birlikte geçireceksin. Tam tarihi bildirirsin ben de o tarihlerde izne çıkarım.”
“Emir vermeye devam ediyorsun.”
“Emir deyip durma. Zaten sinirim tepemde, daha da kızdırma beni.”
“Hop hop neler oluyor? Biz neyiz ki bu kadar sahipleniyorsun? Böyle buyurgan tavırlar belki sizin ülkenizde kabul görüyordur ama burada değil, benim için hiç değil. Kusura bakma ama bu iş yürümez. Ben gidiyorum.”
Kalktı ve kapıya yürüdü. Gediz de hesabı ödeyip peşinden yetişti.
“Nereye gidiyorsun?”
“Evime.”
“Dur biraz.”
“Durmayacağım. Zaten belliydi yürümeyeceği. Sen şimdiden emir vermeye, kendi isteklerinin olmasını beklemeye başladın. Ben sana göre değilim.”
“Yanılıyorsun. Sen tam bana göresin.”
“Asıl sensin yanılan. Hoşça kal.”
Jasmin, arabasına binip hareket eder etmez Gediz de bir taksi çevirdi. Genç kadını takip etmesini söylediği şoför rahatsız olunca, basın kartını gösterip iş için olduğunu söyledi. Şoför rahatlamıştı.
Arabadan iner inmez garaj kapısına doğru koştu. Genç kadın şaşkınlıkla kapıyı kapatmadan öylece bekliyordu. “Sen nasıl geldin buraya?” diye sorarken şaşkınlığı artmıştı.
“Taksi ile.”
“Tamam bin ona ve git buradan.”
“Genç kadın hâlâ ters yanıtlar verirken daha fazla dayanamayan Gediz yine yanına yaklaşıp yüzünü elerinin arasına alıp öpmeye başlamıştı. Yol boyunca siniri biraz yatışmış olan Jasmin, tahmin ettiği gibi karşılık veriyordu. Onların barıştığını anlayan şoför oradan uzaklaşmıştı.
“Beni öpmeyi bırak.”
“Bırakamam.”
“Bırakırsın.”
“Beni istemediğini söylersen bırakırım. ” dedikten sonra yine öpmeye başlamıştı. Boynuna dolanan kollardan sonra yanıtı beklemekten vazgeçti. Yeniden dudaklarına eğilirken Jasmin geri çekildi. Garaj kapısını kapatan düğmeye bastı ve adamın elinden tutup evin içine doğru yürümeye başladı. Ara kapıyı kapattıktan sonra evin salonu olan geniş ama az eşya ile döşenmiş odaya geçtiler.
Jasmin ne yapacağını bilmez şekilde bakarken Gediz koltuğa oturup onu da yanına çekti. Evin içine davetin arkasından ne geleceğini bilmiyor ve ısrar etmek de istemiyordu. Jasmin ne isterse o olacaktı.
Bir süre koltukta oturduktan sonra içecek bir şey isteyip istemediğini sordu. Ev sahibi olarak misafiri ile ilgilenmesi gerektiğini anımsamıştı.
“Sen içersen içerim ama benim için bir şey hazırlamana gerek yok.”
“Ben de istemiyorum. Sanırım sana maharetlerimi kahvaltıda göstermeyi tercih edeceğim.”
Gediz, duyduklarına inanamadı. İki gündür ayak direyen kadın bir anda kabullenmişti. Belki peşinden gelmesi işe yaramıştı belki öpücükleri ama bunu sorgulamayacaktı. Hayır sorgulayacaktı? En azından içini rahatlatmalıydı.
“Emin misin? Birazdan gidecektim. Sadece seninle ayrılmayacağımı bilmeni istedim. Onun için geldim ve eğer izninin tamamını benimle geçirirsen çok mutlu olacağımı söylemek için geldim. Sanırım az önce panik oldum. Elimden uçup gidiyormuşsun gibi geldi. Emir vermek değildi niyetim.”
“Ben de abartmış olabilirim. Ama kahvaltı konusunda eminim.”
Gecenin sonrası orada başlayan yatak odasında son bulan öpüşmeler ile geldi.
*****
Gediz, yanında yüzü kendisine dönük uyuyan kadına baktı. Ummadığı kadar heyecan dolu bir sevişme yaşamışlardı. İlkinin çok hızlı olduğunun farkındaydı ama tüm günün yaşanan gerilimi ve ardından gelen minik kavganın sonucu olmalıydı. Sonrası ise iki kez daha sevişmişler ve nihayet uyumayı akıl edebilmişlerdi. Jasmin uykuya daldığında Gediz hala uyanıktı ve düşünceleri ile boğuşuyordu. Ertesi sabah ayrılacaklardı. Bir daha ne zaman görüşeceklerini bilemiyordu. İstanbul’a döner dönmez ajandasını kontrol edecek ve en kısa sürede gelmek için ayarlama yapacaktı. Aynı şeyi Jasmin’den de isteyecekti. Bu kez emir kipleri kullanmadan konuşmaya çalışacaktı.
Yanındaki kadının hafif aralık dudaklarından gelen nefes sesini dinlerken dayanamayıp küçük bir öpücük kondurdu alnına. Eli saçlarını okşuyordu. Kim derdi ki üç günde hayatının tüm akışının değişeceğini…
Uyandığında bu kez Jasmin’i onu izlerken buldu.
Türkçe günaydın, deyince genç kadın gülümsedi. Sonra bir de İngilizce söylediğinde o da yanıtladı. Gediz ona Türkçe öğretmeyi düşünüyordu. Sonraki buluşmalarında başlardı küçük küçük öğretmeye.
“Kahvaltıyı hazırlayayım mı?”
“Acele etme. Sonra birlikte hazırlarız ya da dışarıda yaparız. Trene iki saat var. Otelden eşyalarımı alıp istasyona gitmek için sanırım kırk beş dakika yeterli olacaktır. On beş dakika da kahvaltıya ayırsak, bize bir saat kalıyor demektir.”
“İnanmıyorum. Hâlâ mı?” diyen Jasmin’i duyan Gediz, kollarını beline dolayıp üstüne çekti genç kadını. O sırada bir yandan da öpüyordu.
“Doydun mu? Artık istemiyor musun?”
“İstemiyorum dediğimi anımsamıyorum.” dedi gülerek ve bu kez eğilip öpen o oldu.
Evden çıkarken Jasmin’in yüzü değişmişti. Üzgün ve hatta kırgın bir ifade vardı yüzünde. Dün gecenin ve bu sabahın mutluluğu yok olmuştu. Gediz, ayrılığa yoruyordu onun bu halini. Otele gelip çıkışını yaptıktan sonra yine Jasmin’in arabası ile istasyona gittiler. Artık hiç konuşmuyordu Jasmin.
“Ne oldu? Neden konuşmuyorsun?”
“Yok bir şey.”
“Bak sana söyledim, ilk fırsatta geleceğim. Zaten telefonla, internet üstünden bol bol görüşeceğiz. Belki bir ay dolmadan gelirim ben. Sen de lütfen fırsat yaratmaya bak. Ne kadar sık olursa o kadar iyi olur.”
“Bakarım.”
Yanıt tek kelimelik ve soğuktu. Gediz içinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Kendini kullanılmış gibi hissetmek, başından atılıyormuş gibi düşünmek hoşuna gitmemişti ama sanki olan oydu.
İlker, uzaktan onları görmüş el sallıyordu. Jasmin adamı görünce iyice soğuk bir hâl almıştı.
Perona geldiklerinde trenin kalkmasına beş dakika vardı. İlker, yanlarına gelip Jasmin’e hatır sorduğunda genç kadının yanıtı buz gibi bir ‘iyiyim’ oldu. Yanıttan sonra Gediz’e bakan İlker, onun omuz silkmesi ile bir şey demeden valizini eline alıp trene doğru adımını attı.
Jasmin, İlker’in kolunu tutup durdurdu. Gediz’e döndü, “Bir daha beni arama. Ben de seni aramayacağım.” dedi. Konuşmak için ağzını açan Gediz’in dudaklarına elini kapattı. Sonra kendisine şaşkınlıkla bakan İlker’e döndü ve Türkçe, “İddiayı kaybettin. Arkadaşına güzel bir takım elbise alacaksın.” dedi. Tekrar Gediz’e döndü ve “Adım Yasemin Doğru. Burada Jasmin denmesi daha kolay. Bir daha etrafınızdakilerin hangi dilleri bildiğinden emin olmadan atıp tutmazsınız. Ve dün gece için teşekkürler. Elveda.” diyerek arkasını dönüp yürümeye başladı.
Gediz tam peşinden gidecekken trenin hareket etmek üzere olduğunu belli eden düdük çaldı. Bir sonraki treni bekleyebilirdi. Beklese ne olacaktı? Orada öylece durmuş bakıyordu. Hiç tahmin etmediği bir rezilliğin ortasındaydı. İddiayı unutmuştu. Taksiye binip peşinden gittiğinden beri tek amacı gerçekten onunla birlikte olmaktı ama iddia için değil. Hoşlandığı için… Hatta kendine itiraf edemese de ilk gördüğünde aşık olduğu için gitmişti peşinden…
Ne yapmıştı? Nasıl başarmıştı? Aşkı bulduğu an kaybetmişti.
Bir sonraki düşüncesi Jasmin’in… Yasemin’in kendisine yalan söylediği oldu. İçinde bulunduğu ruh hali ile suçlayacak birilerini arıyordu. En büyük suçlu kendisiydi. Ama İlker ve Yasemin de suçluydu.
İlker her zaman yaptığı gibi boş boğazlık etmiş, iddiaya zorlamıştı. Pek zorlamamıştı ama arkadaşının huyunu biliyordu. İddia kelimesi geçtiğinde hayır dediği pek görülmemişti.
Yasemin suçluydu. O an duyduklarının karşılığını vermeli ve ikisine de birer tokat atmalıydı. Her kuşun eti yenmez demeliydi. Dememişti…
Kendisi ise o iddiaya girmişti… Daha büyük bir suç düşünemiyordu.
*****
Yurda dönene kadar yaptığı gibi her gün aramaya devam etti. Kim ne kadar suçlu olursa olsun Yasemin’den vazgeçmeyecekti. Eninde sonunda onu kazanacaktı. Hayır kazanmayacak onu ikna edecekti. Doğrusu buydu.
Ne eski neşesi ne de konuşkanlığı kalmıştı. İlker ile yaptıkları muhabbetler de bitmişti. Arkadaşı ne zaman yanına gelse Gediz’in asık yüzünü görür olmuştu. üstelik aralıksız aynı şarkıyı dinliyordu. Emre Altuğ’un sesi duyuluyordu hep…
Yine yalnızım yine
Bu dört duvar içinde
Değişmiyor çok uzaklar
Gece gündüz bir biçimde
Seni düşündüm birden
Bugün gibi yine dünde
Sen kokan giysiler
Bugün hala üzerimde
Senin tenin benim huzur yerim
Senin kokun nefes alma sebebim
Ne yersin ne içersin
Sadece kalbim bunu bilsin
Sevgili bulduysan
Yokluğumda dayanamam buna
“Biraz daha oyalanırsan bulacak sonunda başka birini. Git konuş. Bıktım şu yüzünü çekmekten.”
“Niye gideceğim? Tüm kapılar yüzüme kapansın diye mi? Onlarca e-posta yolladım. Defalarca telefon ettim. Cep telefonunu hiç açmıyor. E-postalarımı yanıtlamıyor. Kapısına gidersem açacağını mı sanıyorsun?”
“İddiaya girerim, açacak.”
“İlker bana iddia deme şu kağıt ağırlığını kafanda parçalarım.” dedi Gediz. Eline aldığı futbol topu şeklindeki ağırlık adam öldürecek kadar büyüktü. İlker kendini kapının dışına atıp oradan seslendi, “İddaya varım sen bu kafayla o kadını geri kazanamazsın.”
“İlkerrrr.”
Gediz’in sesini duyan yakın masalardan ve odalardan başlar onlara çevrildi. İlker hızlı adımlarla uzaklaşırken Gediz de sinirle sandalyesini camdan dışarı doğru çevirdi.
Ne kadar süre öyle oturduğunu bilmiyordu. Arkasından gelen sesle geri döndü. Kapıda duran kişiye şaşkınlıkla baktı.
Yayın işleri müdürü kapısındaydı. “Gediz, neler oluyor? Neydi az önceki olay?”
“Önemli değil. İlker’in her zamanki densizliği. Kızdırıyor beni.”
“İyi arkadaşlar birbirini kızdırır. Sen neden bu kadar sinirlisin onu söylesene.”
“Değilim.”
“Öylesin? Norveç’ten döndüğünden beri iyi değilsin.”
“Önemli bir şey yok.”
“Duyduğuma göre kalbini ve aklını orada bırakmışsın.”
“İlker mi?”
“Hayır, benim başka gazetelerde yazan tanıdıklarım da var.” Elbette vardı. Tüm camia neredeyse birbirini tanıyordu. Orada da onlarca gazeteci vardı ve birileri istasyonda gördüğü sahneyi anlatmış olmalıydı.
“Anladım. Evet, biraz canımı sıkan bir olay yaşadım.”
“Çöz o zaman.” dedi ve arkasını dönüp gitti.
Gediz, böyle bir konuşma yaptığına inanamıyordu. Patronu ona özel hayatı hakkında son derece sakin bir şekilde fırça atmıştı. Oysa içinde bulunduğu ruh halinin işine yansımadığını düşünüyordu.
Emre Altuğ başka bir şarkı söylüyordu. ‘Senin Tenin Senin Kokun’ adlı şarkısını seçerek yeniden dinlemeye başladı.
*****
Yasemin, çalan kapıyı açarken bir yandan da evin içine doğru bir şeyler söylüyordu. Kapıda kim var diye dönüp baktığında donup kaldı. Gediz, yüzünde tek bir mimik oynamadan bakıyordu. Yasemin’in şaşkınlığının ardında bir anlık özlemi ve hemen ardından gelen mutluluğu görene kadar da hareket etmedi. Sonra da daha önce yaptığı gibi yüzünü ellerinin arasına aldı ve öpmeye başladı. Yasemin karşılık verene kadar geçen iki üç saniyelik süre bile çok uzun gelmişti.
“Çok özledim seni.” diyen Gediz yeniden öpmeye başlamıştı. Bir ay geçmişti istasyondaki ayrılıklarının üstünden. O günden beri içini kemiren hüzün her öpüşme ile biraz daha yok oluyordu. Ne Yasemin’in gizlediği gerçekler ne iddia saçmalığı önemli değildi. Önemli olan ona aşık olmasıydı ve aralarındaki saçma sorunu aşabileceklerini biliyordu. Elbette mutfak kapısından çıkan erkeğin sesini duyana kadardı bu düşünceleri… Kaybetmişti…
Ne demişte Emre Altuğ şarkısında!
Sevgili bulduysan
Yokluğumda dayanamam buna
Dayanamazdı. Onca yolu bunu öğrenmek için gelmişti. O adamı tek yumrukta yere serebilirdi. Kızı kapıp kaçabilirdi ama neye yarayacaktı? Az önce öpücüklerine karşılık veren genç kadın artık bir başkası ile birlikteydi. Belki de ona aşıktı! Gediz’in canı yanıyordu. Bir adım geri atıp adama bir daha baktı. Gölgede kalan adam kapıda olanları merak edip yanlarına doğru yürüdü.
“Yasemin, kim bu bey?” Gediz, adamın Türkçe konuşmasından önce kızına olan benzerliği ile rahatlamıştı. Yasemin yüz hatlarının neredeyse babadan kopya almıştı.
“Gediz, baba. Türkiye’de gazetecilik yapıyor.”
“Aaa o zaman seni kapının ağzında böyle öpmesi çok normal. Ben seni neden öptüğünü anlamaya çalışıyorum.”
“Çünkü kızınıza aşığım ve onu ikna etmek için geldim.” Gediz rahatlamıştı. İçeri bir adım atarken elini de uzatmıştı. İçeriden gelen sarışın bir kadın da onlara katıldıktan sonra kırık bir Türkçe ile içeri davet etmişti. Yasemin annesi Janniche hanım ve Serdar bey üçlü koltuğa oturmuş, karşısındaki iki tekli koltuğa da Yasemin ile Gediz yerleşmişti. Serdar bey, az önceki konuya dönmüştü yeniden. “Neye ikna edecekmişsin?” Yasemin de merakla bekliyordu yanıtı.
“Türkiye’ye gelmeye ve benimle evlenmeye.” Bu kadarını kimse beklemiyor olmalı ki sessizlik oldu odada. Genç kadın hem mutlu hem meraklı bir ifade ile dündü Gediz’e, “Beni tanımıyorsun bile.” derken pek de itiraz edecek gibi değildi.
“Tanıyorum ama daha çok tanımak için biliyorsun bizde söz ve nişan gibi adetler var. Türk kızı olduğunu saklasan da adetlerimizi babandan öğrendiğini varsayıyorum.”
“Elbette öğrendi. Zaten sadece dört yıldır burada yaşıyor. Ben annesi ile evlenip Türkiye’ye yerleşmiştim. Yasemin, çevre değiştirmek isteyip bu eve yerleşmeye karar verince kiracımızı çıkartmıştık. Biz de onu tekrar Türkiye’ye götürmek için gelmiştik.”
“Türkiye’ye mi? Dönüyor muydun?”
“Evet, artık burada olmak istemiyorum.”
“Neden? Neden şimdi?”
“Seni bulmak istiyordum.”
“Neden?”
“Yazdıklarında samimi misin, görmem gerekiyordu?” Onlar konuşmaya başlayınca annesi yemek hazırlamak için mutfağa geçtiğini söylemiş ve çıkmıştı odadan. Babası da hazırlanan kutulardan indireceğini söyleyip üst kata çıkınca ikisi yalnız kaldı. Gediz ailenin yaptığı bu hareketten sonra fırsatı kaçırmadı. Tekli koltukta oturan genç kadını tutup kaldırdı, tekrar sarıldı ve nefesini kesecek kadar derin bir öpücük kondurdu.
“Şimdi anladın mı?”
“Evet, anladım.”
“Neden hiç yanıt yazmadın?”
“Senin beni gerçekten o iddia uğruna istediğinden emindim. Oysa ben seninle olmaktan çok hoşlanmıştım. Tek yaptığının yakalanmış olmana tepki olduğunu sandım ve sana en fazla bir hafta süre tanıdım. Sonra bir daha yazmaz dedim. Sen bir aydır aralıksız her gün yazıyorsun. Gazeteyi aramaya bile başlayınca vazgeçmeyeceğini anladım. Üstelik o iddiayı kazanmış olmana rağmen arıyordun.”
“Unut onu.”
“Neden unutayım? O yüzden çok kızgındım sana.”
“Unut dedim. Yeni bir iddia var.”
Yüzündeki muzip ifade kızmasını engellemişti. “Yine mi?”
Gediz, gülüyordu. “Evet ve bu kez kesin kazanan olmam lazım.”
“İlker ile mi yine?”
“Evet.”
“Nesine girdin iddiaya?”
“Eğer seni bu yılbaşına kadar benimle evlenmeye ikna edersem, ki bu düğünü kapsamıyor sadece evet demen yeterli olacak kazanmam için, işte o zaman damatlığımı o alacak.”
“Tüh gelinlikler daha pahalı. Keşke gelinlik için iddiaya girseydin…”
SON


Bu hikayeyi yazmak istediğimde Norveç’de geçmesini planladım. Norveç’e gitmemiş biri olarak elbette araştırmam ve Bergen hakkında bilgiler bulmam gerekiyordu. Araştırma yaparken çok güzel bir blog buldum. O bolgdaki resimleri çok detaylı anlatmak zor. Fakat sitenin sahibinin gezdiği yerleri resimlemesi ve aralardaki açıklamaları o kadar güzeldi ki çoğunu hikayenin içinde kullandım.
Resimlerle sizlerin de o geziye katılmasını istiyorum.
http://nelercektimneler.blogspot.com/2012/10/bergen-norvec.html

1 yorum: