27 Nisan 2016 Çarşamba

KORKUTAN MİRAS 44. Bölüm

Sedef, daha fala aşağıda duramayacağını anlayıp odasına çıkmaya karar vermişti. İlk katın merdiven boşluğuna geldiğinde dedesinin resmine baktı. Daha önce yaptığı gibi sesli, hatta kısık sesli bile konuşamayacağı bir ortamdaydı. Her şey hallolduktan sonra aşağıdakilerle detaylı konuşmalar yapılacak, gereken kişilerden gerektiği kadar özür de dilenecekti. 

Telefonunu eline alıp Bora’nın numarasını çevirdi. İlk çalışta açılınca gülümsedi. “İyi misin?”
“Çokkkk. Burada bana çok iyi bakıyorlar. Yumuşak bir koltukta oturuyorum, kahve çay istemediğin kadar. Bir sürü de suçlu ile haşır neşir oldum. Bundan sonra suça mı bulaşsam diyorum.”

“Deli. İnan bu akşam senin için en güvenli yer emniyet müdürlüğüydü. Çok teşekkür ederim. Hisseni mi arttırsam, yeni ortaklık mı başlatsam da teşekkür etmiş olsam, bilemiyorum.”
“Şimdiki işimden memnunum. Önce biraz bununla eğleneyim, sonra yeni fikirlere açığım.”
“Tembeller kralının tembellik günleri bitti sanırım.”
“Olayı çözen sensin, sevdiğim iş olunca çalışabiliyormuşum.”
“Tamam, telefon bekliyorum, o yüzden şimdi kapatıyorum. Yarın görüşürüz.”
“Görüşürüz.”

Telefonu kapattıktan sonra dedesinin resmine döndü. “Duydun mu dede? Bora bile çalışıyor artık. Mine de kurtulsun, evine gelsin, yarın biraz tembellik yapabiliriz ama Salı gününden itibaren yine işimizin başında olacağız. Arazini böyle işlere alet etmek zorunda kaldık. Saçma sapan olaylar yaşadık ama hepsi çözülecek. Ne olur kızma bize. Biz sadece bize ait olanları korumak istedik. Bundan sonra, biz istemedikçe kimse bizden bir toplu iğne bile alamayacak.”



*****


Yiğit evin içinde volta atıyor, Fırat ile ilgili olayların yaratacağı etkiyi düşünüyordu. Sedef yıkılmıştı. Kardeşi kaçırılmış, sevdiği adam olayların içinde yer almış, hatta belki babasının ölümünden mesul kişi çıkmış ve bunca olaya neden olan madenler el değiştirmişti. Hiçbir şey iyi gitmiyordu. Tek tesellisi Mine’nin kurtulma ümidiydi. Polisler bir şey söylemiyor, kaçıranlarla ilgili tek bir bilgi vermiyordu. Sedef de bilgi alamıyor olmalıydı. Odasına çıkarken herkese yalnız kalmak istediğini söylemişti. Şu an onunla konuşmaya çok ihtiyacı vardı. Kendisini anlayacak tek kişiydi. Oysa o da büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Konuşamayacak durumda olması anlaşılır bir durumdu. Mine eve gelene kadar aldığı nefes harammış gibi hissediyordu. Tek istediği şey onun kapıdan girdiğini görmekti.

Sedef odasına zorla çıkmıştı. Hıçkırıklarla ağlıyordu. Onu merak eden kızlar ve Yiğit üst kata geldiğinde hıçkırık seslerini duydular. Kızlar yanına girmek istedi. Yiğit onları durdurup kendisinin gireceğini söyledi. Kapıyı çaldı, yanıt beklemeden odaya girdi. Elinde mendille burnunu silen Sedef'e yaklaşıp elini omzuna koydu. Hafifçe sıkarak kendisinde kalan güçten biraz aktarmaya çalıştı. "Üzgünüm."  
"Ben de.”
"Sana imzalama diyemedim. Gerçekten çok üzgünüm. Mine'nin hayatı tüm madenlerden daha değerli." 
"Eğer kardeşim için holdingi isteseler yine de verirdim. Bu kadar inatlaşmamız zaten saçmaydı. Bunların yaşanacağını bilsem babam hayattayken ısrarcı olurdum. Nasıl hazırlandığımızı anımsıyorsun. Keşke o zaman daha iyi kararlar verseydik." 
"Bunları hiç birimiz tahmin etmedik." 
"Haklısın. şu an babam ve Esra hayatta olur, Mine kaçırılmaz, Fırat'ın oyunları olmazdı." Bir cümle daha söyleyecekti sustu. Sonra bir daha böyle bir fırsat bulamayacağını düşünüp konuşmaya karar verdi. Derin bir nefes aldı. Sessizce burnunu sildi. Islak gözlerini Yiğit’e yöneltti. “Özür dilerim. Senin suçlu olduğunu düşündüğüm için çok çok üzgünüm." 
"Benim mi?" Yiğit şaşırmıştı.
"Evet, gerçekten özür dilerim. Suçsuz olmanı gönülden diliyordum. Yanılmış olamam, Yiğit göründüğü kadar dürüst diyordum. Ama bazı şeyler var ki çok fazla örtüşüyordu. Şu örümcek olayı biraz yanlış yönlendirmiş olabilir beni. Senin hakkında düşündüğüm her kötü an için binlerce kez özür dilerim. Beni yanıltmadığın için de teşekkür ederim.” Yine gözleri yaşarmıştı. Yanağından inen damlanın çenesine kadar yol bulup akmasını önemsemedi. “Keşke seni tanıdığım, tüm delillere rağmen suçsuz çıkmanı umduğum kadar Fırat'ı da tanısaydım. Asla onun böyle bir şeyi bilerek yapacağını düşünmedim. Hala da inanamıyorum. Nasıl yapar bunu?" 
"Ne yapmış? Ne söylediler sana?" 
“Ayça ile sevgililer…”
“Ne diyorsun? Onunla sevgiliyken senin peşine mi düşmüş? Şerefsiz. İlk gördüğümde bunu bana ödeyecek. İyi de niye tutuklandı?”
“Çünkü Mine’yi kaçıran Ayça! Ortak olduklarını, sevgili olduklarını, tüm planları birlikte yaptıklarını söylemiş.”
“Kime? Kime söylemiş?”
“Bilmiyorum, polis Ayça’yı yakaladı belki de. Detay anlatmadılar. Bana sadece tutuklanacağı söylendi.”
“İnanmıyorum. Biz bu insanları şirkette her yere soktuk. Tüm personelle rahat rahat görüşüp diledikleri gibi bilgi aldılar. Lanet olsun. Biz bile dünya kadar bilgi vermiş olmalıyız. Bu kadar büyük hatayı nasıl yaptık? Asıl olayı kaçırmışız.”
“Biz aylardır düşmanlarla bir arada yaşıyormuşuz. Hadi biz yanıldık. Ya babam? O nasıl hata yapar? O nasıl bu insanları…”
“Neden sustun?”
“Yalan söylüyor!”
“Kim?”    
Sedef yanıt veremeden kapı çalındı. Bu kez sivil polislerden biri vardı kapıda. Yiğit’e yöneldi. "Yiğit Bey, sizi de ifadenizi almak için götürmemiz gerekiyor." 
"Neden?" Niye o ifade verecekti? Ne olayın olduğu an yanlarındaydı, ne de kaçıranlarla ilgisi vardı. Soru dolu bakışlarla Sedef’e dönmüştü.

Genç kadının yüzünde üzgün bir ifade vardı. "Sanırım benim şikayetim yüzünden. Üzgünüm. Çok üzgünüm." 
"Tamam, anladım. Sonra konuşuruz, daha fazla üzülme. İfade verip gelirim. Mine gelirse hemen bana haber ver olur mu?" 
"Merak etme. Gelir gelmez seni haberdar ederim. Hatta sesini duymanı sağlarım." Sedef, ikizler için çok olağan olan, ama o an zaten bildiği şeyi söyledi. “O iyi, hissediyorum. Kurtulacak da!”
Yine de rahat edemiyordu. Yanında duran polise sordu. “Polisler ve güvenlik ekipleri takip ediyordu. Hiç haber yok mu?” Yiğit, Her an içinde yükselen korkuyu bastıramıyordu.
Memur, bilgisi olmadığını söyledikten sonra Yiğit ile birlikte çıktı.
Araca binerken bu kez de Suat ve kızlar onu izliyordu. Evden sırayla her çıkan polis denetiminde ifadeye gidiyordu.

Yiğit, içinde bulunduğu durumu düşündü. Sevdiği kadının başına neler geldiğini bilmiyor, kendi başına neler geleceğini tahmin bile edemiyordu. Yine de moralini bozmayacaktı. İfadesini verip geri dönmek, Mine geldiğinde evde olmak daha önemliydi. Büyük ihtimalle şirkette kimin köstebek olacağını, hatta kendisinin de olup olmadığını öğrenmek isteyeceklerdi. Buraya kadar hiç sorun yoktu. Tüm bildiklerini anlatırdı elbette.

İfadenin emniyet müdürlüğüne alınması can sıkıcıydı. Organize suç örgütlerinin takip edildiği Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele bürosuna götürüldüğünü anladığında ürpermeye başlamıştı. Olayın dönüp dolaşıp kendisine gelmesi mümkün müydü? Sedef, şüphelendiğini söylemiş ama şimdi buna pişman olduğunu dile getirmişti. Yaşananları düşününce genç kadının haklı bir şüphe içinde olduğunu anlıyordu. Kırgın değildi. Özür dilerken samimi olduğunu biliyordu.

Emniyet Müdürlüğünün kapısının önünde tahminlerinden fazla gazeteci vardı. Kimisi telefonla konuşuyor, gece baskını, Söğüt Holdingde neler oluyor, yönetim kurulu başkanı şirketi dolandırdı mı?, gibi cümleler kulağına çalınıyordu. Tüm bu çirkin cümlelerden daha çok dikkatini çeken ise Melda Berklay adını duyması oldu. O ana kadar dönüp bakmamıştı. Melda’nın ismini duyunca neler olduğunu anlamak ister gibi başını çevirdi. Bunu fırsat bilen gazeteciler defalarca kez fotoğrafını çekmiş, duysa da anlayamadığı sorular sormuştu. Polislerin dirseğine dokunması ile yola devam etti.

*****

Fırat, saatlerini alan sorguyu tekrar tekrar düşünüyordu. Ayça Buldan! İki sene önce CV getirdiğinde son derece sağlam referansları olan, çok başarılı biri olarak karşısına çıkmıştı. Takip ettiği ve mutlaka alacağını düşündüğü bir iş vardı. Söğüt Holding’de çalışanlara verilecek eğitimle ilgili yaptığı hazırlık takdirini kazanacak kadar başarılıydı. Randevu almaları biraz zaman almış, görüşmede Ayça’nın kısa öz ama vurucu tanıtımı ile işi kapmışlardı. Kendisi o tarihlerde Amerika’daydı. Neden orada olduğunu açıklamak, tüm bilgileri inceleyebileceklerini söylemek ve buna ikna etmek uzun sürmüştü.

Anahtarlarını vermiş, evdeki ve iş yerindeki tüm bilgisayar ve dosyaların yerlerini söylemiş, faturaların aslının hangi dosyalarda olduğunu tarif etmişti.
Her yeri talan etmelerini önleyeceğini düşünüyor, çok da ümitlenmiyordu. Tek derdi dağınıklık olsaydı keşke. Sedef… Sedef tüm bunlarda suçlu kişilerden biri olduğunu düşünüyordu. Buna inanıyor olması, kendisini tanımamış olması can yakıyordu. İlk kez bir kadın onu gerçekten can evinden vurmuştu. Hem kendisine aşık etmiş, hem de suçlu olduğuna inanmış ve tutuklanmasına ses çıkartmamıştı. Oysa kendisi de aldatılmış, Ayça ve gerçek ortaklarının tuzağına düşürülmüştü.

Söylenen isimlerden birini tanıyordu. Hiç tahmin etmeyeceği biriydi. Melda Berklay… Acaba Yiğit de işin içinde miydi? Öyle ise kızların başı dertte değil miydi? Ama onu görmüştü. Mine’nin kaçırıldığını duyduğu an yüzünde ve gözlerinde gördüğü acının gerçek olduğuna yemin edebilirdi. Ya o da kendisi gibi kandırılmışsa? Lanetler ile küfürleri birbirine karışarak boş nezarette biraz daha dolaştı. Oturmaktan uyuşmuştu. Neler olacağını bilmiyor, avukatının kiminle ne görüştüğünü öğrenmek için can atıyordu. Nezarete atılması bile çok onur kırıcıydı. Kendisini suçlu mu buluyorlardı?

*****

Yiğit’i çıkarttıkları katta gecenin o saatine göre çok fazla insan vardı.  Söğüt Holding ile ilgili olanların bir araya toplandığı, bir sürü avukatın uykulu yüzlerle ortalıkta dolandığı görülüyordu. Kendi avukatını aramalı mıydı? Önce neler olacağını beklemeye karar verdi. Korkacağı bir şey yoktu.

Şaban Bey, Yiğit’i görüp hemen yanına gelmişti. “Yiğit Bey, merhaba. Birazdan ifadenizi alacaklar. Dilerseniz avukatınızı çağırın, dilerseniz ben yanınızda olayım. Karar sizin.”
“Şaban Bey, benim korkacağım bir şey yok. Sizle girmekten şeref duyarım.”
“Tamam. Bakın, özel hayatınız ile ilgili çok sinir bozucu sorulara muhatap olacaksınız. Lütfen, hiçbir şeyi saklamadan açıkça konuşun. Olay sadece bizimle ilgili değil. Uluslar arası bir suç örgütünün peşindeler.”
“Biliyorum. Rahat olun, ne sorulursa sorulsun, yanıtlayacağım.”
Yiğit, bu kısa konuşmadan az önce duyduğu ismin, Melda Berklay’ın da bu çetenin bir üyesi olduğunu anlamıştı. Etrafına bakındı. Üç dört metre kadar ilerideki bekleme koltuklarından birinde oturuyordu. Yanında bir sivil, bir resmi polis vardı ve elleri kelepçeliydi! İçinde uyanan tiksintiyi bastırmaya çabaladı. Bu kadınla bir seneye yakın zaman geçirmişti. Kim bilir ağzından neler almıştı?

On dakika kadar sonra adının söylendiğini duydu. Yanında Şaban Sesver ile birlikte polislerin gösterdiği odaya doğru yürüdü. Melda’nın oturduğu koltuğun önünden geçerken bir an durdu, “Sen kimsin? Bizlerden ne istedin? Umarım hapiste çürürsün, pislik.”

Sadece baktı Melda. Yüzünde ifade yoktu ama gözlerinde gördüğü gerçek bir nefretti. Bunu beklemiyordu işte. Bu kadına neler söylediğini, eve hangi işleri getirdiğini, ortalıkta neleri bırakmış olacağını düşündü. Bazı akşamlar saatlerce çalıştığı oluyordu. Tüm evraklar masasında duruyordu. Lanet etti…

Polislerin yönlendirmesi ile üçüncü kata çıktılar, bekleme koltuklarında oturanların bakışları arasında emniyet müdürünün yanındaki odaya girdiler. İfadesine başvurulacak diye geldiği emniyette, zanlı sıfatı ile sorguya alınmıştı.
Jeyan, camın arkasında sorguyu izliyordu. Soruların büyük kısmını onlar hazırlamıştı. Dosya cinayet dosyası ile birleşecekti.   

Onlarca soru sorulmuştu. En çok da Melda Berklay ile ilgili sorular canını yakıyordu. Tüm bildiklerini, anımsadıklarını tek tek anlattı. Çin konsolosluğunda çalışıyordu. Bir yemekte arkadaşlarının arkadaşı sayesinde tanışmıştı. On ay kadar süren ilişkileri bitmiş, sessiz sedasız ayrılmışlardı. Bu süre içinde defalarca birbirlerinin evinde kalmışlar, çoğunlukla bu Yiğit’in evi olmuştu. Bor ile ilgili konuştuğunu anımsamıyordu. Teklifleri incelediğini, üstüne notlar yapıştırdığını ise çok net anımsıyordu. O notların kararlara etkisi fazlaydı ve bunu anlamak için onun bilgi sahibi olmasına ihtiyaç yoktu. Bilen birine iletmesi yeterliydi. Şu an onun bilgi edinip birilerine satmasından daha çok kendisine kızıyordu. Kandırılmıştı ve sevdiği insan onun yüzünden bu belaların içinde kalmıştı. Mine onu affetse bile o kendisini affedebilecek miydi? Endonezya gezisinde o odadan çıkmamış olsa hiçbirinin yaşanmayacağını bilmek çok büyük acı veriyordu.

Yeni bir soruya sıra gelmişti. Yanıtlarını verirken o ana kadar rahattı. Kendi suçlarını da anlıyor ve açıklıyordu. Bunlar ancak şirket için sorun olabilecek şeylerdi. Polisi ilgilendiren bir durum değildi. Fakat duyduğu son soru ile bir an nefessiz kaldı. İlk kez korku ile gözlerini açmıştı.

Patlayan araçla ilgili soruları aklı almıyordu. O patlayıcıyı aracın altına Melda koymuştu. O gün kendisinde kalan eşyalarını getirdiğini, dostça el sıkışıp ayrıldıklarını, bir kez daha görüşmediğini ve kendisini hiç aramadığını söylemişti.
Ardından gelen soru ikizlerin ne yapacağı konusunda ona bir şey söyleyip söylemediği olmuştu. Söylemişti. Kendisini aramış, eşyalarını getireceğini söylemiş, kızları görebilecek miyim diye sormuştu. Onlarla da vedalaşmak istediğini belirtmişti. Mine ile iş yemeğine gideceğini, kuaförden alacağını, o saatte Sedef’in şirkette olmadığını söylemişti. Arabanın kullanılmayacağını bilerek mi o arabaya koymuştu yoksa Mine’nin olduğunu mu sanmıştı? Polisler bu yanıtı Melda’dan alabilecekti.
Soruların kendisini suçladığını hissettiği an Şaban Beye dönüp soru dolu bakışlarla ondan bir yanıt bekledi. Yaşlı avukat rahat gözüküyordu, yine de sorguyu yapan polislere sesli olarak sordu. “Tutuklanacak mıyım? Masumiyetim anlaşılana kadar böyle bir şey söz konusu ise kendi avukatımı çağırayım.”
“Savcı karar verecek. O nedenle karar size kalmış. Tutukluluk olabilir.”
Olabilir!
Ülkede tutuklanmanın hüküm giymekle aynı şey olduğunun düşünüldüğünü biliyordu. O yüzden tutuklandığı an masum bile olsa şirketin itibarını düşünmek zorunda kalacak, istifasını verecekti. Masumdu. Bir şekilde bu ispatlanacaktı. Yine de kaybeden o olacaktı. Mine bir daha asla onu görmek istemezdi. Mine yine aklına düşmüştü. Uzun parmakları ile yüzünü bir süre sıkıntıyla ovaladı. Her an işler kötüye gidiyordu. Onun için önemli olan soruyu bu kez o sordu.
“Mine Söğüt hakkında bir bilgi var mı? Kurtarıldı mı?”
“Bilmiyoruz. O işin takibinde başka bir ekip var.”
“Sorsanız. En azından iyi olduğunu bilmek istiyorum.”
“Arkadaşlar sorar.”
Yanıt baştan savmaydı. Üstelemedi. Yeni sorularla bildiklerini söylemeye devam etti.

*****


Melda, Ayça ve Ayhan Özden çapraz sorgularında her şeyi itiraf etmişti. Ayhan Özden, Ayça’nın gerçek sevgilisiydi. Binnur Canel’e yaklaşması, onunla sevgili olması, kızları ile ilgili harekete geçmesi ve Ayça’nın eğitmenlik mesleği ile Fırat’a ulaşması, uzun yıllardır tanıdığı Melda ile bu kez Yiğit’e kadar ulaşan bir sac ayağı kurması… Hepsi Ayça’nın planıydı. Tek koldan sızmanın, bilgi almanın güçlüğünü bilecek kadar tecrübeliydi. Üç ayrı yol izlemek, bilgileri birleştirmek başarı oranını arttırıyordu.
Ayça’ya işi veren kişinin Ronald Craig olduğu kayıtlara geçmişti. Ayça Buldan ve Ayhan Özden’in sabıka dosyası kabarıktı. Sahte isimlerle defalarca dolandırıcılık yapmışlardı. İkisi de başından beri tek amaçlarının o arazinin satışını sağlamak olduğunu itiraf etmişti. Üç zanlı da Fırat ve Yiğit hakkında sorulan sorulara kaçamak ve tutarsız yanıtlar veriyordu. Amaçları suça ortak etmek olsa da polisler yeni sorularla yalanlarını yakalıyor, zanlılar bunun farkına çok geç varıyordu. En sonunda Ayhan Özden iki erkeğin de olaylarla hiç ilgilerinin olmadığını itiraf etmişti. Sıra cinayet dosyalarına gelmiş, içeri Mesut girmişti. Çok yorulmayacağını biliyordu.

Elinde yerel gazeteci Mithat’ın çektiği fotoğraflar vardı. Ayhan’ın adamı olduğunu fark ettikleri iki kişinin isimleri tespit edilmişti. Nazif Değirmenci’nin cinayetinin de aynı dosyaya eklendiğini, aracının mobeselerden İnegöl’e kadar takip edildiğini söylediklerinde kaçacak yeri kalmamıştı. Her şeyi tek tek anlattı. Kamyon şoförünün adını da vermiş, yurt dışına kaçmış olan adamın yurda geri dönünce yakalanması ya da kırmızı bülten ile aranmasını mümkün kılmıştı.


*****

Ayça, Ayhan’ın itiraflarından habersiz soruları yanıtlıyordu. Ayça’nın ısrarlı itirazları ile karşılaşan polis Fırat ile ilgili soruları sorarken yanıltmaya çalışmışlar, ilk bir iki soruda tuzağa düşmemişti. Ne zaman ki polis, “Mine’yi neden kaçırdınız?”
“Sedef’i kaçırdık!”
“Mine’yi kaçırdınız.”
“Hayır…O Mine sanılan Sedef…” O an sustu. Bir karışıklık vardı. Polis isimleri mi karıştırıyordu? Kim kimi niye kaçırdı sorularında aklı iyice karışmıştı. Zaten aynı sorulara en az üç kez yanıt vermişti. Bu işten Yiğit ve Fırat da sıyrılamayacaktı. Polisin gözlerinin içine baktı. Hiç hissetmediği ama öyleymiş gibi yaptığı bir güvenle, “Hiç fark etmez. Biz telefon açtığımızda Sedef’i istiyorduk. O telefon Sedef kimse ondaydı. Önemli olan ikizlerden birini kaçırmaktı. Hem zaten arkadaşı ona Mine diyormuş. Yani o Sedef…”
“Adamın da onun Mine olduğundan emin. Sana telefonda da Mine dışarı çıktı demiş, sen de onu kaçıracağınızı doğru kız olduğunu söylemişsin. Yani sen onun Sedef olduğunu düşünerek hareket etmedin mi?”
Ayça, isimlerle ilgili hatanın yeni bir hataya neden olduğunu anladığında taktik değiştirdi. Arkaya yaslanıp yüzüne kıskanç bir kadının hırçınlığını oturttu. Gözleri düşmanca bakıyordu. “Çünkü benim sevgilim, ondan hoşlanıyordu. Onu kaçırmamı istemedi ama beni aldatmayacaktı. Ben de ikisinden de intikam almak istedim.”
“Sadece kıskandığınız için mi Sedef Söğüt’ü kaçırdınız?” Kolundaki saate baktı. Gün aydınlanmak üzereydi. “Bugün o araziyi bir başkasına satacak olmalarının önemi yok muydu?”
“O Fırat’ın sorunu. Ben bu işte sadece piyonum. Hangi kardeşi kaçıracağıma o karar verdi ama ne yapalım, kızlar çok benziyor, karıştırmışım.”
“Siz şu an sevgilim dediğiniz Fırat Çetin’i müebbete mahkum ettirecek şeyler söylüyorsunuz.”
“Beni aldattı. Cinayetler planladı. Dolandırıcılık yaptı. Tek de değil. Yiğit Uçar denen o adamla ortaklar. Daha kaç kere söyleyeceğim.”
“Ortak olduklarına dair bir belge var mı elinizde?”
“Yok elbette. O kadar da aptal değildir Fırat. İşlerini belgesiz halletmiştir.” Sonra elindeki diğer belgeleri düşündü. Hepsini polise verip cezasının düşürülmesi için iyi hal maddelerinden yararlanmayı istiyordu. Sadece o ana kadar ne kadar çok kişinin başını derde sokacağını planlayacak vakte ihtiyacı vardı. Ama polisler ne bir dakika boş bırakıyor ne dinlenmesine izin veriyor, aralıksız soru soruyordu. Yeni bir cümle ile yeniden sorgu odasındaki sıkıcı, rahatsız ortama döndü.
“Bu yaptıklarınızdan pişmanlık duyar gibi değilsiniz.”
Ayça bozuk sinirlerinin önüne geçemediği bir kahkaha attı. “Pişmanım. Son ana kadar uğraştık. Lanet ikizleri defalarca kez tehdit ettik ve başaramadık. Bu saatten sonra başıma gelecekleri bilmemenin, kazanamamış olmanın pişmanlığını duyuyorum. O lanet adamların paralarını alamadım. Servet içinde yüzerken bir avuç toprağı satmamak için hayatlarını tehlikeye atan kardeşleri yenemedim. Hak ettiğim parayı almak yerine hapislerde çürüyeceğim. Ama mutluyum. O iki orospunun mutlu olmadığını bileceğim. İkisinin de sevdiği erkekler onları kandırdı. Belki tek kazancım bu ama dünyalara değişilmeyecek bir mutluluk.”
“Anlıyorum. Fırat bey size Sedef Söğüt hakkında ne anlattı?”
“Aptal olduğundan başka mı? Dedim ya bugüne kadar kendini ispatlama derdindeydi. Artık adını kullanırken mutlu olur. O bor madenlerini onlara yedirtmezler. Siz olayı çözdüğünüzü düşünüyorsunuz ama bence bu işin ardındaki insan asla vazgeçmeyecek!”
“O Uluslar arası suçlarla ilgili masaların bakacağı bir dosya olacak. Biz size geri dönelim.”
“Anlatacak başka bir şey yok. Dolandırıcılıktan ceza alacağız. Başka bir suçumuz yok.”
“Ayhan Özden ile birlikte yaptığınız dolandırıcılık değil mi? Peki, Necdet-Esra Söğüt’ün ölümü için ceza almayacak mısınız? Biraz fazla rahatsınız bu konuda.”
“Ayhan Özden mi? O sadece küçük işler yapar. Dolandırıcılığı bilmez bile. Ayrıca hem o kaza hem de başka hiçbir ölüme ben karışmadım. Ölümlerle hiçbir bağlantım yok.”
“O kadar kolay sıyrılamayacaksınız.”
“Ben o konuda masumum. Kazadan da arabada patlayan bombadan da benim haberim yoktu. Melda ile Yiğit birlikte yaptılar.”
“Melda’nın yaptığını nereden biliyorsunuz?”
“Tahmin.”
“Yiğit ile birlikte yaptığını nasıl düşündünüz?”
“Yiğit, o kızlardan kurtulmak istiyor. Şirketin hisseleri annelerine geçecek, kadın para harcamaktan anlıyor, satacak, Yiğit her şeyi yöneten tek söz sahibi kişi olacak.”
“Öyle mi? Yani Binnur Hanım da bir şekilde işin içinde.”
“Ayhan o kadını her şeye ikna edecek kadar başarı sağlamıştı. Yani bize öyle dedi. Anneleri para için yaşıyor.”
“Ayhan Özden, o kadının masum olduğunu, tek suçlarının birbirlerinden hoşlanmak olduğunu söyledi.”
“O yaşlı kadından mı?”
“Ayhan onun ruhunun diğer sevgilisinden daha genç olduğunu, son aylarının çok güzel ve aşk dolu geçtiğini söyledi.”
Polis, genç kadının bu cümle ile ilk kez sarsıldığını anladı. Yalan mı doğru mu söylediğini anlamak için gözünü polise dikmiş bakıyordu.
“Yalan söylüyor.”

1 yorum:

  1. Hahahahahha Ayça pislik çıktı tam 😂 neyse ya Ayça ve meldaya yazmıştım diye yazmayacağım😂😂😂😘

    YanıtlaSil