20 Nisan 2016 Çarşamba

KORKUTAN MİRAS 42. Bölüm

Suat bahçede bekliyordu kızları. Banu’yu kimseye aldırmadan öpüyor, sarılıyor, kısa bir an yüzüne bakıp yeniden sarılıyordu. Buzlar çoktan erimişti.

Binnur Hanım gelmiş, evin içinde dolaşıp duruyordu. Sedef’i gören kadın kollarını açarak, “Mine, kızım, yavrum neler oluyor? Sedef’i kim kaçırdı? Niye kaçırdı?” diye sorarken bir yandan ağlıyor, bir yandan da sarılıyordu. Sedef bu sarılmaya karşılık vermeyi aklından bile geçirmedi.
“Neden olduğunu bilmiyorum anne.” İsmi düzeltmemişti. Bu kadınla uğraşmak en son isteyeceği şeydi. Aylardır sürdürdüğü saçma davalardan sonuç alamadıkça magazin haberleri ile vurmaya çalışmış, o olmayınca yeni davalar aramıştı. Avukatlara harcadığı paraya acıyordu kızlar.

Sedef, gereksiz yakınlıktan kurtulduktan sonra Süheyla Hanıma ve yanındaki Melek’e döndü. “Kimse evi aradı mı? Fidye falan isteyen var mı?” Yanıt, kapıdan giren Ahmet’ten geldi. Hala telefonlar onların olduğu yerden eve bağlanıyordu.  
“Henüz kimse aramadı. Gazeteciler, arkadaşlarınız aradı ama kimse fidye ile ilgili aramadı.” 
Sedef ile birlikte gelen polis yanıtladı güvenlikçiyi. “Arayacaklardır. Telefonların ucunda kimse var mı?”
“Oğuz var, diğer güvenlik görevlisi”
 O esnada Ali ile Mert de içeri girmişti. Binnur, daha iyi tanıdığı Mert’in üstüne
yürüyerek bağırmaya başlamıştı. “Siz ne işe yararsınız? Kızımı burnunuzun ucundan kaçırdılar, ruhunuz bile duymadı. Kaç para aldınız? Sedef’i kime sattınız? Necdet de sizin yüzünüzden öldü. Kimin adamısınız?”
Mert, önce Sedef’e baktı, orada gördüğü onaydan sonra yüzünde rahatladığını belli eden ifade ile kadına döndü. “Binnur Hanım, hangi kızınızın kaçırıldı?”
“Ne diyorsun sen? Sedef tabii!”
“Emin misiniz?”
“E…emin…eminim.”
“Belli.” Yüzünde acımasız bir ifade ile kadına baktı. ”Binnur Hanım, kızlarınızı tanıyabildiğinizden emin olduğunuzda bizi onları koruyamamakla suçlarsınız. Şu an sizden daha önemli işlerimiz var.”
Mert, Sedef ile konuşmak için yanına doğru yürürken arkasında sinirden al al olmuş boynunu ovalayan Binnur bırakmıştı.
Mert, Sedef’e sadece “Rahat olun, sorun yok.” diyecek kadar vakit bulmuştu.  
Tam o an kapının çaldığını duydular. Herkes o tarafa hamle yapsa da ilk açan polislerden biri oldu. Önden Fırat girdi, kapı kapanmadan Yiğit gözüktü.  
Fırat, kimseye aldırmadan Sedef’e sarıldı. “Kurtaracaklar bir tanem, emin ol ona bir şey olmadan kurtaracaklar.” Sesinde Sedef’i görmenin rahatlığı, sevdiğini rahatlatmanın telaşı seziliyordu.

Sedef, her zaman huzur bulduğu, şu an ise büyük destek veren kolların arasında fısıldadı. “Ben de buna inanıyorum. Yoksa ayakta durabileceğimi sanmıyorum. Sen nereden öğrendin?” 
“Dışarısı gazeteci kaynıyor. Polisler de kapının önünde onları uzaklaştırmaya uğraşıyor. Bana da Oğuz anlattı.”Fırat, biraz aklı dağılsın diye çenesi kaldırıp duman rengi gözlere baktı uzun uzun. “Tatlım, bir daha bensiz dışarı çıkmayacaksın.” Şaka yapmaya çabalamıştı ama başaramayacağını anlayınca yine ciddileşti. “Böyle bir korkuyu bir daha yaşamak istemiyorum.” 
“Düşünürüm.” 

Onlar konuşurken Yiğit de polislere sorular soruyordu. Aldığı yanıtlar herkese söylenendi. Renginin beyaz olması sesinin titremesi… Hatta elleri de titriyor, istemsizce ovuşturup duruyordu. Sedef ona bakıp tüm bu gördüklerinin gerçek olmasını ne kadar çok istediğini anladı. Yiğit, kötü tarafın kötü adamı olmamalıydı… Kendisine bakan Sedef’e doğru yürürken Fırat da ikisi için içecek bir şeyler almaya gitmişti.

“Kurtaracaklarını söylüyorlar.” Sedef, korku dolu gözlere baktığında orada sadece samimiyet gördüğüne yemin edebilirdi. Gerçek bir korku ve büyük bir aşk…
Yiğit ikisinin duyacağı kadar bir sesle, “Ne zaman? Ne zaman kurtaracaklar? Şimdiden üç saate yakın zaman geçti. Sedef, bunlar kim? Neler oluyor? Bu kadar olay rastlantı olamaz. Sizi de mi tehdit mi ediyorlar? Mine’yi neden kaçırdılar?” 

Her şeyi söylemeyi çok istiyordu. İçinde hissettiğini kelimelerine de dökmek istiyordu. Fakat polis son ana kadar çizgiyi bozmamaları gerektiği konusunda baskı yapmıştı. “Yok öyle bir şey. Sanırım gerçekten bize kızgın biri var.” Yalanlarla devam etmemek için gerçek olanları konuşmaya başladı.  “Polisler, kaçıran araçtan yola çıkarak onu kolayca bulacaklarını söylüyorlar. Şu mobeseler var ya, onları takip etmek artık kolaymış. Umarım araç değiştirmezler.” Son cümlesi en büyük korkusuydu. Ya izini kaybederlerse?

Yiğit ilk cümlelerden sonra sanki rahatlamış gibiydi ama araç değiştirme ihtimalini duyar duymaz yine rengi attı. “Aman Allahım. Ona bir şey olursa… Onun kılına zarar gelirse…” Gözleri mi dolmuştu? Gerçekten Yiğit’in gözleri dolmuştu. Bakışlarını kaçırmaya uğraşıyordu. En sonun da başını öne eğip bir süre öyle kaldı.  
“Yiğit? Sizi de mi tehdit ediyorlar derken, ne demek istedin?” 
“Baban bir zamanlar tehdit mektupları almıştı. Sonra arkası kesilmişti ama bana dikkatli olmamı söylemişti.”
“Sen babamla bunu ne zaman konuştun?”
“Bir sene falan oldu. Hatta şu kaza olunca, korktum ama polis de kaza deyince o tehditlerin o döneme ait olduğunu düşündüm. Şu örümcek olayından sonra beni de sorguya çağırdıklarında polise bunu anlatmıştım.”
Sedef, şaşkınlıkla dinliyordu. Yanılmıştı. Yanılmasına izin verilmişti. Yine de bu akşam, böyle bir ortamda itiraf edemeyeceği bir şeydi.
“Sedef, eğer ona bir şey olursa…” Sedef’in soru dolu bakışlarına takıldı. Ona söylemek kolaydı. Zaten daha öncede konuştuğu için bu sadece teyit etmekti. Yine de rahatlatacak ve beklerken mutlu edecekti. “Onu seviyorum. İlk tanıştığımız günden beri onu seviyorum ve bunu belki benden bile önce fark eden iki kişiden biri sensin.” Derin bir nefes alıp devam etti. “Olmaz sandım, o patron ben çalışanken mutlu olamayız sandım. Kendimi böyle bir durumda bırakamam, benden nefret etmesine neden olacak bir hayata başlayamam sandım. Ama onsuz yaşamıyor gibiyim. Biliyor musun, bir ara başka şirkete gitmeyi bile düşündüm. Tamamen uzaklaşamazdım sizlerden ama aynı binada, aynı katta çalışmak çok zor geliyordu.”
“Ya Melda?”
“Kaçıştı. Araya mesafeler koyarsam, hayatımda biri olursa daha tahammül edilir bir yaşam olur dedim. Ayıp ettim. Sidney dönüşü konuştum. En son da sizin… senin arabaya patlayıcı konduğu gün gördüm, biliyorsun. Bir iki küçük eşyam kalmış, onları getirmişti. O günden beri aklıma bile gelmiyor.”
Sedef, videolarda elinde poşet gördüğünü anımsamıştı. O günle ilgili aklına takılıyordu hep o poşetler. Fakat o an daha önemli bir soru vardı.
“Diğeri kim?”
“Efendim?”
“Benden başka anlayan bir kişi daha var diyordun. Kimdi o?”
“Baban.” 
“Ne?” İşte bunu hiç beklemiyordu. Melda diyeceğini sanmıştı.
Yiğit, omzunu silkerek devam etti. “Necdet Bey onu sevdiğimi biliyordu.” 
“Bunu sana söyledi mi yoksa sen mi tahmin ediyordun?” 
“Elbette, sen kızıma aşıksın demedi ama bir gün, ‘Bana bir şey olursa tek içimi rahatlatan şey, kızlarımı benim kadar seven erkeklere emanet edeceğimi düşünürdüm hep. Neyse ki biri için artık üzülmüyorum’ demişti. O sırada Fırat ortada olmadığına göre, üstüme alınmamdan doğal bir şey yok.” 
“Haklısın. İnsanları anlama konusunda üstün meziyetleri vardı. Sanırım bana pek bulaşmamış bu.”  
Yiğit ne demek istediğini anlamadan baktı genç kadına. Sedef, Yiğit konusunda içinin gerçekten rahatladığını hissediyordu. Kardeşine aşıktı ve ona zarar verecek bir şeyi asla yapmazdı. Belki bilmeden ama asla bilerek değil… Tüm bunlar bittiğinde özür dileyecek, bir gün affetmesini umacaktı.

Fırat yanlarına gelmişti. Yiğit için de bir kadeh hazırlamıştı. Minik tepsideki içkileri dağıttıktan sonra Sedef’in beline sarılıp kendine çekti. “Ne fısıldaşıyorsunuz? Yoksa bu adam nihayet konuşmaya mı karar vermiş? Kaybetme korkusunun ne olduğunu şu son saatlerde öğrenmiş biri olarak, seni anlıyorum.” Yiğit’e kadeh kaldırmıştı.

Sedef, başını omzuna yaslayıp yanıtladı. “Evet konuşuyor. Fakat yanlış kişiye. Mine dönünce belki onunla da konuşur. Yiğit? Bu kez kaçmayacaksın değil mi?”
“Hayır. Ben kaçmayacağım, onun kaçmasına da izin vermeyeceğim.”

*****

Mesut ve Hasan kızların evine geldiğinde herkesin ayakta olacağını biliyorlardı.

“Sedef Hanım?”
“Gelin Mesut Bey. Evet, Sedef benim. TV ye özellikle düzeltme vermiyoruz.”
“Jeyan amirim söyledi. Biz kaçırılma ile ilgili gelmedik. O işe başka bir masa bakıyor. Biz… isterseniz oturun.”
“Ne oldu?” Mine ile ilgili bir şey olmadığını anlamamış olsa şu an panikten bayılması işten bile değildi.
“Korkulacak bir şey yok. Sadece bazı şeyleri yine anımsatacağım için oturmanızı tavsiye ettim. Nazif Değirmenci! Anımsıyor musunuz?”

İsmi duyan Mert, Ali ve Ahmet hemen memurun yanında bitmişti. Hepsi birden evet deyince Mesut,kaldığı yerden devam etti.
“İnegöl yakınlarında boş arazide cesedi bulundu. Cebinden intihar mektubu çıkmış. Onu takip edip, konuşturup babanız ve siz hakkında bilgi alan biri yüzünden çok vicdan azabı çekiyormuş. Sizlerden birine bir şey olacağını anlayınca daha fazla dayanamamış.”
İlk sözü Mert aldı. “İnandınız mı?”
“Siz olsanız inanır mısınız? Biz olayı cinayet masasına aldık bile. Bir elinin bileğinde bağlanmış olduğunu gösteren ip izleri var.”
“İnegöl ile ne alakası var?”
“Şu ana kadar onu İnegöl’e bağlayan bir şey bulamadık. Cesedin bulunduğu yere iki yüz metre uzaklıkta bir hurdalık varmış. Bize bir şey mi demek istiyor, onu anlamak için yarın çevrede araştırma yaptıracağız.”
Ali hemen sordu. “Kamyonu orada bulur muyuz? Biz de yardımcı olacak bir ekip gönderelim mi?”
“Çok büyük bir hurdalıksa yardım isteriz. Sonuçta küçük değil koca kamyon arayacağız.”
“Bütün halde duruyorsa!”
“Doğru. Parçalanmış olabilir.”
“Bir önemi var mı artık?” Sedef yüzünde hafif bir tebessümle sormuştu. Fırat elini bir an bile bırakmamıştı.
Mesut tam planlar ile ilgili bir şeyler söyleyecekken sustu. Yiğit Uçar ve Fırat Çetin onlar için hala şüpheliydi. Çeteye haber uçurma ihtimallerini göz önünde bulundurmalıydı. “Bizim için önemli.” demekle yetindi.


  
*****  
  
Mine, karanlık minibüsün içinde bir saatten fazla bir süredir yerde ve gidiş yönünün tersine oturmuş şekilde yol alıyordu. Bir süredir midesi bulanıyordu. Hiçbir araç rahatsız etmezdi. Fakat ters gidiyor olmak ile yaşadığı stres birleşince midesi isyan etmiş olmalıydı. Tabii bir de çerezden başka bir şey girmemiş mideye indirdiği alkolü suçlayabilirdi. Yolun kısa sürede biteceğini düşünüp kimseye belli etmemeye çabalamıştı. Güçlü ve sağlam görünmeliydi. Bulantı artınca tepkilerini önemsemeyi bir kenara bıraktı.  
“Biraz daha ters yol alırsam kendimi tutamayacağım.” 
“Az kaldı.” 
Bu bir kadın sesiydi. Şaşırmıştı. Araçta kadın olduğunu hiç düşünmemişti. İçeride ağır bir koku vardı. Galiba sırf bu yüzden herkesi erkek olarak düşünmüştü. Ön koltuktan gelen sese bir yüz oturtmaya çalıştı. Sesinde tanıdık bir tını yakaladığından emindi. Sanki bir vurgu gibi ama çok belirgin değildi. O kadar alçak sesle konuşmuştu ki emin olamıyordu. Yeniden konuşması için o da biraz içinde bulunduğu durumu abarttı. “Az kalmış olmasını…” Hafif bir öğürtü hissi ile sustu. Derin bir nefes alıp “…mideme anlatın.” dedi.

Aynı kadın arkadaki adamlardan birine, biraz daha yüksek sesle “Çevirin, kusmuk kokusuyla yol alamayız. Dikkat edin dışarıyı görmesin. Kimsenin yanında gözlerini bağlayacak bir şey olmamasına inanamıyorum.” dedi.

Yine tam çıkartamamıştı sesi. Kesinlikle tanıyordu. Fakat ağzına bir şey koymuş da öyle konuşuyor gibi çıkıyordu ses. Kendisini bu kadar gizlemeye çalışması, gittikleri yerde onu görmeyeceği anlamına mı geliyordu? Göz bağlayacak bir şeyin yanlarında olmaması, film sahnesi olsa güldürürdü kendisini. Şimdi ise bunu koz olarak kullanmalı, belki kaçmak için etrafını görebilecek olmanın lüksünü yaşamalıydı. Sakin durması ve bu hazırlıksız ekibin hata yapmasını beklemeliydi.

Jeyan onları basit kurallarla hazırlamıştı aslında. Bomba ile devam etmeyeceklerini tahmin ettiğini, uzaktan silahlı saldırının olabilmesi için zamana ve düzenli kullandıkları yerlere ihtiyaçları vardı. O yüzden iki haftadır keskin nişancı iki ekip tutmuşlar, binaların çatılarında gözlem yaptırıyorlardı. Mine bu iş bittiğinde güvenlik şirketi kurmayı ciddi ciddi düşünmeye başladı. Ödedikleri paralarla bir sürü yatırım yapabilirlerdi. En çok üzerinde durulan konu sakin olunmasıydı. Sakin olup açık yakalamak, bilgi edinmeye çalışmak ve mümkün olduğunca yavaş hareket etmek… İşte bu üç şeyi şu an yapmaya çalışıyordu. Mutlaka peşine düşmüşlerdi.

Yüzü artık gidiş yönüne dönmüştü. Mide bulantısı ile ilgili abartılı tepkileri en azından daha rahat etmesini sağlamıştı. Tüm amacının bulantı geçirmek olduğuna inanmaları için başını kaldırmıyor, koltuğun sırt kısmını izliyordu. Meraktan ölüyordu oysa ki. Nereye götürüyorlardı? Polisler onları takip edebiliyor muydu? Kardeşi ne durumdaydı? Ya arkadaşları? Zamanında yetişip kurtarabilecekler miydi? Hepsinden önemlisi hayatta kalabilecek miydi? Tüm merakına rağmen sessizce oturdu ve dümdüz karşıya baktı. Koltuğun derisini inceler gibiydi.

Ne kadar zamandır yol aldıklarını düşündü. bulamayınca saati sordu. "Randevuna mı geciktin?" diyen sesin yabancı aksanı belirgindi.  
"Uyku saatim geçmesin, diye sordum." derken bir yandan dalga geçiyor bir yandan da korkmadığını düşünmelerini istiyordu. Oysa korkuyordu. Onlar plansız hareket ederken poliste plansız yakalanmış olabilir miydi? Bu düşünceden hoşlanmadı. İlk plan yapıldığı günden beri hazırlıklıydılar. Artık sonuna geliyorlardı.   

"Kardeşin de korkmuyordu. Bak ne oldu? Artık onun keyfini beklemeyeceğiz. Seni kurtarmak için mutlaka satışa onay verecek. İkiniz de imzaladığınızda biz de seni serbest bırakacağız." 
"Onu nasıl ikna edeceksiniz? Beni öldürerek mi?” 
“Aslında ikiniz de ölmeliydiniz. Şu an anneniz çoktan arazileri satmış parasını yiyor olurdu.” 
Mine annesinin de olayların içinde olma ihtimalini düşünmek istememişti. Midesine saplanan acı ile sesini kesti. Ne diyecekti? Annem yapmaz mı? Yapabileceğini biliyordu. Para için her şey yapabilecek biriydi o. Duymuş muydu kaçırıldığını? Ne hissetmişti? Bunları planlayanlarla işbirliği içindeyse mutlu bile olabilirdi.

Araba yavaşlayınca geldiklerini düşündü. Oysa bir benzinliğe girmişlerdi ve yanındaki adamlar sağlı sollu kafasına silah dayayıp ağzını da elleriyle kapatmışlardı. Leş gibi sigara kokan eli ısırmak istedi. Kendisini zorla tutup benzinlikte bir yazı görmek için bakmaya çalıştı. Hava karanlık, yanındaki adamlar da çok iriydi. Camlardan görebildiği sadece benzincinin firma adıydı. İşe yaramayacağını anlayınca ağzına kapanan elin biraz uzaklaşması için başını eğdi.  
“Tamam bağırmayacağım elini çek.” diyordu ki adam biraz daha bastırdı pis elini. Bu kez gerçekten midesi bulanmaya başlamıştı. Elindeki pis kokuya dayanamayıp gerçek bir öğürme ile hareketlendi. El hemen çekilmişti.
“Ne hassas miden varmış!”
“Keşke elini yıkamayı deneseydin!”
“Kapa çeneni.”
Beş dakika kadar sonra araç hareket etti. Nihayet adamlar da biraz uzaklaşmıştı.  

Araç kötü bir yola girince herkes oturduğu yerde hoplayıp zıplamaya başladı.  
Mine hiç sesini çıkartmadan oturuyordu. Bir süre sonra sallantıdan uykusu gelmiş gibi yaptı ve başını dizlerine dayayıp nefesini aralıklı hale getirdi. Bir beş dakika daha geçince adamlar uyuduğundan emin olup kendi aralarında konuşmaya başladılar.  
  
“Mine anlar artık bizim ne kadar ciddi olduğumuzu. Tüm planlarımız bu iki çelimsiz kız yüzünden defalarca bozuldu. Hale bak, kız burada rahat rahat uyuyor. Bu diğer kardeşten daha saf.” 
“O kadar emin olma. Bunların inadı artık bizim hayatımızla direkt bağlantılı. Siz iş sonuçlanmayınca bizi yaşatacaklarını sanıyor musunuz? Birimizin konuşma ihtimaline karşılık hepimizi temizlerler.” Böyle bir şey duymamıştı ama bu tarz adamların arkada iz bırakmayacağını bilecek kadar kitap okumuş, film izlemişti. Lanet para yüzünden girdiği işler hayatını tehdit etmeye başlayınca pişmanlığı artmıştı. Son konuşmanın ardından yaptığı planın artık Amerika ile bağlantısı yoktu. Bu tamamen onun planıydı. Onun ve sevgilisinin! Bu kez başarılı olacaklardı. Kendi yöntemleri, kendi adamları ile…

Araçta bulunan biri şoför üç kişiyi işin ardından öldürecekler ve kızı orada bırakıp kaçacaklardı. Her şey planladıkları saatlere uyuyordu. Şimdi sırada ikizi aramak, imzalanacak evrak işini halletmek vardı. Genç kadın iki koltuk arasında yerde oturan ve başını dizlerine dayamış şekilde uyuyan Sedef Söğüt’e baktı. Servetlerinin büyüklüğü karşısında şaşkınlığını gizleyemediği ilk günleri düşündü. Muhteşem rakamlar havada uçuşuyor, en büyük lüksleri olarak tekne ile trafiğe girmeden karşıya geçişleri ve garajlardaki çeşitli arabalar ile yalıyı söyleyebiliyorlardı. Bir senede tatil olarak iki kez üç günlük kaçamak yapabilmişlerdi. Kendisi yılda bir ay tatil yapacak kadar zengindi. Ne mücevherler ile haber oluyorlar, ne magazine düşüyorlardı. Ekonomi sayfalarında ise sık sık isimleri geçiyordu.  Kadın yanındaki şoförle muhabbet etmeye başlamıştı. “Parayı harcamayı bilmeyene veriyor ya, gerçekten Allah’ın adaleti yok. Şu satış yapılsın, paramızı alalım da şunlardan daha iyi yaşamaya başlayalım. İlk işim pırlanta bir set almak olacak.”

“Niye yemiyorlar o kadar parayı? Cimriler mi?”
“Devamlı iş kuruyorlar, yeni şirketler alıyorlar. Anlayacağın yemeye doyamayacakları kadar para varken daha çok kazanmaya bakıyorlar.”
“Varyemezler desene.”
“Onlar yemeyecek diye ben canımdan olmayacağım. Artık sadece onun canı tehlikede. Bu gece ikisi de gerekli imzaları atacak. O evrakların imzalı halini faksladığımızda bizler de paramıza kavuşacağız. Yarın zengin uyanacağız.” Son cümlelerini söylerken başını arkaya çevirmiş olmalıydı ki hem ses daha netleşmiş hem de yükselmişti.

En arkada hiç sesini çıkartmadan oturan biri olduğunu oturuşunu değiştirirlerken görmüştü. Karanlıkta kadın mı erkek mi onu bile anlamamıştı. Sadece iri birini fark edebilmişti. İşte o arkada oturan her kimse önde oturan kadın ona dönmüş olmalıydı. Bu sayede Mine, sesi tanımıştı.

Kadının sesini tanıdığı an ciğerlerindeki tüm havayı tükettiğini hissetti. Nefes alamıyordu. Burunlarının dibindeydi. Aylarca birlikte çalışmışlar, bir sürü şeyi konuşmuşlardı. Ortağı kimdi? Ortağı ve sevgilisi… O yoksa? Mine, ses çıkartmamak için kendisini zorluyordu. Olamaz diyordu, bunu yapmış olamazlar…

Mine, daha fazla uyuyor numarası yapmamak için bir sarsıntı bekledi ve fırsat çıkar çıkmaz da uyanmış gibi yaptı. Etrafına sözde şaşkınlıkla baktı.  
"Off, rüya sanmıştım." dediğinde etrafındakiler gülüştüler.  
"Benzinciye uğramamız mümkün mü?" 
"Benzinimiz var." 
"Benzin alalım demedim. Uğrayalım dedim." 
"Niye?" diyen yanındaki erkeklerden biriydi. Önde oturan kadın durumu anlamış gibi, "Tamam ilk benzinciye gireriz." dedi.  
Üç dört dakika kadar sonra bir benzinciye giriyorlardı.  
"Ellerimi çözer misiniz?" diye yanındaki az önce gülen adama döndü. Adam sorar gibi öndeki kadına bakınca, kimin lider olduğu daha netleşmişti. "Çöz."

Adam,  Mine'ye dönüp, "Bağırmayacak, kaçmaya çalışmayacaksın, birlikte gideceğiz." Sonra yine Mine'ye bakıp, "Anlaşılmayan bir şey var mı?" diye sordu.  
"Anladım, merak etmeyin. Sesimi çıkartmayacağım. Hem zaten nereye kaçacağım?" 
"Umarım bunu denemeye bile kalkmazsın." 

Ellerini bağladıkları plastik kelepçeyi kesip attılar. Bileklerinin kızardığını karanlıkta bile anlayabiliyordu. Söylenmek yerine asil bir şekilde oturduğu yerden kalktı. Koltuğun arasındaki pis boşluğun üzerine bulaşan çöplerini yine zarif bir el hareketi ile temizlemişti. Adamlar onun bu haline gülerken öndeki kadın kapüşonu düzeltip gözüne de gece karanlığına rağmen bir güneş gözlüğü taktı. Mine, onun kendisini bu kadar saklamasına güldü. Adamların ikisinin de yüzünü rahatlıkla tarif edebileceğini düşünürken, kendisini öldürmeyi planladıkları için saklanmadıkları fikrine varmıştı. Ama kadının bu kadar saklanma çabası aklını karıştırıyordu.  
Elinde beyaz bir şey vardı. Mendil olduğunu kendi sesini boğmak için ağzına bastırınca anladı. Az önce de böyle konuşmuş olmalıydı. Oysa uyuduğunu sanırken gayet rahattı.

"Tamam, şimdi birlikte yürüyeceğiz, sakın bağırmaya kalkışma. Silah sırtında ve her an tetiği çekebilirim. Susturucusu sayesinde kimsenin ruhu duymadan seni araca tıkar ve götürürüm." 
"Beni öldürmeye niyetiniz yok. O yüzden şu an delilik yapmak yerine sizlerle iş birliği yapacağım." 
"Akıllısın." 
"Teşekkür ederim." derken bu yanıtın kadını kızdıracağını biliyordu. Öyle de oldu ve sırtındaki namlu ile biraz dürtüldüğünü fark etti.  
Araçtan tuvaletlerin olduğu yere kadar en çok on-on iki adımlık bir mesafe vardı. Yere oturmaktan bacaklarının uyuştuğunu fark eden Mine bunu da kullanmak istedi.  
"Çıkınca biraz yürüyelim mi? Bacaklarım çok karıncalanıyor. Sanırım yerde oturduğum için uyuşmuşlar." 
"Bu kadar narin birinin bu kadar inat çıkmasını kabul etmek çok zor. " 
"Evet, biraz inatçıyız. Sanırım sizleri de o yüzden kızdırdık." 
"İmzayı attığın an tüm kızgınlıklarımızı unutacağız." 
"Elbette. Sen bu işten ne kazanacaksın? Komisyon mu alıyorsun?" 
"Ne demeye çalışıyorsun? Komisyon miktarını verip kendi tarafına mı çekeceksin beni?" 
"Vay, ticaret zekasına sahip birisin." 
"Parama bakıyorum diyelim." 
"Peki, sana böyle bir teklifle gelsem şartlarımız değişir mi?" 
"Hayır. Ben bu işi komisyon için yapmıyorum. Çok daha büyük kazançlarım olacak." 
"Şansımı denedim, Ayça!" 
"Sen..." 
"Tuvalete gireyim de sonra konuşalım. Ya da hatta buradan bile konuşabiliriz. Böylece şu küçük camlardan kaçmaya çalışmayacağımı anlarsın." 

Mine, tuvalete girdiğinde iki kapı olduğunu görmüştü. Ayça, diğer tuvalet kapısını kontrol etmiş ve kimse olmadığını anlayınca hiç bir yere değmeden beklemeye başlamıştı. Mine önce sifonu çekmişti. Tuvaletini yaparken dışarıya ses çıkmasını böylece önlemişti. Ayça dışarıda sinirinden kendi kendini yiyordu. Kaçırdığı birinin hala bu kadar basit şeylere önem vermesi sinir bozucuydu. Bunları yılların alışkanlığı ile mi yapıyordu yoksa korkmuyor muydu? Tamam iki kardeş de çok akıllıydı ama eninde sonunda kadındılar ve korkmaları gerekiyordu.  

Mine, "Ayça, beni kaçırmakla neden uğraştınız? Şu bomba olayından sonra zaten imzalamaya çok yaklaşmıştık. Kardeşim, başkasına satalım diye ısrar ediyordu. Yeni bir isimle siz de alıcı olabilirdiniz. Siz o ara yavaş hareket edince sevgili ikizim hemen bir plan yaptı ve yarınki satışı ayarladı. Ben buradayken o satış da zor ama yine de belli olmaz. Ah ama tabii sen bilmiyorsun, sizin tüm şirket bilgilerinize ulaştık. Hepsine. Belki senin bile bilmediğin şirketlere. Yani senin o Amerika’daki patronunun kim olduğunu biz ve polis, tabii savcılık ve uluslar arası hukukta daha kimler bilmeliyse, hepsi biliyor. Sadece sizleri yakalamak istiyorlardı."
“Blöf yapıyorsun!”
“Tabii, tabii. Neydi adı Ronald mı? Ah tabii onun da patronu var. David miydi o da?”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder