Her hafta kötü bir olay ile yaşamaya çabalıyoruz.
Bu kötü günlerin de sonu gelecek. Hepimiz, bir sperm ile bir yumurtadan can bulduğumuzu, ana karnı olmadan dünyaya gelemediğimizi, aynı renk gözyaşı ile ağladığımızı, aynı seslerle güldüğümüzü, nefes almaz, yemez, içmezsek yaşayamayacağımızı bildiğimiz gibi, doğacağımız coğrafyayı, o coğrafyanın dinini, dilini, ırkını seçemediğimizi de biliyoruz.
Hepimizin seçebileceği tek şey var... insan olmak...
Doğmak ile insan olunmadığını acı şekilde öğretenler yüzünden çektiğimiz acıların son bulması dileğimle...
*****
Mert, Sergen’in
verdiği bilgilere bakıyordu. Bir şey anlamamıştı. Bazı bağlantıları o bile
kurabiliyor yine de tam olarak çözemiyordu.
Sedef’i
hala yara izinin kırmızılığından ayırt edebiliyordu. Teknede kendisini göreceği
bir yerde durup sadece onun baktığı bir anı kolladı. Üst cebine vurarak anlaştıkları
gibi dosyanın hazır olduğunu belli etti. Genç kız bir an baktı, sonra
kardeşinin lafını bitirmesini bekleyip tuvalete gideceğini söyledi. Kamaraya
doğru hareket etmeden önce Mert’in içeri girmesini beklemişti.
“Sedef
Hanım, son bilgiler geldi. Şöyle bir bakınca bile bir tuhaflık olduğu
anlaşılıyor. En az üç firma aynı kişiye ait.”
“Bu çok
şaşılacak bir şey değil. Önemli olan o arkadaki kişi kim?”
Belleği
uzatırken gülümsedi Mert Suyabatmaz. “O kısmı siz anlarsınız diye umuyorum.”
“Bulacağım.
Çok teşekkürler. Arkadaşına teşekkürlerimi ilet.” Üç haftalık çalışmanın
karşılığı olan tutarı Mert’e vermişti. Bir zarf daha uzattı. “İlki çalışmasının
bedeli. İkincisi sadece teşekkür için.”
“Almaz.”
“Alsın,
ne yaparsa yapsın. O Söğüt holding için yaptıklarının değerini bilemez.”
“Sizi
bilmeyen mi var?”
“Ah Mert,
bazen ne kadar maddiyatçı düşünüyorsun. Ben holdingin manevi değerini kast
ettim. Kimse benim ailemle uğraşıp sonra da yara almadan sıyrılamaz.” Sedef,
cümle dudaklarından döküldüğü an irkildi. Bunu gerçekten hissederek söylemişti.
Mert ise genç kadına şaşkınlıkla bakıyordu. Bu naif kızları böyle görmek, bu
sözleri duymak çok şaşırtıcıydı.
“Sedef
hanım, sizler babanızın emanetisiniz. Sizi korumak benim en öncelikli görevim.
Olur da bir şeyler öğrenirseniz lütfen benimle paylaşın. Ben ne yapılması
gerektiğini söylerim size.”
“İçin
rahat olsun. Zaten tek başıma asla hareket edemem. Mert, Mine’nin bir şekilde
tehdit edildiğinden eminim. Bu oyunların, yer değiştirme çabasının ardında
korku var. Onu korkutanların bor madenlerinin peşindekiler olduğu da aşikar ve
eminim bu dosyadaki tüm izler bizi onlara götürecek.” Son tartışmalarındaki
tavırları onu bu kadar emin konuşturuyordu. İlk günden beri şüphelendiği şeyler
artık elle tutulur şekle bürünmüştü. Mert’in kulağına doğru konuşmaya devam
etti. “Şu çiçekler uyarı amaçlı. Bize silah doğrultmuyor, çiçek yolluyorlar.
Eminim mektup, mail ya da telefonla da tehdit ediliyordur. Telefonlarımız ve
e-postalarımız özel görüşme, yazışmaları da içeriyor, mesleki bilgileri de.
E-posta geliyorsa mutlaka siliyordur. Bilgisayarlarımızdakileri herkes
okuyabilir. Büyük ihtimalle telefon ile arıyorlar, öyle irtibat kuruyorlar. Telefonlar
için ne yapmak lazım?”
“Aranan
numaraların dökümünü almak kolay ama arayanları savcılık
aracılığı ile öğreniriz.”
“Neden?”
“Size ait olmayan bir telefonun dökümünü ancak böyle alabilirsiniz.”
Sedef ilk kez gülümsedi. “Mert, uyanamadın sanırım. Çantamda taşıdığım
kimlik, Mine Sögüt’e ait.”
“Sedef Hanım, emekli olmaya karar verirseniz birlikte şirket kuralım.
Benden çok daha hızlı ve detaylı düşünüyorsunuz.”
“Güzel teklif, aç kalmayız. Evet, hızlı düşünüyorum, çünkü dünden beri
aklımda bu konu.”
“Hile yaptınız yani?” Gülüyordu Mert. Uzun zaman sonra gerçekten gülüyordu.
“Bizimle oynayanlar da hile yapıyor. Bizim de öğrenmemiz lazım. Ben
başladım bile. En kısa sürede dökümleri isteyeceğim. Dosyadaki bilgileri de
kontrol edeceğim. Asıl önemli kısmı Mine’yi artık itirafa zorlamam.”
“Uğraşmayın. O bunları yaptığımızı bilmediği sürece adamlarla irtibatı
devam edecek. Biz de bu sürede hızlı bir adım atacağız ve onları yakalamak için
yeni bilgiler edineceğiz.”
“İşte bu da senin neden bunca yıldır babamla çalıştığını gösteriyor. Ben
asla böyle düşünmezdim olayları. Tamam, konuşmuyor ve şimdilik oyuna devam
ediyorum. Seninle ilgili de bir yol bulalım, her zaman yara izini
göremeyebilirsin. Ben sana göz kırpacağım. Anlaştık mı?”
Mert, gülümseyerek baktı genç kıza. “Karım görmesin, asla anlatamam neden
böyle yaptığınızı.”
Sedef de tüm olumsuzluklara rağmen minik bir kahkaha attı. “Ben konuşurum,
Asiye ile. O beni bilir.”
*****
Aynı gün öğleden sonra yine hastanedeydiler. Hümeyra Hanım, solunum
cihazlarının kapatılmasına onay vermişti. Suat, Mine’ye haber verdi. İkizler, kalan
programlarını iptal edip hemen hastaneye gitti.
Bu kez vedalaşma daha uzun sürdü. İlk önce Suat girmişti yanına. Ona uzun
uzun yaptıklarını, yapacaklarını, Banu’yu anlatmış, dertleşmiş ve alnını öperek
veda etmişti.
Sedef ile Mine birlikte girmişti yanına. Kısa süre konuşan ikizler en
sonunda kenara çekilip izlemeye başladılar. Hemşireler bebekleri getirmiş
Esra’nın iki yanına kuvözleri ile yerleştirmişlerdi. Demir ve Tunç kuvöze
uzatılan Esra’nın parmağını yakalamışlardı. Bebekler ilk ve son kez annelerine
dokunuyorlardı. Sedef ile Mine bu sahneye dayanamamıştı. Hümeyra Hanım da
onlardan farksız değildi.
Bebekler vedalaştıklarını bilir gibi o yapıştıkları parmakları bırakmak
istemiyorlardı. En sonunda hemşireler zorla ayırmıştı parmakları. Bebekler
çıkartıldıktan sonra makine kapatılmış Hümeyra Hanım ise sakinleştirici
verilerek uyutulmuştu.
*****
Esra’nın cenazesinden sonra hayatlarında yeni bir dönem başlamıştı. Bebekler
kuvözdeydi ve Hümeyra Hanım artık gün içinde torunlarına uğruyordu. Suat akşamları
gidiyor, annesini alıp eve dönüyordu. Kızlar da fırsat buldukça soluğu
hastanede, bebeklerin yanında alıyordu.
Sedef, yine hastanedeydi ve gözleri ile birini arıyordu. Bulunca çok küçük
bir mimik ile selam vermişti. Başkalarının anlamasını istemiyordu. Hastaneye
ikinci gidişinde yaşadığı korkuyu unutamıyor, şimdi ise duruma gülüyordu.
Kardeşlerini görmek için ikinci gidişinde, yeni doğan hemşiresine bekleme
salonunda oturan adamın hangi bebeğin babası olduğunu sormuş, hemşire kimden
bahsedildiğini anlamamıştı.
“Ben yeni doğana yeni başladım. Birazdan diğer arkadaş gelir ona sorarım.”
Sedef’in bekleyecek sabrı yoktu. Telefonunu çıkarttı.
“Mert, hastanede biri var. Dikkatli bakınca daha önce de gördüğümü
anımsadım. Esra’nın yattığı yerin de bekleme odasında oturuyordu. Şimdi bebeklerin
olduğu yerde. Dün de oturuyordu, bugün de oturuyor. Bak kardeşlerime bir şey
yapacak bu. Buraya birini yollar mısın?”
Mert, o kadar hızlı konuşan genç kızın cümlesinin arasına girememiş,
sonunda lafını bitirmesini beklemişti. “Sakin olun. O benim adamım. 7/24 koruma
var hastanede. Hatta iki kişiler. Asla ne Esra’nın ne de bebeklerin korumasız
kaldığı bir an olmadı. Sizin de ilk gün hariç hep etrafınızda korumalarınız
vardı. İlk gün için de kendime kızıyorum. Çok karmaşa vardı, noksan adam
yollamışım. Şimd, içiniz rahat olsun.”
Sedef, yine de korkusunu atamamıştı. Aklına geleni hemen söyledi. “O zaman,
içimi rahatlat. Bu adam senin adamın mı anlamamı sağla. Telefonu kapatıyorum.
Sen o adamı arıyor ve ona bana başı ile selam vermesine, sonra da koltukta
kalkıp oturmasını söylüyorsun.”
“Akıllıca. Hemen arıyorum. Eğer o değilse hemen birilerini yollayacağım,
sakın panik olmayın.”
“Umarım olmam.”
Bir dakika sonra bekleme koltuğundaki genç adam başı ile selam vermiş,
ayağa kalkmış ve gülümseyerek oturmuştu.
Sedef de rahatlayarak gülümsedi ve bebeklerin olduğu tarafa yönelirken
Mert’i arayıp teşekkür etti.
*****
Mine, beyaz, yakasız gömleğinin kollarını biraz yukarı çekti. Çok fazla işi
vardı. Sedef’i madenlerin satışına ikna edeceği bir yöntem bulamamış, kötü bir
anlaşma ile zarar etmenin yolunu aramıştı. Madenlerde zarar çok uzun sürede
gerçekleşeceği için bu da uygulanacak çözüm olmaktan çıkmıştı. Her sabah yeni
bir telefon ile uyanıyordu. Tüm aramalar gizli numaradan, tüm görüşmelere bir
dakikadan kısa… Polise bildirmiş olma ihtimaline karşın, adamların tedbir aldığını
anlıyordu. Süre azalıyor, her geçen gün
Sedef satıştan uzaklaşıyordu. Başaramayacak ve kardeşini kaybedecekti. Kim
bilir belki de kendi canını! Her iki durumda da sonuç korkunç olacaktı.
Sedef ise bir gün önce ona nereye gittiğini söylemeden ortadan kaybolmuştu.
Onun şüphe içinde kıvrandığını biliyor, polise ya da dedektife gitmesinden
korkuyordu. Dedektif… Bunu daha önce neden düşünmemişti? Elindeki kalemi
bırakıp arkasına yaslandı. Kardeşi karşısındaki masada çalışıyordu. Kazadan
sonra ikisinin hem çalışma masaları, hem yatak odaları değişmişti. En az
yadırgayacağı şeyler bunlardı.
Sedef, dalgın şekilde bir otelin hesapları ile ilgili raporu inceliyordu.
Yardım etmek istiyor, kısa sürede bitireceği işi elinden almak ve daha da
önemlisi, her şeyi anlatmak istiyordu. Yapamazdı… Onun da başta kendisi gibi
korkacağını fakat sonra polise gitmek için baskı yapacağını biliyordu.
Anlatmayacak, sattıramazsa korunma tedbirlerini arttırmaya bakacaktı. Daha
ne kadar arttırılabilirdi acaba? Ahmet Doğanay ile bu konuda konuşmuş,
babasının son zamanlarda aldırdığı tedbirlerin aynen devam ettiğini öğrenmişti.
Araçlar zırhlı, attıkları her adım takipte, evlere giren çıkan her şey
kontroldeydi. Aklına daha fazlası gelmiyordu. Ülkenin başbakanı da bu kadar
korunuyordur, diye düşündü.
O düşünceleri ile boğuşurken ikizi raporları masasına bıraktı ve telefonunu
eline alıp cama doğru yürüdü. O bugün sarı gömlek giymişti. Neredeyse aynı
modeldi. Kendi üstündeki tunik şeklindeki gömleğin önü tamamen düğmeliyken
kardeşinin gömleğinin sadece yaka kısmında açık bırakılmış üç düğmesi vardı.
Kalçalarının üstünde kemerler ile hareket verilmiş tuniklerin altına Sedef
beyaz, kendisi ise siyah pantolon giymişti.
Renklerin aklında bir şeyler çağrıştırması yeniden düşünmesine neden oldu.
En son beyaz ve sarıyı aynı gün ve aynı şekilde giydikleri güne gitti. Kaza
gününe… ya da cinayet gününe… iki kişi ölmüştü o kazada… biri hemen diğeri
aylar sonra… sadece çocuklarını hayatta tutabilmek için dayandığını
düşünüyordu, Esra’nın. Doğumlarında sorun olmasın diye çabalamış, doktorların
bile artık doğumu yapabiliriz dediği zamana kadar yaşamıştı. Mucizelere inanmak
için güzel bir örnekti.
Babasının oğullarını hiç görememesi, Esra’nın bilinçsizce tek bir dokunuşa
sahip olması… Kardeşlerinin hayatını tehlikeye sokacak bir hareket
yapmayacaktı. Sedef’i ikna etmek için kendisini on beş gün süre verdi. Bu
sürede ikna edemezse anlatacaktı. Korku belki doğru karar vermesine neden
olurdu.
Sedef, telefondan Yiğit’i aramıştı. Genç adamın telefonun ret tuşuna
basması toplantıda olacağını düşündürtmüştü ama o an kapı açılmış ve Yiğit
içeri girmişti. Takım elbise içinde bu kadar yakışıklı gözüken gerçekten az
erkek vardı. Bembeyaz gömlek, lacivert takım ve en sevdiği renkte kravat.
Yiğit’e milyonlarca bordo kravat alsalar asla çok fazla oldu demeyeceğini
düşündü.
“Sevgili yönetim kurulu başkanımız, yüzüme telefon kapattınız!”
“Tasarruf yapıyorum, kapının önündeyken gereksiz telefonları açmıyorum.
Neden arıyordun beni?”
“Sidney’deki toplantılara sen mi gidiyorsun, Akın mı?”
“Yönetim değişmeden benim gideceğim bildirilmişti. Hem Akın’ın bu hafta
katılacağı önemli toplantıları var. Niye sordun?” Merakla bakıyordu genç kıza.
Yüzünde inatçı ifade komik bile sayılabilirdi. Ne yanıt vereceğini az çok
tahmin ediyordu.
“Ben de geliyorum.”
Yanılmamıştı. Yiğit gülümseyerek, hem onayladı hem de aklına takılan soruyu
sordu. “Gel tabii de, doktorların o kadar saat uçmana izin veriyor mu?”
“Evet, dün sordum.”
“Dün hastanede miydin?” Lafa giren deminden beri ikisinin rahat konuşmasını
izleyen Mine idi. Yiğit, soruya şaşırmıştı. Birbirlerinden habersiz bir şeyler
yaptıklarını anımsamıyordu.
“Evet, hem bebeklere baktım, hem de bu gezi için kendi doktorumla
görüştüm.” Bir de psikolog ile konuşmuştu. Kardeşinin bir şeylerden korktuğunu,
hastanedeki süreçte bu korku ile ilgili bir şeyler söyleyip söylemediğini
sormuştu. Yanıt, olumsuz olmuş, kendisinin Sedef olduğundan çok emin olan
ikizinin korkuya dair hiçbir ifadesi olmamıştı.
Sedef, şaşırmamıştı. Yıllardır oyunların içindeydiler. Rol yapabildiklerini
biliyorlardı. Lise yıllarında okulun tiyatrosunda görev almaları da bu
yüzdendi. Kardeşinin kandıramayacağı tek kişi kendisiydi. Mine çok korkuyordu.
“Sidney biletimi aldırıyorum. Vize işlemleri falan iki güne biter sanırım.
Oradaki otelleri yerinde inceleyeceğim. Konseptlerinde değişiklik yapmak istiyorum.
Son yıllarda müşteri sayısında yüzde ikilik azalma var. Her yıl yüzde iki üç
gibi müşteri kaybının elbet bir nedeni olmalı. Yeni bir otel de… otel
demeyeyim, bir yaşam kompleksi satılacakmış. Onu da görmek istiyorum. Belki
otelleri satar, orayı alırız. İkimiz gidersek karar vermek daha kolay olacaktır.”
“Vize işi için Melda yardımcı olur. Tanıdıkları vardır. Yoksa da çözeriz.
Tamam o zaman hemen ayarlamaları yapıyorum. Uçak biletini hallederim ben. Otel
sorunu yok zaten. Müşteri kaybının asıl nedeni üç yıl önce otelde örümcek
sokmasından birinin ölmüş olması. Başka bir neden bulamıyorum. Yine de yerinde
denetim iyidir. Belki de hizmet kalitemizde sorun vardır.”
“Melda’yı zorda bırakmayalım. Basit bir iş için borçlu kalmasın kimseye.”
“Öyle bir durum olursa söyler zaten. Tamam sen düşünme, pasaportunu ver
bana.”
Onlar ayak üstü planlarını yaparken, Mine, içindeki kurtçukları yok sayıp,
sanki ikisinin gitmesi çok normalmiş gibi davranmaya uğraşıyordu. Sedef, neden
böyle bir plan değişikliği yapmıştı? Üstelik dört beş günlük bir plandı bu.
Gidiş gelişle en az yedi gün yoktu. Daha yarım saat olmamıştı on beş günlük
plan yapalı. Tüm düşündükleri elinde patlamıştı. Yani o aslında kendi planı
için bozulmuştu. Yiğit ile gitmesinin etkisi yoktu. Zaten Yiğit, Melda ile
birlikteydi. Oldukça uzun sürmüştü ilişkileri. Belki de evleneceklerdi. Mine,
her aklına gelen bir öncekinden daha can yakıcı olunca işe dönmeyi tercih etti.
Yiğit’i düşünmenin artık hiçbir anlamı yoktu!
Pasaportu alan Yiğit, başka bir şey söylemeden çıkacakken odaya neden
geldiğini anımsadı. Akşam gidilecek yemek için kendisine eşlik edecek olup
olmadığını sordu.
İkisi de, “Melda ile git.” dediklerinde genç adam şaşkınlıkla baktı.
Gülümseyip başını sallarken kapıyı da ardından çekti. Sekreterin masasına
doğru yürürken hala gülüyordu. Sedef keyifle, Mine kıskançlıkla söylemişti.
Bunun kendisini neden hala bu kadar mutlu ettiğini düşünmeyecekti. Sakin
adımlarla genç kadının masasına yaklaştı, “Sedef… Yok Mine hanım
için Sidney’e bir bilet bul. Vize işlemlerini hemen başlat.
Benimle gelecek.”
Sekreterin yüzünden ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi. Necdet Beyin de
sekreterine yardımcı olmak için işe başladığı on yıl öncesinden beri uyduğu bir
kural vardı. Her şeyi bilmeli ama hiçbir şeyi bilmiyor gibi hareket etmeliydi.
Bir dönem Yiğit Uçar ile Mine Söğüt arasında bir şeyler olacağını düşünmüştü.
Yeniden birlikte seyahate çıkmaları aynı şeyleri düşünmesine yol açmışken,
Yiğit Beyin sesi düşüncelerinde hatalı olduğunu gösterdi.
“Melda Berklay’ı da bağla bana.”
“Emredersiniz Yiğit Bey.”
*****
İçeride ikizlerin seyahat konuşması devam ediyordu. Mine, tuniğinin
yakasını çekiştirirken sinirinin yatıştırdığını sanıyordu. Gözleri siyaha yakın
bir renk almıştı. “Neden sen gidiyorsun?”
İşte bu dedi içinden. Nihayet tepki vermeye başlamıştı ikizi. Çünkü kim ne
derse desin o hala Yiğit’e aşıktı ve kıskanıyordu. Hem Melda’yı hem de
kendisini. İşte bu yüzden o geziye gidecek, Yiğit ile güzel vakit geçirdiğini
ima edecekti. Üstelik buna şimdiden başlayacaktı.
“Çünkü şu an Mine olan benim ve Sidney’de yapılacak görüşmeler
ile sonraki yatırımlar benim takibimde olan turizm ile ilgili. Mine olduğunu
kabul etseydin senin gitmen gerekecekti.”
“Birinci derece iki imzaya ihtiyaç duyulacak bir görüşme olmayacak orada. İki
kişinin aynı anda aynı iş için vakit kaybetmesi değil mi bu? Senin gitmenin ne
faydası olacak?”
“O eskidendi canım. Satış için Yiğit’e ihtiyacım var. Eğer otelin durumunu
beğenmezsem satış kararı vereceğim. Elbette hemen satılmayacak ama belli de
olmaz. Gerçi sorunları tespit ettiğimde satışa gerek kalmayabilir. Sözde
otellerine sahip çıkıyordun ama Sidney ile ilgilenmemişsin ki müşteri kaybının
farkında değilsin. İşleri biraz yoluna koymam hiç fena olmaz.”
“Benim bilmediğim bir durum yok. Hem sorsaydın…”
“Sorsaydım ne Mine? Sorsaydım, neden müşteri kaybettiğimizi söyleyecek
miydin? Söyle o zaman!”
Artık oyunu sürdürmek zorlaşıyordu. Yine açık vermişti. Toparlama çabası
ile devam etti. “Ben, Sedef’im, nereden bileyim neden kaybettik. Örümcek
sokmasından müşteri ölmüş. Sen nasıl bilmezsin bunu? Asıl senin bilmen gerekir.
Bilmiyorsan gidip öğrenmen en iyisi zaten.”
“Bak canım, madem ben Mine’yim, o zaman önceliğimi işime vereceğim. Gidip
otelleri yerinde inceleyeceğim. Sonra da aşkta her şey mubah diyecek ve
zamanında yaptığım hatanın dönülmez bir sonucu olup olmadığını anlayacağım.
Melda, gerçekten Yiğit’in aşkı mı yoksa ‘benim’ yerime koyduğu biri mi,
anlamaya çabalayacağım. Sorularının yanıtını aldın mı? Başka merak ettiğin bir
şey var mı?”
Mine, ne diyeceğini bilemeden baktı. Susmalıydı. Sormamalıydı. Susamadı,
sordu. “Sen? Anlamadım yani sen şimdi
orada Yiğit’i baştan mı çıkartmayı planlıyorsun?”
“Neden olmasın? Daha önce baştan çıkartamadım diye yine olmayacak değil
ya?”
“Sen…Nasıl?” Daha fazla soramamıştı çünkü bunu bilmiyordu kardeşi.
Bilmemeliydi. Sadece boş atıp dolu tutmuştu. Şu an da kendisine tuzak
kuruyordu. En iyisi aldırmıyormuş gibi yapmaktı. Ama bu en zoruydu. Çünkü lanet
adama hayatında başkası varken bile aşıktı. Kendisi uzaklaştırmıştı. Hatalarına
bir başkasını eklemişti yani. O zaman yeni hata yapmayacak, kimsenin hayatını
tehlikeye atmayacaktı.
“Neyse tatlım tamam, canın ne istiyorsa öyle yap. Sen gitmeden ben
isteklerimin listesini yapayım. O kadar yoldan elin boş dönemezsin.”
“Emin ol canım asla elim boş dönmeyeceğim.”
“A…Anladım.” Daha fazla konuşamayacaktı. En iyisi bu seyahati unutmaktı.
İşe başlayacağı sırada kardeşinin yine Yiğit ile konuştuğunu fark etti. Nefes
bile alamaz hale gelmişti. Doğru mu duymuştu?
*****
Yiğit, daha masasına oturmadan telefonu çalmaya başlamıştı. Dahili hattı
açarken Sedef olacağını nedense tahmin etmişti. Ama söylediklerini asla tahmin
edemezdi.
“Şu hizmet kalitesi ile ilgili söylediklerin doğru bir nokta. Beni tanırlar
mı acaba? Rezervasyonunu değiştirsen, iki kişilik bir suit oda tutsan denetim
için çok daha iyi olmaz mı?”
“Bay ve Bayan Uçar olarak mı?”
“Bay ve Bayan Uçar… Kulağa çok hoş geliyor. Tamam senin kim olduğunu
biliyorlar ama beni bilmedikleri sürece açık verebilirler. Hem orada kış
ayları. Şu en sevdiğim kalpaklarımdan ve kocaman gözlüklerimi yanıma alacağım.
Resmimi görmüş olsalar bile öyle beni tanıyamazlar. Evet, çok sevdim bu fikri,
ikimiz için bir suit ayarla lütfen.” Yiğit, duyduklarının şaşkınlığı ile karşı
duvara, diğer odadaki Sedef ise keyifle kardeşinin bembeyaz olan yüzüne bakıyordu.
*****
“Hangi aşamadayız?”
David, Ronald’ın neler söyleyeceğini merakla bekliyordu. Sadece bir aylık
süre veriyordu onlara. Bir ay da satış işlemleri derken zaten iki ay gibi bir
süre geçecekti. Meclisten aldığı haberlere göre yasa da bu süreçte çıkacaktı.
En çok üç ay veriliyordu. Ülkenin genel yapısına bakınca bu sürenin en az üç
dört ay olacağı düşünülmeliydi.
“Sedef, Mine’yi imzaya ikna etmeye çabalıyor. İsim karışıklığı yüzünden
diğer kız, satarsanız mahkemeyle iptal ettiririm diyor ki o da hiç işimize
gelmiyor. Babalarının kazasına kadar dosyayı kurcalamaları olası.” Ronald
gerçekten sıkıntılıydı. Diğer kızın işleri karıştırmaktan çekinmeyeceğini
anlamıştı. Elbette bu söylediklerinin nasıl bir geri dönüşü olacağını da
biliyordu. Patronunu tanıyordu.
“Yani, kız, kardeşini tehdit ediyor öyle mi?”
Kendi tehditlerini unutmuş gibi konuşan David’e baktı. “Evet, öyle. Bu
kadar inat edeceğini hiç düşünmemiştik. Onun gözü korkmadığı için böyle
yaptığını düşünüyorum.”
“Kardeşini tehdit eden birinin korkup hemen onay vereceğini düşünüyor
musun? Ya da neden bu güne kadar o kızı gerçeklerle korkutmadınız? Bu kadar
basit işleri benim mi düşünmem gerekiyor?”
“Düşünmedik değil. Çok düşündük ama babasının kazası, kardeşinin korkusu
ile onun da korkutulması olayın duyulmasına neden olabilirdi. Mine, çok daha
sakin davranıp olayı kimsenin canı yanmadan çözmek istiyor.”
“Ah ne iyi niyetli biri. Temizleyin.”
“Anlamadım!” Anlamıştı ama duymamış olmayı tercih ederdi. Her geçen gün
daha kötü kararların altına imza atıyordu.
“Temizleyin dedim.”
“Kimi?”
“Şu kardeşini tehdit edeni elbette. Hiç mi utanmıyor kardeşini tehdit
ederken? Temizleyin.” Yüzündeki gülümseme ile dudaklarından dökülen sözler hiç
örtüşmüyordu. Yine masum yüzlü tonton bir ihtiyar olmuştu, cinayet emri
veriyordu!
“Tamam. Kaza mı?”
“Bunu gerçekten sormadın değil mi? Aynı aileye bu kadar kısa aralıkla iki
kaza benim için bile fazla. Tamamen doğal sayılacak bir yolla. Kalp krizi
yaşları düştü nasılsa. O da genç yaşta kriz geçirebilir. Denize düşebilir. Yılan
ısırır mesela. Ya da akrep… Bak ne çok doğal ölüm yöntemi var. Sen daha
basitlerini de bulursun.”
“Yarın Sidney’e uçuyor. Güzel bir şehir, son gezilen yer için iyi olabilir…
Dönüşte onu sürpriz bekleyecek o zaman.”
“Sidney… Güzel…”
*****
Ronald, odadan çıkıp derin nefes aldı. Bu adam git gide cani oluyordu.
Melek yüzlü şeytan vazgeçmiyor, yaptığı masrafın çok daha azına elde edeceği
başka madenlere yönelmiyor inatla aynı ocağı istiyordu. Neden olduğunu bildiği
bu inat başlarını ağrıtmaktan öteye geçmemişti.
Söğüt ailesinin koruyucu meleği olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ama artık o
melek de yorulmuş olmalıydı. Çünkü az önce patronu çok basit bir ölüm emri
vermişti. Odasına girdikten kısa süre sonra kahvesini yudumlarken telefon
görüşmesi yaptı.
“Türkiye’nin en güzel kadınıyla mı görüşüyorum?”
“Sadece Türkiye’nin mi? Ben dünyanın sanıyordum.”
“O kadar böbürlenme. Başaramadığın işler güzelliğine gölge düşürüyor.
Sevgilinin de senden aşağı kalır yanı yok.”
“Çok az kaldığını biliyorsun değil mi?”
“Sana, ikinci bir talimata kadar bir şey yapmamanı söylemek için aradım.
Başka bir plan var. Şimdilik sizler rahat durun. Aramayın, sıkıştırmayın.”
“Neden?”
“Sana ‘neden’ diye sorma hakkını verdiğimizi anımsamıyorum!”
“Sadece, paramı almama engel bir durum mu var diye merak ettim.”
“Sen o parayı hak ettiğini düşünüyor musun? Avans olarak verdiğimiz bile
hak ettiğinizin çok üstünde. Yine de işi biz çözersek kalan alacağınızın en
azından yarısını alacaksınız. Sakın… şu an bir şey yapmaya kalkmayın. Rahat
durun. Eğer kendi başınıza iş yapmaya kalkarsanız kalan parayı unutursunuz”
Sanki şu ana kadar yaptıklarında başarılı olmuşlar da bir anda çözeceklermiş
gibi tembih ediyordu Ronald. Kendi yaptığına gülecekti neredeyse. Kravatını
gevşetirken karşı tarafın hızlı hızlı konuştuğunu duydu ama onunla daha fazla
vakit kaybedemeyecekti.
“Bir misafirim geldi, sonra konuşuruz. Dediklerimi unutma ve herkese
söyle!” dedikten sonra telefonu kapattı.
Telefonun diğer ucundaki, “kapat bakalım, kapat. Ama olur da paramızı
vermezseniz ben de sizin her şeyinizi ortaya dökerim. Beni aptal sanmak neymiş
görürsünüz!” diye mırıldanıyordu. Tabii bunu yaparken Necdet’i öldürdükleri
gibi kendisini öldürmelerini engellemeliydi. İşte o da burada sıkışıyordu.
*****
Sidney gezisi
için her şey hazırdı. Melda yardımcı olmuş, randevu erken bir saate alınmış,
vize yarım günde çıkmıştı. Mine, neredeyse hiç konuşmuyordu. Sedef, valizini
hazırlarken mevsimi düşündü. Kış ortamına gidiyordu. Kalın kıyafetler sırt
çantasında olmalıydı. Çok üşümezdi. O yüzden otele gidene kadar bir mont bir de
kalın tabanlı ayakkabı koyması yetecekti. Yanında da çok eşya taşımayacak,
otelin mağazasında nelerin satıldığını gözleri ile görmüş olacaktı.
Sedef,
vize işlemi için gittiğinde hemen şirkete dönmemiş, telefonunun GSM şirketinden
Mine Söğüt’e ait özel hattın dökümlerini talep etmişti. Kimliğin kontrolünden
sonra son üç ayın gelen arama dökümlerini hiç sorunsuz almıştı. Aklındaki
işlerin bir kısmını bu dökümleri inceledikten sonra yapacaktı. O da Sidney
dönüşüne kalacaktı.
Dökümleri
de çantasına, kitap ve tabletinin yanına koyduktan sonra son kontrollerini
yaptı ve küçük el valizi ile büyük valizini yan yana koyup görevlilerin
indirmesini söyledi.
Mine,
hala konuşmuyor, onun gidişine tepkisini böyle veriyordu. Sedef hiç umursamadan
sanki her şey normalmiş gibi ondan hastaneye gittikçe bebeklerin görüntülerini
yollamasını istemişti. Tahmin edildiği gibi tıpatıp benziyorlardı. Doktorlar
kısa süre daha kalacaklarını daha sonra eve çıkabileceklerini söylemişti. En
çok bir ay daha diyorlardı.
Şirketten
saat dört gibi çıktılar. İkisi de üstlerini değiştirmiş, yolculuk için daha
uygun kıyafetlere bürünmüşlerdi. Çantaların bagaja yüklenmesi sırasında Yiğit
gülmeye başladı.
“Tek valiz mi? Yoksa diğerlerini
kamyonet mi getirecek?”
“Tek valiz.” Sedef de gülmesine engel olamamıştı. Bir hafta için
gerçekten az eşya almıştı. Orada alışveriş yapmak keyifli olacaktı.
“Ah anladım sanırım. Oradan alışveriş yapmaya niyetlisin.”
“Doğru anlamışsın. Bir sürü sipariş var. Onları da alacağım. Dönüşte en az
beş valiz ilave olur.”
“Beş ise sorun olmaz.”
Sedef, adamın kendisi ile dalga geçtiğinin farkındaydı. Biraz da o dalga
geçmişti. Herkese hediye alsa bile beş valiz tutmayacağından emindi. Belki üç…
Mine, onlarla garajda vedalaşmıştı. En uzun ikinci ayrılık yaşanacaktı.
Sedef’e sıkı sıkı sarılmış ve kendine dikkat etmesini söylemişti. Yiğit’e ise
Sedef nasıl vedalaşır diye düşünüp kısa bir kucaklaşma ile veda etmişti. Araç
garajdan çıkana kadar arkalarından bakmış, el sallamış, sonra da gözyaşlarını
silmişti.
*****
Havaalanında kontrol noktalarından geçerken didik didik aranmak sinirini
bozuyordu. Parfümünün bile mililitresinin kontrol edilmesinden sonra evrak ve
omuz çantasını alıp ikinci kontrole doğru yürümeye başladı. Yiğit de hemen
arkasından geliyordu.
“Minik valizi bana ver.”
“Çok ağır değil.”
“Bir süre sonra ağır gelmeye başlayacak. Ben taşırım.”
“Teşekkür ederim.” Genç adama uzattı çantasını. Yiğit’in omzunda kendi,
elinde Sedef’in çantası ile sakin adımlarla yürüyüşü çok karizmatikti. Tüm bu
gözlemlerini kardeşine anlatmaktan büyük keyif alacaktı.
“Melda neden uğurlamaya gelmedi?” Beklerken bir şeyler içmek için
kafelerden birine oturmuşlardı.
“Çıkamadı konsolosluktan.”
“Sabah vedalaşmışsınızdır o zaman.”
“Melda ile olanları sana anlatmamı bekliyor musun?” Yiğit, Sedef’in
niye böyle yaptığını anlamamıştı. Mine olsa mantıklı, daha doğrusu kıskançlık
kökenli bir merak olabilecek konuşma, söz konusu kişi Sedef olunca
tuhaflaşıyordu.
Sedef, genç adamın yüzündeki
geçişleri anlamaya çabalıyordu. “Hayır, beklemiyorum. Sadece neden uğurlamaya
gelmediğini merak ettim. Yanıtımı aldım. Sanırım iki üç gün birbirimizle
konuşacak konu bulabiliriz. Geçmiş yüzünden aramızdaki mesafenin arttığını
biliyorum ama bunları aşacağımıza inanıyorum.”
“Geçmişi konuşmayı istediğinden emin misin?”
Neredeyse ‘Bingooo’ diye bağıracaktı. Biliyordu ikisinin arasında bir
şeyler olduğunu. Ve o gecenin neticesinde uzak durup hayatlarına başka yollar
çizdiklerini de anlamak zor değildi. Şu an Yiğit’in aklını daha da çok
karıştırmak istemediği için sanki hâlâ konuşmayacakmış gibi davrandı.
“Haklısın, artık önemi yok. Yaşandı ve bitti.”
Yiğit, bir hafta boyunca saçma bir oyunun içinde olmayacaktı. “Sedef, seni
Mine ile karıştıracağımı, onunla yaşananları konuşacağımı düşünmüyorsun değil
mi? En başından beri kim kimdir biliyorum.”
Sedef, bir an kocaman açılmış gri gözleri ile baktı. “Nihayet, nihayet oh,
nasıl rahatladım anlatamam.”
“Ben de!”
“Yiğit, Mine, neden böyle davranıyor? Bilgin var mı? Bir şeyler planlıyor
ya da bir şeylerden kaçıyor olabilir mi?”
“Çok ukalaca bulmazsan ilk aklıma geleni söyleyeceğim. Bir süre bana daha
yakın olan maden işlerini senin elinden kapmak için yaptı sandım.”
“Aaa, çok da mantıklıymış ama Melda ile seni bilip böyle bir şey yapması
benim kardeşim için çok büyük ve saçma bir adım olmaz mıydı? Mine böyle bir
karaktere sahip değil.”
“İşte ben de sonra bunun olamayacağını anladım. Israrı, inadı hep onun
karakterine uyan şeyler ama bu kadar tuhaf bir planla hareket etmek… Benim sev…
Tanıdığım kadına uymuyor.”
“Ne olduğunu anlatmanı beklemiyorum ama sadece tek soru soracağım, umarım
yanıtlarsın.”
“Yanıtı varsa elbette.”
“Hala Mine’yi severken Melda niye hayatında?”
“Mine, beni sevmiyor. Bir süre etkilendi biliyorum ama sonra bir sürü erkek
ile birlikte oldu. Melda ise beni seviyor. Ben, hak ettiği kadar sevmediğimi
biliyorum. Yine de onunla mutluyum. Aşk yok ama bir çeşit sevgi var. Şimdilik
yetiyor ikimize de.”
“Azla yetinmek mutlu ediyorsa sorun yok. Şahsi fikrimi sorarsan, aşkın azı
olmamalı. O duyguyu yaşarken geri kalan her şeyin önemi azalmalı. Gurur,
kıskançlık, egoların çatışması, eğitim, kültür farklılıkları… önemli ama aşk
kadar değil. Elbette benim fikrim bu. Ve bir minik sır daha… Mine de aynı
şekilde düşünüyor.”
“Yani?”
“Yani, kardeşim de aşkı büyük yaşayacak. Aşık olduğu insanla evlenmeyi,
çocukları olmasını ve her şeyi ikisinin çözmesini isteyecek biri Mine.”
“O zaman yanılmamışım, o beni sevmiyor. Bana aşık değil. Olsa o kadar
farklı isimle karşıma çıkmazdı.”
“Yönetim Kurulu toplantısında senin görevine son verilmesini isteyeceğim.”
“Ne? Niye?”
“Burnunun ucunu göremeyen bir yöneticinin bizim şirkete faydası olacağını
düşünmüyorum. Daha iyi birini buluruz.”
“Of Sedef, sen benim aklımı karıştırmak için mi geldin bu geziye?”
“Tek aklı karışan olmadığını bilmek, beni çok mutlu ediyor. Hadi bizim
uçağın anonsu yapıldı. Öde de gidelim.” Çok keyiflenmişti.
Aktarma yapılana kadar geçecek on bir saatlik ilk uçuşta GSM firmasından
aldığı dökümü incelemek için Yiğit’in uyumasını bekledi. Uçaklarda yataklı
koltukların keyfi böyle zamanlarda çıkıyordu. Ne üzerine çalıştığını anlamasın
diye arka koltukta oturmayı istemişti Sedef. Yiğit, bir süre kitap okumuş,
sonra da iyi geceler dileyip yatmıştı. En az bir saat daha sadece kitabına
odaklanan Sedef, onun uyuduğundan emin olunca telefon dökümlerini çıkartmış,
not defterini ve tabletini de hazırladıktan sonra kendi telefonunda olmayan
numaraları tespit etmenin böyle zor olacağına karar vermişti. Son üç ayın tüm
aramalarını Excel dosyasına aktarmak o an için daha kolay gelmişti. Aradan iki
saate yakın süre geçtiğinde nihayet bitirmişti aktarma işlerini. Uyumak ve
sonra devam etmek için her şeyi toparladı ve koltuğunu yatak haline getirdi.
Acaba sevgili ikizi şu an ne yapıyordu? Uyuyabilmiş miydi? Aklının onlarda
olduğundan emindi. Her ne kadar aksini iddia etse de olmak istediği yerin
Yiğit’in yanı olduğunu biliyordu. Ya uyanıktı ya da uykusunda bile kıskançlıkla
kıvranıyordu. Melda yüzünden bile günlerce gözaltları mor gezmişti.
Yiğit, Sedef ile konuştuklarını düşünerek uyanmasını bekledi. Bir saat
sonra ineceklerdi. Tahminlerini bir nebze gidermişti. Artık ikizi ile arasında
bir şeyler olduğunu ve yürümediğini biliyordu. Zaten hayatında Melda vardı. İyi
biriydi Melda. Ama iyi olmak aşk için yeterli değildi. Bunu anlamış olsa da
aylardır süren ilişkisinde bu noksanlığı telafi edecek bir yol bulamamıştı.
Çekici olması, ortak zevkleri ve cinsellikleri ilişkiyi ayakta tutuyordu ama
bir adım sonrasına yeterli gelmiyordu. Onun yanına gitmek için heyecan
duymuyor, gününü paylaşmak, neler yaptığını sormak içinden gelmiyordu. Düzenli
bir hayattan fazlasına sahip değildi.
Sedef’in sorusu ile zaten karışık olan aklı hepten bulanmıştı. Ne
yapıyordu? Sevmediği, sevmek için çaba gösterdiği halde sevmediği kadınla
nereye gittiği belli olmayan bir ilişki içindeydi. Bu Melda için de son derece
üzücü olmalıydı. Ona aşık olmadığını bildiğinden emindi. Zeki bir kadındı
Melda. Bazı akşamlar saatlerce konuşsalar da çoğu zaman sessiz kalınan bir
ilişkinin içindeydi. O anlarda kendi aklından ne geçtiğini hiç söylememiş,
Yiğit’e de hiç sormamıştı. İşten konuşmak, gün içinde olan olayları paylaşmak,
sorunlara kafa yormak ya da o günü yaşanmamış saymak… Tuhaflaştığını ancak anlayabildiği
bu ilişkinin sonu hakkında bir karar vermeliydi. Ya devam etmeli ve büyük
ihtimalle beklenen teklifi yapmalı ya da bitirmeli ve aşkı bulmak için umut
beslemeliydi.
‘Ben aşkı buldum. Sadece onu elimde tutamadım. Yeni bir aşk istemiyorum.
İstediğim tek şey Mine ile mutlu olmak. Bunun için parasal uçurumu,
konumlarımızı yok saymam gerekiyorsa öyle yapacağım.’
*****
Singapur’dan Sidney’e kadar olan yolculukta yan yana oturan ikili bol bol
konuşmuştu. Başlarda konu Mine idi. İki tarafında bundan sonra ne yapacakları
bilinmediği için her seferinde başa dönüyorlardı. Ne kadar başa dönülürse
dönülsün Sedef, Yiğit’in her tekrarda biraz daha Mine’ye olan duygularını
ortaya serdiğini görüyor ve seviniyordu.
Sonunda konu değişmiş, Bora Taşkın ve ortak otomotiv şirketine gelmişti.
“Sen nasıl oldu da Bora’yı bu işe ikna ettin? Hayatımda gördüğüm en tembel
insan Bora.”
“Haklısın ama o tembel, konu arabalar olduğunda ayaklı kütüphane. Lüks
otomobillerin ithalatı ile ilgili bir şirket çok hoşuna gitti. O başlarda
sadece arabaların alım satımında biraz fikir üretsin, zamanla masaya da
oturmayı başarır. Üzülüyorum, o gerçekten iyi biridir.”
“O para yemeyi seven, hazırı bitirmek için elinden geleni yapan bir
mirasyedi. Sen acıyorsun diye o yatırım batarsa bana hesap verirsin.”
“Batmaz. Batırmamasını sağlarım. Sana da güzel bir araba satalım.”
“Nasıl ayakta tutacağını anladım. Şimdilik kalsın. O kadar lüks arabaya
ihtiyaç duymuyorum.”
Bir süre sonra ikisi de kitaplarına dalmıştı. Nasılsa bir hafta boyunca bol
bol konuşacaklardı.
Sedef, yarım saat kadar sonra kitabını kapatıp camdan dışarıyı seyretmeye
başladı. Bir yandan da telefon görüşmelerinden elde ettiği sonucu düşünüyordu.
Arayan numaralardan tanımadıklarını ayırmıştı. Kimler arıyordu kardeşini? Bu
konuda kimse ile konuşmamasını tembihlemişti Mert. Yiğit ile bile
konuşamayacağını biliyordu. Güvenmediği için miydi bu? Birkaç saat öncesine
kadar kardeşi ile olası bir aşk hayatından bahsettiği kişiye güvenmiyor muydu?
Galiba şu an kendisi ve kardeşinden başka kimseye güvenmiyordu.
Yiğit kötü olabilir miydi? Alınan kararların şirketin başarısı için
olduğunu görüyor ve o konuda zaten güveniyordu. Kardeşi ile ilgili
duygularından da emin gibiydi. Sadece hayatında birinin olması ve o insanın da
tüm bu karmaşada en masum kişi olması canını sıkıyordu.
Bilinmezlikler içindeydi. Aklını asıl kurcalayan şeyin Mert’in söylediği
bir cümle olduğunu biliyordu. Kaza olduğu gün, onların araba ile gideceklerini
bilenlerden biriydi Yiğit…
Tüm bilgiler nihayet toplanmıştı. Şirketlerle ilgili son bulduğu şey de
babasının masasının en alt çekmecesindeki teklif dosyaları idi. Başlarda önemi
olmayan tekliflerin şirket isimleri Mert’in arkadaşının bulduğu şirket isimleri
ile örtüşmüştü. Bir süre anımsayamadığı isimlerin teklif verdiğini bir gece
yarısı çözmüştü. Başka zaman olsa hemen aklına gelecek isimler, belki de
kazanın ve yaşananların etkisi ile böyle gecikmeli hatırladığı şeyler oluyordu.
Sidney dönüşü yeni bilgiler edinmiş olsa da olmasa da polisle görüşecekti. Topladıklarının
işe yarayacağını biliyordu. Mesut Kafkas, iyi bir polise benziyordu. Ona
yardımcı olacağına inanıyordu. Onlardan tespit için yardım istemesi
gerekecekti.
Otelde kendi odasındayken bol bol rapor okuyacaktı. Mert’in verdiği belleklerdeki
bilgilerin ipucu vereceğini biliyordu. Evde ve şirkette Mine’den gizli
incelemesi imkansızdı. Bu gezi gerçekten iyi olmuştu. Bir taşla iki kuş vurmak
demek buydu. Hem Yiğit konusunda bazı yanıtlar almış, hem Mine’yi delirtmiş hem
de telefon ve şirket bilgilerini rahat rahat okuyacağı ortamı yaratmıştı.
Sidney’de geçen ilk iki günün sonunda Sedef, yaptıkları işlerle ilgili çok
fazla bilgi sahibi olmuştu. Hizmet kalitesinde sorun yoktu. Sadece biraz görsel
olarak modernlikten uzak kalmışlardı. Bir yıllık tadilat planı yapılsa, o
süreçteki zararı karşılayacak yeni atılımlar ile müşteri sayısı
arttırılabilirdi. Dolaştığı odalarda bazılarının gereğinden küçük, bazılarının
ise çok büyük olduğunu görmüştü. Otelin planlarını inceleyecek bir mimar
aramışlar fikir olarak yardımcı olup soruları yanıtlayacak birisini
bulmuşlardı.
Eski mimarlık bürosunun neredeyse daha da eski duran sahibinin modern
mimari ile ilgili nasıl yol göstereceğini düşünen Sedef duydukları karşısında
şoke olmuştu. Bu yaşlı adamın ergen bir delikanlı kadar çılgın fikirleri vardı.
İkiz kardeşler hakkında bilgi alırken isimlerini planın bir köşesine kurşun
kalemle yazmıştı. Sonra da neler yapılacağını görmek, planlar üzerinde çalışmak
için izin istemişti. Kapıdan çıkmadan önce dönüp, “Kaç oteliniz var?” diye
sordu. Sedef, kısa bir an düşünüp, yanıtladı. “Dokuz, bir tane daha almayı
düşünüyoruz.”
“Hepsinin adı aynı mı?”
“Hayır, hepsi daha önceki isimleri ile anılıyor. Bunun iyi fikir olduğunu
düşünmüştük.”
“Sizin holdinginizin adı ne?”
“Söğüt Holding.”
“Sogut… Ne demek?”
“Sogut değil, Söğüt. Ağaç adı. Aynı zamanda soy adımız!”
“Bizler söyleyemiyoruz. Kolay bir isim olmalı. Her otele aynı adı
vermelisiniz. Siz artık oteller zinciri olmalısınız.”
“Teşekkürler, iyi bir fikir her zaman değerlendirilmeli.”
“SMS ya da SM gibi bir şey bile olabilir. Bu otelin geçmişindeki olayı da
unutturur. Sizlerin adından esinlenir.”
“İşte bu çok daha iyi fikir. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum.”
SMS denilince kısa mesaj akla geliyordu. SM denilince de sanki sadece o
bedendeki kişilere hizmet veren bir otelmiş gibi algılanacaktı. Organik
sistemli otelleri için kullanılabilir bir isimdi. Aklına not ettikten sonra
suite gidip odasına çekildi. Yiğit, mimarla yapılan görüşmeden sonra başka bir
toplantıya gitmişti.
Sedef şirket raporlarına rahatça bakabileceğini biliyordu. Mert’in verdiği
dosyayı açtı. İki saat kadar sonra Yiğit’in geldiğini duyup ekranını kapattı.
Kapısı çalınınca “Gelebilirsin” dedi. Yiğit, içeri girdi.
“İkimize de kahve yapıyorum. Bir şeyler yer misin, yemeği mi beklersin?”
“Saat farkına hala alışamadım. Acıkmışım.”
Yiyecekleri ile birlikte kahveleri yudumluyor, günü konuşuyorlardı. Mimar
ile yaptıkları görüşmeyi konuşuyorlardı.
“Sen, Mine olmadığına emin misin? Turizm ve otelcilik konusunda çok
iyisin.”
“Babamın kuralları! Her işi herkes bilmeli. Seni bile ne çok eğittiğini
biliyoruz.”
“Çok arıyorum Necdet Beyi.”
“Biliyorum.”
“Sana bir şey anlatayım. Baban bir gün bana, ‘Düşerlerse hep ellerinden
tutacağını biliyorum.’ demişti. Sonra da eklemişti. ‘Sadece Mine’nin elinden
tutma, senin kadar iyi biri hayatında yoksa Sedef’in de yanında olduğunu
bileyim.’ Hala kulağımda. Soramamıştım bu cümleyi kurarken aklındakinin ne
olduğunu. Hep Mine’ye olan duygularımı fark ettiğine yordum. Sence?”
“Başına gelecekleri biliyormuş sanki. Ne zaman oldu bu konuşma?”
“Ne zaman mı? Size yemeğe geliyordum. Yattan inerken sallantı olmuş Mine’yi
düşmesin diye tutmuştuk. Tam zamanı galiba Esra’nın düşük yaptığı akşamdı. Çok
şanssız bir kadınmış. İlk bebeğini kaybetti, ikizlerini hiç göremedi. Böyle
şeyleri düşününce hayatın ne kadar bilinmez olduğunu daha iyi anlıyorum. Bugün
varsın, yarın yok.”
Sedef, dalgın bakışlarla boşalmış kahve fincanın bakıyordu. Üstündeki
kazağın içinde sıcacıktı ama ürpermişti. Bir yıldan daha fazla zaman geçmiş,
ailesi bu süreçte bir sürü şey yaşamıştı. Son iki ayda yaşananlar artık başka
bir aile yapısı bırakmıştı geride.
“Biliyormuş.”
“Anlamadım, kim neyi biliyormuş?”
“Babam, senin Mine’yi sevdiğini biliyormuş.”
“Emin misin? Ben yönlendirmiş olmayayım seni.”
“Eminim. Hem biliyor, hem onaylıyormuş. Peki, sen Endonezya’da ne oldu
anlatacak mısın? Benim kardeşim tek bir şey anlatmadı. Çok güzel geçen bir
seyahat olduğunu yazıyordu hep. Ben de aranız iyi diye düşünüyordum ki her şey
tepetaklak oldu. Ne oldu?”
“Detay anlatmayacağımı biliyorsun. Sadece, ben bir hata yaptım, sonra başka
bir hata daha yaptım. O da bana kapıyı gösterdi.”
Yüzünde kocaman bir gülümseme ile “Kapıyı gösterdi, öyle mi?” dedi, sonra
da “Yani, sen onun odasındaydın. Tamam kızarma, başka bir şey sormam ve
söylemem. Hata yaptığını düşündüğüne göre dönüşte ne yapacaksın? Ah Melda… Çok
özür dilerim. Unuttum. İnan unuttum.” Panikle konuşuyordu. Bir başka ilişkiyi
böyle yok saymak çok terbiyesizce gelmişti. Tamam aşk yoktu fakat iki kişi
arasında yaşananları inkar eder tavırlar yakışıksız kaçmıştı.
“Özür dilemeni gerektiren bir şey yok. Düşünüyorum. Uzun uzun düşünüyorum.
Sonra da bu kadar düşünüyorsam çok fazla noksan şey var diyorum. İnsanın kalbi
yerine beyniyle hareket etmesi demek bu. Ama ben kalbimi dinlemek istiyorum.”
Yiğit, çok uzun zaman içinde sakladığı şeyleri gerçek sahibine olamasa da onun
kız kardeşine, ikizine, hatta ruh ikizine söylüyordu. O kadar iyi gelmişti ki
her saniye biraz daha rahatlıyordu.
“Bir soru daha… Bizi hiç karıştırdığın oluyor mu?”
“Hayır.”
“Nasıl ayırt ediyorsun?”
“Bu kadar aynı olup da nasıl sana bakarken kardeşime bakıyormuş gibi
hissettiğimi açıklayamam. Ona bakarken ise başka bir şeyler oluyor. Onu hiç
kardeşim gibi görmedim, göremiyorum.”
“Tamamen kalbinle bakıyorsun.”
“Necdet Söğüt gibi… Sizi kalbimle görüyorum.”
“Teşekkürler.”
Biraz da iş konuşup birlikte şehir turu yapacakları ertesi günü
planladılar. Akşam yemeğine gitmeden önce Mine ile konuştu. Kardeşlerinin
resimlerini çektiğini, birazdan yollayacağını söyleyince tabletini de yanına
alıp öyle yemeğe inmeye karar verdi. İkizinin hattın ucunda kıvranmasına aldırmadan,
“Görüşürüz canım, Yiğit bekliyor.” dedi. Mine’nin sinirli sesini duydu. “Afiyet
olsun!” onu umursamadan “Siyah kazağın
bu kadar yakıştığı ikinci bir erkek hatırlamıyorum. Yanında sönük kalacağım.” derken
bir yandan da göz kırpıyordu. Telefonun diğer ucunda kardeşinin sinirle
“Adisin” dediğini duydu ve telefonun kapandığını anlayıp kahkahayı patlattı.
“Delirdi.”
“Ciddi misin?”
“Ben son derece ciddi birisiyim. Ve açım, hadi bu yakışıklı ile hava atmam
gereken bir otel dolusu güzel kadın var.”
“Fırat duymasın. Yumruğunu tatmak istemiyorum.”
“Fırat, yumruk atmak için önce söz sahibi olsun da sonra benim yanımdakilere
karışsın. Bir dakika ya! Kim kime karışıyor? Öyle bir şey söz konusu bile
olamaz. Kıskanabilir ama karışmak, hele de birini yumruklamak? Düşünülemez.”
“Neler oldu? Bir ara yakın gibiydiniz. Yürümedi mi?”
“Yürütmeye çabalayan kimse olmadı diyelim.”
“Üzüldüm.”
“Üzüntümüzü dağıtmak için güzel bir yemek yiyelim. Otelin hizmetleri
gerçekten iyi. Müşteri kaybının ölüm olayıyla bağlantısı olması sana normal
geliyor mu? İlk seneyi anlarım ama üç sene geçmiş.”
“Burada her örümcek zehrinden ölümde otelin adı yeniden gündem oluyormuş.”
“İsim değişikliği şart olmuş desene. Bu işin üstüne düşelim. Güzel bir isim
bulalım. Farklı otellerde düşündüğümüz organik mutfağı buraya da getirelim.
Sağlık merkezini şehrin merkezine taşıyalım. Otelin ekolojik bir yapıyla
yenilenmesini, güneş ve elektrik enerjisini kendisinin üretmesi gibi konularla
ilgiyi tamamen başka bir tarafa yönlendirelim. Ne dersin? Dur bir şey deme.
Otelin yenilemesinde kullanabileceğimiz madenlerimizi kullanalım. En sonunda da
tuz odası ve tuz lambaları ile olayı noktalayalım. Evet, tamam, şimdi ne
diyorsun söyle.”
“Sen her şeyi söyledin. Bana diyecek bir şey kalmadı. Müthiş fikirler.
Planları yapar yapmaz işe başlayalım.”
“Mine, madenlerle boğuşsun, ben artık otellerle ilgileneceğim.”
Her sabah birlikte otelin spor salonuna çıkıyor, tepeden şehri seyrederek
kırk beş dakikalık programlarını yapıyorlardı. Sedef, Yiğit’in formda
vücudundan spor yaptığını tahmin ediyordu. İlk kez birlikte yaptıkları için
çalışma temposunu hayranlıkla izlemişti. Kendisi yürüyüş ve kondisyon
bisikletinden sonra kısa bir ağırlık çalışması yapıyor, o ise kısa yürüyüşten
sonra uzun ağırlık çalışması ile programını tamamlıyordu.
Keyifli bir haftadan sonra nihayet son güne gelmişlerdi. Akşam, odasına
çekildikten sonra son üç gece yaptığı gibi şirketlerle ilgili bilgileri kontrol
etmeye başlamıştı. İlk kez büyük bir ip ucu yakaladığını hissetmişti. İki
şirketin ortakları olan tüzel kişiliklerin arkasındaki farklı tüzel
kişiliklerin sahibi aynı kişi gözüküyordu. Üstelik her iki şirkette ortak olan
kişi hep en küçük hisseye sahip kişiydi. İlgi böylece onda olmuyordu. Böyle
böyle üç ayrı şirkette, üç ayrı kişiye ulaşmıştı. Bu isimlerin başka şirket
ortaklıkları olup olmadığını bulması imkansızdı. Mert belki ulaşırdı. En kötü
ihtimal polis bakacaktı. Belki de yetkileri yoktu. Daha fazla düşünmeyi bir
yana bıraktı. Yiğit’e de ne yaptığını söylemiyordu. Kendini bir şeyler
gizlerken kötü hissetse de ne kadar az kişi bilirse o kadar rahat edeceğini
düşünüyordu.
Sabah yaşlı mimar ile görüşmüşler
fikirlerini değerlendirmek üzere notlarını almışlar, sonra da bir kaç hediye
daha almak için otelden çıkmışlardı. İki büyük valiz alan Sedef gülüyordu.
Valizler otele bırakılacaktı. Yiğit, Melda için bir şey alması gerektiğini
biliyor, ne alacağına karar veremiyordu. Çok özel bir şey olmamalıydı. Artık o
ilişkinin ne kadar devam edeceği konusunda fikri yoktu. Bir haftadır
görüşmüyorlardı, sadece telefonda iki kez konuşmuşlardı. Görmek için
sabırsızlandığı kişi Melda değildi. O Mine’yi görmek istiyordu. Üstelik kopyası
hemen yanı başındayken o Mine’yi görmek istiyordu! Melda konusunda ne
yapacağının yanıtı da bu ‘görmek istediği’ kişide saklıydı. Bunları söylemeden
Sedef’ten hediye için yardım istedi.
Sedef, bir iki fikir vermiş sonra onu kararı ile baş başa bırakıp kendi
alacakları için mağazanın kozmetik kısmına geçmişti. Evdeki çalışanlar, iki
arkadaşı, kardeşi, sekreterleri derken, kendisi de dahil on iki kişi için kuru,
sıvı sabunların olduğu, köpük, şampuan, vücut losyonunun da içinde olduğu
setlerden istedi. Bildiği kişilerin sevdiği kokuları seçerken evdeki
hizmetlilerin en sevdikleri kokuları düşünmesi gerekti. İki kişi hariç
hepsinden emin olup paketlerin üstlerine isimlerini yazdı. Böylece dağıtırken
sorun olmayacaktı. Valizler gibi bu aldıkları da otele teslim edilecekti.
Tam bitti derken erkekler için bir şey almadığını anımsadı. Üç güvenlik,
bir kaptan derken Fırat’a da hediye almak istedi. Yiğit yanında olabilirdi ama
onu atlamak olmazdı. Gerçekten iki valiz yetmeyecek korkusu yaşıyordu.
Nihayet alışverişi tamamlayıp otele döndüklerinde akşam olmuştu. Suite
çıktıklarında tüm aldıklarının odaya bırakıldığını gördüler. Sedef, valizleri
salon bölümündeki masanın üstüne koyup hediyeleri yerleştirmeye başladı. Yiğit
onunla dalga geçecekti ki kendisine ait paket ile birlikte Melda için aldığı
minik hediyeyi uzattı. “Bunları ben niye taşıyayım ki? Güle güle kullan! Diğer
paket Melda için.” dedi.
“Bana da mı hediye aldın? Teşekkürler.”
“Bir şey değil. Telefonum çalıyor, nereye koydum ben onu? Ah odamda.”
Sedef, fırlayıp odasına gitti. Kardeşi arıyordu.
“Çok özledim.”
“Ben de çok özledim. Yola ne zaman çıkıyorsunuz?”
“Sabah uçaktayız, ertesi akşam gelmiş olacağız. Günlerim şaştı. Uçuş uzun,
saat farkı çok. Tam buraya alıştım, geri dönüyorum.”
“Dön artık. Bana ne aldın?”
“Hiçççç. Bir şey mi almam gerekiyordu?”
“Pis, çirkin kardeş, gelmesen de olur.”
“Tamam ama ben gelmezsem… Ah niye konuşayım ki?”
“Ne? Ne diyecektin?”
“Yok, bir şey. Sonra!”
“Offf tamam.”
“Demir ile Tunç nasıl?”
“Çok iyiler. Ciğerlerindeki sorun neredeyse tamamen bitmiş. Bir süre daha
tutacaklar ama çok sağlıklı birer delikanlı olacaklarına dair doktor güvence
veriyor.”
“Çok sevindim. Onları da çok özledim.”
“Eminim onlar da seni özlerlerdi… Tabii beni senden çok seviyor
olmasalardı.”
“Eminim canım. Hadi biz yemeğe gidiyoruz.”
“Afiyet olsun. Şey… siz? Aman neyse tamam, bir şey sormadım.”
“Sormadın zaten. Görüşürüz.”
Suitin ortak kullanım alanına
geçtiğinde Yiğit’i pencereden bakarken bulmuştu. “Her şey yolunda mıymış?”
“Evet, bebekler de iyiymiş. Keyfim yerine geldi. Sen de paketleri ortadan
kaldırmışsın.” Etrafına bakıp hiçbirini görmeyince şaşırmıştı. Valizlerin
kapakları bile kapatılmıştı.
“Son iki üç paket kalmıştı. Hallettim. Açım, yemeğe gidelim artık.”
Valizin içinde, odanın muhtelif yerlerinde yürüyen sekiz bacaklı karaltılar,
kendilerine kuytu köşeler arıyordu.
👀bu ne şimdi sekiz ayaklılar falan :)))) harika bölüm sonunda konuşan anlatan yiğit ...
YanıtlaSil