20 Mart 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 33. Bölüm

Her hafta kötü bir olay ile yaşamaya çabalıyoruz. 
Bu kötü günlerin de sonu gelecek. Hepimiz, bir sperm ile bir yumurtadan can bulduğumuzu, ana karnı olmadan dünyaya gelemediğimizi, aynı renk gözyaşı ile ağladığımızı, aynı seslerle güldüğümüzü, nefes almaz, yemez, içmezsek yaşayamayacağımızı bildiğimiz gibi, doğacağımız coğrafyayı, o coğrafyanın dinini, dilini, ırkını seçemediğimizi de biliyoruz. 
Hepimizin seçebileceği tek şey var... insan olmak... 
Doğmak ile insan olunmadığını acı şekilde öğretenler yüzünden çektiğimiz acıların son bulması dileğimle... 

***** 


Mert, Sergen’in verdiği bilgilere bakıyordu. Bir şey anlamamıştı. Bazı bağlantıları o bile kurabiliyor yine de tam olarak çözemiyordu. 


Sedef’i hala yara izinin kırmızılığından ayırt edebiliyordu. Teknede kendisini göreceği bir yerde durup sadece onun baktığı bir anı kolladı. Üst cebine vurarak anlaştıkları gibi dosyanın hazır olduğunu belli etti. Genç kız bir an baktı, sonra kardeşinin lafını bitirmesini bekleyip tuvalete gideceğini söyledi. Kamaraya doğru hareket etmeden önce Mert’in içeri girmesini beklemişti.

“Sedef Hanım, son bilgiler geldi. Şöyle bir bakınca bile bir tuhaflık olduğu anlaşılıyor. En az üç firma aynı kişiye ait.”
“Bu çok şaşılacak bir şey değil. Önemli olan o arkadaki kişi kim?”
Belleği uzatırken gülümsedi Mert Suyabatmaz. “O kısmı siz anlarsınız diye umuyorum.”
“Bulacağım. Çok teşekkürler. Arkadaşına teşekkürlerimi ilet.” Üç haftalık çalışmanın karşılığı olan tutarı Mert’e vermişti. Bir zarf daha uzattı. “İlki çalışmasının bedeli. İkincisi sadece teşekkür için.”
“Almaz.”
“Alsın, ne yaparsa yapsın. O Söğüt holding için yaptıklarının değerini bilemez.”
“Sizi bilmeyen mi var?”
“Ah Mert, bazen ne kadar maddiyatçı düşünüyorsun. Ben holdingin manevi değerini kast ettim. Kimse benim ailemle uğraşıp sonra da yara almadan sıyrılamaz.” Sedef, cümle dudaklarından döküldüğü an irkildi. Bunu gerçekten hissederek söylemişti. Mert ise genç kadına şaşkınlıkla bakıyordu. Bu naif kızları böyle görmek, bu sözleri duymak çok şaşırtıcıydı.
“Sedef hanım, sizler babanızın emanetisiniz. Sizi korumak benim en öncelikli görevim. Olur da bir şeyler öğrenirseniz lütfen benimle paylaşın. Ben ne yapılması gerektiğini söylerim size.”
“İçin rahat olsun. Zaten tek başıma asla hareket edemem. Mert, Mine’nin bir şekilde tehdit edildiğinden eminim. Bu oyunların, yer değiştirme çabasının ardında korku var. Onu korkutanların bor madenlerinin peşindekiler olduğu da aşikar ve eminim bu dosyadaki tüm izler bizi onlara götürecek.” Son tartışmalarındaki tavırları onu bu kadar emin konuşturuyordu. İlk günden beri şüphelendiği şeyler artık elle tutulur şekle bürünmüştü. Mert’in kulağına doğru konuşmaya devam etti. “Şu çiçekler uyarı amaçlı. Bize silah doğrultmuyor, çiçek yolluyorlar. Eminim mektup, mail ya da telefonla da tehdit ediliyordur. Telefonlarımız ve e-postalarımız özel görüşme, yazışmaları da içeriyor, mesleki bilgileri de. E-posta geliyorsa mutlaka siliyordur. Bilgisayarlarımızdakileri herkes okuyabilir. Büyük ihtimalle telefon ile arıyorlar, öyle irtibat kuruyorlar. Telefonlar için ne yapmak lazım?”
“Aranan numaraların dökümünü almak kolay ama arayanları savcılık aracılığı ile öğreniriz.”
“Neden?”
“Size ait olmayan bir telefonun dökümünü ancak böyle alabilirsiniz.”
Sedef ilk kez gülümsedi. “Mert, uyanamadın sanırım. Çantamda taşıdığım kimlik, Mine Sögüt’e ait.”
“Sedef Hanım, emekli olmaya karar verirseniz birlikte şirket kuralım. Benden çok daha hızlı ve detaylı düşünüyorsunuz.”
“Güzel teklif, aç kalmayız. Evet, hızlı düşünüyorum, çünkü dünden beri aklımda bu konu.”
“Hile yaptınız yani?” Gülüyordu Mert. Uzun zaman sonra gerçekten gülüyordu.
“Bizimle oynayanlar da hile yapıyor. Bizim de öğrenmemiz lazım. Ben başladım bile. En kısa sürede dökümleri isteyeceğim. Dosyadaki bilgileri de kontrol edeceğim. Asıl önemli kısmı Mine’yi artık itirafa zorlamam.”
“Uğraşmayın. O bunları yaptığımızı bilmediği sürece adamlarla irtibatı devam edecek. Biz de bu sürede hızlı bir adım atacağız ve onları yakalamak için yeni bilgiler edineceğiz.”
“İşte bu da senin neden bunca yıldır babamla çalıştığını gösteriyor. Ben asla böyle düşünmezdim olayları. Tamam, konuşmuyor ve şimdilik oyuna devam ediyorum. Seninle ilgili de bir yol bulalım, her zaman yara izini göremeyebilirsin. Ben sana göz kırpacağım. Anlaştık mı?”
Mert, gülümseyerek baktı genç kıza. “Karım görmesin, asla anlatamam neden böyle yaptığınızı.”
Sedef de tüm olumsuzluklara rağmen minik bir kahkaha attı. “Ben konuşurum, Asiye ile. O beni bilir.”



*****


Aynı gün öğleden sonra yine hastanedeydiler. Hümeyra Hanım, solunum cihazlarının kapatılmasına onay vermişti. Suat, Mine’ye haber verdi. İkizler, kalan programlarını iptal edip hemen hastaneye gitti.

Bu kez vedalaşma daha uzun sürdü. İlk önce Suat girmişti yanına. Ona uzun uzun yaptıklarını, yapacaklarını, Banu’yu anlatmış, dertleşmiş ve alnını öperek veda etmişti. 

Sedef ile Mine birlikte girmişti yanına. Kısa süre konuşan ikizler en sonunda kenara çekilip izlemeye başladılar. Hemşireler bebekleri getirmiş Esra’nın iki yanına kuvözleri ile yerleştirmişlerdi. Demir ve Tunç kuvöze uzatılan Esra’nın parmağını yakalamışlardı. Bebekler ilk ve son kez annelerine dokunuyorlardı. Sedef ile Mine bu sahneye dayanamamıştı. Hümeyra Hanım da onlardan farksız değildi.  

Bebekler vedalaştıklarını bilir gibi o yapıştıkları parmakları bırakmak istemiyorlardı. En sonunda hemşireler zorla ayırmıştı parmakları. Bebekler çıkartıldıktan sonra makine kapatılmış Hümeyra Hanım ise sakinleştirici verilerek uyutulmuştu. 


*****  


Esra’nın cenazesinden sonra hayatlarında yeni bir dönem başlamıştı. Bebekler kuvözdeydi ve Hümeyra Hanım artık gün içinde torunlarına uğruyordu. Suat akşamları gidiyor, annesini alıp eve dönüyordu. Kızlar da fırsat buldukça soluğu hastanede, bebeklerin yanında alıyordu.

Sedef, yine hastanedeydi ve gözleri ile birini arıyordu. Bulunca çok küçük bir mimik ile selam vermişti. Başkalarının anlamasını istemiyordu. Hastaneye ikinci gidişinde yaşadığı korkuyu unutamıyor, şimdi ise duruma gülüyordu. Kardeşlerini görmek için ikinci gidişinde, yeni doğan hemşiresine bekleme salonunda oturan adamın hangi bebeğin babası olduğunu sormuş, hemşire kimden bahsedildiğini anlamamıştı.

“Ben yeni doğana yeni başladım. Birazdan diğer arkadaş gelir ona sorarım.”
Sedef’in bekleyecek sabrı yoktu. Telefonunu çıkarttı.

“Mert, hastanede biri var. Dikkatli bakınca daha önce de gördüğümü anımsadım. Esra’nın yattığı yerin de bekleme odasında oturuyordu. Şimdi bebeklerin olduğu yerde. Dün de oturuyordu, bugün de oturuyor. Bak kardeşlerime bir şey yapacak bu. Buraya birini yollar mısın?”
Mert, o kadar hızlı konuşan genç kızın cümlesinin arasına girememiş, sonunda lafını bitirmesini beklemişti. “Sakin olun. O benim adamım. 7/24 koruma var hastanede. Hatta iki kişiler. Asla ne Esra’nın ne de bebeklerin korumasız kaldığı bir an olmadı. Sizin de ilk gün hariç hep etrafınızda korumalarınız vardı. İlk gün için de kendime kızıyorum. Çok karmaşa vardı, noksan adam yollamışım. Şimd, içiniz rahat olsun.”
Sedef, yine de korkusunu atamamıştı. Aklına geleni hemen söyledi. “O zaman, içimi rahatlat. Bu adam senin adamın mı anlamamı sağla. Telefonu kapatıyorum. Sen o adamı arıyor ve ona bana başı ile selam vermesine, sonra da koltukta kalkıp oturmasını söylüyorsun.”
“Akıllıca. Hemen arıyorum. Eğer o değilse hemen birilerini yollayacağım, sakın panik olmayın.”
“Umarım olmam.” 

Bir dakika sonra bekleme koltuğundaki genç adam başı ile selam vermiş, ayağa kalkmış ve gülümseyerek oturmuştu.

Sedef de rahatlayarak gülümsedi ve bebeklerin olduğu tarafa yönelirken Mert’i arayıp teşekkür etti.

*****

Mine, beyaz, yakasız gömleğinin kollarını biraz yukarı çekti. Çok fazla işi vardı. Sedef’i madenlerin satışına ikna edeceği bir yöntem bulamamış, kötü bir anlaşma ile zarar etmenin yolunu aramıştı. Madenlerde zarar çok uzun sürede gerçekleşeceği için bu da uygulanacak çözüm olmaktan çıkmıştı. Her sabah yeni bir telefon ile uyanıyordu. Tüm aramalar gizli numaradan, tüm görüşmelere bir dakikadan kısa… Polise bildirmiş olma ihtimaline karşın, adamların tedbir aldığını anlıyordu.  Süre azalıyor, her geçen gün Sedef satıştan uzaklaşıyordu. Başaramayacak ve kardeşini kaybedecekti. Kim bilir belki de kendi canını! Her iki durumda da sonuç korkunç olacaktı.

Sedef ise bir gün önce ona nereye gittiğini söylemeden ortadan kaybolmuştu. Onun şüphe içinde kıvrandığını biliyor, polise ya da dedektife gitmesinden korkuyordu. Dedektif… Bunu daha önce neden düşünmemişti? Elindeki kalemi bırakıp arkasına yaslandı. Kardeşi karşısındaki masada çalışıyordu. Kazadan sonra ikisinin hem çalışma masaları, hem yatak odaları değişmişti. En az yadırgayacağı şeyler bunlardı.

Sedef, dalgın şekilde bir otelin hesapları ile ilgili raporu inceliyordu. Yardım etmek istiyor, kısa sürede bitireceği işi elinden almak ve daha da önemlisi, her şeyi anlatmak istiyordu. Yapamazdı… Onun da başta kendisi gibi korkacağını fakat sonra polise gitmek için baskı yapacağını biliyordu.

Anlatmayacak, sattıramazsa korunma tedbirlerini arttırmaya bakacaktı. Daha ne kadar arttırılabilirdi acaba? Ahmet Doğanay ile bu konuda konuşmuş, babasının son zamanlarda aldırdığı tedbirlerin aynen devam ettiğini öğrenmişti. Araçlar zırhlı, attıkları her adım takipte, evlere giren çıkan her şey kontroldeydi. Aklına daha fazlası gelmiyordu. Ülkenin başbakanı da bu kadar korunuyordur, diye düşündü.

O düşünceleri ile boğuşurken ikizi raporları masasına bıraktı ve telefonunu eline alıp cama doğru yürüdü. O bugün sarı gömlek giymişti. Neredeyse aynı modeldi. Kendi üstündeki tunik şeklindeki gömleğin önü tamamen düğmeliyken kardeşinin gömleğinin sadece yaka kısmında açık bırakılmış üç düğmesi vardı. Kalçalarının üstünde kemerler ile hareket verilmiş tuniklerin altına Sedef beyaz, kendisi ise siyah pantolon giymişti.

Renklerin aklında bir şeyler çağrıştırması yeniden düşünmesine neden oldu. En son beyaz ve sarıyı aynı gün ve aynı şekilde giydikleri güne gitti. Kaza gününe… ya da cinayet gününe… iki kişi ölmüştü o kazada… biri hemen diğeri aylar sonra… sadece çocuklarını hayatta tutabilmek için dayandığını düşünüyordu, Esra’nın. Doğumlarında sorun olmasın diye çabalamış, doktorların bile artık doğumu yapabiliriz dediği zamana kadar yaşamıştı. Mucizelere inanmak için güzel bir örnekti.

Babasının oğullarını hiç görememesi, Esra’nın bilinçsizce tek bir dokunuşa sahip olması… Kardeşlerinin hayatını tehlikeye sokacak bir hareket yapmayacaktı. Sedef’i ikna etmek için kendisini on beş gün süre verdi. Bu sürede ikna edemezse anlatacaktı. Korku belki doğru karar vermesine neden olurdu.

Sedef, telefondan Yiğit’i aramıştı. Genç adamın telefonun ret tuşuna basması toplantıda olacağını düşündürtmüştü ama o an kapı açılmış ve Yiğit içeri girmişti. Takım elbise içinde bu kadar yakışıklı gözüken gerçekten az erkek vardı. Bembeyaz gömlek, lacivert takım ve en sevdiği renkte kravat. Yiğit’e milyonlarca bordo kravat alsalar asla çok fazla oldu demeyeceğini düşündü.

“Sevgili yönetim kurulu başkanımız, yüzüme telefon kapattınız!”
“Tasarruf yapıyorum, kapının önündeyken gereksiz telefonları açmıyorum. Neden arıyordun beni?”
“Sidney’deki toplantılara sen mi gidiyorsun, Akın mı?”
“Yönetim değişmeden benim gideceğim bildirilmişti. Hem Akın’ın bu hafta katılacağı önemli toplantıları var. Niye sordun?” Merakla bakıyordu genç kıza. Yüzünde inatçı ifade komik bile sayılabilirdi. Ne yanıt vereceğini az çok tahmin ediyordu.
“Ben de geliyorum.”
Yanılmamıştı. Yiğit gülümseyerek, hem onayladı hem de aklına takılan soruyu sordu. “Gel tabii de, doktorların o kadar saat uçmana izin veriyor mu?”
“Evet, dün sordum.”
“Dün hastanede miydin?” Lafa giren deminden beri ikisinin rahat konuşmasını izleyen Mine idi. Yiğit, soruya şaşırmıştı. Birbirlerinden habersiz bir şeyler yaptıklarını anımsamıyordu.
“Evet, hem bebeklere baktım, hem de bu gezi için kendi doktorumla görüştüm.” Bir de psikolog ile konuşmuştu. Kardeşinin bir şeylerden korktuğunu, hastanedeki süreçte bu korku ile ilgili bir şeyler söyleyip söylemediğini sormuştu. Yanıt, olumsuz olmuş, kendisinin Sedef olduğundan çok emin olan ikizinin korkuya dair hiçbir ifadesi olmamıştı.

Sedef, şaşırmamıştı. Yıllardır oyunların içindeydiler. Rol yapabildiklerini biliyorlardı. Lise yıllarında okulun tiyatrosunda görev almaları da bu yüzdendi. Kardeşinin kandıramayacağı tek kişi kendisiydi. Mine çok korkuyordu.

“Sidney biletimi aldırıyorum. Vize işlemleri falan iki güne biter sanırım. Oradaki otelleri yerinde inceleyeceğim. Konseptlerinde değişiklik yapmak istiyorum. Son yıllarda müşteri sayısında yüzde ikilik azalma var. Her yıl yüzde iki üç gibi müşteri kaybının elbet bir nedeni olmalı. Yeni bir otel de… otel demeyeyim, bir yaşam kompleksi satılacakmış. Onu da görmek istiyorum. Belki otelleri satar, orayı alırız. İkimiz gidersek karar vermek daha kolay olacaktır.”

“Vize işi için Melda yardımcı olur. Tanıdıkları vardır. Yoksa da çözeriz. Tamam o zaman hemen ayarlamaları yapıyorum. Uçak biletini hallederim ben. Otel sorunu yok zaten. Müşteri kaybının asıl nedeni üç yıl önce otelde örümcek sokmasından birinin ölmüş olması. Başka bir neden bulamıyorum. Yine de yerinde denetim iyidir. Belki de hizmet kalitemizde sorun vardır.”
“Melda’yı zorda bırakmayalım. Basit bir iş için borçlu kalmasın kimseye.”
“Öyle bir durum olursa söyler zaten. Tamam sen düşünme, pasaportunu ver bana.”

Onlar ayak üstü planlarını yaparken, Mine, içindeki kurtçukları yok sayıp, sanki ikisinin gitmesi çok normalmiş gibi davranmaya uğraşıyordu. Sedef, neden böyle bir plan değişikliği yapmıştı? Üstelik dört beş günlük bir plandı bu. Gidiş gelişle en az yedi gün yoktu. Daha yarım saat olmamıştı on beş günlük plan yapalı. Tüm düşündükleri elinde patlamıştı. Yani o aslında kendi planı için bozulmuştu. Yiğit ile gitmesinin etkisi yoktu. Zaten Yiğit, Melda ile birlikteydi. Oldukça uzun sürmüştü ilişkileri. Belki de evleneceklerdi. Mine, her aklına gelen bir öncekinden daha can yakıcı olunca işe dönmeyi tercih etti. Yiğit’i düşünmenin artık hiçbir anlamı yoktu!

Pasaportu alan Yiğit, başka bir şey söylemeden çıkacakken odaya neden geldiğini anımsadı. Akşam gidilecek yemek için kendisine eşlik edecek olup olmadığını sordu. 

İkisi de, “Melda ile git.” dediklerinde genç adam şaşkınlıkla baktı. Gülümseyip başını sallarken kapıyı da ardından çekti. Sekreterin masasına doğru yürürken hala gülüyordu. Sedef keyifle, Mine kıskançlıkla söylemişti. Bunun kendisini neden hala bu kadar mutlu ettiğini düşünmeyecekti. Sakin adımlarla genç kadının masasına yaklaştı, “Sedef… Yok Mine hanım için Sidney’e bir bilet bul.  Vize işlemlerini hemen başlat. Benimle gelecek.” 

Sekreterin yüzünden ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi. Necdet Beyin de sekreterine yardımcı olmak için işe başladığı on yıl öncesinden beri uyduğu bir kural vardı. Her şeyi bilmeli ama hiçbir şeyi bilmiyor gibi hareket etmeliydi. Bir dönem Yiğit Uçar ile Mine Söğüt arasında bir şeyler olacağını düşünmüştü. Yeniden birlikte seyahate çıkmaları aynı şeyleri düşünmesine yol açmışken, Yiğit Beyin sesi düşüncelerinde hatalı olduğunu gösterdi.
“Melda Berklay’ı da bağla bana.”
“Emredersiniz Yiğit Bey.”



*****  


İçeride ikizlerin seyahat konuşması devam ediyordu. Mine, tuniğinin yakasını çekiştirirken sinirinin yatıştırdığını sanıyordu. Gözleri siyaha yakın bir renk almıştı. “Neden sen gidiyorsun?” 

İşte bu dedi içinden. Nihayet tepki vermeye başlamıştı ikizi. Çünkü kim ne derse desin o hala Yiğit’e aşıktı ve kıskanıyordu. Hem Melda’yı hem de kendisini. İşte bu yüzden o geziye gidecek, Yiğit ile güzel vakit geçirdiğini ima edecekti. Üstelik buna şimdiden başlayacaktı. 

“Çünkü şu an Mine olan benim ve Sidney’de yapılacak görüşmeler ile sonraki yatırımlar benim takibimde olan turizm ile ilgili. Mine olduğunu kabul etseydin senin gitmen gerekecekti.”  
“Birinci derece iki imzaya ihtiyaç duyulacak bir görüşme olmayacak orada. İki kişinin aynı anda aynı iş için vakit kaybetmesi değil mi bu? Senin gitmenin ne faydası olacak?”  
“O eskidendi canım. Satış için Yiğit’e ihtiyacım var. Eğer otelin durumunu beğenmezsem satış kararı vereceğim. Elbette hemen satılmayacak ama belli de olmaz. Gerçi sorunları tespit ettiğimde satışa gerek kalmayabilir. Sözde otellerine sahip çıkıyordun ama Sidney ile ilgilenmemişsin ki müşteri kaybının farkında değilsin. İşleri biraz yoluna koymam hiç fena olmaz.”
“Benim bilmediğim bir durum yok. Hem sorsaydın…”
“Sorsaydım ne Mine? Sorsaydım, neden müşteri kaybettiğimizi söyleyecek miydin? Söyle o zaman!”
Artık oyunu sürdürmek zorlaşıyordu. Yine açık vermişti. Toparlama çabası ile devam etti. “Ben, Sedef’im, nereden bileyim neden kaybettik. Örümcek sokmasından müşteri ölmüş. Sen nasıl bilmezsin bunu? Asıl senin bilmen gerekir. Bilmiyorsan gidip öğrenmen en iyisi zaten.”

“Bak canım, madem ben Mine’yim, o zaman önceliğimi işime vereceğim. Gidip otelleri yerinde inceleyeceğim. Sonra da aşkta her şey mubah diyecek ve zamanında yaptığım hatanın dönülmez bir sonucu olup olmadığını anlayacağım. Melda, gerçekten Yiğit’in aşkı mı yoksa ‘benim’ yerime koyduğu biri mi, anlamaya çabalayacağım. Sorularının yanıtını aldın mı? Başka merak ettiğin bir şey var mı?”

Mine, ne diyeceğini bilemeden baktı. Susmalıydı. Sormamalıydı. Susamadı, sordu.  “Sen? Anlamadım yani sen şimdi orada Yiğit’i baştan mı çıkartmayı planlıyorsun?”  
“Neden olmasın? Daha önce baştan çıkartamadım diye yine olmayacak değil ya?”
“Sen…Nasıl?” Daha fazla soramamıştı çünkü bunu bilmiyordu kardeşi. Bilmemeliydi. Sadece boş atıp dolu tutmuştu. Şu an da kendisine tuzak kuruyordu. En iyisi aldırmıyormuş gibi yapmaktı. Ama bu en zoruydu. Çünkü lanet adama hayatında başkası varken bile aşıktı. Kendisi uzaklaştırmıştı. Hatalarına bir başkasını eklemişti yani. O zaman yeni hata yapmayacak, kimsenin hayatını tehlikeye atmayacaktı.
  
“Neyse tatlım tamam, canın ne istiyorsa öyle yap. Sen gitmeden ben isteklerimin listesini yapayım. O kadar yoldan elin boş dönemezsin.” 
“Emin ol canım asla elim boş dönmeyeceğim.” 
“A…Anladım.” Daha fazla konuşamayacaktı. En iyisi bu seyahati unutmaktı. İşe başlayacağı sırada kardeşinin yine Yiğit ile konuştuğunu fark etti. Nefes bile alamaz hale gelmişti. Doğru mu duymuştu?

*****

Yiğit, daha masasına oturmadan telefonu çalmaya başlamıştı. Dahili hattı açarken Sedef olacağını nedense tahmin etmişti. Ama söylediklerini asla tahmin edemezdi.

“Şu hizmet kalitesi ile ilgili söylediklerin doğru bir nokta. Beni tanırlar mı acaba? Rezervasyonunu değiştirsen, iki kişilik bir suit oda tutsan denetim için çok daha iyi olmaz mı?”
“Bay ve Bayan Uçar olarak mı?”
“Bay ve Bayan Uçar… Kulağa çok hoş geliyor. Tamam senin kim olduğunu biliyorlar ama beni bilmedikleri sürece açık verebilirler. Hem orada kış ayları. Şu en sevdiğim kalpaklarımdan ve kocaman gözlüklerimi yanıma alacağım. Resmimi görmüş olsalar bile öyle beni tanıyamazlar. Evet, çok sevdim bu fikri, ikimiz için bir suit ayarla lütfen.” Yiğit, duyduklarının şaşkınlığı ile karşı duvara, diğer odadaki Sedef ise keyifle kardeşinin bembeyaz olan yüzüne bakıyordu.



***** 

   
“Hangi aşamadayız?” 

David, Ronald’ın neler söyleyeceğini merakla bekliyordu. Sadece bir aylık süre veriyordu onlara. Bir ay da satış işlemleri derken zaten iki ay gibi bir süre geçecekti. Meclisten aldığı haberlere göre yasa da bu süreçte çıkacaktı. En çok üç ay veriliyordu. Ülkenin genel yapısına bakınca bu sürenin en az üç dört ay olacağı düşünülmeliydi.

“Sedef, Mine’yi imzaya ikna etmeye çabalıyor. İsim karışıklığı yüzünden diğer kız, satarsanız mahkemeyle iptal ettiririm diyor ki o da hiç işimize gelmiyor. Babalarının kazasına kadar dosyayı kurcalamaları olası.” Ronald gerçekten sıkıntılıydı. Diğer kızın işleri karıştırmaktan çekinmeyeceğini anlamıştı. Elbette bu söylediklerinin nasıl bir geri dönüşü olacağını da biliyordu. Patronunu tanıyordu.
“Yani, kız, kardeşini tehdit ediyor öyle mi?”
Kendi tehditlerini unutmuş gibi konuşan David’e baktı. “Evet, öyle. Bu kadar inat edeceğini hiç düşünmemiştik. Onun gözü korkmadığı için böyle yaptığını düşünüyorum.”
“Kardeşini tehdit eden birinin korkup hemen onay vereceğini düşünüyor musun? Ya da neden bu güne kadar o kızı gerçeklerle korkutmadınız? Bu kadar basit işleri benim mi düşünmem gerekiyor?”
“Düşünmedik değil. Çok düşündük ama babasının kazası, kardeşinin korkusu ile onun da korkutulması olayın duyulmasına neden olabilirdi. Mine, çok daha sakin davranıp olayı kimsenin canı yanmadan çözmek istiyor.”
“Ah ne iyi niyetli biri. Temizleyin.”
“Anlamadım!” Anlamıştı ama duymamış olmayı tercih ederdi. Her geçen gün daha kötü kararların altına imza atıyordu.
“Temizleyin dedim.”
“Kimi?”
“Şu kardeşini tehdit edeni elbette. Hiç mi utanmıyor kardeşini tehdit ederken? Temizleyin.” Yüzündeki gülümseme ile dudaklarından dökülen sözler hiç örtüşmüyordu. Yine masum yüzlü tonton bir ihtiyar olmuştu, cinayet emri veriyordu!
“Tamam. Kaza mı?”
“Bunu gerçekten sormadın değil mi? Aynı aileye bu kadar kısa aralıkla iki kaza benim için bile fazla. Tamamen doğal sayılacak bir yolla. Kalp krizi yaşları düştü nasılsa. O da genç yaşta kriz geçirebilir. Denize düşebilir. Yılan ısırır mesela. Ya da akrep… Bak ne çok doğal ölüm yöntemi var. Sen daha basitlerini de bulursun.”
“Yarın Sidney’e uçuyor. Güzel bir şehir, son gezilen yer için iyi olabilir… Dönüşte onu sürpriz bekleyecek o zaman.”
“Sidney… Güzel…”

*****


Ronald, odadan çıkıp derin nefes aldı. Bu adam git gide cani oluyordu. Melek yüzlü şeytan vazgeçmiyor, yaptığı masrafın çok daha azına elde edeceği başka madenlere yönelmiyor inatla aynı ocağı istiyordu. Neden olduğunu bildiği bu inat başlarını ağrıtmaktan öteye geçmemişti.

Söğüt ailesinin koruyucu meleği olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ama artık o melek de yorulmuş olmalıydı. Çünkü az önce patronu çok basit bir ölüm emri vermişti. Odasına girdikten kısa süre sonra kahvesini yudumlarken telefon görüşmesi yaptı.
“Türkiye’nin en güzel kadınıyla mı görüşüyorum?”
“Sadece Türkiye’nin mi? Ben dünyanın sanıyordum.”
“O kadar böbürlenme. Başaramadığın işler güzelliğine gölge düşürüyor. Sevgilinin de senden aşağı kalır yanı yok.”
“Çok az kaldığını biliyorsun değil mi?”
“Sana, ikinci bir talimata kadar bir şey yapmamanı söylemek için aradım. Başka bir plan var. Şimdilik sizler rahat durun. Aramayın, sıkıştırmayın.”
“Neden?”
“Sana ‘neden’ diye sorma hakkını verdiğimizi anımsamıyorum!”
“Sadece, paramı almama engel bir durum mu var diye merak ettim.”
“Sen o parayı hak ettiğini düşünüyor musun? Avans olarak verdiğimiz bile hak ettiğinizin çok üstünde. Yine de işi biz çözersek kalan alacağınızın en azından yarısını alacaksınız. Sakın… şu an bir şey yapmaya kalkmayın. Rahat durun. Eğer kendi başınıza iş yapmaya kalkarsanız kalan parayı unutursunuz” Sanki şu ana kadar yaptıklarında başarılı olmuşlar da bir anda çözeceklermiş gibi tembih ediyordu Ronald. Kendi yaptığına gülecekti neredeyse. Kravatını gevşetirken karşı tarafın hızlı hızlı konuştuğunu duydu ama onunla daha fazla vakit kaybedemeyecekti.
“Bir misafirim geldi, sonra konuşuruz. Dediklerimi unutma ve herkese söyle!” dedikten sonra telefonu kapattı.
Telefonun diğer ucundaki, “kapat bakalım, kapat. Ama olur da paramızı vermezseniz ben de sizin her şeyinizi ortaya dökerim. Beni aptal sanmak neymiş görürsünüz!” diye mırıldanıyordu. Tabii bunu yaparken Necdet’i öldürdükleri gibi kendisini öldürmelerini engellemeliydi. İşte o da burada sıkışıyordu.


  
*****  



Sidney gezisi için her şey hazırdı. Melda yardımcı olmuş, randevu erken bir saate alınmış, vize yarım günde çıkmıştı. Mine, neredeyse hiç konuşmuyordu. Sedef, valizini hazırlarken mevsimi düşündü. Kış ortamına gidiyordu. Kalın kıyafetler sırt çantasında olmalıydı. Çok üşümezdi. O yüzden otele gidene kadar bir mont bir de kalın tabanlı ayakkabı koyması yetecekti. Yanında da çok eşya taşımayacak, otelin mağazasında nelerin satıldığını gözleri ile görmüş olacaktı.

Sedef, vize işlemi için gittiğinde hemen şirkete dönmemiş, telefonunun GSM şirketinden Mine Söğüt’e ait özel hattın dökümlerini talep etmişti. Kimliğin kontrolünden sonra son üç ayın gelen arama dökümlerini hiç sorunsuz almıştı. Aklındaki işlerin bir kısmını bu dökümleri inceledikten sonra yapacaktı. O da Sidney dönüşüne kalacaktı.

Dökümleri de çantasına, kitap ve tabletinin yanına koyduktan sonra son kontrollerini yaptı ve küçük el valizi ile büyük valizini yan yana koyup görevlilerin indirmesini söyledi. 

Mine, hala konuşmuyor, onun gidişine tepkisini böyle veriyordu. Sedef hiç umursamadan sanki her şey normalmiş gibi ondan hastaneye gittikçe bebeklerin görüntülerini yollamasını istemişti. Tahmin edildiği gibi tıpatıp benziyorlardı. Doktorlar kısa süre daha kalacaklarını daha sonra eve çıkabileceklerini söylemişti. En çok bir ay daha diyorlardı.

Şirketten saat dört gibi çıktılar. İkisi de üstlerini değiştirmiş, yolculuk için daha uygun kıyafetlere bürünmüşlerdi. Çantaların bagaja yüklenmesi sırasında Yiğit gülmeye başladı.

 “Tek valiz mi? Yoksa diğerlerini kamyonet mi getirecek?”  
“Tek valiz.” Sedef de gülmesine engel olamamıştı. Bir hafta için gerçekten az eşya almıştı. Orada alışveriş yapmak keyifli olacaktı.
“Ah anladım sanırım. Oradan alışveriş yapmaya niyetlisin.”  
“Doğru anlamışsın. Bir sürü sipariş var. Onları da alacağım. Dönüşte en az beş valiz ilave olur.”  
“Beş ise sorun olmaz.”  

Sedef, adamın kendisi ile dalga geçtiğinin farkındaydı. Biraz da o dalga geçmişti. Herkese hediye alsa bile beş valiz tutmayacağından emindi. Belki üç…

Mine, onlarla garajda vedalaşmıştı. En uzun ikinci ayrılık yaşanacaktı. Sedef’e sıkı sıkı sarılmış ve kendine dikkat etmesini söylemişti. Yiğit’e ise Sedef nasıl vedalaşır diye düşünüp kısa bir kucaklaşma ile veda etmişti. Araç garajdan çıkana kadar arkalarından bakmış, el sallamış, sonra da gözyaşlarını silmişti.

*****

Havaalanında kontrol noktalarından geçerken didik didik aranmak sinirini bozuyordu. Parfümünün bile mililitresinin kontrol edilmesinden sonra evrak ve omuz çantasını alıp ikinci kontrole doğru yürümeye başladı. Yiğit de hemen arkasından geliyordu. 

“Minik valizi bana ver.”  
“Çok ağır değil.”  
“Bir süre sonra ağır gelmeye başlayacak. Ben taşırım.”  
“Teşekkür ederim.” Genç adama uzattı çantasını. Yiğit’in omzunda kendi, elinde Sedef’in çantası ile sakin adımlarla yürüyüşü çok karizmatikti. Tüm bu gözlemlerini kardeşine anlatmaktan büyük keyif alacaktı.  
“Melda neden uğurlamaya gelmedi?” Beklerken bir şeyler içmek için kafelerden birine oturmuşlardı.
“Çıkamadı konsolosluktan.” 
“Sabah vedalaşmışsınızdır o zaman.” 
“Melda ile olanları sana anlatmamı bekliyor musun?” Yiğit, Sedef’in niye böyle yaptığını anlamamıştı. Mine olsa mantıklı, daha doğrusu kıskançlık kökenli bir merak olabilecek konuşma, söz konusu kişi Sedef olunca tuhaflaşıyordu.

Sedef,  genç adamın yüzündeki geçişleri anlamaya çabalıyordu. “Hayır, beklemiyorum. Sadece neden uğurlamaya gelmediğini merak ettim. Yanıtımı aldım. Sanırım iki üç gün birbirimizle konuşacak konu bulabiliriz. Geçmiş yüzünden aramızdaki mesafenin arttığını biliyorum ama bunları aşacağımıza inanıyorum.” 

“Geçmişi konuşmayı istediğinden emin misin?”

Neredeyse ‘Bingooo’ diye bağıracaktı. Biliyordu ikisinin arasında bir şeyler olduğunu. Ve o gecenin neticesinde uzak durup hayatlarına başka yollar çizdiklerini de anlamak zor değildi. Şu an Yiğit’in aklını daha da çok karıştırmak istemediği için sanki hâlâ konuşmayacakmış gibi davrandı. 
“Haklısın, artık önemi yok. Yaşandı ve bitti.” 

Yiğit, bir hafta boyunca saçma bir oyunun içinde olmayacaktı. “Sedef, seni Mine ile karıştıracağımı, onunla yaşananları konuşacağımı düşünmüyorsun değil mi? En başından beri kim kimdir biliyorum.”

Sedef, bir an kocaman açılmış gri gözleri ile baktı. “Nihayet, nihayet oh, nasıl rahatladım anlatamam.”
“Ben de!”
“Yiğit, Mine, neden böyle davranıyor? Bilgin var mı? Bir şeyler planlıyor ya da bir şeylerden kaçıyor olabilir mi?”
“Çok ukalaca bulmazsan ilk aklıma geleni söyleyeceğim. Bir süre bana daha yakın olan maden işlerini senin elinden kapmak için yaptı sandım.”
“Aaa, çok da mantıklıymış ama Melda ile seni bilip böyle bir şey yapması benim kardeşim için çok büyük ve saçma bir adım olmaz mıydı? Mine böyle bir karaktere sahip değil.”
“İşte ben de sonra bunun olamayacağını anladım. Israrı, inadı hep onun karakterine uyan şeyler ama bu kadar tuhaf bir planla hareket etmek… Benim sev… Tanıdığım kadına uymuyor.”
“Ne olduğunu anlatmanı beklemiyorum ama sadece tek soru soracağım, umarım yanıtlarsın.”
“Yanıtı varsa elbette.”
“Hala Mine’yi severken Melda niye hayatında?”
“Mine, beni sevmiyor. Bir süre etkilendi biliyorum ama sonra bir sürü erkek ile birlikte oldu. Melda ise beni seviyor. Ben, hak ettiği kadar sevmediğimi biliyorum. Yine de onunla mutluyum. Aşk yok ama bir çeşit sevgi var. Şimdilik yetiyor ikimize de.”
“Azla yetinmek mutlu ediyorsa sorun yok. Şahsi fikrimi sorarsan, aşkın azı olmamalı. O duyguyu yaşarken geri kalan her şeyin önemi azalmalı. Gurur, kıskançlık, egoların çatışması, eğitim, kültür farklılıkları… önemli ama aşk kadar değil. Elbette benim fikrim bu. Ve bir minik sır daha… Mine de aynı şekilde düşünüyor.”
“Yani?”
“Yani, kardeşim de aşkı büyük yaşayacak. Aşık olduğu insanla evlenmeyi, çocukları olmasını ve her şeyi ikisinin çözmesini isteyecek biri Mine.”
“O zaman yanılmamışım, o beni sevmiyor. Bana aşık değil. Olsa o kadar farklı isimle karşıma çıkmazdı.”
“Yönetim Kurulu toplantısında senin görevine son verilmesini isteyeceğim.”
“Ne? Niye?”
“Burnunun ucunu göremeyen bir yöneticinin bizim şirkete faydası olacağını düşünmüyorum. Daha iyi birini buluruz.”
“Of Sedef, sen benim aklımı karıştırmak için mi geldin bu geziye?”
“Tek aklı karışan olmadığını bilmek, beni çok mutlu ediyor. Hadi bizim uçağın anonsu yapıldı. Öde de gidelim.” Çok keyiflenmişti.

Aktarma yapılana kadar geçecek on bir saatlik ilk uçuşta GSM firmasından aldığı dökümü incelemek için Yiğit’in uyumasını bekledi. Uçaklarda yataklı koltukların keyfi böyle zamanlarda çıkıyordu. Ne üzerine çalıştığını anlamasın diye arka koltukta oturmayı istemişti Sedef. Yiğit, bir süre kitap okumuş, sonra da iyi geceler dileyip yatmıştı. En az bir saat daha sadece kitabına odaklanan Sedef, onun uyuduğundan emin olunca telefon dökümlerini çıkartmış, not defterini ve tabletini de hazırladıktan sonra kendi telefonunda olmayan numaraları tespit etmenin böyle zor olacağına karar vermişti. Son üç ayın tüm aramalarını Excel dosyasına aktarmak o an için daha kolay gelmişti. Aradan iki saate yakın süre geçtiğinde nihayet bitirmişti aktarma işlerini. Uyumak ve sonra devam etmek için her şeyi toparladı ve koltuğunu yatak haline getirdi.

Acaba sevgili ikizi şu an ne yapıyordu? Uyuyabilmiş miydi? Aklının onlarda olduğundan emindi. Her ne kadar aksini iddia etse de olmak istediği yerin Yiğit’in yanı olduğunu biliyordu. Ya uyanıktı ya da uykusunda bile kıskançlıkla kıvranıyordu. Melda yüzünden bile günlerce gözaltları mor gezmişti.  
  
Yiğit, Sedef ile konuştuklarını düşünerek uyanmasını bekledi. Bir saat sonra ineceklerdi. Tahminlerini bir nebze gidermişti. Artık ikizi ile arasında bir şeyler olduğunu ve yürümediğini biliyordu. Zaten hayatında Melda vardı. İyi biriydi Melda. Ama iyi olmak aşk için yeterli değildi. Bunu anlamış olsa da aylardır süren ilişkisinde bu noksanlığı telafi edecek bir yol bulamamıştı. Çekici olması, ortak zevkleri ve cinsellikleri ilişkiyi ayakta tutuyordu ama bir adım sonrasına yeterli gelmiyordu. Onun yanına gitmek için heyecan duymuyor, gününü paylaşmak, neler yaptığını sormak içinden gelmiyordu. Düzenli bir hayattan fazlasına sahip değildi.

Sedef’in sorusu ile zaten karışık olan aklı hepten bulanmıştı. Ne yapıyordu? Sevmediği, sevmek için çaba gösterdiği halde sevmediği kadınla nereye gittiği belli olmayan bir ilişki içindeydi. Bu Melda için de son derece üzücü olmalıydı. Ona aşık olmadığını bildiğinden emindi. Zeki bir kadındı Melda. Bazı akşamlar saatlerce konuşsalar da çoğu zaman sessiz kalınan bir ilişkinin içindeydi. O anlarda kendi aklından ne geçtiğini hiç söylememiş, Yiğit’e de hiç sormamıştı. İşten konuşmak, gün içinde olan olayları paylaşmak, sorunlara kafa yormak ya da o günü yaşanmamış saymak… Tuhaflaştığını ancak anlayabildiği bu ilişkinin sonu hakkında bir karar vermeliydi. Ya devam etmeli ve büyük ihtimalle beklenen teklifi yapmalı ya da bitirmeli ve aşkı bulmak için umut beslemeliydi.

‘Ben aşkı buldum. Sadece onu elimde tutamadım. Yeni bir aşk istemiyorum. İstediğim tek şey Mine ile mutlu olmak. Bunun için parasal uçurumu, konumlarımızı yok saymam gerekiyorsa öyle yapacağım.’

   
*****  

Singapur’dan Sidney’e kadar olan yolculukta yan yana oturan ikili bol bol konuşmuştu. Başlarda konu Mine idi. İki tarafında bundan sonra ne yapacakları bilinmediği için her seferinde başa dönüyorlardı. Ne kadar başa dönülürse dönülsün Sedef, Yiğit’in her tekrarda biraz daha Mine’ye olan duygularını ortaya serdiğini görüyor ve seviniyordu.

Sonunda konu değişmiş, Bora Taşkın ve ortak otomotiv şirketine gelmişti.
“Sen nasıl oldu da Bora’yı bu işe ikna ettin? Hayatımda gördüğüm en tembel insan Bora.”
“Haklısın ama o tembel, konu arabalar olduğunda ayaklı kütüphane. Lüks otomobillerin ithalatı ile ilgili bir şirket çok hoşuna gitti. O başlarda sadece arabaların alım satımında biraz fikir üretsin, zamanla masaya da oturmayı başarır. Üzülüyorum, o gerçekten iyi biridir.”
“O para yemeyi seven, hazırı bitirmek için elinden geleni yapan bir mirasyedi. Sen acıyorsun diye o yatırım batarsa bana hesap verirsin.”
“Batmaz. Batırmamasını sağlarım. Sana da güzel bir araba satalım.”
“Nasıl ayakta tutacağını anladım. Şimdilik kalsın. O kadar lüks arabaya ihtiyaç duymuyorum.”

Bir süre sonra ikisi de kitaplarına dalmıştı. Nasılsa bir hafta boyunca bol bol konuşacaklardı.

Sedef, yarım saat kadar sonra kitabını kapatıp camdan dışarıyı seyretmeye başladı. Bir yandan da telefon görüşmelerinden elde ettiği sonucu düşünüyordu. Arayan numaralardan tanımadıklarını ayırmıştı. Kimler arıyordu kardeşini? Bu konuda kimse ile konuşmamasını tembihlemişti Mert. Yiğit ile bile konuşamayacağını biliyordu. Güvenmediği için miydi bu? Birkaç saat öncesine kadar kardeşi ile olası bir aşk hayatından bahsettiği kişiye güvenmiyor muydu? Galiba şu an kendisi ve kardeşinden başka kimseye güvenmiyordu.

Yiğit kötü olabilir miydi? Alınan kararların şirketin başarısı için olduğunu görüyor ve o konuda zaten güveniyordu. Kardeşi ile ilgili duygularından da emin gibiydi. Sadece hayatında birinin olması ve o insanın da tüm bu karmaşada en masum kişi olması canını sıkıyordu.

Bilinmezlikler içindeydi. Aklını asıl kurcalayan şeyin Mert’in söylediği bir cümle olduğunu biliyordu. Kaza olduğu gün, onların araba ile gideceklerini bilenlerden biriydi Yiğit…

Tüm bilgiler nihayet toplanmıştı. Şirketlerle ilgili son bulduğu şey de babasının masasının en alt çekmecesindeki teklif dosyaları idi. Başlarda önemi olmayan tekliflerin şirket isimleri Mert’in arkadaşının bulduğu şirket isimleri ile örtüşmüştü. Bir süre anımsayamadığı isimlerin teklif verdiğini bir gece yarısı çözmüştü. Başka zaman olsa hemen aklına gelecek isimler, belki de kazanın ve yaşananların etkisi ile böyle gecikmeli hatırladığı şeyler oluyordu.

Sidney dönüşü yeni bilgiler edinmiş olsa da olmasa da polisle görüşecekti. Topladıklarının işe yarayacağını biliyordu. Mesut Kafkas, iyi bir polise benziyordu. Ona yardımcı olacağına inanıyordu. Onlardan tespit için yardım istemesi gerekecekti.

Otelde kendi odasındayken bol bol rapor okuyacaktı. Mert’in verdiği belleklerdeki bilgilerin ipucu vereceğini biliyordu. Evde ve şirkette Mine’den gizli incelemesi imkansızdı. Bu gezi gerçekten iyi olmuştu. Bir taşla iki kuş vurmak demek buydu. Hem Yiğit konusunda bazı yanıtlar almış, hem Mine’yi delirtmiş hem de telefon ve şirket bilgilerini rahat rahat okuyacağı ortamı yaratmıştı.

Sidney’de geçen ilk iki günün sonunda Sedef, yaptıkları işlerle ilgili çok fazla bilgi sahibi olmuştu. Hizmet kalitesinde sorun yoktu. Sadece biraz görsel olarak modernlikten uzak kalmışlardı. Bir yıllık tadilat planı yapılsa, o süreçteki zararı karşılayacak yeni atılımlar ile müşteri sayısı arttırılabilirdi. Dolaştığı odalarda bazılarının gereğinden küçük, bazılarının ise çok büyük olduğunu görmüştü. Otelin planlarını inceleyecek bir mimar aramışlar fikir olarak yardımcı olup soruları yanıtlayacak birisini bulmuşlardı.

Eski mimarlık bürosunun neredeyse daha da eski duran sahibinin modern mimari ile ilgili nasıl yol göstereceğini düşünen Sedef duydukları karşısında şoke olmuştu. Bu yaşlı adamın ergen bir delikanlı kadar çılgın fikirleri vardı.

İkiz kardeşler hakkında bilgi alırken isimlerini planın bir köşesine kurşun kalemle yazmıştı. Sonra da neler yapılacağını görmek, planlar üzerinde çalışmak için izin istemişti. Kapıdan çıkmadan önce dönüp, “Kaç oteliniz var?” diye sordu. Sedef, kısa bir an düşünüp, yanıtladı. “Dokuz, bir tane daha almayı düşünüyoruz.”

“Hepsinin adı aynı mı?”
“Hayır, hepsi daha önceki isimleri ile anılıyor. Bunun iyi fikir olduğunu düşünmüştük.”
“Sizin holdinginizin adı ne?”
“Söğüt Holding.”
“Sogut… Ne demek?”
“Sogut değil, Söğüt. Ağaç adı. Aynı zamanda soy adımız!”
“Bizler söyleyemiyoruz. Kolay bir isim olmalı. Her otele aynı adı vermelisiniz. Siz artık oteller zinciri olmalısınız.”
“Teşekkürler, iyi bir fikir her zaman değerlendirilmeli.”
“SMS ya da SM gibi bir şey bile olabilir. Bu otelin geçmişindeki olayı da unutturur. Sizlerin adından esinlenir.”
“İşte bu çok daha iyi fikir. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum.”

SMS denilince kısa mesaj akla geliyordu. SM denilince de sanki sadece o bedendeki kişilere hizmet veren bir otelmiş gibi algılanacaktı. Organik sistemli otelleri için kullanılabilir bir isimdi. Aklına not ettikten sonra suite gidip odasına çekildi. Yiğit, mimarla yapılan görüşmeden sonra başka bir toplantıya gitmişti.

Sedef şirket raporlarına rahatça bakabileceğini biliyordu. Mert’in verdiği dosyayı açtı. İki saat kadar sonra Yiğit’in geldiğini duyup ekranını kapattı. Kapısı çalınınca “Gelebilirsin” dedi. Yiğit, içeri girdi.

“İkimize de kahve yapıyorum. Bir şeyler yer misin, yemeği mi beklersin?”
“Saat farkına hala alışamadım. Acıkmışım.”
Yiyecekleri ile birlikte kahveleri yudumluyor, günü konuşuyorlardı. Mimar ile yaptıkları görüşmeyi konuşuyorlardı.
“Sen, Mine olmadığına emin misin? Turizm ve otelcilik konusunda çok iyisin.”
“Babamın kuralları! Her işi herkes bilmeli. Seni bile ne çok eğittiğini biliyoruz.”
“Çok arıyorum Necdet Beyi.”
“Biliyorum.”
“Sana bir şey anlatayım. Baban bir gün bana, ‘Düşerlerse hep ellerinden tutacağını biliyorum.’ demişti. Sonra da eklemişti. ‘Sadece Mine’nin elinden tutma, senin kadar iyi biri hayatında yoksa Sedef’in de yanında olduğunu bileyim.’ Hala kulağımda. Soramamıştım bu cümleyi kurarken aklındakinin ne olduğunu. Hep Mine’ye olan duygularımı fark ettiğine yordum. Sence?”
“Başına gelecekleri biliyormuş sanki. Ne zaman oldu bu konuşma?”
“Ne zaman mı? Size yemeğe geliyordum. Yattan inerken sallantı olmuş Mine’yi düşmesin diye tutmuştuk. Tam zamanı galiba Esra’nın düşük yaptığı akşamdı. Çok şanssız bir kadınmış. İlk bebeğini kaybetti, ikizlerini hiç göremedi. Böyle şeyleri düşününce hayatın ne kadar bilinmez olduğunu daha iyi anlıyorum. Bugün varsın, yarın yok.”

Sedef, dalgın bakışlarla boşalmış kahve fincanın bakıyordu. Üstündeki kazağın içinde sıcacıktı ama ürpermişti. Bir yıldan daha fazla zaman geçmiş, ailesi bu süreçte bir sürü şey yaşamıştı. Son iki ayda yaşananlar artık başka bir aile yapısı bırakmıştı geride.

“Biliyormuş.”
“Anlamadım, kim neyi biliyormuş?”
“Babam, senin Mine’yi sevdiğini biliyormuş.”
“Emin misin? Ben yönlendirmiş olmayayım seni.”
“Eminim. Hem biliyor, hem onaylıyormuş. Peki, sen Endonezya’da ne oldu anlatacak mısın? Benim kardeşim tek bir şey anlatmadı. Çok güzel geçen bir seyahat olduğunu yazıyordu hep. Ben de aranız iyi diye düşünüyordum ki her şey tepetaklak oldu. Ne oldu?”
“Detay anlatmayacağımı biliyorsun. Sadece, ben bir hata yaptım, sonra başka bir hata daha yaptım. O da bana kapıyı gösterdi.”

Yüzünde kocaman bir gülümseme ile “Kapıyı gösterdi, öyle mi?” dedi, sonra da “Yani, sen onun odasındaydın. Tamam kızarma, başka bir şey sormam ve söylemem. Hata yaptığını düşündüğüne göre dönüşte ne yapacaksın? Ah Melda… Çok özür dilerim. Unuttum. İnan unuttum.” Panikle konuşuyordu. Bir başka ilişkiyi böyle yok saymak çok terbiyesizce gelmişti. Tamam aşk yoktu fakat iki kişi arasında yaşananları inkar eder tavırlar yakışıksız kaçmıştı.

“Özür dilemeni gerektiren bir şey yok. Düşünüyorum. Uzun uzun düşünüyorum. Sonra da bu kadar düşünüyorsam çok fazla noksan şey var diyorum. İnsanın kalbi yerine beyniyle hareket etmesi demek bu. Ama ben kalbimi dinlemek istiyorum.” Yiğit, çok uzun zaman içinde sakladığı şeyleri gerçek sahibine olamasa da onun kız kardeşine, ikizine, hatta ruh ikizine söylüyordu. O kadar iyi gelmişti ki her saniye biraz daha rahatlıyordu.

“Bir soru daha… Bizi hiç karıştırdığın oluyor mu?”
“Hayır.”
“Nasıl ayırt ediyorsun?”
“Bu kadar aynı olup da nasıl sana bakarken kardeşime bakıyormuş gibi hissettiğimi açıklayamam. Ona bakarken ise başka bir şeyler oluyor. Onu hiç kardeşim gibi görmedim, göremiyorum.”
“Tamamen kalbinle bakıyorsun.”
“Necdet Söğüt gibi… Sizi kalbimle görüyorum.”
“Teşekkürler.”


Biraz da iş konuşup birlikte şehir turu yapacakları ertesi günü planladılar. Akşam yemeğine gitmeden önce Mine ile konuştu. Kardeşlerinin resimlerini çektiğini, birazdan yollayacağını söyleyince tabletini de yanına alıp öyle yemeğe inmeye karar verdi. İkizinin hattın ucunda kıvranmasına aldırmadan, “Görüşürüz canım, Yiğit bekliyor.” dedi. Mine’nin sinirli sesini duydu. “Afiyet olsun!”  onu umursamadan “Siyah kazağın bu kadar yakıştığı ikinci bir erkek hatırlamıyorum. Yanında sönük kalacağım.” derken bir yandan da göz kırpıyordu. Telefonun diğer ucunda kardeşinin sinirle “Adisin” dediğini duydu ve telefonun kapandığını anlayıp kahkahayı patlattı. “Delirdi.”
“Ciddi misin?”
“Ben son derece ciddi birisiyim. Ve açım, hadi bu yakışıklı ile hava atmam gereken bir otel dolusu güzel kadın var.”
“Fırat duymasın. Yumruğunu tatmak istemiyorum.”
“Fırat, yumruk atmak için önce söz sahibi olsun da sonra benim yanımdakilere karışsın. Bir dakika ya! Kim kime karışıyor? Öyle bir şey söz konusu bile olamaz. Kıskanabilir ama karışmak, hele de birini yumruklamak? Düşünülemez.”
“Neler oldu? Bir ara yakın gibiydiniz. Yürümedi mi?”
“Yürütmeye çabalayan kimse olmadı diyelim.”
“Üzüldüm.”
“Üzüntümüzü dağıtmak için güzel bir yemek yiyelim. Otelin hizmetleri gerçekten iyi. Müşteri kaybının ölüm olayıyla bağlantısı olması sana normal geliyor mu? İlk seneyi anlarım ama üç sene geçmiş.”
“Burada her örümcek zehrinden ölümde otelin adı yeniden gündem oluyormuş.”
“İsim değişikliği şart olmuş desene. Bu işin üstüne düşelim. Güzel bir isim bulalım. Farklı otellerde düşündüğümüz organik mutfağı buraya da getirelim. Sağlık merkezini şehrin merkezine taşıyalım. Otelin ekolojik bir yapıyla yenilenmesini, güneş ve elektrik enerjisini kendisinin üretmesi gibi konularla ilgiyi tamamen başka bir tarafa yönlendirelim. Ne dersin? Dur bir şey deme. Otelin yenilemesinde kullanabileceğimiz madenlerimizi kullanalım. En sonunda da tuz odası ve tuz lambaları ile olayı noktalayalım. Evet, tamam, şimdi ne diyorsun söyle.”
“Sen her şeyi söyledin. Bana diyecek bir şey kalmadı. Müthiş fikirler. Planları yapar yapmaz işe başlayalım.”
“Mine, madenlerle boğuşsun, ben artık otellerle ilgileneceğim.”


Her sabah birlikte otelin spor salonuna çıkıyor, tepeden şehri seyrederek kırk beş dakikalık programlarını yapıyorlardı. Sedef, Yiğit’in formda vücudundan spor yaptığını tahmin ediyordu. İlk kez birlikte yaptıkları için çalışma temposunu hayranlıkla izlemişti. Kendisi yürüyüş ve kondisyon bisikletinden sonra kısa bir ağırlık çalışması yapıyor, o ise kısa yürüyüşten sonra uzun ağırlık çalışması ile programını tamamlıyordu.

Keyifli bir haftadan sonra nihayet son güne gelmişlerdi. Akşam, odasına çekildikten sonra son üç gece yaptığı gibi şirketlerle ilgili bilgileri kontrol etmeye başlamıştı. İlk kez büyük bir ip ucu yakaladığını hissetmişti. İki şirketin ortakları olan tüzel kişiliklerin arkasındaki farklı tüzel kişiliklerin sahibi aynı kişi gözüküyordu. Üstelik her iki şirkette ortak olan kişi hep en küçük hisseye sahip kişiydi. İlgi böylece onda olmuyordu. Böyle böyle üç ayrı şirkette, üç ayrı kişiye ulaşmıştı. Bu isimlerin başka şirket ortaklıkları olup olmadığını bulması imkansızdı. Mert belki ulaşırdı. En kötü ihtimal polis bakacaktı. Belki de yetkileri yoktu. Daha fazla düşünmeyi bir yana bıraktı. Yiğit’e de ne yaptığını söylemiyordu. Kendini bir şeyler gizlerken kötü hissetse de ne kadar az kişi bilirse o kadar rahat edeceğini düşünüyordu.

 Sabah yaşlı mimar ile görüşmüşler fikirlerini değerlendirmek üzere notlarını almışlar, sonra da bir kaç hediye daha almak için otelden çıkmışlardı. İki büyük valiz alan Sedef gülüyordu. Valizler otele bırakılacaktı. Yiğit, Melda için bir şey alması gerektiğini biliyor, ne alacağına karar veremiyordu. Çok özel bir şey olmamalıydı. Artık o ilişkinin ne kadar devam edeceği konusunda fikri yoktu. Bir haftadır görüşmüyorlardı, sadece telefonda iki kez konuşmuşlardı. Görmek için sabırsızlandığı kişi Melda değildi. O Mine’yi görmek istiyordu. Üstelik kopyası hemen yanı başındayken o Mine’yi görmek istiyordu! Melda konusunda ne yapacağının yanıtı da bu ‘görmek istediği’ kişide saklıydı. Bunları söylemeden Sedef’ten hediye için yardım istedi.

Sedef, bir iki fikir vermiş sonra onu kararı ile baş başa bırakıp kendi alacakları için mağazanın kozmetik kısmına geçmişti. Evdeki çalışanlar, iki arkadaşı, kardeşi, sekreterleri derken, kendisi de dahil on iki kişi için kuru, sıvı sabunların olduğu, köpük, şampuan, vücut losyonunun da içinde olduğu setlerden istedi. Bildiği kişilerin sevdiği kokuları seçerken evdeki hizmetlilerin en sevdikleri kokuları düşünmesi gerekti. İki kişi hariç hepsinden emin olup paketlerin üstlerine isimlerini yazdı. Böylece dağıtırken sorun olmayacaktı. Valizler gibi bu aldıkları da otele teslim edilecekti.

Tam bitti derken erkekler için bir şey almadığını anımsadı. Üç güvenlik, bir kaptan derken Fırat’a da hediye almak istedi. Yiğit yanında olabilirdi ama onu atlamak olmazdı. Gerçekten iki valiz yetmeyecek korkusu yaşıyordu.

Nihayet alışverişi tamamlayıp otele döndüklerinde akşam olmuştu. Suite çıktıklarında tüm aldıklarının odaya bırakıldığını gördüler. Sedef, valizleri salon bölümündeki masanın üstüne koyup hediyeleri yerleştirmeye başladı. Yiğit onunla dalga geçecekti ki kendisine ait paket ile birlikte Melda için aldığı minik hediyeyi uzattı. “Bunları ben niye taşıyayım ki? Güle güle kullan! Diğer paket Melda için.” dedi.

“Bana da mı hediye aldın? Teşekkürler.”
“Bir şey değil. Telefonum çalıyor, nereye koydum ben onu? Ah odamda.” Sedef, fırlayıp odasına gitti. Kardeşi arıyordu.
“Çok özledim.”
“Ben de çok özledim. Yola ne zaman çıkıyorsunuz?”
“Sabah uçaktayız, ertesi akşam gelmiş olacağız. Günlerim şaştı. Uçuş uzun, saat farkı çok. Tam buraya alıştım, geri dönüyorum.”
“Dön artık. Bana ne aldın?”
“Hiçççç. Bir şey mi almam gerekiyordu?”
“Pis, çirkin kardeş, gelmesen de olur.”
“Tamam ama ben gelmezsem… Ah niye konuşayım ki?”
“Ne? Ne diyecektin?”
“Yok, bir şey. Sonra!”
“Offf tamam.”
“Demir ile Tunç nasıl?”
“Çok iyiler. Ciğerlerindeki sorun neredeyse tamamen bitmiş. Bir süre daha tutacaklar ama çok sağlıklı birer delikanlı olacaklarına dair doktor güvence veriyor.”
“Çok sevindim. Onları da çok özledim.”
“Eminim onlar da seni özlerlerdi… Tabii beni senden çok seviyor olmasalardı.”
“Eminim canım. Hadi biz yemeğe gidiyoruz.”
“Afiyet olsun. Şey… siz? Aman neyse tamam, bir şey sormadım.”
“Sormadın zaten. Görüşürüz.”

 Suitin ortak kullanım alanına geçtiğinde Yiğit’i pencereden bakarken bulmuştu. “Her şey yolunda mıymış?”
“Evet, bebekler de iyiymiş. Keyfim yerine geldi. Sen de paketleri ortadan kaldırmışsın.” Etrafına bakıp hiçbirini görmeyince şaşırmıştı. Valizlerin kapakları bile kapatılmıştı.
“Son iki üç paket kalmıştı. Hallettim. Açım, yemeğe gidelim artık.”

Valizin içinde, odanın muhtelif yerlerinde yürüyen sekiz bacaklı karaltılar, kendilerine kuytu köşeler arıyordu.


1 yorum:

  1. 👀bu ne şimdi sekiz ayaklılar falan :)))) harika bölüm sonunda konuşan anlatan yiğit ...

    YanıtlaSil