9 Mart 2016 Çarşamba

KORKUTAN MİRAS 30. Bölüm


İkizlerin; son zamanlarda en büyük destekçileri Jale ve Banu idi. Kızlar, hemen her fırsatta arkadaşlarına geliyor. Havadan sudan muhabbetleri ile ortamı değiştiriyorlardı. Banu’nun orada olduğu bilen Suat da ara sıra uğruyordu. Geleceklerini bildikleri için masa altı kişilik hazırlanmıştı. Bu akşam Yiğit de onlarla birlikte gelmişti. Yemekten sonra bir süre çalışmaları gerekiyordu. Gün içinde yetişmeyen işi akşam bir saatlik sıkı çalışma ile bitireceklerinden emin, salonda oturmuş, masanın hazırlıklarının bitmesini, kızların gelmesini bekliyorlardı.

Masa neredeyse hazırdı. Kapı çalınca “Kaynanaları sevecek, bizimkiler gelmiştir.” diye gülümsedi Sedef. Mine de salon kapısına bakıp kızları bekliyordu. Oysa kapıdan giren Fırat idi. İkisi de şaşırmıştı ama en çok Yiğit şaşırmıştı. Onun böyle akşamları geldiğini bilmiyordu.  


“Fırat? Sürpriz oldu.” diye ayağa kalkan Mine olunca Sedef’in yüzü bozulmuştu. O değil miydi Yiğit’ten hoşlandığı için kardeşine kıskançlık yapan? Şimdi niye Fırat’a samimi davranıyordu? Elbette ki oyunun inandırıcılığı için! Sedef, Yiğit’in yüzüne bakmayı akıl ettiğinde onun asık suratla ikisine baktığını görüp sevindi. En azından Yiğit kimin Mine, kimin Sedef olduğunu biliyor, diye düşünürken ayaktaki ikiliye kendisi de katıldı. 

“Hoş geldin Fırat. Ne iyi ettin de geldin. Aç mısın?” 
“Akşam üstü bir şeyler yemiştim ama tokum diyemem.” 
“Tamam, biz de Banu’ları bekliyoruz. Onlar gelince oturacağız.” Sonra, mutfak kapısına yakın duran kardeşine dönüp, “Mine, sen söyler misin hemen servis açsınlar.” dedi.

Sedef, kardeşinin tepkisini bekliyordu. Kardeşi mutfağa doğru yürürken ikizine yanıt vermekten geri kalmadı. “Söylerim tabii ama ben Sedef’im, Mine.”
  
Sedef o an özellikle iki erkeğin de yüzüne bakıyordu. Fırat’ın yüzünde bir değişiklik yoktu. O zaten Sedef ile Mine arasındaki tüm karışıklığa rağmen kimin kim olduğunu biliyordu. Yiğit’in tepkisi önemliydi. Genç adamın yüzünde çok küçük bir tebessüm yakalamıştı. 

Mine, tekli koltuğa oturduğunda, Yiğit’in bakışlarını üzerinde hissetti. Genç adam, söze başladı. “Sizin bu isim karmaşanız şirkette sorun olmaya başlayacak farkındasınız değil mi?” diyen Yiğit gerçek bir sorundan bahsediyordu. Çünkü artık tüm işleri ikisi birden takip ediyor, imzaları atarken birbirlerinin şirketleri için imza atmış oluyordu. Olayı böyle düşündüklerinde çıkmazda olduklarını anlıyorlardı. 

“Bu gerçek bir sorun. Biriniz gerçek Mine, diğeriniz gerçek Sedef’siniz ama siz bu isim karmaşasını yaşarken verdiğiniz kararlar sonra büyük sorunlar olarak karşımıza çıkacaktır.” 
“Çözüm önerin var mı?” Sedef, yanıtı bekliyordu.  
“Sen kendini Sedef olarak tanımlıyorsun ama kardeşin de Sedef olduğunu söylüyor. Necdet Bey hayatta olsa bu karmaşayı kesinlikle tek bakışla çözerdi.” Kendisinin de çözdüğünü söylemekten son anda vazgeçti. “Ama bizlerin bunu yapabileceğimizi sanmıyorum. Anneniz de yardımcı olamıyor. O zaman tek çözüm kalıyor. Hastane kayıtlarınıza göre sen Mine’sin. Çünkü uzun süre baygın kalan, başındaki darbenin daha büyük olması yüzünden fazladan uyutulan sensin.” 

Sedef, onun da çözüm için çabaladığını anlıyordu. Hatta belki de Mine’ye neler olduğunu anlattırmak içindi bu konuşmalar. Sedef, işe yaramasını umarak yanıtladı. “Yiğit, benim Mine olmadığımı biliyorsun. Seninle Endonezya’ya gelen ben değildim. Orada yaşanan hiçbir şeyi bilmiyorum. İkinizin arasındaki sorunu da bilmiyorum. Çünkü Mine bana anlatmadı.” 
O an söze karışan Mine, Sedef’e “Niye şimdi böyle bir konu açtın bilmem ama ben değildim giden. Sen gittin. Bana bir şey anlatmadığın için orada kim ne yaptı bilmeyen benim. Hatta aranızda ne geçti de hala soğuksunuz bunu bile bilmiyorum.” diyerek Sedef’in tüm düşündüklerini yerle bir etti. Kardeşi bu inada devam edecekti.  
“Bilen bir kişi var. Yiğit… orada neler oldu?” 
“İkiniz de bilmediğinizi söylerken benim o gezide neler yaptığımızı anlatmamı beklemiyorsunuz değil mi? Bu ne işe yarayacak?” Yiğit, çok zor durumda kaldığını hissediyordu. Böyle bir konuşmanın Fırat’ın önünde yapılması da ayrı bir sorundu. Onun kızlarla yakınlığı hakkında bir şey bilmiyordu. Bir ara Sedef ile ilgileniyor sanmış ama arkası gelmeyince o da yanıldığını sanmıştı.

Bu mantıklı bir yanıttı. Sedef gerçekten hiçbir şey bilmiyordu ama Mine’yi nasıl konuşturacağını da bilmiyordu. O halde Yiğit’in o an geziyi anlatmasının kendisine bir faydası yoktu. 

“Peki, tamam. Bir çözüm bulmamız lazım. Her an karmaşa yaşamaktan sıkıldım. Ben artık Mine’yim… Gerçek Mine her şeyi anımsayana ya da neden böyle davrandığını açıklayana kadar bana Mine deyin.”  
  
Evde tuhaf bir sessizlik olmuştu. Dört kişi de kızların bir an önce gelip ortamı yumuşatmasını diler olmuştu. Fırat bir süre sonra yeni bir konu açtı. Eğitim programı daha önceki gibi yürüyordu. Kendisi işlerinin çoğunu Ayça’ya delege etmişti. Çünkü bir yurt dışı işi vardı. Rusya’ya gidecekti. Bir hafta oradaydı. Daha önce ziyaret ettikleri bir yer miydi? Bu soru stresli ortamı yok etmişti. Sedef, minik bir tebessüm ve sadece dudaklarını kıpırdatarak teşekkür etmişti.  

Sedef… hayır artık Mine, Fırat’ın gezi programını düşündü. Bir hafta yine yurt dışında olacaktı. Bunu duyunca üzülmüştü. İşte bu bile kendisinin Sedef olduğunun ispatı değil miydi? Keşke bunu yüksek sesle itiraf edecek bir ortamı olsaydı. Konuyu yine geziye ve eğitimlere getirdi.
“Döndüğünde şirketteki eğitimlere devam edecek misin, yoksa Ayça ile mi devam edeceğiz?”
“Ayça ile… Ben artık şirkete ancak ziyarete gelirim. Yeni bir iş aldım ve ona hazırlanmam lazım. Sonra da eğitim programı başlayacak.”
“Anladım. Hayırlı olsun.”
“Teşekkürler.”
Tekli koltukta oturan Mine, öne eğilip meraklı bir yüzle sordu. “Rusya’ya sık sık gidecek misin?”
“Yılda bir iki kez gitmem gerekecek. Belli olmaz beğenirsem daha da sık gidiş ayarlayabilirim.”
Bu kez Yiğit lafa karıştı.“Rus kızları aklını çelebilir diyorsun!”
“Onların ölülerin bile aklını çelebilir.” Yanıttan sonra iki erkek de minik bir kahkaha atmıştı.
Sedef bu yanıttan hiç hoşlanmamıştı.  Mine de duymuş, suratını asarak arkasına yaslanmıştı.

Sedef, az önce kardeşinin tepkisinin Fırat’a mı, Yiğit’in tavrına mı olduğunu anlamamıştı. Fırat’a ise işler daha çok karışacaktı. İsimlerin karışması yetmezmiş gibi bir de erkekleri mi karışacaktı? Şu an tek noksan aşk hayatlarının karışmasıydı. Onu da tamamlamak üzereydiler.

Aşk… İşte bu da yeni bir sorunda kim kimdiri geçip aşka ne zaman gelmişti? Yani şimdi iki kardeş de aynı erkeğe mi aşıktı? Fırat’a tepki vermesinin ardında ne yatıyordu? Yiğit’in bir başka kadın ile birlikte olması mı bu durumu yaratmıştı? Yoksa sadece inandırıcı olmak için mi kendi aşık…Hayır aşık değil, hoşlandığı erkeğe, ilgi göstermişti?  

Fırat konusunda şu an yapabileceği bir şey yoktu. Aralarında da bir şey olmamıştı. Kendisi hoşlanmış, karşılık alamamıştı. Şirkete de gelmeyecekti. Yani şirkette aşk hayatı ile ilgili bir sorun yaşanmayacaktı. Eğer ikizi Fırat’a, Fırat da ona ilgi gösterirse aradan çekilmesi gereken kendisiydi. Kıskançlık yapıp ara bozmaya niyeti yoktu. Fırat, kendisinin Sedef olduğunu bile bile Mine’ye ilgi gösterirse zaten kıskanılacak bir şey de kalmamış demekti.
  

Nihayet kapı çalmış, fakat sadece Suat gelmişti. Sedef, genç adamı karşılamak için ayağında başlayan ağrıya aldırmadan hızlı bir iki adım atmıştı ki tökezledi. Suat, yerinden fırlayıp destek olunca koltuklardaki erkeklerin ilgisi o tarafa dönmüştü. Suat önce sarılıp öpmüş, sonra da koluna girip yürümesine yardımcı olmuştu. Bugün biraz fazla ayakta kalmıştı ve ceremesini çekiyordu. Suat’a teşekkür ederek yerine oturdu.  

Kardeşi onun canının yandığını anlamış hemen ayağının altına puf getirmişti. “Yarın şirkete gelme, bu ayakla kendini zorluyorsun. İstersen öğleden sonra ben de dönerim. Fazla işim yok zaten. Evde çalışırız.” 
“Yiğit ile gideceğimiz bir toplantı var. Ağrı kesici alırım kötü olursam.” 
“Ben de Sedef’e katılıyorum. Bu ayakla bir iki gün dinlensen daha iyi olur.” 
“Hiç gerek yok Yiğit, çalışabilirim. Bugün yorulduğum için ağrıdı ama birazdan geçer ağrım.” Cümlesinin bitişinde Suat’a dönüp gülümsedi, “Hem çok ağrım olursa Suat gelip beni taşır. Değil mi?” diye sorarken tek amacı erkeklerin tepkilerini görmekti. Suat gülümseyerek elbette derken Fırat’ın kaşları çatılmış, Yiğit ise soru dolu bakışlarını çevirmişti. Yiğit’in iki kardeşi çok uzun zamandır karıştırmadığını biliyordu. Fırat da ayırt edebiliyordu. Ama ikisi de kendisine Mine derken onlara ‘Neden doğruyu söylemiyorsunuz?’ diyemezdi. 

Gülümseyerek baktı hepsine… Yüzündeki gülümsemenin gözlerine ulaşmadığından emindi. Yapacaklarından emin olduğu kadar!
‘Benim kim olduğum, sizlerin de bildiğiniz halde onun isteklerine boyun eğdiğiniz belli. Artık kardeşimin niye ‘ben’ olduğunu, sizlerin de niye ona yardım ettiğinizi anlamam lazım.’ 

  *****

  
Saat neredeyse sekiz olmuştu ve kapı bir kez daha çaldı. Jale ile Banu olduğundan emin olarak salonun kapınsa bakan gözler, görevli kızın elinde iki demet beyaz lilyum ile girdiğini gördü. Son zamanlarda sıkça taziye için gelen beyaz çiçeklere alışmışlardı. Yine öyle sandıkları için ikisi de kartların kendilerine verilmesini bekledi.

Mine, içinde oluşan korku ile yerinden kalkmış, Sedef’in ayağının ağrımasını fırsat bilip çiçeklerin üstündeki kartları almıştı. Her gelen çiçek ile yüreği ağzına geliyordu. “Sen onları vazolara koy. Yarın teşekkür ederiz.” Kartları kotunun arka cebine atmıştı bile. Okuma gereği duymayacak kadar önemsizmiş gibi davranmıştı. Sedef hariç kimse onun bu hareketine dikkat etmemişti.

Sedef, kardeşinin birinden çiçek beklediğini düşünmüştü. Ama yüzünde yine korku görünce kaza öncesindeki çiçek olaylarını anımsadı. Son zamanlarda kendisine böyle çiçek gelmemişti. Tam da bu akşam ikisine birden gönderilmesi çok tuhaf değil miydi?

Peki bir demet çiçekten bu kadar korkmak? Asıl tuhaf olan oydu.

Mine, kısa süre sonra tuvalete gitmiş, cebindeki kartları çıkartmış ne yazdığına bakıyordu. Kimin gönderdiğine dair tek bir bilgi yoktu.  Küçük beyaz zarfların içinde beyaz kağıtlar vardı ve sadece ‘başınız sağ olsun’ kelimeleri yazılmıştı.
Sinirle kartları yine arka cebine koyarken kapıyı açıp dışarı çıktı. Sedef ile burun buruna gelmişti. Sedef elini uzatmış cebine koymaya çabaladığı kartları istiyordu. Mine istemeden uzattı. Önüne arkasına bakan genç kız, üç kelimelik notu görünce Mine’nin gözlerine baktı. Orada korkuyu gördü.

“Kim bu?”
“Bilmiyorum. Bilmek istediğimden de emin değilim.”
“Ben bilmek istiyorum. Sen onları oyala, ben Mert ile konuşacağım.”
“Büyütmüyor musun?”
“Hiç sanmıyorum!”

Kızlar, erkeklerin olduğu yere giderken “Çok acıktınız biliyoruz ama kızlar gelmek üzeredir. Dilerseniz biz oturalım.” dediler. Erkeklerin bekleriz demesi üzerine Mine, büyük aynanın altındaki konsolun çekmecelerinden birini çekip elindeki kartları oraya koymuş, sonda da az önce katlığı koltuğa oturmuştu. Sedef ise normal bir şeymiş gibi çalışma odasına yönelmişti.

Odaya girerken herkesten özür dilemiş hemen geleceğini söylemişti. Ardından bakan Fırat, onun ne yapacağını merak ediyordu. Diğer erkeklere bakışlarını çevirdiğinde Yiğit’in Mine’nin konsolun çekmecesine koyduğu kartları takip ettiğini, Suat’ın ise telefonuna baktığını gördü. Tek merak eden kendisiydi Sedef’i!

Genç kadın, Mert ile yaptığı konuşma neticesinde çiçekleri getiren kuryenin kiralanmış olduğunu, çiçekçi kuryesi olmadığını, eline sadece buketlerin ve nakit paranın sıkıştırıldığını, bağlı olduğu şirketin bilgisi dışında taşıma yaptığını öğrenmişti. Bu kadar bilginin hepsi için şüphe demek olduğunu biliyorlardı.

“Ne yapmamız lazım? Üzerinde tehdit notu olmaması bir şey ifade etmiyor. Bu önceden de gönderilen çiçeklerden. Kimse kendini öncekiler hayran çiçeğiydi diye kandırmasın. Aylarca benzer çiçekler aldık. Ardı arkası gelmeyen, tanışmaya niyetlenmeyen sapık biri mi bu? O kadar da ego sahibi bir paranoyak olamıyorum. Paranoyaklık hakkımı babamın ölümündeki sır için kullanıyorum. Bu işin ardında başka bir şey var Mert. O çocuğu bulabilir misin? Çiçeği aldığı yerlerde kamera falan vardır. Kim vermiş, nasıl biriymiş tarif falan edebilir belki.”

“Hepsini sordum. Yoldan geçerken durdurmuş biri ve eline tutuşturmuş. Bu havaya rağmen, başında kapüşonlu bir tişört varmış. Saçlarını görememiş. Büyük bir güneş gözlüğü takıyormuş.”
“Baya saklamış kendini. Yüzünde iz falan var mıymış? Adamı tanıyacak bir şey olmalı.”
“Kadını!”
“Kadını mı? Kadın mı yollamış?”
“Evet, kadınmış. Sesini duyana kadar ufak tefek erkek sanmış. Çocuk bu kadar soru sormamızdan korktu. Şikayet etmememiz için yalvardı. Ben de telefonunu aldım. Biz siz aramadan önce araştırmalara başladık. Çiçekleri de size bu durumdan bilginiz olsun diye yolladık. Bir şeyler yeniden başlıyor gibi.”
“Mert… Sen de kazadan şüpheleniyorsun değil mi?”
“Şey… Siz Sedef Hanımsınız değil mi?”
“Evet, Mert benim ve herkesin iddia ettiği gibi kafamda bir sorun yok. Sadece kardeşimin hatası beni etkiliyor. Neyse yanıt verir misin? Neden şüpheleniyorsun?”
“Yarın… Yarın konuşalım mı?”
“Tamam. Ben yarın sabah işe geç gideceğim. Sen de buralarda ol. Çalışma odasında, saat dokuzda.”
“Tamam Sedef Hanım. Tedbirlerin arttırılacağını bilin.”
“O kadar tedbir babamı hayatta tutmaya yetmedi. Artık tedbirden daha çok harekete geçme zamanı!”
“Çok üzgünüm.”
“Biliyorum. Yarın dokuzda.” Mine evden çıktıktan sonra yani!

Telefonu kapatıp salona döndüğünde Jale ile Banu’nun da gelmiş olduğunu gördü. Daha yeni kapıdan giriyorlardı. Banu, Suat’ı orada görünce sevinçle boynuna atıldı. “Aşkım, burada olacağını söylememiştin. Güzel sürpriz oldu. Esra nasıl, bir gelişme var mı?” Bir gün önce görüşmemiş gibiydi tepkisi. Herkes onun bu neşeli haline gülerken Suat, haftalardır değişmeyen yanıtını verdi. “Hep aynı.”

Kızların gelişi ile ev biraz daha neşeli bir havaya bürünmüştü. Sedef’in az önce yaşadığı korku da biraz dağılmıştı. Dostları, sevdikleri ile güzel bir akşam geçirmeyi kötü şeyleri düşünmeye tercih edecekti.

Yiğit’in yemekten sonraki çalışma planları biraz aksasa da en azından yarım saat üstünden geçmeleri gerekiyordu. Sedef erken saatteki toplantının ertelenmesini ya da sadece onun girmesini istemişti. Hangisi uygun olursa onu yapacağını söyledikten sonra dosyalara eğilmişler, dışarıda laftan lafa atlayan grubu bir süreliğine unutmuşlardı.

Yiğit, işi bitirip çalışma odasından çıktığında, kahve davetini ret edip eve gitmeyi düşündü. Melda çalışacağını biliyordu. Eve gidip onunla vakit geçirmeyi düşündü. Sonra günlerdir bu kadar keyifli bir kalabalık içinde bulunmadığını anımsadı ve biraz oturmaya karar verdi. Melda’nın, bu akşamın nasıl geliştiğini bilmesine gerek yoktu. Burada olmayı onun yanında olmaya tercih ettiği gerçeğinden ötesinin anlamı yoktu.  

*****

Ertesi sabah Sedef, saat dokuzda çalışma odasının kapısında olan Mert’i içeri davet etti.  Sedef, tüm bu konuşmanın Mine ile paylaşılmamasını özellikle istemişti. Olayların sıralamasının üstünden geçtiklerinde babasının ölümünün kaz olmayacağını kabul etmişlerdi. Mert, üzgün ve pişmandı.
“Seninle daha önce de konuştuk. Yapılabilecek bir şey olsaydı sen yapardın. Artık kendini suçlamaktan vazgeç.”
“Katilleri yakalattığımız gün belki ama şimdi değil. Şimdi kendimi affedemem.”
“O zaman biran önce neler yapabileceğimizi konuşalım.”

Mert, bazı evraklara ulaşması gerektiğini söyleyince, “Hangi evraklar?” diye sordu.
“Son iki yılda şirketle çalışmaya başlayan ve çalışmayı bitiren tüm şirketlerin evrakları.”
“Oldukça fazla dosyadan bahsediyorsun. Niye iki yıl? Son bir yıl derler filmlerde falan.”
“İki yıl diyorum çünkü bu tarz tehditlerin yavaş bir süreci vardır. İz bırakmamak, dikkat çekmemek için uzun bir yol kat ederler. Önemsiz bir detay gibi gözüken şeyler, onların hazırlıklarının başı olabilir.”
“Orada çok önemli şirket bilgileri olabilir. Sen mi inceleyeceksin?”
“Ben şirket işlerinden anlamam. Ama istihbaratçı bir arkadaşım var. Onun kimseye bir şey söylemeyeceğinden eminim. Ona vereceğim, incelesin.”
“Emin misin? Tamam yanlış bir şeyimiz yok ama şirketler hakkında bilgiler, borsada ciddi spekülasyona neden olur. Böyle bir tehlike ile karşılaşmayalım.”
“Benden sır çıkar, ondan çıkmaz. İçiniz rahat olsun.”
“Senden sır mı çıkar? Ah Mert, bence duvardan sır çıkar sizden çıkmaz.”
“Teşekkür ederim.”
“Peki, sana o dosyaları temin edeceğim. Parça parça veririm, çok fazla dosya olacak. Ama o dosyalar sadece sen ve şu istihbaratçı arkadaşın kimse onun arasında kalmalı. Bunu sağlayabilir misin? Çok üzgünüm ama şu an Ahmet ile Ali’ye bile bilgi vermeni istemiyorum.”

Mert Suyabatmaz, bu istek karşısında bozulmuştu. Ekip arkadaşlarına güveni tamdı. Kaşlarını çattığında alnında oluşan izin derinliği duygularının derinliğini ele veriyordu. Sonra Sedef Söğüt’ün haklı olduğuna karar verdi. İçeride birileri bilgi sızdırıyor olmasa ne o seyahate nasıl çıkıldığı, ne kaçta çıkıldığı bilinmeyecekti. O kamyon oraya içeriden birinden aldığı bilgi sayesinde gitmişti. Bundan adı kadar emindi.

“Tamam, Sedef Hanım. Onlar masum çıktığında bir özrünüzü hak edeceklerdir.”
“İnan bana o özrü seve seve dilerim. Zaten aksini düşündüğüm için vicdan azabından ölüyorum ama şu an senden başkasına güvenmem olayın çok detaylanması ve yine birilerinin kulağına bilgi gitmesi demek.”
“Haklısınız. Tamam, merak etmeyin.”
“Mert… Son bir isteğim daha olacak…” Bu kez özel bir istekte bulunacağı için sözü toparlayamayan kendisiydi.


*****


Fırat’ın yurt dışına çıkışının üstünden iki hafta geçmişti. Bir haftalık Rusya seyahati yeni eklenen bir görüşme ile uzamış, önce Fransa’ya oradan yine Amerika’ya geçmişti.   

Sedef onun niye bu kadar çok yurt dışında olduğunu anlamıyordu. Tamam gittiği ülkelerdeki Türk şirketleri ile çalışıyor, seminerlere katılıyordu ama bu kadar sık ve yoğun olacak kadar eğitime önem veren şirketler olduğunu bilmiyordu.  
Artık kendisi tüm ağrılarından kurtulmuştu. Ayağı da iyi olduğu için sık sık hastaneye Esra’yı görmeye gidiyordu. Hümeyra Hanım da her zamanki gibi orada oluyordu. Genç kadının karnının biraz daha büyüdüğü, renginin ise biraz daha solduğu gözden kaçmıyordu. Bebekler büyük umutla beklenen on beş günü de atlatmıştı. Doktorlar bir on gün daha dayanabilirse sorunsuz doğma ihtimallerinin çok yüksek olacağını söylüyordu. Sadece on gün daha diyordu doktorlar. Yine de şu an bile doğuma hazırdı hepsi. Çünkü bir gece önce bir sorun yaşanmış, bir dakikaya yakın annenin kalbi durmuştu. Bebeklerin kalp atışlarının sorunsuz duyulması ekibi rahatlatmıştı. Gazeteciler olaya ilgiyi kaybetmişti o nedenle bu yaşanan basında yer almamıştı. Artık herkes onu kaybetmeye çok yakın olduğunun bilincindeydi. Genç kadın sanki sadece bebekleri için yaşama savaşı veriyor gibiydi.
  
Esra’nın annesi torunları yaşadığı takdirde vasileri olmak istediğini söylese de kızlar kadını ikna etmişti. Buldukları çözüme itiraz edememişti. İkizler, kardeşlerine de ortak vesayet ile sahip çıkacaktı. Bunda Suat’ın annesini ikna çabaları da etkiliydi elbette. Basın bu konuyu bu kadar güzel işlememişti. Bir ukala ortaya çıkıp kızların bebeklerin yaşaması halinde mirastan mahrum edilmeleri için bu vesayeti kullanacaklarını iddia etmişti. Avukatlarının açtığı yüksek tazminat davasından sonra yanlış anlaşıldığını, vasilikte böyle şeylerin olabileceğini anlatmak istediğini söylemişti. Herkesin midesini bulandıran bir fikri ortaya attığı için kızların hareketleri biraz daha önemli olmuştu. Hümeyra ve Suat, dertleri yetmezmiş gibi bir de bu saçma haberlere yanıt vermek zorunda kalmışlardı.

***** 

Mine ve Sedef avukatların da yönlendirmesi ile yaptıkları basın açıklamasında, kardeşlerinin on sekiz yaşına gelene kadar miras hakkı olan tüm gayrimenkullerinin yasa gereği bir defterde takip edileceğini ve her kuruşunun değerlendirileceğini açıkladı. Eğer malların satışı yapılması gerekirse bu durumda da herkese payı yine verilecekti. Vasi olmaları sadece işlerin rahat yürümesi için gerekliydi. Aile şirketinin geleceği, tüm çalışanların iş güvenliği gibi konular da basın toplantısında sorulan sorular arasında olunca kızlar ekonomi dünyasının beklediği yanıtları vermiş, bir daha haklarında asılsız haber yapan her kim olursa, haberi geri çekmesinin ya da tekzip yayınlamasının yetersiz olacağını, tazminat davaları ile ailelerinin isimlerini sonuna kadar koruyacaklarını da belirterek toplantıyı bitirmişti. Herkes biraz rahat nefes almak istiyordu.

  
***** 


Kardeşinin masasının önüne oturup elindeki kalem ile oynamaya başladı.  

“Sıkıntın ne?”

Elindeki kalemi çevirmeyi bırakıp dudağının üstüne sıkıştırdı. İyice sıkıntılı bir hale bürünmüş, ne yapacağını bilmez hareketler ile bunu açığa çıkartmaya başlamıştı. Sonra kalemi alıp masaya attı ve kardeşine bakıp, “Tüm bunlar” dedi…   
“Nasıl yani? Tüm bunlar derken? Kalem mi?” 
“Şirket, annem, bebekler, Esra… Hepsi üst üste geliyor.” 
“Tatil yap istersen.” 
“Tatil değil düşündüğüm. Aslında ne istiyorum biliyorsun! Şirketlerin çoğunu satmayı ve küçülmeyi… Tamam daha önce de konuştuk, sen istemiyorsun ama bu böyle olmuyor. Gerçekten biraz rahatlamak lazım. Bazı şeyleri hemen yapamıyoruz. Bor madenleri işletmek için kuracağım fabrikanın parasını yönetimden alamıyorum. Tekliflerin arkası kesildi. Sanki hepsi babamı bekliyordu. Onun vefatından sonra madenlerin talibi kalmadı. Yasalar değişecek diye bekleyenlerin istediği olmak üzere. Son gelen haberlere göre bir aya kadar yasa teklifi mecliste olacakmış. Meclis tatili bitirip iş başı yapınca eski yasa tasarıları görüşülmeye başlamış.”

“Bir nefes alsan? Tamam yasalar çıkacak, taliplerin ayağı kesildi ama satmıyorum. Sakın benden bir yerin satışı için imza isteme. Asla vermem.”
“Yiğit verir. Onunla konuşacağım.”
“Yiğit ikimizin arasında kalmayı istemez. Onu böyle bir duruma sokma.”
“Benden yana tavır almasından mı korkuyorsun? Hala kıskanıyor musun onu?”
Bu soru genç kızı rahatsız etti. Ne isimlerin karışması, ne kabullenilmişlikler doğru bir yanıt vermesine yeterli gelmiyordu.

“Ben Yiğit’i kıskanmıyorum. Hiç kıskanmadım. Sadece yönetim kurulu başkanımızın iki kardeş ve bu durumda daha da önemlisi iki ortak arasında kalmasını istemiyorum.”

“O zaman şu madenlerden birkaçının satılması için sen onay ver. Senden küçük bir şey istiyorum.”
“Sen bir şey istemiyor, resmen saçmalıyorsun. Ben sana bütçe aktarılmasını sağlarım. Benim yatırımlardan birini ertelerim onu sana verirler. İşler hızlanır. Zaten babam geçen seneden bir miktar bütçe ayırmıştı. Ek binalar için yetersiz olan rakamı ben hallederim. Depolamasını yapacağımız için artmıştı maliyet. Çözeriz.” 
“İnan sıkılıyorum ben bu işlerden. Sen turizm işleri ile ilgilenmeye devam et. Ben madenlerin en azından bir kısmını satayım. Hem sana yeni sermaye sağlamış olurum, hem de temiz tozu olmayan bir işe geçerim. Bak bunu bir düşün. Küçülelim derken her şeyi satmaktan bahsetmiyorum. Sadece bazı yatırım alanlarından artık çıkalım diyorum. Maden işi babam hayattayken beni rahatsız etmiyordu. O erkek olarak yeri geldiğinde müdahale ediyordu ama ben artık o gücü kendimde bulamam.”  

Kardeşi, gerçekten bıkkındı. Aslında aklındakileri anlatmakta güçlük çeker gibi bir hali vardı. Üstüne gitmek yerine neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlamak istiyordu.

“Yiğit ne düşünüyor bu konuda?” 
“Bilmem, hiç sormadım. Bence o da sevinir. Hem seninle daha çok ilgilenecek vakit bulur, hem de daha az dert düşünür.” 

Kardeşinin derdi neydi? Yiğit konusunda bir adamı altın tepside sunmadığı kalmıştı, onu da yapmıştı sonunda. Bunu Yiğit ile konuşmalıydı! İyi de Yiğit ne yapacaktı? İkizlerin birinin kendisini istediğini, diğerinin istemediğini tescillemiş olacak, belki bunu bir gün bir yerlerde onlara karşı kullanacaktı.

“Saçmalama artık. Birincisi benim onunla bir ilgim yok, ikincisi adamın hayatında bir kadın var ve üçüncü ama en önemlisi, sen gerçekten deliriyorsun. Anlatmadığın sürece bu kapanın içinden kurtulman mümkün değil.”
“Ben iyiyim, gerçekten. Çok yorgunum ve bunu senden gerçekten istiyorum. Beni biraz rahatlatmak için neden bu kadar ayak diriyorsun?”

Aklından geçen, ‘babam orayı ölümü pahasına satmadı, ben de satmayacağım’ oldu. Dilinden dökülen ise, “Tamam canım, düşüneceğim. Umutlanma ama sadece düşüneceğim dedim. Hangi madenleri satmak istiyorsun? Ben bir bakayım o madenlerin durumuna.”

Mine, kardeşini ikna etmediğini biliyordu. Asıl satmak istediğini şimdiden söyleyip olayı kapatmasına neden olmadan üç beş küçük madenden bahsetti.

Sedef, inanmadığını anlamasın diye başını masadan kaldırmadan “Tamam, düşüneceğim.” dedi. Cümlesi bitince kardeşinin yüzünü görmek için kaldırdı başını.

Mine’nin yüzünde beliren büyük bir rahatlama olmuştu. Hemen ardından daha da büyük bir hüzün yerleşmişti yüzüne.
  
Üzülecek ise niye böyle bir talepte bulunmuştu? 


1 yorum:

  1. Fazla karışıyor ortalık ... Mert gerçekten Mert bir adama benziyor ve şüpheli listemden sildim :)))

    YanıtlaSil