Yönetim
kurulu başkanlığına Yiğit Uçar’ın atanmasının ardından, miras davalarından
beklediğini bulamayan Binnur, bu kez de şirkette hak iddia etmek için dava
açmış, yönetimde yer alması gerektiğini, son seçilen yönetim kurulunun hükümsüz
olduğunu ifade eden beyanlar vermeye başlamıştı. Bir kez daha basın onlardan
bahsediyordu.
Bu
davanın dilekçesinde yer alan ‘edinilmiş mal’ kelimeleri yüzünden şirketin kuruluşları,
sermayeleri, ortakları tek tek incelenecekti. Tüm sorunların yanı sıra bu saçma
işlerin bürokratik yoğunluğu da işleri aksatacaktı. Dava dosyasını inceleyecek
savcının, kendisine sunulacak resmi belgelere kısa sürede bakmasını beklemek
gerçek bir hayalperestlikti.
Yiğit,
itiraz dilekçesine bakıp küfretti. Karşısındaki avukatın huzursuzca
kıpırdanmasıyla kendine geldi.
“Bunu
bekliyorduk değil mi?”
“Miras
davasını açtığında tahmin etmiştik. Bundan başka da yapabileceği şey yok. Bu
şansı deneyeceğini biliyorduk. Sizin seçilmenizi bekliyorlarmış. Hemen
dilekçeyi sundular savcılığa. ”
“O zaman
hazırlıklıyız yani?”
“Tüm
evraklar hazır. Savcıya ulaştıracak ve en kısa sürede bu davayı da reddetmesini
bekleyeceğiz.”
“Ne kadar
sürer?”
“En çok
iki üç ay.”
“Bu
süreçte benim imza yetkimle ilgili bir sorun var mı?”
“Davayı
kazanma ihtimali olsaydı, bu süre içinde attığınız imzalar geçersiz sayılırdı.
Fakat siz rahatlıkla devam edin işinize. Onun Necdet Beyle evli olduğu dönemde
edinilmiş mallar ile ilgili yasa olmadığı gibi, boşanma davasında tüm bunlara
dair tedbirler alındı. Kendi el yazısı ile verdiği dilekçesi var. Unuttuğunu
sanmıyorum. Sadece…”
“Sadece ne?”
“Tüm bu yaptıkları para kopartmak için.” Utanarak söylediği cümlenin, Yiğit
Uçar tarafından kahkaha ile karşılanması avukatı şaşırttı.
“Herkesin malumu zaten! Onun anlamadığı nokta da bu. İstediğini asla
alamayacak.”
Yiğit, ikizlerin mirasları ile ilgili bir kararları olup olmadığını
bilmiyordu. Onlar Necdet gibi kendisini haberdar etmemiş olabilirdi. Bu konuyu
konuşmalı, niyetlerinin ne olduğunu, neler yapılması gerektiğini karara
bağlamalarını istemeliydi. Kendilerine bir şey olması durumunda şirketin
yönetiminin kimlerde olacağını, mirasın annelerine ulaşıp ulaşmayacağını
kararlaştırmalarını ve bunu yasal hale getirmelerini istemek… bu kazada Mine
ölseydi? Her düşündüğünde içinde bir yerler alev alıyordu. Ya onu sonsuza kadar
kaybetseydi? Sanki şimdi kaybetmemiş miydi? Her şey o kadar karışıktı ki,
düşündükçe şakakları zonkluyordu.
Yeni görevine adapte olmak için Necdet Beyin masasına oturdu. Yönetim
kurulunun kararından önce de vekaleten yaptığı işi artık asaleten yapıyordu.
Şirketin genel müdürü olarak da yardımcısı terfi ettirilmişti. Bu noktada
hoşnut olmadığı şeyler olsa da yapabileceği bir şey yoktu. İkizlerle daha yakın
çalışacak olan artık yardımcısıydı…
Yönetim Kurulu başkanı olsa da tüzük gereği tek başına imza yetkisine sahip
değildi. Aslında çok da fazla şey değişmemişti. Önceden iki üst düzey
yetkilinin imzası ile olan işler üç imzaya çıkmıştı. Tüm satış ve devir
işlemlerinde iki kızının da aynı derecede yetkili olduğu ve mutlaka ortak imza
ile satışı onaylaması gerektiğini değişmez kural olarak işletmesi ise kimsenin
beklemediği bir detaydı. Kızlardan birine bir şey olması durumunda yine iki
imza ile yetkili olunacaktı. Bu da akıl sağlığı, iş göremezlik hali ve ölümü
kapsıyordu. Ölüm… Yiğit, sırtından geçen ürperti ile kendine geldi.
Kızları düşününce isim karmaşaları da aklına geldi. Onlar ne kadar farklı
isimleri kabullenmiş gözükseler de o kim Mine, kim Sedef çok iyi biliyordu.
*****
Emniyet amirliğinin cinayet masasında görevli polisleri Mesut ile Hasan
ellerindeki dosyanın içindeki resimlere bakıp olayın detaylarını
yakalıyorlardı. İkizlerin verdiği bilgilerle örtüşen çok şey vardı.
Kaza olduğunu düşünmelerini gerektiren çok şey.
Bir iki kez kızları ziyaret etmiş, Necdet Söğüt’ün avukatı ile
görüşmüşlerdi. Yeni bir bilgi ve tehdit olmayınca dosya kaza olarak
kapatılmıştı. Kendi ellerindeki gayri resmi cinayet dosyası da aynı nedenle
rafa kalkmıştı. Ara ara ellerine alıp yeni bir şey yakalarız umuduyla bakıyor
ama olanların ötesinde bir ayrıntı yakalayamıyorlardı. Çarpan kamyon
bulunamamıştı. Zaten o bulunamayınca kimse de kazayı cinayet olarak işleme
almazdı.
*****
Kapısının çalınması ile dikkatini o yöne verdi. Necdet Beyin büyük çalışma
odasına geçtikten sonra ilk kez ikizleri ağırlayacaktı. Bu odanın sıcak
havasını oldum olası sevmişti. Yine de çok alışmamalıydı. Belki kızlar
değişiklik yapılmasını, babalarına ait anıların başkaları tarafından
silinmemesi gerektiğini söyleyecekti.
Ayırt edilemeyecek görüntüleri ile odaya giren ikizler neredeyse aynı
giyinmişlerdi. “Hoş geldiniz” dedikten sonra büyük ceviz masanın önündeki
koltukları gösterdi. Elbette onları bir yere davet etmesi gerekmiyordu ama
ikisinin de kafası çok karışık gözüküyordu. “Ne içersiniz? Sedef?” deyip
Mine’ye, sonra da “Mine?”deyip Sedef’e dönmüştü. Kızların yüzündeki ifadelere
bakıp “Karıştırdım mı yoksa?” diye sordu. Yanıt Sedef’ten geldi.
“İsimlere çok takılmıyoruz şu aralar. O yüzden karıştırsan da önemli
değil.”
Yiğit, durumu tuhaf buluyormuş gibi kısa bir an ikisine de baktı. Sonra da
babalarının koltuğuna otururken bilmiyorlarmış gibi açıklama gereği duydu. “Bu
oda ile ilgili yapmak istediğiniz değişiklik var mı? Belki de almak istediğiniz
eşya?”
Sedef, küçücük bir gülümseme ile “Yiğit, bu oda müze gibi saklanacak bir
yer değil. İstediğin gibi düzenle, değiştir, çıkartmak istediğin babama ait bir
şeyler olursa da bizim odaya yolla. Artık burası senin odan!”
Mine, kardeşinin başını sallayarak onayladıktan sonra, “Biz de hem
seni tebrik etmek hem de kendimiz için bir talepte bulunmak için buradayız. Biz
bu erken ayrılığı düşünemediğimiz için bölümlerimizde çalışmanın ötesine
geçmedik. Evet işlerimizi iyi yapıyoruz, birbirimizin işinden anlıyoruz, hatta
babamın takip ettiği bir sürü işi de biliyoruz ama holdingi yönetmeyi
bilmiyoruz. Babamın yönetim ile ilgili anlattıklarının yeteceğinden emin
olamıyoruz. Bu konuda bize senin yardımcı olmanı bekliyoruz. Mümkün
mü?”
Yiğit, genç kızlara baktı ve onların basit bir talepmiş ve itiraz
edebilirmiş gibi söyledikleri cümlelerin aslında emir olduğunu görerek içinden,
‘yöneticiliğin en büyük erdemi zaten damarlarınızda var’ diye geçirdi. Yüksek
sesle ise beklenen yanıtı verip seve seve yardımcı olacağını söyledi. Mine’nin
yüzündeki sıkıntılı ifadeye bakıp, “Başka bir şey daha mı var?” diye sordu.
“Çok yoğun olmamızdan başka bir sorun yok. Mine’ye de söyledim, bir ara
seninle de konuşalım. Bazı işlerden çekilmeyi düşünüyorum ama kardeşim ikna
olmuyor. Bu konuda senin de yardımını istiyorum. Evet işi öğreneceğiz ama bu
kadar büyük bir holding olarak kalmak yerine belli yatırımları elden çıkartıp
diğerlerini geliştirmek daha akıllıca geliyor bana.”
Yiğit, gerçek Sedef ile daha önce yaptığı konuşmaya istinaden Mine’yi
yanıtladı. “Bir ara bunu uzun uzun düşünelim ama şu an akıllıca bir hareket
değil. Zaten Binnur Hanım yeterince dert oluyor. Bir de satışlara başlarsak
değer kaybederiz.”
Yiğit, Sedef’in rahatlamasını, Mine’nin ise tedirgin kıpırdanışlarını
izledi.
Kızların bitki çayı biterken Yiğit de kahvesini bitirmişti. Bu sürede iş
konuşmuşlar, çalışma planları yapmışlardı. En sonunda konu yine döndü dolaştı
Binnur Canel ve bitmeyen isteklerine geldi.
“Böyle bir dava beklemiyorduk.” diyen Yiğit’e kızlar ‘annemizi
tanımıyorsun’ edası ile bakıp, aynı anda “Biz bekliyorduk.”
dediler. Onların samimi olduğunu anlayan Yiğit, aile içindeki sorunların
tahmininden büyük olduğunu görüp kendi düşündüğü çözümü söyleyip söylememekte
tereddüt etti. Acil olmadığına karar verip erteledi. Daha kızların miras
paylaşımı bile yapılmamıştı. Esra ve ikiz bebeklerin durumu her şeyi
geciktiriyordu.
Verimli geçen yarım saatlik görüşmenin sonunda kızlar toplantı odasına
giderken Yiğit de diğer işlerine daldı.
Şirketin içinde havalandırmanın çok hafif uğultusundan başka duyulan tek
ses ikisinin de halıda boğulan ayak sesiydi. Kapının önünde durup son kez
birbirlerine bakıp hiç konuşmadan toplantı odasına girdiler. Avukatlar onları
bekliyordu. Vasiyet okunacaktı.
Hepsi ayağa kalkarak selamladı. Daha önceden görüşememiş olanlar baş
sağlığı dileklerini iletiyordu. Odada bir garson kalabalık gruba servis
yapıyordu. İkizlerin taleplerini de karşıladıktan sonra odadan çıkıp kapıyı
arkasından kapattı.
Kızların,
güvenebilecekleri tek avukat, babalarının özel avukatı olan
Şaban Sesver idi. İkisini de kucaklayarak karşılamış, yaşının ve
konumunun verdiği rahatlıkla kısa sürelerle sarılıp yanaklarından öpmüştü. Bu
samimi tavır kızların biraz daha rahatlamasına yardımcı olmuştu. Masada
yerlerini alırken daha önceden tanıdıkları diğer avukatların nezaket
cümlelerine yanıt verdiler. Aynı masada tanımadıkları iki kişi daha vardı. Biri
Hümeyra Hanım’ın akrabası olan, özel rica ile davet edilen Esra için vasiyeti
dinleyecek olan yaşlı bir avukattı. Diğeri de yine özel taleple katılmak
isteyen ve kızların onayı alındığı için orada bulunan Binnur Canel’in avukatı
idi. Semra Uğurlu’nun yüzünde mesleki bilgisini aşağılayan bu durumun ezikliği
okunuyordu. Mine ile Sedef genç kadını kısa bir an süzüp birbirlerine baktılar.
Kızlar ilk kez görüyordu bu kadını. Semra Uğurlu, otuzlu yaşların ortasında,
bakımlı biriydi. Annelerinin böyle güzel bir kadınla çalışıyor olmasından
başarılı olduğu sonucunu çıkarttılar. Önceki avukatı erkekti ve sonuç alamadığı
için aforoz edilmişti. Kıskanç yapısı etrafında kendisinden güzel birisinin
olmasına izin vermezdi.
İkizler,
kadının katılma talebi geldiğinde Şaban Beyi arayıp,
kadın avukatın orada bulunmasının kendileri için olumsuz bir yönü olup
olmayacağını sormuş, tecrübeli avukat, “Gelmesi
iyi olur. Kazanamayacağı bir davaya girmekten hoşlanmaz. O nedenle duyacakları
onun bu davadan çekilmesine neden olacaktır. Anneniz de davayı devam
ettirmekten vazgeçer. Şirketlerde hiç hakkı yok. Bunu hepsinin anlaması şart.” demişti.
Kadının tavrı da sonucu bildiği ama parasını aldığı sürece böyle bir görüşmede
olmaktan çekinmediğini gösteriyordu. Sonuçta dava açmadığı sürece kaybetmiş de
olmayacaktı!
Sedef, bakışlarını Hümeyra Hanımın görevlendirdiği ve bebeklerin doğması ve
hayatta kalması halinde vasilik için dava açacaklarını belirten avukata
çevirdi. Yaşlı adamın bu kadar büyük bir holdingin avukat ordusu ile başa
çıkabileceğine aklının hiç yatmadığı belliydi. Açılması olası bir davayı daha
vasiyet görüşmesinde kaybetmiş gözüküyordu. Sedef yine de babasının sık
kullandığı cümleleri anımsadı. Sessiz ve pısırık görünen herkese söylerdi.
Yavaş atın tekmesi pek olur!
Şaban Beyle yaptıkları konuşmada vasilikle ilgili tavırlarını açıkça belli
etmişlerdi.
“Ben Esra’nın
da avukatıyım biliyorsunuz. Annesi bu durumda tarafsız olamayacağımı düşündüğü
için kendi avukatlarının bulunmasını istedi. Bebeklerin hayatta kalması
durumunda onlara düşecek mirasla ilgili anlaşma yapılacak.”
“Esra’nın
mirası yaşamaları halinde bebeklerinin olacak. O bebeklerin vasisi biz
olacağız. Aksini kimse aklına bile getirmesin. İhtiyaç duymaları halinde
Hümeyra Hanımın bakımından da sorumlu oluruz.”
“Hümeyra
Hanımın maddi bir talebinin olacağını sanmıyorum. Tek istediği bebeklerin vasisi
olmak.”
O ana kadar sadece
dinleyen Mine, söze girmiş ve “Öz kardeşimiz değiller mi? Dayanırlarsa onlara
biz bakacağız. Bu konuda tek bir pürüz istemiyoruz.” Diyerek tavırlarını
netleştirmişti.
Şaban bey,
kızlarda babalarının kararlılığını görüp yüzündeki saklamadığı memnun bir ifade
ile yanıtlamıştı. “Bu konuda içiniz rahat olsun. Kimse sizinle baş
edemez.”
“Umarım bunu
herkes anlar.”
Nihayet tüm selamlaşma, taziye konuşmaları bittiğinde orada bulunan noterin
huzurunda vasiyet açılıp okundu. Beklendiği gibi tüm mal varlığı iki kızı
arasında bölüştürülmüştü. Ek bir madde ile başka çocukları olması durumunda
kızlarının, değer tespit yapılmasından sonra mirasın kardeş sayısına eşit
bölünecek şekilde paylaştırılması şartını kabul ettiklerine dair imza
vermelerini, yasal yükümlülükler uyarınca hareket etmelerini istiyordu. Sanki
başına gelecekleri tahmin etmiş gibiydi.
Semra Uğurlu, vasiyetin çok açık ve net olduğunu görüp Binnur hanımın
hiçbir şekilde şirketlerden bir pay talep edemeyeceği maddesini duyunca
görüşmeyi terk etmişti. Necdet Bey işinde olduğu gibi özel hayatında da her
tedbiri baştan alması ile ünlüydü. Şaban beyin yüzündeki buruk gülümseme ile
çıkan avukatın ardından bakışı ve ‘Necdet Bey yattığı yerden bile şirketini
koruyor’ diye mırıldanması ikizlerin kulaklarına kadar ulaştı.
Esra’nın ailesi tarafından tutulan avukat da kızların kabul ettiği maddenin
imzalanmaması halinde kendi miraslarını da alamayacaklarını öğrendiğinde
rahatlamıştı. Kimsenin hakkını yemek gibi bir niyet yoktu. Milyar dolarlardan
bahsedilen bir ailede detayların önemi böyle zamanlarda ortaya
çıkıyordu.
Asıl önemli nokta evrakların imzalanması aşamasında yaşanmıştı. İki kız da
‘Sedef’ diye imza atmak isteyince bir an birbirlerine baktılar. Şaban bey
durumdan haberdardı ama noterin böyle bir bilgisi yoktu. Ona belli etmeden iki
kardeş bakışmış ve bu konunun gerekirse sonra çözülmesi için susmayı tercih
etmişlerdi. Birbirine benzeyen imzalar ile tüm evraklar imzalanmıştı. Tek farkları
ön isimlerdi. İkisinin yazısı bile ayırt edilmeyecek kadar yakındı. Sedef
yine de bu yazı ile ilgili bir araştırma yapmayı aklının bir köşesine
yazdı. Mine inat etmeye devam ederse adli tıpta yazı incelemesi
yapabilirdi. Eski evraklardaki yazılarla bunu karşılaştırmak çözüm olabilirdi.
Nasıl bunca zaman düşünemedim diye hayıflandı.
*****
Vasiyet de okunduktan sonra gazetelerin ekonomi sayfalarında şirket
yönetimi ile ilgili yazıların sayısı azalmış, borsadaki kağıtların
toparlanması, işlerin Necdet Beyin hayatta olduğu dönem gibi yolunda gidişi
soru işaretlerini yok etmişti. Hayatlarının en azından bir tarafı yoluna girmiş
gibiydi.
Yiğit, yeni görevinin hakkını verecek hızlı kararlar ile şirketin
yönetiminde ne kadar aktif rol aldığını ve ne çok şeyi öğrendiğini ispatlar
gibiydi. Kızlar onun bu tavırlarını izliyor, yeni şeyler öğrenmek için karar
aşamalarında yanında olmaya çalışıyorlardı. İsim karmaşasını iş yerinde en aza
indirmişlerdi. Çalışanların da rahat soluk aldığı belli oluyordu.
Mine, bu süreçte kendisine gelen telefonlardaki uyarı dolu mesajların
sayısını unutmuştu. Arada bir isimsiz çiçekler de gelmeye devam ediyordu. Sedef
ile konuşma çabaları başarısız oldukça korkusu artıyordu. Şu an elinde tek
dayanak Esra’nın durumu idi. Onun ve bebeklerin ölümü halinde oyalayacağı bir
mazereti de kalmayacaktı. Esra’nın ölümü ama bebeklerin dayanması durumunda bir
süre de vasilik için kazanmış olacak, o dava sonuçlanana kadar kardeşini ikna
etmenin yolunu arayacaktı. En kötü ihtimal ise tüm inatçılığına rağmen her şeyi
açıkça anlatmak ve hayatlarının madenden, paradan çok daha değerli olduğuna onu
ikna etmekti. Satışa ikna etmek, bunları söyledikten sonra sattırmaktan daha
kolay bir olasılık olarak geliyordu Mine’ye. Kendisini kardeşinin yerine
koyuyor ve babalarının canına mal olan bir yeri satmanın babasını ikinci kez
öldürmek olduğunu anlıyordu. Başka… Başka bir çözüm bulmalıydı. Polisi katmadan
bunu yapabileceği bir ihtimal bulamıyordu.
Sedef, satış konusu ne zaman açılsa susturmuştu kardeşini. Bu kadar saçma
olayın karışıklık yüzünden altından kalkamadığı işlerden kaynaklandığını
düşünmüştü. Oysa zamanla Mine’nin de işlere vakıf olduğunu anlamıştı.
Yürütebildiği işi niye satmak istiyor, niye kendini Sedef yerine koyuyor ve
neden konuşmuyordu?
Tüm bunların ardında daha önemli bir sorun olduğunu anlamak için medyum
olmaya gerek yoktu. Sedef, onun istediğini yapmayacak, konuşmasını, her şeyi
anlatmasını sağlayacaktı. Açıkça sorduğu her seferinde asla böyle bir sorun
olmadığını sadece küçülmeye gitmenin ve kir pas içindeki madenler yerine
turizmin daha iyi bir iş kolu olduğunu söylemişti. Hatta son zamanlarda
otomotiv piyasasına girmeyi planladığından bahsediyordu. Araba üretimi ile
ilgili araştırmalara başlamıştı. Madem arabaları seviyorlar, yeni modelleri
kullanmanın, lüks araçlarla gezmenin tadını alıyorlar, neden bu işe
girmiyorlardı? Sedef, aslında bu konuda aklının yattığını fark ediyordu. Böyle
bir yatırım için bir şeyleri satmaya ihtiyaçları yoktu.
Aklında arabalardan çok hoşlanan biri de vardı. Bora Taşkın!
Bora ile ortak iş yapmanın güzel olabileceğini, onun da artık işlerinin
başına geçmesi gerektiğini düşünüyordu. Bunu ilk önce Mine’ye, sonra Yiğit’e
anlatmıştı. İkisinin de ilk tepkisi, o çalışmaz, olmuş, sonra Sedef’in
söyledikleri akıllarına yatmıştı. Ailesinin iş kolu gıda üzerineydi ve çocuk bu
işten gerçekten anlamıyordu. Ama otomotiv piyasası ile ilgili bilmediği şey
yoktu. Deli dolu arkadaşları ile ortak iş yapmaları keyifli olabilirdi.
İkisinden de bunun onayını aldığında Mine yine satış cümlelerini araya
sıkıştırmış ama Sedef konuyu kapatmıştı.
Yiğit ile bulduğu ilk fırsatta satışlarla ilgili kardeşine karşı yanında
olması için konuşmuş, olumlu yanıt almıştı. En azından diretebildiği sürece
Mine’ye karşı ayak direyecek ve destek olarak da Yiğit’e sırtını dayayacaktı.
*****
Binnur, sessizce beklemek yerine her gün yeni bir habere konu oluyordu. Her
gün gazetelerde üzgün yüzü, şişmiş gözleri ile resimleri basılıyor, altında
ise, büyük servetin üstüne oturan kızlarının annelerini hiç aramadıklarından
bahsediliyordu.
Ayhan, fazla ısrarcı olduğunu, bu tavrı ile daha kötü sonuçlara kendisini
hazırlaması gerektiğini söylüyor, hırsına yenileceğini anımsatıyordu. Binnur
ise ona, birlikte yiyecekleri parayı anımsatmayı tercih ediyordu. Ayhan’ın o an
gözleri parlasa da bu taktiklerin işe yaramayacağını anlayacak kadar piyasayı
bilen beyni ile olayların uzağında duruyor, her fırsatta Binnur’a biraz sakin
ol demeye devam ediyordu. Sonunda bunun da ters teptiğini, o sakin ol dedikçe
kadının işleri karıştırdığını fark edip susmuştu. Kendi işine bakması en
güzeliydi. Çok işi vardı!
*****
Esra, hayata tutunmaya devam ediyordu. Onun da haberleri sıklıkla
gazetelerde yer alıyor, sağlık durumu ve hayatta tutulması televizyonda bile
konu olup mucizelerin yaşanabileceği, teknolojinin de yardımı ile bu tarz
olaylarda daha yüksek başarılara imzalar atıldığı söyleniyordu. Altı ayı
dolduran bebeklerin sağlık durumu için güzel şeyler söyleniyordu. Bir ay, hatta
on beş gün bile dayanabilirse ikisinin de yaşama ihtimali çok yüksek olacaktı.
Hümeyra Hanım, neredeyse hastanede yaşamaya başlamıştı. Kızlar ne zaman
ziyarete gitseler yaşlı kadını orada ve her geçen gün biraz daha çökmüş olarak
buluyorlardı. İlk günler uydurulan haberlerden sonra tüm gazeteler ailenin
onları yaşatmak için nasıl çabaladığını yazmaya başlamıştı. Hümeyra hanımı
yakalayan gazeteci röportaj yapıyor, ikizlerin kardeşleri için nasıl
çabaladıklarını bir de anneannenin ağzından dinliyordu.
*****
Çalışma odasında çalan ev telefonu dikkatlerini dağıttı. İkisi de Yiğit’in
verdiği dosyaları inceliyordu.
Binnur’un tüm karalama çabaları başarısız olmaya devam ediyordu. Ekonomi
dünyasında holdingin yeri çoktan normale dönmüştü. Onlar için işlerin düzgün
yürümesi yeterliydi. Aile içindeki gereksiz detaylar iş piyasasında kısa
sürede sümen altı edilirdi. Benzer sorunlar hemen her ailenin geçmişinde
bulunuyordu.
Telefondaki avukat Şaban beydi. Son duyduklarından sonra kızlara annelerine
hakaret davası açabileceklerini söylemek için aramıştı. Kızlar yine ne
yaptığını sorduklarında, Binnur’un bu kez de kızlarının özel hayatları hakkında
ileri geri konuştuğunu, ikisinin de aynı erkeklerle yatağa girdiğini,
birbirlerinin sevgilileri konusunda çok rahat olduklarını, kimin kim olduğunu
anlamayan erkeklerle nasıl dalga geçtiklerini anlattığını öğrenmişlerdi.
Diafondan dinledikleri çirkinlikler yüzünden ikisinin de esmer yüzü bile
kızarmış, hattın ucundaki Şaban bey ise bazı cümleleri tamamlamakta
zorlanmıştı.
“Dilerseniz yarın hemen dava açarım. Bu kez gerçekten çok ileri gitti. Bu
kadarını beklemiyordum.”
İki kız da kısa süre birbirine
baktı. Mine, “Şaban bey, dava ne kadar sürer?” diye sordu.
“En az üç dört celse sürer. Bu da bir yıl demektir.”
Kızlar, bir kez daha birbirine baktı ve ikisi de başlarını olumsuz anlamda
salladıktan sonra gülümsediler ve hatta bekleyen adama yanıt verdiler. “Bir
süre daha konuşup sonra susacaktır. Dava açarsak o davanın her celsesinde
yeniden ısıtıp önümüze koyacaklar. Bırakın onun terbiyesizliği olarak
hatırlarda kalsın. Biz yanıt vermeyeceğiz.”
Diafondan yaşlı kurdun güldüğünü duydular. “Babanızın genlerini
taşıyorsunuz. Sadece merak ettiğim için aramıştım. Aslında böyle davranmanız
çok daha ağır bir darbe ve şimdiki tavrınızı koruyun kızlar. Ona yanıt
vermeyin. Hem siz hem babanız daha çok üzülmesin. Rahatsız ettim, ikinizi de
sevgiyle öpüyorum.” diyerek telefonu kapatmıştı.
Kızlar aynı şeyleri düşündükleri anlarda çok mutlu olurlardı. Az önce de
benzer bir an yaşamışlar ve ortak bir karar vermişlerdi.
Hayat normale dönüyordu.
*****
Temmuz sıcaklarında böyle bir görüşme yapmak herkesin rahat nefes almasını
sağlayacaktı. Keyifle aradı Amerika’yı. “Miras dağılımı tamamlandı. Sedef
Söğüt’ün adına olan tüm mal varlığının altında artık Mine Söğüt’ün adı ve
imzası var.”
“Yeterli olmadığını niye anlamıyorsun? O maden ocağının sahibi zaten Sedef Söğüt
idi. Artık ikisinin de imzasına ihtiyaç var.” Ronald’ın, bir daha
bunlarla yemeğe bile gidilmeyeceğini anlaması için bu saçma konuşmayı yapması
gerekmiyordu.
“Anlamayan sensin. Yönetim kurulu üçlü imza için gerek olmadığına karar
verdi. İşler aksadı. Bugün yapılan yönetim kurulundan ikili imza yetkisi
çıktı.”
“Nihayet iyi bir haber. Kimler ikinci imzaya yetkili satışlarda?”
“Asıl mirasçı malını satmak isterse, yönetim kurulu da onay verirse,
yönetim kurulu başkanı veya vekalet edeni de onaylarsa satış gerçekleşir. Bu
durumda tek kardeşin imzası yeterli olacaktır. Şirket tüzüğünde madde böyle
değiştirilmiş.”
“Yani Yiğit Uçar’ın imzası düğümü çözebilecek mi?”
“Evet, iş halloldu bil.”
“İşte bu gerçekten güzel bir haber. Yönetim Kurulundakilerin onay vermesi
durumu yine de sorun. Ama aşılmayacak sorun değil. Hepsi hakkında elimizde
dosyalar var. Gerekene gerektiği tavrı sergileriz. Başka bir şey var mı?”
Hattın ucundan şuh bir kahkaha ulaştı kulağına, “Eh artık beni
küçümsemekten vazgeçersin!”
“Seni hiç küçümsemedim. Seni küçümseyen başkası.”
“O da bunun cezasını çekecek.”
“Büyük aşkta çatırdamalar mı var?”
“Büyük aşk mı var?”
“Siz kadınlardan korkulur.”
“Biliyorum. Ben şimdi işimin başına dönüyorum.”
“Bir saniye… İyi de böyle bir değişikliği kim yapmak istedi?”
“O kısmını karıştırma.”
“Karıştırdım bile. Kim?”
“Off, bazen o kadar saf oluyorsun ki... Yiğit Uçar, elbette.”
*****
Binnur Canel cephesinde işler hiç yolunda gitmiyordu.
Kızlarının böyle davranacağını hiç düşünmemişti. Babalarının kaybının hemen
ardından anneleri ile aralarına bu kadar mesafe koyacaklarını, hatta o evde
kalmasına bile tahammül edemeyeceklerini hiç düşünmemişti. Elbette parasal
konularda bu kadar kötü davranacaklarını asla tahmin etmemişti. Sonuçta ülkenin
en zengin birkaç ailesinden biriydi Söğüt ailesi. Babaları pinti
davranmış, boşanırken üç kuruş önüne
atıp arkasını dönmüş olabilirdi ama o kızlarının annesiydi. Yeni bir taktik
denemeyi düşünse de avukatı şu ara biraz geride kalmasını ve akıllı
davranmasını tavsiye etmişti. Son yaptığı gerçekten bardağı taşırmış, iki
günlük haberlerin ardından kızların daha önce sevgilisi olduğu bilinen
kişilerin adlarının haberlerde yer alması ile Binnur’a bir sürü dava açılma
ihtimali doğmuştu. Hemen sözlerinin yanlış anlaşıldığını, kızlarının bunu
özellikle yapmadığını, çok benzedikleri için istemsiz karışıklıklar
yaşandığını, anlatırken sinirle biraz abartmış olabileceğini, adı geçen
herkesten özür dilediğini söyleyen bir tekzip yayınlatmıştı.
Tekzip yazısının ardından kızgınlıkla evi terk eden Ayhan da özrünü kabul
etmiş ve geri dönmüştü. Yaptığı ikinci atak da elinde patlayınca avukatının
sözünü dinlemeye karar verdi. Ayhan’ın kızgınlıkla çekip gitmesi, ardından geri
dönüşü ve bir daha kızlarla böyle uğraşırsa kendisini bir daha göremeyeceğini
açıkça belirtmesi de etkendi bu geri adımda.
Yaşadığı hayal kırıklığını üstünden atmak için en iyi şey biraz para
harcamaktı. Oysa şu ara en az olan şey paraydı. Ayhan’ın en kızdığı şeyi yapıp
onu da küstürmek istemiyordu. Telefonunu eline alıp sevgilisini aradı.
“Aşkımmmm, sesin ne kadar yorgun geliyor. Yoğunsun sanırım?” Oysa kulağındaki
ses yorgun değil, bıkkındı. “İşim çok. Önemli bir şey yoksa ben seni sonra
arayayım.”
“Akşam için özel bir yemek düşünüyorum. İkimiz…Baş başa…Ve mum ışığında…Ne
dersin?”
“Tamam olur.”
“Ama biraz alış veriş yapmam lazım. Benim sanırım limitim bu yemek için
yetersiz. Senin kartını kullanabilir miyim?”
“Neden aradığın anlaşıldı. Kullan ama beş bin lirayı geçme.”
“Beş bin mi? O kadar parayla ne alabilirim ki?”
“Binnur, ödemelerim arttı. Şu ara açılamazsın. Ya o kadar harca ya da
akşama peynir ekmek yiyelim.” Ayhan, sinirine hakim olamıyordu. İşler ters
giderken bir de bu kadının kaprisleri ile uğraşıyordu. İş hanının
kiralarını ilk haftada bitirmeyi nasıl başarıyordu, gerçekten merak ediyordu.
Binnur, adamın canının gerçekten sıkkın olduğunu anlasa da iki ay önce ona
verdiği parayı düşünüp şimdi harcayacağının hakkı olduğuna karar verdi. Emlak
işlerinin açıldığını, yaz aylarında elinin rahatladığını biliyordu. “Kabalaşmana
gerek yok. Tamam ben halden anlarım. Merak etme o kadar bile harcamayacağım.
Sonra ben ödüyorum borçlarını.” diyerek kapattı telefonu. Daha da
sinirlenmişti.
Ayhan o parayı aldığı güne lanet ediyordu. Geri ödemiş yine de bu
tavırlardan kurtulamamıştı. Bir haftalık ayrılığın işe yarayacağını sanmıştı.
Bir süre daha katlanması gerekiyordu bu kadına. İşlere gömülmek en iyi yoldu.
Akşam da eve geç gidecek, tüm planlarını bozacaktı.
Binnur, telefonu koltuğun üstüne atıp bahçe içindeki evin manzarasına
baktı. Necdet’in boşanırken verdiği para ve bir iki gayrimenkul ile aslında
rahatça yaşaması gerekirdi. Ama nakit çoktan bitmişti. Mallarını satamıyordu. Lükse
düşkündü, harcamayı, gezmeyi seviyor, ilerisini düşünerek bazı yeni kaynaklar
elde etmek istiyordu. Tüm amacı buydu. Sadece iki ay bile kendini tutsa nakit
parası olacaktı. Bazen kendine kızıyordu. En az on bin liralık ayakkabı giymesi
gerekmiyordu. İki üç binlik neyine yetmiyordu?
Az önce yaptığı konuşmadan sonra biraz mantıklı düşünmesi gerektiğine karar
verdi. Ayhan haklıydı. Adam sabahtan akşama kadar daha iyi yaşamak için
çalışırken kendisi deli gibi para harcıyordu. Necdet’in ölümünden sonra
kızların ona para vereceğine çok güvenmişti. Haklarında kötü şeylerin
yazılmasına asla izin vermeyeceklerine inanıyordu. Oysa ne derse desin hiç biri
ikizlerin inadını kırmamış, amacına ulaşamamıştı. Kabullendiği bir başka gerçek
de kızları kendisinden önce ölmediği takdirde beş kuruş para alamayacağı idi.
Evet, tutumlu olmalı, gayrimenkullerinin kiralarını yeni sözleşmeler
zamanında arttırmalı ve arttıracağı paralarla yeni yerler almalıydı. Bunu
yapacak kadar para biriktirebilirdi. Artık akıllıca davranmalıydı. Onun da
servetinin değeri yüz milyona yakındı. İş hanını satabilse yıllarca para
sıkıntısı olmadan yaşayacağı parası olacaktı. Acaba bu satılamaz kaydına bir
şey yapabilir miydi? Derin nefes alıp camdan uzaklaştı. Kimi kandırıyordu? Necdet
elini kolunu öyle bir bağlamıştı ki satış yapması mümkün değildi. Kızları
milyar dolarlık şirket yönetirken o kira gelirini bile yönetemiyordu. Biraz
daha düşünmeli, neler yapabileceğini kararlaştırmalı ve buna uymalıydı. Artık
akıllı hareketler sergileyecekti. Yeterince rezil olmuş, kızlarını da rezil
etmeye çabalamıştı.
Ne yapıp edip kızlarla arasını düzeltmeliyken tam tersi davranmıştı. Artık
o paraya ulaşacağı tek yolu vardı. Şimdilik o yol kapalıydı.
Alışverişe çıkmış, akşam yemeği için yiyecek, yemek sonrası için de giyecek
almıştı. Masa hazır olduktan sonra gidip üstünü değiştirdi. Vücut çorabını
giydiğinde gördüğünden hoşlanmıştı. Üstüne giydiği elbisenin şu an için tek
önemi, kapıya gelebilecek yabancılara karşı altındakini saklamak…
Ayhan, eve girdiğinde gün içindeki atışmayı unutturmayı başaran kıyafet ile
aklı karışmıştı. Binnur, “Yemeği soğutmayalım” dediğinde adamın bakışlarındaki
değişimi görmüştü. İkinci yemeği servis ederken elbisesini çıkartmış, tatlıya
sıra gelmemişti.
Sevgilisini tatmin ettikten sonra bir sigara yakıp sırtını yatağın başına
dayayan Binnur yeni planlarını düşünmeye başladı. Ayhan kısa bir uykunun
ardından uyanmış, onun bu sessiz haline bakıp sormuştu. “O güzel kafanın içinde
koşturan tilkiler uykudan uyandırdı. Ne düşünüyorsun yine?”
“Kızlarımı elbette.”
“Sana artık uğraşma kızlarla, kendini rezil ediyorsun demedim mi?” Cümlesi
bittiğinde kadının elindeki sigarayı alıp derin bir nefes çektikten sonra geri
verdi.
“Uğraşmayacağım.”
“Bunu mu düşünüyordun? Bunun düşünülecek nesi var?”
“Ben uğraşmayacağım. Sen uğraşacaksın!”
"Unut onu. Ben delirmedim!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder