6 Mart 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 29. Bölüm

Yönetim kurulu başkanlığına Yiğit Uçar’ın atanmasının ardından, miras davalarından beklediğini bulamayan Binnur, bu kez de şirkette hak iddia etmek için dava açmış, yönetimde yer alması gerektiğini, son seçilen yönetim kurulunun hükümsüz olduğunu ifade eden beyanlar vermeye başlamıştı. Bir kez daha basın onlardan bahsediyordu.

Bu davanın dilekçesinde yer alan ‘edinilmiş mal’ kelimeleri yüzünden şirketin kuruluşları, sermayeleri, ortakları tek tek incelenecekti. Tüm sorunların yanı sıra bu saçma işlerin bürokratik yoğunluğu da işleri aksatacaktı. Dava dosyasını inceleyecek savcının, kendisine sunulacak resmi belgelere kısa sürede bakmasını beklemek gerçek bir hayalperestlikti.  


Yiğit, itiraz dilekçesine bakıp küfretti. Karşısındaki avukatın huzursuzca kıpırdanmasıyla kendine geldi.
“Bunu bekliyorduk değil mi?”
“Miras davasını açtığında tahmin etmiştik. Bundan başka da yapabileceği şey yok. Bu şansı deneyeceğini biliyorduk. Sizin seçilmenizi bekliyorlarmış. Hemen dilekçeyi sundular savcılığa. ”
“O zaman hazırlıklıyız yani?”
“Tüm evraklar hazır. Savcıya ulaştıracak ve en kısa sürede bu davayı da reddetmesini bekleyeceğiz.”
“Ne kadar sürer?”
“En çok iki üç ay.”
“Bu süreçte benim imza yetkimle ilgili bir sorun var mı?”
“Davayı kazanma ihtimali olsaydı, bu süre içinde attığınız imzalar geçersiz sayılırdı. Fakat siz rahatlıkla devam edin işinize. Onun Necdet Beyle evli olduğu dönemde edinilmiş mallar ile ilgili yasa olmadığı gibi, boşanma davasında tüm bunlara dair tedbirler alındı. Kendi el yazısı ile verdiği dilekçesi var. Unuttuğunu sanmıyorum. Sadece…”
“Sadece ne?”
“Tüm bu yaptıkları para kopartmak için.” Utanarak söylediği cümlenin, Yiğit Uçar tarafından kahkaha ile karşılanması avukatı şaşırttı.
“Herkesin malumu zaten! Onun anlamadığı nokta da bu. İstediğini asla alamayacak.”

Yiğit, ikizlerin mirasları ile ilgili bir kararları olup olmadığını bilmiyordu. Onlar Necdet gibi kendisini haberdar etmemiş olabilirdi. Bu konuyu konuşmalı, niyetlerinin ne olduğunu, neler yapılması gerektiğini karara bağlamalarını istemeliydi. Kendilerine bir şey olması durumunda şirketin yönetiminin kimlerde olacağını, mirasın annelerine ulaşıp ulaşmayacağını kararlaştırmalarını ve bunu yasal hale getirmelerini istemek… bu kazada Mine ölseydi? Her düşündüğünde içinde bir yerler alev alıyordu. Ya onu sonsuza kadar kaybetseydi? Sanki şimdi kaybetmemiş miydi? Her şey o kadar karışıktı ki, düşündükçe şakakları zonkluyordu.
  
Yeni görevine adapte olmak için Necdet Beyin masasına oturdu. Yönetim kurulunun kararından önce de vekaleten yaptığı işi artık asaleten yapıyordu. Şirketin genel müdürü olarak da yardımcısı terfi ettirilmişti. Bu noktada hoşnut olmadığı şeyler olsa da yapabileceği bir şey yoktu. İkizlerle daha yakın çalışacak olan artık yardımcısıydı… 

Yönetim Kurulu başkanı olsa da tüzük gereği tek başına imza yetkisine sahip değildi. Aslında çok da fazla şey değişmemişti. Önceden iki üst düzey yetkilinin imzası ile olan işler üç imzaya çıkmıştı. Tüm satış ve devir işlemlerinde iki kızının da aynı derecede yetkili olduğu ve mutlaka ortak imza ile satışı onaylaması gerektiğini değişmez kural olarak işletmesi ise kimsenin beklemediği bir detaydı. Kızlardan birine bir şey olması durumunda yine iki imza ile yetkili olunacaktı. Bu da akıl sağlığı, iş göremezlik hali ve ölümü kapsıyordu. Ölüm… Yiğit, sırtından geçen ürperti ile kendine geldi.

Kızları düşününce isim karmaşaları da aklına geldi. Onlar ne kadar farklı isimleri kabullenmiş gözükseler de o kim Mine, kim Sedef çok iyi biliyordu.


*****

Emniyet amirliğinin cinayet masasında görevli polisleri Mesut ile Hasan ellerindeki dosyanın içindeki resimlere bakıp olayın detaylarını yakalıyorlardı. İkizlerin verdiği bilgilerle örtüşen çok şey vardı.

Kaza olduğunu düşünmelerini gerektiren çok şey.

Bir iki kez kızları ziyaret etmiş, Necdet Söğüt’ün avukatı ile görüşmüşlerdi. Yeni bir bilgi ve tehdit olmayınca dosya kaza olarak kapatılmıştı. Kendi ellerindeki gayri resmi cinayet dosyası da aynı nedenle rafa kalkmıştı. Ara ara ellerine alıp yeni bir şey yakalarız umuduyla bakıyor ama olanların ötesinde bir ayrıntı yakalayamıyorlardı. Çarpan kamyon bulunamamıştı. Zaten o bulunamayınca kimse de kazayı cinayet olarak işleme almazdı.


***** 

   
Kapısının çalınması ile dikkatini o yöne verdi. Necdet Beyin büyük çalışma odasına geçtikten sonra ilk kez ikizleri ağırlayacaktı. Bu odanın sıcak havasını oldum olası sevmişti. Yine de çok alışmamalıydı. Belki kızlar değişiklik yapılmasını, babalarına ait anıların başkaları tarafından silinmemesi gerektiğini söyleyecekti.

Ayırt edilemeyecek görüntüleri ile odaya giren ikizler neredeyse aynı giyinmişlerdi. “Hoş geldiniz” dedikten sonra büyük ceviz masanın önündeki koltukları gösterdi. Elbette onları bir yere davet etmesi gerekmiyordu ama ikisinin de kafası çok karışık gözüküyordu. “Ne içersiniz? Sedef?” deyip Mine’ye, sonra da “Mine?”deyip Sedef’e dönmüştü. Kızların yüzündeki ifadelere bakıp “Karıştırdım mı yoksa?” diye sordu. Yanıt Sedef’ten geldi.
“İsimlere çok takılmıyoruz şu aralar. O yüzden karıştırsan da önemli değil.”
Yiğit, durumu tuhaf buluyormuş gibi kısa bir an ikisine de baktı. Sonra da babalarının koltuğuna otururken bilmiyorlarmış gibi açıklama gereği duydu. “Bu oda ile ilgili yapmak istediğiniz değişiklik var mı? Belki de almak istediğiniz eşya?”  

Sedef, küçücük bir gülümseme ile “Yiğit, bu oda müze gibi saklanacak bir yer değil. İstediğin gibi düzenle, değiştir, çıkartmak istediğin babama ait bir şeyler olursa da bizim odaya yolla. Artık burası senin odan!”

Mine, kardeşinin başını sallayarak onayladıktan sonra, “Biz de hem seni tebrik etmek hem de kendimiz için bir talepte bulunmak için buradayız. Biz bu erken ayrılığı düşünemediğimiz için bölümlerimizde çalışmanın ötesine geçmedik. Evet işlerimizi iyi yapıyoruz, birbirimizin işinden anlıyoruz, hatta babamın takip ettiği bir sürü işi de biliyoruz ama holdingi yönetmeyi bilmiyoruz. Babamın yönetim ile ilgili anlattıklarının yeteceğinden emin olamıyoruz. Bu konuda bize senin yardımcı olmanı bekliyoruz. Mümkün mü?”  

Yiğit, genç kızlara baktı ve onların basit bir talepmiş ve itiraz edebilirmiş gibi söyledikleri cümlelerin aslında emir olduğunu görerek içinden, ‘yöneticiliğin en büyük erdemi zaten damarlarınızda var’ diye geçirdi. Yüksek sesle ise beklenen yanıtı verip seve seve yardımcı olacağını söyledi. Mine’nin yüzündeki sıkıntılı ifadeye bakıp, “Başka bir şey daha mı var?” diye sordu.

“Çok yoğun olmamızdan başka bir sorun yok. Mine’ye de söyledim, bir ara seninle de konuşalım. Bazı işlerden çekilmeyi düşünüyorum ama kardeşim ikna olmuyor. Bu konuda senin de yardımını istiyorum. Evet işi öğreneceğiz ama bu kadar büyük bir holding olarak kalmak yerine belli yatırımları elden çıkartıp diğerlerini geliştirmek daha akıllıca geliyor bana.”

Yiğit, gerçek Sedef ile daha önce yaptığı konuşmaya istinaden Mine’yi yanıtladı. “Bir ara bunu uzun uzun düşünelim ama şu an akıllıca bir hareket değil. Zaten Binnur Hanım yeterince dert oluyor. Bir de satışlara başlarsak değer kaybederiz.”
   
Yiğit, Sedef’in rahatlamasını, Mine’nin ise tedirgin kıpırdanışlarını izledi.
Kızların bitki çayı biterken Yiğit de kahvesini bitirmişti. Bu sürede iş konuşmuşlar, çalışma planları yapmışlardı. En sonunda konu yine döndü dolaştı Binnur Canel ve bitmeyen isteklerine geldi.
  
“Böyle bir dava beklemiyorduk.” diyen Yiğit’e kızlar ‘annemizi tanımıyorsun’ edası ile bakıp, aynı anda “Biz bekliyorduk.” dediler. Onların samimi olduğunu anlayan Yiğit, aile içindeki sorunların tahmininden büyük olduğunu görüp kendi düşündüğü çözümü söyleyip söylememekte tereddüt etti. Acil olmadığına karar verip erteledi. Daha kızların miras paylaşımı bile yapılmamıştı. Esra ve ikiz bebeklerin durumu her şeyi geciktiriyordu.

Verimli geçen yarım saatlik görüşmenin sonunda kızlar toplantı odasına giderken Yiğit de diğer işlerine daldı.
    
Şirketin içinde havalandırmanın çok hafif uğultusundan başka duyulan tek ses ikisinin de halıda boğulan ayak sesiydi. Kapının önünde durup son kez birbirlerine bakıp hiç konuşmadan toplantı odasına girdiler. Avukatlar onları bekliyordu. Vasiyet okunacaktı. 
Hepsi ayağa kalkarak selamladı. Daha önceden görüşememiş olanlar baş sağlığı dileklerini iletiyordu. Odada bir garson kalabalık gruba servis yapıyordu. İkizlerin taleplerini de karşıladıktan sonra odadan çıkıp kapıyı arkasından kapattı. 
  
Kızların, güvenebilecekleri tek avukat, babalarının özel avukatı olan Şaban Sesver idi. İkisini de kucaklayarak karşılamış, yaşının ve konumunun verdiği rahatlıkla kısa sürelerle sarılıp yanaklarından öpmüştü. Bu samimi tavır kızların biraz daha rahatlamasına yardımcı olmuştu. Masada yerlerini alırken daha önceden tanıdıkları diğer avukatların nezaket cümlelerine yanıt verdiler. Aynı masada tanımadıkları iki kişi daha vardı. Biri Hümeyra Hanım’ın akrabası olan, özel rica ile davet edilen Esra için vasiyeti dinleyecek olan yaşlı bir avukattı. Diğeri de yine özel taleple katılmak isteyen ve kızların onayı alındığı için orada bulunan Binnur Canel’in avukatı idi. Semra Uğurlu’nun yüzünde mesleki bilgisini aşağılayan bu durumun ezikliği okunuyordu. Mine ile Sedef genç kadını kısa bir an süzüp birbirlerine baktılar. Kızlar ilk kez görüyordu bu kadını. Semra Uğurlu, otuzlu yaşların ortasında, bakımlı biriydi. Annelerinin böyle güzel bir kadınla çalışıyor olmasından başarılı olduğu sonucunu çıkarttılar. Önceki avukatı erkekti ve sonuç alamadığı için aforoz edilmişti. Kıskanç yapısı etrafında kendisinden güzel birisinin olmasına izin vermezdi.   

İkizler, kadının katılma talebi geldiğinde Şaban Beyi arayıp, kadın avukatın orada bulunmasının kendileri için olumsuz bir yönü olup olmayacağını sormuş, tecrübeli avukat, “Gelmesi iyi olur. Kazanamayacağı bir davaya girmekten hoşlanmaz. O nedenle duyacakları onun bu davadan çekilmesine neden olacaktır. Anneniz de davayı devam ettirmekten vazgeçer. Şirketlerde hiç hakkı yok. Bunu hepsinin anlaması şart.” demişti. Kadının tavrı da sonucu bildiği ama parasını aldığı sürece böyle bir görüşmede olmaktan çekinmediğini gösteriyordu. Sonuçta dava açmadığı sürece kaybetmiş de olmayacaktı!

Sedef, bakışlarını Hümeyra Hanımın görevlendirdiği ve bebeklerin doğması ve hayatta kalması halinde vasilik için dava açacaklarını belirten avukata çevirdi. Yaşlı adamın bu kadar büyük bir holdingin avukat ordusu ile başa çıkabileceğine aklının hiç yatmadığı belliydi. Açılması olası bir davayı daha vasiyet görüşmesinde kaybetmiş gözüküyordu. Sedef yine de babasının sık kullandığı cümleleri anımsadı. Sessiz ve pısırık görünen herkese söylerdi. Yavaş atın tekmesi pek olur!

Şaban Beyle yaptıkları konuşmada vasilikle ilgili tavırlarını açıkça belli etmişlerdi.

“Ben Esra’nın da avukatıyım biliyorsunuz. Annesi bu durumda tarafsız olamayacağımı düşündüğü için kendi avukatlarının bulunmasını istedi. Bebeklerin hayatta kalması durumunda onlara düşecek mirasla ilgili anlaşma yapılacak.”   
“Esra’nın mirası yaşamaları halinde bebeklerinin olacak. O bebeklerin vasisi biz olacağız. Aksini kimse aklına bile getirmesin. İhtiyaç duymaları halinde Hümeyra Hanımın bakımından da sorumlu oluruz.”  
“Hümeyra Hanımın maddi bir talebinin olacağını sanmıyorum. Tek istediği bebeklerin vasisi olmak.”  
O ana kadar sadece dinleyen Mine, söze girmiş ve “Öz kardeşimiz değiller mi? Dayanırlarsa onlara biz bakacağız. Bu konuda tek bir pürüz istemiyoruz.” Diyerek tavırlarını netleştirmişti.
Şaban bey, kızlarda babalarının kararlılığını görüp yüzündeki saklamadığı memnun bir ifade ile yanıtlamıştı. “Bu konuda içiniz rahat olsun. Kimse sizinle baş edemez.”  
“Umarım bunu herkes anlar.”  

Nihayet tüm selamlaşma, taziye konuşmaları bittiğinde orada bulunan noterin huzurunda vasiyet açılıp okundu. Beklendiği gibi tüm mal varlığı iki kızı arasında bölüştürülmüştü. Ek bir madde ile başka çocukları olması durumunda kızlarının, değer tespit yapılmasından sonra mirasın kardeş sayısına eşit bölünecek şekilde paylaştırılması şartını kabul ettiklerine dair imza vermelerini, yasal yükümlülükler uyarınca hareket etmelerini istiyordu. Sanki başına gelecekleri tahmin etmiş gibiydi.  

Semra Uğurlu, vasiyetin çok açık ve net olduğunu görüp Binnur hanımın hiçbir şekilde şirketlerden bir pay talep edemeyeceği maddesini duyunca görüşmeyi terk etmişti. Necdet Bey işinde olduğu gibi özel hayatında da her tedbiri baştan alması ile ünlüydü. Şaban beyin yüzündeki buruk gülümseme ile çıkan avukatın ardından bakışı ve ‘Necdet Bey yattığı yerden bile şirketini koruyor’ diye mırıldanması ikizlerin kulaklarına kadar ulaştı.
   
Esra’nın ailesi tarafından tutulan avukat da kızların kabul ettiği maddenin imzalanmaması halinde kendi miraslarını da alamayacaklarını öğrendiğinde rahatlamıştı. Kimsenin hakkını yemek gibi bir niyet yoktu. Milyar dolarlardan bahsedilen bir ailede detayların önemi böyle zamanlarda ortaya çıkıyordu.   
   
Asıl önemli nokta evrakların imzalanması aşamasında yaşanmıştı. İki kız da ‘Sedef’ diye imza atmak isteyince bir an birbirlerine baktılar. Şaban bey durumdan haberdardı ama noterin böyle bir bilgisi yoktu. Ona belli etmeden iki kardeş bakışmış ve bu konunun gerekirse sonra çözülmesi için susmayı tercih etmişlerdi. Birbirine benzeyen imzalar ile tüm evraklar imzalanmıştı. Tek farkları ön isimlerdi. İkisinin yazısı bile ayırt edilmeyecek kadar yakındı. Sedef yine de bu yazı ile ilgili bir araştırma yapmayı aklının bir köşesine yazdı. Mine inat etmeye devam ederse adli tıpta yazı incelemesi yapabilirdi. Eski evraklardaki yazılarla bunu karşılaştırmak çözüm olabilirdi. Nasıl bunca zaman düşünemedim diye hayıflandı.

*****


Vasiyet de okunduktan sonra gazetelerin ekonomi sayfalarında şirket yönetimi ile ilgili yazıların sayısı azalmış, borsadaki kağıtların toparlanması, işlerin Necdet Beyin hayatta olduğu dönem gibi yolunda gidişi soru işaretlerini yok etmişti. Hayatlarının en azından bir tarafı yoluna girmiş gibiydi.

Yiğit, yeni görevinin hakkını verecek hızlı kararlar ile şirketin yönetiminde ne kadar aktif rol aldığını ve ne çok şeyi öğrendiğini ispatlar gibiydi. Kızlar onun bu tavırlarını izliyor, yeni şeyler öğrenmek için karar aşamalarında yanında olmaya çalışıyorlardı. İsim karmaşasını iş yerinde en aza indirmişlerdi. Çalışanların da rahat soluk aldığı belli oluyordu.

Mine, bu süreçte kendisine gelen telefonlardaki uyarı dolu mesajların sayısını unutmuştu. Arada bir isimsiz çiçekler de gelmeye devam ediyordu. Sedef ile konuşma çabaları başarısız oldukça korkusu artıyordu. Şu an elinde tek dayanak Esra’nın durumu idi. Onun ve bebeklerin ölümü halinde oyalayacağı bir mazereti de kalmayacaktı. Esra’nın ölümü ama bebeklerin dayanması durumunda bir süre de vasilik için kazanmış olacak, o dava sonuçlanana kadar kardeşini ikna etmenin yolunu arayacaktı. En kötü ihtimal ise tüm inatçılığına rağmen her şeyi açıkça anlatmak ve hayatlarının madenden, paradan çok daha değerli olduğuna onu ikna etmekti. Satışa ikna etmek, bunları söyledikten sonra sattırmaktan daha kolay bir olasılık olarak geliyordu Mine’ye. Kendisini kardeşinin yerine koyuyor ve babalarının canına mal olan bir yeri satmanın babasını ikinci kez öldürmek olduğunu anlıyordu. Başka… Başka bir çözüm bulmalıydı. Polisi katmadan bunu yapabileceği bir ihtimal bulamıyordu.

Sedef, satış konusu ne zaman açılsa susturmuştu kardeşini. Bu kadar saçma olayın karışıklık yüzünden altından kalkamadığı işlerden kaynaklandığını düşünmüştü. Oysa zamanla Mine’nin de işlere vakıf olduğunu anlamıştı. Yürütebildiği işi niye satmak istiyor, niye kendini Sedef yerine koyuyor ve neden konuşmuyordu?

Tüm bunların ardında daha önemli bir sorun olduğunu anlamak için medyum olmaya gerek yoktu. Sedef, onun istediğini yapmayacak, konuşmasını, her şeyi anlatmasını sağlayacaktı. Açıkça sorduğu her seferinde asla böyle bir sorun olmadığını sadece küçülmeye gitmenin ve kir pas içindeki madenler yerine turizmin daha iyi bir iş kolu olduğunu söylemişti. Hatta son zamanlarda otomotiv piyasasına girmeyi planladığından bahsediyordu. Araba üretimi ile ilgili araştırmalara başlamıştı. Madem arabaları seviyorlar, yeni modelleri kullanmanın, lüks araçlarla gezmenin tadını alıyorlar, neden bu işe girmiyorlardı? Sedef, aslında bu konuda aklının yattığını fark ediyordu. Böyle bir yatırım için bir şeyleri satmaya ihtiyaçları yoktu.

Aklında arabalardan çok hoşlanan biri de vardı. Bora Taşkın!

Bora ile ortak iş yapmanın güzel olabileceğini, onun da artık işlerinin başına geçmesi gerektiğini düşünüyordu. Bunu ilk önce Mine’ye, sonra Yiğit’e anlatmıştı. İkisinin de ilk tepkisi, o çalışmaz, olmuş, sonra Sedef’in söyledikleri akıllarına yatmıştı. Ailesinin iş kolu gıda üzerineydi ve çocuk bu işten gerçekten anlamıyordu. Ama otomotiv piyasası ile ilgili bilmediği şey yoktu. Deli dolu arkadaşları ile ortak iş yapmaları keyifli olabilirdi. İkisinden de bunun onayını aldığında Mine yine satış cümlelerini araya sıkıştırmış ama Sedef konuyu kapatmıştı.

Yiğit ile bulduğu ilk fırsatta satışlarla ilgili kardeşine karşı yanında olması için konuşmuş, olumlu yanıt almıştı. En azından diretebildiği sürece Mine’ye karşı ayak direyecek ve destek olarak da Yiğit’e sırtını dayayacaktı.

*****

Binnur, sessizce beklemek yerine her gün yeni bir habere konu oluyordu. Her gün gazetelerde üzgün yüzü, şişmiş gözleri ile resimleri basılıyor, altında ise, büyük servetin üstüne oturan kızlarının annelerini hiç aramadıklarından bahsediliyordu.

Ayhan, fazla ısrarcı olduğunu, bu tavrı ile daha kötü sonuçlara kendisini hazırlaması gerektiğini söylüyor, hırsına yenileceğini anımsatıyordu. Binnur ise ona, birlikte yiyecekleri parayı anımsatmayı tercih ediyordu. Ayhan’ın o an gözleri parlasa da bu taktiklerin işe yaramayacağını anlayacak kadar piyasayı bilen beyni ile olayların uzağında duruyor, her fırsatta Binnur’a biraz sakin ol demeye devam ediyordu. Sonunda bunun da ters teptiğini, o sakin ol dedikçe kadının işleri karıştırdığını fark edip susmuştu. Kendi işine bakması en güzeliydi. Çok işi vardı!

*****

Esra, hayata tutunmaya devam ediyordu. Onun da haberleri sıklıkla gazetelerde yer alıyor, sağlık durumu ve hayatta tutulması televizyonda bile konu olup mucizelerin yaşanabileceği, teknolojinin de yardımı ile bu tarz olaylarda daha yüksek başarılara imzalar atıldığı söyleniyordu. Altı ayı dolduran bebeklerin sağlık durumu için güzel şeyler söyleniyordu. Bir ay, hatta on beş gün bile dayanabilirse ikisinin de yaşama ihtimali çok yüksek olacaktı.

Hümeyra Hanım, neredeyse hastanede yaşamaya başlamıştı. Kızlar ne zaman ziyarete gitseler yaşlı kadını orada ve her geçen gün biraz daha çökmüş olarak buluyorlardı. İlk günler uydurulan haberlerden sonra tüm gazeteler ailenin onları yaşatmak için nasıl çabaladığını yazmaya başlamıştı. Hümeyra hanımı yakalayan gazeteci röportaj yapıyor, ikizlerin kardeşleri için nasıl çabaladıklarını bir de anneannenin ağzından dinliyordu.



*****


Çalışma odasında çalan ev telefonu dikkatlerini dağıttı. İkisi de Yiğit’in verdiği dosyaları inceliyordu.

Binnur’un tüm karalama çabaları başarısız olmaya devam ediyordu. Ekonomi dünyasında holdingin yeri çoktan normale dönmüştü. Onlar için işlerin düzgün yürümesi yeterliydi. Aile içindeki gereksiz detaylar iş piyasasında kısa sürede sümen altı edilirdi. Benzer sorunlar hemen her ailenin geçmişinde bulunuyordu.

Telefondaki avukat Şaban beydi. Son duyduklarından sonra kızlara annelerine hakaret davası açabileceklerini söylemek için aramıştı. Kızlar yine ne yaptığını sorduklarında, Binnur’un bu kez de kızlarının özel hayatları hakkında ileri geri konuştuğunu, ikisinin de aynı erkeklerle yatağa girdiğini, birbirlerinin sevgilileri konusunda çok rahat olduklarını, kimin kim olduğunu anlamayan erkeklerle nasıl dalga geçtiklerini anlattığını öğrenmişlerdi.
Diafondan dinledikleri çirkinlikler yüzünden ikisinin de esmer yüzü bile kızarmış, hattın ucundaki Şaban bey ise bazı cümleleri tamamlamakta zorlanmıştı.

“Dilerseniz yarın hemen dava açarım. Bu kez gerçekten çok ileri gitti. Bu kadarını beklemiyordum.”

 İki kız da kısa süre birbirine baktı. Mine, “Şaban bey, dava ne kadar sürer?” diye sordu.
“En az üç dört celse sürer. Bu da bir yıl demektir.”
Kızlar, bir kez daha birbirine baktı ve ikisi de başlarını olumsuz anlamda salladıktan sonra gülümsediler ve hatta bekleyen adama yanıt verdiler. “Bir süre daha konuşup sonra susacaktır. Dava açarsak o davanın her celsesinde yeniden ısıtıp önümüze koyacaklar. Bırakın onun terbiyesizliği olarak hatırlarda kalsın. Biz yanıt vermeyeceğiz.” 

Diafondan yaşlı kurdun güldüğünü duydular. “Babanızın genlerini taşıyorsunuz. Sadece merak ettiğim için aramıştım. Aslında böyle davranmanız çok daha ağır bir darbe ve şimdiki tavrınızı koruyun kızlar. Ona yanıt vermeyin. Hem siz hem babanız daha çok üzülmesin. Rahatsız ettim, ikinizi de sevgiyle öpüyorum.” diyerek telefonu kapatmıştı.
   
Kızlar aynı şeyleri düşündükleri anlarda çok mutlu olurlardı. Az önce de benzer bir an yaşamışlar ve ortak bir karar vermişlerdi. 

Hayat normale dönüyordu.  



*****   

Temmuz sıcaklarında böyle bir görüşme yapmak herkesin rahat nefes almasını sağlayacaktı. Keyifle aradı Amerika’yı. “Miras dağılımı tamamlandı. Sedef Söğüt’ün adına olan tüm mal varlığının altında artık Mine Söğüt’ün adı ve imzası var.”  

“Yeterli olmadığını niye anlamıyorsun? O maden ocağının sahibi zaten Sedef Söğüt idi. Artık ikisinin de imzasına ihtiyaç var.”  Ronald’ın, bir daha bunlarla yemeğe bile gidilmeyeceğini anlaması için bu saçma konuşmayı yapması gerekmiyordu.

“Anlamayan sensin. Yönetim kurulu üçlü imza için gerek olmadığına karar verdi. İşler aksadı. Bugün yapılan yönetim kurulundan ikili imza yetkisi çıktı.”
“Nihayet iyi bir haber. Kimler ikinci imzaya yetkili satışlarda?”
“Asıl mirasçı malını satmak isterse, yönetim kurulu da onay verirse, yönetim kurulu başkanı veya vekalet edeni de onaylarsa satış gerçekleşir. Bu durumda tek kardeşin imzası yeterli olacaktır. Şirket tüzüğünde madde böyle değiştirilmiş.”  
“Yani Yiğit Uçar’ın imzası düğümü çözebilecek mi?”  
“Evet, iş halloldu bil.”  
“İşte bu gerçekten güzel bir haber. Yönetim Kurulundakilerin onay vermesi durumu yine de sorun. Ama aşılmayacak sorun değil. Hepsi hakkında elimizde dosyalar var. Gerekene gerektiği tavrı sergileriz. Başka bir şey var mı?”
Hattın ucundan şuh bir kahkaha ulaştı kulağına, “Eh artık beni küçümsemekten vazgeçersin!”
“Seni hiç küçümsemedim. Seni küçümseyen başkası.”
“O da bunun cezasını çekecek.”
“Büyük aşkta çatırdamalar mı var?”
“Büyük aşk mı var?”
“Siz kadınlardan korkulur.”
“Biliyorum. Ben şimdi işimin başına dönüyorum.”
“Bir saniye… İyi de böyle bir değişikliği kim yapmak istedi?”  
“O kısmını karıştırma.”  
“Karıştırdım bile. Kim?”  
“Off, bazen o kadar saf oluyorsun ki... Yiğit Uçar, elbette.” 

   
*****   

   
Binnur Canel cephesinde işler hiç yolunda gitmiyordu. 

Kızlarının böyle davranacağını hiç düşünmemişti. Babalarının kaybının hemen ardından anneleri ile aralarına bu kadar mesafe koyacaklarını, hatta o evde kalmasına bile tahammül edemeyeceklerini hiç düşünmemişti. Elbette parasal konularda bu kadar kötü davranacaklarını asla tahmin etmemişti. Sonuçta ülkenin en zengin birkaç ailesinden biriydi Söğüt ailesi. Babaları pinti davranmış,  boşanırken üç kuruş önüne atıp arkasını dönmüş olabilirdi ama o kızlarının annesiydi. Yeni bir taktik denemeyi düşünse de avukatı şu ara biraz geride kalmasını ve akıllı davranmasını tavsiye etmişti. Son yaptığı gerçekten bardağı taşırmış, iki günlük haberlerin ardından kızların daha önce sevgilisi olduğu bilinen kişilerin adlarının haberlerde yer alması ile Binnur’a bir sürü dava açılma ihtimali doğmuştu. Hemen sözlerinin yanlış anlaşıldığını, kızlarının bunu özellikle yapmadığını, çok benzedikleri için istemsiz karışıklıklar yaşandığını, anlatırken sinirle biraz abartmış olabileceğini, adı geçen herkesten özür dilediğini söyleyen bir tekzip yayınlatmıştı.

Tekzip yazısının ardından kızgınlıkla evi terk eden Ayhan da özrünü kabul etmiş ve geri dönmüştü. Yaptığı ikinci atak da elinde patlayınca avukatının sözünü dinlemeye karar verdi. Ayhan’ın kızgınlıkla çekip gitmesi, ardından geri dönüşü ve bir daha kızlarla böyle uğraşırsa kendisini bir daha göremeyeceğini açıkça belirtmesi de etkendi bu geri adımda.

Yaşadığı hayal kırıklığını üstünden atmak için en iyi şey biraz para harcamaktı. Oysa şu ara en az olan şey paraydı. Ayhan’ın en kızdığı şeyi yapıp onu da küstürmek istemiyordu. Telefonunu eline alıp sevgilisini aradı. 

“Aşkımmmm, sesin ne kadar yorgun geliyor. Yoğunsun sanırım?” Oysa kulağındaki ses yorgun değil, bıkkındı. “İşim çok. Önemli bir şey yoksa ben seni sonra arayayım.”
“Akşam için özel bir yemek düşünüyorum. İkimiz…Baş başa…Ve mum ışığında…Ne dersin?” 
“Tamam olur.” 
“Ama biraz alış veriş yapmam lazım. Benim sanırım limitim bu yemek için yetersiz. Senin kartını kullanabilir miyim?” 
“Neden aradığın anlaşıldı. Kullan ama beş bin lirayı geçme.” 
“Beş bin mi? O kadar parayla ne alabilirim ki?” 
“Binnur, ödemelerim arttı. Şu ara açılamazsın. Ya o kadar harca ya da akşama peynir ekmek yiyelim.” Ayhan, sinirine hakim olamıyordu. İşler ters giderken bir de bu kadının kaprisleri ile uğraşıyordu. İş hanının kiralarını ilk haftada bitirmeyi nasıl başarıyordu, gerçekten merak ediyordu.  

Binnur, adamın canının gerçekten sıkkın olduğunu anlasa da iki ay önce ona verdiği parayı düşünüp şimdi harcayacağının hakkı olduğuna karar verdi. Emlak işlerinin açıldığını, yaz aylarında elinin rahatladığını biliyordu. “Kabalaşmana gerek yok. Tamam ben halden anlarım. Merak etme o kadar bile harcamayacağım. Sonra ben ödüyorum borçlarını.” diyerek kapattı telefonu. Daha da sinirlenmişti. 

Ayhan o parayı aldığı güne lanet ediyordu. Geri ödemiş yine de bu tavırlardan kurtulamamıştı. Bir haftalık ayrılığın işe yarayacağını sanmıştı. Bir süre daha katlanması gerekiyordu bu kadına. İşlere gömülmek en iyi yoldu. Akşam da eve geç gidecek, tüm planlarını bozacaktı.  

  
Binnur, telefonu koltuğun üstüne atıp bahçe içindeki evin manzarasına baktı. Necdet’in boşanırken verdiği para ve bir iki gayrimenkul ile aslında rahatça yaşaması gerekirdi. Ama nakit çoktan bitmişti. Mallarını satamıyordu. Lükse düşkündü, harcamayı, gezmeyi seviyor, ilerisini düşünerek bazı yeni kaynaklar elde etmek istiyordu. Tüm amacı buydu. Sadece iki ay bile kendini tutsa nakit parası olacaktı. Bazen kendine kızıyordu. En az on bin liralık ayakkabı giymesi gerekmiyordu. İki üç binlik neyine yetmiyordu?

Az önce yaptığı konuşmadan sonra biraz mantıklı düşünmesi gerektiğine karar verdi. Ayhan haklıydı. Adam sabahtan akşama kadar daha iyi yaşamak için çalışırken kendisi deli gibi para harcıyordu. Necdet’in ölümünden sonra kızların ona para vereceğine çok güvenmişti. Haklarında kötü şeylerin yazılmasına asla izin vermeyeceklerine inanıyordu. Oysa ne derse desin hiç biri ikizlerin inadını kırmamış, amacına ulaşamamıştı. Kabullendiği bir başka gerçek de kızları kendisinden önce ölmediği takdirde beş kuruş para alamayacağı idi.

Evet, tutumlu olmalı, gayrimenkullerinin kiralarını yeni sözleşmeler zamanında arttırmalı ve arttıracağı paralarla yeni yerler almalıydı. Bunu yapacak kadar para biriktirebilirdi. Artık akıllıca davranmalıydı. Onun da servetinin değeri yüz milyona yakındı. İş hanını satabilse yıllarca para sıkıntısı olmadan yaşayacağı parası olacaktı. Acaba bu satılamaz kaydına bir şey yapabilir miydi? Derin nefes alıp camdan uzaklaştı. Kimi kandırıyordu? Necdet elini kolunu öyle bir bağlamıştı ki satış yapması mümkün değildi. Kızları milyar dolarlık şirket yönetirken o kira gelirini bile yönetemiyordu. Biraz daha düşünmeli, neler yapabileceğini kararlaştırmalı ve buna uymalıydı. Artık akıllı hareketler sergileyecekti. Yeterince rezil olmuş, kızlarını da rezil etmeye çabalamıştı.  

Ne yapıp edip kızlarla arasını düzeltmeliyken tam tersi davranmıştı. Artık o paraya ulaşacağı tek yolu vardı. Şimdilik o yol kapalıydı.

Alışverişe çıkmış, akşam yemeği için yiyecek, yemek sonrası için de giyecek almıştı. Masa hazır olduktan sonra gidip üstünü değiştirdi. Vücut çorabını giydiğinde gördüğünden hoşlanmıştı. Üstüne giydiği elbisenin şu an için tek önemi, kapıya gelebilecek yabancılara karşı altındakini saklamak…

Ayhan, eve girdiğinde gün içindeki atışmayı unutturmayı başaran kıyafet ile aklı karışmıştı. Binnur, “Yemeği soğutmayalım” dediğinde adamın bakışlarındaki değişimi görmüştü. İkinci yemeği servis ederken elbisesini çıkartmış, tatlıya sıra gelmemişti.

Sevgilisini tatmin ettikten sonra bir sigara yakıp sırtını yatağın başına dayayan Binnur yeni planlarını düşünmeye başladı. Ayhan kısa bir uykunun ardından uyanmış, onun bu sessiz haline bakıp sormuştu. “O güzel kafanın içinde koşturan tilkiler uykudan uyandırdı. Ne düşünüyorsun yine?”

“Kızlarımı elbette.”
“Sana artık uğraşma kızlarla, kendini rezil ediyorsun demedim mi?” Cümlesi bittiğinde kadının elindeki sigarayı alıp derin bir nefes çektikten sonra geri verdi.
“Uğraşmayacağım.”
“Bunu mu düşünüyordun? Bunun düşünülecek nesi var?”
“Ben uğraşmayacağım. Sen uğraşacaksın!”
"Unut onu. Ben delirmedim!"



  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder