Sedef, tekerlekli sandalyede oturuyor, Mine onu itiyordu. Esra'nın yattığı üniteye
geldiğinde, hemşireler onları odaya almışlar, üçünü yalnız bırakmışlardı.
Birkaç gün öncenin neşeli, güler yüzlü, sağlıklı ve mutlu kadını neredeyse
çarşaflar kadar beyaz bir renkle, her yerinde makinelere bağlı olduğunu belli
eden kablolarla yatıyordu. Nefes almasını sağlayan maskenin ardından bile
dudaklarının morluğu rahatsız edecek kadar koyuydu.
Esra’nın çarşafın üstündeki elini tutan Sedef, cam kırıklarının ve
metallerin yaptığı yara izlerine baktı bir süre. Esra'nın artık geri dönüşünün neredeyse
imkansız olduğunu söyleyen doktorlara inat makinelere bağlı da olsa yaşamaya, bebeklerini yaşatmaya
devam edişine şükran duydu. Onlardan birer hatıra olacak kardeşleri de hayata
tutunuyordu.
Yatağa iyice yaklaşıp diğer eliyle de Esra’nın karnındaki bebekleri hafifçe
okşamaya başladı. Sanki onu hissetmiş gibi elinin altındaki bebeklerden birinin
hareketlenmesi ile tedirgin olup elini çeken Sedef, merakına yenilip
yeniden elini uzattı. Evet, tekme atıyordu. Ne annesinin ne de babasının artık
hissedemeyeceği bu duyguyu Sedef yaşıyordu.
Gözlerinden süzülen yaşlara aldırmadan yatağın kenarına dayandı. “Üzgünüm.
İnan çok üzgünüm, Esra. Seninle ve babamla uzun yıllar, güzel günler geçiremediğimiz üzgünüm. Seni
yaşatmaları için ne gerekiyorsa yapacağım. Keşke bize dönebilsen. Belki bir
mucize ama onun için de dua ediyoruz. Sen ve bebeklerini bekliyoruz. Doktorlara
bakma, neler duyuyoruz biliyorsun…”
Elinin altında bir hareket daha olunca Mine’ye döndü. “Gel ve hisset, tekme
atıyorlar.”
Mine, şaşkın bakışlarla yatağa yaklaşıp elini kardeşinin yanından Esra’nın
karnında gezdirmeye başladı. O da fark etmişti tekmeyi. Buruk bir gülümseme ile
baktı kardeşine. Sonra genç kadının kulağına yaklaşıp mırıldandı. “Esra…Her ne
olursa olsun, ben de Mi…” Ölmek üzere olan birine yalan söyleyemeyecekti. “Ben
ve kardeşim, bebeklerini, kardeşlerimizi koruyacak ve kollayacağız. Sizin
yerinizi tutamasak da onlar için en iyisini yapacağız. Kardeşlerimize de çok
iyi bakacağız. Yeter ki sen onları bize emanet edecek kadar hayata
tutun.”
Odadan çıkmaları gerektiğini söyleyen hemşirenin sesi ile kendilerine
geldiler. Mine yine tekerlekli sandalyeyi iterek kardeşini dışarı çıkarttı.
İkisinin de yanakları ıslaktı. Hemşireye bebeklerin ne zamandan beri hareket
ettiğini soran Sedef’e şaşkın gözlerle baktı genç kadın. “Hareket mi ettiler?
Hemen kontrol ediyoruz. Çok güzel bir haber bu. Kalp atışı alıyorduk ama
günlerdir hareketlerini yakalayamamıştık.”
Odaya geri döndüler. Binnur, kızların kızarmış gözlerine ve burunlarına
bakıp iç çekti.
“İyi mi Esra?”
“O da bebekler de çok iyi. Tekme attılar. Ya da biri attı, o kadarını
anlamadık ama ikimiz de hissettik.”
“Oh iyi, sevindim. Ben kafeteryaya iniyorum. Size bir şeyler getireyim mi?”
Kapı ardından kapandıktan sonra ikizler bir süre birbirine baktı. Sedef,
kardeşinin gözlerindeki korkudan rahatsız olup sordu. “Seni bu kadar korkutan
ne? Neler oluyor Mine? Bana niye anlatmıyorsun? Benden ne saklıyorsun?”
Mine, kardeşinin bir şeyler yakalayacağından emindi zaten. Yine de onu
kaybetmeyi göze alamayacağı için aklına ilk geleni söyledi. “Korkuyorum tabii. Çocuklar
hangi ablasının Mine, hangisinin Sedef olduğunu bilmeden mi büyüyecek?” Ağlayan
gözlerinde bu kez muzip bir gülümseme oluşmuştu. Havayı dağıtmaya çabaladığı
belliydi. Çünkü sesinde hala gözyaşlarının titrek dökülüşü vardı.
“Saçmalama. Bu değil korkun değil mi?” Artık inatlaşmıyordu Sedef.
Öğrenecekti nasılsa.
“Değil. Biz onlara nasıl bakacağız? Nasıl sorumluluğunu alacağız?
Bazen babama çok kızıyorum. Bizi bu kadar büyük sorumlulukların ortasında
bırakıp gittiği için.”
“İstemezdi ama kaza bu. Ne yazık ki bizi de buldu. Şimdi biz birlikte neler
yapabileceğimizi göstermeliyiz. İş konusunda çok rahat değilim ama ikimiz de
hemen her konuyu biliyoruz. Daha yoğun çalışacak ve bir süre aklımızı işe
vereceğiz. Eminim kısa sürede tüm şirketi yönetmeyi öğreniriz. Yiğit de bize
yardımcı olur.”
“Eminim olur. Çok ilgili zaten.” Bu kez kıskanç Mine değil, ikisinin
arasını yapmaya çabalayan Sedef gibi konuşmuştu. Oyunda her geçen gün daha iyi
oluyordu. Sedef gibi düşünüyor, onun gibi konuşuyordu. Zaten Sedef’i bu hayatta
kandırabilecek tek kişiydi. Şimdiden şüpheleri oluşmaya başlamış kardeşine bir
de Yiğit kozu vermeyecekti. Tüm denetimi elinde bulunduracak ve sonuna kadar
uğraşacaktı. Bu ikisinin yakınlaşmasına neden olsa bile, Sedef’in ölümündense
onları bir arada görmeyi tercih ederdi. Telefonu çalınca ekrana bakıp hemen
açtı.
Konuşması bitince az önceki ruh halinden sıyrılmıştı Mine. Kız kardeşine
“Bu arada Bora gelemediği için üzgün olduğunu, hastanelerden nefret ettiğini
söylediği mesajı sana da attı mı?” Gülmeye başlamıştı. Sedef de ona katıldı.
“Atmaz mı? Bir de hala soruyor doğum gününe gidecek miyiz diye. İnsan kalkar
gelir değil mi? Sildim kendisini.” Bora’yı tanımanın ve asla
silemeyeceklerinin farkında olarak gülmeye devam ettiler. Sanki her şey
normalmiş gibi davranmak o an çok kolay gelmişti.
“Doğum gününe gitmeyince küstük sanır. Düşünmez bile henüz babamızı yeni
uğurladığımızı. O çocuk büyümeyecek.”
“Çok haklısın. Annem gelsin de çıkış
işlemlerini soralım. O tamamlayacaktı sözde. Artık evimizde olmak istiyorum.
Gerçi evin de asla eski tadı yok ama ne yapalım. Süheyla abla seni çok
özledi.”
“Ben de onu özledim. Kendim dedim gelme diye ama yine de gözüm aradı onu.
Gel şu çıkış işlerini biz soralım. Binnur Canel’in ödeme için çeki falan
yoktur. Onun eline ‘param yok’ lafını vermek istemiyorum. Mine… Sedef… annem
konusunda da konuşmamız lazım.”
“Evet, mutlaka konuşmalıyız. Bizimle yalıya geleceğini biliyorsun değil
mi?”
“Tahmin ediyorum. Evde konuşuruz. Çalışma odasına girmez nasılsa.”
“O kadar emin olma. Geçenlerde telefonda…” Tam o sırada kapı açılınca
konuşmaları yarım kaldı. Binnur içeri girmişti.
“Anne, biz çıkış işlemleri için konuşmaya gidiyorduk. Sen eşyaların hepsi
toplanmış mı kontrol eder misin?”
“Ederim elbette, fakat boşa gitmeyin. Çıkışın tamam. Şirket masraflarla
ilgili gerekeni de yapmış. Yiğit miydi? O her şeyi halletmiş. Biz sadece
eşyalarımızı alıp eve gideceğiz.”
On dakika sonra, Sedef, eşyalarını hasta bakıcıya verip son kez odayı
gözleri ile taradı. Artık sadece Esra ve bebekler için gelecekti oraya. Tabii
bir de sargılarının çıkartılıp kontrollerinin yapılması gerekecekti. Tüm kat hemşireleri
ile vedalaştı. Güzellik uzmanı Ayla'ya da selamlarını iletmelerini isteyip
ayrıldı.
*****
Evin kapısından girdiklerinde ağlamaya başladı. Artık burada tek başlarına
kalacaklardı. Babasının yokluğunu hissederek salona doğru yürüdü. Evde zaten
matem havası vardı. Annelerinin de onlarla gelmesi belki iyi olmuştu ama uzun
süre o evde kalacağını sanmıyordu, Sedef. İstemiyordu da. Bu konuda kardeşinin
fikrini de öğrenmeliydi. Yarım kalan konuşmalarını en kısa sürede
yapmalıydılar.
Süheyla hanımın mutfak tarafından geldiğini görünce ona doğru döndü, Sedef.
Kadın korkarak baktı önce. Sonra iyi olduğunu görünce yanlarına geldiğinden
beri ilk kez sarıldı genç kıza. Sonra geri çekilip utangaç yüzü ile özür diler
gibi baktı. Sedef, onun bu hareketine kadını yeniden çekip kucaklayarak
yanıt verdi. O evde aileden biri olarak hissettiği ikinci kişiydi. Süheyla
Hanım da bunu bilmeliydi.
“Süheyla Hanım, senin yemeklerini özledim. Bir şeyler hazırlar mısın?”
Havayı dağıtmanın en kolay yoluydu. Hastane yemeklerinden sonra güzel bir
şeyler yemek iyi olacaktı.
“Hemen masayı hazırlıyorum. Nerede yemek istersiniz?” Süheyla, diğer
kardeş eve geldiğinde hastaneyi aramış, doktorları ile görüşmüş ve neleri
yemeleri gerektiği hakkında sorular sormuştu. Doktorun şaşkın bir sesle, çok
ağır şeyler vermeyin yeter, demesi ile rahatlamıştı. Kızları bir de o hasta
etmemeliydi.
Tavsiyelere uygun yemekler hazırlanmıştı. Sedef, Süheyla Hanımın
düşüncelerinden habersiz yemek masasına kısa bir bakış attı. Sonra özlediği
manzaraya çevirdi gözlerini. “Bahçede. Evin içinde kalmak istemiyorum.”
Koltuk değneğine sağlam kolu ile dayanarak yavaş adımlarla bahçeye yürüdü. Sol
kolunu henüz tam olarak kullanamıyor, biraz zorladığında ağrısı artıyordu. Diğerleri
de onunla salonu geçip teras kapısından bahçeye çıktı. Denizden gelen iyot
kokusu ile biraz daha rengi düzelen Sedef, kaza öncesi son kez birlikte kahvaltı
ettikleri masaya baktı. Eski demir ayaklı mermer yüzeyli masanın yerine
babasına aldırttığı tik masada son kez birlikte oturmuşlardı. Artık bu masa da
diğer eşyalar gibi hatıraları için kullanılacaktı. Onların seslerini,
kokularını, varlıklarını yaşatacaktı.
Babasının her zaman oturduğu sandalyede bir süre ellerini gezdirdi. Sonra
yandaki koltuğa, her zamanki yerine oturdu. Bakışlarını denize çevirdi. Manzara
hep güzel gelirdi ama o gün hiç tadı yoktu. Kız kardeşi de yanına oturdu.
Kardeşinin elini tutup bir süre o da boş gözlerle manzaraya baktı. Binnur
Hanım, Sedef'in az önce parmaklarını gezdirdiği koltuğa oturmaya kalkınca
Sedef, “Ona değil, anne. Orası babamın yeri.” diyerek diğer koltukları
gösterdi.
Binnur, kızlarının babalarına düşkünlüğünü biliyordu. Fakat bazı şeylerin
değiştiğini zamanla anlamalarını sağlayacaktı. Bu ev kendisinin de sayılırdı.
Necdet yoktu artık! Dilediği zaman gelecek, dilediği kadar kalacaktı. İstediği
yere oturacağını göstermek için koltuğu tekrar çekti. Sedef, ne yapacağını
anlayınca koltukta doğruldu. “Anne, tatsızlık çıkartma. Babamın yerine oturmanı
istemiyorum. Asla babam kadar yakın olmadın bizlere. Şimdi onun anısına
saygısızlık yapmana izin vermem.”
Binnur, Sedef'in sertleşen sesinden sonra alttan almaya karar verdi. “Ben
sadece diğer taraf güneşte diye buraya oturmak istedim. Zaten asla babanızın
yerini tutamam. Bunu biliyorum!” dedikten sonra söylediklerinin doğru olduğunu
ispatlamak ister gibi “Süheyla Hanım, şu şemsiyelerden birini açar mısın?”
dedi.
Üç gündür annesinin bir şekilde eve yerleşme planları ile başa çıkmaya
çabalayan ikizi, kadının tavırlarını tam anlatamamıştı. Gözleri ile görmesi iyi
olmuştu. Tavrını ne kadar erken alırsa Binnur Canel’in sahte annelik pozlarının
o kadar çabuk biteceğini bilecek kadar iyi tanıyordu annesini.
“Mineciğim, hava gerçekten sıcak.
Sana dokunmasın istersen içerde oturalım. Annem de bu arada kendisine yeni
kıyafetler alıp gelsin olmaz mı?”
Sedef, az önceki siniri yüzünden kardeşine dönüp dişlerinin arasından
fısıldadı. “Mine, bana Mine deyip durma. Sen de ben de çok iyi biliyoruz kimin
kim olduğunu. Ne kadar az isim kullanırsak o kadar iyi. En azından sen düzelene
kadar!” Sonra yüksek sesle, annesinin duymasını için, “Hava güzel, sıcak
gelmiyor. Annem de eşya falan alıp gelmeyecek. Aksine, buradaki eşyalarını da
toplayıp sevgilisini daha fazla tek başına bırakmamak için evine dönecek. Genç
adamlar ihmale gelmez.” Daha da ileri gidecekti ama kardeşinin kolunu sıkması
ile sustu.
Binnur Hanım, genç sevgili lafını duyunca başını hışımla Sedef'ten tarafa
çevirdi. O kızlarına yakın olmak istedikçe kızları kendisini dışlıyordu. Bunun
ardında yatanın, özel hayatındaki gerçekler olduğunu tahmin etmemişti. Bu sahne
bir konuda rahatlatmıştı. Boşanma zamanında kendisine daha ılımlı olan,
sonrasında da daha sıcak davranan hep Sedef olmuştu. O zaman şu an kendisini
evden kovan gerçekten Mine idi. Ayağındaki ve kolundaki sargılar, alnındaki
yara bandı ile karıştırması mümkün değildi. Bir süre bu avantajı kullanacağını
ve eninde sonunda kızların inadını yıkacağını umuyordu. Bunları düşünürken
geçen bir iki saniye de sakinleşmiş ve sesini yumuşatmıştı. Şu an tersleşmenin
sırası değildi.
“Siz ne zamandan beri özel hayatımla ilgileniyorsunuz?”
“Anne, senin özel hayatın bizi ilgilendirmiyor. Yeter ki bizden uzakta yaşa
o hayatı.”
“O haber yalandı! Biliyorsunuz gazeteler yazdı sonra sevgili
olmadığımızı.”
“Gerçi bir kere yakalandın ama bizler yalanlamalarının gerçek olmadığını
biliyoruz. En azından bir öncekinden daha olgun ve işi olan biri. Kira gelirini
yedirmediğini umuyoruz.”
“Mine! Sen benimle ne biçim konuşuyorsun? Ne oldu sana? Hastanede böyle
değildin!” Binnur, bu kadarını hiç düşünmemiş, böyle bir patlama için
kendisini hazırlamamıştı. Kızı yanıt vermeden önce masayı hazırlayan
hizmetlilerin uzaklaşmasını bekledi.
Arkasına yaslandı, babasından aldığı koyu renk gözlerini annesinin korkuyla
açılmış gözlerine dikti. “Çünkü anne, hastanede ilaçlarla sakinleştiriliyordum.
Ama dünden beri ilaç almıyorum. Bu da artık olaylara daha gerçekçi bakmama
neden oluyor. Sen bizi bıraktığından beri senin hakkında yeterince şey duyduk
ve gördük. Son sevgilin belki de en masumu! Babam hayattayken bunları dert
etmiyordum. Çünkü senin aksine, biz üzülürsek, babamız kahroluyordu. Artık
babam yok ve onun en azından mezarında rahatsız olmasını istemiyorum. Dilersen
bu gece burada kalabilirsin ama yarından itibaren bizi acımız ve anılarımızla
yalnız bırakmanı istiyorum.”
“Sedef? Sen de mi böyle düşünüyorsun?” Diğer kızından yardım almayı
umuyordu. süngüsü düşmüş, gözlerinde yaşlar birikmiş, acı çeken anneyi oynamaya
başlamıştı. Umutla baktığı kızının gözlerindeki kararlı bakış duyacaklarının
ifadesiydi, “Evet, anne.”
Binnur kızının yanıtını duyar duymaz masadan kalktı. İki kızında bakışları
aynıydı. “Anlaşıldı kızlar. Siz de babanızdan aşağı kalmıyorsunuz. Sonra
görüşürüz. Ben evime gidiyorum.” diyerek salon kapısına yürüdü. Sinirli olduğu
sesinin titremesinden belliydi. Ama Sedef de alttan alamayacaktı. Eve gelince
babasının boşanma sonrasında, annesinin yaptıkları yüzünden yaşadığı acı dolu
günler beynine hücum etmişti. Babasının o zamanlar nasıl üzüldüğünü iyi anımsadığı
için de tüm nefretini kusmuştu. Evet, annesiydi ama bu hatalarını görmezden
gelmesi için mazeret değildi. Gereksiz kabullenişlerle harcanmayacak kadar
kısaydı hayat. En iyi babası biliyordu artık bunu.
Binnur, kendisine verilen misafir odasına girdi. Valizi yatağın üstüne
koyup hizmetçinin düzgünce askılara asmış olduğu tüm kıyafetlerini gelişigüzel
valizin içine attı. Sonra cep telefonunu eline alıp üzüntüden çok sinirden
titreyen parmakları ile bir numara tuşladı. Karşısındaki açtığında ise tek cümle
söyledi.
“Avukatla acil toplantı ayarla…”
*****
Evdeki ilk gün hastaneden çıktığını duyan arkadaşlarının ve babası için
taziye ziyaretinde bulunanların akını ile geçmişti. Mine çıktığında kimseyi
haber verilmemişti. Camianın böyle bir haberi almaması imkansızdı. Hepsinin
işin gücün arasında iki kez ziyaret yapmayı istemediğini bilecek kadar iş
dünyasının içindeydiler. İkizlerin evde olduğu bir anda kulaktan kulağa
yayılmış, ziyaretçi akını başlamıştı. Taziyelerin arasına sıkışan iş görüşmeleri
alışılageldik muhabbetlerdendi.
Sedef çok yorgundu. Daha fazla dayanamayacağını düşünürken kapı yine
çalınmıştı. Bu kez gelenler Yiğit ile Fırat idi.
Birlikte gelmeleri sürpriz olmuştu. Evde Jale ile Banu’dan başka kimse
kalmamıştı. Altısı salonda oturuyor, içeceklerini yudumluyor, ara ara güzel
anılardan bahsediyorlardı. Kimsenin zoraki bir konuşma yapmak gibi derdi yoktu.
Uzun süren bir sessizliği bozan Yiğit’in Mine’ye sorduğu soru oldu. “Ne
zaman iş başı yapabileceksin? Hala pazartesi gelmekte kararlı mısın? Biraz evde
kardeşinle kalabilirsin.”
Mine, isim vermeden konuşmasını tuhaf bulsa da kendisini Sedef olarak
bildiği için birlikte yürüttükleri işlerin devamlılığı yüzünden sorduğunu düşündü. “Pazartesi
geleceğim. Önemli bir sorun varsa yarın da gelebilirim.”
“Hayır bir şey yok, yarın kardeşinin yanında kal. Hafta sonu benim
katılacağım bir toplantı var. O da çok önemli değil. Ön görüşme gibi…”
Mine, bu fırsatı kaçırmadı. Odadaki herkesi kendisinin Sedef olduğuna ikna
edecek konu ayağına gelmişti. “Biliyorum, şu bakır madenleri ile ilgili olan
görüşmeydi değil mi?”
Sedef, kardeşine şaşkınlıkla bakıyordu. Mine, gerçekten yerine geçiyordu.
Değişime uyum sağlaması bir yana kendisinin bile anımsamadığı toplantıyı hemen
hatırlaması şaşılacak bir durumdu. İlk kez içinde şüphe tohumu uyandı. Bundan
sonra bu kimlikle mi yaşayacaktı?
Kaza hayatını tümden mi değiştirmişti?
*****
Kazanın üzerinden üç hafta geçmişti. Kızların ikisi de artık işe gidiyordu.
Sedef o akşam yaşadığı karmaşadan sonra bir daha aynı karamsarlığa kapılmamıştı.
Çünkü yine kendisinin Sedef olduğundan emin olduğu anlar yaşamıştı. Sabah
uyandığında hissettikleri en doğalıydı. Her ne kadar odalar, telefonlar,
arabalar ve hatta kimlikler el değiştirmiş olsa da o her sabah yataktan Sedef
olarak kalkıyordu. Mine her ne nedenle olursa olsun bir karmaşanın içindeydi
ama kendisi kim olduğunu iyi biliyordu.
Dört gündür, ikizinin işlerini yapıyordu. Bu bile Mine olmadığının kanıtlar
gibiydi. Bu işler hakkında bilgisi vardı ama tüm olaya vakıf olmadığı
ortadaydı. Zaten ilk işe başladığı gün kardeşinin tüm işleri ortak yapalım
artık ayrı takipler olmasın demesi de büyük olasılıkla aynı durumda
olmasındandı.
Yiğit de çok yoğun olduğu için ikizler arasındaki karışıklığın biraz
dışında kalmıştı. Necdet Söğüt ile ortak takip ettikleri işler için çoğunlukla
o koşturuyordu. İkizler kendi aralarında Yiğit hakkında hiç konuşmuyorlardı. Şu
an ikisi de aşk hayatlarını düşünecek durumda değildi.
*****
Binnur’un kızgınlıkla çıkıp gitmesi ve iki hafta boyunca kızlarını hiç
aramaması mahkeme celbi ile kendini açıklığa kavuşturmuştu. Avukatları mirastan
pay almak için dava açmıştı. Kazanamayacağını bildikleri davayı sadece kızlara
şantaj için açtığını hepsi biliyordu. Gazetelerde yeniden haber olmak, tam da
kaza üzerine kızlarının isteyeceği bir şey değildi. Binnur bunu düşünerek, dava
açılmasının sonuç vermeyeceğini söyleyen avukatına, sen aç, sonuç verecek
demişti.
Şirket avukatlarının itiraz dilekçesi vermesini isteyen kızlar olayı
büyütmemek için mümkün olduğunca sessiz olunmasını istemişlerdi. Elbette bu
sadece bir temenni olacaktı. Annelerini iyi tanıyorlardı. İtiraz ettikleri an
gazetelerde haber olacaklarını biliyorlardı ama ikisi de umursamıyordu bunu.
Eskisi gibi ‘babam üzülmesin’ diyecekleri bir ortam yoktu. En çok bir iki kişi gerçekleri bilmediği için suçlardı
kendilerini ama bunu da umursamıyorlardı. Binnur Canel, onlarla
uğraştığına pişman olana kadar geri adım atmayacaklardı!
Kızlar bahçede oturmuş, serin yaz gecesinin keyfini çıkartmak yerine
annelerinin açtığı yeni sorunu konuşuyorlardı. Kahve fincanları boşalınca Mine
yeniden doldurdu. Bir yandan da esniyordu.
“Kahvenin uyku kaçırdığını kim söylemişse yalan söylemiş, şu an kafamı
yastığa koysam uyurum.”
“Saat daha on, ne uykusu bu?”
“Galiba kazanın sinir bozukluğu yeni yeni etkilemeye başladı. Dün gece
ikide uyandım ve saatlerce uyumak için uğraştım, şimdi de uykum geldi. Düzenim
bozuldu.”
“Kazanın bozmadığı ne kaldı ki? Tüm hayatımız alt üst oldu.”
“Babamın ne çok şeyi toparladığını şimdi çok daha iyi anlıyorum. İyi
yöneticilerimiz var ama en azından her şirketin işleyişi ve yapılması
gerekenler hakkında bilgi sahibi olduğunu biliyorduk. O çözüyordu her sorunu.
Biz ne yapacağız? İşte günlerdir bunları düşünüyorum ve uykum kaçıyor.” Elbette
tek düşüncesi işlerin nasıl işleyeceği değildi. İlk kez kardeşinden bir şeyler
gizliyordu. Üstelik ikisinin de hayatı için yapıyordu.
Mine, yaşanan sıkıntılardan sonra bu konuşmanın fırsat olacağını düşünüp
aklındakileri söylemeye karar verdi. Kısa bir an kardeşine baktı. İkisinin de
sinirleri annelerinin davranışından sonra bu kadar bozukken belki iş ile ilgili
olumlu bir adım atabilirlerdi. Bu bahaneyi sevmişti. Kardeşini yine
kızdıracağını bile bile ona kendi adı ile seslenip, aklındakileri söyledi. “Mine,
ben diyorum ki, bazı şirketleri satsak? Böylece hem rahatça geçinecek bir
gelirimiz olur hem de işlerin bu karmaşasını yaşamak zorunda kalmayız. Kendimize
babamızdan hatıra bir iki küçük işletme bırakırız. En pratik çözüm bu değil
mi?”
Gerçek bir şokla baktı Sedef. “Satmak mı? Deli misin sen? Neden
satalım ki?” Biraz fazla çalışmaları gerekiyordu, satmaları değil.
Kardeşinin kazanın etkisini yeni yeni yaşadığını düşünerek onun üstünden biraz
yük almanın yollarını araştırmaya karar verdi. Yorulmuş olmalıydı. Elbette tüm
işler zordu ama madenlerle ilgili işler biraz daha fazla hareket
gerektiriyordu. Onlarca ocak, sık sık ziyaret ediliyor, yeni ocaklar için
yazışmalar bitmek bilmiyordu. Her şey kitabına uygun yapıldığı için de
yorgunluğu fazla oluyordu.
Biraz daha üstüne gitmeye karar veren Mine devam etti. “Tamam işlere
hakimiz, çoğu şeyi öğrendik ve artık o konularda daha rahat karar veriyor ve
sözümüzü dinletiyoruz ama bu tüm holdingi yönetebileceğimiz anlamına gelmiyor.
Belki on sene daha babamla çalışabilseydik bunu başarırdık. Artık bu şansımız
da yok. İşlerin altından kalkamayacağız ve herkesi kendimize güldüreceğiz.
Belki de batacak şirketler. En iyisi işi bilenlere satmak değil mi?”
Sedef, bu konuşmanın gerçek olduğuna bile inanmak istemiyordu. Mine kazadan
sonra gerçekten değişmişti. Sesini biraz sakinleştirmeye çalıştı. “Ben
kesinlikle satmayı düşünmüyorum. Hele bir de annemin saçma sapan miras davaları
sürerken aklıma bile getirmiyorum. Sen de çıkart aklından. Zaten mirastaki o
madde senin tek başına bir çöp bile satmana izin vermiyor. Babam senin böyle
diyeceğini tahmin edip mi koymuş acaba o maddeyi?” Son cümleleri söylerken sesi
tüm çabasın rağmen sertleşmişti. Sedef sinirlerini yatıştırması gerektiğini hissediyordu. Evet mükemmel
değillerdi ama rahatlıkla birlikte yönetecekleri bir işleri vardı. Satış lafı
tüm dengesini bozmuştu.
“O madde sürpriz oldu gerçekten. İkimiz de her konuda ortak imza atmalıyız.
Böyle şey olur mu? Ya birimizin istediğini diğeri istemezse?”
“Şu an olduğu gibi mi? İşte buna tedbir denir! Sadece ikimizi bile yeterli
görmemiş, şirket işlerinde yönetim kurulunu eklemiş babamız. Bu satış
istemediğinin kanıtı.”
“Ya da baskı... Babam ikimize de baskı uyguluyor.” Bu çirkin cümleyi
kurmaktan duyduğu hoşnutsuzluğu bastırdı. Babası şirketten önce kardeşini
korumasını isterdi. Bunu biliyordu. Bir an tüm olanları anlatmayı düşündü. Ama
kardeşinin bu durumda daha da inatla satmayacağından emindi. Aslında ucunda
ölüm tehdidi olmasa kendisi de asla düşünmezdi. Gerçekleri öğrenen Sedef, işi
ileri götürür, polise bilgi verebilir ve ikisinin hatta doğmamış kardeşlerinin
bile hayatını tehlikeye atabilirdi. Susmak, ikna etmek en iyisiydi. Böylece
kimse ölmeyecekti.
“Baskı? Eğer bu tüm çalışanların ve bizlerin geleceği ile ilgili bir baskı
ise haklı da. Unutma ki yakında dört kardeş olabiliriz. Satış yapmak onların
haklarını engellemek demektir. Bu durumda Esra’nın ailesi dava açarsa hak talep
edebilirler. Avukatlar bunu ikimize de açıkladı. Onlar sağlıklı doğana kadar
satışlar olabilirmiş ama sonrasında yine de miras kanununa tabi düzenlemeler
yapmalıymışız.”
İlk tepkiler beklediği kadar sert olmamıştı. O da biraz daha yumuşatıp asıl
yapmak istediğini söyledi. “Bunu biliyorum. Aslında benim demek istediğim tüm
şirketi satmak yerine küçülmeye gitmekti. Maden işleri beni yoruyor. Turizm
daha temiz ve kolay bir iş gibi. Ona yönelsek, madenleri satsak? Hem bak
böylece senin şirketlerin değil benim şirketlerim satılmış olur. Turizm de
ortak çalışırız. Hatta yeni yerler alırız. Onlar kendini rahat çeviriyor. Bir
sürü yasa ile sıkboğaz da edilmiyorsun.”
“Bak Mine’ciğim, madenler benim işim, senin değil. Sen Mine’sin Sedef
değil. Ve bir tek çöp bile satılmayacak anladın mı? Babamın böyle bir şeyi
düşünmemizi bile bizden bekleyeceğini mi sanıyorsun? Onu hayal kırıklığına
uğratmak en son isteyeceğim şey!”
Sedef artık ellerinin titrediğini görebiliyordu. Çok uzun zamandır bu kadar
sinirlenmemişti. Mine, isim karışıklığının ardından bir de şirket ile ilgili
saçma sapan kararlar veriyordu. En iyisi onu bir süre işlerden uzak tutmaktı.
Nasılsa kendisi artık daha rahat hareket edebiliyordu. Ayağındaki ve kolundaki
sargılardan kurtulmuştu. Yiğit ile bunu konuşmasının gerektiğini düşündü.
Bu karardan sonra az önce konuştukları diğer konu aklına geldi. Olayı
şirketlerden uzaklaştırmak için Esra’nın doktoru ile yaptıkları konuşmaya geri
dönmeyi tercih etti. “Esra için dönüşü olmayan yola girildiğini
söyledi doktoru. Annesi hala umutla bekliyormuş. Bugün aradığımda resmen
yıkılmıştı kadın.”
Kardeşinin konuyu değiştirmesine ses çıkartmadan yanıtladı, Sedef. “Hiç
kolay değil yaşadıkları. Kızının hayata tutunmasını istiyordu ama imkansızdı.
Şimdi torunlarını da kaybetmek üzere olduğunu öğreniyor. Kadına biz de yardımcı
olamıyoruz. Tek yapabildiğimiz en iyi doktorlarla çalışılmasını sağlamak.”
“Dünkü gazetede yazılanı gördün mü? Sözde bebeklerin gelişimi tamamlanmadan
erken doğum yaptırtmışız, bebekler ölmüş, Esra yine de dayanmış. Miras yüzünden
oluyormuş bunların hepsi. Bu rezillikleri elbette cezasız
bırakmayacağız.”
Mine’nin kararlı tavrına bakıp gülümsedi. “Avukatlar hepsine tek tek dava
açıyor. Suçlarını anlasalar keşke ama inanıyorum ki benzer başka bir olayda
aynı rezillikleri okuyacağız.” Ne kadar kapatmaya uğraşsalar da o davalar
bile haberlerin yeniden gündem olmasına neden olacaktı. Yine de o yalan
haberleri yazanları cezasız bırakmak çözüm olarak kabul edilir yol değildi.
Mine, kardeşinin yanıtına gülümsedi. Sonra yeniden yüzü asıldı. “Annemin
miras davası da yeni haber kaynakları olacak. Bir süre de bu rezilliği
okuyacağız. Bizde rezillik bitmiyor. Oysa hepsi yalın gerçeklere dayanıyor. Birini
yasa engelliyor, ki annemin yasayı takmadığı, avukatının da para yemek için o
saçma davayı açtığı belli. Miras bu, öyle Binnur’un canının istediğine göre
olmaz o işler… Zaten eminim davadan vazgeçirtmek için para teklif etmemizi
bekliyor. Çok bekler. Diğerini de bizim kardeş sevgimiz halledecek.
Kardeşlerimizin doğumu ile tüm iftiralar temizlenecek.”
“Onlar sağlıklı doğarlarsa asıl yeni sorunlar başlayacak. Vasi kim olacak?”
Sedef, aklındakileri kardeşine açmadan önce onun ne düşündüğünü öğrenmek
istiyordu.
“Sence?”
“Biz elbette. Biz onların ablalarıyız. Böylece herkesten daha yakın bir
akrabalık ilişkimiz var. Avukatla konuştum. Anneannenin ya da dayının talebi,
bizim talebimizin yanında yetersiz kalırmış.”
“Ben de sordum. Fakat bir nokta var, Hümeyra Hanım, bizim hiç çocuk
yetiştirmediğimizi mazeret olarak gösterip bakımları üzerinde hak iddia
edebilirmiş. Bu da vasi olması için kullanılabilirmiş. Hakimin takdiri diyor,
avukat.”
“Esra kaç çocuk büyütmüştü? Vasilik kesin bizde olacak. Yine de Hümeyra
Hanımın haklı olduğu bir taraf var. Benim o konuda bir fikrim var…”
*****
Ertesi akşam yine aynı yerde ve yine benzer konuları konuşuyorlardı. Bu kez
biraz daha rahatlardı. Babasının özel işlerini takip eden avukatı ile görüşme
yapmışlar ve kısa bir bilgi almışlardı. Konuşmanın en can alıcı noktası,
Binnur’un avukatının kızlardan davayı çekme karşılığında, beş milyar dolar
istemesi, şirketin toplam değeri düşünüldüğünde bu rakamın küçük olduğu, Binnur
Canel’in Necdet Söğüt’ün eşi olduğu dönemde, kocasına verdiği destek ile
şirketin büyümesine katkıları olduğu için bu rakamın hakkı olduğuydu. Şaban
Sesver, Mine’ye bunları söyledikten sonra ne yapmasını istediğini sormuş, o da
Sedef ile konuşma ihtiyacı bile hissetmeden, davanın devam etmesini, avukat
masraflarının da son kuruşuna kadar Binnur Canel’den tahsil edilmesini
istemişti. Hattın ucundaki Şaban Beyin gülerek, tam babanızın kızısınız, demesi
ile keyiflenmişti. Şimdi de kardeşi aynı keyfi yaşıyordu.
Kızlar hayatta olduğu sürece anneleri mirastan pay alamayacaktı. Şu
yaptıklarından sonra ölümleri halinde de onu mirastan mahrum etmek için vasiyet
hazırlama kararı aldılar. Aynı şekilde kardeşleri doğar ve dayanamaz ölür ise
Esra’nın ailesi de yasal oranlar dahilinde mirasçı oluyordu. Bebekler
doğmadan Esra’nın ölümü ve kardeşlerinin kurtarılamaması durumunda onlar da
mirasçı olamayacaktı. İkinci ihtimal başkaları için iyi olabilirdi. Yeni
mirasçılar katılmayacaktı böylece. Fakat ikizler için bu ihtimal en kötüsüydü. Onlar
babalarından ve Esra’dan kendilerine kalacak bu bağa çok ihtiyaç duyuyordu.
*****
Beş gün sonra yine bahçede, yine aynı manzaraya bakarak konuşuyorlardı. Sedef’in
kahve fincanı boşalmıştı. Yenisini doldurmak yerine manzaraya bakmayı tercih
etti. Geçen tekneler ve yük gemileri manzaraya renk katıyor, hareketi
arttırıyordu. İçini çekerek kısık sesle döndü kardeşine bakıp, “Biz yaşadığımız
sürece annem miras alamayacak. Artık bunu anlar ve susar umarım. Bir haftadır
her gazete, her magazin programında acındıran sözleri manşette.” O gün nöbetçi
mahkeme annesinin başvurusunun miras ile ilgili yasalara uygun olmadığını
karara bağlamıştı.
Gelen telefon ile Binnur ikizlerine sinirini boşaltmış, onların da herkese
yetecek serveti babaları gibi yemeyi bilmediğini, bölüşmenin kimseyi parasız
bırakmayacağını, onları doğurduğu için o paraların hakkı olduğunu sayıp
durmuştu. İpe sapa gelmez bir konuşmanın bozduğu sinirler iki saate yakındır
yatışmıyordu. İlaç kullanmayı bıraktıkları halde hala alkollü içecekleri
tüketmiyorlardı. Oysa bu akşam kahve ya da çayla yatışacak gibi değillerdi. En
sonunda Mine yerinden kalkıp konuşmadan anlaştığı kardeşi ile kendisine az
alkollü içecekler hazırladı.
Kadehi kardeşine uzattı. “Bu kadın gerçekten annemiz mi? Hastanede anneyi
karıştırma vakası olmuş mudur acaba? Estetiklerle kendisini Binnur Söğüt diye
tanıtan bir kadın bizleri de alıp eve gelmiştir. Hem babamı kandırmıştır, hem
de bizi. Baksana zaten ayırt edemediği çocukları olan bir anne var elimizde.
Kesin bu kadın estetik mucize.”
İki kardeş de, anneleri kadar haber olmamıştı. Boşanırken yeterince malzeme
vermemiş gibi şimdi de alamayacağı miras için kendine kamuoyu oluşturmaya
çabalıyordu. Kızlarının kendi pisliklerini gözler önüne sermeyeceğini düşünerek
nasıl iyi bir anne olduğunu anlatıyordu.
“Komiksin ama inan gülemiyorum. Sinirimi bozdu. Kendime gelemiyorum. Son
haberi okudun mu? Hastane masraflarını bile o karşılamış, geri ödememişiz. Bu
kadar basitleşmesini beklemiyordum.”
“Yarın o gazeteye tekzip için yazı yollayacakmış, Yiğit. Aynı zamanda
şirket tarafından ödendiği için resmi belgeyi de yollayacak. Artık yalan
söylemez inşallah. Biz olay büyümesin diye sustukça o konuşmaya devam ediyor.”
“Geçen gün konuştuğumuz şeyi yapmaya ne dersin?”
“Neymiş o?”
“Onu mirastan men etmek!”
“Bana uyar.”
Sedef, rahatlamış şekilde arkasına yaslandı. “Bana da! Yarın avukatı bir
kez daha arayıp vasiyetimizi hazırlatalım. Ölümün bize ne kadar yakın olduğunu
ikimiz de gördük. Babamın yaptığı gibi ona bir yer alalım. Satış engeli
koyduralım. Bir de oradan kira geliri olsun. Bir daha da toplu iğne bile talep
edemesin.”
Mine, kadehe bakıp başını sallıyordu. “Yapalım. Hayatımızdan tamamen çıksa
keşke.”
“Şimdilik zor. Tek yapabileceğimiz uzak tutmak
“O da zor. Daha çok uğraşacak ve bizi haber malzemesi yapmaktan bıkmayacak.
İkimizi birbirinden ayıramayacak bir anneye sahip olduğumuzu kimseye de
anlatamayız.”
“Şu aralar biz bile birbirimizi ayıramıyoruz.” derken kıkırdamaya
başlamıştı Sedef. Artık isim karmaşasına gülerek bakıyordu. Bundan da memnundu.
Eskisi kadar sorun etmiyordu.
“Sen inat etmesen benim Sedef olduğumu kabullensen sorun
bitecek.”
“Ah asıl sen kabullenmelisin. Oysa inat etmeye devam
ediyorsun.”
“Tamam, ana konumuzu kaybetmeden geri dönelim... Anamıza..” Siniri bozuk
şekilde kendi kelime oyununa gülümsedi. Olayların hepsinin üst üste gelmesi can
sıkıyordu. “Bazen kendime kızıyorum. ‘İnsan annesine karşı bu kadar duygusuz
olur mu?’ diyorum ve sonra yanıtlıyorum, ‘evet olur’. Ben bu ruh hali içindeyim
işte.”
️Iyi ve o annenin bir arada olması imkansız:(((( anne tam bir pislik...
YanıtlaSil:)))))) kesinlikle öyle... Firdevs diye bir anne varmış, bu ondan da kötü diyorlar :))))))
Sil