Sedef,
bir saat sonra odada yalnız kalmıştı. Kardeşi ve annesinin ardından kapı
kapanınca günlerdir ilk kez sakin kafa ile yaşadıklarını düşündü.
Mine'nin
neden ısrar ettiğini anlamıyordu. Kafasının karışmadığından, testlerin temiz
çıkacağından emindi ama Mine'nin neden öyle davrandığı hakkında tek bir fikir
üretemiyordu.
Yiğit,
şirkete ilk geldiği gün hariç iki kızı hiç karıştırmamıştı. Oysa bugün
kendisini başlarda Mine sanmış ya da öyle davranması gerektiğini düşünmüştü.
Sonuçta onun da taburcu olanın Sedef olduğunu bilmesi işleri karıştırıyor
olabilirdi. Asıl önemlisi Endonezya’da ne yaşandıysa onun aşılmasını bile
istemişti. Ama o ana kadar kısık sesle konuşurken bu cümleyi yüksek sesle
söylemesi acaba Mine’ye duyurmak için miydi? Sonuçta Sedef orada ne yaşandığını
hiç bilmiyordu ve adam ne dese inanacak durumdaydı. Mine’yi köşeye
sıkıştıracağı bir noktaydı bu. Anımsamıyor oluşunu yine travmaya bağlarlar mı?
Annesinin ‘Neler oldu Endonezya’da?’ sorusunu ‘Bilmiyorum’ diye yanıtlamasını
hemen hafıza kaybına yorması da bu yüzdendi. Kadının gözlerinde hesaplar
uçuşuyordu.
Sedef yeni hesabının ne olacağını düşünmeyi sonraya bıraktı. Nasılsa açık
verecekti ve bunun, para için olacağı kesindi.
Yiğit, gerçekten başlarda karıştırmış mıydı? Düşününce ikisinin isimlerini
ilk seferlerde hep doğru söylediğini bir anda yarım bırakıp diğer ismi
söylediğini anımsadı. Üstelik iki üç kez yaşanmıştı bu durum. Hasta olarak
kendi adı Mine Söğüt olarak yazılı olsa da Sedef bu konunun kardeşinin
karıştırması ya da başka bir nedenle yaşandığından emindi. Yiğit fısıltı ile
travma etkisinden bahsederken de onun Sedef olduğunu anladığını ima etmemiş
miydi? Yanlış anlamış olabilir miydi? Ya o son cümle? Kardeşini kızdırmak için
kurmuş olmalıydı. Mine bu adama hala aşıktı ve Sedef’in bu isim karışıklığında
onunla yakınlaşması tüm dengeleri alt üst edecekti. Kesinleştiremese de
Yiğit’in kimin kim olduğunu karıştırmadığını düşündü. Sadece onlara uymuştu.
Böyle olmalıydı.
Minik hareketi bile kıskanç Mine’yi ortaya çıkartmıştı. Biraz daha üstüne
gitse dökülür müydü kardeşi? Neden bu saçma oyunu sürdürdüğünü söyler miydi? Kendisi
tüm bunları iyi niyetle yapmış bile olsa ileride birlikte olabilecek iki
insanın arasında hep ‘o günlerde ne yaşandı?’ sorusu asılı kalmayacak mıydı? Birlikte
olmasalar bile, benim sevdiğim erkeğe yakın davranan kardeşim var, demeyecek
miydi? Kardeşinin aşık olduğu adama yakın davrandığı için ikisinin arasında
huzursuzluk nedeni olacaktı. Yaklaşmak yerine uzak durması daha akıllıcaydı.
Doktoru odaya girdiğinde Sedef gülümseyerek karşıladı. “Sonuç ne doktor?”
“Beyninizde ya da kafatasınızda hafızanıza etki edecek bir hasar yok. Bu
sadece kaza sonrası travma olarak açıklanabilir. Kısa süre sonra düzeleceğinden
eminim.”
“Ben de eminim.” dediğinde aslında doktorun sözlerini onaylamıyordu. O
zaten Sedef olduğundan emindi. “Kardeşime de aynı testleri yapacak
mısınız?”
“İsterse yaparız tabii”
“Neden isterse? Sonuçta ben Sedef olduğumu söylerken o da Sedef olduğunu
söylüyor. Bana göre asıl test yapılması gereken kişi o!”
“Sizi anlıyorum ama kazada siz kardeşinize göre çok daha fazla kan
kaybettiniz. Daha büyük bir yara aldınız ve uzun süre uyutuldunuz. O sadece
kısa süreli bir şuur kaybı yaşarken siz iki günden fazla uyutuldunuz. Bu da
sizde daha farklı hasarlar yaratmış olabilir.”
“Bu mu yani? Bu kadar kolay mı? Bence ona da test yapılmalı.” Doktorun
tahlilleri kardeşine yapmayı hiç düşünmediğini ses tonundan anlıyordu.
Sinirlendiğini belli etmemeye uğraşırken adamın yanıtını duydu. “Bunu
konuşacağım. İçiniz rahat olsun.”
O zaten rahattı. İnsanların inat etmelerine kızıyordu. Sakinleştirmeye
çalıştığı bir tonla konuştu. “Teşekkür ederim. Ben ne zaman çıkacağım
hastaneden?”
“Bir iki güne kadar sizi de evinize yollarız. Sıkılmadınız
umarım?”
“Sıkıldım ama iki gün daha dayanırım herhalde.”
“Üzüldüm sıkılmanıza ama isterseniz sizi bugün biraz oyalayalım. Güzel bir
saç bakımı yaptırmak ister misiniz?”
“Olabilir ama hangi markaları kullanıyorsunuz? Saçlarımıza her ürünü
sürmemizi beklemiyorsunuzdur sanırım.” Yanıtının o an ne kadar yersiz ve
şımarıkça olduğunun farkındaydı ama az önceki sinirini boşaltacak bir yer
arıyordu.
Genç doktor şımarıklığın boyutlarını sorgulamadan “Hiç sorun değil.
Elimizde yoksa da sizin istediğiniz ürünleri temin ederiz. Ben şimdi
hemşirelere söylüyorum güzellik uzmanlarımız sizinle ilgileniyorlar.
Kolunuzdaki ve omzunuzdaki sargıya dikkat etmelerini tembihleyeceğim. Ağrınız
var mı?”
“O kadar hap yutunca anlamıyor insan!”
“Sivri dilinizden kurtulmak için odadan kaçsam kızmazsınız değil
mi?”
Sedef, gereksiz yere doktora çattığının farkında üzgün ve masum bir bakış
atıp gülümsedi. “Kaçın tabii, ben korkuncum.” diyerek adamın da gülümsemesine
neden oldu. Genç adamın kırılmadığından emin olunca da rahatladı. “Kusuruma
bakmayın bu kadar şımarık değilim ama sanırım üst üste gelen olaylar sinirimi
bozuyor.”
“Kusur denecek bir şey yok. Şımarıklık derseniz benim evdeki şımarığı
getiririm neye uğradığınızı şaşırırsınız.”
“Kızınız mı var? Kaç yaşında?”
“Üç yaşını doldurdu.”
“Allah bağışlasın. Tam şımartılacak ve eğitilecek yaşları. Dengesi önemli.
Benim için öpün onu.”
Daha fazla konuşacak konuları olmadığı için diğer bekleyen hastalarına
bakmak üzere ayrılırken gülümsüyordu doktor.
Bir saat sonra Sedef kendisini çok daha iyi hissediyordu. Saçları,
başındaki darbe alan noktaya son derece dikkat edilerek yıkanmış, yine aynı
özenle kurutulmuştu. Tırnaklarına manikür yapılmış, kırılan tırnakları
düzeltilmişti. İstediği koyu bordo oje sürülmüştü.
Bakımını yapan genç kadın, biraz da makyaj yapmayı önerdi. Morali düzelen
Sedef, kadının isteğini kırmadı. Hatta eğlenmek için ilk önce müzik kliplerinde
gördüğü bir makyajı istedi. Gözlerinin üstüne sürülen gümüş rengi far,
şakaklarında devam ediyor saç diplerinde bitiyordu. Gözlerinin altına kalın
siyah kalemler çekilmiş, farı ile aynı üçgen şekle sahip allıklar ile yanakları
boyanmıştı. Dudaklarına da gümüş rengi ruj sürülmüştü. Aynada kendisine bakan
Sedef, başındaki ağrıya aldırmadan gülmeye başladı.
“Çok yeteneklisin. Bu makyaj ile hasta birini bile uzaya
yolladın.”
“Teşekkür ederim. Resim çekeyim mi?”
“A bak çok iyi olur. Telefonumla çekelim.” Yeni gelen telefonu ile henüz
fotoğraf çekmemişti. Hemen komodinin üstünde duran telefonu uzattı. Genç kadın
birkaç poz çekti. Sedef, kendisini keyiflendiren kadını yanına çağırdı. Yatağa
oturmasını istedikten sonra yeniden fotoğraf çekti.
“Çok güzel çıktık. Sana da yolluyorum.”
Yaptığı makyaja bakıp gülümsedi. Gerçekten uzaylılara benzemişti. Doktorun
biraz şımarıklık yapabilir diye uyarmasıyla tedirginlik hissetmişti. Oysa hiç
de öyle biri değildi. Hasta hallerinden anlamayan doktorlara söylenip yeni
makyaj için hazırlıklarına başladı.
“Sedef hanım, bunu silip başka makyaj yapalım mı?”
“Evet, silelim artık. Biri görürse korkacak.” Yüzünde çok farklı bir ifade
vardı. Daha sözü bitmeden kapı çalındı ve sessiz olmaya çalışan biri tarafından
açıldı. İkisi de merakla gireni bekliyordu.
“Aman Allahım” diyerek kendini dışarı atan hemşire ikisini de çok
güldürmüştü. Bakım yapan genç kadın kapıya doğru seslendi “Sultan hemşire
gelebilirsiniz. Uzaylımız yüzünü siliyor.”
Kapı yeniden açıldığında içeri giren az önceki hemşire değil, Fırat Çetin
idi! Sedef, onu görmenin şaşkınlığı ile yüzündeki makyajı unuttu. Bu adam bir
iki yanılmadan sonra kendisini Mine ile hiç karıştırmamıştı. Hatta Sedef,
Mine'ye ikisini karıştırıp karıştırmadığını bile sormuş, Mine, hiç öyle bir şey
olmadığını söylediğinde de çok şaşırmıştı. O an kendisine nasıl hitap edeceği
çok önemliydi.
“Merhaba! Seni bu kadar iyi göreceğimi tahmin etmiyordum.”
“Merhaba. Teşekkür ederim. Daha iyiyim.”
“Şey sanırım bir karışıklık varmış. Sen Sedef misin, Mine mi?”
Sedef, yine hayal kırıklığı yaşadı. Bunca zaman karıştırmayan adam şimdi
neden böyle bir soru sorma gereği duymuştu? ”Sence?”
“Bence... sanırım Sedef’sin. Yoksa Mine misin?”
İçini sinirle çekip yüzünü asarak yanıtladı adamı, “Ben Sedef'im. Daha önce
hiç yanılmamıştın. Şimdi neden sorma gereği duydun?”
“Daha önce hep bana sanki farklı bir ifade ile bakan sen oluyordun. Ama
şimdi soru dolu gözlerle bakınca ben de emin olamadım. Hemşireler sana Mine
Söğüt diyor biliyorsun değil mi?”
“Ne yazık ki ciddi bir problem var ortada. Çünkü Mine kendisini ben
sanıyor. Asıl onun kontrollerden geçmesi lazım. Ama ikna edemiyorum. Neler
olduğunu da anlamıyorum.”
“Sanırım kaza sonrası travmalarının açıklanamayan tarafları bunlar. Umarım
kısa sürede sorun kalmaz. Kazayı Amerika’dayken duydum. Çok üzgünüm, hemen
gelemedim. Dün döndüm. Daha önce yanında olmak isterdim.” Fırat, samimiydi.
Bunu hissedebiliyordu. Yine de kendisini tanımamış olmasının hayal kırıklığını
yaşıyordu.
“Ne kusuru? Gelmek için vakit ayırman bile çok ince bir davranış.” Hem
de yılbaşından sonra aralarında bir şey olmamasına rağmen gelmek için çabalamış
olması mutlu etmişti. Samimi olduğunu sesinden anlıyordu.
“Şey... Baban için çok üzgünüm. Başın sağ olsun.
Söyleyecek söz bulamıyor insan.” Kısa süre önce tanışmış ve çalışmaya başlamış
insanların samimiyeti ölçüsünde bir üzüntü vardı sesinde. Sedef o sesin ne
düşmanlık taşıyanların gizlemeye çalıştığı soğukluğu, ne de yaltakçıların
gereksiz samimiyetini taşımadığının farkındaydı. Her iki durum da midesini
bulandırırdı. Yaşanacak süreçte böylelerini de görecekti, biliyordu.
“Teşekkür
ederim. Sanırım ilaçlar yüzünden henüz babamın kaybına gerekli tepkileri
veremiyorum. Biraz ağlıyorum ama kısa sürede sakinleşiyorum. Doktor ilaçların
böyle yaptığını söyledi.”
“Bence
iyi olmuş ilaçların sakinleştirmesi. Yüzündeki makyaj da sakinliğin neticesi
mi?” Konuyu değiştirmek ve o hüznü dağıtmak istemişti belli ki.
Sedef,
yüzündeki uzaylı makyajını anımsayınca çok utanmıştı.
“Çok canım sıkılmıştı. Doktorum saçımı yıkatmayı önerdi ama biz biraz ileri
gittik. Hem zaten şimdi çıkartacaktık makyajı, değil mi...? Pardon, ismini
sormamışım.”
“İsmim Ayla, Sedef Hanım. Yani siz Sedef Hanımsınız değil mi? Hasta
kartınızda Mine yazıyor ama!” Az önce konuşulanlardan sonra bu kızın hasta
olmadığını doktorların nasıl anlamadığına şaşmıştı. Gayet aklı başında
konuşuyordu.
“Ben Sedef'im. İnan Ayla, yanlış insanı burada tutuyorlar. Aslında yatması
ve tedavi olması gereken kendini ben sanan kardeşim.” Artık bu karışıklık komik
mi geliyordu? Gülmeye başlamıştı bunları söylerken. Ya da belki Fırat’ın orada
olması hoşuna gittiği için böyle gülümsüyordu!
“Sizi ayırt etmek neredeyse imkansız sanırım. Sizin kadar benzeyen ikiz
görmemiştim.”
“Bizim ailede biz ilk değiliz. Babamın annesi de ikizmiş. Onları da kimse
ayırt edemezmiş. Ama onlar erken ayrılmış birbirinden. Babaannemin kardeşi
hastalanmış ve on sekiz yaşında ölmüş.”
Kendilerini de ölüm ayırmış olabilirdi. Tüm karmaşaya rağmen yine de
şükrediyordu, ikisi de sağ ve iyiydi.
“Üzüldüm. Neyse ben daha sonra geleyim ve makyajınızı sileyim.”
“Sil de git bence. Biraz tuhaf gözükeceğim ama Fırat Beye şu halimle
bakmaktan daha iyidir.”
“Benim için sakıncası yok. Biraz tuhaf olduğunu kabul ederim ama bu halinle
de çok güzelsin.” Bu adam kur mu yapıyordu? ‘Sanmam’ diye düşündü, sadece hasta
birine moral vermek için konuşuyordu.
“Teşekkür ederim. Ayla, sen yine de sil. Doktorlarla hemşireler korkmasın.”
“Az önce bana odanı gösteren hemşirenin neden öyle kaçtığını anladım şimdi.
Haklısın silinmesi daha iyi olacak!”
Sedef, temizleme losyonu ile yüzünün silinmesini bekledi. O sırada kafasını
diğer tarafa dönmüş yüzündeki renk karmaşasının yok olmasını bekliyordu. Ne
zaman ki Ayla, “Tamam artık dünyaya döndünüz” dedi, gülen yüzü ile Fırat'tan tarafa
kafasını çevirdi.
Fırat, temizlenmiş ama biraz kızarmış yüze baktı ve “Yeniden merhaba” dedi.
Bu sırada güzellik uzmanı eşyalarını toplamış ve odadan çıkmıştı.
“Merhaba. Şimdi çok daha iyi sanırım.”
“Kesinlikle ama az önceki Venüs prensesini de tanımak ilginçti. Ne zaman
çıkıyorsun buradan?”
“Bilmiyorum. Bir şeyim yok ama tutup duruyorlar. Bir de ilaç veriyorlar.
Sakinleşmem lazımmış. Ben sakinim zaten. Evet, babamı kaybettim ve çok üzgünüm
ama bunu bile normal yaşayamıyorum. Evime gitmek, mezarını ziyaret etmek,
onunla dertleşmek istiyorum.”
“Hastaneden çıkınca ben götüreyim mi seni babana?” Teklifi yapan da
duyan kadar şaşkındı.
“Zahmet vermeyeyim?” İlk aklına gelen itiraz etmekken istediğini
belirten cümle kurmasını kafasının karışıklığına veriyordu.
Fırat gülümseyerek yanıtladı. “Zahmet olmaz. Aksine çok memnun olurum
benimle gitmenden. Tabii Mine ve annen de gelebilir istiyorlarsa.”
Sedef, az
önceki şüphesinin biraz daha derinleştiğini hissetti. Sanki farklı bir ilgi
vardı sesinde. “Annemin geleceğini sanmam. Babamla
hiç hoş olmayan bir boşanma yaşadılar ama Mine gelir.” Annesinin nafaka
ve tazminat için televizyon kanallarının magazin programlarında dolaştığı
günleri hatırlayınca yine sinirlendi. Bir iki saat önce yaşanan saçma sahne ise
kadının değişmediğinin kanıtıydı. Şu an yanlarında olması ve kendilerine iyi
davranması gerçek yapısını unutmasına yetmiyordu. Boşanma zamanında yaşanan
daha çirkin olaylar vardı ve bunların kızlardan gizlendiğini iki kardeş de
biliyordu. Kardeşi ile annesinin tavırları üzerine özel bir konuşma yapmalıydı.
Kardeşinin de aynı şekilde düşündüğünden emindi.
“Tamam, o halde anlaştık, en kısa zamanda ikinizi de götüreceğim.” Fırat’ın
cümlesinin sonunda kapı yeniden açıldı bu kez annesi ile Mine içeriye girmişti.
Fırat Beyi odada görünce ikisinin de yüzünde şaşkınlık belirdi.
“Binnur hanım, değil mi? Henüz tanışmadık. Ben Fırat Çetin, eğitim
danışmanlık hizmetleri ile ilgili Necdet Bey ile bir süredir çalışıyorduk. Çok
üzücü bir kaza. Başınız sağ olsun.”
“Teşekkür ederim, Fırat Bey. Keşke daha iyi bir ortamda
tanışsaydık.”
“Ben de isterdim ama hayatın gerçekleri buna engel oluyor ne yazık
ki.”
“Doğru. Odaya girdiğimizde ne konuşuyordunuz? Kimi nereye
götürüyorsunuz?”
“Sedef ile Mine hanımı isterlerse babalarının mezarına götürebileceğimi
söylüyordum. Araba kullanmaları şu aralar pek mümkün değil
sanırım.”
“Gerek yok, teşekkürler biz hallederiz. Hem zaten daha iyileşmediler,
onların uzun yol yapması sakıncalı.”
Sedef annesinin yanıtından kendisinin gitmeyeceğini anlayınca söze
karıştı.
“Fırat Bey için zahmet olmayacakmış. Ben hastaneden çıkar çıkmaz babamı
görmeye gideceğim. Bir süre, bu ayak ve kollarla araba kullanamam. Mine için de
uygun olmaz. Bu durumda birinin bizi götürmesi en doğrusu. Fırat Bey için uygun
olmazsa bir başkası götürür. Ben hastaneden çıkar çıkmaz gidiyorum. ” Konunun
tartışmaya kapalı olduğu sesinden belliydi.
Binnur, bu inatlaşanın Mine olduğundan emin olmuştu. Onun ters cümlelerine
aldırmadan alttan alır gibi devam etti. “Kızım acele etmene gerek yok. Mezarına
gitmeden de babanla konuşabilir vedalaşabilirsin. Daha uzun yol yapacak kadar
iyi değilsin.”
“Bir şeyim yok benim. Doktor iyi olduğumu söyledi. Tamam, daha fazla
uzatmayalım.”
Fırat, gerilen ortamdan çalan telefonu ile kurtulduğu için şanslı hissetti
kendisini. Ekranda yardımcısının adını görünce hemen açtı. “Efendim Ayça?” Diğerlerini
rahatsız etmemek için camın önüne doğru yürüdü. Kısık sesle konuşmaya devam
edince üçü de önemli olabileceğini düşünüp kendi aralarında konuşmaya
başladı.
Görüşmesi biten Fırat, tekrar odaya doğru döndü. “Rahatsız etmezse Ayça da
sizi ziyaret etmek istiyor. Hastane uygun olur mu? Yoksa evde mi ziyaret
etsin?”
“Hiç fark etmez. Ama eve çıkınca gelirse hastane ortamından daha iyi
olabilir.” Sedef, bu kadarla yetinmeyip devam etti. “Birlikte gelirsiniz. Senin
için de sakıncası yoksa seyahat planlarımızı daha rahat konuşuruz.” Sedef,
annesinin kalkan kaşlarına aldırmadan planlarını yapmıştı. Binnur’un
tavırlarından yeni şeyler ortaya atacağını anlamak güç değildi. Mine’nin ne
düşündüğü anlaşılmayan yüzü asılmıştı. Annesi olmasa konuşacaktı kardeşi ile.
Niye gelmişti acaba? Evde kalabilirdi. O bunları düşünürken Fırat da teklifini
yanıtlıyordu. “Çok memnun olurum. Evet, rahat rahat yolculuğu da
planlarız.”
Binnur, bu konuşmanın gidişinden memnun değildi ama sesini çıkartmadan
dinledi. Kendisini ikinci kez tersleyen kızının Mine olduğundan emindi artık.
Üstelik inat etmekten de çekinmiyordu. Sedef olsa kesin şimdiye alttan
almıştı. Böylece ayağında sargı alnında daha büyük yara olanın Mine olduğuna
karar vermişti. Demek ki Sedef başından beri haklıydı!
Bir
şeyler içme teklifini kabul etmeyen Fırat izin isteyip odadan çıktı. Mine,
kapanan kapıya bakan Sedef'e döndü. “Fırat ile ne zamandır bu kadar yakınsınız
siz? Az önce bir şey demedim tartışma uzamasın diye ama niye o götürüyor bizi?”
“Yakın
değiliz, sadece kibarlık yapıyor. Arkadaşlığı keyifli, yol için ondan iyisini
bulmak zor.”
Binnur,
kızlarının arasındaki konuşmaları takip etmemiş, her zamanki gibi kendi
düşüncelerine dalmıştı. Bu adamda hoşlanmadığı bir şey vardı. Kızlarından uzak
durmasını nasıl sağlayacağını düşünmeliydi. Kılçık atmakla başladı işe. “İş
yapan biri olarak, fazla yakınlık kurma çabasında. Ardındaki niyetinin ne
olduğunu bilmeden böyle insanları kendinize yaklaştırmamanız gerekir.” Sonra
cama doğru yürüyüp dışarı bakarken onların duymasını sağlayan, içindeki şüphe
tohumlarını odanın her yanına serpen sesi ile mırıldandı. “Fazla yakın!”
*****
Ronald Creig, zengin kahvaltı masasındakileri tabağına koyarken bir yandan
da telefonun hoparlöründen konuşuyordu. “Durum nedir?”
Bir saat sonra David Massey’e son durumu aktaracağı bir görüşme yapacaktı.
Güzel haberler duyacağını düşünüyor, keyifle tabağındaki yumurtayı bölüyordu.
Karşıdan gelen ses, ağzının içinde mırıldandı. “Her şey karıştı.”
“Ne demek her şey karıştı?” Bu işe başladıklarından beri tek bir iyi haber
alamadığı gerçeği yine kara bir bulut gibi kapladı odayı. Neredeyse o madenin
lanetli olduğuna inanacaktı.
Ses yine
tereddütle konuşmaya başladı. Sanki söylediği her şeyin kendi hatası olduğunu
saklamaya çabalar gibiydi. “Esra Söğüt… Komada ama hala hayatta ve bebekler de
yaşıyor. Bu durum devam eder de doğarlarsa mirasçı olarak onlar da dahil
edilecek. Vasi tayini olana kadar her şey askıda kalacak.” Kısa bir an sustu.
Telefonun diğer ucundan porselene çarpan metal sesi gelmişti kulağına. Derin
bir nefes daha aldı. Şimdi söyleyeceğini tahmin bile etmiş olamazdı. “Daha
önemli bir sorunumuz var. Vasiyet henüz okunmadı ama aldığım bilgiye göre
Necdet Söğüt, yeni düzenleme yapmış. Her türlü taşınmazın satışında kızların
aynı kararı vermemesi durumunda satış yapılamayacak. Biliyorsun bazı mallarını
sağlığında iki kızına bölüştürmüştü. Şimdi iki tane daha bebek var ve baba
kızlarına bölüştürdüğü taşınmazları geri alamayacağı için kardeşlerinin de
faydalanacağı şekle sokmaya çalışmış. Onlar itiraz etmezse bu hali ile
onaylanır ve ikisinin birlikte karar vermesi şartı işleri biraz daha
karıştırır. Bu hem şahsi mal varlıkları, hem babadan kalacak olanlar hem de
şirket üzeninde olanlarla ilgili. Şirkette iki kardeşin… pardon, dört kardeşin
ortak kararı olmadığı durumlarda yönetim kurulunun kararı çoğunluk esasına
dayalı olacak.”
“Ne kadar
saçma maddeler bunlar! Emin misin? Nereden öğrendin?”
“Son
halinden emin olmayan bir avukat sekreteri konuştu diyelim. Diğer kız da
uyanınca açılacaktır vasiyet. Fakat son halinin böyle olduğunu, daha sonra
değişiklik yapılmışsa da haberinin olmadığını söyledi. Bir de, bundan sonra
alınacak mallar eğer şirket bünyesinde olmayacaksa bu maddeden muaf olacak,
şirket üstüne alınan her şey yine bu yine maddeye göre satılabilecek.”
“Şu an o madenler her kimin üzerindeyse hem onun hem de diğer kardeşin
imzası alınacak, ikisinin anlaşmamasında da yönetim kurulunun salt çoğunluğuna
bakılacak öyle mi?”
“Evet, tam da özetlediğin gibi.”
“Peki neden kızlar karıştırıldı? Bu saçmalık kimin kabahati? Gerçi
karıştırdınız mı, kızlardan biri gerçekten hafızasını mı kaybetti bilemiyorum.
Şu an karıştırılmaları da sorun olmaktan çıktı. Sadece birinin diğerini ikna
etmesi için kullanacağız.”
“Doktorlar bir sorun yok diyor. Hafıza kaybı ihtimali düşük. Kızların
karışmaması mucize gibi bir şey, herkes karıştırıyor. Ama asıl sorun ailenin
korumalarının karıştırması olmuş. Evden çıkarken arabayı Sedef Söğüt
kullanıyormuş. Sonra Mine Söğüt geçmiş direksiyona ve adamlar bunu bilmedikleri
için yaralandıklarında sağlık ekibine arabayı kullananın Sedef Söğüt olduğunu
söylemişler.” Anlatırken bile yorulmuştu. “Bize Sedef olduğu söylenen kızın
Mine olduğu sonradan ortaya çıktı. Kız da kendisinin Mine olduğunu söylemeden
dinlemiş! Ona her türlü tehdidi savurduktan sonra pardon sen
değil kardeşin ile yapacağız bu görüşmeyi diyemezdik. Ama artık Mine bu oyunu
devam ettirmek zorunda olduğunu çok iyi biliyor. Ara sıra telefon açıp
kendimizi anımsatıyoruz. Dün yolladığımız çiçekler de onu çok mutlu
etmiştir.”
“Korktuğundan emin olun. O en kısa sürede kardeşini de imza atmaya ikna
edecek ki herkes rahat etsin.”
“Adamlarımız gerekli noktalarda işlerine devam ediyor. Düzenli olarak rapor
alıyorum. Şu an sorunsuz ilerliyoruz. Önceliğimiz kendi istekleri ile imza
atmaları. Olur da bunu başaramazlarsa o zaman diğer planlarımızı devreye
sokacağız.”
“Aylardır bu işle ilgileniyoruz. Yasa çıkmak üzere. Olur da biz işi
bitirmeden çıkarsa, kızları satmaya ikna edemeyebiliriz. Bence artık daha
hızlı olmalıyız.”
“Çok hızlanırsak, birilerini uyandırabiliriz. İnanın bu yöntemle çok daha
başarılı olacağız. Türkiye’de bürokrasi en zor aşılacak konu. Bu da bize zaman
kazandırıyor. Biz gerekli düzenlemelerimizi bitirene kadar bürokrasiyi de
aşacağız. İçiniz rahat olsun.”
“Umarım başka kimsenin canı yanmadan çözülür.”
“Mine, çok korkuyor. İmzayı atacaktır. Atmazsa ikisini de yok ederiz,
annelerine geçer tüm hakları. Biz de o kadından alırız ama o zamana kadar
madenlerin değeri şu anın en az on katına çıkar.”
“David o madenleri şimdiki fiyatından istiyor. Sokağa para atacak biri
olmadığını en iyi senin bilmen lazım.”
“Biliyorum.”
“Bu Esra Söğüt’ün dayanma ihtimali ne? Bebekler doğabilir mi?”
“Çok çabalıyor hastane. Biraz prestij olarak algılıyorlar. O bebekler
yaşarsa isimlerini herkese duyuracaklar.”
“Bir şey yapılamaz mı?”
“Yoğun bakımın önünde 7/24 nöbetçi var. Asla boş kalmıyor ve belli
kişilerden başka kesinlikle içeriye birini almıyorlar.”
“Yakalanma riskine giremeyiz. Tamam bırakalım anne yaşamaya ya da ölmeye
karar versin.”
Hattın ucundaki ses rahatlayarak nefesini verdi. Daha fazla cinayete alet
olmak istemiyordu. Telefon kısa vedanın ardından kapandığında, hattın ucundaki
genç adam ‘sokağa atılacak’ olan para miktarını düşündü. Milyar dolarlarla
ölçülecek kazançlar için bir kaç milyon doların ne önemi vardı? Üstelik can
alacak kadar ileri gitmişken? Yeni bir cinayet planlamak istemiyordu.
Ekibindekilerin yarısı önceki kazanın onun planı olduğunu bilirken hapse
girmemesi için onları da idare etmesi gerekiyordu. Yeni cinayetler, yeni
riskler demekti. Üstelik ne o komadaki kadını ne de iki kızı aynı anda yok
etmesi söz konusu değildi.
Önemli nokta buydu. Aynı anda öldürmeye gerek yoktu. Birini öldürmek ve
diğerini satmaya mecbur etmek en kolay plan olarak aklına yatmaya başlıyordu.
Zaten en az bir kişinin ölümünden sorumluydu. Bu sayının her an dörde çıkması
mümkündü.
Beşinci… Ha bir eksik ha bir fazla…
Hııımmmm birazbeyşn fırtınası yapmak gerekiyor .... IP ucu gibi görünen şey gerçekten ip ucumu?
YanıtlaSilbir gün o tüm ipuçları yazım olur. Ya masumiyetin ya kabahatin ipucudur onlar
Sil