28 Şubat 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 27. Bölüm

Sedef, bir saat sonra odada yalnız kalmıştı. Kardeşi ve annesinin ardından kapı kapanınca günlerdir ilk kez sakin kafa ile yaşadıklarını düşündü.
  
Mine'nin neden ısrar ettiğini anlamıyordu. Kafasının karışmadığından, testlerin temiz çıkacağından emindi ama Mine'nin neden öyle davrandığı hakkında tek bir fikir üretemiyordu. 

Yiğit, şirkete ilk geldiği gün hariç iki kızı hiç karıştırmamıştı. Oysa bugün kendisini başlarda Mine sanmış ya da öyle davranması gerektiğini düşünmüştü. Sonuçta onun da taburcu olanın Sedef olduğunu bilmesi işleri karıştırıyor olabilirdi. Asıl önemlisi Endonezya’da ne yaşandıysa onun aşılmasını bile istemişti. Ama o ana kadar kısık sesle konuşurken bu cümleyi yüksek sesle söylemesi acaba Mine’ye duyurmak için miydi? Sonuçta Sedef orada ne yaşandığını hiç bilmiyordu ve adam ne dese inanacak durumdaydı. Mine’yi köşeye sıkıştıracağı bir noktaydı bu. Anımsamıyor oluşunu yine travmaya bağlarlar mı? Annesinin ‘Neler oldu Endonezya’da?’ sorusunu ‘Bilmiyorum’ diye yanıtlamasını hemen hafıza kaybına yorması da bu yüzdendi. Kadının gözlerinde hesaplar uçuşuyordu.


Sedef yeni hesabının ne olacağını düşünmeyi sonraya bıraktı. Nasılsa açık verecekti ve bunun, para için olacağı kesindi.

Yiğit, gerçekten başlarda karıştırmış mıydı? Düşününce ikisinin isimlerini ilk seferlerde hep doğru söylediğini bir anda yarım bırakıp diğer ismi söylediğini anımsadı. Üstelik iki üç kez yaşanmıştı bu durum. Hasta olarak kendi adı Mine Söğüt olarak yazılı olsa da Sedef bu konunun kardeşinin karıştırması ya da başka bir nedenle yaşandığından emindi. Yiğit fısıltı ile travma etkisinden bahsederken de onun Sedef olduğunu anladığını ima etmemiş miydi? Yanlış anlamış olabilir miydi? Ya o son cümle? Kardeşini kızdırmak için kurmuş olmalıydı. Mine bu adama hala aşıktı ve Sedef’in bu isim karışıklığında onunla yakınlaşması tüm dengeleri alt üst edecekti. Kesinleştiremese de Yiğit’in kimin kim olduğunu karıştırmadığını düşündü. Sadece onlara uymuştu. Böyle olmalıydı.  

Minik hareketi bile kıskanç Mine’yi ortaya çıkartmıştı. Biraz daha üstüne gitse dökülür müydü kardeşi? Neden bu saçma oyunu sürdürdüğünü söyler miydi? Kendisi tüm bunları iyi niyetle yapmış bile olsa ileride birlikte olabilecek iki insanın arasında hep ‘o günlerde ne yaşandı?’ sorusu asılı kalmayacak mıydı? Birlikte olmasalar bile, benim sevdiğim erkeğe yakın davranan kardeşim var, demeyecek miydi? Kardeşinin aşık olduğu adama yakın davrandığı için ikisinin arasında huzursuzluk nedeni olacaktı. Yaklaşmak yerine uzak durması daha akıllıcaydı.


Doktoru odaya girdiğinde Sedef gülümseyerek karşıladı. “Sonuç ne doktor?”
  
“Beyninizde ya da kafatasınızda hafızanıza etki edecek bir hasar yok. Bu sadece kaza sonrası travma olarak açıklanabilir. Kısa süre sonra düzeleceğinden eminim.”  
“Ben de eminim.” dediğinde aslında doktorun sözlerini onaylamıyordu. O zaten Sedef olduğundan emindi. “Kardeşime de aynı testleri yapacak mısınız?”  
“İsterse yaparız tabii”  
“Neden isterse? Sonuçta ben Sedef olduğumu söylerken o da Sedef olduğunu söylüyor. Bana göre asıl test yapılması gereken kişi o!”  
“Sizi anlıyorum ama kazada siz kardeşinize göre çok daha fazla kan kaybettiniz. Daha büyük bir yara aldınız ve uzun süre uyutuldunuz. O sadece kısa süreli bir şuur kaybı yaşarken siz iki günden fazla uyutuldunuz. Bu da sizde daha farklı hasarlar yaratmış olabilir.”  
“Bu mu yani? Bu kadar kolay mı? Bence ona da test yapılmalı.” Doktorun tahlilleri kardeşine yapmayı hiç düşünmediğini ses tonundan anlıyordu. Sinirlendiğini belli etmemeye uğraşırken adamın yanıtını duydu. “Bunu konuşacağım. İçiniz rahat olsun.”  
O zaten rahattı. İnsanların inat etmelerine kızıyordu. Sakinleştirmeye çalıştığı bir tonla konuştu. “Teşekkür ederim. Ben ne zaman çıkacağım hastaneden?” 
“Bir iki güne kadar sizi de evinize yollarız. Sıkılmadınız umarım?”  
“Sıkıldım ama iki gün daha dayanırım herhalde.”  
“Üzüldüm sıkılmanıza ama isterseniz sizi bugün biraz oyalayalım. Güzel bir saç bakımı yaptırmak ister misiniz?”  
“Olabilir ama hangi markaları kullanıyorsunuz? Saçlarımıza her ürünü sürmemizi beklemiyorsunuzdur sanırım.” Yanıtının o an ne kadar yersiz ve şımarıkça olduğunun farkındaydı ama az önceki sinirini boşaltacak bir yer arıyordu.  
Genç doktor şımarıklığın boyutlarını sorgulamadan “Hiç sorun değil. Elimizde yoksa da sizin istediğiniz ürünleri temin ederiz. Ben şimdi hemşirelere söylüyorum güzellik uzmanlarımız sizinle ilgileniyorlar. Kolunuzdaki ve omzunuzdaki sargıya dikkat etmelerini tembihleyeceğim. Ağrınız var mı?”  
“O kadar hap yutunca anlamıyor insan!”  
“Sivri dilinizden kurtulmak için odadan kaçsam kızmazsınız değil mi?”  
Sedef, gereksiz yere doktora çattığının farkında üzgün ve masum bir bakış atıp gülümsedi. “Kaçın tabii, ben korkuncum.” diyerek adamın da gülümsemesine neden oldu. Genç adamın kırılmadığından emin olunca da rahatladı. “Kusuruma bakmayın bu kadar şımarık değilim ama sanırım üst üste gelen olaylar sinirimi bozuyor.” 
“Kusur denecek bir şey yok. Şımarıklık derseniz benim evdeki şımarığı getiririm neye uğradığınızı şaşırırsınız.” 
“Kızınız mı var? Kaç yaşında?” 
“Üç yaşını doldurdu.” 
“Allah bağışlasın. Tam şımartılacak ve eğitilecek yaşları. Dengesi önemli. Benim için öpün onu.”
  
Daha fazla konuşacak konuları olmadığı için diğer bekleyen hastalarına bakmak üzere ayrılırken gülümsüyordu doktor.  
  
Bir saat sonra Sedef kendisini çok daha iyi hissediyordu. Saçları, başındaki darbe alan noktaya son derece dikkat edilerek yıkanmış, yine aynı özenle kurutulmuştu. Tırnaklarına manikür yapılmış, kırılan tırnakları düzeltilmişti. İstediği koyu bordo oje sürülmüştü.

Bakımını yapan genç kadın, biraz da makyaj yapmayı önerdi. Morali düzelen Sedef, kadının isteğini kırmadı. Hatta eğlenmek için ilk önce müzik kliplerinde gördüğü bir makyajı istedi. Gözlerinin üstüne sürülen gümüş rengi far, şakaklarında devam ediyor saç diplerinde bitiyordu. Gözlerinin altına kalın siyah kalemler çekilmiş, farı ile aynı üçgen şekle sahip allıklar ile yanakları boyanmıştı. Dudaklarına da gümüş rengi ruj sürülmüştü. Aynada kendisine bakan Sedef, başındaki ağrıya aldırmadan gülmeye başladı. 

“Çok yeteneklisin. Bu makyaj ile hasta birini bile uzaya yolladın.”  
“Teşekkür ederim. Resim çekeyim mi?”  
“A bak çok iyi olur. Telefonumla çekelim.” Yeni gelen telefonu ile henüz fotoğraf çekmemişti. Hemen komodinin üstünde duran telefonu uzattı. Genç kadın birkaç poz çekti. Sedef, kendisini keyiflendiren kadını yanına çağırdı. Yatağa oturmasını istedikten sonra yeniden fotoğraf çekti.  
“Çok güzel çıktık. Sana da yolluyorum.”

Yaptığı makyaja bakıp gülümsedi. Gerçekten uzaylılara benzemişti. Doktorun biraz şımarıklık yapabilir diye uyarmasıyla tedirginlik hissetmişti. Oysa hiç de öyle biri değildi. Hasta hallerinden anlamayan doktorlara söylenip yeni makyaj için hazırlıklarına başladı.   
“Sedef hanım, bunu silip başka makyaj yapalım mı?”  
“Evet, silelim artık. Biri görürse korkacak.” Yüzünde çok farklı bir ifade vardı. Daha sözü bitmeden kapı çalındı ve sessiz olmaya çalışan biri tarafından açıldı. İkisi de merakla gireni bekliyordu.  
“Aman Allahım” diyerek kendini dışarı atan hemşire ikisini de çok güldürmüştü. Bakım yapan genç kadın kapıya doğru seslendi “Sultan hemşire gelebilirsiniz. Uzaylımız yüzünü siliyor.”

Kapı yeniden açıldığında içeri giren az önceki hemşire değil, Fırat Çetin idi! Sedef, onu görmenin şaşkınlığı ile yüzündeki makyajı unuttu. Bu adam bir iki yanılmadan sonra kendisini Mine ile hiç karıştırmamıştı. Hatta Sedef, Mine'ye ikisini karıştırıp karıştırmadığını bile sormuş, Mine, hiç öyle bir şey olmadığını söylediğinde de çok şaşırmıştı. O an kendisine nasıl hitap edeceği çok önemliydi. 

“Merhaba! Seni bu kadar iyi göreceğimi tahmin etmiyordum.”  
“Merhaba. Teşekkür ederim. Daha iyiyim.”  
“Şey sanırım bir karışıklık varmış. Sen Sedef misin, Mine mi?”  
Sedef, yine hayal kırıklığı yaşadı. Bunca zaman karıştırmayan adam şimdi neden böyle bir soru sorma gereği duymuştu? ”Sence?”  
“Bence... sanırım Sedef’sin. Yoksa Mine misin?”  
İçini sinirle çekip yüzünü asarak yanıtladı adamı, “Ben Sedef'im. Daha önce hiç yanılmamıştın. Şimdi neden sorma gereği duydun?”  
“Daha önce hep bana sanki farklı bir ifade ile bakan sen oluyordun. Ama şimdi soru dolu gözlerle bakınca ben de emin olamadım. Hemşireler sana Mine Söğüt diyor biliyorsun değil mi?”  
“Ne yazık ki ciddi bir problem var ortada. Çünkü Mine kendisini ben sanıyor. Asıl onun kontrollerden geçmesi lazım. Ama ikna edemiyorum. Neler olduğunu da anlamıyorum.”  
“Sanırım kaza sonrası travmalarının açıklanamayan tarafları bunlar. Umarım kısa sürede sorun kalmaz. Kazayı Amerika’dayken duydum. Çok üzgünüm, hemen gelemedim. Dün döndüm. Daha önce yanında olmak isterdim.” Fırat, samimiydi. Bunu hissedebiliyordu. Yine de kendisini tanımamış olmasının hayal kırıklığını yaşıyordu. 
“Ne kusuru? Gelmek için vakit ayırman bile çok ince bir davranış.” Hem de yılbaşından sonra aralarında bir şey olmamasına rağmen gelmek için çabalamış olması mutlu etmişti. Samimi olduğunu sesinden anlıyordu.  
Şey... Baban için çok üzgünüm. Başın sağ olsun. Söyleyecek söz bulamıyor insan.” Kısa süre önce tanışmış ve çalışmaya başlamış insanların samimiyeti ölçüsünde bir üzüntü vardı sesinde. Sedef o sesin ne düşmanlık taşıyanların gizlemeye çalıştığı soğukluğu, ne de yaltakçıların gereksiz samimiyetini taşımadığının farkındaydı. Her iki durum da midesini bulandırırdı. Yaşanacak süreçte böylelerini de görecekti, biliyordu.
  
“Teşekkür ederim. Sanırım ilaçlar yüzünden henüz babamın kaybına gerekli tepkileri veremiyorum. Biraz ağlıyorum ama kısa sürede sakinleşiyorum. Doktor ilaçların böyle yaptığını söyledi.”  
“Bence iyi olmuş ilaçların sakinleştirmesi. Yüzündeki makyaj da sakinliğin neticesi mi?” Konuyu değiştirmek ve o hüznü dağıtmak istemişti belli ki.  

Sedef, yüzündeki uzaylı makyajını anımsayınca çok utanmıştı. “Çok canım sıkılmıştı. Doktorum saçımı yıkatmayı önerdi ama biz biraz ileri gittik. Hem zaten şimdi çıkartacaktık makyajı, değil mi...? Pardon, ismini sormamışım.”

“İsmim Ayla, Sedef Hanım. Yani siz Sedef Hanımsınız değil mi? Hasta kartınızda Mine yazıyor ama!” Az önce konuşulanlardan sonra bu kızın hasta olmadığını doktorların nasıl anlamadığına şaşmıştı. Gayet aklı başında konuşuyordu.  
“Ben Sedef'im. İnan Ayla, yanlış insanı burada tutuyorlar. Aslında yatması ve tedavi olması gereken kendini ben sanan kardeşim.” Artık bu karışıklık komik mi geliyordu? Gülmeye başlamıştı bunları söylerken. Ya da belki Fırat’ın orada olması hoşuna gittiği için böyle gülümsüyordu!  
“Sizi ayırt etmek neredeyse imkansız sanırım. Sizin kadar benzeyen ikiz görmemiştim.”  
“Bizim ailede biz ilk değiliz. Babamın annesi de ikizmiş. Onları da kimse ayırt edemezmiş. Ama onlar erken ayrılmış birbirinden. Babaannemin kardeşi hastalanmış ve on sekiz yaşında ölmüş.”
Kendilerini de ölüm ayırmış olabilirdi. Tüm karmaşaya rağmen yine de şükrediyordu, ikisi de sağ ve iyiydi.  
“Üzüldüm. Neyse ben daha sonra geleyim ve makyajınızı sileyim.” 
“Sil de git bence. Biraz tuhaf gözükeceğim ama Fırat Beye şu halimle bakmaktan daha iyidir.”  
“Benim için sakıncası yok. Biraz tuhaf olduğunu kabul ederim ama bu halinle de çok güzelsin.” Bu adam kur mu yapıyordu? ‘Sanmam’ diye düşündü, sadece hasta birine moral vermek için konuşuyordu. 
“Teşekkür ederim. Ayla, sen yine de sil. Doktorlarla hemşireler korkmasın.” 
“Az önce bana odanı gösteren hemşirenin neden öyle kaçtığını anladım şimdi. Haklısın silinmesi daha iyi olacak!”  
Sedef, temizleme losyonu ile yüzünün silinmesini bekledi. O sırada kafasını diğer tarafa dönmüş yüzündeki renk karmaşasının yok olmasını bekliyordu. Ne zaman ki Ayla, “Tamam artık dünyaya döndünüz” dedi, gülen yüzü ile Fırat'tan tarafa kafasını çevirdi. 

Fırat, temizlenmiş ama biraz kızarmış yüze baktı ve “Yeniden merhaba” dedi. Bu sırada güzellik uzmanı eşyalarını toplamış ve odadan çıkmıştı.
  
“Merhaba. Şimdi çok daha iyi sanırım.”  
“Kesinlikle ama az önceki Venüs prensesini de tanımak ilginçti. Ne zaman çıkıyorsun buradan?”  
“Bilmiyorum. Bir şeyim yok ama tutup duruyorlar. Bir de ilaç veriyorlar. Sakinleşmem lazımmış. Ben sakinim zaten. Evet, babamı kaybettim ve çok üzgünüm ama bunu bile normal yaşayamıyorum. Evime gitmek, mezarını ziyaret etmek, onunla dertleşmek istiyorum.”  
“Hastaneden çıkınca ben götüreyim mi seni babana?” Teklifi yapan da duyan kadar şaşkındı.
“Zahmet vermeyeyim?” İlk aklına gelen itiraz etmekken istediğini belirten cümle kurmasını kafasının karışıklığına veriyordu.
Fırat gülümseyerek yanıtladı. “Zahmet olmaz. Aksine çok memnun olurum benimle gitmenden. Tabii Mine ve annen de gelebilir istiyorlarsa.”
Sedef, az önceki şüphesinin biraz daha derinleştiğini hissetti. Sanki farklı bir ilgi vardı sesinde. “Annemin geleceğini sanmam. Babamla hiç hoş olmayan bir boşanma yaşadılar ama Mine gelir.”  Annesinin nafaka ve tazminat için televizyon kanallarının magazin programlarında dolaştığı günleri hatırlayınca yine sinirlendi. Bir iki saat önce yaşanan saçma sahne ise kadının değişmediğinin kanıtıydı. Şu an yanlarında olması ve kendilerine iyi davranması gerçek yapısını unutmasına yetmiyordu. Boşanma zamanında yaşanan daha çirkin olaylar vardı ve bunların kızlardan gizlendiğini iki kardeş de biliyordu. Kardeşi ile annesinin tavırları üzerine özel bir konuşma yapmalıydı. Kardeşinin de aynı şekilde düşündüğünden emindi.

“Tamam, o halde anlaştık, en kısa zamanda ikinizi de götüreceğim.” Fırat’ın cümlesinin sonunda kapı yeniden açıldı bu kez annesi ile Mine içeriye girmişti. Fırat Beyi odada görünce ikisinin de yüzünde şaşkınlık belirdi.  
“Binnur hanım, değil mi? Henüz tanışmadık. Ben Fırat Çetin, eğitim danışmanlık hizmetleri ile ilgili Necdet Bey ile bir süredir çalışıyorduk. Çok üzücü bir kaza. Başınız sağ olsun.”  
“Teşekkür ederim, Fırat Bey. Keşke daha iyi bir ortamda tanışsaydık.”  
“Ben de isterdim ama hayatın gerçekleri buna engel oluyor ne yazık ki.”  
“Doğru. Odaya girdiğimizde ne konuşuyordunuz? Kimi nereye götürüyorsunuz?”  
“Sedef ile Mine hanımı isterlerse babalarının mezarına götürebileceğimi söylüyordum. Araba kullanmaları şu aralar pek mümkün değil sanırım.”  
“Gerek yok, teşekkürler biz hallederiz. Hem zaten daha iyileşmediler, onların uzun yol yapması sakıncalı.”   
Sedef annesinin yanıtından kendisinin gitmeyeceğini anlayınca söze karıştı.  
“Fırat Bey için zahmet olmayacakmış. Ben hastaneden çıkar çıkmaz babamı görmeye gideceğim. Bir süre, bu ayak ve kollarla araba kullanamam. Mine için de uygun olmaz. Bu durumda birinin bizi götürmesi en doğrusu. Fırat Bey için uygun olmazsa bir başkası götürür. Ben hastaneden çıkar çıkmaz gidiyorum. ” Konunun tartışmaya kapalı olduğu sesinden belliydi.

Binnur, bu inatlaşanın Mine olduğundan emin olmuştu. Onun ters cümlelerine aldırmadan alttan alır gibi devam etti. “Kızım acele etmene gerek yok. Mezarına gitmeden de babanla konuşabilir vedalaşabilirsin. Daha uzun yol yapacak kadar iyi değilsin.”

“Bir şeyim yok benim. Doktor iyi olduğumu söyledi. Tamam, daha fazla uzatmayalım.”  

Fırat, gerilen ortamdan çalan telefonu ile kurtulduğu için şanslı hissetti kendisini. Ekranda yardımcısının adını görünce hemen açtı. “Efendim Ayça?” Diğerlerini rahatsız etmemek için camın önüne doğru yürüdü. Kısık sesle konuşmaya devam edince üçü de önemli olabileceğini düşünüp kendi aralarında konuşmaya başladı. 

Görüşmesi biten Fırat, tekrar odaya doğru döndü. “Rahatsız etmezse Ayça da sizi ziyaret etmek istiyor. Hastane uygun olur mu? Yoksa evde mi ziyaret etsin?” 

“Hiç fark etmez. Ama eve çıkınca gelirse hastane ortamından daha iyi olabilir.” Sedef, bu kadarla yetinmeyip devam etti. “Birlikte gelirsiniz. Senin için de sakıncası yoksa seyahat planlarımızı daha rahat konuşuruz.” Sedef, annesinin kalkan kaşlarına aldırmadan planlarını yapmıştı. Binnur’un tavırlarından yeni şeyler ortaya atacağını anlamak güç değildi. Mine’nin ne düşündüğü anlaşılmayan yüzü asılmıştı. Annesi olmasa konuşacaktı kardeşi ile. Niye gelmişti acaba? Evde kalabilirdi. O bunları düşünürken Fırat da teklifini yanıtlıyordu. “Çok memnun olurum. Evet, rahat rahat yolculuğu da planlarız.”  

Binnur, bu konuşmanın gidişinden memnun değildi ama sesini çıkartmadan dinledi. Kendisini ikinci kez tersleyen kızının Mine olduğundan emindi artık. Üstelik inat etmekten de çekinmiyordu. Sedef olsa kesin şimdiye alttan almıştı. Böylece ayağında sargı alnında daha büyük yara olanın Mine olduğuna karar vermişti. Demek ki Sedef başından beri haklıydı!

Bir şeyler içme teklifini kabul etmeyen Fırat izin isteyip odadan çıktı. Mine, kapanan kapıya bakan Sedef'e döndü. “Fırat ile ne zamandır bu kadar yakınsınız siz? Az önce bir şey demedim tartışma uzamasın diye ama niye o götürüyor bizi?”

“Yakın değiliz, sadece kibarlık yapıyor. Arkadaşlığı keyifli, yol için ondan iyisini bulmak zor.”  

Binnur, kızlarının arasındaki konuşmaları takip etmemiş, her zamanki gibi kendi düşüncelerine dalmıştı. Bu adamda hoşlanmadığı bir şey vardı. Kızlarından uzak durmasını nasıl sağlayacağını düşünmeliydi. Kılçık atmakla başladı işe. “İş yapan biri olarak, fazla yakınlık kurma çabasında. Ardındaki niyetinin ne olduğunu bilmeden böyle insanları kendinize yaklaştırmamanız gerekir.” Sonra cama doğru yürüyüp dışarı bakarken onların duymasını sağlayan, içindeki şüphe tohumlarını odanın her yanına serpen sesi ile mırıldandı. “Fazla yakın!”


*****  


Ronald Creig, zengin kahvaltı masasındakileri tabağına koyarken bir yandan da telefonun hoparlöründen konuşuyordu. “Durum nedir?”
  
Bir saat sonra David Massey’e son durumu aktaracağı bir görüşme yapacaktı. Güzel haberler duyacağını düşünüyor, keyifle tabağındaki yumurtayı bölüyordu.  

Karşıdan gelen ses, ağzının içinde mırıldandı. “Her şey karıştı.”

“Ne demek her şey karıştı?” Bu işe başladıklarından beri tek bir iyi haber alamadığı gerçeği yine kara bir bulut gibi kapladı odayı. Neredeyse o madenin lanetli olduğuna inanacaktı.

Ses yine tereddütle konuşmaya başladı. Sanki söylediği her şeyin kendi hatası olduğunu saklamaya çabalar gibiydi. “Esra Söğüt… Komada ama hala hayatta ve bebekler de yaşıyor. Bu durum devam eder de doğarlarsa mirasçı olarak onlar da dahil edilecek. Vasi tayini olana kadar her şey askıda kalacak.” Kısa bir an sustu. Telefonun diğer ucundan porselene çarpan metal sesi gelmişti kulağına. Derin bir nefes daha aldı. Şimdi söyleyeceğini tahmin bile etmiş olamazdı. “Daha önemli bir sorunumuz var. Vasiyet henüz okunmadı ama aldığım bilgiye göre Necdet Söğüt, yeni düzenleme yapmış. Her türlü taşınmazın satışında kızların aynı kararı vermemesi durumunda satış yapılamayacak. Biliyorsun bazı mallarını sağlığında iki kızına bölüştürmüştü. Şimdi iki tane daha bebek var ve baba kızlarına bölüştürdüğü taşınmazları geri alamayacağı için kardeşlerinin de faydalanacağı şekle sokmaya çalışmış. Onlar itiraz etmezse bu hali ile onaylanır ve ikisinin birlikte karar vermesi şartı işleri biraz daha karıştırır. Bu hem şahsi mal varlıkları, hem babadan kalacak olanlar hem de şirket üzeninde olanlarla ilgili. Şirkette iki kardeşin… pardon, dört kardeşin ortak kararı olmadığı durumlarda yönetim kurulunun kararı çoğunluk esasına dayalı olacak.”

“Ne kadar saçma maddeler bunlar! Emin misin? Nereden öğrendin?”
“Son halinden emin olmayan bir avukat sekreteri konuştu diyelim. Diğer kız da uyanınca açılacaktır vasiyet. Fakat son halinin böyle olduğunu, daha sonra değişiklik yapılmışsa da haberinin olmadığını söyledi. Bir de, bundan sonra alınacak mallar eğer şirket bünyesinde olmayacaksa bu maddeden muaf olacak, şirket üstüne alınan her şey yine bu yine maddeye göre satılabilecek.”
“Şu an o madenler her kimin üzerindeyse hem onun hem de diğer kardeşin imzası alınacak, ikisinin anlaşmamasında da yönetim kurulunun salt çoğunluğuna bakılacak öyle mi?”
“Evet, tam da özetlediğin gibi.”
“Peki neden kızlar karıştırıldı? Bu saçmalık kimin kabahati? Gerçi karıştırdınız mı, kızlardan biri gerçekten hafızasını mı kaybetti bilemiyorum. Şu an karıştırılmaları da sorun olmaktan çıktı. Sadece birinin diğerini ikna etmesi için kullanacağız.”
“Doktorlar bir sorun yok diyor. Hafıza kaybı ihtimali düşük. Kızların karışmaması mucize gibi bir şey, herkes karıştırıyor. Ama asıl sorun ailenin korumalarının karıştırması olmuş. Evden çıkarken arabayı Sedef Söğüt kullanıyormuş. Sonra Mine Söğüt geçmiş direksiyona ve adamlar bunu bilmedikleri için yaralandıklarında sağlık ekibine arabayı kullananın Sedef Söğüt olduğunu söylemişler.” Anlatırken bile yorulmuştu. “Bize Sedef olduğu söylenen kızın Mine olduğu sonradan ortaya çıktı. Kız da kendisinin Mine olduğunu söylemeden dinlemiş! Ona her türlü tehdidi savurduktan sonra  pardon sen değil kardeşin ile yapacağız bu görüşmeyi diyemezdik. Ama artık Mine bu oyunu devam ettirmek zorunda olduğunu çok iyi biliyor. Ara sıra telefon açıp kendimizi anımsatıyoruz. Dün yolladığımız çiçekler de onu çok mutlu etmiştir.” 
“Korktuğundan emin olun. O en kısa sürede kardeşini de imza atmaya ikna edecek ki herkes rahat etsin.”   
“Adamlarımız gerekli noktalarda işlerine devam ediyor. Düzenli olarak rapor alıyorum. Şu an sorunsuz ilerliyoruz. Önceliğimiz kendi istekleri ile imza atmaları. Olur da bunu başaramazlarsa o zaman diğer planlarımızı devreye sokacağız.”  
“Aylardır bu işle ilgileniyoruz. Yasa çıkmak üzere. Olur da biz işi bitirmeden çıkarsa, kızları satmaya ikna edemeyebiliriz. Bence  artık daha hızlı olmalıyız.” 
“Çok hızlanırsak, birilerini uyandırabiliriz. İnanın bu yöntemle çok daha başarılı olacağız. Türkiye’de bürokrasi en zor aşılacak konu. Bu da bize zaman kazandırıyor. Biz gerekli düzenlemelerimizi bitirene kadar bürokrasiyi de aşacağız. İçiniz rahat olsun.”  
“Umarım başka kimsenin canı yanmadan çözülür.”  
“Mine, çok korkuyor. İmzayı atacaktır. Atmazsa ikisini de yok ederiz, annelerine geçer tüm hakları. Biz de o kadından alırız ama o zamana kadar madenlerin değeri şu anın en az on katına çıkar.”  
“David o madenleri şimdiki fiyatından istiyor. Sokağa para atacak biri olmadığını en iyi senin bilmen lazım.”  
“Biliyorum.”
“Bu Esra Söğüt’ün dayanma ihtimali ne? Bebekler doğabilir mi?”
“Çok çabalıyor hastane. Biraz prestij olarak algılıyorlar. O bebekler yaşarsa isimlerini herkese duyuracaklar.”
“Bir şey yapılamaz mı?”
“Yoğun bakımın önünde 7/24 nöbetçi var. Asla boş kalmıyor ve belli kişilerden başka kesinlikle içeriye birini almıyorlar.”
“Yakalanma riskine giremeyiz. Tamam bırakalım anne yaşamaya ya da ölmeye karar versin.”

Hattın ucundaki ses rahatlayarak nefesini verdi. Daha fazla cinayete alet olmak istemiyordu. Telefon kısa vedanın ardından kapandığında, hattın ucundaki genç adam ‘sokağa atılacak’ olan para miktarını düşündü. Milyar dolarlarla ölçülecek kazançlar için bir kaç milyon doların ne önemi vardı? Üstelik can alacak kadar ileri gitmişken? Yeni bir cinayet planlamak istemiyordu. Ekibindekilerin yarısı önceki kazanın onun planı olduğunu bilirken hapse girmemesi için onları da idare etmesi gerekiyordu. Yeni cinayetler, yeni riskler demekti. Üstelik ne o komadaki kadını ne de iki kızı aynı anda yok etmesi söz konusu değildi.

Önemli nokta buydu. Aynı anda öldürmeye gerek yoktu. Birini öldürmek ve diğerini satmaya mecbur etmek en kolay plan olarak aklına yatmaya başlıyordu. Zaten en az bir kişinin ölümünden sorumluydu. Bu sayının her an dörde çıkması mümkündü.


Beşinci… Ha bir eksik ha bir fazla…  

2 yorum:

  1. Hııımmmm birazbeyşn fırtınası yapmak gerekiyor .... IP ucu gibi görünen şey gerçekten ip ucumu?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bir gün o tüm ipuçları yazım olur. Ya masumiyetin ya kabahatin ipucudur onlar

      Sil