17 Şubat 2016 Çarşamba

KORKUTAN MİRAS 24. Bölüm

Odasının kapısı açılıp içeriye iki erkek girdiğinde genç kız korku ile yastıklarına doğru gerilemişti. Öndeki adamın gösterdiği polis kimliği ile biraz rahatladı.  

“Merhaba, geçmiş olsun. Ben Mesut Kafkas, arkadaşım da Hasan Taçbaş. Biz cinayet masasından geliyoruz. Size bir iki sorumuz olacak. Doktorlarınız ile görüştük bir sakıncası olmadığını söylediler. Sizin için de uygun mu?”  
“Cinayet masası mı? Kim öldürüldü?”
“Sakin olun. Sadece araştırma yapıyoruz diyelim. Babanızın kazası hakkında bir iki sorumuz olacaktı.”
“Babamın kazası ile cinayet masasının ilgisini anlamadım.” Bal gibi de anlamıştı. Polisler umudu olabilir miydi? Hayır, aksine kardeşinin ölüm emri olurdu. Onlar mutlaka geçmişteki olaylarla bağlantı kurmuş olmalıydılar.


Biraz sakinleşmiş bir ifade ile inceledi sivil giyimli polisleri. İkisi de kırklı yaşların başında gözüküyordu. Kendisi ile konuşan Mesut biraz iri yapılıydı. Arkasında ayakta duran ve elindeki not defterine bir şeyler yazan ise daha ince ve uzundu. İkisinin de siyah saçları vardı ve aralarda tek tük kırlaşmış teller göze çarpıyordu. Adamların başında dikilmesinden rahatsız olunca, “Buyurun memur bey. Oturabilirsiniz.” diyerek koltukları gösterdi.

Mesut Kafkas, tekli koltuğu yatağa yaklaştırdı. Hasan Taçbaş ise camın önündeki koltuğa oturmayı uygun buldu. Mine sorulara nasıl yanıt vermesi gerektiğini biliyordu. Çünkü onunla konuşan sahte doktor polislerin geleceğini söylemişti. İkisinin de kibar baş sağlığı dileklerinden sonra görüşme başladı. 
  
“Öncelikle adınızla başlayalım.”  
“Ben… Sedef Söğüt.”  
“Kaza anını hatırlıyor musunuz?”  
“Bir saat kadar öncesinde anımsamıyordum ama artık sahneler kopuk kopuk geliyor gözümün önüne.” Bunu bilinçli olarak söylemişti. Çünkü kendisine açık kapılar bırakmak istiyordu.   
“Sedef hanım, kaza olduğunda aracı siz mi kullanıyordunuz?”  
“Evet.”  
“Necdet Beyin aracını?”  
“Babam kullanıyordu.”  
“Çok süratli olduğunuz söyleniyor. Hep süratli mi kullanırdınız arabayı?”  
“Her zaman değil. Babam hızlıydı, ben de ona yetişmek için biraz daha süratliydim. Fakat kaza sırasında ikimizin de sürati fazla değildi. Yoldaki asfaltın kötü olduğunu, mıcırlı bir yol olduğunu anımsıyorum. Babam da o yüzden süratini düşürmüştü.”  Bu doğruydu. En çok belki yüz kilometre ile yol alıyorlardı o sırada. Şu ana kadar tek yalan ile idare etmişti.

“Babanızın arabasına çarpan kamyonu gördünüz mü?”  
“Evet. Çok eski, rengi bile anlaşılmayan arka kasasının bir kısmının kırık olduğunu gördüğüm büyük bir kamyondu. Tek anımsadığım bu.”  
“Kamyon süratli miydi?”  
“Sanırım. Soldaki köy yolundan bir anda fırladığını gördüm.”  
“Peki, o anın hemen öncesine dönüp o kamyonun o yan yolda hareket halinde olup olmadığını anımsayabilir misiniz?”  

“Nasıl? Anlayamadım!” Bu yanıt gerçekti. Polis memuru, ne demek istediğini daha açık ifade etmesi gerektiğini biliyordu. “Sedef Hanım, o kamyon gerçekten yola çıkarken kaza sonucu mu babanızın cipine vurdu? Yoksa kasıtlı olarak bekleyip tam araç geçerken mi yola fırladı? Buna dair bir bilginiz var mı? O ana geri dönerseniz hatırlayabilirsiniz.”  
“Anımsamıyorum. O ana dönmek istemiyorum.”  Bu da gerçekti. O anları bir daha düşünmek, anımsamak ve anlatmak dünyanın belki de en güç işiydi. Sonrasında değişen hayatı ise başka güçlükler getiriyordu.

“Sizi çok zorlamak istemiyorum. korumalarınız ile de görüştük. Onlar kamyonu sizin kadar bile tarif edemediler. O yüzden sizin anımsamanız çok önemli.”  
“Anladım. Ama dediğim gibi şu an size söyleyecek bir şeyim yok. Belki daha sonra anımsarım.”  Belki daha sonra anımsamayacak ama daha iyi yalanlar bulabilecekti. Ne çok detaylı, ne de çok sade. Polisleri ikna etmeye yetecek kadar...

Mesut Kafkas, genç kızın dolan gözlerine bakıp konuyu değiştirdi. “Babanız tehdit edilmişti. Dosyanın kapatıldığını, yeni tehditler olmadığını öğrendik. Gerçekten yeni bir tehdit yok muydu, Yoksa babanız polise başvurmak mı istemedi?”
“Tehdit edilmesinin üzerinden epey zaman geçti. Hatta ilk önce silahlı saldırı yaşamıştı. Sonra tehdit geldi. O kadar fazla tedbir aldı ki sonunda kimse bir şey yapmadı. Silahlı saldırı ile tehdidin aynı kişi tarafından yapıldığını düşündük. Çünkü arkası gelmedi tehditlerin. Bir ihtimal babam bize bahsetmedi. Bu konuda Mert ya da Ali daha iyi bilgi verebilir.”
“Onlarla görüştük. Pekala, babanızın o ilk tehdidi kimden aldığına dair sizin bir fikriniz var mı?”
“Ben niye tehdit edildiği konusunda bile bir fikir sahibi değilim. Çok çekişmeli ihaleler son yollarda pek olmadı. Çekiştiğimiz rakiplerimiz aynı zamanda aile dostlarımızdır. Bugün biz, yarın onlar bir iş yapar ve ortak havuzdan kazanmaya devam ederiz.”
“Son bir yıl içinde yeni birileri piyasaya girmiş olabilir mi? Sizlerin kazancınızda pay sahibi olmak isteyen biri?”
“Elbette olabilir. Yine de benim bildiğim böyle bir tartışma, rekabet olayının yaşanmadığı!”

“şirketten çıkartılan birisi babanızı öldürmek isteyebilir mi? Geçmişteki tehditler için son bir yılda ayrılanların araştırması yapılmıştı. Sizin anımsadığınız daha eski yıllarda olaylı işten ayrılan birileri var mı?”
“Hayır, gerçekten kabahati olanlar hariç bizden kimse öylesine işten atılmaz. Herkesin kendini savunma hakkı vardır.”
“Anladım, peki Nazif Değirmenci hakkında ne söyleyebilirsiniz?”
“Babamın tuttuğu korumalardan biriydi. Sessiz sakin işini yapan bir çalışandı. Eve şarbon gönderildiğini sandığımız günden beri kendisini hiç görmedim. O olabilir mi?”
“Olması için bir neden var mıydı?”
“Dedim ya, son derece sakin ve sessiz biriydi. Babamı öldürmek isteyecek nasıl bir şey olmuş olabilir, düşünemiyorum bile.”

“Bu sorum için beni affedin, bu adamın size, kardeşinize ya da babanızın eşine karşı saygısız bir tavrı olmuş muydu? Belki de yanınızda çalışanlardan birine?”
“Hayır, hiç sanmıyorum. Bizden birine olmadığından eminim ama evdekilere de olsa bir şekilde bizim de kulağımıza gelmesi gerekirdi.”
“Biz yine de evdekilerin de ifadesini alalım. Şu an elimizde Nazif Değirmenci’den başka şüpheleneceğimiz kimse yok. Onun da temize çıkması durumunda bu olayın kaza olduğunu belirtip dosyayı kapatacağız.”

“Tamam, siz işinizi yapın. Ben de bir şey anımsarsam size iletirim.”
“Birkaç sorum daha olacak. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”
“Sizi dinliyorum.”

“Esra Söğüt… Babanızın ikinci eşi. Ailesinin maddi durumu ile ilgili edindiğimiz bilgiler, annesinin, eşinden emekli maaşı aldığı, oğlunun bir şirkette çalıştığı yönünde. Babanızla Esra hanım arasında hiç para konusunda tartışma oldu mu?”
“Yani, Esra babamdan para istemek yerine ölmesini istemiş olabilir mi diye mi soruyorsunuz? Bu çok yakışıksız bir soru değil mi? Esra mucize olursa hayata dönecek ve kimse o mucizeyi bile beklemiyor. Ayrıca istediği an kullanabileceği milyonlarca lirasının olduğu hesapları vardı. Ne Esra, ne ailesi bu imayı hak etmiyor.”
“Bu konuda gerçekten bu kadar rahat mısınız?”
“Evet, inanın çok rahatım. Ne Esra, ne de ailesi için tek bir saniye bile kötü şeyler düşünemem. Şu an onların durumu bizden de kötüdür. Sizden de ricam, özellikle annesi ile asla bu tarz sorularla konuşmamanız. Suat belki daha sakin karşılayabilir. Yine de sormanıza bile gerek yok.”

“Anlıyorum. Peki, son sorum, anneniz ile ilişkileriniz hakkında edindiğimiz bilgiler pek yakın olmadığınız yönünde. Babanızın ölümü ile ilgili menfaati söz konusu mu?”
“Hayır. Babamın ölümünden onun hiçbir çıkarı olmazdı. Ama…”
“Ama?”
“Ben ya da kardeşim ölmüş olsaydık o mirasçımız olacaktı.” Bu cümleyi söylerken içinde bir şeylerin kırılıp döküldüğünü hissetti. Annesi böyle bir şey planlamış olamazdı değil mi? Bu kadar büyük bir hainliği o bile yapamazdı. Yine de düşündüğünü söylemişti işte!
“Pekala Sedef Hanım. Biz biraz daha araştıracak ve olayın kaza olup olmadığını netleştirmeye çalışacağız. Elbette çarpan kamyonun yakalanması en iyi sonucu verecektir. Her ne anımsarsanız lütfen bizi arayın. Sizi daha fazla yormayalım. Bilgiler için teşekkürler.” Cebinden çıkarttığı bir kartı komodinin üstüne bıraktı.
“Siz kaza olmadığını düşünüyorsunuz değil mi? Yani şehir dışında, böyle bir şeyin ayarlanması mümkün mü?”

“Babanızın aşırı tedbirli olması, önceki olaylar ve çarpıp kaçan kamyon! Siz olsanız kaza der miydiniz? Ayrıca büyük şehirlerde sizin kullandığınız yollarda adım başı ya şirket kameraları ya mobeseler var. Şehirler arası yollarda ışıklandırma bile yok. Hangi kameraya yakalanacak? Özellikle bu beklenmiş olabilir.”
“İyi ama biz bu ziyareti yıllardır helikopterimizle yapıyorduk. Esra, altı aylık hamile olduğu için doktoru gitmemesini söyledi. O uzun süre bir daha gidemeyeceği için babamın ona aldığı çiftliği de görmek istedi. Yani hem dedemin ölüm yıldönümü hem de inşaata bakmak için araba ile yola çıkıldı. Biz de o araçta olacaktık. Esra uzanır dedik, biz kendi aracımızla rahat gezeriz dedik. İki ayrı araçta yola çıktık. Tüm bunları bilen, nereden geçeceğimizi, hatta kaçta geçeceğimizi bilen birisi olması gerekmiyor mu? Yani bizden biri yaptı bunu o zaman!”

“Sizden biri derken?”
“Ben ya da kardeşim değil elbette. Ama yola kaçta çıkıp nereden kaçta geçeceğimizi az çok bilen birileri olmalı. Babamın yakın korumaları, biz ve…”
“Evet, başka kim biliyordu?”
“O olamaz.”
“Kimden bahsediyorsunuz?”
“Yiğit Uçar. Holdingin genel müdürlüğünü yürütüyor. Babamın sağ koludur.”
“O niye biliyordu ne zaman nerede olacağınızı?”
“Çünkü biz şirkette konuşurken yanımızdaydı. Sonra sabah evden çıkmadan babam ile telefonda konuştular ve görüşme bitince yola çıktık.”
“Yani tam çıkış saatinizi biliyordu.”
“Evet…” İçi parçalanıyordu. Yiğit yapmış olamazdı. Hem niye yapacaktı? Babasından ne istiyordu? Hiçbir şey. Gözü şirkette olsa kendisi ile ilişkiye girmesi daha mantıklı değil miydi? Böylece istediği gibi davranabilecekti. Öldürmekle eline geçecek bir şey yoktu. Bu son düşündüğünü polise söyledi.
“Elbette nedeni olmayabilir. Yine de sorgulayacağız kendisini. Elbette tüm korumalar da bir kez daha sorgulanacaklar.”

“Anladım. Sanırım bu olaydan sonra etrafımızda çok kişinin kalbini kırmış olacağız.”
“İnsanlar suçsuzsa gönüllerini alırsınız. Suçlularsa cezalarını çekerler. İçiniz rahat olsun.”

Haklıydı. Mutlaka içeriden birisi yardım etmiş olmalıydı. İyi ama kim?
Mesut ayağa kalktı, elini uzatıp genç kızın elini sıktı. “Babanız sevilen bir iş adamıydı. Elbette dostu kadar düşmanı da olabilir. Biz kaza ihtimalini elemeden cinayet şüphesi ile dosyamızı açık tutacağız. Kız kardeşiniz uyandığında onunla da konuşacağız. Siz bu arada kesinlikle bizimle konuştuklarınızı gazetecilerle paylaşmayın. Kaza olarak kalsın.”  
“Elbette.”  

İki sivil polis odadan çıktığında genç kız büyük bir rahatlama hissetti. Cinayet olduğunu zaten biliyordu. Sadece bunu kimseye söyleyemiyordu. Polis işini kendisi yapar ve cinayet olduğunu bulursa bu kendilerine yönelik yeni tehdidi de ortadan kaldırabilirdi. İçinde bulunduğu süreci akıllı kullanabilir miydi? Kime güvenebilirdi? Şu an hayatta olup güveneceği tek kişi kardeşiydi. Onun da bir an önce uyanması ve iyileşmesi gerekiyordu. Fakat iyileşse bile onunla konuşmayacaktı. O, kendisi kadar sakin olmayabilirdi. Çünkü o konuşan doktor görünümlü pislik ile tanışmamıştı. Ona bile anlatmadan bir şekilde satış için ikna edebilmeliydi.

 Ailesinin başına gelenlere yeni cinayetler eklemek istemediği için susması gerekiyordu. Hayat gerçekten bir anlıktı… ve o hayatının artık tümden değiştiğini biliyordu.   

*****

   
Genç kız, huzursuz daldığı uykudan gecenin bir yarısı uyandı. Annesinin refakatçi yatağında yattığını görüp acı acı güldü. Bu kadının ne kadar hesapçı olduğunu biliyor olması ile böyle her fırsatta ispatlanıyor olması arasındaki ince çizgi yine canını sıkmıştı. Çok nadir kadının yüzünde bir pişmanlık izi görüyorlar, devamını bekliyorlar, her seferinde hayal kırıklığına uğruyorlardı. Bu kazayı da kullanacağını anlaması için medyum olmaya gerek duymuyordu.

Öz anneleri olması bazı gerçekleri göz ardı etmelerini gerektirmiyordu. Bu konuda babalarının kızlarına karşı kullandığı tek bir olay ya da sözü yoktu. Aksine onun iyi bir anne olduğunu söylerdi. Belki de babalarının söylediği tek yalandı bu!

Babasının neler çektiğini bilerek büyümüştü ikizler. Çünkü benzer ilişkileri iki kızı ile de yaşamıştı bu kadın. Önceliği kendisi olmuş, mutluluğu hep parada aramıştı. Necdet Söğüt, rahat yaşamasını sağlayacak gelire sahip bir aileden geliyordu. Aşkının da sahte olduğunu anlamak çok zor değildi. İkiz kızların ardından başka çocuk doğurmak istemiş, erkek bebek ile yerini sağlama alacağını tahmin etmiş ama babası buna mani olmuştu. Oysa hem çocukları severdi hem de oğlu olmasını isterdi ama istediği çocuğun annesi olarak Binnur’u bir daha düşünmemişti. Kızlarının doğumundan sonraki ilk iki sene neredeyse kızlarını aç bırakacak kadar duyarsız olduğu günleri boşanma avukatına anlatırken duymuşlardı.
Geçmişte, bebeklerine bile gereken sevgiyi göstermeyen annelerinin şimdi hastane köşelerinde ilgili sevecen ve üzgün anneyi oynuyor oluşu kabul edilir gibi değildi. Mutlaka hesapları vardı ve zamanla gerçek yüzünü ortaya serecekti.

Kardeşini düşündü. ‘Uyan artık, seninle konuşmaya ihtiyacım var’ Gözlerinin dolduğunu hissedince eline televizyon kumandasını alıp kanalları karıştırmaya başladı. Küçük ekranda gece yayınlarının kötülüğünü düşünerek haber kanallarına kadar ilerledi.

Sesi iyice kısmıştı. Sonunda gece haberlerinde babasının yaptığı kazanın görüntülerine denk gelmişti. Kendisinin çıkartıldığı arabanın halini de görünce kazaların ne kadar büyük olduğunu daha iyi kavradı. Babasının arabası tanınmayacak hale gelmişti. Kendi kullandığı araç da büyük ölçüde hasar görmüştü. Savrulduğunu anımsıyordu. O savrulmalar anında yol kenarında bir şeylere çarpmış olmalıydı. Görüntülerde kardeşi henüz aracın içindeydi ve buzlama yapılıyordu. Babasının içinde olduğu cipin uzakta olduğunu, etrafında büyük bir kalabalığın toplanmış olduğunu görebiliyordu.

Kaza sonrası görüntülerinin bir yerel gazeteden geldiğini söyleyen spiker ikiz kızların halen uyutulduğunu, durumlarının ağır olduğunu söylüyordu. Böyle bir haberde bile doğru bilgi veremeyen kanala küfredip başka bir kanala geçti. Halay çekenleri görünce kızdığı kanala geri dönüp haberin devamını dinlemek istedi ama yeni bir habere geçilmişti. Hastaneden çıktıktan sonra tüm görüntüleri izleyecekti.

Polislerin tavrı kaza değil cinayet diyordu. O görüntülerden belki de babasının aracına çarpan kamyonun izlerini bulabilirdi polis. Arar mıydı? Kendilerinin mi acaba cinayet şüphesi ile dava açması gerekiyordu? Bunları düşünürken aklına adamların kendisine söyledikleri geldi. Susacak ve ondan istenileni yapacaktı. İkizi ile şanslı olduklarını, hayatlarına devam etmek istiyorlarsa akıllı davranması gerektiğini üstüne basa basa söylemişlerdi. Bu durumda polis kaza olmadığını anlasın diye dua edecekti. Başka türlü bu işin peşine düşmelerini sağlayamazdı. Şansları varsa iyi polislerin eline düşmüş olurdu bu kaza(!).

Şans? Babası ve Esra kendileri kadar şanslı değildi. Akşam saatinde kontrole gelen doktorla bebekler için konuştuğunda aldığı yanıtlar çok umutsuzdu. Yaşayacaklarına dair olan umut, doktorun kesin olarak Esra’yı kurtarma imkanı olmadığını söylemesi ile yerle bir olmuştu. Anneyi kaybettikten sonra o kadar küçük bebeklerin kurtulması da bir mucize olur diyorlardı tek bebek olsa bir ihtimal vardı yaşaması için ama ikiz bebeklerin şansı azalıyordu. Gerek duyulması halinde bebeklerden birinin alınarak diğerinin yaşam şansının arttırılması gündemdeydi. Yine de son ana kadar bekleyeceklerdi.  
  
Kanalları karıştırmaya devam ederken başka bir kanalda bu kez cenaze haberlerini gördü. Tüm köy neredeyse oradaydı. İstemeden gitmeyi planladıkları köydeki akrabaları acılarının en büyük ortağı olmuştu. Bir yandan babasının cenazesini izliyor, bir yandan da göz yaşlarını siliyordu. Hıçkırıkların sesi  yükselince elini ağzına bastırdı. Annesinin uyanmasını bekledi ama kadın derin bir uykudaydı ve kızının ağlamalarını duymamıştı.

Ekranda bir an Yiğit’i gördü. Onun cenazede oluşunu algılayamadan Bora, Jale ve Banu’yu görmüştü. Kızlar telefon açmışlar, yarın için geleceklerini söylemişler ama cenazeye gittiklerinden bahsetmemişlerdi. Belki de babasının ölümünden haberinin olmadığını sanıyorlardı. Hastanede görmeyi umduğu herkesi televizyonda görmek tuhaftı. İnsanın, böyle yakın dostlarının olmasının hüzünlü mutluluğunu yaşadı. Gözlerini ayırmadan ekrana bakmaya devam etse de hiçbirini tekrar göremedi. Spikerin sözlerini dinlerken yine sessizleşen gözyaşlarını akıtmaya devam ediyordu.

Necdet Söğüt’ün babasının ölüm yıl dönümünde ölmüş olması da ayrı bir konu olarak işleniyor, kötü tesadüf deniyordu. İkinci eşinin durumu ve karnındaki bebekler ise yine habere konu olmuştu. Esra’nın annesi ile de röportaj yapmışlardı. Ailesi bebeklerin yaşatılması için ne gerekiyorsa yapılmasını söylüyordu. Haber spikeri olayı biraz daha dramatik hale getirmek için Esra’nın ailesinin kızları ve bebekleri için maddi imkanlarının yetersiz olduğundan bahsediyordu. Genç kız, sinirinden neredeyse çığlık atacaktı. Yine spikere göre aile, kızlarının kocasından payına düşen mirası hesap edip ona karşılık bakımın en iyi şekilde yapılmasında ısrarcıydılar. Habere göre, Esra’nın dayanamaması durumunda bebeklerin de kurtarılmasının güç olduğunu, Söğüt ailesinin zaten bebeklerin yaşatılması için çok çaba harcanmaması konusunda doktorları uyardığı söyleniyordu. İki saat kadar önce kısa süre kendisini de ziyaret eden ailenin asla böyle şeyler söylemeyeceğini, kanalın haber müdürlerinin kendi yorumları ile haberi hazırladığını düşünüyordu.  Kadın spiker prompterda yazılı olanlara göre saçmalamaya devam ediyordu.
   
‘Söğüt Ailesi, mirastan pay vermemek için bebeklerin ölmesine göz yumacak!’  

*****  
  

Emniyet Müdürlüğünde Necdet Söğüt ile ilgili tüm evraklar cinayet masasında toparlanıyordu.

Mesut, silahlı saldırı sonrası alınan ifade ve olay yeri raporuna ölümlü kazanın bilgileri eklendiğinde, kazanın öldürmeye tam teşebbüs olarak değişeceğinden emindi. Bir kişi ölmüş, diğer kişinin akıbeti bekleniyordu. Üstelik ikiz bebek de anne karnında hayata tutunmaya çalışıyordu. Eğer anne ve bebekler de ölürse dört kişinin ölümünden sorumlu olacaktı o kamyon şoförü. Kasıt bulunduğu takdirde de olay cinayet olarak ele alınacaktı.

Aldığı ifadeleri tekrar okurken çok fazla soru işareti olduğunu fark etmişti. Güvenlikten sorumlu kişilerin bir şeyleri saklamaya çalıştığını anlamak için kendi tecrübesine gerek yoktu. Yeni bir polis bile anlayabilirdi.

Necdet Söğüt, ölüm tehdidi almış, silahlı saldırıya uğramış ve aylar sonra bir kazada hayatını kaybetmişti. Uzaktan bakıldığında tüm bu olanların birbiri ile alakası yokmuş gibi gözükse de sonuç olarak ‘kaza’ denilen olayın sonucunda artık yaşamıyordu. Tehdit ve uyarı atışı aynı kişiler tarafından mı yapılmıştı? Güvenlik görevlilerinin ifadelerinde bu konuda bilgi yoktu. Onlara göre iş adamının böyle tehditler alması normaldi. Hem zaten aylar geçmiş bu süreçte yeni bir mektup ya da saldırı olmamıştı! Olaya mantıkla yaklaşıldığında haklılık payları vardı. Ama içgüdüleri tam tersini söylüyordu. Korumalar da en az kendisi kadar bu olayın kaza değil cinayet olduğundan emindi.

Amirinin odasına giderken aklındakileri sıraya sokuyordu. Jeyan Irmak, masasında son olaylarla ilgili dosyaları okuyordu. Bilgisayar ekranındaki bilgilerle elindeki dosyadan bir şeyleri karşılaştırıyor gibi gözüküyordu.
“Gel Mesut, otur biraz, hemen dinleyeceğim seni.”
Okuduğu sayfanın uygun bir yerinde evrağı dosyaya geri koyup Mesut’a döndü.
“Anlat!”
Mesut, elindeki tüm bilgileri, en son hastanede ikizlerden birinin verdiği ifadeyi amirine özetledi.  
“Yani?”
“Amirim, siz de anladınız. Bu iş yıllar önce yaşanan kamyon olayı gibi. Kaza değil cinayet.”
“Yani?”
“Yani… Ben bu dosyayı öylesine araştırmak ve birileri rahat etsin diye kaza diye kapatmak istemiyorum. Arkasında kim var bulmalıyız. Bu cinayet!”
“Dosya senin. Hasan’la çalışmaya devam.”
Mesut, bu kadının çalışma şeklini seviyordu. Sadece bir iki soru soruyor ve çalışma özgürlüğü ile işlerine yoğunlaşmasını sağlıyordu.

“Emredersiniz!”
“Emretmedim ki, sadece sana yapmak istediğini yap dedim. Ya gerçekten kaza çıkarsa?”
Mesut ilk kez gülümsedi, “Sizce çıkar mı?”
Bu kez de Jeyan gülümsedi. “Küçük bir ihtimal bile görmüyorum. Raporunu düzenli olarak yolla. İşi takip etmek istiyorum. Bakalım ardında kimler var.”

Genç bir kadının hızlı yükselmesi, özellikle de Cinayet Masasında pek görülmüş bir şey değildi. Jeyan Irmak’ın ekibi ile olay çözme başarısı hep yüksekti. Atanalı bir sene olmasına rağmen hepsi birimdeki başarı oranındaki artışın farkındaydı.

“Jandarma raporunu alabildik mi?”
“Henüz ulaşmadı ama bugün bekliyoruz gelmesini.”
“Kaza ile ilgili görgü tanıklarının da ifadelerini al.”
“Jandarmanın raporundakilerle mutlaka görüşeceğim. Bir de kaza ile ilgili sosyal medyaya fotoğraf ekleyenler var.”
“Şu haberi satan gazeteci? Onu mutlaka sıkıştır. Elinde bir sürü fotoğraf vardır.”
“Hemen. Başka bir şey yoksa ben başlıyorum çalışmaya.”
“Elinde başka iş var mı? Varsa devret. Sadece bununla ilgilen.”
“Emredersiniz.”
Mesut elini dosyaya uzattı. Jeyan, uzattığı dosyayı geri çekip elemanına gözlerini dikti. “Sessiz Mesut, çok sessiz!”
“Anlaşıldı!”


2 yorum:

  1. Heyecan artıyor ... Umarım ikizler doğru kararı verirler , böyle polisler kaldı mı ya ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :)) olmalı... düzgün polis, iyi iş olmalı... olacak inanıyorum

      Sil