Odasının kapısı açılıp içeriye iki erkek girdiğinde genç kız korku ile yastıklarına
doğru gerilemişti. Öndeki adamın gösterdiği polis kimliği ile biraz
rahatladı.
“Merhaba, geçmiş olsun. Ben Mesut Kafkas, arkadaşım da Hasan Taçbaş. Biz
cinayet masasından geliyoruz. Size bir iki sorumuz olacak. Doktorlarınız ile
görüştük bir sakıncası olmadığını söylediler. Sizin için de uygun
mu?”
“Cinayet masası mı? Kim öldürüldü?”
“Sakin olun. Sadece araştırma yapıyoruz diyelim. Babanızın kazası hakkında
bir iki sorumuz olacaktı.”
“Babamın kazası ile cinayet masasının ilgisini anlamadım.” Bal gibi de
anlamıştı. Polisler umudu olabilir miydi? Hayır, aksine kardeşinin ölüm emri
olurdu. Onlar mutlaka geçmişteki olaylarla bağlantı kurmuş olmalıydılar.
Biraz sakinleşmiş bir ifade ile inceledi sivil giyimli polisleri. İkisi de
kırklı yaşların başında gözüküyordu. Kendisi ile konuşan Mesut biraz iri
yapılıydı. Arkasında ayakta duran ve elindeki not defterine bir şeyler yazan
ise daha ince ve uzundu. İkisinin de siyah saçları vardı ve aralarda tek tük
kırlaşmış teller göze çarpıyordu. Adamların başında dikilmesinden rahatsız
olunca, “Buyurun memur bey. Oturabilirsiniz.” diyerek koltukları
gösterdi.
Mesut Kafkas, tekli koltuğu yatağa yaklaştırdı. Hasan Taçbaş ise
camın önündeki koltuğa oturmayı uygun buldu. Mine sorulara nasıl yanıt vermesi
gerektiğini biliyordu. Çünkü onunla konuşan sahte doktor polislerin geleceğini
söylemişti. İkisinin de kibar baş sağlığı dileklerinden sonra görüşme
başladı.
“Öncelikle adınızla başlayalım.”
“Ben… Sedef Söğüt.”
“Kaza anını hatırlıyor musunuz?”
“Bir saat kadar öncesinde anımsamıyordum ama artık sahneler kopuk kopuk
geliyor gözümün önüne.” Bunu bilinçli olarak söylemişti. Çünkü kendisine açık
kapılar bırakmak istiyordu.
“Sedef hanım, kaza olduğunda aracı siz mi kullanıyordunuz?”
“Evet.”
“Necdet Beyin aracını?”
“Babam kullanıyordu.”
“Çok süratli olduğunuz söyleniyor. Hep süratli mi kullanırdınız
arabayı?”
“Her zaman değil. Babam hızlıydı, ben de ona yetişmek için biraz daha
süratliydim. Fakat kaza sırasında ikimizin de sürati fazla değildi. Yoldaki
asfaltın kötü olduğunu, mıcırlı bir yol olduğunu anımsıyorum. Babam da o yüzden
süratini düşürmüştü.” Bu doğruydu. En çok belki yüz kilometre ile
yol alıyorlardı o sırada. Şu ana kadar tek yalan ile idare etmişti.
“Babanızın arabasına çarpan kamyonu gördünüz mü?”
“Evet. Çok eski, rengi bile anlaşılmayan arka kasasının bir kısmının kırık
olduğunu gördüğüm büyük bir kamyondu. Tek anımsadığım bu.”
“Kamyon süratli miydi?”
“Sanırım. Soldaki köy yolundan bir anda fırladığını gördüm.”
“Peki, o anın hemen öncesine dönüp o kamyonun o yan yolda hareket halinde
olup olmadığını anımsayabilir misiniz?”
“Nasıl? Anlayamadım!” Bu yanıt gerçekti. Polis memuru, ne demek
istediğini daha açık ifade etmesi gerektiğini biliyordu. “Sedef Hanım, o kamyon
gerçekten yola çıkarken kaza sonucu mu babanızın cipine vurdu? Yoksa kasıtlı
olarak bekleyip tam araç geçerken mi yola fırladı? Buna dair bir bilginiz var
mı? O ana geri dönerseniz hatırlayabilirsiniz.”
“Anımsamıyorum. O ana dönmek istemiyorum.” Bu da gerçekti. O
anları bir daha düşünmek, anımsamak ve anlatmak dünyanın belki de en güç
işiydi. Sonrasında değişen hayatı ise başka güçlükler getiriyordu.
“Sizi çok zorlamak istemiyorum. korumalarınız ile de görüştük. Onlar
kamyonu sizin kadar bile tarif edemediler. O yüzden sizin anımsamanız çok
önemli.”
“Anladım. Ama dediğim gibi şu an size söyleyecek bir şeyim yok. Belki daha
sonra anımsarım.” Belki daha sonra anımsamayacak ama daha iyi
yalanlar bulabilecekti. Ne çok detaylı, ne de çok sade. Polisleri ikna etmeye
yetecek kadar...
Mesut Kafkas, genç kızın dolan gözlerine bakıp konuyu değiştirdi. “Babanız
tehdit edilmişti. Dosyanın kapatıldığını, yeni tehditler olmadığını öğrendik.
Gerçekten yeni bir tehdit yok muydu, Yoksa babanız polise başvurmak mı
istemedi?”
“Tehdit edilmesinin üzerinden epey zaman geçti. Hatta ilk önce silahlı
saldırı yaşamıştı. Sonra tehdit geldi. O kadar fazla tedbir aldı ki sonunda
kimse bir şey yapmadı. Silahlı saldırı ile tehdidin aynı kişi tarafından
yapıldığını düşündük. Çünkü arkası gelmedi tehditlerin. Bir ihtimal babam bize
bahsetmedi. Bu konuda Mert ya da Ali daha iyi bilgi verebilir.”
“Onlarla görüştük. Pekala, babanızın o ilk tehdidi kimden aldığına dair
sizin bir fikriniz var mı?”
“Ben niye tehdit edildiği konusunda bile bir fikir sahibi değilim. Çok
çekişmeli ihaleler son yollarda pek olmadı. Çekiştiğimiz rakiplerimiz aynı
zamanda aile dostlarımızdır. Bugün biz, yarın onlar bir iş yapar ve ortak
havuzdan kazanmaya devam ederiz.”
“Son bir yıl içinde yeni birileri piyasaya girmiş olabilir mi? Sizlerin
kazancınızda pay sahibi olmak isteyen biri?”
“Elbette olabilir. Yine de benim bildiğim böyle bir tartışma, rekabet
olayının yaşanmadığı!”
“şirketten çıkartılan birisi babanızı öldürmek isteyebilir mi? Geçmişteki
tehditler için son bir yılda ayrılanların araştırması yapılmıştı. Sizin
anımsadığınız daha eski yıllarda olaylı işten ayrılan birileri var mı?”
“Hayır, gerçekten kabahati olanlar hariç bizden kimse öylesine işten
atılmaz. Herkesin kendini savunma hakkı vardır.”
“Anladım, peki Nazif Değirmenci hakkında ne söyleyebilirsiniz?”
“Babamın tuttuğu korumalardan biriydi. Sessiz sakin işini yapan bir
çalışandı. Eve şarbon gönderildiğini sandığımız günden beri kendisini hiç
görmedim. O olabilir mi?”
“Olması için bir neden var mıydı?”
“Dedim ya, son derece sakin ve sessiz biriydi. Babamı öldürmek isteyecek
nasıl bir şey olmuş olabilir, düşünemiyorum bile.”
“Bu sorum için beni affedin, bu adamın size, kardeşinize ya da babanızın
eşine karşı saygısız bir tavrı olmuş muydu? Belki de yanınızda çalışanlardan
birine?”
“Hayır, hiç sanmıyorum. Bizden birine olmadığından eminim ama evdekilere de
olsa bir şekilde bizim de kulağımıza gelmesi gerekirdi.”
“Biz yine de evdekilerin de ifadesini alalım. Şu an elimizde Nazif
Değirmenci’den başka şüpheleneceğimiz kimse yok. Onun da temize çıkması
durumunda bu olayın kaza olduğunu belirtip dosyayı kapatacağız.”
“Tamam, siz işinizi yapın. Ben de bir şey anımsarsam size iletirim.”
“Birkaç sorum daha olacak. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”
“Sizi dinliyorum.”
“Esra Söğüt… Babanızın ikinci eşi. Ailesinin maddi durumu ile ilgili
edindiğimiz bilgiler, annesinin, eşinden emekli maaşı aldığı, oğlunun bir
şirkette çalıştığı yönünde. Babanızla Esra hanım arasında hiç para konusunda
tartışma oldu mu?”
“Yani, Esra babamdan para istemek yerine ölmesini istemiş olabilir mi diye
mi soruyorsunuz? Bu çok yakışıksız bir soru değil mi? Esra mucize olursa hayata
dönecek ve kimse o mucizeyi bile beklemiyor. Ayrıca istediği an kullanabileceği
milyonlarca lirasının olduğu hesapları vardı. Ne Esra, ne ailesi bu imayı hak
etmiyor.”
“Bu konuda gerçekten bu kadar rahat mısınız?”
“Evet, inanın çok rahatım. Ne Esra, ne de ailesi için tek bir saniye bile
kötü şeyler düşünemem. Şu an onların durumu bizden de kötüdür. Sizden de ricam,
özellikle annesi ile asla bu tarz sorularla konuşmamanız. Suat belki daha sakin
karşılayabilir. Yine de sormanıza bile gerek yok.”
“Anlıyorum. Peki, son sorum, anneniz ile ilişkileriniz hakkında edindiğimiz
bilgiler pek yakın olmadığınız yönünde. Babanızın ölümü ile ilgili menfaati söz
konusu mu?”
“Hayır. Babamın ölümünden onun hiçbir çıkarı olmazdı. Ama…”
“Ama?”
“Ben ya da kardeşim ölmüş olsaydık o mirasçımız olacaktı.” Bu cümleyi
söylerken içinde bir şeylerin kırılıp döküldüğünü hissetti. Annesi böyle bir
şey planlamış olamazdı değil mi? Bu kadar büyük bir hainliği o bile yapamazdı.
Yine de düşündüğünü söylemişti işte!
“Pekala Sedef Hanım. Biz biraz daha araştıracak ve olayın kaza olup
olmadığını netleştirmeye çalışacağız. Elbette çarpan kamyonun yakalanması en
iyi sonucu verecektir. Her ne anımsarsanız lütfen bizi arayın. Sizi daha fazla
yormayalım. Bilgiler için teşekkürler.” Cebinden çıkarttığı bir kartı komodinin
üstüne bıraktı.
“Siz kaza olmadığını düşünüyorsunuz değil mi? Yani şehir dışında, böyle bir
şeyin ayarlanması mümkün mü?”
“Babanızın aşırı tedbirli olması, önceki olaylar ve çarpıp kaçan kamyon!
Siz olsanız kaza der miydiniz? Ayrıca büyük şehirlerde sizin kullandığınız
yollarda adım başı ya şirket kameraları ya mobeseler var. Şehirler arası
yollarda ışıklandırma bile yok. Hangi kameraya yakalanacak? Özellikle bu
beklenmiş olabilir.”
“İyi ama biz bu ziyareti yıllardır helikopterimizle yapıyorduk. Esra, altı
aylık hamile olduğu için doktoru gitmemesini söyledi. O uzun süre bir daha
gidemeyeceği için babamın ona aldığı çiftliği de görmek istedi. Yani hem
dedemin ölüm yıldönümü hem de inşaata bakmak için araba ile yola çıkıldı. Biz
de o araçta olacaktık. Esra uzanır dedik, biz kendi aracımızla rahat gezeriz
dedik. İki ayrı araçta yola çıktık. Tüm bunları bilen, nereden geçeceğimizi,
hatta kaçta geçeceğimizi bilen birisi olması gerekmiyor mu? Yani bizden biri
yaptı bunu o zaman!”
“Sizden biri derken?”
“Ben ya da kardeşim değil elbette. Ama yola kaçta çıkıp nereden kaçta
geçeceğimizi az çok bilen birileri olmalı. Babamın yakın korumaları, biz ve…”
“Evet, başka kim biliyordu?”
“O olamaz.”
“Kimden bahsediyorsunuz?”
“Yiğit Uçar. Holdingin genel müdürlüğünü yürütüyor. Babamın sağ koludur.”
“O niye biliyordu ne zaman nerede olacağınızı?”
“Çünkü biz şirkette konuşurken yanımızdaydı. Sonra sabah evden çıkmadan
babam ile telefonda konuştular ve görüşme bitince yola çıktık.”
“Yani tam çıkış saatinizi biliyordu.”
“Evet…” İçi parçalanıyordu. Yiğit yapmış olamazdı. Hem niye yapacaktı?
Babasından ne istiyordu? Hiçbir şey. Gözü şirkette olsa kendisi ile ilişkiye
girmesi daha mantıklı değil miydi? Böylece istediği gibi davranabilecekti.
Öldürmekle eline geçecek bir şey yoktu. Bu son düşündüğünü polise söyledi.
“Elbette nedeni olmayabilir. Yine de sorgulayacağız kendisini. Elbette tüm
korumalar da bir kez daha sorgulanacaklar.”
“Anladım. Sanırım bu olaydan sonra etrafımızda çok kişinin kalbini kırmış
olacağız.”
“İnsanlar suçsuzsa gönüllerini alırsınız. Suçlularsa cezalarını çekerler.
İçiniz rahat olsun.”
Haklıydı. Mutlaka içeriden birisi yardım etmiş olmalıydı. İyi ama kim?
Mesut ayağa kalktı, elini uzatıp genç kızın elini sıktı. “Babanız sevilen
bir iş adamıydı. Elbette dostu kadar düşmanı da olabilir. Biz kaza ihtimalini
elemeden cinayet şüphesi ile dosyamızı açık tutacağız. Kız kardeşiniz
uyandığında onunla da konuşacağız. Siz bu arada kesinlikle bizimle
konuştuklarınızı gazetecilerle paylaşmayın. Kaza olarak kalsın.”
“Elbette.”
İki sivil polis odadan çıktığında genç kız büyük bir rahatlama hissetti. Cinayet
olduğunu zaten biliyordu. Sadece bunu kimseye söyleyemiyordu. Polis işini
kendisi yapar ve cinayet olduğunu bulursa bu kendilerine yönelik yeni tehdidi
de ortadan kaldırabilirdi. İçinde bulunduğu süreci akıllı kullanabilir miydi?
Kime güvenebilirdi? Şu an hayatta olup güveneceği tek kişi kardeşiydi. Onun da
bir an önce uyanması ve iyileşmesi gerekiyordu. Fakat iyileşse bile onunla
konuşmayacaktı. O, kendisi kadar sakin olmayabilirdi. Çünkü o konuşan doktor
görünümlü pislik ile tanışmamıştı. Ona bile anlatmadan bir şekilde satış için
ikna edebilmeliydi.
Ailesinin başına gelenlere yeni
cinayetler eklemek istemediği için susması gerekiyordu. Hayat gerçekten
bir anlıktı… ve o hayatının artık tümden değiştiğini
biliyordu.
*****
Genç kız, huzursuz daldığı uykudan gecenin bir yarısı uyandı. Annesinin
refakatçi yatağında yattığını görüp acı acı güldü. Bu kadının ne kadar hesapçı
olduğunu biliyor olması ile böyle her fırsatta ispatlanıyor olması arasındaki
ince çizgi yine canını sıkmıştı. Çok nadir kadının yüzünde bir pişmanlık izi
görüyorlar, devamını bekliyorlar, her seferinde hayal kırıklığına uğruyorlardı.
Bu kazayı da kullanacağını anlaması için medyum olmaya gerek duymuyordu.
Öz anneleri olması bazı gerçekleri göz ardı etmelerini gerektirmiyordu. Bu
konuda babalarının kızlarına karşı kullandığı tek bir olay ya da sözü yoktu. Aksine
onun iyi bir anne olduğunu söylerdi. Belki de babalarının söylediği tek yalandı
bu!
Babasının neler çektiğini bilerek büyümüştü ikizler. Çünkü benzer
ilişkileri iki kızı ile de yaşamıştı bu kadın. Önceliği kendisi olmuş,
mutluluğu hep parada aramıştı. Necdet Söğüt, rahat yaşamasını sağlayacak gelire
sahip bir aileden geliyordu. Aşkının da sahte olduğunu anlamak çok zor değildi.
İkiz kızların ardından başka çocuk doğurmak istemiş, erkek bebek ile yerini
sağlama alacağını tahmin etmiş ama babası buna mani olmuştu. Oysa hem çocukları
severdi hem de oğlu olmasını isterdi ama istediği çocuğun annesi olarak
Binnur’u bir daha düşünmemişti. Kızlarının doğumundan sonraki ilk iki sene
neredeyse kızlarını aç bırakacak kadar duyarsız olduğu günleri boşanma avukatına
anlatırken duymuşlardı.
Geçmişte, bebeklerine bile gereken sevgiyi göstermeyen annelerinin şimdi
hastane köşelerinde ilgili sevecen ve üzgün anneyi oynuyor oluşu kabul edilir
gibi değildi. Mutlaka hesapları vardı ve zamanla gerçek yüzünü ortaya
serecekti.
Kardeşini düşündü. ‘Uyan artık, seninle konuşmaya ihtiyacım var’ Gözlerinin
dolduğunu hissedince eline televizyon kumandasını alıp kanalları karıştırmaya
başladı. Küçük ekranda gece yayınlarının kötülüğünü düşünerek haber kanallarına
kadar ilerledi.
Sesi iyice kısmıştı. Sonunda gece haberlerinde babasının yaptığı kazanın
görüntülerine denk gelmişti. Kendisinin çıkartıldığı arabanın halini de görünce
kazaların ne kadar büyük olduğunu daha iyi kavradı. Babasının arabası
tanınmayacak hale gelmişti. Kendi kullandığı araç da büyük ölçüde hasar
görmüştü. Savrulduğunu anımsıyordu. O savrulmalar anında yol kenarında bir
şeylere çarpmış olmalıydı. Görüntülerde kardeşi henüz aracın içindeydi ve
buzlama yapılıyordu. Babasının içinde olduğu cipin uzakta olduğunu, etrafında
büyük bir kalabalığın toplanmış olduğunu görebiliyordu.
Kaza sonrası görüntülerinin bir yerel gazeteden geldiğini söyleyen spiker
ikiz kızların halen uyutulduğunu, durumlarının ağır olduğunu söylüyordu. Böyle
bir haberde bile doğru bilgi veremeyen kanala küfredip başka bir kanala geçti.
Halay çekenleri görünce kızdığı kanala geri dönüp haberin devamını dinlemek
istedi ama yeni bir habere geçilmişti. Hastaneden çıktıktan sonra tüm
görüntüleri izleyecekti.
Polislerin tavrı kaza değil cinayet diyordu. O görüntülerden belki de
babasının aracına çarpan kamyonun izlerini bulabilirdi polis. Arar mıydı?
Kendilerinin mi acaba cinayet şüphesi ile dava açması gerekiyordu? Bunları
düşünürken aklına adamların kendisine söyledikleri geldi. Susacak ve ondan
istenileni yapacaktı. İkizi ile şanslı olduklarını, hayatlarına devam etmek
istiyorlarsa akıllı davranması gerektiğini üstüne basa basa söylemişlerdi. Bu
durumda polis kaza olmadığını anlasın diye dua edecekti. Başka türlü bu işin
peşine düşmelerini sağlayamazdı. Şansları varsa iyi polislerin eline düşmüş
olurdu bu kaza(!).
Şans? Babası ve Esra kendileri kadar şanslı değildi. Akşam saatinde
kontrole gelen doktorla bebekler için konuştuğunda aldığı yanıtlar çok umutsuzdu.
Yaşayacaklarına dair olan umut, doktorun kesin olarak Esra’yı kurtarma imkanı
olmadığını söylemesi ile yerle bir olmuştu. Anneyi kaybettikten sonra o kadar
küçük bebeklerin kurtulması da bir mucize olur diyorlardı tek bebek olsa bir
ihtimal vardı yaşaması için ama ikiz bebeklerin şansı azalıyordu. Gerek
duyulması halinde bebeklerden birinin alınarak diğerinin yaşam şansının
arttırılması gündemdeydi. Yine de son ana kadar bekleyeceklerdi.
Kanalları karıştırmaya devam ederken başka bir kanalda bu kez cenaze
haberlerini gördü. Tüm köy neredeyse oradaydı. İstemeden gitmeyi planladıkları
köydeki akrabaları acılarının en büyük ortağı olmuştu. Bir yandan babasının
cenazesini izliyor, bir yandan da göz yaşlarını siliyordu. Hıçkırıkların sesi
yükselince elini ağzına bastırdı. Annesinin uyanmasını bekledi ama kadın
derin bir uykudaydı ve kızının ağlamalarını duymamıştı.
Ekranda bir an Yiğit’i gördü. Onun cenazede oluşunu algılayamadan Bora,
Jale ve Banu’yu görmüştü. Kızlar telefon açmışlar, yarın için geleceklerini
söylemişler ama cenazeye gittiklerinden bahsetmemişlerdi. Belki de babasının
ölümünden haberinin olmadığını sanıyorlardı. Hastanede görmeyi umduğu herkesi
televizyonda görmek tuhaftı. İnsanın, böyle yakın dostlarının olmasının hüzünlü
mutluluğunu yaşadı. Gözlerini ayırmadan ekrana bakmaya devam etse de hiçbirini
tekrar göremedi. Spikerin sözlerini dinlerken yine sessizleşen gözyaşlarını
akıtmaya devam ediyordu.
Necdet Söğüt’ün babasının ölüm yıl dönümünde ölmüş olması da ayrı bir konu
olarak işleniyor, kötü tesadüf deniyordu. İkinci eşinin durumu ve
karnındaki bebekler ise yine habere konu olmuştu. Esra’nın annesi ile de
röportaj yapmışlardı. Ailesi bebeklerin yaşatılması için ne gerekiyorsa
yapılmasını söylüyordu. Haber spikeri olayı biraz daha dramatik hale getirmek
için Esra’nın ailesinin kızları ve bebekleri için maddi imkanlarının yetersiz
olduğundan bahsediyordu. Genç kız, sinirinden neredeyse çığlık atacaktı. Yine
spikere göre aile, kızlarının kocasından payına düşen mirası hesap edip ona
karşılık bakımın en iyi şekilde yapılmasında ısrarcıydılar. Habere göre,
Esra’nın dayanamaması durumunda bebeklerin de kurtarılmasının güç olduğunu,
Söğüt ailesinin zaten bebeklerin yaşatılması için çok çaba harcanmaması
konusunda doktorları uyardığı söyleniyordu. İki saat kadar önce kısa süre kendisini
de ziyaret eden ailenin asla böyle şeyler söylemeyeceğini, kanalın haber
müdürlerinin kendi yorumları ile haberi hazırladığını düşünüyordu. Kadın
spiker prompterda yazılı olanlara göre saçmalamaya devam ediyordu.
‘Söğüt Ailesi,
mirastan pay vermemek için bebeklerin ölmesine göz yumacak!’
*****
Emniyet Müdürlüğünde Necdet Söğüt ile ilgili tüm evraklar cinayet masasında
toparlanıyordu.
Mesut, silahlı saldırı sonrası alınan ifade ve olay yeri raporuna ölümlü
kazanın bilgileri eklendiğinde, kazanın öldürmeye tam teşebbüs olarak
değişeceğinden emindi. Bir kişi ölmüş, diğer kişinin akıbeti bekleniyordu.
Üstelik ikiz bebek de anne karnında hayata tutunmaya çalışıyordu. Eğer anne ve
bebekler de ölürse dört kişinin ölümünden sorumlu olacaktı o kamyon şoförü.
Kasıt bulunduğu takdirde de olay cinayet olarak ele alınacaktı.
Aldığı ifadeleri tekrar okurken çok fazla soru işareti olduğunu fark
etmişti. Güvenlikten sorumlu kişilerin bir şeyleri saklamaya çalıştığını
anlamak için kendi tecrübesine gerek yoktu. Yeni bir polis bile anlayabilirdi.
Necdet Söğüt, ölüm tehdidi almış, silahlı saldırıya uğramış ve aylar sonra
bir kazada hayatını kaybetmişti. Uzaktan bakıldığında tüm bu olanların birbiri
ile alakası yokmuş gibi gözükse de sonuç olarak ‘kaza’ denilen olayın sonucunda
artık yaşamıyordu. Tehdit ve uyarı atışı aynı kişiler tarafından mı yapılmıştı?
Güvenlik görevlilerinin ifadelerinde bu konuda bilgi yoktu. Onlara göre iş
adamının böyle tehditler alması normaldi. Hem zaten aylar geçmiş bu süreçte
yeni bir mektup ya da saldırı olmamıştı! Olaya mantıkla yaklaşıldığında haklılık
payları vardı. Ama içgüdüleri tam tersini söylüyordu. Korumalar da en az
kendisi kadar bu olayın kaza değil cinayet olduğundan emindi.
Amirinin odasına giderken aklındakileri sıraya sokuyordu. Jeyan Irmak,
masasında son olaylarla ilgili dosyaları okuyordu. Bilgisayar ekranındaki
bilgilerle elindeki dosyadan bir şeyleri karşılaştırıyor gibi gözüküyordu.
“Gel Mesut, otur biraz, hemen dinleyeceğim seni.”
Okuduğu sayfanın uygun bir yerinde evrağı dosyaya geri koyup Mesut’a döndü.
“Anlat!”
Mesut, elindeki tüm bilgileri, en son hastanede ikizlerden birinin verdiği
ifadeyi amirine özetledi.
“Yani?”
“Amirim, siz de anladınız. Bu iş yıllar önce yaşanan kamyon olayı gibi.
Kaza değil cinayet.”
“Yani?”
“Yani… Ben bu dosyayı öylesine araştırmak ve birileri rahat etsin diye kaza
diye kapatmak istemiyorum. Arkasında kim var bulmalıyız. Bu cinayet!”
“Dosya senin. Hasan’la çalışmaya devam.”
Mesut, bu kadının çalışma şeklini seviyordu. Sadece bir iki soru soruyor ve
çalışma özgürlüğü ile işlerine yoğunlaşmasını sağlıyordu.
“Emredersiniz!”
“Emretmedim ki, sadece sana yapmak istediğini yap dedim. Ya gerçekten kaza
çıkarsa?”
Mesut ilk kez gülümsedi, “Sizce çıkar mı?”
Bu kez de Jeyan gülümsedi. “Küçük bir ihtimal bile görmüyorum. Raporunu
düzenli olarak yolla. İşi takip etmek istiyorum. Bakalım ardında kimler var.”
Genç bir kadının hızlı yükselmesi, özellikle de Cinayet Masasında pek
görülmüş bir şey değildi. Jeyan Irmak’ın ekibi ile olay çözme başarısı hep
yüksekti. Atanalı bir sene olmasına rağmen hepsi birimdeki başarı oranındaki
artışın farkındaydı.
“Jandarma raporunu alabildik mi?”
“Henüz ulaşmadı ama bugün bekliyoruz gelmesini.”
“Kaza ile ilgili görgü tanıklarının da ifadelerini al.”
“Jandarmanın raporundakilerle mutlaka görüşeceğim. Bir de kaza ile ilgili
sosyal medyaya fotoğraf ekleyenler var.”
“Şu haberi satan gazeteci? Onu mutlaka sıkıştır. Elinde bir sürü fotoğraf
vardır.”
“Hemen. Başka bir şey yoksa ben başlıyorum çalışmaya.”
“Elinde başka iş var mı? Varsa devret. Sadece bununla ilgilen.”
“Emredersiniz.”
Mesut elini dosyaya uzattı. Jeyan, uzattığı dosyayı geri çekip elemanına
gözlerini dikti. “Sessiz Mesut, çok sessiz!”
“Anlaşıldı!”
Heyecan artıyor ... Umarım ikizler doğru kararı verirler , böyle polisler kaldı mı ya ?
YanıtlaSil:)) olmalı... düzgün polis, iyi iş olmalı... olacak inanıyorum
Sil