14 Şubat 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 23. Bölüm

Genç kız zorlukla gözlerini açmaya uğraşıyordu. Başında bir ağrı vardı. Araba koltuğunda olması gerektiğini biliyordu. Az önce yaşadıkları bir anda aklına üşüşmüştü. Acı ile yüzünü buruşturdu. Gördükleri ile içinde oluşan boşluğun nedenini biliyordu. Mutlaka çok kötü haberler alacaktı. Kimsenin sesini duymuyordu. Yardıma gelen olmamış mıydı? Hiç kuş sesi ya da rüzgarın uğultusu yoktu. Bu kadar sessiz olması normal miydi? Hem niye düz yatıyordu? Sonra yattığı yerin araba koltuğundan çok daha yumuşak olduğunu anladı. Yatakta yatıyordu. Sonra mekanik bir ses duydu. Bir şey kısa aralıklarla ötüyordu. Hastane! Evet onu hastaneye getirmiş olmalılardı. Kardeşine ne olmuştu? Ya babasına? Esra’ya? Yeni bir ağrı ile yine yüzünü buruşturdu. Onlara ne olduğunu bilmeden böyle yatamazdı. Nihayet zorla da olsa gözlerini açıp birilerini görmeyi umdu. Onlara soracaktı.


Bağlı olduğu monitör sayesinde hemen yanına bir hemşire gelmişti. Gözlerine tuttuğu ışık canını yakıyordu. Verilerini kontrol ederken sesini zorla yükseltip sorabildi. “Kardeşim, o nasıl? Ya babam, Esra?” Genç hemşire sade bir gülümseme ile sorularını doktorunun yanıtlayabileceğini, kendisinin bilgisi olmadığını söyleyip odadan çıktı.   

Başka bir hareket olunca başını çevirmeye çalıştı ama başına giren ağrı yüzünden yapamadı. Dudaklarından dökülen inlemeye annesinin sesi yanıt verdi. “Kendini zorlama kızım. Ben yanındayım. İyi olacaksın.” 

İşte bu en son duymayı istediği sesti. Neler oluyor diye anlamaya çalışırken kapının sesini duydu. “Anne? Sen ne zaman geldin? Bigadiç’deyiz değil mi?” 

Binnur, odaya girenleri bin anlık görüp yine kızına döndü. “Yok güzel kızım,  sizi İstanbul’a getirdiler. İyi olacaksınız. İkiniz de iyi olacaksınız.” İsimle hitap edememişti. Hangi kızının uyandığını bilmiyordu. Sedef olduğu düşünülüyor diye şu an planlarını tehlikeye atamazdı. En iyisi netleşene kadar genel kelimeler ile idare etmekti. Nöbetçi doktor yatağa yaklaşırken “Dinlen şimdi.” dedi kızına. Son cümleyi doktora şirin gözükmek için söylemişti. Genç adamın kadına gülümseyerek bakışı da onu etkilediğinin göstergesiydi. Bu daha önce konuştuğu doktor değildi.  

“Sizi biraz dışarı alabilir miyim? Kısa bir muayene yapacağım.” Doktorun sesi itiraz kabul etmeyen bir otoriteye sahipti. Nöbet değişmiş olmalıydı. Daha önceki doktorun yerine geçen çok daha yakışıklıydı. Binnur, adama alıcı gözle bir süre baktıktan sonra gülümseyerek ‘Elbette, güzel haberler bekliyorum sizden!” dedi ve abartmadan kırıtarak kapıya doğru yürüdü. Çıkmadan önce arkasını dönüp baktığında doktorun hala kendisine baktığını görüp yeniden gülümsedi. ‘Mihrap yerinde, Binnur. Yarı yaşındakileri bile döndürüp baktırıyorsun.’  

Doktor, yataktaki kızın soru sormasını engelleyerek annesinin dışarı çıkmasını bekledi. Hızlıca yatağa yaklaştı. Az önceki sakin yüz ifadesi yerini sert bakışlara bırakmıştı. Genç kızın serum olmayan sağ kolunu bileğinden yatağa bastırdı. 

Canı yanan genç kız bu hareketin tıbbi bir içeriği olduğunu hiç sanmıyordu. Kolunu kurtarmak istedi. O çekmeye çabalayınca adamın baskısı daha da arttı. Saniyeler içinde tüm vücudunu korkunun yaydığı adrenalin kaplamıştı. “Kolum? Kolumu acıtıyorsunuz!” Genç kız kolundaki baskıya anlam verememişti. Belki de adam çok hafif tutuyordu ama genç kız canının acısından baskı uyguladığını sanıyordu. Tek bildiği canının her geçen an daha çok yandığı idi.

En ufak bir gevşeme olmayan elden gözlerini alamıyordu. Neler olduğunu anlamak için bakışlarını doktora çevirdiğinde içindeki korkunun daha da yükseldiğini hissetti. Neler olduğunu anlamak için etrafına bakınmaya başladı ama tek kişilik odada doktor olduğunu söyleyen bu adamla baş başaydı.  
Doktor, sert bir sesle konuşmaya başladı. “Küçük hanım olanları anımsıyor musunuz?” Sesi de yüzü gibi sertleşmişti. Elini kurtarmak isterken gelen soru ile önceliği kendi aklındaki soruya verdi. “Babam… Babam bir kaza yaptı. O nasıl?”  

“Şu an konumuz baban değil. Zaten o öldü. Benim söylediklerimi iyice dinleyeceksin. Baban öldü. Esra da öldü sayılır. Sen ve kardeşin ise senin yapacaklarına göre yaşayacak ya da ölecek. Buraya kadar anladın mı?” 

Genç kız, başını sallarken kolundaki baskının gerçek olduğunu da anlamıştı. Canını yakıyordu. Hem de iki türlü canını yakıyordu. Kazada babasının öldüğünü en duygusuz sesle söylerken bir yandan da kolundaki baskıyı arttırmıştı. Ağrı kesicilerle bir şekilde uyuşmuş vücudu bu kadar acıyorsa, adamın gücünü tahmin etmek zor değildi. Neler olduğunu anlamak için aklını toparlamaya çabalıyordu. O kadar yorgun ve halsizdi ki doğru düşünemiyordu. Aklı az önce doktorun söylediği ‘zaten o öldü’ cümlesine takılı kalmıştı. Babası ölmüştü. Üstelik bunu doktor önlüğü giymiş biri son derece acımasız bir şekilde söylemişti. Henüz söyleyeceklerinin bitmediği de belliydi. Korkusunu bastırmaya uğraşırken titrediğinin farkında bile değildi.

Adam koldaki baskısını çok hafif azalttı. Morarmasını istemiyordu. Korkunun her türlü duygusal baskıya zemin hazırlayacağını bildiği için rahatlıkla üstüne gidiyordu. Acele etmeliydi. gerçek doktorun gelmesine sadece on dakika kadar bir süre kalmıştı. Tabii onu oyalayan hastadan daha önce kurtulabilirse her şey bozulabilirdi. Hızlı hareket etmeli ve bu küçük kızı ikna etmeliydi. “Şimdi beni çok iyi dinle.”

Sessizce dinlemeye başladı.  Cümleleri duyuyor, anlıyor ama yanıt bile veremiyordu. Ne yapacağını, ne düşüneceğini bilmediği bir durumda kalmıştı. Sadece dinliyordu. Genç adamın son cümlesi yüzündeki acımasız ifadenin ardına saklanan fısıltılı sesi ile kulaklarına ulaşmıştı… “…Eğer bu dediklerimi yapmazsan önce kardeşine sonra da sana olacakları anladın. Artık iyileşmeye ve dediklerimi en kısa sürede yapmaya bak. Tabii polise bir şey anlatmamanı, hatta tüm olaylar çözülene kadar kimseye bir şey anlatmamanı söylememe gerek yok sanırım. Yoksa babanın başına gelenlerin sizlere de yapılması için yalvaracak hale getiririz sizleri.”

Bu cümleden sonra neye bulaştığını anlamaya çalışıyordu genç kız. Adam üç dakika gibi kısa bir sürede bir sürü şey söylemiş ve ‘Kendine iyi bak Sedef, sen bize lazımsın ama Mine’ye ihtiyaç duymuyoruz. Onun hayatı sana bağlı. Sana ve sessiz durmana!’ diyerek odadan çıkmıştı. 

Annesinin geri gelmesini beklerken düşünmeye çalışıyordu genç kız. Az önce duyduklarının mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Adam odadan çıkmadan önce çok net konuşmuştu. Neler olduğunu anladığından çok da emin değildi. Tek anladığı sessiz olmazsa kardeşinin hayatının bu adamların elinde olduğu idi. İyi ama neden? Neden böyle bir şey yapıyorlardı?

Aradan on dakika gibi bir süre geçtiğinde kapısı kısaca çalınmış ve biri girmişti. Korkuyla bakan gözleri yanında hemşire ile içeri giren farklı bir doktor görünce rahatladı. Bu süre zarfında annesi odaya dönmemiş, genç kız duyduklarını düşünüp ne yapacağına karar vermeye çalışmıştı. Ağrıyan başına rağmen düşüncelerin birbirini kovalamasını engelleyemiyordu.

Doktoru yatağa yaklaşıp on beş dakika kadar önce hemşirenin yaptığı kontrolleri tekrarlarken bir yandan da sordu. “Sedef hanım, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”

Verdiği yanıt hem fiziki hem de ruhsal durumunun yanıtıydı. “Canım yanıyor.”

*****

   
“Her şey tamam mı?”  

Her şey kötü giderken bu soru çok da doğru değildi. Yaptıkları hataları telafi etmek için daha karmaşık yollardan çözüme ulaşmaları gerekiyordu. Kötü plan, hiç planlarının olmamasından iyiydi. Ellerinde kalan koz, Sedef’in kardeşini koruma arzusuydu. Babaları tüm işleri iki kızına bölüştürürken madenlerle ilgili son karar yetkisini Sedef’e vermekle bugün onların planlarını hazırlamıştı.

“Tamam efendim. Sedef Söğüt, tüm söylediklerimi kavradı. babasının ölümünden sonra kendilerinin de ölebileceği gerçeği zaten algılarını açmış olmalı. Sözümü bile kesmeye kalkışmadı. Artık tek yapacağımız takip etmek.”  
“Mine’nin uyutulması devam ediyor mu?”
“Galiba yarın da o uyandırılacakmış. Durumu daha iyiymiş. Çok fazla dolaşamadım koridorlarda. Telefon ile bilgi istediğim hemşire de bu kadar söyledi.”
“Güzel.” Zaten önemli olan Mine’nin uyanması değil, Sedef’in ikna olmasıydı. Bunu da sağladıklarından emindi.
Telefonu kapattıktan sonra bir başka numarayı tuşladı. Kendini tanıtma gereği duymadan sorusunu yöneltti.
“ Necdet'in yetki dağıtımından eminsin değil mi? Son dakikada değişiklik olmadı umarım!”  
“Bildiğimiz kadarıyla olmadı. Ama konuştuğum kişilerin son değişiklikleri bilmiyor olma ihtimalini yok sayamam.”   
“Değişse bile kızlardan birinin ısrarı olumlu sonuç verecektir. Artık aksilik istemiyorum.” 
“Kızların ortak imza yetkisi var. Miras kalması durumunda tüm kararlar için ikisinin de imza vermesi şart. Kendi bölümlerindeki bir kararı diğerinin zaten onaylamaması pek mümkün değil. Madenlerle ilgili işlerde Sedef ne isterse Mine ona tamam der.”
“Demezse de dedirtiriz.” Ses o kadar soğuktu ki ölümün sesi bile diyebilirdi.

Telefonun ucunda korku ile titredi. Kapatma düğmesine basarken parmağındaki titremeyi gördü. Neler oluyordu? Bu işlere bulaşırken aklı neredeydi? Artık dönüşü de yoktu. Bildiklerini kimseye anlatamazdı. Hapislerde çürümek istemiyordu. Oyunun içine girerken tek istediği fazladan kazanacağı para, paranın vereceği güçtü. Şu an ise bir cinayetin suç ortaklarındandı. Tek umudu olayın kaza olarak kapatılmasıydı. İçinden ölmüş adama söylenmeye başladı. ‘Lanet olsun sana Necdet Söğüt. Bu kadar malın mülkün varken nedir bu inat? Sen canından oldun, ben belki hapis yatacağım.’ Sonra bu işte kendisini tutanları düşündü. Eğer yakalanırsa asla tek başına çukurda olmayacaktı. Mutlaka yanında onları da götürecekti. Akıllı davranmalı, her şeyi belgelemeli fakat o belgeleri kimsenin bulamayacağı bir yerde saklamalıydı. Onlar daha çok para kazanacak diye hapislerde çürümeyi düşünmüyordu. Gerekirse en son noktaya kadar gidecekti.

*****

   
Binnur, odadan çıktıktan oralarda oyalanmayı düşünmüş, sonra kısa sürede bir kahve içebileceğine karar verip kafeteryaya inmişti. Genç doktorun bakışlarını düşünüyordu. Çok yakışıklı değildi fakat etkileyiciydi. Hatta seksi! Geri dönüp kapıda bekleyip soru sormayı düşündü. Böylece hem konuşmuş olur hem de bilgi alabilirdi. Çok kısa bir an ikilemde kalsa da sonra Ayhan’ı araması gerektiğini düşündü. Onun sevgilisi vardı. Geçici ilişkilerle sevgilisini üzemezdi!

Bitki çayını yudumlarken bir yandan da sevgilisini arıyordu. Devamlı meşgul çalan telefona sinirlendi. “Ne çok işi yapıyor, kiminle konuşuyor bu saatte bu kadar?”  diye söylenirken yanından geçen bir hastabakıcı kendisine seslenildiğini sanıp dönüp nasıl yardımcı olacağını sordu. “Size demedim. teşekkürler.” derken bile sesi sinirli çıkıyordu.

En sonunda ikinci fincanı alıp duvardaki açık televizyonu izlemeye başladı. Müzik kanalı açıktı ve hareketli klipler peş peşe ekrandan akıp gidiyordu. Aradan geçen yarım saat içinde defalarca aramasına rağmen bir türlü ulaşamadı. Sonunda telefondan meşgul sesi yerine normal sesi duymak hoşuna gitti. “Ne çok konuşuyorsun telefonda! Yarım saattir ulaşmaya çalışıyorum sana.”

“İş görüşmesi yapıyordum, aşkım. nasılsın? Kızların nasıl? Gelişme var mı?”
“Sedef uyandı. Mine hala uyuyor. Yani uyutuluyor. Doktoru belki yarın uyanır diyor. En geç ertesi gün uyandıracaklar zaten.”
“Sen nasılsın? Çok yoruldun oralarda. Eve git dinlen istersen.”
“Benim planlarım değişmedi. Sedef uyandığına göre eve gidip duş alıp üstümü değiştireceğim, onun yanında kalacağım için kıyafetlerimi falan alacağım. Çok işim var anlayacağın. Sen de evde olur musun?” Son soruyu işveli bir sesle sormuştu.
“Birazdan geçiyorum eve.” Genç adam bu kadının neler yapacağını düşünürken bile uyarıldığını hissediyordu. Binnur telefondan gelen nefes sesi ile keyiflendi.
“Ben Sedef’e bakayım, bir saate kadar çıkar eve gelirim o zaman.”
“Bekliyor olacağım.”

Binnur gülerek kapattı telefonu. Biraz keyif yapmayı hak etmişti. Önce sevgilisini mutlu edecekti. Sonra da aklındakileri konuşmayı planlıyordu. Kabataslak anlatmıştı ama biraz detaylandırmak, onu da planlarına dahil etmek fena olmazdı. Ne de olsa bu sayede elde ettiği Necdet’e ait paraları birlikte yiyeceklerdi. En azından bir süre! Önemli olan bunu yaparken kızlarının şüphelenmesini engellemekti.

Kızların Necdet kadar işten anlamasını kimse beklemiyordu. Genel Müdür denilen adamın da kızların emrinden çıkması söz konusu değildi. Önemli olan kendisi için zemini doğru hazırlamaktı. Tabii bunlar hemen yarın olacak işler değildi. Biraz daha sabırlı olmalı, ince inci işlemeliydi her şeyi. Önceliği onlarla yaşamaya vermeliydi. O yalı, alındığı günden beri içinde uhde idi. Oraya yerleşecek, zamanla Necdet’in onu sildiği gibi o da Necdet’i evin her miliminden silip atacaktı. Çok basit bir plandı, çünkü detayı yoktu. Sadece zamana bırakacak, uzun aralıklarla izlerini yok edecekti. Necdet’in ondan esirgediklerini tek tek geri alacaktı. Düşündükleri sayesinde daha da keyiflendi. Artık kızını görmeli ve sonra sevgilisinin kollarına koşmalıydı. Çantasını ve telefonunu alıp kafeteryadan çıktı.

Odaya dönmeden önce hastanenin kafeterya katındaki tuvalete girip makyajını kontrol etti. İki üç fırça darbesi ile saçlarını kabartıp son kez kendine baktı. Gördüğünden memnun olarak ayrıldı tuvaletten.  Kızının odasına ulaştığında halen doktorun içeride olduğunu anlayıp şaşırdı. En az yarım saat geçmişti ve kontrol muayenesinin bu kadar uzaması normal değildi. Herhalde değildi!
  
Nihayet kapı açılmış ve içeriden yüzündeki gülümseme ile yine tanımadığı bir başka doktor çıkmıştı.

“Siz annesisiniz sanırım?”  
“Evet, Binnur Canel. Kızım nasıl? İyi mi?”  
“Kızınız iyi. Başını çarptığı için bazı sorular sorduk. O nedenle kontrolümüz uzadı. Kaza anını tam anımsamıyor ki bu normaldir. Bir iki gün sonra hepsi geri gelecektir. Ama diğer sorularımıza verdiği yanıtlarda bir sorun yok. Korkmuş ve kaybının farkında. Sizden ricam onunla kaza konusunda çok fazla konuşmayın. O anlatırsa dinleyin ama şu an için zorlamayın. Hatta mümkün ise o, konuyu açmadan babası hakkında da konuşmayın. Kısa süre sonra anlatmaya başlayacaktır. Beni haberdar edersiniz. Bu arada tahlillerinde bir sorun gözükmüyor. İç kanama tehlikesi zaten kalmamıştı. Hafızasının da iyi olduğunu görmekten mutluyum. Kısa bir süre daha yatması gerekiyor. En geç iki gün içinde taburcu edilir.”  
“Ya Mine?”  
“Diğer kızınızın durumu stabil.  Kendi doktoru size daha net yanıtlar verebilir. Benim dosyaya şöyle bir bakıp Sedef sorduğu takdirde yanıtlamam için bir iki bilgi edinmem gerekti. Fazlasını bilemiyorum, üzgünüm.”  
“İyileşecek mi?” Cümle dudaklarından döküldüğü an kendini Yeşilçam filmlerindeki sahnelerde gibi hissetti. Doktor “Allahtan ümit kesilmez” derse kahkahayı basabilirdi. Neyse ki doktor onun kadar saçmalamadı. “Size ilerleyen saatlerde daha iyi haberler vereceğimizi umuyoruz.” dedi ve yanındaki hemşire ile birlikte gitti.  

*****
   

Odaya girdiğinde kızını tavana bakarken buldu. Yüzünün rengi hâlâ çok soluktu. İstemsizce atılan iki adımda yatağın yanına ulaşıp elini tuttu. Kolundaki serumun hortumu sinirini bozmuştu. Sanki o çıkınca kızı hemen iyileşecekmiş gibi bir düşünceye kapılmıştı. Çok uzun zamandır kızlarına karşı böyle duygular beslememişti. Şimdi ise zorlanmadan bunları hissetmek hoşuna gidiyordu. İçinde bir yerlerde ölmemiş bir iki annelik duygusu kalmış olmalıydı.   

Aslında, kızlarının, hatta en azından birinin, hemen iyileşmesini hem istiyor hem de istemiyordu. Bu süreyi kızlarından uzak kalmasının acısını yüreğinde taşıyan bir anne olarak(!) iyi değerlendirmeliydi. Necdet ile evlenirken takındığı pozları yeniden sahnelemek asla zor olmayacaktı. Üstelik artık onu destekleyen bir de sevgilisi vardı.   

Kızının boştaki elini tutup biraz da yatağa eğilerek titrek sesle sordu. “Sedef, kızım nasılsın?”   
“İyiyim anne. Biraz başım ağrıyor. Hafif de bulantım var o kadar.”
“Doktorun ne dedi? Normal miymiş?”
“Evet, normalmiş. Yarına kadar geçer dedi.”
“İyi sevindim. Bir şey istiyor musun?”
“Uyumak ve sessizlik.”
“Tamam, sen uyu, ben de o arada eve gidip üstümü değiştireyim. Duş falan alayım. hemen dönerim. Olur mu?”
Körün istediği bir göz diye düşündü. “Olur tabii. Bu gece evde kalabilirsin. Ben iyiyim.”
Binnur çok kısa bir an bu teklife evet demeyi düşündü, sonra planlarını anımsadı ve vazgeçti.
“Sen uyu, öyle giderim. İki üç saate kadar da dönerim. Kardeşinin durumunu merak ediyorum.”
“Evet, eminim.” diye fısıldadı, duymayacağı kadar kısık sesle. Sonra onun da duyması için ekledi. “Ben de merak ediyorum.”

Bu kadını başında görmeye tahammül etmek her geçen dakika zorlaşıyordu. Babasını kaybettiğini öğreneli bu kadar az olmuşken yıllardır iki üç ayda bir görüp üç beş cümleden fazla konuşmadığı annesini tepesinde görmek, onun şevkatli ve üzgün anne pozlarını izlemek daha da sinir bozucuydu. Üstelik şu an düşünmesi gereken daha büyük sorunları vardı. Yine de onu kovamazdı ya! Üstelik kabullenmesi gerekiyordu, şu an bir desteğe ihtiyacı vardı!

Kızının düşüncelerinden habersiz Binnur tüm sevecenliği ile konuşuyordu. “Canım benim. İyi olacaksın. İkiniz de iyi olacaksınız. Doktorlar kardeşinin yarın kendine geleceğini söylüyor.” Aslında bu tam da doğru değildi. Bir ihtimaldi ama iyi haber veren olmak işine geliyordu. Yalan söylemek o an için moral vermekle eş değerdi.   

Genç kız tüm kötü düşüncelerini bir yana bıraktı. Sadece kardeşini düşünmeye odaklandı. İşte o an farkına bile varmadan gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Önce durmak, gözyaşlarını durdurmak istedi. Babasının da hayatta olmadığı gerçeği ile engelleyemediği hıçkırıklar döküldü peş peşe. Hayatları bir anda nasıl bu kadar değişmişti? Neler yaşanacağını bilmeden yatmak daha da sinirlendiriyordu. Kardeşi gözünü açsa hiç olmazsa dertlerden birinden kurtulmuş olacaktı. Elbette uyandığı an yeni sorunlar da uyanacaktı. Onu ikna etmek gibi…

Binnur, beceriksiz bir şekilde kızının yüzündeki gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. Alnındaki yaranın üzerindeki sargıda hafif bir iz vardı. kanamış mıydı?
“Alnındaki sargıya bir baktıralım. Baş ağrın ondan mı acaba? Kanamış sanki.”
“Sen yokken baktı hemşire. İlacın fazlasıdır o.”

Bu saçma muhabbet iyi olmuş ağlaması kesilmişti. Yani neredeyse kesilmişti. Genç kız, gözünden süzülen yeni  damlayı  eli ile silmeye çalıştı. Onu bir başka yeni damla izleyince annesi bir kağıt mendil uzattı.  

“Hadi artık kötü şeyler düşünme. Yarın Mine’den de güzel haberler alacağız. Az önce çıkan doktor öyle söyledi.”  
“Hangisi? İlki mi, ikincisi mi?” Bu sorunun yanıtı önemliydi.
“İlkini girerken, ikincisini çıkarken gördüm. Çıkarken gördüğüm hafızan ile ilgili bir şeyler söyledi. Bir de kardeşinin iyi olduğunu, yarın en geç öbür gün uyanacağını söyledi, dedim ya. Üzme artık kendini.”

İçinden geçen ‘Babam öldü anne, sen hala nasıl üzme kendini dersin?’ deme isteğini zorlukla bastırdı. Bazı şeyler değişmiyordu. “Anne, ben uyumak istiyorum. Hadi sen de git, yarın sabah gelirsin.” Belki bir iki saat rahatça düşünecek vakit bulurdu.
“Sen uyu, ben hemen dönerim.”
Annesi gidene kadar uyuyormuş gibi yaptı. Kapı kapandıktan sonra yatağının baş kısmını biraz kaldırıp oturur pozisyona getirdi. İlk giren kişiyi annesi de doktor sanmıştı. Hala da öyle sanıyordu. Diğer doktorlara soramamıştı onun kim olduğunu. Esmer tenine rağmen kolunda oluşan hafif morluk, yaşadıklarının gerçek olduğunu ispatlar gibiydi.

İstediklerini yapmak çok zordu. Hele ki onlara yanıldıklarını söylemek imkansızdı. Geriye tek şey kalıyordu kardeşini ikna etmek. Bu da diğer seçeneklerden daha kolay değildi. Yine de en az tehlikeli olan bu yoldu. En azından ikisi de hayatta kalacaktı.

Kaza öncesinde olanları, ailesinin yaşadıklarını tek tek düşünüp neler olduğunu anlamaya çalıştı. Biraz fazla derin düşüncelere dalınca başına yeniden giren ağrı ile gözleri de yanmaya başladı. O sırada kapısı çalınmış, hemşire içeri girip rahat uyuması için iğnesini yapacağını söylemişti. İğneden kısa süre sonra düşüncelerini toparlayamaz hale gelmişti. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmeden gözlerini açtı. Annesi refakatçi yatağına uzanmış kısık sesle tv izliyordu. Dediğini yapmış geri dönmüştü.  

“Ne zaman geldin?”
“Yarım saat oldu. iyi misin? Ağrın var mı?”
“İyiyim. iğne yaptılar. Varsa da hissetmiyorum.”
“En güzeli.”

Aklına gelen soruyu sormak için dudaklarını oynattı. Sesi çıkmamıştı. Yeniden denedi. Yine soramadı. Üçüncü kez denediğinde nihayet kısık sesle de olsa konuşabilmişti. “Babamın cenazesi…” Yutkundu, biraz daha zorladı kendini. “Kalktı mı cenaze?”   

Binnur, genç kızın dolan gözlerine bakıp içinde yükselen kızgınlığı dizginleyerek sesini yumuşattı. “Kızım şimdi bunları düşünme.” Bir an derin bir soluk alıp doktorların söylediklerini anımsadığı için sorusunu yanıtladı. “Üzgünüm canım. Bugün kalktı cenazesi. Babasının yanına defnetmişler. Ben de sizi bırakıp gidemedim.” Zaten tek bir saniye bile aklından gitmeyi geçirmemişti. Ne cenaze ile ne de Necdet’in ailesindekilerle bir arada olmayı istemiyordu.   

Kızının ağlamaya başlaması ile serum hortumunun el verdiği kadar sarıldı kızına. Tuhaftı bu durum. Yıllardır birbirlerine tek bir sıcak temasta bulunmamışlardı. Şimdi ise sanki üzülen ana kız gibi sarılıyorlardı. Genç kız içinde bulunduğu durumun tuhaflığının farkındaydı ama o an yapacağı bir şey yoktu. Hıçkırıkları durmak bilmiyordu. Yine de küçük bir hareketle uzaklaştı. Binnur da bunu fırsat bilip yatağın kenarına oturdu.   

On dakika kadar sonra ağlaması hafifleyen genç kız bu kez de aklına gelen diğer yolcuyu sordu. “Ya Esra? Bebek? Onlar nasıl?” İlk uyandığında sorduğunu ama yanıt alamadığını biliyordu. Babasının ölüm haberinden sonra onları sormadığını anımsayıp utandı. 

Binnur artık sesini ayarlamak için uğraşmıyordu. Duygusuz bir sesle ve acı gerçeklikle konuşmaya başladı. “Esra’nın durumu kötü. Komada olduğunu söylüyorlar. Bebekler şimdilik dayanıyormuş ama doktorlar ümitsiz. Hem bebekler çok küçük, hem de kadının makineye bağlı ne kadar yaşayacağı bilinmediği için üçü de kısa sürede ölür diyorlar. Ben geldiğimde birileri nakledilmiş olduğunu söylüyordu. ” 

Genç kız, üstündeki örtü ile oynarken kısık sesle konuşmaya başladı. “İnanamıyorum. Ne kadar seviniyorlardı. Babam çok mutluydu. Umarım bebekleri yaşatmayı başarırlar. Altı ayı doldurdu bebekler. Esra dayanırsa onlar da dayanır.” Konuşurken farkına varmadan yeniden ağlamaya başladı.   
Esra ikinci hamileliğinde korkularının da verdiği rahatsızlıkla biraz kaprisli biri olmuştu. Onun ilk kayıptan sonra yaşadıklarını bilen hiç kimse küçük sorunları büyütmüyordu. Ve şimdi o küçük sorunların ne kadar anlamsız olduğunu görmek... Son yaptıkları konuşmanın yedikleri yemeğin tadının kötülüğü olması… Araçlara binmeden önce yaptıkları küçük yürüyüş geldi aklına. Üçü de nasıl gülerek konuşmuş, minik dereye bakıp su kaplumbağasını izlemişlerdi. Her şey ne kadar güzeldi. Sanki çok uzun zaman önce yaşanmıştı hepsi.  

Hiç olmazsa babası ve Esra, son yıllarını aşk dolu geçirmişti. Kavgaları, kayıpları olmuştu. Doğal olan da buydu. Aynı zamanda mutlu olduklarını da hep ifade edecek jestleri görmüştü kızlar. Bir taraftan da kendini düşündü. Aşk? Sevgi? Güzel günler, minik jestler, keyifle barışılan kavgalar? Hiç birini yaşamamıştı. Her şey bir yana sevdiği erkek ziyaretine bile gelmemişti. Gözleri yeniden dolarken bu kez ağlamamak için kendine baskı yaptı. Onun için gözyaşı dökmeyecekti.
Binnur, kızının aklından geçenlerden habersiz Esra ve bebeklerinin durumunu düşünüyordu.

Hastaneye geri döndüğünde gazeteciler etrafını sarmış ve Esra’nın getirildiğini, bu konuda ne düşündüğünü sormuşlardı. Böylece öğrenmişti genç kadının hastaneye naklinin olduğunu. Hemşirelerden birinden Esra’nın annesinin ve erkek kardeşinin de geldiğini öğrenmişti. Bir ara onların da yanına uğramalıydı. Bebeklerin durumunu hemşireden öğrenmişti. Şu an bir sorun gözükmüyordu ama ne kadar süre böyle devam edeceğini kimse bilemiyordu.

Binnur, Sedef’in bebeklerin ölmemesini isterken mantıklı düşünmediğini kabul etti. Saf kızının miras işlerini hiç aklına getirmediği belliydi. İki ortak daha gelecekti mirasa. Üstelik Esra’nın çocukları olacaktı bu mirasçılar. Konuştuğu hemşire bu tarz koma durumlarında bebeğin de çok yaşamadığını, bu hamilelikte iki bebek olduğunu, yaşama şanslarının daha düşük olduğunu, ellerinden geleni yapacaklarını anlatmıştı. Sanki onlardan bunu isteyen varmış gibi...

Acımasız bir tavırdı ama altında yatan başka gerçekler vardı. Avukatı ile yaptığı konuşmada o bebeklerin hayatta kalması durumunda mirasçı olacağı ve doğal olarak mirasın belli bir kısmının dörde bölüneceğini öğrenmişti. Oysa tüm planları o miras üzerineydi. Elinden gelse çoktan makineleri kapatırdı ama elbette böyle bir şey yapmayacaktı. Yakalanmayı göze alamazdı. Diğer kızının durumunu merak ederek ayağa kalktı.

Onun durumu da çok önemliydi. Doktorlar hayati tehlikesinin olmadığını ama başındaki darbenin etkisinin nasıl olacağını uyanmadan bilemeyeceklerini söylemişti. Eğer uyandırılıp da gözünü açtığında akli yeterliliği ile ilgili bir sorunla karşılaşılırsa vasi olmak için mahkeme kararı çıkarttırabilecekti.

Bu bilgi işlere müdahil olabilmesi için gereken zamanı büyük ölçüde kısaltacaktı. Sedef’in kardeşinin vasisi olmayı isteyeceğini tahmin ediyordu. Ama o annesiydi. Asıl hak onundu. Şirkette yer alacak, o kadar paranın yönetiminden sorumlu olacaktı. Kızları kadar olmasa da sonuçta o şirketin neler yaptığını az çok biliyordu. İlk yıllarda Necdet anlatır o da dinlerdi. Üstünden uzun yıllar geçse de olayın özü değişmemişti. Sadece biraz kafa yorması gerekiyordu. Basit iş, dedi kendi kendine. Kızı uyandığında zihnen bazı şeyleri kaybetmiş olmasının kendisi için şans olacağından emindi. O anneydi, kızına bakardı. Kendisini, bencil düşünceleri için ikna yolu bu kadar basitti. 

“Ben yoğun bakıma iniyorum. Bir süre yalnız kalabilirsin değil mi?”

Bu soruyu sorarken sanki hep yanlarında olan ilgili anne pozlarına bürünen kadına ters bir bakış atmamak için kendini zorladı. “Elbette” Arkasını dönüp kapıya doğru yürüyen kadına ağrılarının verdiği ölçüde dudak kıvırmıştı. Binnur, kapıya yürürken üstünü alışkın ellerle düzeltip saçını yine havalandırmıştı. Boyalı sarı saçlarının kabarıklığı istediği kıvama gelene kadar bu hareketi tekrarladıktan sonra odadan çıktı. Alt kattaki yoğun bakım merkezine indiğinde ortada gezinen gazetecileri gördü. Esra’nın gelişi yüzünden mi içeri girebilmişlerdi? Umursamadı. Hüzünlü bakışlarla yoğun bakımın camlı bölmesine yaklaştı. Hemşireler onu görünce gülümseyerek yanına alamayacaklarını söylediler. Zaten aksini beklemiyordu. 
  
“Gelişme var mı? Hiç uyandı mı?” 
“Hayır, henüz uyanmadı. Stabil değerler ile uyuyor.” 
Bu hemşireyi yeni görüyordu. Fırsatı değerlendirmeliydi. “Uyanmama gibi bir ihtimal yok değil mi?” Çanak soru sormayı bilecek kadar televizyon izliyordu.
“Doktoru size daha net bilgi verebilir.” 
“Ne demek bu? Yoksa kızım uyanamayabilir mi?” İstese, prova yapsa hemşirenin şu dediklerini söyletemezdi. Dolan gözlerini gören gazeteciler deklanşöre basarak art arda fotoğraf çekiyordu.
“Hayır, sadece bu hemen olmayabilir.” Duymak istediği olmasa da, duyacağının bu olduğunu biliyordu. O nedenle hazırladığı ifadeyi yüzüne yerleştirdi. Umutlu ama korkan bir anne!

Tam da gazetecilerin istediği görüntüyü vermişti. Fazlasına gerek olmadığını düşünüp camdan bir süre baktı,  tüplerle çevrelenmiş kızını izledi. Sonra da ifadesini bozmadan dirayetli anne olarak camdan uzaklaştı.

Yoğun bakımdan uzaklaşırken ertesi gün yanına girebileceğini belirten hemşireye aynı bakışlarla  teşekkür etti. Sonra gözünden bir damla yaşın süzülmesine izin vererek arkasına dönüp uzaktan kızına baktı. Yoğun bakım hemşiresinin, gözünden süzülen yaşı çeken gazetecilerin duyacağı kadar yüksek bir sesle dua etti. “Güzel kızım, canım kızım dayan. Dayan bir tanem. Bak kardeşin de seni bekliyor. Hadi canım. Aç artık gözlerini.”   



2 yorum:

  1. Ne kadar iğrenç bir anne :(((( resmen bir kaşık su da boğma isteği geliyor ...

    YanıtlaSil