Genç kız zorlukla gözlerini açmaya uğraşıyordu. Başında bir ağrı vardı.
Araba koltuğunda olması gerektiğini biliyordu. Az önce yaşadıkları bir anda
aklına üşüşmüştü. Acı ile yüzünü buruşturdu. Gördükleri ile içinde oluşan
boşluğun nedenini biliyordu. Mutlaka çok kötü haberler alacaktı. Kimsenin
sesini duymuyordu. Yardıma gelen olmamış mıydı? Hiç kuş sesi ya da rüzgarın
uğultusu yoktu. Bu kadar sessiz olması normal miydi? Hem niye düz yatıyordu?
Sonra yattığı yerin araba koltuğundan çok daha yumuşak olduğunu anladı. Yatakta
yatıyordu. Sonra mekanik bir ses duydu. Bir şey kısa aralıklarla ötüyordu. Hastane!
Evet onu hastaneye getirmiş olmalılardı. Kardeşine ne olmuştu? Ya babasına? Esra’ya?
Yeni bir ağrı ile yine yüzünü buruşturdu. Onlara ne olduğunu bilmeden böyle
yatamazdı. Nihayet zorla da olsa gözlerini açıp birilerini görmeyi umdu. Onlara
soracaktı.
Bağlı olduğu monitör sayesinde hemen yanına bir hemşire gelmişti. Gözlerine
tuttuğu ışık canını yakıyordu. Verilerini kontrol ederken sesini zorla
yükseltip sorabildi. “Kardeşim, o nasıl? Ya babam, Esra?” Genç hemşire sade bir
gülümseme ile sorularını doktorunun yanıtlayabileceğini, kendisinin bilgisi
olmadığını söyleyip odadan çıktı.
Başka bir hareket olunca başını çevirmeye çalıştı ama başına giren ağrı
yüzünden yapamadı. Dudaklarından dökülen inlemeye annesinin sesi yanıt verdi.
“Kendini zorlama kızım. Ben yanındayım. İyi olacaksın.”
İşte bu en son duymayı istediği sesti. Neler oluyor diye anlamaya
çalışırken kapının sesini duydu. “Anne? Sen ne zaman
geldin? Bigadiç’deyiz değil mi?”
Binnur, odaya girenleri bin anlık görüp yine kızına döndü. “Yok güzel
kızım, sizi İstanbul’a getirdiler. İyi olacaksınız. İkiniz de iyi
olacaksınız.” İsimle hitap edememişti. Hangi kızının uyandığını bilmiyordu.
Sedef olduğu düşünülüyor diye şu an planlarını tehlikeye atamazdı. En iyisi
netleşene kadar genel kelimeler ile idare etmekti. Nöbetçi doktor yatağa yaklaşırken
“Dinlen şimdi.” dedi kızına. Son cümleyi doktora şirin gözükmek için
söylemişti. Genç adamın kadına gülümseyerek bakışı da onu etkilediğinin
göstergesiydi. Bu daha önce konuştuğu doktor değildi.
“Sizi biraz dışarı alabilir miyim? Kısa bir muayene yapacağım.” Doktorun
sesi itiraz kabul etmeyen bir otoriteye sahipti. Nöbet değişmiş olmalıydı. Daha
önceki doktorun yerine geçen çok daha yakışıklıydı. Binnur, adama alıcı gözle
bir süre baktıktan sonra gülümseyerek ‘Elbette, güzel haberler bekliyorum
sizden!” dedi ve abartmadan kırıtarak kapıya doğru yürüdü. Çıkmadan önce
arkasını dönüp baktığında doktorun hala kendisine baktığını görüp yeniden
gülümsedi. ‘Mihrap yerinde, Binnur. Yarı yaşındakileri bile döndürüp
baktırıyorsun.’
Doktor, yataktaki kızın soru sormasını engelleyerek annesinin dışarı
çıkmasını bekledi. Hızlıca yatağa yaklaştı. Az önceki sakin yüz ifadesi yerini
sert bakışlara bırakmıştı. Genç kızın serum olmayan sağ kolunu bileğinden
yatağa bastırdı.
Canı yanan genç kız bu hareketin tıbbi bir içeriği olduğunu hiç sanmıyordu.
Kolunu kurtarmak istedi. O çekmeye çabalayınca adamın baskısı daha da arttı.
Saniyeler içinde tüm vücudunu korkunun yaydığı adrenalin kaplamıştı. “Kolum?
Kolumu acıtıyorsunuz!” Genç kız kolundaki baskıya anlam verememişti. Belki de
adam çok hafif tutuyordu ama genç kız canının acısından baskı uyguladığını
sanıyordu. Tek bildiği canının her geçen an daha çok yandığı idi.
En ufak bir gevşeme olmayan elden gözlerini alamıyordu. Neler olduğunu
anlamak için bakışlarını doktora çevirdiğinde içindeki korkunun daha da
yükseldiğini hissetti. Neler olduğunu anlamak için etrafına bakınmaya başladı
ama tek kişilik odada doktor olduğunu söyleyen bu adamla baş başaydı.
Doktor, sert bir sesle konuşmaya başladı. “Küçük hanım olanları anımsıyor
musunuz?” Sesi de yüzü gibi sertleşmişti. Elini kurtarmak isterken gelen soru
ile önceliği kendi aklındaki soruya verdi. “Babam… Babam bir kaza yaptı. O
nasıl?”
“Şu an konumuz baban değil. Zaten o öldü. Benim söylediklerimi iyice
dinleyeceksin. Baban öldü. Esra da öldü sayılır. Sen ve kardeşin ise senin
yapacaklarına göre yaşayacak ya da ölecek. Buraya kadar anladın mı?”
Genç kız, başını sallarken kolundaki baskının gerçek olduğunu da anlamıştı.
Canını yakıyordu. Hem de iki türlü canını yakıyordu. Kazada babasının öldüğünü
en duygusuz sesle söylerken bir yandan da kolundaki baskıyı arttırmıştı. Ağrı
kesicilerle bir şekilde uyuşmuş vücudu bu kadar acıyorsa, adamın gücünü tahmin
etmek zor değildi. Neler olduğunu anlamak için aklını toparlamaya çabalıyordu.
O kadar yorgun ve halsizdi ki doğru düşünemiyordu. Aklı az önce doktorun
söylediği ‘zaten o öldü’ cümlesine takılı kalmıştı. Babası ölmüştü. Üstelik
bunu doktor önlüğü giymiş biri son derece acımasız bir şekilde söylemişti.
Henüz söyleyeceklerinin bitmediği de belliydi. Korkusunu bastırmaya uğraşırken
titrediğinin farkında bile değildi.
Adam koldaki baskısını çok hafif azalttı. Morarmasını istemiyordu. Korkunun
her türlü duygusal baskıya zemin hazırlayacağını bildiği için rahatlıkla üstüne
gidiyordu. Acele etmeliydi. gerçek doktorun gelmesine sadece on dakika kadar
bir süre kalmıştı. Tabii onu oyalayan hastadan daha önce kurtulabilirse her şey
bozulabilirdi. Hızlı hareket etmeli ve bu küçük kızı ikna etmeliydi. “Şimdi
beni çok iyi dinle.”
Sessizce dinlemeye başladı. Cümleleri duyuyor, anlıyor ama yanıt
bile veremiyordu. Ne yapacağını, ne düşüneceğini bilmediği bir durumda
kalmıştı. Sadece dinliyordu. Genç adamın son cümlesi yüzündeki acımasız
ifadenin ardına saklanan fısıltılı sesi ile kulaklarına ulaşmıştı… “…Eğer bu
dediklerimi yapmazsan önce kardeşine sonra da sana olacakları anladın. Artık
iyileşmeye ve dediklerimi en kısa sürede yapmaya bak. Tabii polise bir şey
anlatmamanı, hatta tüm olaylar çözülene kadar kimseye bir şey anlatmamanı
söylememe gerek yok sanırım. Yoksa babanın başına gelenlerin sizlere de
yapılması için yalvaracak hale getiririz sizleri.”
Bu cümleden sonra neye bulaştığını anlamaya çalışıyordu genç kız. Adam üç
dakika gibi kısa bir sürede bir sürü şey söylemiş ve ‘Kendine iyi bak Sedef,
sen bize lazımsın ama Mine’ye ihtiyaç duymuyoruz. Onun hayatı sana bağlı. Sana
ve sessiz durmana!’ diyerek odadan çıkmıştı.
Annesinin geri gelmesini beklerken düşünmeye çalışıyordu genç kız. Az önce
duyduklarının mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Adam odadan çıkmadan önce çok
net konuşmuştu. Neler olduğunu anladığından çok da emin değildi. Tek
anladığı sessiz olmazsa kardeşinin hayatının bu adamların elinde olduğu idi.
İyi ama neden? Neden böyle bir şey yapıyorlardı?
Aradan on dakika gibi bir süre geçtiğinde kapısı kısaca çalınmış ve biri
girmişti. Korkuyla bakan gözleri yanında hemşire ile içeri giren farklı bir
doktor görünce rahatladı. Bu süre zarfında annesi odaya dönmemiş, genç kız duyduklarını
düşünüp ne yapacağına karar vermeye çalışmıştı. Ağrıyan başına rağmen
düşüncelerin birbirini kovalamasını engelleyemiyordu.
Doktoru yatağa yaklaşıp on beş dakika kadar önce hemşirenin yaptığı
kontrolleri tekrarlarken bir yandan da sordu. “Sedef hanım, kendinizi nasıl
hissediyorsunuz?”
Verdiği yanıt hem fiziki hem de ruhsal durumunun yanıtıydı. “Canım
yanıyor.”
*****
“Her şey tamam mı?”
Her şey kötü giderken bu soru çok da doğru değildi. Yaptıkları hataları
telafi etmek için daha karmaşık yollardan çözüme ulaşmaları gerekiyordu. Kötü
plan, hiç planlarının olmamasından iyiydi. Ellerinde kalan koz, Sedef’in
kardeşini koruma arzusuydu. Babaları tüm işleri iki kızına bölüştürürken
madenlerle ilgili son karar yetkisini Sedef’e vermekle bugün onların planlarını
hazırlamıştı.
“Tamam efendim. Sedef Söğüt, tüm söylediklerimi kavradı. babasının
ölümünden sonra kendilerinin de ölebileceği gerçeği zaten algılarını açmış
olmalı. Sözümü bile kesmeye kalkışmadı. Artık tek yapacağımız takip
etmek.”
“Mine’nin uyutulması devam ediyor mu?”
“Galiba yarın da o uyandırılacakmış. Durumu daha iyiymiş. Çok fazla
dolaşamadım koridorlarda. Telefon ile bilgi istediğim hemşire de bu kadar
söyledi.”
“Güzel.” Zaten önemli olan Mine’nin uyanması değil, Sedef’in ikna
olmasıydı. Bunu da sağladıklarından emindi.
Telefonu kapattıktan sonra bir başka numarayı tuşladı. Kendini tanıtma
gereği duymadan sorusunu yöneltti.
“ Necdet'in yetki dağıtımından eminsin değil mi? Son dakikada değişiklik
olmadı umarım!”
“Bildiğimiz kadarıyla olmadı. Ama konuştuğum kişilerin son değişiklikleri bilmiyor
olma ihtimalini yok sayamam.”
“Değişse bile kızlardan birinin ısrarı olumlu sonuç verecektir. Artık
aksilik istemiyorum.”
“Kızların ortak imza yetkisi var. Miras kalması durumunda tüm kararlar için
ikisinin de imza vermesi şart. Kendi bölümlerindeki bir kararı diğerinin zaten
onaylamaması pek mümkün değil. Madenlerle ilgili işlerde Sedef ne isterse Mine
ona tamam der.”
“Demezse de dedirtiriz.” Ses o kadar soğuktu ki ölümün sesi bile
diyebilirdi.
Telefonun ucunda korku ile titredi. Kapatma düğmesine basarken parmağındaki
titremeyi gördü. Neler oluyordu? Bu işlere bulaşırken aklı neredeydi? Artık
dönüşü de yoktu. Bildiklerini kimseye anlatamazdı. Hapislerde çürümek
istemiyordu. Oyunun içine girerken tek istediği fazladan kazanacağı para,
paranın vereceği güçtü. Şu an ise bir cinayetin suç ortaklarındandı. Tek umudu
olayın kaza olarak kapatılmasıydı. İçinden ölmüş adama söylenmeye başladı.
‘Lanet olsun sana Necdet Söğüt. Bu kadar malın mülkün varken nedir bu inat? Sen
canından oldun, ben belki hapis yatacağım.’ Sonra bu işte kendisini tutanları
düşündü. Eğer yakalanırsa asla tek başına çukurda olmayacaktı. Mutlaka yanında
onları da götürecekti. Akıllı davranmalı, her şeyi belgelemeli fakat o belgeleri
kimsenin bulamayacağı bir yerde saklamalıydı. Onlar daha çok para kazanacak
diye hapislerde çürümeyi düşünmüyordu. Gerekirse en son noktaya kadar
gidecekti.
*****
Binnur, odadan çıktıktan oralarda oyalanmayı düşünmüş, sonra kısa sürede
bir kahve içebileceğine karar verip kafeteryaya inmişti. Genç doktorun
bakışlarını düşünüyordu. Çok yakışıklı değildi fakat etkileyiciydi. Hatta
seksi! Geri dönüp kapıda bekleyip soru sormayı düşündü. Böylece hem konuşmuş
olur hem de bilgi alabilirdi. Çok kısa bir an ikilemde kalsa da sonra Ayhan’ı
araması gerektiğini düşündü. Onun sevgilisi vardı. Geçici ilişkilerle
sevgilisini üzemezdi!
Bitki çayını yudumlarken bir yandan da sevgilisini arıyordu. Devamlı meşgul
çalan telefona sinirlendi. “Ne çok işi yapıyor, kiminle konuşuyor bu saatte bu
kadar?” diye söylenirken yanından geçen bir hastabakıcı kendisine
seslenildiğini sanıp dönüp nasıl yardımcı olacağını sordu. “Size demedim.
teşekkürler.” derken bile sesi sinirli çıkıyordu.
En sonunda ikinci fincanı alıp duvardaki açık televizyonu izlemeye başladı.
Müzik kanalı açıktı ve hareketli klipler peş peşe ekrandan akıp gidiyordu. Aradan
geçen yarım saat içinde defalarca aramasına rağmen bir türlü ulaşamadı. Sonunda
telefondan meşgul sesi yerine normal sesi duymak hoşuna gitti. “Ne çok
konuşuyorsun telefonda! Yarım saattir ulaşmaya çalışıyorum sana.”
“İş görüşmesi yapıyordum, aşkım. nasılsın? Kızların nasıl? Gelişme var mı?”
“Sedef uyandı. Mine hala uyuyor. Yani uyutuluyor. Doktoru belki yarın uyanır
diyor. En geç ertesi gün uyandıracaklar zaten.”
“Sen nasılsın? Çok yoruldun oralarda. Eve git dinlen istersen.”
“Benim planlarım değişmedi. Sedef uyandığına göre eve gidip duş alıp üstümü
değiştireceğim, onun yanında kalacağım için kıyafetlerimi falan alacağım. Çok
işim var anlayacağın. Sen de evde olur musun?” Son soruyu işveli bir sesle
sormuştu.
“Birazdan geçiyorum eve.” Genç adam bu kadının neler yapacağını düşünürken
bile uyarıldığını hissediyordu. Binnur telefondan gelen nefes sesi ile
keyiflendi.
“Ben Sedef’e bakayım, bir saate kadar çıkar eve gelirim o zaman.”
“Bekliyor olacağım.”
Binnur gülerek kapattı telefonu. Biraz keyif yapmayı hak etmişti. Önce
sevgilisini mutlu edecekti. Sonra da aklındakileri konuşmayı planlıyordu. Kabataslak
anlatmıştı ama biraz detaylandırmak, onu da planlarına dahil etmek fena
olmazdı. Ne de olsa bu sayede elde ettiği Necdet’e ait paraları birlikte
yiyeceklerdi. En azından bir süre! Önemli olan bunu yaparken kızlarının
şüphelenmesini engellemekti.
Kızların Necdet kadar işten anlamasını kimse beklemiyordu. Genel Müdür
denilen adamın da kızların emrinden çıkması söz konusu değildi. Önemli olan
kendisi için zemini doğru hazırlamaktı. Tabii bunlar hemen yarın olacak işler
değildi. Biraz daha sabırlı olmalı, ince inci işlemeliydi her şeyi. Önceliği
onlarla yaşamaya vermeliydi. O yalı, alındığı günden beri içinde uhde idi.
Oraya yerleşecek, zamanla Necdet’in onu sildiği gibi o da Necdet’i evin her
miliminden silip atacaktı. Çok basit bir plandı, çünkü detayı yoktu. Sadece
zamana bırakacak, uzun aralıklarla izlerini yok edecekti. Necdet’in ondan
esirgediklerini tek tek geri alacaktı. Düşündükleri sayesinde daha da
keyiflendi. Artık kızını görmeli ve sonra sevgilisinin kollarına koşmalıydı. Çantasını
ve telefonunu alıp kafeteryadan çıktı.
Odaya dönmeden önce hastanenin kafeterya katındaki tuvalete girip makyajını
kontrol etti. İki üç fırça darbesi ile saçlarını kabartıp son kez kendine
baktı. Gördüğünden memnun olarak ayrıldı tuvaletten. Kızının odasına
ulaştığında halen doktorun içeride olduğunu anlayıp şaşırdı. En az yarım saat
geçmişti ve kontrol muayenesinin bu kadar uzaması normal değildi. Herhalde
değildi!
Nihayet kapı açılmış ve içeriden yüzündeki gülümseme ile yine tanımadığı
bir başka doktor çıkmıştı.
“Siz annesisiniz sanırım?”
“Evet, Binnur Canel. Kızım nasıl? İyi mi?”
“Kızınız iyi. Başını çarptığı için bazı sorular sorduk. O nedenle
kontrolümüz uzadı. Kaza anını tam anımsamıyor ki bu normaldir. Bir iki gün
sonra hepsi geri gelecektir. Ama diğer sorularımıza verdiği yanıtlarda bir
sorun yok. Korkmuş ve kaybının farkında. Sizden ricam onunla kaza konusunda çok
fazla konuşmayın. O anlatırsa dinleyin ama şu an için zorlamayın. Hatta mümkün
ise o, konuyu açmadan babası hakkında da konuşmayın. Kısa süre sonra anlatmaya
başlayacaktır. Beni haberdar edersiniz. Bu arada tahlillerinde bir sorun
gözükmüyor. İç kanama tehlikesi zaten kalmamıştı. Hafızasının da iyi olduğunu
görmekten mutluyum. Kısa bir süre daha yatması gerekiyor. En geç iki gün içinde
taburcu edilir.”
“Ya Mine?”
“Diğer kızınızın durumu stabil. Kendi doktoru size daha net yanıtlar
verebilir. Benim dosyaya şöyle bir bakıp Sedef sorduğu takdirde yanıtlamam için
bir iki bilgi edinmem gerekti. Fazlasını bilemiyorum, üzgünüm.”
“İyileşecek mi?” Cümle dudaklarından döküldüğü an kendini Yeşilçam
filmlerindeki sahnelerde gibi hissetti. Doktor “Allahtan ümit kesilmez” derse
kahkahayı basabilirdi. Neyse ki doktor onun kadar saçmalamadı. “Size ilerleyen
saatlerde daha iyi haberler vereceğimizi umuyoruz.” dedi ve yanındaki hemşire
ile birlikte gitti.
*****
Odaya girdiğinde kızını tavana bakarken buldu. Yüzünün rengi hâlâ çok
soluktu. İstemsizce atılan iki adımda yatağın yanına ulaşıp elini tuttu.
Kolundaki serumun hortumu sinirini bozmuştu. Sanki o çıkınca kızı hemen
iyileşecekmiş gibi bir düşünceye kapılmıştı. Çok uzun zamandır kızlarına karşı
böyle duygular beslememişti. Şimdi ise zorlanmadan bunları hissetmek hoşuna
gidiyordu. İçinde bir yerlerde ölmemiş bir iki annelik duygusu kalmış
olmalıydı.
Aslında, kızlarının, hatta en azından birinin, hemen iyileşmesini hem
istiyor hem de istemiyordu. Bu süreyi kızlarından uzak kalmasının acısını
yüreğinde taşıyan bir anne olarak(!) iyi değerlendirmeliydi. Necdet ile evlenirken
takındığı pozları yeniden sahnelemek asla zor olmayacaktı. Üstelik artık onu
destekleyen bir de sevgilisi vardı.
Kızının boştaki elini tutup biraz da yatağa eğilerek titrek sesle sordu.
“Sedef, kızım nasılsın?”
“İyiyim anne. Biraz başım ağrıyor. Hafif de bulantım var o kadar.”
“Doktorun ne dedi? Normal miymiş?”
“Evet, normalmiş. Yarına kadar geçer dedi.”
“İyi sevindim. Bir şey istiyor musun?”
“Uyumak ve sessizlik.”
“Tamam, sen uyu, ben de o arada eve gidip üstümü değiştireyim. Duş falan alayım.
hemen dönerim. Olur mu?”
Körün istediği bir göz diye düşündü. “Olur tabii. Bu gece evde
kalabilirsin. Ben iyiyim.”
Binnur çok kısa bir an bu teklife evet demeyi düşündü, sonra planlarını
anımsadı ve vazgeçti.
“Sen uyu, öyle giderim. İki üç saate kadar da dönerim. Kardeşinin durumunu
merak ediyorum.”
“Evet, eminim.” diye fısıldadı, duymayacağı kadar kısık sesle. Sonra onun
da duyması için ekledi. “Ben de merak ediyorum.”
Bu kadını başında görmeye tahammül etmek her geçen dakika zorlaşıyordu.
Babasını kaybettiğini öğreneli bu kadar az olmuşken yıllardır iki üç ayda bir
görüp üç beş cümleden fazla konuşmadığı annesini tepesinde görmek, onun
şevkatli ve üzgün anne pozlarını izlemek daha da sinir bozucuydu. Üstelik şu an
düşünmesi gereken daha büyük sorunları vardı. Yine de onu kovamazdı ya! Üstelik
kabullenmesi gerekiyordu, şu an bir desteğe ihtiyacı vardı!
Kızının düşüncelerinden habersiz Binnur tüm sevecenliği ile konuşuyordu.
“Canım benim. İyi olacaksın. İkiniz de iyi olacaksınız. Doktorlar kardeşinin
yarın kendine geleceğini söylüyor.” Aslında bu tam da doğru değildi. Bir
ihtimaldi ama iyi haber veren olmak işine geliyordu. Yalan söylemek o an için
moral vermekle eş değerdi.
Genç kız tüm kötü düşüncelerini bir yana bıraktı. Sadece kardeşini düşünmeye
odaklandı. İşte o an farkına bile varmadan gözlerinden yaşlar süzülmeye
başladı. Önce durmak, gözyaşlarını durdurmak istedi. Babasının da hayatta
olmadığı gerçeği ile engelleyemediği hıçkırıklar döküldü peş peşe. Hayatları
bir anda nasıl bu kadar değişmişti? Neler yaşanacağını bilmeden yatmak daha da
sinirlendiriyordu. Kardeşi gözünü açsa hiç olmazsa dertlerden birinden
kurtulmuş olacaktı. Elbette uyandığı an yeni sorunlar da uyanacaktı. Onu ikna
etmek gibi…
Binnur, beceriksiz bir şekilde kızının yüzündeki gözyaşlarını silmeye
çalışıyordu. Alnındaki yaranın üzerindeki sargıda hafif bir iz vardı. kanamış
mıydı?
“Alnındaki sargıya bir baktıralım. Baş ağrın ondan mı acaba? Kanamış
sanki.”
“Sen yokken baktı hemşire. İlacın fazlasıdır o.”
Bu saçma muhabbet iyi olmuş ağlaması kesilmişti. Yani neredeyse kesilmişti.
Genç kız, gözünden süzülen yeni damlayı eli ile silmeye çalıştı.
Onu bir başka yeni damla izleyince annesi bir kağıt mendil uzattı.
“Hadi artık kötü şeyler düşünme. Yarın Mine’den de güzel haberler alacağız.
Az önce çıkan doktor öyle söyledi.”
“Hangisi? İlki mi, ikincisi mi?” Bu sorunun yanıtı önemliydi.
“İlkini girerken, ikincisini çıkarken gördüm. Çıkarken gördüğüm hafızan ile
ilgili bir şeyler söyledi. Bir de kardeşinin iyi olduğunu, yarın en geç öbür
gün uyanacağını söyledi, dedim ya. Üzme artık kendini.”
İçinden geçen ‘Babam öldü anne, sen hala nasıl üzme kendini dersin?’ deme
isteğini zorlukla bastırdı. Bazı şeyler değişmiyordu. “Anne, ben uyumak
istiyorum. Hadi sen de git, yarın sabah gelirsin.” Belki bir iki saat rahatça
düşünecek vakit bulurdu.
“Sen uyu, ben hemen dönerim.”
Annesi gidene kadar uyuyormuş gibi yaptı. Kapı kapandıktan sonra yatağının
baş kısmını biraz kaldırıp oturur pozisyona getirdi. İlk giren kişiyi annesi de
doktor sanmıştı. Hala da öyle sanıyordu. Diğer doktorlara soramamıştı onun kim
olduğunu. Esmer tenine rağmen kolunda oluşan hafif morluk, yaşadıklarının
gerçek olduğunu ispatlar gibiydi.
İstediklerini yapmak çok zordu. Hele ki onlara yanıldıklarını söylemek
imkansızdı. Geriye tek şey kalıyordu kardeşini ikna etmek. Bu da diğer
seçeneklerden daha kolay değildi. Yine de en az tehlikeli olan bu yoldu. En
azından ikisi de hayatta kalacaktı.
Kaza öncesinde olanları, ailesinin yaşadıklarını tek tek düşünüp neler
olduğunu anlamaya çalıştı. Biraz fazla derin düşüncelere dalınca başına yeniden
giren ağrı ile gözleri de yanmaya başladı. O sırada kapısı çalınmış, hemşire
içeri girip rahat uyuması için iğnesini yapacağını söylemişti. İğneden kısa
süre sonra düşüncelerini toparlayamaz hale gelmişti. Aradan ne kadar zaman
geçtiğini bilmeden gözlerini açtı. Annesi refakatçi yatağına uzanmış kısık
sesle tv izliyordu. Dediğini yapmış geri dönmüştü.
“Ne zaman geldin?”
“Yarım saat oldu. iyi misin? Ağrın var mı?”
“İyiyim. iğne yaptılar. Varsa da hissetmiyorum.”
“En güzeli.”
Aklına gelen soruyu sormak için dudaklarını oynattı. Sesi çıkmamıştı.
Yeniden denedi. Yine soramadı. Üçüncü kez denediğinde nihayet kısık sesle de
olsa konuşabilmişti. “Babamın cenazesi…” Yutkundu, biraz daha zorladı kendini.
“Kalktı mı cenaze?”
Binnur, genç kızın dolan gözlerine bakıp içinde yükselen kızgınlığı
dizginleyerek sesini yumuşattı. “Kızım şimdi bunları düşünme.” Bir an derin bir
soluk alıp doktorların söylediklerini anımsadığı için sorusunu yanıtladı.
“Üzgünüm canım. Bugün kalktı cenazesi. Babasının yanına defnetmişler. Ben de
sizi bırakıp gidemedim.” Zaten tek bir saniye bile aklından gitmeyi
geçirmemişti. Ne cenaze ile ne de Necdet’in ailesindekilerle bir arada olmayı
istemiyordu.
Kızının ağlamaya başlaması ile serum hortumunun el verdiği kadar sarıldı
kızına. Tuhaftı bu durum. Yıllardır birbirlerine tek bir sıcak temasta
bulunmamışlardı. Şimdi ise sanki üzülen ana kız gibi sarılıyorlardı. Genç kız
içinde bulunduğu durumun tuhaflığının farkındaydı ama o an yapacağı bir şey
yoktu. Hıçkırıkları durmak bilmiyordu. Yine de küçük bir hareketle uzaklaştı.
Binnur da bunu fırsat bilip yatağın kenarına oturdu.
On dakika kadar sonra ağlaması hafifleyen genç kız bu kez de aklına gelen
diğer yolcuyu sordu. “Ya Esra? Bebek? Onlar nasıl?” İlk uyandığında sorduğunu
ama yanıt alamadığını biliyordu. Babasının ölüm haberinden sonra onları
sormadığını anımsayıp utandı.
Binnur artık sesini ayarlamak için uğraşmıyordu. Duygusuz bir sesle ve acı
gerçeklikle konuşmaya başladı. “Esra’nın durumu kötü. Komada olduğunu
söylüyorlar. Bebekler şimdilik dayanıyormuş ama doktorlar ümitsiz. Hem bebekler
çok küçük, hem de kadının makineye bağlı ne kadar yaşayacağı bilinmediği için
üçü de kısa sürede ölür diyorlar. Ben geldiğimde birileri nakledilmiş olduğunu
söylüyordu. ”
Genç kız, üstündeki örtü ile oynarken kısık sesle konuşmaya başladı.
“İnanamıyorum. Ne kadar seviniyorlardı. Babam çok mutluydu. Umarım bebekleri
yaşatmayı başarırlar. Altı ayı doldurdu bebekler. Esra dayanırsa onlar da
dayanır.” Konuşurken farkına varmadan yeniden ağlamaya
başladı.
Esra ikinci hamileliğinde korkularının da verdiği rahatsızlıkla biraz
kaprisli biri olmuştu. Onun ilk kayıptan sonra yaşadıklarını bilen hiç kimse
küçük sorunları büyütmüyordu. Ve şimdi o küçük sorunların ne kadar anlamsız
olduğunu görmek... Son yaptıkları konuşmanın yedikleri yemeğin tadının kötülüğü
olması… Araçlara binmeden önce yaptıkları küçük yürüyüş geldi aklına. Üçü de
nasıl gülerek konuşmuş, minik dereye bakıp su kaplumbağasını izlemişlerdi. Her
şey ne kadar güzeldi. Sanki çok uzun zaman önce yaşanmıştı hepsi.
Hiç olmazsa babası ve Esra, son yıllarını aşk dolu geçirmişti. Kavgaları,
kayıpları olmuştu. Doğal olan da buydu. Aynı zamanda mutlu olduklarını da hep
ifade edecek jestleri görmüştü kızlar. Bir taraftan da kendini düşündü. Aşk?
Sevgi? Güzel günler, minik jestler, keyifle barışılan kavgalar? Hiç birini
yaşamamıştı. Her şey bir yana sevdiği erkek ziyaretine bile gelmemişti. Gözleri
yeniden dolarken bu kez ağlamamak için kendine baskı yaptı. Onun için gözyaşı
dökmeyecekti.
Binnur, kızının aklından geçenlerden habersiz Esra ve bebeklerinin durumunu
düşünüyordu.
Hastaneye geri döndüğünde gazeteciler etrafını sarmış ve Esra’nın
getirildiğini, bu konuda ne düşündüğünü sormuşlardı. Böylece öğrenmişti genç
kadının hastaneye naklinin olduğunu. Hemşirelerden birinden Esra’nın annesinin
ve erkek kardeşinin de geldiğini öğrenmişti. Bir ara onların da yanına
uğramalıydı. Bebeklerin durumunu hemşireden öğrenmişti. Şu an bir sorun
gözükmüyordu ama ne kadar süre böyle devam edeceğini kimse bilemiyordu.
Binnur, Sedef’in bebeklerin ölmemesini isterken mantıklı düşünmediğini
kabul etti. Saf kızının miras işlerini hiç aklına getirmediği belliydi. İki
ortak daha gelecekti mirasa. Üstelik Esra’nın çocukları olacaktı bu mirasçılar.
Konuştuğu hemşire bu tarz koma durumlarında bebeğin de çok yaşamadığını, bu
hamilelikte iki bebek olduğunu, yaşama şanslarının daha düşük olduğunu,
ellerinden geleni yapacaklarını anlatmıştı. Sanki onlardan bunu isteyen varmış
gibi...
Acımasız bir tavırdı ama altında yatan başka gerçekler vardı. Avukatı ile
yaptığı konuşmada o bebeklerin hayatta kalması durumunda mirasçı olacağı ve
doğal olarak mirasın belli bir kısmının dörde bölüneceğini öğrenmişti. Oysa tüm
planları o miras üzerineydi. Elinden gelse çoktan makineleri kapatırdı ama
elbette böyle bir şey yapmayacaktı. Yakalanmayı göze alamazdı. Diğer kızının
durumunu merak ederek ayağa kalktı.
Onun durumu da çok önemliydi. Doktorlar hayati tehlikesinin olmadığını ama
başındaki darbenin etkisinin nasıl olacağını uyanmadan bilemeyeceklerini
söylemişti. Eğer uyandırılıp da gözünü açtığında akli yeterliliği ile ilgili
bir sorunla karşılaşılırsa vasi olmak için mahkeme kararı çıkarttırabilecekti.
Bu bilgi işlere müdahil olabilmesi için gereken zamanı büyük ölçüde
kısaltacaktı. Sedef’in kardeşinin vasisi olmayı isteyeceğini tahmin ediyordu.
Ama o annesiydi. Asıl hak onundu. Şirkette yer alacak, o kadar paranın
yönetiminden sorumlu olacaktı. Kızları kadar olmasa da sonuçta o şirketin neler
yaptığını az çok biliyordu. İlk yıllarda Necdet anlatır o da dinlerdi. Üstünden
uzun yıllar geçse de olayın özü değişmemişti. Sadece biraz kafa yorması
gerekiyordu. Basit iş, dedi kendi kendine. Kızı uyandığında zihnen bazı şeyleri
kaybetmiş olmasının kendisi için şans olacağından emindi. O anneydi, kızına
bakardı. Kendisini, bencil düşünceleri için ikna yolu bu kadar basitti.
“Ben yoğun bakıma iniyorum. Bir süre yalnız kalabilirsin değil mi?”
Bu soruyu sorarken sanki hep yanlarında olan ilgili anne pozlarına bürünen
kadına ters bir bakış atmamak için kendini zorladı. “Elbette” Arkasını dönüp
kapıya doğru yürüyen kadına ağrılarının verdiği ölçüde dudak kıvırmıştı. Binnur,
kapıya yürürken üstünü alışkın ellerle düzeltip saçını yine havalandırmıştı.
Boyalı sarı saçlarının kabarıklığı istediği kıvama gelene kadar bu hareketi
tekrarladıktan sonra odadan çıktı. Alt kattaki yoğun bakım merkezine indiğinde
ortada gezinen gazetecileri gördü. Esra’nın gelişi yüzünden mi içeri
girebilmişlerdi? Umursamadı. Hüzünlü bakışlarla yoğun bakımın camlı bölmesine
yaklaştı. Hemşireler onu görünce gülümseyerek yanına alamayacaklarını
söylediler. Zaten aksini beklemiyordu.
“Gelişme var mı? Hiç uyandı mı?”
“Hayır, henüz uyanmadı. Stabil değerler ile uyuyor.”
Bu hemşireyi yeni görüyordu. Fırsatı değerlendirmeliydi. “Uyanmama gibi bir
ihtimal yok değil mi?” Çanak soru sormayı bilecek kadar televizyon
izliyordu.
“Doktoru size daha net bilgi verebilir.”
“Ne demek bu? Yoksa kızım uyanamayabilir mi?” İstese, prova yapsa
hemşirenin şu dediklerini söyletemezdi. Dolan gözlerini gören gazeteciler
deklanşöre basarak art arda fotoğraf çekiyordu.
“Hayır, sadece bu hemen olmayabilir.” Duymak istediği olmasa da,
duyacağının bu olduğunu biliyordu. O nedenle hazırladığı ifadeyi yüzüne
yerleştirdi. Umutlu ama korkan bir anne!
Tam da gazetecilerin istediği görüntüyü vermişti. Fazlasına gerek
olmadığını düşünüp camdan bir süre baktı, tüplerle çevrelenmiş kızını
izledi. Sonra da ifadesini bozmadan dirayetli anne olarak camdan uzaklaştı.
Yoğun bakımdan uzaklaşırken ertesi gün yanına girebileceğini belirten
hemşireye aynı bakışlarla teşekkür etti. Sonra gözünden bir damla yaşın
süzülmesine izin vererek arkasına dönüp uzaktan kızına baktı. Yoğun bakım
hemşiresinin, gözünden süzülen yaşı çeken gazetecilerin duyacağı kadar yüksek
bir sesle dua etti. “Güzel kızım, canım kızım dayan. Dayan bir tanem. Bak
kardeşin de seni bekliyor. Hadi canım. Aç artık gözlerini.”
Ne kadar iğrenç bir anne :(((( resmen bir kaşık su da boğma isteği geliyor ...
YanıtlaSil:))) çokkkk haklısın. boğmak serbet
Sil