Mine ile
Sedef’in bakımlarını yapan pratisyen doktor, birinin daha hafif yaralı olduğunu
ama diğerinin iç organlarında zedelenme, ayak bileğinde darbeye bağlı travma,
sol omzunun kaza anında çıktığını, ilk kontrolde yerine oturtulduğunu, sol
kaburgalarının çevresinde yoğun bir morluk görüldüğünü helikopterdeki sağlık
görevlisine hızlı hızlı aktarıyordu. Kızların ikisi de halen baygın olarak
sedyelerle ambulans helikopterin yanına getirilmişti. Sağlık görevlisi
benzerliği görünce şaşkınlıkla sordu.
“Hangisi
kim nasıl ayırt edeceğiz?”
“Onları
ayırt etmek için bileklerine bebekler için kullandığımız bilekliklerden taktık.
İkisi de kendine gelemediği için isimlerini öğrenemedik. Pembe bileklik olan
emniyet kemeri bağlı olduğu için çok hafif yaralı olarak kurtulmuş. O şoförmüş.
Ailenin korumaları arabayı kullananın adının Sedef olduğunu söylemiş. Yine de
biz emin olamıyoruz. Ön camı kıran ağaç dalı başına çarpmış. İlk taramalarda
başka hasar bulamadık. Mavi bileklik olan ise bu durumda Mine Söğüt, oluyor. Röntgenleri
de burada.”
Pembe bileklikli olan genç kız helikoptere yerleştirilmiş kemerleri
bağlanıyordu. Sağlık görevlisi kendisine bildirilen diğer hastayı da
sordu. “Hamile olan kadın?”
“O bir gün daha hastanede kalacak. Anne komada, bebekler ise hayata
tutunuyor. Bu gece yola çıkartmak daha da riskli. Stabil hali devam
ederse yarın sevk edilecek.”
Bu arada mavi bileklikli kazazede de helikoptere yerleştirilmiş ve
kemerleri bağlanmıştı. Doktordan bilgileri alan sağlık görevlisi de yerini
alınca hemen havalandı ambulans helikopter.
Binnur Canel, kendisine bilgi veren doktorun söylediklerinin çoğunu
anlamıyordu. Uzun topuklu ayakkabılarının üstünde tüm ihtişamı ile duruyordu.
Kıyafeti, duyduğu felaket ile evden fırlamış bir anneden çok, partiye gitmeye
hazırlanan birinin şıklığındaydı. Bacaklarını saran dar krem rengi pantolonun
üstüne giydiği spagetti askılı acı kahve renkli bluz ile tüm bakışları üstüne
topluyordu. O bakışların farkında değilmiş gibiydi. Sarı saçlarını kulağının
arkasına atarken yüzüne yerleştirdiği üzgün ve ilgili anne bakışlı gözlerini
doktora dikmiş, konuşmasını bekliyordu.
Doktor, sabır çekmemek için kendisini zor tutuyordu. Zaten tıbbi terim
kullanmadan anlatmıştı. Durum bu kadar vahim olmasa ‘kafası uf olmuş’
diyecekti. Kendisinin sakinleştirdi. Bunu karşı tarafa belli etmeden ve durumu
olduğundan daha kötü göstermeden yeniden anlattı. “Hanımefendi, kızlarınızdan
birinin uyanmasını bekliyoruz. Sedef olarak kayıt yapılan kızınız bir iki saate
kadar uyanır. Verdiğimiz ilaçların etkisi geçecektir. Diğer kızınız için biraz
daha bekleyeceğiz. O kafasını çok sert vurmuş. Başka yaraları ve omzunda kırığı
da var. Şimdilik uyutmayı doğru buluyoruz.”
“Uyutmak mı? Siz mi uyutuyorsunuz? Uyandırın o zaman.”
Doktor, iç çekerek anlatmaya çabaladı. “Mümkün değil. İyileşme sürecinin
bir parçası olarak en azından iki gün daha uyutmayı planlıyoruz. Elbette
beklediğimizden hızlı bir gelişme olursa bu süre kısalacaktır.”
“Bu iyi işte! Kızlarım sağlamdır, toparlanırlar. Sedef iyi dediniz değil
mi?”
“Aslında bu konuda bir sorunumuz var.”
“Ne sorunu? Az önce onun iyi olduğunu söylemediniz mi?”
“Söyledim. Sorun o değil. Sorun, daha hafif yaralarla kazayı atlatan
kızınızın hangisi olduğundan kimsenin emin olmaması. Yani Sedef Hanım mı yoksa
Mine Hanım mı daha iyi durumda bilemiyoruz. Bu konuda yardımınıza ihtiyacımız
var.”
“Ne demek hangisinin iyi olduğunu bilemiyorum? Mine mi Sedef mi iyi? Ayrıca
bu, diğeri iyi olmayacak mı demek oluyor?”
Doktor, kadının gözler önüne serdiği göğüslerini görmezden gelerek, çok
düzgün makyajla şekillendirilmiş gözlerine çevirdiği bakışlarıyla yeniden
konuşmaya başladı.
“Binnur Hanım, kızlarınızı biz ayırt edemiyoruz. İkisi de birbirinin
kopyası. Kaza yaptıklarında ikisinin üstünde de neredeyse aynı kıyafet varmış.
Yüzlerinde fark bulmak imkansız. Eşinizin korumaları şoför olanın Sedef
olduğunu söylüyor ama kimse de emin değil. Sizin bize bu konuda yardımcı
olmanızı umuyoruz?”
Binnur Canel şaşkınlıkla bakıyordu doktora. Böyle bir soru
beklemiyordu. Çünkü hayatı boyunca iki kızını birbirinden ayıramamıştı. Zorda
kaldığını belli etmeden, şaşırmış gibi yapıp yanıtladı doktoru. “Ben mi? Şey…
Konuşmalarından ayırt etmem mümkün olur ama böyle uyurlarken nasıl anlayacağımı
bilemiyorum. Umarım yanılmam.”
İşte bu yanıtı beklemiyordu doktor. Şaşkınlıkla baktığı kadının rahatlığına
anlam veremedi. Yine de doğal olanı yaptı, “Ama siz annelerisiniz!” dedikten
sonra sustu ve kadının tepkisini bekledi.
“Evet, anneleriyim ve çok üzgünüm ama onlar da gözle ayırt edilemeyecek
kadar kopyalar. Uyanık olsalar kesin anlarım. Yine de şansımı deneyeyim.” Doktorun
bu minik yalanı anlamayacağından emin başını dikleştirip gözlerinin içine
baktı.
Doktor, sabırla iç çekti. ikizlerin hastanelerine nakledileceklerini
öğrendikten sonra ailenin avukatı aramış ve gerekli tedbirlerin alınmasını
istemişti. Basının sadece doktorlardan haber almasını, hemşire ve diğer sağlık
görevlilerinin bilgi vermemesi ve kızların yaralı hallerinin fotoğraflarının
çekilmemesini rica etmişti. Önemli isimlerin tedbirlerine alışkın bir tavırla
Necdet Söğüt’ün adını ekrana yazmış, son yılların bilgilerini kısaca taradıktan
sonra ilk evliliği ve ikizlerin annesi hakkında bilgilere ulaşmıştı. O
bilgilerin abartılı hatta yalan olduğunu düşünmek ile ne büyük hata yaptığını
şu an karşısında duran kadın ispatlamıştı. Okuduklarına gördüklerini ekleyip
bir kanaat oluşturmak hiç zor değildi. Yazılanlar bir anne olarak ‘yetersizliğini’
anlatmakta başarısız kabul edilmeliydi.
Ön yargılarını bir tarafa bırakıp acılı anneye sakin sesi ile yanıtlar
vermeye devam etti. “Sorun değil, kızınız uyandığında ondan zaten bilgi alırız.
Bizim için şu an onların iyileşmesi çok daha önemli.”
Kadının yüzündeki rahatlamayı önemsemedi. Cep telefonu çalan kadın doktorun
söyleyeceklerinin bittiğini düşünüp hemen yanıtladı. “Ah canım, çok teşekkür
ederim. Kızlarımın hayata tutunması için Allah’a dua etmekten başka bir şey
gelmiyor elimden.”
Doktor, kadının cümlesine gülmemek için kendisini zor tuttu. Kızların
hayati tehlikesi yoktu. Bunu bir saattir anlatmaya çalışmış, karşısındaki ise
kafasında yarattığı dünyadan çıkmamıştı. Zor bir insan, dedi kendisine. Şu an
elbette önemli olan kadının hayat tarzı değildi. Kendi kararı ile rahatlamış
olarak, kadını gösterisi ile baş başa bırakıp kızları kontrol etmek için
yanından ayrıldı.
*****
Duyduklarını tartarken aklından da yeni bir plan geçmeye başlamıştı. Önce
onay almalıydı. Kimsenin kendisini duymayacağından emin olduğu bir köşeye
çekilip telefonu çıkarttı. Aklından geçenleri karşı tarafa anlattığında
heyecanlı bir tepki aldı.
“Yapabilir miyiz?”
“Yaparız da ben yapamam. Beni tanıyorlar.”
“Dikkatli ol, sana birini yollayacağım. O konuşur, seni kimse görmeden çık
oradan.”
“Binnur gördü ama beni tanımıyor. Dikkat etmemiştir zaten. Rol kesmekle
meşgul.”
“En çok sevdiği şey. Tamam, hadi ben hemen birini yolluyorum. Olayı
anlatacağım, sen sadece hangi kız ise ona yönlendir.”
“Anlaştık”
Telefonu kapattıktan sonra beklemeye başladı. Hasta yakını gibi bir
koltukta oturmak ve telefonu ile oynamak, arada konuşuyormuş gibi yapmak
dışında tüm algıları ile kızlar hakkında bilgi almaya çalışıyordu. Nazif,
uzayan saçı sakalına ek olarak bir de güneş gözlüğü ve tişörtü ile aynı renk
beysbol şapkası sayesinde ancak tecrübeli ve dikkatli gözler tarafından
tanınabilirdi. Korumaların kısa sürede hastanede kuş uçurtmayacağından emindi.
İlk dakikaların rahatlığından faydalanıp gerekenleri öğrendikten sonra oralarda
oyalanmasının her şeyi tehlikeye atacağını biliyordu. Necdet Söğüt’ün ve
ailesinin başına bu kadar büyük olayların gelmesini beklememişti. Biraz korkutulacak,
bir iki tehditten sonra herkes isteğine ulaşacaktı. Kendi isteği basitti… Para…
Para için girdiği iş, artık cinayeti de içine almıştı. Şimdi bu cinayetten
sıyrılmanın hesaplarını yapıyordu. Beklediği kişi bir saat sonra gelmişti.
Yanında küçük bir çanta taşıyan son derece düzgün gözüken, görenin asla şüphe
etmeyeceği biriydi. Beyaz önlüğü giydiği an tam bir doktor görüntüsü
çizeceğinden emindi.
*****
Binnur Hanım, yoğun bakımda bir şey yapamayacağının bilincinde bir üst
kata, pembe bileklikli kızının yanına çıktı. Korumaların Sedef olduğunu
söylediği kızıydı bu. Sedef ile Mine annelerine hiçbir zaman yakın
olmamışlardı. Kızlar daima babalarının yanında yer almıştı. Yine de boşanma
sürecinde Sedef’in biraz daha ılımlı olduğunu anımsıyordu. Yoksa Mine
miydi? Yoo hayır, diye düşündü. Sedef idi ılımlı olan. Hatta bir kez
annesinin elini tutup üzülme bile demişti. Az önce yüzünde oluşmuş olan
sıkıntılı ifade dağılmıştı.
Aylar önce yaptığı bir konuşmayı anımsamıştı. Kuafördeyken yeni tanıştığı
bir kadının laflamaları ile boşanmadan sonra kocasının hak ettiği parayı
ödemediğini söylemiş, kadın da ona ölürse mirasına konarsın, benimki erkenden
öldü, mirası çocuklara kaldı. Çocuklar da küçük, anlayacağın çatır çatır bana
koklatmadığı paraları yiyorum, demişti. Kendi yanıtını çok iyi
anımsıyordu.
“Ölürse de mirasından mahrumum. Kızlar
büyüdü. Miras onlara kalacak. Sadece kızlarım ölürse mallar bana geçecek. Ama
tabii böyle bir şeyi asla istemem.”
Bu cümlenin gerçek olmasına ne kadar yaklaştığını anlayınca bir ürperti
geçti sırtından. Kızları ölünce onların mirasları kendisine kalacaktı. Biri
yaşar biri ölürse? Bunu hiç bilmiyordu. O yüzden avukatı ile konuşmalıydı.
Elbette şu an acılı bir anne olarak bu konuşmayı yapması çok yakışıksızdı.
Kızlarının ölmesini bekliyormuş gibi bir araştırma içinde olamazdı. Boşandığı
kocasını kaybetmiş, kızlarının ikisinin de uyanmasını bekliyordu. Heyecanla boş
sayılacak koridorda yürümeye başladı. O adım attıkça parfümü tüm kata
yayılıyor, üçlü koltuklardan birinde başı öne eğik oturan bir erkeğin burnuna
kadar ulaşıyordu. Bir şeyler yapmalıydı. Kendi avukatı ile konuşsa kimsenin
ruhu duymazdı. Merak içinde beklemektense bu kadarını sorabilirdi. Evet, bunu
yapabilirdi.
Elindeki telefonun ekranında avukatını buldu. Adam durumu bildiği için
detaya ihtiyaç duymadı.
“Binnur hanım, kızların durumu kritik değil demiştiniz.”
“Evet ama birini uyutuyorlarmış. Soruma yanıt verin, biri ölürse, ben
mirasçı oluyor muyum?”
“Aksine bir bilgi almamıştım. Kızlarınız ayrı bir vasiyet hazırlamadılarsa
mirasçı olursunuz. Değişiklik varsa da dava hakkımız olup olmadığına bakmak
gerekir. Yine de araştırmam lazım.”
“Hızlı olun. Biz meslektaş olarak Necdet’in ya da kızların avukatına
ulaşın.”
“Binnur hanım, şu an Esra henüz ölmedi ve bebekler de yaşıyor. Bunları
konuşmak için çok erken.”
“Doğmamış bebeğe miras mı düşer? Zaten anneleri yarı ölü, onlar da
yaşayamaz. Mine’nin de durumu ağırmış. Öğrenin ve dönün. Daha fazla
konuşamıyorum.”
“O bebekler hayata tutunduğu sürece mirasa hak kazanıyorlar.”
“İşte siz de söylüyorsunuz, hayata tutunmak… Anne ölmek üzere, onlar ikiz
ve henüz çok küçükler. O kısmı boş verin. Önemi yok. Siz benim sorumun yanıtını
alın.” Hattın diğer ucunda avukatının iç çekişini ve fısıltı ile ‘Tamam’
dediğini duydu. Yüzüne yayılmak üzere olan gülümsemeyi engelleyip hemen üzgün
bir ifadeye büründü.
Anne uzaklaşırken az önce kadının iç gıcıklayan parfümünü içine çeken adam
cebinden telefonunu çıkarttı. Yıllardır birlikte bir sürü iş yaptığı arkadaşını
aradı.
*****
Binnur, makinelerin kontrolünde uyanması beklenen Sedef’in odasına girip
bir süre ayakucunda oturdu. Sonra odada durmaktan sıkılıp bekleme salonuna
yürüdü. Orada bulunan yiyecek standından bir şeyler alıp rahat koltuklardan
birine yerleşti. Neredeyse tüm arkadaşları aramıştı. Ama onların sayısından
daha fazla gazeteci ve televizyon muhabiri çaldırmıştı telefonunu. İşte yine
çalıyordu! Bir iki görüşmenin ardından tam telefonunun not defteri kısmını
açacaktı ki vazgeçti. Teknolojik ürünlerin nasıl takip edildiğini biliyordu. Çantasını
biraz karıştırıp küçük bir not defteri çıkarttı. Onun hayatı hep planlarla dolu
olmuştu. İşte şimdi de o planlar devreye girecekti. Aklındakileri sıralamadan
önce soğuyan kahvesini tazeleyip biraz daha sakinleşmeliydi.
O çocuk büyütüp evinin kadını olacak birisi değildi. Gençti, güzeldi ve
kocasının yaşlı arkadaş grubu ile aynı ortamda olmaktan sıkılıyordu. Daha
boşanmadan bile etrafında bir sürü genç, yakışıklı erkek dolanıyordu. Zaten
şimdi de onlardan biri ile dokuz aydır birlikteydi. Bir önceki ilişkisinin bitmesinden
önce peşinde koşmaya başlamıştı Ayhan Özden. Başlarda devam eden ilişkisi
yüzünden hayır demiş ama ısrarları ile kazanan o olmuştu. Genç, yakışıklı ve
başarılı bir erkek! Başarı kısmı çok da doğru sayılmazdı. Dokuz ayda ikinci kez
borç vermişti. Yeni iş denemeyi seven biriydi Ayhan. Emlak işinden sonra galeri
açmak istediğini söylemişti. Bir miktar paraya ihtiyacı olduğunu kısa sürede
satacağı emlaklardan kazanacağı para ile iade edebileceğini söylemişti. Binnur,
borç verirken ilişkiye de vade biçmişti. Bir kez daha para ister ya da aldığı
borcu ödemezse, peşindeki adaylardan biri ile şansını deneyecekti. Kahvesini
bitirdiğinde Ayhan ile ilgili düşüncelerine bir yenisini ekledi. Ona yapacağı
sürprizi düşündü. Bir süre uzak kalacaklardı. Aklını başından almak,
uzaklardayken başkalarıyla ilgilenmesine engel olmak için minik bir oyun
oynayacaktı. İkisi de yatak oyunlarını seviyor, kılıktan kılığa giriyorlardı.
Düşünmek bile heyecanlandırmıştı. Ne giyeceğini bulmuştu. Not etmesine gerek
olmayan plandan sonra asıl yapacaklarını planlamaya başladı. Not defterinin sol
yaprağına ölüm sağ yaprağına yaşam yazdı. Ölüm kısmına kızlardan biri ölürse
yapacaklarını, diğerine ise ikisi de yaşarsa nasıl davranması gerektiğini
yazmaya başladı. Uyutulmanın olumsuz etkisini de göz ardı etmemeliydi. Belki de
kızlardan biri vasi tayin edilmeden yaşayamayacaktı. Bunu da soracaktı. Esra ve
doğmamış bebekler düşününce kendine kızdı. Onlar için başını ağrıtmaya gerek
duymadı. Nasılsa dayanamayacakları belli olan iki cenin için kendisini
yoramazdı.
Kızlarının doktorunun bir hastanın odasına doğru hızlı adımlarla yürüdüğünü
gördü. Doktorun yaptıkları konuşma yüzünden kendisini küçümsediğini tahmin
ediyordu. Kendisi de haklıydı. Hiç ayırt edememişti ki kızlarını. Necdet'in
onları hemen tanımasına da yıllarca sinir olmuştu. Yeni bir yudum için
fincanına uzandığında cep telefonu yeniden çalmaya başladı. Tanımadığı bir
numaraydı. Yanıtladığında karşısındakinin bir başka gazeteci olduğun anladı.
Yüzünde oluşan gülümsemenin sesine yansımasını engelleyerek acılı anne rolüne
büründü. Boşanmış bile olsa çocuklarının babasını kaybetmişti. Mağdurdu ve bunu
sonuna kadar kullanacaktı.
*****
Mesut Kafkas ve Hasan Taçbaş, Cinayet Masasına bağlı sivil polislerdi.
Kimliklerini göstererek hemşirelerden ikizlerin doktorunun nerede olduğunu
öğrenmişler muayeneden çıkmasını beklemeye başlamışlardı.
Doktor önce şaşırmış bilgi vermek istememiş, önceden yaşanan tehditlerin,
silahlı saldırının ve ölüme neden olan son kazadaki kamyonun kayıp olmasının
olayı planlı bir cinayete bağladığını anlatmalarından sonra kızların durumu ve
Esra Söğüt ile bebekleri hakkında her şeyi anlatmıştı. Jandarma bölgesinden
aktarılan yaralıların polis tarafından takip edilmesi tuhaf gelse de ölen
kişinin önemli bir iş adamı olduğunu düşününce olayın polise aktarılması akya
yatkındı. Mesut Kafkas genel bilgilerden sonra ikizleri ne zaman
sorgulayabileceklerini sormuş, olumsuz yanıttan sonra, uyandıkları zaman haber
vermelerini istemişti.
Doktor, ikizlerin annelerinin de orada olduğunu ama kadının ne kaza ne de
kızları hakkında bilgi sahibi olmadığını söyledi. Kendisine şaşkınlıkla bakan
polislere yaptıkları konuşmayı da aktardı. En azından kendisi kadar
şaşırmazlardı.
Sivil polisler, doktora teşekkür gösterdiği koltukta oturmuş telefonda
birisi ile konuşan kadının bulunduğu yere doğru yürüdüler. Yaşını göstermeyen kadının
etrafında bir sürü genç kadın ve erkek ayakta durmuş konuşuyordu. Kızların
arkadaşlarının hastaneye akın ettiğini anlamak için müneccim olmaya gerek
yoktu. Gürültüleri bekleme odasındaki diğer hasta yakınlarını rahatsız edecek
boyuta ulaşmıştı. İki memur birbirine bakıp o an konuşmak için uygun bir zaman
olmadığına karar verip kızları görebilecekleri yerleri hemşirelerden
öğrendiler. En azından kızların uyanıp uyanmadıklarını kendi gözleri ile
göreceklerdi.
Mesut, “Hasan, sen Sedef Söğüt’ün odasına bir bak, ben de yoğun bakıma
iniyorum. Durum anlatıldığı gibi ise burada yapacak şimdilik bir şey yok
demektir. Burada buluşalım, bir ihtimal şu grup da sıkılır giderse anneleri ile
konuşuruz.”
Hasan tecrübeli gözlerle anneyi süzdü, “Doktorun uyarısını tuhaf bulmuştum.
Şuna baksana, çok üzüntülü gerçekten! Hiç bu kadar sahte üzüntü görmemiştim.”
Mesut arkadaşına hak verse de uyarmaktan geri durmadı. “Ön yargılı olma,
dosyasını okuduğun için öyle geliyordur.”
“Sen de, ben de iyi biliyoruz ki o kadın üzgün değil. Gözlerindeki para
işaretlerini görmek bile mümkün.”
“Haksızsın diyemeyeceğim ama belki arkadaşları üzülmesin diye öyle
davranıyordur.”
“İddiaya girer misin?”
“Hayır!”
Hasan gülümsedi, Mesut iyi niyetli davranıyormuş gibi gözükse de en az
kendisi kadar kadının hareketlerini sevmediğini görüyordu. Sadece
sorgulayacakları kişiler hastanede olduğunda o daha farklı davranıyordu. Küçük
kardeşini yıllar önce bir hastane yatağında kaybettiği için böyle ortamlarda duygusallaşıyordu.
Oysa çok sağlam gözlem ve sorgu yeteneği vardı. Hasan, iş arkadaşını daha fazla
sıkıştırmamak için kendisine verdiği görevi yerine getirmek üzere arkasını
döndü.
Hemşirelerin bankosuna yaklaşıp Mine Söğüt’ün oda numarasını sordu.
*****
Genç kız makinelere bağlıydı ama kendi başına nefes alabiliyordu. Serum
bağlı kolunda ve yüzünde bir sürü morluk vardı. Örtünün altında kalan kısmın da
farklı olmadığını öğrenmişti. Alnındaki yaranın izinin kalıp güzelliğini
bozmasını istemeyen Mesut uyuyan kıza bakarken yanındaki yoğun bakım hemşiresi
ile bunu konuşuyordu.
“Belki çok küçük bir iz kalır ama sorun edeceklerini sanmam.”
“Neden? Tanıyor musunuz bu aileyi?”
“Şahsen tanımıyorum ama estetik yaptıracak kadar zenginler, bunu
biliyorum.”
“Tabii ya, kesin yaptırırlar. Zaten eminim bir sürü estetik de vardır
yüzlerinde.”
“Bu polis merakı mı? Çünkü bildiğim kadarıyla estetikleri yok.”
“Polis merakı, evet.” Niye sorduğunu kendisi bile bilmiyordu. Galiba laf
olsun diye ve biraz da hemşirenin ilgisini çekmek için sorulmuş bir soruydu.
“Ne zaman uyandırılacak?” İşte bu daha normal bir polis sorusuydu.
“Doktoru bilir. Henüz verilerinde düzelme yok. Bir iki saate kadar daha iyi
sonuçlar alırsak belki uyandırılmasına karar verilebilir. Zaten ölümcül bir
durum yok. İç kanama da yok. Tek korkulan başındaki darbe. Onun takibi
yapılıyor ve şu an o da stabil. Tabii daha uzun süre böyle kalması kötü
sonuçlar doğurabilir.”
“Siz ne demek istiyorsunuz? Kızıma bir şey mi oldu? Bu bey kim? Niye
yabancılara bilgi veriyorsunuz?”
Mesut, bir anda arkalarından gelen tiz ses ve aralıksız sıraladığı soruları
ile neye uğradığını şaşırdı. Hemşirenin renginin attığını görünce müdahale etme
gereği duydu.
“Binnur hanım değil mi? Ben Mesut Kafkas, polisim.” derken cebinden
kimliğini çıkartıyordu. Binnur’un bir anda o sinirli ifadesi yerini şaşkınlığa
bıraktı.
“Olay ile ilgili jandarma bilgi verdi bana. Siz ne için geldiniz?”
“Necdet Beyin ne kadar önemli bir iş adamı olduğu malum. Amirlerimiz olayda
tek bir şüphe kalmamasını istiyor. Kızlarınız ya da en azından biri uyandığında
onlara kaza hakkında bir iki soru sormamız gerekiyor.”
“Kızlarım konuşabilecek durumda değil. Ayrıca avukatları olmadan ne sizinle
ne de bir başkası ile konuşmayacaklardır.”
Kadının, film setinde gibi davranması Mesut’un sinirlerini geriyordu. Az
önce azarlanan hemşire sessizce uzaklaşmıştı yanlarından. Kızı suçlayamazdı.
“Bakın, kızlarınız suçlu değil, sadece babalarının hayatını kaybettiği
kazada görgü tanıklığı yapacaklar. Hem zaten başkalarından da bilgi alındı. Ama
dosyada noksan olmamalı. Yoksa bizler de amirlerimiz karşısında zor durumda
kalırız. Kızlarınız uyandığında yeniden geleceğiz. Bu arada anladığım kadarıyla
sizin kaza hakkında bilginiz yok.”
“Necdet’le karısının bindiği cip takla atmış. Ah, Necdet hemen ölmüş. Çok
üzücü. iyi insandı.” Bu sözlere sesindeki tınılardan asla destek gelmiyordu. O
kadar da başarılı oynamadığını anlayıp hemen konuyu değiştirdi. “Kızlarım ise
başka arabadaymış. Sanıyorum ki babasının kazasını görüp üzüntüden onlar da
kaza yaptı. Ah inşallah onlara bir şey olmayacak. Ya kızlarıma bir şey olursa?”
“Doktorlar, kızlarınızın tehlikeli bir durumda olmadığını söyledi.
Korkmayın artık. Asıl önemli olan Esra hanımın durumu.”
“O makineye bağlı yaşıyor. Ailesi kapatın denilince ölecek.”
Mesut, kadının cümlelerindeki düşmanlığı anlamak için yüzüne bakmaya, ses
tonunu duymaya ihtiyaç görmemişti. Cümle o kadar iğrençti ki, sırf bu yüzden
imkanı olsa kadını tutuklardı.
“O kadarını bilemem, tıp bilgim yok. Eminim doktorlar en iyi şekilde
bakıyorlardır. Kızlarınız da en kısa sürede gözlerini açacaktır. Zaten
hemşirenin bana söylediği, ağrıları rahatsız etmesin diye uyutulduğu. Diğer
kızınız ise her an uyanabilirmiş.” Mesut, bu kadına daha fazla soru sorma
ihtiyacı hissetmiyordu. Asıl istediği temiz hava almaktı.
Hasan, aynı dakikalarda diğer genç kızın odasına gitmiş, uyuduğunu ve
makinelerden gelen sinyallerin normal bir seyir izlediğini görüp yine
hemşirelerden kısa bilgi almıştı. Onlara uyanır uyanmaz kendilerine haber
vermelerini sıkı sıkı tembihlemiş, nöbet değişiminde de bu bilginin diğer
hemşirelere aktarılmasını istemişti. İşlerinin yoğun olabileceğini düşünüp
kendisi de ara sıra aramayı aklına yazdı
O süreçte jandarmadan dosyanın bir kopyasının gelmesini sağlayabilirlerdi.
Bürokrasinin hızını bir kez daha test edeceklerdi…
*****
Binnur Canel,
önce kızların arkadaşlarının sonra da iki sivil polisin sorularını yanıtlamış,
daha sonra da bulunduğu kata çıkmayı başarmış iki gazeteci ile konuşmuştu. Gazetecilere
poz vermiş, bildiklerini en ince ayrıntısına kadar anlatmış, onlar gittikten
sonra da tüm suç hastaneninmiş gibi herkese bağırmıştı.
Yarım
saat önce başlattığı söylenme seansını ayıp olmasın diye gelen arkadaşlarını
görünce noktalamıştı. Kendisi de benzer ziyaretler yapmak zorunda kaldığından
gelenlerin kendi aralarında muhabbet etmesine aldırış etmiyordu. Sonunda sahte
üzüntü cümlelerine daha fazla tahammül edemeyip hasta ziyareti kısa olur diye teşekkür
konuşması yapıp hepsini hastane kapısından uğurlamıştı. Dışarıda bekleyen
gazetecilerin bu fırsatı kaçırmayacağından emindi. Arkadaşlarının da aynı
şekilde davranacağını bilmenin rahatlığı ile içeri girdi.
Bekleme
salonunda kendisinden başka bir erkek daha vardı. Elindeki telefona dalmış iki
elini de kullandığına göre bir oyun oynuyordu. Kendisinden tarafa bakmadığını
fark etse de biraz daha uzaklaştı.
Binnur,
en uzak noktada durup sırtını duvara yasladı. Akşama kadar yüzündeki sahte
ifade ile oradan oraya koşturup durmuştu. Oturmak hatta uzanmak için ölüyordu
fakat bu konuşmayı başkalarının duymasını istemiyordu.
“Bilgi
alabildin mi?” diye sordu giriş sözlerine gerek duymadan. Avukatının verdiği
yanıt tadını kaçırsa da bu kadar kısa sürede o şirket avukatları ordusunu
aşmasını beklemiyordu. Sadece işi savsaklamasını engellemeye çalışıyordu.
“Bak, ben
de biliyorum miras hakkım olmadığını. Beni ilgilendiren kısmı kızların
mirasında bir değişiklik olup olmadığı. Sonuçta Mine’nin durumu Sedef’e göre
daha ağır. Uyutuluyor. Doktorlar iyi olduğunu söylüyor ama kaza büyük. Belli mi
olur? Ona bir şey olursa benim haklarım ne? Bunu iyice öğren ve engel olacak
kimse var mı bir bak! Vasilik konusunu atlama. Eğer kendini idare edemeyeceği
bir sorun ile uyanırsa annesi olarak vesayetini benim almam konusunda
hazırlıklı olmalıyız.”
“Merak
etmeyin. Umarım…neyse yani şey… Bakın Binnur Hanım, ikizlerin vasiyeti hakkında
kimseden bilgi alamadım. Kendi avukatları ile konuşamadım.” Susup derin bir
nefes aldı. Bu kadının avukatı olduğu güne lanet ettikten sonra konuşmaya devam
etti. “Kimse de kızların mirasında bir değişiklik olup olmadığını söylemiyor.
Eşinizin avukatı Şaban Sesver tüm avukatları konu hakkında uyarmış. Kimseye tek
söz etmiyorlarmış. Bu durumda eğer aksi bir durum varsa dava açmak zorunda
olacağımız.”
“Nasıl
dava?”
“Miras
kaçırmaya yönelik davalar var. Durumu öğrenir buna göre hareket ederiz. Şu an
size söyleyebileceğim bu kadar.”
“Yani, miraslarını
birilerine devrettilerse onlara dava açabilir miyim?”
“Mümkün
ama bunu ne zaman hangi şartlarda yaptıkları önemli. Yıllar önce yapılmışsa
mahkemenin iptal etmesi zorlaşır. Devlet kurumlarına, vakıflara bağışlanmışsa…”
Binnur
adamın sözünü kesti. “Umuyorum ki böyle bir saçmalık yapmamışlardır. O yardım
yaptıkları kurumlardan birini mirasçı yapmışlarsa dava açabiliyor muyum?”
“Binnur
Hanım, her şeye dava açabilirsiniz ama bu kazanacağınız anlamına gelmez.”
“Biliyorum,
ne yazık ki biliyorum.”
Konuşmayı
bitirdikten sonra içerideki hemşirelerin çıkmasını bekledi, sonra da Sedef’in yanına
girdi. Serum yenilenmiş, hatta yanına bir tane daha eklenmişti. Önce yataktaki
kızının durumuna bir bakış attı. Rengi düzeliyor gibiydi. Alnındaki bantın
altında kalan yaranın etrafı koyulaşmıştı. Zamanla sarı bir renge bürünecek
sonra da geçecekti. Kendi rengini merak edip özel odadaki lüks banyoya girip
kendisini incelemeye başladı. Saatlerdir hastanenin
bekleme odasındaydı ama ne makyajında ne de kılığında en ufak bozulma yoktu.
Sadece yüzünde artık daha kolay takındığı üzgün ifade yer alıyordu.
Ziyaretçiler ve gazeteciler varken yüzüne yerleştirdiği üzüntülü anne pozları
kalıcı olmuş gibiydi.
İlk gördüğünde ikizlerin durumları gerçekten etkilemişti. Baygın olduklarını
anlamak, başlarındaki sargıları, kollarındaki serum hortumlarını görmek canını
yakmıştı. Oksijen maskelerinin ardındaki yüzlerinin renksizliği ürkütücüydü.
Fakat doktorlar sakinleştirmiş, hayati tehlike olmadığını söylemiş Binnur’u
rahatlatmışlardı. Ardından gelen Mine’yi uyutmaya devam edeceğiz bilgisi işleri
karıştırmıştı. Aslında onun da nedenleri açıklanmıştı. Biraz aptal gibi
davranmak işine gelmişti. Sanki en kötüyü düşünen bir anne olarak acısını
yaşıyordu. Hayır sadece işini şansa bırakmıyor, olabileceklere karşı hazırlık
yapıyordu
Biri buraları
gizli kamera ile izlese, düşündüklerimi sesli söylesem, benim ne kadar kötü bir
anne olduğumu düşünür, diye aklından geçirdi. Oysa her zaman
gerçekçi olmuştu. Kızlarının ölmesini istemezdi ama ya ölürlerse? İşte bu
yönünü seviyordu. Gerçekçi ve bencil! Aynaya son kez baktı, omzunu silkti ve
odaya geri döndü.
Yatakta serumla yatan ama artık oksijen maskesine gerek duymayan kızının
kısa sürede uyanacağını biliyordu. Hemşireler bir iki saate uyanır demişler
üzerinden iki saat geçtiği halde uyanmamıştı. Sedef olduğunu söylüyorlardı ama
emin değildi. En azından uyandığında hangi kızı olduğunu daha iyi bilecekti.
Kızı uyandığında annesini başucunda görmeliydi. Artık uzak günler bitmişti.
Anne ve kızları yakın olacaktı… Ya da anne ve kızı…Uzak ihtimaldi yine de
ihtimaldi!
Daha gerçekçi düşüncelerine geri döndü. Önünde zorlu bir süreç olacağını,
adımlarını çok dikkatli atması gerektiğini biliyordu. Not defterini yeniden çıkarttı.
Yapılması gerekenlerin listesini tekrar kontrol etti. Kendisine bundan sonraki
hayatı için kızları ile birlikte bir yol çizmeliydi. İkisinin de yakın(!)
ilgiye ihtiyacı vardı. Bu durumu lehine çevirmeliydi. Miras beklentisini hepten
yok edemezdi. Sonuçta kızlarından birine ya da ikisine bir şey olursa
miraslarından faydalanacaktı. Elbette onların evlenmemiş ve çocuk sahibi
olmamış olması durumunda. Henüz damat adayı olmadığını biliyordu. İki kızı da
güzelliklerini kendisinden, renklerini babasından almıştı. Bu güzellikle halen
evlenmemiş olmaları mucizeydi. Bu konuya başka zaman üzülebilirdi fakat şu an
bu durumdan çok memnundu.
Yeniden telefonuna uzandı. “Benim iş kadını olmam hakkında fikrini alabilir
miyim?”
“İş kadını mı? Ne iş yapacaksın? Mağaza mı açacaksın? Gel işte galeride
dur.”
“Mağaza açmak mı? Galeri mi? Basit düşünme hayatım. Karşında Söğüt Holding’in
müstakbel yöneticisi var.”
“Ne? Ciddi misin? Ne zaman oldu bu?”
“Henüz olmadı ama kızlarımla bir arada olup kısa sürede şirkette kendime
bir yönetici koltuğu edineceğim. Ne de olsa kızlar henüz çok tecrübesiz ve
artık babaları yok!”
“Çok heveslenme. O tecrübesiz kızlar senden çok daha deneyimli ve o işin
eğitimini en yetkili kişiden aldılar.” Bu kadının para söz konusu olduğunda
yapabileceklerinin sınırı yoktu. Bunu biliyordu. Yine bir şeyleri hesapladığı
belliydi. Onun hesaplarına ayak uydurmak eğlenceliydi. Hata konuşmaya devam
ediyordu. “Ama ben anneleriyim. Bana hayır diyecekleri günler geride kaldı.
Zaten koltuk edineceğim dedim, işleri yapacağım demedim. Gelsin maaşlar,
primler ve kâr payları.”
“Bu akşam da orada mı kalacaksın?”
“Ah aşkım, özledin mi beni?”
“Özledim elbette. Yine de orada olman gerektiğini anlıyorum. Üstelik son
planların için bu şart.”
“Kesinlikle öyle. Bu aralar biraz daha az göreceğiz birbirimizi. Ben yokken
sakın yaramazlık yapma.”
“Kimse senin kadar yaramaz olamaz. En kısa sürede tüm yaramazlıklarını
izlemek istiyorum.”
“O halde bu akşam küçük bir gösteri yapayım sana. Tabii kızım uyansın,
kendine gelsin, beni görsün, sonra ben üst baş almak için eve uğrarım. Evden
çıkmam bir iki saat sürebilir.”
“Belki daha bile çok!”
“Ah bu ayrılık bize çok yarayacak. Ararım seni.”
Odadaki iki tekli koltuktan pencere önündekine oturup manzarayı izlemeye
başladı. Nihayet rahat bir soluk aldı. Keyifle hastane bahçesinde
koşuşturanları izledi. Kimi geliyor kimi gidiyordu. Herkesin hastaları için
koşuşturduğu bu manzara bile hoşuna gidiyordu. Çünkü hastanede olmasına neden
olan olaylar ona yeni bir hayat sunuyordu…
Bu anneyi parçalayabiliyormuyuz ? Adi bir pisliğin karşılığı :((((
YanıtlaSilParçalayabiliriz de kızlar da yapar, biraz sabır lazım :)))
Sil