10 Şubat 2016 Çarşamba

KORKUTAN MİRAS 22. Bölüm

Mine ile Sedef’in bakımlarını yapan pratisyen doktor, birinin daha hafif yaralı olduğunu ama diğerinin iç organlarında zedelenme, ayak bileğinde darbeye bağlı travma, sol omzunun kaza anında çıktığını, ilk kontrolde yerine oturtulduğunu, sol kaburgalarının çevresinde yoğun bir morluk görüldüğünü helikopterdeki sağlık görevlisine hızlı hızlı aktarıyordu. Kızların ikisi de halen baygın olarak sedyelerle ambulans helikopterin yanına getirilmişti. Sağlık görevlisi benzerliği görünce şaşkınlıkla sordu.

“Hangisi kim nasıl ayırt edeceğiz?”  

“Onları ayırt etmek için bileklerine bebekler için kullandığımız bilekliklerden taktık. İkisi de kendine gelemediği için isimlerini öğrenemedik. Pembe bileklik olan emniyet kemeri bağlı olduğu için çok hafif yaralı olarak kurtulmuş. O şoförmüş. Ailenin korumaları arabayı kullananın adının Sedef olduğunu söylemiş. Yine de biz emin olamıyoruz. Ön camı kıran ağaç dalı başına çarpmış. İlk taramalarda başka hasar bulamadık. Mavi bileklik olan ise bu durumda Mine Söğüt, oluyor. Röntgenleri de burada.”  


Pembe bileklikli olan genç kız helikoptere yerleştirilmiş kemerleri bağlanıyordu. Sağlık görevlisi kendisine bildirilen diğer hastayı da sordu. “Hamile olan kadın?”  
“O bir gün daha hastanede kalacak. Anne komada, bebekler ise hayata tutunuyor.  Bu gece yola çıkartmak daha da riskli. Stabil hali devam ederse yarın sevk edilecek.”  

Bu arada mavi bileklikli kazazede de helikoptere yerleştirilmiş ve kemerleri bağlanmıştı. Doktordan bilgileri alan sağlık görevlisi de yerini alınca hemen havalandı ambulans helikopter.  


   
Binnur Canel, kendisine bilgi veren doktorun söylediklerinin çoğunu anlamıyordu. Uzun topuklu ayakkabılarının üstünde tüm ihtişamı ile duruyordu. Kıyafeti, duyduğu felaket ile evden fırlamış bir anneden çok, partiye gitmeye hazırlanan birinin şıklığındaydı. Bacaklarını saran dar krem rengi pantolonun üstüne giydiği spagetti askılı acı kahve renkli bluz ile tüm bakışları üstüne topluyordu. O bakışların farkında değilmiş gibiydi. Sarı saçlarını kulağının arkasına atarken yüzüne yerleştirdiği üzgün ve ilgili anne bakışlı gözlerini doktora dikmiş, konuşmasını bekliyordu. 
  
Doktor, sabır çekmemek için kendisini zor tutuyordu. Zaten tıbbi terim kullanmadan anlatmıştı. Durum bu kadar vahim olmasa ‘kafası uf olmuş’ diyecekti. Kendisinin sakinleştirdi. Bunu karşı tarafa belli etmeden ve durumu olduğundan daha kötü göstermeden yeniden anlattı. “Hanımefendi, kızlarınızdan birinin uyanmasını bekliyoruz. Sedef olarak kayıt yapılan kızınız bir iki saate kadar uyanır. Verdiğimiz ilaçların etkisi geçecektir. Diğer kızınız için biraz daha bekleyeceğiz. O kafasını çok sert vurmuş. Başka yaraları ve omzunda kırığı da var. Şimdilik uyutmayı doğru buluyoruz.”  
“Uyutmak mı? Siz mi uyutuyorsunuz? Uyandırın o zaman.”  
Doktor, iç çekerek anlatmaya çabaladı. “Mümkün değil. İyileşme sürecinin bir parçası olarak en azından iki gün daha uyutmayı planlıyoruz. Elbette beklediğimizden hızlı bir gelişme olursa bu süre kısalacaktır.”  
“Bu iyi işte! Kızlarım sağlamdır, toparlanırlar. Sedef iyi dediniz değil mi?”  
“Aslında bu konuda bir sorunumuz var.” 
“Ne sorunu? Az önce onun iyi olduğunu söylemediniz mi?” 
“Söyledim. Sorun o değil. Sorun, daha hafif yaralarla kazayı atlatan kızınızın hangisi olduğundan kimsenin emin olmaması. Yani Sedef Hanım mı yoksa Mine Hanım mı daha iyi durumda bilemiyoruz. Bu konuda yardımınıza ihtiyacımız var.”   
“Ne demek hangisinin iyi olduğunu bilemiyorum? Mine mi Sedef mi iyi? Ayrıca bu, diğeri iyi olmayacak mı demek oluyor?”  

Doktor, kadının gözler önüne serdiği göğüslerini görmezden gelerek, çok düzgün makyajla şekillendirilmiş gözlerine çevirdiği bakışlarıyla yeniden konuşmaya başladı.
   
“Binnur Hanım, kızlarınızı biz ayırt edemiyoruz. İkisi de birbirinin kopyası. Kaza yaptıklarında ikisinin üstünde de neredeyse aynı kıyafet varmış. Yüzlerinde fark bulmak imkansız. Eşinizin korumaları şoför olanın Sedef olduğunu söylüyor ama kimse de emin değil. Sizin bize bu konuda yardımcı olmanızı umuyoruz?” 
  
Binnur Canel şaşkınlıkla bakıyordu doktora. Böyle  bir soru beklemiyordu. Çünkü hayatı boyunca iki kızını birbirinden ayıramamıştı. Zorda kaldığını belli etmeden, şaşırmış gibi yapıp yanıtladı doktoru. “Ben mi? Şey… Konuşmalarından ayırt etmem mümkün olur ama böyle uyurlarken nasıl anlayacağımı bilemiyorum. Umarım yanılmam.”  

İşte bu yanıtı beklemiyordu doktor. Şaşkınlıkla baktığı kadının rahatlığına anlam veremedi. Yine de doğal olanı yaptı, “Ama siz annelerisiniz!” dedikten sonra sustu ve kadının tepkisini bekledi.
  
“Evet, anneleriyim ve çok üzgünüm ama onlar da gözle ayırt edilemeyecek kadar kopyalar. Uyanık olsalar kesin anlarım. Yine de şansımı deneyeyim.” Doktorun bu minik yalanı anlamayacağından emin başını dikleştirip gözlerinin içine baktı.

Doktor, sabırla iç çekti. ikizlerin hastanelerine nakledileceklerini öğrendikten sonra ailenin avukatı aramış ve gerekli tedbirlerin alınmasını istemişti. Basının sadece doktorlardan haber almasını, hemşire ve diğer sağlık görevlilerinin bilgi vermemesi ve kızların yaralı hallerinin fotoğraflarının çekilmemesini rica etmişti. Önemli isimlerin tedbirlerine alışkın bir tavırla Necdet Söğüt’ün adını ekrana yazmış, son yılların bilgilerini kısaca taradıktan sonra ilk evliliği ve ikizlerin annesi hakkında bilgilere ulaşmıştı. O bilgilerin abartılı hatta yalan olduğunu düşünmek ile ne büyük hata yaptığını şu an karşısında duran kadın ispatlamıştı. Okuduklarına gördüklerini ekleyip bir kanaat oluşturmak hiç zor değildi. Yazılanlar bir anne olarak ‘yetersizliğini’ anlatmakta başarısız kabul edilmeliydi.

Ön yargılarını bir tarafa bırakıp acılı anneye sakin sesi ile yanıtlar vermeye devam etti. “Sorun değil, kızınız uyandığında ondan zaten bilgi alırız. Bizim için şu an onların iyileşmesi çok daha önemli.”

Kadının yüzündeki rahatlamayı önemsemedi. Cep telefonu çalan kadın doktorun söyleyeceklerinin bittiğini düşünüp hemen yanıtladı. “Ah canım, çok teşekkür ederim. Kızlarımın hayata tutunması için Allah’a dua etmekten başka bir şey gelmiyor elimden.”

Doktor, kadının cümlesine gülmemek için kendisini zor tuttu. Kızların hayati tehlikesi yoktu. Bunu bir saattir anlatmaya çalışmış, karşısındaki ise kafasında yarattığı dünyadan çıkmamıştı. Zor bir insan, dedi kendisine. Şu an elbette önemli olan kadının hayat tarzı değildi. Kendi kararı ile rahatlamış olarak, kadını gösterisi ile baş başa bırakıp kızları kontrol etmek için yanından ayrıldı. 
  

*****


Duyduklarını tartarken aklından da yeni bir plan geçmeye başlamıştı. Önce onay almalıydı. Kimsenin kendisini duymayacağından emin olduğu bir köşeye çekilip telefonu çıkarttı. Aklından geçenleri karşı tarafa anlattığında heyecanlı bir tepki aldı.

“Yapabilir miyiz?”
“Yaparız da ben yapamam. Beni tanıyorlar.”
“Dikkatli ol, sana birini yollayacağım. O konuşur, seni kimse görmeden çık oradan.”
“Binnur gördü ama beni tanımıyor. Dikkat etmemiştir zaten. Rol kesmekle meşgul.”
“En çok sevdiği şey. Tamam, hadi ben hemen birini yolluyorum. Olayı anlatacağım, sen sadece hangi kız ise ona yönlendir.”
“Anlaştık”

Telefonu kapattıktan sonra beklemeye başladı. Hasta yakını gibi bir koltukta oturmak ve telefonu ile oynamak, arada konuşuyormuş gibi yapmak dışında tüm algıları ile kızlar hakkında bilgi almaya çalışıyordu. Nazif, uzayan saçı sakalına ek olarak bir de güneş gözlüğü ve tişörtü ile aynı renk beysbol şapkası sayesinde ancak tecrübeli ve dikkatli gözler tarafından tanınabilirdi. Korumaların kısa sürede hastanede kuş uçurtmayacağından emindi. İlk dakikaların rahatlığından faydalanıp gerekenleri öğrendikten sonra oralarda oyalanmasının her şeyi tehlikeye atacağını biliyordu. Necdet Söğüt’ün ve ailesinin başına bu kadar büyük olayların gelmesini beklememişti. Biraz korkutulacak, bir iki tehditten sonra herkes isteğine ulaşacaktı. Kendi isteği basitti… Para… Para için girdiği iş, artık cinayeti de içine almıştı. Şimdi bu cinayetten sıyrılmanın hesaplarını yapıyordu. Beklediği kişi bir saat sonra gelmişti. Yanında küçük bir çanta taşıyan son derece düzgün gözüken, görenin asla şüphe etmeyeceği biriydi. Beyaz önlüğü giydiği an tam bir doktor görüntüsü çizeceğinden emindi.

*****  

   
Binnur Hanım, yoğun bakımda bir şey yapamayacağının bilincinde bir üst kata, pembe bileklikli kızının yanına çıktı. Korumaların Sedef olduğunu söylediği kızıydı bu. Sedef ile Mine annelerine hiçbir zaman yakın olmamışlardı. Kızlar daima babalarının yanında yer almıştı. Yine de boşanma sürecinde Sedef’in biraz daha ılımlı olduğunu anımsıyordu. Yoksa Mine miydi? Yoo hayır, diye düşündü. Sedef idi ılımlı olan. Hatta bir kez annesinin elini tutup üzülme bile demişti. Az önce yüzünde oluşmuş olan sıkıntılı ifade dağılmıştı.  

Aylar önce yaptığı bir konuşmayı anımsamıştı. Kuafördeyken yeni tanıştığı bir kadının laflamaları ile boşanmadan sonra kocasının hak ettiği parayı ödemediğini söylemiş, kadın da ona ölürse mirasına konarsın, benimki erkenden öldü, mirası çocuklara kaldı. Çocuklar da küçük, anlayacağın çatır çatır bana koklatmadığı paraları yiyorum, demişti. Kendi yanıtını çok iyi anımsıyordu.  
  
“Ölürse de mirasından mahrumum. Kızlar büyüdü. Miras onlara kalacak. Sadece kızlarım ölürse mallar bana geçecek. Ama tabii böyle bir şeyi asla istemem.”  
  
Bu cümlenin gerçek olmasına ne kadar yaklaştığını anlayınca bir ürperti geçti sırtından. Kızları ölünce onların mirasları kendisine kalacaktı. Biri yaşar biri ölürse? Bunu hiç bilmiyordu. O yüzden avukatı ile konuşmalıydı. Elbette şu an acılı bir anne olarak bu konuşmayı yapması çok yakışıksızdı. Kızlarının ölmesini bekliyormuş gibi bir araştırma içinde olamazdı. Boşandığı kocasını kaybetmiş, kızlarının ikisinin de uyanmasını bekliyordu. Heyecanla boş sayılacak koridorda yürümeye başladı. O adım attıkça parfümü tüm kata yayılıyor, üçlü koltuklardan birinde başı öne eğik oturan bir erkeğin burnuna kadar ulaşıyordu. Bir şeyler yapmalıydı. Kendi avukatı ile konuşsa kimsenin ruhu duymazdı. Merak içinde beklemektense bu kadarını sorabilirdi. Evet, bunu yapabilirdi.

Elindeki telefonun ekranında avukatını buldu. Adam durumu bildiği için detaya ihtiyaç duymadı.

“Binnur hanım, kızların durumu kritik değil demiştiniz.”
“Evet ama birini uyutuyorlarmış. Soruma yanıt verin, biri ölürse, ben mirasçı oluyor muyum?”
“Aksine bir bilgi almamıştım. Kızlarınız ayrı bir vasiyet hazırlamadılarsa mirasçı olursunuz. Değişiklik varsa da dava hakkımız olup olmadığına bakmak gerekir. Yine de araştırmam lazım.”
“Hızlı olun. Biz meslektaş olarak Necdet’in ya da kızların avukatına ulaşın.”
“Binnur hanım, şu an Esra henüz ölmedi ve bebekler de yaşıyor. Bunları konuşmak için çok erken.”
“Doğmamış bebeğe miras mı düşer? Zaten anneleri yarı ölü, onlar da yaşayamaz. Mine’nin de durumu ağırmış. Öğrenin ve dönün. Daha fazla konuşamıyorum.”
“O bebekler hayata tutunduğu sürece mirasa hak kazanıyorlar.”
“İşte siz de söylüyorsunuz, hayata tutunmak… Anne ölmek üzere, onlar ikiz ve henüz çok küçükler. O kısmı boş verin. Önemi yok. Siz benim sorumun yanıtını alın.” Hattın diğer ucunda avukatının iç çekişini ve fısıltı ile ‘Tamam’ dediğini duydu. Yüzüne yayılmak üzere olan gülümsemeyi engelleyip hemen üzgün bir ifadeye büründü.
Anne uzaklaşırken az önce kadının iç gıcıklayan parfümünü içine çeken adam cebinden telefonunu çıkarttı. Yıllardır birlikte bir sürü iş yaptığı arkadaşını aradı.  


*****

  
Binnur, makinelerin kontrolünde uyanması beklenen Sedef’in odasına girip bir süre ayakucunda oturdu. Sonra odada durmaktan sıkılıp bekleme salonuna yürüdü. Orada bulunan yiyecek standından bir şeyler alıp rahat koltuklardan birine yerleşti. Neredeyse tüm arkadaşları aramıştı. Ama onların sayısından daha fazla gazeteci ve televizyon muhabiri çaldırmıştı telefonunu. İşte yine çalıyordu! Bir iki görüşmenin ardından tam telefonunun not defteri kısmını açacaktı ki vazgeçti. Teknolojik ürünlerin nasıl takip edildiğini biliyordu. Çantasını biraz karıştırıp küçük bir not defteri çıkarttı. Onun hayatı hep planlarla dolu olmuştu. İşte şimdi de o planlar devreye girecekti. Aklındakileri sıralamadan önce soğuyan kahvesini tazeleyip biraz daha sakinleşmeliydi.
   
O çocuk büyütüp evinin kadını olacak birisi değildi. Gençti, güzeldi ve kocasının yaşlı arkadaş grubu ile aynı ortamda olmaktan sıkılıyordu. Daha boşanmadan bile etrafında bir sürü genç, yakışıklı erkek dolanıyordu. Zaten şimdi de onlardan biri ile dokuz aydır birlikteydi. Bir önceki ilişkisinin bitmesinden önce peşinde koşmaya başlamıştı Ayhan Özden. Başlarda devam eden ilişkisi yüzünden hayır demiş ama ısrarları ile kazanan o olmuştu. Genç, yakışıklı ve başarılı bir erkek! Başarı kısmı çok da doğru sayılmazdı. Dokuz ayda ikinci kez borç vermişti. Yeni iş denemeyi seven biriydi Ayhan. Emlak işinden sonra galeri açmak istediğini söylemişti. Bir miktar paraya ihtiyacı olduğunu kısa sürede satacağı emlaklardan kazanacağı para ile iade edebileceğini söylemişti. Binnur, borç verirken ilişkiye de vade biçmişti. Bir kez daha para ister ya da aldığı borcu ödemezse, peşindeki adaylardan biri ile şansını deneyecekti. Kahvesini bitirdiğinde Ayhan ile ilgili düşüncelerine bir yenisini ekledi. Ona yapacağı sürprizi düşündü. Bir süre uzak kalacaklardı. Aklını başından almak, uzaklardayken başkalarıyla ilgilenmesine engel olmak için minik bir oyun oynayacaktı. İkisi de yatak oyunlarını seviyor, kılıktan kılığa giriyorlardı. Düşünmek bile heyecanlandırmıştı. Ne giyeceğini bulmuştu. Not etmesine gerek olmayan plandan sonra asıl yapacaklarını planlamaya başladı. Not defterinin sol yaprağına ölüm sağ yaprağına yaşam yazdı. Ölüm kısmına kızlardan biri ölürse yapacaklarını, diğerine ise ikisi de yaşarsa nasıl davranması gerektiğini yazmaya başladı. Uyutulmanın olumsuz etkisini de göz ardı etmemeliydi. Belki de kızlardan biri vasi tayin edilmeden yaşayamayacaktı. Bunu da soracaktı. Esra ve doğmamış bebekler düşününce kendine kızdı. Onlar için başını ağrıtmaya gerek duymadı. Nasılsa dayanamayacakları belli olan iki cenin için kendisini yoramazdı.
  
Kızlarının doktorunun bir hastanın odasına doğru hızlı adımlarla yürüdüğünü gördü. Doktorun yaptıkları konuşma yüzünden kendisini küçümsediğini tahmin ediyordu. Kendisi de haklıydı. Hiç ayırt edememişti ki kızlarını. Necdet'in onları hemen tanımasına da yıllarca sinir olmuştu. Yeni bir yudum için fincanına uzandığında cep telefonu yeniden çalmaya başladı. Tanımadığı bir numaraydı. Yanıtladığında karşısındakinin bir başka gazeteci olduğun anladı. Yüzünde oluşan gülümsemenin sesine yansımasını engelleyerek acılı anne rolüne büründü. Boşanmış bile olsa çocuklarının babasını kaybetmişti. Mağdurdu ve bunu sonuna kadar kullanacaktı.  

*****   

   
Mesut Kafkas ve Hasan Taçbaş, Cinayet Masasına bağlı sivil polislerdi. Kimliklerini göstererek hemşirelerden ikizlerin doktorunun nerede olduğunu öğrenmişler muayeneden çıkmasını beklemeye başlamışlardı.

Doktor önce şaşırmış bilgi vermek istememiş, önceden yaşanan tehditlerin, silahlı saldırının ve ölüme neden olan son kazadaki kamyonun kayıp olmasının olayı planlı bir cinayete bağladığını anlatmalarından sonra kızların durumu ve Esra Söğüt ile bebekleri hakkında her şeyi anlatmıştı. Jandarma bölgesinden aktarılan yaralıların polis tarafından takip edilmesi tuhaf gelse de ölen kişinin önemli bir iş adamı olduğunu düşününce olayın polise aktarılması akya yatkındı. Mesut Kafkas genel bilgilerden sonra ikizleri ne zaman sorgulayabileceklerini sormuş, olumsuz yanıttan sonra, uyandıkları zaman haber vermelerini istemişti.  

Doktor, ikizlerin annelerinin de orada olduğunu ama kadının ne kaza ne de kızları hakkında bilgi sahibi olmadığını söyledi. Kendisine şaşkınlıkla bakan polislere yaptıkları konuşmayı da aktardı. En azından kendisi kadar şaşırmazlardı.    

Sivil polisler, doktora teşekkür gösterdiği koltukta oturmuş telefonda birisi ile konuşan kadının bulunduğu yere doğru yürüdüler. Yaşını göstermeyen kadının etrafında bir sürü genç kadın ve erkek ayakta durmuş konuşuyordu. Kızların arkadaşlarının hastaneye akın ettiğini anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Gürültüleri bekleme odasındaki diğer hasta yakınlarını rahatsız edecek boyuta ulaşmıştı. İki memur birbirine bakıp o an konuşmak için uygun bir zaman olmadığına karar verip kızları görebilecekleri yerleri hemşirelerden öğrendiler. En azından kızların uyanıp uyanmadıklarını kendi gözleri ile göreceklerdi.

Mesut, “Hasan, sen Sedef Söğüt’ün odasına bir bak, ben de yoğun bakıma iniyorum. Durum anlatıldığı gibi ise burada yapacak şimdilik bir şey yok demektir. Burada buluşalım, bir ihtimal şu grup da sıkılır giderse anneleri ile konuşuruz.”

Hasan tecrübeli gözlerle anneyi süzdü, “Doktorun uyarısını tuhaf bulmuştum. Şuna baksana, çok üzüntülü gerçekten! Hiç bu kadar sahte üzüntü görmemiştim.”
Mesut arkadaşına hak verse de uyarmaktan geri durmadı. “Ön yargılı olma, dosyasını okuduğun için öyle geliyordur.”
“Sen de, ben de iyi biliyoruz ki o kadın üzgün değil. Gözlerindeki para işaretlerini görmek bile mümkün.”
“Haksızsın diyemeyeceğim ama belki arkadaşları üzülmesin diye öyle davranıyordur.”
“İddiaya girer misin?”
“Hayır!”

Hasan gülümsedi, Mesut iyi niyetli davranıyormuş gibi gözükse de en az kendisi kadar kadının hareketlerini sevmediğini görüyordu. Sadece sorgulayacakları kişiler hastanede olduğunda o daha farklı davranıyordu. Küçük kardeşini yıllar önce bir hastane yatağında kaybettiği için böyle ortamlarda duygusallaşıyordu. Oysa çok sağlam gözlem ve sorgu yeteneği vardı. Hasan, iş arkadaşını daha fazla sıkıştırmamak için kendisine verdiği görevi yerine getirmek üzere arkasını döndü.
Hemşirelerin bankosuna yaklaşıp Mine Söğüt’ün oda numarasını sordu.

*****

Genç kız makinelere bağlıydı ama kendi başına nefes alabiliyordu. Serum bağlı kolunda ve yüzünde bir sürü morluk vardı. Örtünün altında kalan kısmın da farklı olmadığını öğrenmişti. Alnındaki yaranın izinin kalıp güzelliğini bozmasını istemeyen Mesut uyuyan kıza bakarken yanındaki yoğun bakım hemşiresi ile bunu konuşuyordu.

“Belki çok küçük bir iz kalır ama sorun edeceklerini sanmam.”
“Neden? Tanıyor musunuz bu aileyi?”
“Şahsen tanımıyorum ama estetik yaptıracak kadar zenginler, bunu biliyorum.”
“Tabii ya, kesin yaptırırlar. Zaten eminim bir sürü estetik de vardır yüzlerinde.”
“Bu polis merakı mı? Çünkü bildiğim kadarıyla estetikleri yok.”
“Polis merakı, evet.” Niye sorduğunu kendisi bile bilmiyordu. Galiba laf olsun diye ve biraz da hemşirenin ilgisini çekmek için sorulmuş bir soruydu. “Ne zaman uyandırılacak?” İşte bu daha normal bir polis sorusuydu.
“Doktoru bilir. Henüz verilerinde düzelme yok. Bir iki saate kadar daha iyi sonuçlar alırsak belki uyandırılmasına karar verilebilir. Zaten ölümcül bir durum yok. İç kanama da yok. Tek korkulan başındaki darbe. Onun takibi yapılıyor ve şu an o da stabil. Tabii daha uzun süre böyle kalması kötü sonuçlar doğurabilir.”
“Siz ne demek istiyorsunuz? Kızıma bir şey mi oldu? Bu bey kim? Niye yabancılara bilgi veriyorsunuz?”

Mesut, bir anda arkalarından gelen tiz ses ve aralıksız sıraladığı soruları ile neye uğradığını şaşırdı. Hemşirenin renginin attığını görünce müdahale etme gereği duydu.

“Binnur hanım değil mi? Ben Mesut Kafkas, polisim.” derken cebinden kimliğini çıkartıyordu. Binnur’un bir anda o sinirli ifadesi yerini şaşkınlığa bıraktı.
“Olay ile ilgili jandarma bilgi verdi bana. Siz ne için geldiniz?”
“Necdet Beyin ne kadar önemli bir iş adamı olduğu malum. Amirlerimiz olayda tek bir şüphe kalmamasını istiyor. Kızlarınız ya da en azından biri uyandığında onlara kaza hakkında bir iki soru sormamız gerekiyor.”
“Kızlarım konuşabilecek durumda değil. Ayrıca avukatları olmadan ne sizinle ne de bir başkası ile konuşmayacaklardır.”

Kadının, film setinde gibi davranması Mesut’un sinirlerini geriyordu. Az önce azarlanan hemşire sessizce uzaklaşmıştı yanlarından. Kızı suçlayamazdı.
“Bakın, kızlarınız suçlu değil, sadece babalarının hayatını kaybettiği kazada görgü tanıklığı yapacaklar. Hem zaten başkalarından da bilgi alındı. Ama dosyada noksan olmamalı. Yoksa bizler de amirlerimiz karşısında zor durumda kalırız. Kızlarınız uyandığında yeniden geleceğiz. Bu arada anladığım kadarıyla sizin kaza hakkında bilginiz yok.”
“Necdet’le karısının bindiği cip takla atmış. Ah, Necdet hemen ölmüş. Çok üzücü. iyi insandı.” Bu sözlere sesindeki tınılardan asla destek gelmiyordu. O kadar da başarılı oynamadığını anlayıp hemen konuyu değiştirdi. “Kızlarım ise başka arabadaymış. Sanıyorum ki babasının kazasını görüp üzüntüden onlar da kaza yaptı. Ah inşallah onlara bir şey olmayacak. Ya kızlarıma bir şey olursa?”
“Doktorlar, kızlarınızın tehlikeli bir durumda olmadığını söyledi. Korkmayın artık. Asıl önemli olan Esra hanımın durumu.”
“O makineye bağlı yaşıyor. Ailesi kapatın denilince ölecek.”

Mesut, kadının cümlelerindeki düşmanlığı anlamak için yüzüne bakmaya, ses tonunu duymaya ihtiyaç görmemişti. Cümle o kadar iğrençti ki, sırf bu yüzden imkanı olsa kadını tutuklardı.

“O kadarını bilemem, tıp bilgim yok. Eminim doktorlar en iyi şekilde bakıyorlardır. Kızlarınız da en kısa sürede gözlerini açacaktır. Zaten hemşirenin bana söylediği, ağrıları rahatsız etmesin diye uyutulduğu. Diğer kızınız ise her an uyanabilirmiş.” Mesut, bu kadına daha fazla soru sorma ihtiyacı hissetmiyordu. Asıl istediği temiz hava almaktı.

Hasan, aynı dakikalarda diğer genç kızın odasına gitmiş, uyuduğunu ve makinelerden gelen sinyallerin normal bir seyir izlediğini görüp yine hemşirelerden kısa bilgi almıştı. Onlara uyanır uyanmaz kendilerine haber vermelerini sıkı sıkı tembihlemiş, nöbet değişiminde de bu bilginin diğer hemşirelere aktarılmasını istemişti. İşlerinin yoğun olabileceğini düşünüp kendisi de ara sıra aramayı aklına yazdı

O süreçte jandarmadan dosyanın bir kopyasının gelmesini sağlayabilirlerdi. Bürokrasinin hızını bir kez daha test edeceklerdi… 

***** 

   
Binnur Canel, önce kızların arkadaşlarının sonra da iki sivil polisin sorularını yanıtlamış, daha sonra da bulunduğu kata çıkmayı başarmış iki gazeteci ile konuşmuştu. Gazetecilere poz vermiş, bildiklerini en ince ayrıntısına kadar anlatmış, onlar gittikten sonra da tüm suç hastaneninmiş gibi herkese bağırmıştı.

Yarım saat önce başlattığı söylenme seansını ayıp olmasın diye gelen arkadaşlarını görünce noktalamıştı. Kendisi de benzer ziyaretler yapmak zorunda kaldığından gelenlerin kendi aralarında muhabbet etmesine aldırış etmiyordu. Sonunda sahte üzüntü cümlelerine daha fazla tahammül edemeyip hasta ziyareti kısa olur diye teşekkür konuşması yapıp hepsini hastane kapısından uğurlamıştı. Dışarıda bekleyen gazetecilerin bu fırsatı kaçırmayacağından emindi. Arkadaşlarının da aynı şekilde davranacağını bilmenin rahatlığı ile içeri girdi.

Bekleme salonunda kendisinden başka bir erkek daha vardı. Elindeki telefona dalmış iki elini de kullandığına göre bir oyun oynuyordu. Kendisinden tarafa bakmadığını fark etse de biraz daha uzaklaştı.   

Binnur, en uzak noktada durup sırtını duvara yasladı. Akşama kadar yüzündeki sahte ifade ile oradan oraya koşturup durmuştu. Oturmak hatta uzanmak için ölüyordu fakat bu konuşmayı başkalarının duymasını istemiyordu.

“Bilgi alabildin mi?” diye sordu giriş sözlerine gerek duymadan. Avukatının verdiği yanıt tadını kaçırsa da bu kadar kısa sürede o şirket avukatları ordusunu aşmasını beklemiyordu. Sadece işi savsaklamasını engellemeye çalışıyordu.
“Bak, ben de biliyorum miras hakkım olmadığını. Beni ilgilendiren kısmı kızların mirasında bir değişiklik olup olmadığı. Sonuçta Mine’nin durumu Sedef’e göre daha ağır. Uyutuluyor. Doktorlar iyi olduğunu söylüyor ama kaza büyük. Belli mi olur? Ona bir şey olursa benim haklarım ne? Bunu iyice öğren ve engel olacak kimse var mı bir bak! Vasilik konusunu atlama. Eğer kendini idare edemeyeceği bir sorun ile uyanırsa annesi olarak vesayetini benim almam konusunda hazırlıklı olmalıyız.”

“Merak etmeyin. Umarım…neyse yani şey… Bakın Binnur Hanım, ikizlerin vasiyeti hakkında kimseden bilgi alamadım. Kendi avukatları ile konuşamadım.” Susup derin bir nefes aldı. Bu kadının avukatı olduğu güne lanet ettikten sonra konuşmaya devam etti. “Kimse de kızların mirasında bir değişiklik olup olmadığını söylemiyor. Eşinizin avukatı Şaban Sesver tüm avukatları konu hakkında uyarmış. Kimseye tek söz etmiyorlarmış. Bu durumda eğer aksi bir durum varsa dava açmak zorunda olacağımız.”
“Nasıl dava?”
“Miras kaçırmaya yönelik davalar var. Durumu öğrenir buna göre hareket ederiz. Şu an size söyleyebileceğim bu kadar.”
“Yani, miraslarını birilerine devrettilerse onlara dava açabilir miyim?”
“Mümkün ama bunu ne zaman hangi şartlarda yaptıkları önemli. Yıllar önce yapılmışsa mahkemenin iptal etmesi zorlaşır. Devlet kurumlarına, vakıflara bağışlanmışsa…”

Binnur adamın sözünü kesti. “Umuyorum ki böyle bir saçmalık yapmamışlardır. O yardım yaptıkları kurumlardan birini mirasçı yapmışlarsa dava açabiliyor muyum?”
“Binnur Hanım, her şeye dava açabilirsiniz ama bu kazanacağınız anlamına gelmez.”
“Biliyorum, ne yazık ki biliyorum.”

Konuşmayı bitirdikten sonra içerideki hemşirelerin çıkmasını bekledi, sonra da Sedef’in yanına girdi. Serum yenilenmiş, hatta yanına bir tane daha eklenmişti. Önce yataktaki kızının durumuna bir bakış attı. Rengi düzeliyor gibiydi. Alnındaki bantın altında kalan yaranın etrafı koyulaşmıştı. Zamanla sarı bir renge bürünecek sonra da geçecekti. Kendi rengini merak edip özel odadaki lüks banyoya girip kendisini incelemeye başladı. Saatlerdir hastanenin bekleme odasındaydı ama ne makyajında ne de kılığında en ufak bozulma yoktu. Sadece yüzünde artık daha kolay takındığı üzgün ifade yer alıyordu. Ziyaretçiler ve gazeteciler varken yüzüne yerleştirdiği üzüntülü anne pozları kalıcı olmuş gibiydi.

İlk gördüğünde ikizlerin durumları gerçekten etkilemişti. Baygın olduklarını anlamak, başlarındaki sargıları, kollarındaki serum hortumlarını görmek canını yakmıştı. Oksijen maskelerinin ardındaki yüzlerinin renksizliği ürkütücüydü. Fakat doktorlar sakinleştirmiş, hayati tehlike olmadığını söylemiş Binnur’u rahatlatmışlardı. Ardından gelen Mine’yi uyutmaya devam edeceğiz bilgisi işleri karıştırmıştı. Aslında onun da nedenleri açıklanmıştı. Biraz aptal gibi davranmak işine gelmişti. Sanki en kötüyü düşünen bir anne olarak acısını yaşıyordu. Hayır sadece işini şansa bırakmıyor, olabileceklere karşı hazırlık yapıyordu

Biri buraları gizli kamera ile izlese, düşündüklerimi sesli söylesem, benim ne kadar kötü bir anne olduğumu düşünür, diye aklından geçirdi. Oysa her zaman gerçekçi olmuştu. Kızlarının ölmesini istemezdi ama ya ölürlerse? İşte bu yönünü seviyordu. Gerçekçi ve bencil! Aynaya son kez baktı, omzunu silkti ve odaya geri döndü.

Yatakta serumla yatan ama artık oksijen maskesine gerek duymayan kızının kısa sürede uyanacağını biliyordu. Hemşireler bir iki saate uyanır demişler üzerinden iki saat geçtiği halde uyanmamıştı. Sedef olduğunu söylüyorlardı ama emin değildi. En azından uyandığında hangi kızı olduğunu daha iyi bilecekti. Kızı uyandığında annesini başucunda görmeliydi. Artık uzak günler bitmişti. Anne ve kızları yakın olacaktı… Ya da anne ve kızı…Uzak ihtimaldi yine de ihtimaldi!

Daha gerçekçi düşüncelerine geri döndü. Önünde zorlu bir süreç olacağını, adımlarını çok dikkatli atması gerektiğini biliyordu. Not defterini yeniden çıkarttı. Yapılması gerekenlerin listesini tekrar kontrol etti. Kendisine bundan sonraki hayatı için kızları ile birlikte bir yol çizmeliydi. İkisinin de yakın(!) ilgiye ihtiyacı vardı. Bu durumu lehine çevirmeliydi. Miras beklentisini hepten yok edemezdi. Sonuçta kızlarından birine ya da ikisine bir şey olursa miraslarından faydalanacaktı. Elbette onların evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamış olması durumunda. Henüz damat adayı olmadığını biliyordu. İki kızı da güzelliklerini kendisinden, renklerini babasından almıştı. Bu güzellikle halen evlenmemiş olmaları mucizeydi. Bu konuya başka zaman üzülebilirdi fakat şu an bu durumdan çok memnundu.

Yeniden telefonuna uzandı. “Benim iş kadını olmam hakkında fikrini alabilir miyim?”

“İş kadını mı? Ne iş yapacaksın? Mağaza mı açacaksın? Gel işte galeride dur.”
“Mağaza açmak mı? Galeri mi? Basit düşünme hayatım. Karşında Söğüt Holding’in müstakbel yöneticisi var.”
“Ne? Ciddi misin? Ne zaman oldu bu?”
“Henüz olmadı ama kızlarımla bir arada olup kısa sürede şirkette kendime bir yönetici koltuğu edineceğim. Ne de olsa kızlar henüz çok tecrübesiz ve artık babaları yok!”
“Çok heveslenme. O tecrübesiz kızlar senden çok daha deneyimli ve o işin eğitimini en yetkili kişiden aldılar.” Bu kadının para söz konusu olduğunda yapabileceklerinin sınırı yoktu. Bunu biliyordu. Yine bir şeyleri hesapladığı belliydi. Onun hesaplarına ayak uydurmak eğlenceliydi. Hata konuşmaya devam ediyordu. “Ama ben anneleriyim. Bana hayır diyecekleri günler geride kaldı. Zaten koltuk edineceğim dedim, işleri yapacağım demedim. Gelsin maaşlar, primler ve kâr payları.”
“Bu akşam da orada mı kalacaksın?”
“Ah aşkım, özledin mi beni?”
“Özledim elbette. Yine de orada olman gerektiğini anlıyorum. Üstelik son planların için bu şart.”
“Kesinlikle öyle. Bu aralar biraz daha az göreceğiz birbirimizi. Ben yokken sakın yaramazlık yapma.”
“Kimse senin kadar yaramaz olamaz. En kısa sürede tüm yaramazlıklarını izlemek istiyorum.”
“O halde bu akşam küçük bir gösteri yapayım sana. Tabii kızım uyansın, kendine gelsin, beni görsün, sonra ben üst baş almak için eve uğrarım. Evden çıkmam bir iki saat sürebilir.”
“Belki daha bile çok!”
“Ah bu ayrılık bize çok yarayacak. Ararım seni.”

Odadaki iki tekli koltuktan pencere önündekine oturup manzarayı izlemeye başladı. Nihayet rahat bir soluk aldı. Keyifle hastane bahçesinde koşuşturanları izledi. Kimi geliyor kimi gidiyordu. Herkesin hastaları için koşuşturduğu bu manzara bile hoşuna gidiyordu. Çünkü hastanede olmasına neden olan olaylar ona yeni bir hayat sunuyordu…


2 yorum:

  1. Bu anneyi parçalayabiliyormuyuz ? Adi bir pisliğin karşılığı :((((

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Parçalayabiliriz de kızlar da yapar, biraz sabır lazım :)))

      Sil