7 Şubat 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 21. Bölüm

Herkes nereye koşacağını şaşırmış gibiydi. İki yönlü yolun her iki tarafındaki araçlar durmuş, araçlardan inenler ne yapacağını bilemez şekilde hareket ederek iki araca doğru koşturmuştu. Birileri araçlardakilere müdahale etmeye çabalarken başka birileri dokunmayın diye bağırıyordu. Kimisi ambulansı arıyor kimisi de fotoğraf çekiyordu.

Kaosun ortasında arkadaki arabadan fırlayan korumalar Mert ve Ali vardı. İlk önce ikisi de gözlerinin önünde defalarca takla atan cipe koşmuştu. Bunu yaparken bir yandan da öndeki güvenlik aracındakileri arıyorlardı. Onlar da kazayı fark etmiş durmuş trafik içinde dönmeye uğraşmak yerine geri vitese takmış kaza yerine ulaşmaya çabalıyorlardı.


Yaşanan karmaşa sırasında iki adamın önce cipe, ardından kızların aracına koşmasını, yolcu otobüslerinden ve diğer araçlardan inenler de aynı şeyi yaptığı için kimse fark etmemişti. İki araçta da istediklerini yapacakları ortamı bulamamışlardı. Aynı anda ikisinin de kaza yapacağını hiç düşünmemişlerdi. Ayaklarına gelen fırsatı kaçırdıklarını kozların aracının başına gidip hemen arkalarından başkalarının gelmesiyle anladılar. İkisi de yaşıyordu. Sadece otuz saniye önce iki kızın başına gelseler ikisi de ölmüş olacaktı. Böyle bir kazada boyunlarını kırmaları ne kadar normal olurdu. Şimdi ise bir sürü yardım etmek isteyen insanın önünde sadece kurtarma çalışmalarına katılabilirlerdi. Birbirlerine bakarak fırsat yakaladıkları an hamle yapmak için sessizce anlaştılar.

Mert, kısa bir an arkasını dönüp ikizlerin aracının başındaki kalabalığa baktı. Kızların olduğu araç birkaç sert hareketten sonra bir metrelik küçük bir şarampole inmiş, korkulanın aksine takla atmamıştı. Yol kenarındaki yaşlı bir ağaca sağ tarafını çarparak durabilmişti. En fazla baygın olabileceklerini düşündüğü için önceliği Necdet Beyin aracına vermişti. Az önce bir film sahnesi gibi izlediği kazanın sonuçlarının çok ağır olacağını tahmin ediyordu. Şu an sadece ikisini de araçtan sağ çıkartabilmeyi umuyordu. Zırhlı cipe çarpan kamyonu da, çarpma etkisi ile korkunç sesler çıkartarak en az dört beş takla atan aracı da izlemişlerdi. Şimdi bu her tarafı ezilmiş araçtan ikisini de sağ çıkartmayı umuyordu.

Yardım için gelenlerin panik hallerine rağmen Mert ve Ali sakin davranıyordu. Böyle ortamlar için de eğitim almanın verdiği planlı hareket etme yetenekleri ile kaza yerine koşmadan önce kendi bagajlarından aldıkları ilk yardım çantasındaki boyunluğu takmak için aracın içine girmeye çalıştılar. Necdet Söğüt direksiyonun üstüne yığılmıştı. Başında ve boynunda gördüğü kan ile yaralarının çok olduğunu anlayabiliyordu. Nabzını kontrol edebilmek için aracın içine girmeye çalışıyordu. Etraftakilerin yükselen seslerini umursamadan elini uzattı. Nabzı bulmaya çalıştıkça içinde kötü his yükseliyordu. Parmaklarını boynun ulaşabildiği her yerde gezdirdi. Hiçbir şey bulamıyordu. Bir kez daha tüm boynunda parmaklarını dolaştırdı. Parmakları Sıçak kan ile ıslandıkça içindeki sıkıntı büyüyordu. Necdet Söğüt’te yaşam belirtisi bulamamıştı.

Ali, taklalardan sonra patlamış lastikleri üzerinde kalmış cipin arka koltuğu ile ön koltuklar arasına sıkışmış hamile kadını oradan nasıl çıkartacaklarını düşünüyordu. Mert’in yüzüne baktığında soru sormadan yanıtını almıştı. Genç kadının nabzını bileğinden kontrol ettiğinde başta onun da kocası ile birlikte öldüğünü söylemek üzereydi. Son anda çok hafif nabız alabildiğini fark etti. “Mert, Esra Hanım yaşıyor. Bana yardım et.”
“Geliyorum.”

Yardım için yanlarına gelen iki erkek ile dikkatli bir şekilde önce Esra’ya boyunluğu taktılar. Vücudunda kırık kemik olup olmadığını anlamak için küçük bir kontrol yaptıktan sonra ezik ön yolcu kapısını açıp, yolcu koltuğunu en öne çekerek biraz alanı genişlettiler. Necdet Söğüt’ün cesedinin olduğu koltuğu hareket ettirmek istemediler. Savcı ilk halini görmek isteyebilirdi. Şoför tarafındaki arka kapıyı zorla açarken araç hızla sarsılıyordu. Esra’nın en az hareket edeceği halde tutulması için çabalıyordu Mert ve Ali. O kapı da açıldıktan sonra arka koltuğu yerinden çıkartmak mantıklı gelmişti. Böylece biraz daha genişleyen alanda kadını ve hala yaşıyorlarsa bebekleri tehlikeye atmadan araçtan çıkartabileceklerdi.

O sırada Ahmet de yanlarına gelmişti. Kızların durumunu iyi sayılırdı. İkisi de baygındı ama kötü bir yara gözükmüyordu. İç kanama için doktor kontrolü şarttı. “Durum ne?” diye sorduğunda yanıtı Ali verdi. “Esra Hanım yaşıyor ama nabız çok yavaş. Ambulansı aradılar mı?”
“Evet, aradım. Jandarmayı da aradım. Başkaları da aramış. Necdet Bey?” Soruyu sorarken yanıtı anlamıştı. Kimse onu sesli olarak yanıtlama gereği duymamıştı. “Oğuz, kızların başında. İkisi de baygın ama nabızları kuvvetli. Başlarında şişlik var. Biri arabada sıkışmış durumda. Motorun patlama ihtimali yok. Şimdi ben onun yanına gidiyorum. Oğuz’a yardım edeceğim. Çıkartmak için yol arıyorduk. Buradaki gibi koltukları sökmek çok akıllıca.” Kendisinin bunu düşünememiş olmasına daha sonra sinirlenecekti. Şimdi yeni güvenlik Oğuz’a yardıma gitmeliydi.
“Kaza nasıl oldu?” Soruyu sorarken sesi iyice kısılmıştı. Ali yanıtladı. “Kamyon çarpıp kaçtı.”
“Peşine düşmeyelim mi?”
Mert verdi bu kez yanıtı. “Düşeceğiz ama şimdi değil. Ya jandarma ya biz yakalayacağız onu.” Necdet Beye bunu borçlu olduğunu biliyordu.


Aynı anlarda Oğuz, ikizlerden birinin şoför koltuğundan dikkatlice çıkartılıp yatırılmasına yardım edenlere emirler yağdırıyordu. Nefes alışında sorun yok gibiydi. Nabzı da kuvvetliydi. İlk kontrolde kırık kemik bulamamıştı. Başında ve gözlerinin altında morluklar ve şakağına yakın bir yerde kanama vardı. Kanın akış hızı fazla değildi. Burnundan da bir miktar kan gelmişti. Kulaklarından gelen kan olmaması ile rahat soluk aldı. Birisine iki tane daha ambulansa ihtiyaç olduğunu söyleyip aramalarını istemiş, araçta sıkışan kızı nasıl çıkartacağını anlamak için yeniden arabanın içine girmişti.

Sıkışmış genç kızın da başında kanayan yer kardeşi ile aynıydı. Biraz daha büyük ve daha çok kanayan yaraya küçük bir tampon yapıp vücudunu kontrol etmeye devam etti. Nabzı biraz yavaştı. Kırık yoksa bile bileğinde ciddi bir sıkışma vardı. Şimdiden şişmişti. İki koltuk arasında kalan kolunda sorun olabileceğini düşünüyordu. Belki omzu çıkmış ya da kolu kırılmış olabilirdi. O kolunun nasıl arkaya gittiğini anlayamadığı için dikkatlice ön tarafa alması gerekiyordu. Şoför koltuğunu öne yatırıp kolunu destekleyerek öne aktardı. Şimdi biraz daha rahat hareket edebilecekti. Dışarıdan gözüken başka bir yarası yoktu.

Ahmet yanına gelip sıkışan kızı kurtarmak için ne yapabileceklerine bakmaya başlamıştı. Koltuğu çıkartmak bu araç için de iyi fikirdi ama üstü açılan aracın sıkışmış üst parçasını yerinden sökmek daha rahat hareket etmelerini sağlayacaktı. Bir araçtan getirilen levye ile üst parça yerlerinden sökülüp açıldı.  koltukla ağaç arasında sıkışmış diğer kızı kurtarabilecek yol arıyordu. Arabanın sağ tarafı ağaca yaslandığı için o taraftan müdahale imkansızdı. Müdahale etmeye çalışanların ilk yardım bilgisi ne düzeyde bilmediği için, “Bundan sonrasını bize bırakın lütfen” diyen Ahmet kalabalığı dağıtmaya çabalıyordu.


Ali ile Mert, Esra’nın sıkıştığı yerden kurtarılmasından sonra rahat bir nefes aldılar. Bilincinin kapalı olduğunu anladıkları için bir an önce müdahale edilmesi, belki bebeklerinde kurtarılması söz konusu olabilirdi. Yüzü şimdiden şişmeye ve morarmaya başlamıştı. Ambulansın sesini duyduklarında biraz daha rahat nefes aldılar. En azından sağlık ekibi müdahale edebilecekti.

Mert, Ali’ye “Kamyonun plakasını görebildin mi?” diye sordu.
“Görmedim. Yok gibi geldi hatta. Ya sen? Sen gördün mü?”
“Ben de görmedim.”
“Tarif ederiz.”
“Öyle olacak. Binlerce kamyondan biri! Ben kızlara bakmaya gidiyorum. Umarım onların bir şeyi yoktur.”
“Bu araçta olsalardı onların da cenazesini çıkartırdık büyük ihtimalle.”
“Evet, şanslılarmış!” dedikten sonra Mert Ali’yi orada bırakıp diğer arabaya doğru koştu. Aracın başındaki kalabalık neler olduğunu görmesini engelliyordu. Birileri şoför tarafındaki genç kızı çoktan boyunduruk ile sabitleyip araçtan alıp asfaltta düz bir yere yatırmıştı. Ali’nin telefonda ikisinin de nabzının iyi olduğunu söylemiş olmasına rağmen Mert, ilk iş genç kızın nabzını kontrol etti. Gerçekten nabzının kuvvetli olduğunu, başındaki şişlik nedeniyle baygın olduğunu anlayınca biraz rahatladı. İkinci ambulans gelene kadar öyle yatmasında sakınca yoktu.

Yolcu koltuğunda oturan diğer kızın durumu biraz daha kötü gözüküyordu. Arabanın üstünün bir şekilde açıldığını, genç kızın boynunun sabitlendiğini görünce biraz rahatladı. Görebildiği kadarıyla bir ayağı sıkışmıştı. Ayağına zarar vermeden oradan çıkartabilmeleri için aracın ağaçtan ayrılması gerekecekti. Üstteki boşluktan çekmeleri halinde geri dönülmez hatalar yapabilirlerdi. ağaca çarptığı sağ ön kısım göçmüş, kapıyı deforme etmişti. Büyük ihtimalle sıkışmasının nedeni de oydu. Etrafındakilere bakıp yüksek sesle, “Beyler, güçlü olanlar, belinden rahatsızlığı olmayanlar arabanın etrafında tutabilecekleri bir yer bulursa, aracı ağaçtan uzaklaştıralım. Bir metre kadar kaydırsak sıkıştığı yerden çıkartırız.” dedi.

On-on iki kişi kadar erkek hemen kendilerine yer bulup söyleneni yaptı ve tuhaf sesler eşliğinde araç ağaçtan uzaklaştı. Rahat hareket edecekleri kadar yer açılmıştı. Şoför tarafına oturup sıkıştığı konumu inceledi. Ali’ye ve Oğuz’a nereyi çekmeleri gerektiğini söylüyor, kendisi de genç kızın bacağının üstünden uzattığı ayağı ile aynı noktayı dışarı itiyordu. Ter içinde kalmış, bacağında güç kalmamıştı ama nihayet sıkışan ayak hareket etmişti. Artık çıkartabilirlerdi. İki ambulans sesi duyulduğunda onlar da dikkatli bir şekilde ikinci kardeşi de araçtan çıkartmıştı. Bu sürede jandarma da olay yerine gelmişti.

Herkes sağlık ekibinin işini yapması için kenara çekilirken jandarma etrafta olanlara kazanın nasıl olduğunu soruyordu.
Mert birisinin “Bu araba öndeki cipe çarptı galiba” yanıtını duyunca müdahale etti. “Komutanım, olayı ben anlatayım.” dedikten sonra kendini tanıtıp tüm gördüklerini ve çarpan kamyonun modelini ve rengini söyledi.

Necdet Beyin ve karısının olduğu araca çarpılmış, arkadan gelen ikiz kızlarının olduğu araç sadece olayın şoku ile kaza yapmıştı. Jandarma komutanı kızların isimlerini ve hangisinin aracı kullandığını sorunca Mert duraladı.

“Onları ayırt edemiyorum ama evden çıkarken Sedef Hanımın kullandığını biliyorum. Yani beyaz bluzlunun Sedef Hanım olması lazım. Diğeri de Mine Hanım. Mine Söğüt.”

Görev gereği tayin ile orada olan komutanın aileyi tanıması beklenemezdi. Mert kısaca kim olduklarını söyleyince şaşkınlıkla baktı komutan. Şimdi olay farklı bir boyut kazanmıştı.

Onlar bunlarla uğraşırken yerel bir gazetenin muhabiri çoktan her yeri fotoğraflamaya başlamıştı. İlk önce, öndeki cipin onlarca fotoğrafını çekmişti. Diğer aracın yanına giderken de etrafın fotoğraflarını çekip duruyordu. En önemli belgeler bunlardı. Ölen kişinin Söğüt Holding’in sahibi Necdet Söğüt olduğunu öğrenmişti bile. Jandarmadan diğer bilgileri alırdı nasıl olsa. İkinci araçtan ilk çıkartılan kızı, ikinci kızın çıkartılış çalışmasının tamamını kayda almıştı. Sahneleri fotoğraflamak kolaydı. Hem sesleri de kayıt ediyor, söylenenleri haberinde kullanmak için kendine kaynak oluşturuyordu.

Olay yerine gelen üç ambulans ile yaralılar en yakın hastaneye götürüldü. Esra’nın durumu kritikti. Bebeklerin durumu hakkında bir bilgi yoktu. Görevliler anneyi yaşatmanın çaresini arıyordu.

Mert ve Ali komutana tüm gördüklerini anlattıktan sonra iki araçtaki tüm kıymetli eşyaları ve valizleri kendi araçlarına yüklediler. Resmi evrakları jandarmaya teslim edip diğer işlemler için beklemeye başladılar.
Mert, Ali’ye sordu. “Bu sence kaza mı?”
“Öyle gibi gözüküyor.”
“Öyle gözüküyor ama onca tehditten sonra bana kaza gibi gelmiyor.”
“Bu yolu, bu saati bilen birileri tuzak mı kurdu diyorsun?”
“Bana öyle geliyor.”
“Haklısın sanırım. Kamyon yan yoldan fırladı ve direkt cipe vurdu, sonra da tam karşıdaki yola girip bir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Durup bakmadı bile.”
“Hepsinin aynı araçta olduğunu sanarak onları ortadan kaldırmak isteyen biri yapmış olmalı.”
“İyi ama kim?”
“Helikopter yerine arabayla yola çıkacağımızı bilen biri!”
“Evde çalışanlar, güvenlik ekibi ve Yiğit Bey!”


*****    

   
“Sonuç?”     
“Necdet öldü. Karısı ağır yaralı!” 
“Parça parça söyleme. Kızlar?”
“Kızlar yaşıyor. İkisi de ya…” Sözünü bitiremeden karşıdan kulakları patlatacak bir ses yükseldi. “Ne demek kızlar yaşıyor?”    

Ronald, müjdeli haberi beklerken bu duyduklarına inanamıyordu. Az önce keyifle izlediği İstanbul Boğazı, şimdi silinmiş, yerini yoğun bir mayıs sisi kaplamıştı. Bir işin bu kadar aksi gitmesi daha önce başına hiç gelmemişti. Telefonun ucundaki ses huzursuz bir tonla devam etti. “Efendim, kızlar son dakikada ayrı bir araba ile yola çıkmışlar. Haber aldığımızda çok geçti. Yine de peşlerine bir ekip taktım. Babalarının kazasının hemen ardından, onlar da kaza yaptı ama ölmemişler. İkisi de yaşıyor.”    

Kaza yapmış ama ölmemişler! İşte bu gerçekten tuhaftı.    

“Nasıl? Kızlara da mı kamyon çarptı?”
“Hayır, sanırım onlar kazayı gördükleri için direksiyon hakimiyetini kaybedip kaza yaptılar. Adamların söylediği bu. Korumalardan önce yetişmişler ama başkaları onlardan da önce kaza yerine ulaştığı için kızları öldürememişler.”
“İyi halt yemişler. Bir de orada herkesin gözü önünde cinayet işleselerdi de tüm dünya her şeyi öğrenseydi.” Bunlarla yola çıkanda kabahat diye kendine söyleniyordu. Adamlar resmen yüzlerine gözlerine bulaştırmışlardı. Sözde daha önce benzer şeyleri yapmış, yakalanmadan defalarca isim değiştirerek yaşamıştı. Bu kez isim değiştirmesine izin vermeyecek, bu iş bitince… Hattın ucundaki adam onun kendi hakkındaki düşüncelerinden habersiz Ronald’a sonraki adımı sordu.
“Şimdi ne yapmamızı istiyorsunuz?”
“Ben arayacağım seni. Sen her an kızları ve Esra’yı takip et. Ölen olursa haberim olsun. Kızların durumu nasıl?”
“Aracı kullananın durumu daha iyi. Diğerinde kemer yokmuş!”
“Hangisi kullanıyormuş?”
“Sedef Söğüt.”
“İşte günün tek güzel haberi. Tamam. Madenlerle yakından ilgilenen o. Şimdi dediğimi yap ve beni her gelişmeden haberdar et. Ben de biraz düşüneyim. Yeni planlara ihtiyaç var.”

Aksiliklerin ardı arkası kesilmiyordu. Kızları sanki koruyucu bir melek kanatlarının altına almış gibi, kazadan kurtulmuşlardı. Böyle bir mazereti asla raporunda kullanamazdı. Vereceği raporun ne kadar zor olacağını anlamanın ezikliği içinde masasından kalkıp odayı adımlamaya başlamıştı. 

Telefonu yeniden çaldı. Az önce konuştuğu adamı arıyordu. Esra’nın durumunun ağır olduğunu, koma durumunun kesin, beyin ölümünün de her an gerçekleşmek üzere olduğunun konuşulduğunu haber vermişti. Bu da güzel haberdi. Sadece ikizler kalmıştı. Onlardan birinin ölümü halinde de anneleri…

Kızlar da ölseydi, onların tek mirasçısı Binnur Canel olacak, o da en kısa sürede şirketleri satacaktı! İşten anlamadığı ama para harcamayı çok iyi bildiği su götürmez bir gerçekti!

Şu an elindekilere göre plan yapmalıydı, acabalara göre değil. Artık kendini bir iki saat sonra yapacağı görüşme için hazırlamalıydı. Önce diğer işin de tamamlanması için bir başka elemanını aradı. Şimdilik gözlemciydi Nazif Değirmenci. Asla yaklaşamaz, kimse ile irtibat kuramazdı. Uzaktan izliyor, kendisine bilgi aktarıyor, asıl ekibin yalan söyleyip söylemediği konusunda böylece bilgi sahibi oluyordu.
  
 “Kamyon çarptı ve hemen kaçtı.”

Adamın bu konudaki rahatlığı kendisine ulaşmıyordu. O kaza anında kimler neyi görmüştü? Kim ne kadar fotoğraf  çekmişti? Bunları bilemiyordu. Bilemediği her şey de onu rahatsız ediyordu.
“Kamyon bulunmaması için her şeyi yapın. Şoförün de susmasını sağlayın!”  
“Bulunamaz ! Çünkü eski yollardan, köylerin içinden geçerek şehir değiştirdiler. Orada da aracın büyük kısmının rengi ve görüntüsü değişecek. Ceza yemediği sürece bu aralar kimse durdurmaz o kamyonu. Plakasını bir süre sonra takacaklar, üstüne yapıştırdıkları yeni görünmesini sağlayan kaplamayı sökecekler. Sonra da hurdaya atılacak.”  
“Tamam…O konuda aksilik istemiyorum.” Tam telefonu kapatacakken aklına geleni sordu. “İşin bitmediğinin farkındasın değil mi?”  
“Evet, farkındayım. Büyük aksilik oldu. Helikopter ile gitseler hepsi bir yerde olacak ve teknik arıza ile düşen helikopterden kimse kurtulamayacaktı. Şimdi iki kişiden kurtulmanın bir yolunu bulmamız lazım. ”  
“Tamam. Sen izlemeye devam et. Yakalanma!”

Ronald, telefonu kapattı, saatine baktı. Saat farkı yüzünden David Massey’i bir saat kadar sonra arayacaktı. İki kıta arasındaki saat farkı böyle acil durumlarda büyük engeldi. Uyandırmanın daha çok sinirlendireceğini, duyduklarından sonra da o sinirin çok kötü kararlara neden olacağını düşünüyordu. Daha kötü ne karar verebilirdi ki? Kaldıkları hastaneyi havaya uçurmalarını mı emredecekti? Zaten ölüm kararlarını vermişti. Şimdi elde iki tane ölmemiş hissedar vardı. Aklındakileri biraz daha netleştirip öyle konuşması kızlar için en iyisi olacaktı. Eline yeni kanların bulaşmasını istemiyordu.

Kazanın tehdit mektupları ile bağlantısının kurulmaması önemliydi. Silahlı saldırı sonrası olanlarla ilgili polisin dosyayı kapatması işlerine şimdi yarayacaktı. Silahlı saldırı ile zaten bağlantılarını bulamamışlardı. Bunun da kaza olduğuna karar verecek ve bu dosya da kapatılacaktı.

Kızlar ne yapacaktı? İkisi de hayatta kalacak mıydı? Durumlarını öğrenmeden tam bir plan yapması mümkün değildi. İlk bilgi yaralarının ağır olmadığı, iç kanama tehlikesinin olduğu yönündeydi. Bu durumda ikisinin de yaşayacağını düşünüp, öyle plan yapmalıydı. Olur da kızlardan biri ölürse yenisini yapmak çok kolaydı. Artık hata yapma lüksü yoktu. İyi bir plan önce kağıt üstünde yerine oturmalıydı. Sonra uygulamada detayların nasıl olacağını anlamak için üstünden defalarca geçmek gerekiyordu. Onun vakti ise git gide azalıyordu. Baskı altında hissettikçe hata yapmaktan korkuyordu. Çok iyi referanslarla kendisine bildirilen isimlerin her olayda nasıl çamura battığını bizzat görmüştü. Bu iş çıkmaza sürüklendikçe kendi kellesi tehlikedeydi. David tüm bunların cezasını kendisine kesecekti…

Bir kez daha telefonu eline aldı ve az önce konuştuğu numarayı son aramadan tuşladı. Telefon ilk çalışta açıldı. “Yeni bir bilgi var mı?”
“Hayır, hastaneden bilgi alamadım.”
“Akşama kadar aramaya devam et. Akşam da bana gel.”
“Beni oteline çağırdın öyle mi?”
“Hayır evdeyim. Otel kayıtlarında senin görüntünün olmasını istemem.”
“Anladım. Tek mi geleyim?”
“O senin bileceğin iş. İstersen ekibini de getir.”
“Tek gelirim.”

*****

Ronald’ın söylediklerini düşündü kısa bir an. Kapalı telefonun ekranına baktı. Tek gideceğini söylemişti. Planlarını değiştirmesi gerekiyordu. Telefon rehberini açıp ismi seçtikten sonra arama tuşuna bastı. Üçüncü çalışta açılmıştı.
“Alo?”
“Akşamki randevumuz iptal.”
“Neden?” Sesinde hayal kırıklığı vardı. Üzmenin gereği yoktu. Biraz alttan alıp kendi sesini de üzgün ifadeye bürüdü. “İşim çıktığı için elbette. Ama bir saate kadar evdeyim.”
“Bu ne demek şimdi?”
“Bir saat sonra gelirsen ne demek istediğimi uygulamalı gösteririm.”
“Hangi eve?”
“Bunu yapmaktan ne zaman vazgeçeceksin? Senin evine tabii. Anlamazlıktan gelme. Bir süre daha böyle idare edeceğiz.”
“Sevgiline yakalanmamamız lazım. Yoksa tüm çabamız boşa gider.” Sitem değil, saptamaydı.
“Biliyorsun ama yine de ısrarcı oluyorsun. Biraz daha sık dişini canım. Çok az kaldı.”
“Biliyorum, bir saat sonra görüşürüz.”
“Gelirken yanında bolca bilgi olsun. Kulaklarını ve gözlerini dört aç. Akşamki toplantıya gitmeden güzel şeyler toparlarsam çok iyi olur.”
“Anlaşıldı.”
“Bir de miras dağılımı hakkında bilgi edinebilirsen iyi olur. Değişiklik var mı son zamanlarda. Benim sorabileceğim bir şey değil bu.”
 “Değişiklik olduğunu sanmıyorum. Kızlar hayatta kaldığı için anneleri mirastan pay alamaz. Necdet’in yeni karısı ölürse sadece ikizler mirasçı olur. Ama bebekler…”  
“Bebekler de yaşıyor! Anne ölürse onlar da ölür.”  
“Biliyorum. Bebekler hakkında da bilgi almaya çalışırım. Onlar yaşarsa vasi tayin edilir. Vasilerin kararları önemli olur. Kötü oldu Esra’nın ölmemesi” 
“Haklısın, bir şekilde hallederiz. Şimdilik o kısmı bana bırak. Şu an aklıma gelenlere göre bir plan yapacağım. Sonra devam edelim. Şimdi bir konuşma daha yapmam lazım.” Vedalaşıp telefonu kapattıktan sonra yeniden bir numara tuşladı.
Hastanedeki adamından güzel bir şeyler öğrenmek için can atıyordu. Ronald’a iyi haberlerle gitmek çok iyi hissettirecekti.
“Değişiklik var mı?”
“Hayır, bir önceki ile aynı her şey.”
“Sakın hastane boş kalmasın. Her an haber alabileceğim şekilde ayarlayın. tuvalete bile giderken yerinize adam bırakın.”  
“Anladım, efendim.”  
“Hiç sanmıyorum.” Kaza saçmalığından beri ekibine güveni sarsılmıştı. İlk kez işleri ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı.
Adamın sesinde de pişmanlık vardı. “Merak etmeyin.”  
Dilinin ucuna kadar gelen küfrü son anda yuttu. Adama kızması neyi değiştirecekti? “Kaza için de aynı şeyi söylemiştin! Ama bak her şey karıştı.”   “Efendim, merak etmeyin ben gerekli tüm tedbirleri alırım.”  
“Sen sadece benden haber bekle ve kızlara yakın ol. Anladın mı? Bekle!”  



  
*****

Yerel gazetenin muhabiri, fotoğrafçısı hatta çoğu zaman editörü olan Mithat, fotoğraf makinesindeki görüntüleri bilgisayarına aktarıyordu. Kendisi için büyük bir şans eseri, kazadan sadece on dakika sonra olay yerindeydi. Ambulanslardan bile bir iki dakika önce demekti bu. Onlar yaralıları hastaneye taşımadan önce ikiz kızların bol bol fotoğrafını çekmişti. Aracın her açıdan resimlerini çekmek kaza raporunun doğruluğu için önemliydi. Jandarma genelde çok yuvarlak bilgilerle rapor yazıyordu.

Ekranda bir sonraki resme geçti. Sedyeye yüklenmek üzere olan hamile kadının fotoğrafı gelmişti ekrana. Kadının halini izlerken hüzünlendi. Kadının durumu çok ağırdı. Bebeğini göremeden öleceğini düşündü. O fotoğrafı gazeteye basarsa çok büyük üzüntü yaratırdı haber. Fakat aynı şekilde tepki de çekerdi. Ne yapacağını gazete sahibi ile konuşmak en doğru hareket olacaktı. Diğer araçtan çıkartılmış kızların onlarca fotoğrafını çekmiş, bir kaç çevre fotoğrafını da yine olayın yeri ve zamanı konusunda karmaşa olmasın diye bulunsun düşüncesiyle eklemişti. Bu tarz işlerde tecrübeliydi. Basit gözüken bir fotoğrafın yıllar sonra bile ne kadar önemli olacağını biliyordu.

Sadece kazanın değil, o sırada olayı izleyen, yardımcı olmaya çalışan herkesin fotoğrafını da çekmişti. Kullanmayacağı fotoğrafları silmek yerine bilgisayarın belleğine attı. Bu işlemden sonra da Jandarmadan aldığı bilgilerine döndü.  
Notlarını açıp haberini yazmaya başladı. Yerel gazeteden önce ulusal gazetelerde yayınlanacak bir haber olacaktı. Fazla drama çevirmekle kazayı olduğu gibi anlatmak arasında ikilem yaşamış, hemen ardından gerçekleri yazmakla yetinmesi gerektiğine karar vermişti.

Jandarmanın verdiği bilgilere göre, kaza, toprak yoldan çok süratli bir şekilde çıkıp çift şeritli yolu geçip karşıdaki köy yoluna giren bir kamyon yüzünden olmuştu. Necdet Söğüt’ün kullandığı cipe sol taraftan vuran kamyon olay yerinden kaçmıştı. Kapıların aldığı şekle bakılırsa şoför tarafından aracın aldığı darbe sonucu Necdet Söğüt kaza anında ölmüştü. Jandarma ve polis ekipleri kamyonun bulunması için gerekli araştırmalara hemen başlamıştı.

Jandarmanın söylediğini göre Esra Söğüt, ikiz bebeklere hamile idi. Bilgiyi korumalarının söylediğini de haberine ekledi. Genç kadının hayati tehlikesinin olduğu, bilincinin kapalı olduğu yine ilk haberlerdendi. Haberi satmadan önce sağlık durumu hakkında son bilgileri alacaktı.

İkinci kaza yine güvenlik görevlilerinin söylediklerine göre babalarının kazasını gören kızların panikle hata yapması yüzünden olmuştu. Hafif mıcırlı yol ikizlerden Sedef Söğüt’ün kullandığı arabanın yola tutunmasını engellemiş ve onlar da yolun sağ tarafındaki bir metreden biraz daha fazla olan şarampole düşmüş, yola yakın bir ağaca çarparak durmuştu. Sedef Söğüt’ün yaraları daha yüzeyseldi. Sağlık ekibi genç kızın başını vurduğu için küçük bir baygınlık geçirdiğini söylüyordu.
 
Resimleri, vereceği haberin ekine koymak için seçerken diğer kızın fotoğraflarına baktı. Güvenlik görevlileri onun Mine Söğüt olduğunu söylemişti. Sarı bluzunun üstündeki kan lekeleri yüzünden ilk resmi kullanamayacağını düşündü. Buzlanacak bölgelerin azaltılması için bir başka resme baktı. Nihayet daha uygun bir fotoğraf bulup dosyaya ekledi.

Birilerinin çoktan videoları ya da resimleri kanallara sattığından emindi. Birileri görüntü satarken o haberi satacaktı. Çünkü kazayı yapan ülkenin büyük iş adamlarından biriydi ve kazada hayatını kaybetmişti. Eşi hayati tehlikeyi atlatamamıştı. Kızlarının da durumu ciddiydi. Özellikle Mine’nin durumunun ne kadar ağır olduğunu sağlık ekibi söylemişti. Başındaki darbe ciddi sonuçlar doğurabilir, diyen görevlinin konudaki bilgisi tartışılırdı elbetti. Haberine bu cümleyi yazmak yerine yaralı olduklarını belirtmekle yetindi.

Necdet Söğüt’ün fotoğraflarında üstü örtülüydü. Adamın yakın korumaları hemen tedbir almış, görüntü alınmasını engellemişlerdi. Savcı gelene kadar cenazenin orada kalacağını bildiği ve savcıdan bilgi alamayacağı için oyalanmamış, haberini yazmak için gazeteye dönmüştü.

Sonraki resim yine ikizlerindi. Bu kez iki kızın da sedyeyle taşınırkenki hallerini çekmişti. İkisinin de boyunlukları takılıydı. Nabızlarının ölçüldüğü fotoğrafı geçti. İkizlerin görüntülerinde bile bir uyum vardı. Tek fark bluzlarının rengi ve kızlardan birinin yarasının diğerinden biraz daha büyük olmasıydı. Elbette ayaklarında ve kollarında farklı yaralar vardı ama herkes önce yüzlerine bakacak ve benzerlik karşısında şok geçireceklerdi. Kaderleri, yaralarının bile aynı olmasına bağlanacaktı. Haberin bir yerine bu cümleyi eklemek şart olmuştu.

Kardeşlerin fotoğraflarından sonra sırada arabaların etrafındaki eşyaların fotoğrafları vardı. Korumalar sağlam olan ve özel olan her şeyi toplamıştı. Şoför tarafında kırık bir güneş gözlüğü, iki koltuk arasında da pili bir tarafta kendisi bir tarafta bir cep telefonu vardı. Mutlaka onu da fotoğraftan sonra almış olmalılar diye düşündü. Hafızasında neler olduğunu bilmek mümkün değildi. Kimsenin eline geçmesine izin vermeyeceklerini o adamların çalışma şeklinden anlamak kolaydı.

Yardıma koşanların ambulansların arkasından bakışlarını da fotoğraflamıştı. Yardım edenlerin içinde köylüsü varsa haberde özel olarak adlarını yazması gerekecekti. Ekrandaki görüntüyü büyütüp tek tek yüzleri inceledi. Tanıdık kimseyi görememişti. Yine de aceleye gerek yoktu. Kendi gazetesi için fotoğrafları yeniden inceleyecekti.

Kırk dakika kadar sonra dosya ile ilgili bir sürü bilgi edinmişti. Esra Söğüt, komaya girmişti. Bebeklerin dayanma ihtimali yok denecek kadar azdı. Kızlardan Sedef Söğüt daha iyi durumda olmasına rağmen tedbir amaçlı uyutuluyordu. Mine Söğüt’ün ayak bileğinde ve sol kolunda ezilmeler vardı. Fakat onun başındaki şişlik ve yara daha önemliydi. Onun da uyutulduğunu öğrenmek şaşırtmamıştı.

Duyduklarını beyninde sıraya dizerken olayın basit bir kaza olamayacağını düşünüyordu. Oysa jandarma ekibi çoktan vurup kaçan kamyonun kazaya neden olduğu sonucunu çıkartmıştı. Cipe, bir kamyon sol taraftan vurmuş, araç taklalar atarak savrulurken kamyon yoluna devam etmişti. Kamyondan dökülmüş kırık farlar, çamurluk gibi parçalar yola saçılmıştı. Cipin sol tarafı tamamen içeri göçmüş, görgü tanıklarının ifadesine göre havada dört beş takla atan araç ilk kaza yerinden kırk metre ileride ters dönmüş olarak durabilmişti. 

Nihayet haberinin satışı için gerekli irtibatları kurmuştu. Ölen Necdet Söğüt olunca haber hem yüksek bedele hem de hızlı şekilde alıcı bulmuştu. Kaynak kişi olmak, haberin altında adının geçmesi, ölümden nemalanmak gibi olsa da mesleği bunu gerektiriyordu.
Dosyayı kaydedip arşivine kaldırırken bir yandan dudaklarından dua dökülüyordu. Yaralıların iyileşmesini diliyordu. Sonra da dört duvarın arasında kalacak, saatlerdir aklını kurcalayan soruyu sordu!

“İyileşin ki söyleyin, o kamyon kaza mı yaptı, bilerek mi çarptı?”

   

1 yorum:

  1. Çok sıkı , Mithat olayın içine dahil oldu sanırım artık .. . Birileri peşine düşecektir kesin

    YanıtlaSil