Herkes nereye koşacağını şaşırmış gibiydi. İki yönlü yolun her iki
tarafındaki araçlar durmuş, araçlardan inenler ne yapacağını bilemez şekilde hareket
ederek iki araca doğru koşturmuştu. Birileri araçlardakilere müdahale etmeye
çabalarken başka birileri dokunmayın diye bağırıyordu. Kimisi ambulansı arıyor
kimisi de fotoğraf çekiyordu.
Kaosun ortasında arkadaki arabadan fırlayan korumalar Mert ve Ali vardı.
İlk önce ikisi de gözlerinin önünde defalarca takla atan cipe koşmuştu. Bunu
yaparken bir yandan da öndeki güvenlik aracındakileri arıyorlardı. Onlar da
kazayı fark etmiş durmuş trafik içinde dönmeye uğraşmak yerine geri vitese
takmış kaza yerine ulaşmaya çabalıyorlardı.
Yaşanan karmaşa sırasında iki adamın önce cipe, ardından kızların aracına
koşmasını, yolcu otobüslerinden ve diğer araçlardan inenler de aynı şeyi
yaptığı için kimse fark etmemişti. İki araçta da istediklerini yapacakları
ortamı bulamamışlardı. Aynı anda ikisinin de kaza yapacağını hiç
düşünmemişlerdi. Ayaklarına gelen fırsatı kaçırdıklarını kozların aracının
başına gidip hemen arkalarından başkalarının gelmesiyle anladılar. İkisi de
yaşıyordu. Sadece otuz saniye önce iki kızın başına gelseler ikisi de ölmüş
olacaktı. Böyle bir kazada boyunlarını kırmaları ne kadar normal olurdu. Şimdi
ise bir sürü yardım etmek isteyen insanın önünde sadece kurtarma çalışmalarına
katılabilirlerdi. Birbirlerine bakarak fırsat yakaladıkları an hamle yapmak
için sessizce anlaştılar.
Mert,
kısa bir an arkasını dönüp ikizlerin aracının başındaki kalabalığa baktı.
Kızların olduğu araç birkaç sert hareketten sonra bir metrelik küçük bir
şarampole inmiş, korkulanın aksine takla atmamıştı. Yol kenarındaki yaşlı bir
ağaca sağ tarafını çarparak durabilmişti. En fazla baygın olabileceklerini
düşündüğü için önceliği Necdet Beyin aracına vermişti. Az önce bir film sahnesi
gibi izlediği kazanın sonuçlarının çok ağır olacağını tahmin ediyordu. Şu an
sadece ikisini de araçtan sağ çıkartabilmeyi umuyordu. Zırhlı cipe çarpan
kamyonu da, çarpma etkisi ile korkunç sesler çıkartarak en az dört beş takla
atan aracı da izlemişlerdi. Şimdi bu her tarafı ezilmiş araçtan ikisini de sağ
çıkartmayı umuyordu.
Yardım
için gelenlerin panik hallerine rağmen Mert ve Ali sakin davranıyordu. Böyle
ortamlar için de eğitim almanın verdiği planlı hareket etme yetenekleri ile
kaza yerine koşmadan önce kendi bagajlarından aldıkları ilk yardım çantasındaki
boyunluğu takmak için aracın içine girmeye çalıştılar. Necdet Söğüt
direksiyonun üstüne yığılmıştı. Başında ve boynunda gördüğü kan ile yaralarının
çok olduğunu anlayabiliyordu. Nabzını kontrol edebilmek için aracın içine
girmeye çalışıyordu. Etraftakilerin yükselen seslerini umursamadan elini
uzattı. Nabzı bulmaya çalıştıkça içinde kötü his yükseliyordu. Parmaklarını
boynun ulaşabildiği her yerde gezdirdi. Hiçbir şey bulamıyordu. Bir kez daha
tüm boynunda parmaklarını dolaştırdı. Parmakları Sıçak kan ile ıslandıkça
içindeki sıkıntı büyüyordu. Necdet Söğüt’te yaşam belirtisi bulamamıştı.
Ali,
taklalardan sonra patlamış lastikleri üzerinde kalmış cipin arka koltuğu ile ön
koltuklar arasına sıkışmış hamile kadını oradan nasıl çıkartacaklarını
düşünüyordu. Mert’in yüzüne baktığında soru sormadan yanıtını almıştı. Genç
kadının nabzını bileğinden kontrol ettiğinde başta onun da kocası ile birlikte
öldüğünü söylemek üzereydi. Son anda çok hafif nabız alabildiğini fark etti.
“Mert, Esra Hanım yaşıyor. Bana yardım et.”
“Geliyorum.”
Yardım
için yanlarına gelen iki erkek ile dikkatli bir şekilde önce Esra’ya boyunluğu
taktılar. Vücudunda kırık kemik olup olmadığını anlamak için küçük bir kontrol
yaptıktan sonra ezik ön yolcu kapısını açıp, yolcu koltuğunu en öne çekerek
biraz alanı genişlettiler. Necdet Söğüt’ün cesedinin olduğu koltuğu hareket
ettirmek istemediler. Savcı ilk halini görmek isteyebilirdi. Şoför tarafındaki
arka kapıyı zorla açarken araç hızla sarsılıyordu. Esra’nın en az hareket
edeceği halde tutulması için çabalıyordu Mert ve Ali. O kapı da açıldıktan
sonra arka koltuğu yerinden çıkartmak mantıklı gelmişti. Böylece biraz daha
genişleyen alanda kadını ve hala yaşıyorlarsa bebekleri tehlikeye atmadan
araçtan çıkartabileceklerdi.
O sırada Ahmet de yanlarına gelmişti. Kızların durumunu iyi sayılırdı.
İkisi de baygındı ama kötü bir yara gözükmüyordu. İç kanama için doktor
kontrolü şarttı. “Durum ne?” diye sorduğunda yanıtı Ali verdi. “Esra Hanım yaşıyor ama nabız çok yavaş. Ambulansı aradılar mı?”
“Evet, aradım. Jandarmayı da aradım. Başkaları da aramış. Necdet Bey?” Soruyu
sorarken yanıtı anlamıştı. Kimse onu sesli olarak yanıtlama gereği duymamıştı. “Oğuz,
kızların başında. İkisi de baygın ama nabızları kuvvetli. Başlarında şişlik
var. Biri arabada sıkışmış durumda. Motorun patlama ihtimali yok. Şimdi ben
onun yanına gidiyorum. Oğuz’a yardım edeceğim. Çıkartmak için yol arıyorduk.
Buradaki gibi koltukları sökmek çok akıllıca.” Kendisinin bunu düşünememiş
olmasına daha sonra sinirlenecekti. Şimdi yeni güvenlik Oğuz’a yardıma
gitmeliydi.
“Kaza nasıl oldu?” Soruyu sorarken sesi iyice kısılmıştı. Ali yanıtladı.
“Kamyon çarpıp kaçtı.”
“Peşine düşmeyelim mi?”
Mert verdi bu kez yanıtı. “Düşeceğiz ama şimdi değil. Ya jandarma ya biz
yakalayacağız onu.” Necdet Beye bunu borçlu olduğunu biliyordu.
Aynı anlarda Oğuz, ikizlerden birinin şoför koltuğundan dikkatlice
çıkartılıp yatırılmasına yardım edenlere emirler yağdırıyordu. Nefes alışında
sorun yok gibiydi. Nabzı da kuvvetliydi. İlk kontrolde kırık kemik bulamamıştı.
Başında ve gözlerinin altında morluklar ve şakağına yakın bir yerde kanama
vardı. Kanın akış hızı fazla değildi. Burnundan da bir miktar kan gelmişti.
Kulaklarından gelen kan olmaması ile rahat soluk aldı. Birisine iki tane daha
ambulansa ihtiyaç olduğunu söyleyip aramalarını istemiş, araçta sıkışan kızı
nasıl çıkartacağını anlamak için yeniden arabanın içine girmişti.
Sıkışmış genç kızın da başında kanayan yer kardeşi ile aynıydı. Biraz daha
büyük ve daha çok kanayan yaraya küçük bir tampon yapıp vücudunu kontrol etmeye
devam etti. Nabzı biraz yavaştı. Kırık yoksa bile bileğinde ciddi bir sıkışma
vardı. Şimdiden şişmişti. İki koltuk arasında kalan kolunda sorun olabileceğini
düşünüyordu. Belki omzu çıkmış ya da kolu kırılmış olabilirdi. O kolunun nasıl
arkaya gittiğini anlayamadığı için dikkatlice ön tarafa alması gerekiyordu.
Şoför koltuğunu öne yatırıp kolunu destekleyerek öne aktardı. Şimdi biraz daha
rahat hareket edebilecekti. Dışarıdan gözüken başka bir yarası yoktu.
Ahmet yanına gelip sıkışan kızı kurtarmak için ne yapabileceklerine bakmaya
başlamıştı. Koltuğu çıkartmak bu araç için de iyi fikirdi ama üstü açılan
aracın sıkışmış üst parçasını yerinden sökmek daha rahat hareket etmelerini
sağlayacaktı. Bir araçtan getirilen levye ile üst parça yerlerinden sökülüp
açıldı. koltukla ağaç arasında sıkışmış
diğer kızı kurtarabilecek yol arıyordu. Arabanın sağ tarafı ağaca yaslandığı
için o taraftan müdahale imkansızdı. Müdahale etmeye çalışanların ilk yardım
bilgisi ne düzeyde bilmediği için, “Bundan sonrasını bize bırakın lütfen” diyen
Ahmet kalabalığı dağıtmaya çabalıyordu.
Ali ile Mert, Esra’nın sıkıştığı yerden kurtarılmasından sonra rahat bir
nefes aldılar. Bilincinin kapalı olduğunu anladıkları için bir an önce müdahale
edilmesi, belki bebeklerinde kurtarılması söz konusu olabilirdi. Yüzü şimdiden
şişmeye ve morarmaya başlamıştı. Ambulansın
sesini duyduklarında biraz daha rahat nefes aldılar. En azından sağlık ekibi
müdahale edebilecekti.
Mert, Ali’ye “Kamyonun plakasını görebildin mi?” diye sordu.
“Görmedim. Yok gibi geldi hatta. Ya sen? Sen gördün mü?”
“Ben de görmedim.”
“Tarif ederiz.”
“Öyle olacak. Binlerce kamyondan biri! Ben kızlara bakmaya gidiyorum.
Umarım onların bir şeyi yoktur.”
“Bu araçta olsalardı onların da cenazesini çıkartırdık büyük ihtimalle.”
“Evet, şanslılarmış!” dedikten sonra Mert Ali’yi orada bırakıp diğer
arabaya doğru koştu. Aracın başındaki kalabalık neler olduğunu görmesini
engelliyordu. Birileri şoför tarafındaki genç kızı çoktan boyunduruk ile
sabitleyip araçtan alıp asfaltta düz bir yere yatırmıştı. Ali’nin telefonda
ikisinin de nabzının iyi olduğunu söylemiş olmasına rağmen Mert, ilk iş genç
kızın nabzını kontrol etti. Gerçekten nabzının kuvvetli olduğunu, başındaki
şişlik nedeniyle baygın olduğunu anlayınca biraz rahatladı. İkinci ambulans
gelene kadar öyle yatmasında sakınca yoktu.
Yolcu koltuğunda oturan diğer kızın durumu biraz daha kötü gözüküyordu.
Arabanın üstünün bir şekilde açıldığını, genç kızın boynunun sabitlendiğini
görünce biraz rahatladı. Görebildiği kadarıyla bir ayağı sıkışmıştı. Ayağına
zarar vermeden oradan çıkartabilmeleri için aracın ağaçtan ayrılması
gerekecekti. Üstteki boşluktan çekmeleri halinde geri dönülmez hatalar
yapabilirlerdi. ağaca çarptığı sağ ön kısım göçmüş, kapıyı deforme etmişti.
Büyük ihtimalle sıkışmasının nedeni de oydu. Etrafındakilere bakıp yüksek
sesle, “Beyler, güçlü olanlar, belinden rahatsızlığı olmayanlar arabanın
etrafında tutabilecekleri bir yer bulursa, aracı ağaçtan uzaklaştıralım. Bir
metre kadar kaydırsak sıkıştığı yerden çıkartırız.” dedi.
On-on iki kişi kadar erkek hemen kendilerine yer bulup söyleneni yaptı ve
tuhaf sesler eşliğinde araç ağaçtan uzaklaştı. Rahat hareket edecekleri kadar
yer açılmıştı. Şoför tarafına oturup sıkıştığı konumu inceledi. Ali’ye ve
Oğuz’a nereyi çekmeleri gerektiğini söylüyor, kendisi de genç kızın bacağının
üstünden uzattığı ayağı ile aynı noktayı dışarı itiyordu. Ter içinde kalmış,
bacağında güç kalmamıştı ama nihayet sıkışan ayak hareket etmişti. Artık
çıkartabilirlerdi. İki ambulans sesi duyulduğunda onlar da dikkatli bir şekilde
ikinci kardeşi de araçtan çıkartmıştı. Bu sürede jandarma da olay yerine gelmişti.
Herkes sağlık ekibinin işini yapması için kenara çekilirken jandarma
etrafta olanlara kazanın nasıl olduğunu soruyordu.
Mert birisinin “Bu araba öndeki cipe çarptı galiba” yanıtını duyunca
müdahale etti. “Komutanım, olayı ben anlatayım.” dedikten sonra kendini tanıtıp
tüm gördüklerini ve çarpan kamyonun modelini ve rengini söyledi.
Necdet Beyin ve karısının olduğu araca çarpılmış, arkadan gelen ikiz kızlarının
olduğu araç sadece olayın şoku ile kaza yapmıştı. Jandarma komutanı kızların
isimlerini ve hangisinin aracı kullandığını sorunca Mert duraladı.
“Onları ayırt edemiyorum ama evden çıkarken Sedef Hanımın kullandığını
biliyorum. Yani beyaz bluzlunun Sedef Hanım olması lazım. Diğeri de Mine Hanım.
Mine Söğüt.”
Görev gereği tayin ile orada olan komutanın aileyi tanıması beklenemezdi.
Mert kısaca kim olduklarını söyleyince şaşkınlıkla baktı komutan. Şimdi olay
farklı bir boyut kazanmıştı.
Onlar bunlarla uğraşırken yerel bir gazetenin muhabiri çoktan her yeri
fotoğraflamaya başlamıştı. İlk önce, öndeki cipin onlarca fotoğrafını çekmişti.
Diğer aracın yanına giderken de etrafın fotoğraflarını çekip duruyordu. En
önemli belgeler bunlardı. Ölen kişinin Söğüt Holding’in sahibi Necdet Söğüt
olduğunu öğrenmişti bile. Jandarmadan diğer bilgileri alırdı nasıl olsa. İkinci
araçtan ilk çıkartılan kızı, ikinci kızın çıkartılış çalışmasının tamamını
kayda almıştı. Sahneleri fotoğraflamak kolaydı. Hem sesleri de kayıt ediyor,
söylenenleri haberinde kullanmak için kendine kaynak oluşturuyordu.
Olay yerine gelen üç ambulans ile yaralılar en yakın hastaneye götürüldü. Esra’nın
durumu kritikti. Bebeklerin durumu hakkında bir bilgi yoktu. Görevliler anneyi
yaşatmanın çaresini arıyordu.
Mert ve Ali komutana tüm gördüklerini anlattıktan sonra iki araçtaki tüm
kıymetli eşyaları ve valizleri kendi araçlarına yüklediler. Resmi evrakları
jandarmaya teslim edip diğer işlemler için beklemeye başladılar.
Mert, Ali’ye sordu. “Bu sence kaza mı?”
“Öyle gibi gözüküyor.”
“Öyle gözüküyor ama onca tehditten sonra bana kaza gibi gelmiyor.”
“Bu yolu, bu saati bilen birileri tuzak mı kurdu diyorsun?”
“Bana öyle geliyor.”
“Haklısın sanırım. Kamyon yan yoldan fırladı ve direkt cipe vurdu, sonra da
tam karşıdaki yola girip bir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Durup bakmadı
bile.”
“Hepsinin aynı araçta olduğunu sanarak onları ortadan kaldırmak isteyen
biri yapmış olmalı.”
“İyi ama kim?”
“Helikopter yerine arabayla yola çıkacağımızı bilen biri!”
“Evde çalışanlar, güvenlik ekibi ve Yiğit Bey!”
*****
“Sonuç?”
“Necdet
öldü. Karısı ağır yaralı!”
“Parça
parça söyleme. Kızlar?”
“Kızlar
yaşıyor. İkisi de ya…” Sözünü bitiremeden karşıdan kulakları patlatacak bir ses
yükseldi. “Ne demek kızlar yaşıyor?”
Ronald,
müjdeli haberi beklerken bu duyduklarına inanamıyordu. Az önce keyifle izlediği
İstanbul Boğazı, şimdi silinmiş, yerini yoğun bir mayıs sisi kaplamıştı. Bir
işin bu kadar aksi gitmesi daha önce başına hiç gelmemişti. Telefonun ucundaki
ses huzursuz bir tonla devam etti. “Efendim, kızlar son dakikada ayrı bir araba
ile yola çıkmışlar. Haber aldığımızda çok geçti. Yine de peşlerine bir ekip
taktım. Babalarının kazasının hemen ardından, onlar da kaza yaptı ama
ölmemişler. İkisi de yaşıyor.”
Kaza yapmış
ama ölmemişler! İşte bu gerçekten tuhaftı.
“Nasıl?
Kızlara da mı kamyon çarptı?”
“Hayır, sanırım onlar kazayı gördükleri için direksiyon hakimiyetini
kaybedip kaza yaptılar. Adamların söylediği bu. Korumalardan önce yetişmişler
ama başkaları onlardan da önce kaza yerine ulaştığı için kızları
öldürememişler.”
“İyi halt yemişler. Bir de orada herkesin gözü önünde cinayet işleselerdi
de tüm dünya her şeyi öğrenseydi.” Bunlarla yola çıkanda kabahat diye kendine
söyleniyordu. Adamlar resmen yüzlerine gözlerine bulaştırmışlardı. Sözde daha
önce benzer şeyleri yapmış, yakalanmadan defalarca isim değiştirerek yaşamıştı.
Bu kez isim değiştirmesine izin vermeyecek, bu iş bitince… Hattın ucundaki adam
onun kendi hakkındaki düşüncelerinden habersiz Ronald’a sonraki adımı sordu.
“Şimdi ne yapmamızı istiyorsunuz?”
“Ben arayacağım seni. Sen her an kızları ve Esra’yı takip et. Ölen olursa
haberim olsun. Kızların durumu nasıl?”
“Aracı kullananın durumu daha iyi. Diğerinde kemer yokmuş!”
“Hangisi kullanıyormuş?”
“Sedef Söğüt.”
“İşte günün tek güzel haberi. Tamam. Madenlerle yakından ilgilenen o. Şimdi
dediğimi yap ve beni her gelişmeden haberdar et. Ben de biraz düşüneyim. Yeni
planlara ihtiyaç var.”
Aksiliklerin ardı arkası kesilmiyordu. Kızları sanki koruyucu bir melek
kanatlarının altına almış gibi, kazadan kurtulmuşlardı. Böyle bir mazereti asla
raporunda kullanamazdı. Vereceği raporun ne kadar zor olacağını anlamanın
ezikliği içinde masasından kalkıp odayı adımlamaya başlamıştı.
Telefonu yeniden çaldı. Az önce konuştuğu adamı arıyordu. Esra’nın
durumunun ağır olduğunu, koma durumunun kesin, beyin ölümünün de her an gerçekleşmek
üzere olduğunun konuşulduğunu haber vermişti. Bu da güzel haberdi. Sadece
ikizler kalmıştı. Onlardan birinin ölümü halinde de anneleri…
Kızlar da ölseydi, onların tek mirasçısı Binnur Canel olacak, o da en kısa
sürede şirketleri satacaktı! İşten anlamadığı ama para harcamayı çok iyi
bildiği su götürmez bir gerçekti!
Şu an elindekilere göre plan yapmalıydı, acabalara göre değil. Artık kendini
bir iki saat sonra yapacağı görüşme için hazırlamalıydı. Önce diğer işin de
tamamlanması için bir başka elemanını aradı. Şimdilik gözlemciydi Nazif
Değirmenci. Asla yaklaşamaz, kimse ile irtibat kuramazdı. Uzaktan izliyor,
kendisine bilgi aktarıyor, asıl ekibin yalan söyleyip söylemediği konusunda
böylece bilgi sahibi oluyordu.
“Kamyon çarptı ve hemen kaçtı.”
Adamın bu konudaki rahatlığı kendisine ulaşmıyordu. O kaza anında kimler
neyi görmüştü? Kim ne kadar fotoğraf çekmişti? Bunları bilemiyordu.
Bilemediği her şey de onu rahatsız ediyordu.
“Kamyon bulunmaması için her şeyi yapın. Şoförün de susmasını sağlayın!”
“Bulunamaz ! Çünkü eski yollardan, köylerin içinden geçerek şehir
değiştirdiler. Orada da aracın büyük kısmının rengi ve görüntüsü değişecek.
Ceza yemediği sürece bu aralar kimse durdurmaz o kamyonu. Plakasını bir süre
sonra takacaklar, üstüne yapıştırdıkları yeni görünmesini sağlayan kaplamayı
sökecekler. Sonra da hurdaya atılacak.”
“Tamam…O konuda aksilik istemiyorum.” Tam telefonu kapatacakken aklına
geleni sordu. “İşin bitmediğinin farkındasın değil mi?”
“Evet, farkındayım. Büyük aksilik oldu. Helikopter ile gitseler hepsi bir
yerde olacak ve teknik arıza ile düşen helikopterden kimse kurtulamayacaktı.
Şimdi iki kişiden kurtulmanın bir yolunu bulmamız lazım. ”
“Tamam. Sen izlemeye devam et. Yakalanma!”
Ronald, telefonu kapattı, saatine baktı. Saat farkı yüzünden David Massey’i
bir saat kadar sonra arayacaktı. İki kıta arasındaki saat farkı böyle acil
durumlarda büyük engeldi. Uyandırmanın daha çok sinirlendireceğini,
duyduklarından sonra da o sinirin çok kötü kararlara neden olacağını
düşünüyordu. Daha kötü ne karar verebilirdi ki? Kaldıkları hastaneyi havaya
uçurmalarını mı emredecekti? Zaten ölüm kararlarını vermişti. Şimdi elde iki
tane ölmemiş hissedar vardı. Aklındakileri biraz daha netleştirip öyle
konuşması kızlar için en iyisi olacaktı. Eline yeni kanların bulaşmasını
istemiyordu.
Kazanın tehdit mektupları ile bağlantısının kurulmaması önemliydi. Silahlı
saldırı sonrası olanlarla ilgili polisin dosyayı kapatması işlerine şimdi
yarayacaktı. Silahlı saldırı ile zaten bağlantılarını bulamamışlardı. Bunun da
kaza olduğuna karar verecek ve bu dosya da kapatılacaktı.
Kızlar ne yapacaktı? İkisi de hayatta kalacak mıydı? Durumlarını öğrenmeden
tam bir plan yapması mümkün değildi. İlk bilgi yaralarının ağır olmadığı, iç kanama
tehlikesinin olduğu yönündeydi. Bu durumda ikisinin de yaşayacağını düşünüp,
öyle plan yapmalıydı. Olur da kızlardan biri ölürse yenisini yapmak çok kolaydı.
Artık hata yapma lüksü yoktu. İyi bir plan önce kağıt üstünde yerine
oturmalıydı. Sonra uygulamada detayların nasıl olacağını anlamak için üstünden
defalarca geçmek gerekiyordu. Onun vakti ise git gide azalıyordu. Baskı altında
hissettikçe hata yapmaktan korkuyordu. Çok iyi referanslarla kendisine
bildirilen isimlerin her olayda nasıl çamura battığını bizzat görmüştü. Bu iş
çıkmaza sürüklendikçe kendi kellesi tehlikedeydi. David tüm bunların cezasını
kendisine kesecekti…
Bir kez daha telefonu eline aldı ve az önce konuştuğu numarayı son aramadan
tuşladı. Telefon ilk çalışta açıldı. “Yeni bir bilgi var mı?”
“Hayır, hastaneden bilgi alamadım.”
“Akşama kadar aramaya devam et. Akşam da bana gel.”
“Beni oteline çağırdın öyle mi?”
“Hayır evdeyim. Otel kayıtlarında senin görüntünün olmasını istemem.”
“Anladım. Tek mi geleyim?”
“O senin bileceğin iş. İstersen ekibini de getir.”
“Tek gelirim.”
*****
Ronald’ın söylediklerini düşündü kısa bir an. Kapalı telefonun ekranına
baktı. Tek gideceğini söylemişti. Planlarını değiştirmesi gerekiyordu. Telefon
rehberini açıp ismi seçtikten sonra arama tuşuna bastı. Üçüncü çalışta
açılmıştı.
“Alo?”
“Akşamki randevumuz iptal.”
“Neden?” Sesinde hayal kırıklığı vardı. Üzmenin gereği yoktu. Biraz alttan
alıp kendi sesini de üzgün ifadeye bürüdü. “İşim çıktığı için elbette. Ama bir
saate kadar evdeyim.”
“Bu ne demek şimdi?”
“Bir saat sonra gelirsen ne demek istediğimi uygulamalı gösteririm.”
“Hangi eve?”
“Bunu yapmaktan ne zaman vazgeçeceksin? Senin evine tabii. Anlamazlıktan
gelme. Bir süre daha böyle idare edeceğiz.”
“Sevgiline yakalanmamamız lazım. Yoksa tüm çabamız boşa gider.” Sitem
değil, saptamaydı.
“Biliyorsun ama yine de ısrarcı oluyorsun. Biraz daha sık dişini canım. Çok
az kaldı.”
“Biliyorum, bir saat sonra görüşürüz.”
“Gelirken yanında bolca bilgi olsun. Kulaklarını ve gözlerini dört aç. Akşamki
toplantıya gitmeden güzel şeyler toparlarsam çok iyi olur.”
“Anlaşıldı.”
“Bir de
miras dağılımı hakkında bilgi edinebilirsen iyi olur. Değişiklik var mı son
zamanlarda. Benim sorabileceğim bir şey değil bu.”
“Değişiklik olduğunu sanmıyorum. Kızlar
hayatta kaldığı için anneleri mirastan pay alamaz. Necdet’in yeni karısı ölürse
sadece ikizler mirasçı olur. Ama bebekler…”
“Bebekler
de yaşıyor! Anne ölürse onlar da ölür.”
“Biliyorum.
Bebekler hakkında da bilgi almaya çalışırım. Onlar yaşarsa vasi tayin edilir.
Vasilerin kararları önemli olur. Kötü oldu Esra’nın ölmemesi”
“Haklısın,
bir şekilde hallederiz. Şimdilik o kısmı bana bırak. Şu an aklıma gelenlere
göre bir plan yapacağım. Sonra devam edelim. Şimdi bir konuşma daha yapmam
lazım.” Vedalaşıp telefonu kapattıktan sonra yeniden bir numara tuşladı.
Hastanedeki
adamından güzel bir şeyler öğrenmek için can atıyordu. Ronald’a iyi haberlerle
gitmek çok iyi hissettirecekti.
“Değişiklik
var mı?”
“Hayır,
bir önceki ile aynı her şey.”
“Sakın
hastane boş kalmasın. Her an haber alabileceğim şekilde ayarlayın. tuvalete
bile giderken yerinize adam bırakın.”
“Anladım,
efendim.”
“Hiç sanmıyorum.” Kaza saçmalığından beri ekibine güveni sarsılmıştı.
İlk kez işleri ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı.
Adamın sesinde de pişmanlık vardı. “Merak etmeyin.”
Dilinin ucuna kadar gelen küfrü son anda yuttu. Adama kızması neyi
değiştirecekti? “Kaza için de aynı şeyi söylemiştin! Ama bak her şey karıştı.” “Efendim, merak etmeyin ben gerekli tüm
tedbirleri alırım.”
“Sen sadece benden haber bekle ve kızlara yakın ol. Anladın mı? Bekle!”
*****
Yerel gazetenin muhabiri, fotoğrafçısı hatta çoğu zaman editörü olan
Mithat, fotoğraf makinesindeki görüntüleri bilgisayarına aktarıyordu. Kendisi
için büyük bir şans eseri, kazadan sadece on dakika sonra olay yerindeydi. Ambulanslardan
bile bir iki dakika önce demekti bu. Onlar yaralıları hastaneye taşımadan önce
ikiz kızların bol bol fotoğrafını çekmişti. Aracın her açıdan resimlerini
çekmek kaza raporunun doğruluğu için önemliydi. Jandarma genelde çok yuvarlak
bilgilerle rapor yazıyordu.
Ekranda bir sonraki resme geçti. Sedyeye yüklenmek üzere olan hamile
kadının fotoğrafı gelmişti ekrana. Kadının halini izlerken hüzünlendi. Kadının
durumu çok ağırdı. Bebeğini göremeden öleceğini düşündü. O fotoğrafı gazeteye
basarsa çok büyük üzüntü yaratırdı haber. Fakat aynı şekilde tepki de çekerdi.
Ne yapacağını gazete sahibi ile konuşmak en doğru hareket olacaktı. Diğer
araçtan çıkartılmış kızların onlarca fotoğrafını çekmiş, bir kaç çevre
fotoğrafını da yine olayın yeri ve zamanı konusunda karmaşa olmasın diye
bulunsun düşüncesiyle eklemişti. Bu tarz işlerde tecrübeliydi. Basit gözüken
bir fotoğrafın yıllar sonra bile ne kadar önemli olacağını biliyordu.
Sadece kazanın değil, o sırada olayı izleyen, yardımcı olmaya çalışan
herkesin fotoğrafını da çekmişti. Kullanmayacağı fotoğrafları silmek yerine
bilgisayarın belleğine attı. Bu işlemden sonra da Jandarmadan aldığı
bilgilerine döndü.
Notlarını açıp haberini yazmaya başladı. Yerel gazeteden önce ulusal
gazetelerde yayınlanacak bir haber olacaktı. Fazla drama çevirmekle kazayı
olduğu gibi anlatmak arasında ikilem yaşamış, hemen ardından gerçekleri
yazmakla yetinmesi gerektiğine karar vermişti.
Jandarmanın verdiği bilgilere göre, kaza, toprak yoldan çok süratli bir
şekilde çıkıp çift şeritli yolu geçip karşıdaki köy yoluna giren bir kamyon
yüzünden olmuştu. Necdet Söğüt’ün kullandığı cipe sol taraftan vuran kamyon
olay yerinden kaçmıştı. Kapıların aldığı şekle bakılırsa şoför tarafından
aracın aldığı darbe sonucu Necdet Söğüt kaza anında ölmüştü. Jandarma ve polis
ekipleri kamyonun bulunması için gerekli araştırmalara hemen başlamıştı.
Jandarmanın söylediğini göre Esra Söğüt, ikiz bebeklere hamile idi. Bilgiyi
korumalarının söylediğini de haberine ekledi. Genç kadının hayati tehlikesinin
olduğu, bilincinin kapalı olduğu yine ilk haberlerdendi. Haberi satmadan önce
sağlık durumu hakkında son bilgileri alacaktı.
İkinci kaza yine güvenlik görevlilerinin söylediklerine göre babalarının
kazasını gören kızların panikle hata yapması yüzünden olmuştu. Hafif mıcırlı
yol ikizlerden Sedef Söğüt’ün kullandığı arabanın yola tutunmasını engellemiş
ve onlar da yolun sağ tarafındaki bir metreden biraz daha fazla olan şarampole
düşmüş, yola yakın bir ağaca çarparak durmuştu. Sedef Söğüt’ün yaraları
daha yüzeyseldi. Sağlık ekibi genç kızın başını vurduğu için küçük bir baygınlık
geçirdiğini söylüyordu.
Resimleri,
vereceği haberin ekine koymak için seçerken diğer kızın fotoğraflarına baktı. Güvenlik
görevlileri onun Mine Söğüt olduğunu söylemişti. Sarı bluzunun üstündeki kan
lekeleri yüzünden ilk resmi kullanamayacağını düşündü. Buzlanacak bölgelerin
azaltılması için bir başka resme baktı. Nihayet daha uygun bir fotoğraf bulup
dosyaya ekledi.
Birilerinin
çoktan videoları ya da resimleri kanallara sattığından emindi. Birileri görüntü
satarken o haberi satacaktı. Çünkü kazayı yapan ülkenin büyük iş adamlarından
biriydi ve kazada hayatını kaybetmişti. Eşi hayati tehlikeyi atlatamamıştı.
Kızlarının da durumu ciddiydi. Özellikle Mine’nin durumunun ne kadar ağır
olduğunu sağlık ekibi söylemişti. Başındaki darbe ciddi sonuçlar doğurabilir,
diyen görevlinin konudaki bilgisi tartışılırdı elbetti. Haberine bu cümleyi
yazmak yerine yaralı olduklarını belirtmekle yetindi.
Necdet
Söğüt’ün fotoğraflarında üstü örtülüydü. Adamın yakın korumaları hemen tedbir
almış, görüntü alınmasını engellemişlerdi. Savcı gelene kadar cenazenin orada
kalacağını bildiği ve savcıdan bilgi alamayacağı için oyalanmamış, haberini
yazmak için gazeteye dönmüştü.
Sonraki
resim yine ikizlerindi. Bu kez iki kızın da sedyeyle taşınırkenki hallerini
çekmişti. İkisinin de boyunlukları takılıydı. Nabızlarının ölçüldüğü fotoğrafı
geçti. İkizlerin görüntülerinde bile bir uyum vardı. Tek fark bluzlarının rengi
ve kızlardan birinin yarasının diğerinden biraz daha büyük olmasıydı. Elbette
ayaklarında ve kollarında farklı yaralar vardı ama herkes önce yüzlerine
bakacak ve benzerlik karşısında şok geçireceklerdi. Kaderleri, yaralarının bile
aynı olmasına bağlanacaktı. Haberin bir yerine bu cümleyi eklemek şart olmuştu.
Kardeşlerin fotoğraflarından sonra sırada arabaların etrafındaki eşyaların
fotoğrafları vardı. Korumalar sağlam olan ve özel olan her şeyi toplamıştı.
Şoför tarafında kırık bir güneş gözlüğü, iki koltuk arasında da pili bir
tarafta kendisi bir tarafta bir cep telefonu vardı. Mutlaka onu da fotoğraftan
sonra almış olmalılar diye düşündü. Hafızasında neler olduğunu bilmek mümkün
değildi. Kimsenin eline geçmesine izin vermeyeceklerini o adamların çalışma
şeklinden anlamak kolaydı.
Yardıma koşanların ambulansların arkasından bakışlarını da fotoğraflamıştı.
Yardım edenlerin içinde köylüsü varsa haberde özel olarak adlarını yazması
gerekecekti. Ekrandaki görüntüyü büyütüp tek tek yüzleri inceledi. Tanıdık
kimseyi görememişti. Yine de aceleye gerek yoktu. Kendi gazetesi için
fotoğrafları yeniden inceleyecekti.
Kırk dakika kadar sonra dosya ile ilgili bir sürü bilgi edinmişti. Esra
Söğüt, komaya girmişti. Bebeklerin dayanma ihtimali yok denecek kadar azdı.
Kızlardan Sedef Söğüt daha iyi durumda olmasına rağmen tedbir amaçlı
uyutuluyordu. Mine Söğüt’ün ayak bileğinde ve sol kolunda ezilmeler vardı.
Fakat onun başındaki şişlik ve yara daha önemliydi. Onun da uyutulduğunu
öğrenmek şaşırtmamıştı.
Duyduklarını beyninde sıraya dizerken olayın basit bir kaza olamayacağını
düşünüyordu. Oysa jandarma ekibi çoktan vurup kaçan kamyonun kazaya neden
olduğu sonucunu çıkartmıştı. Cipe, bir kamyon sol taraftan vurmuş, araç
taklalar atarak savrulurken kamyon yoluna devam etmişti. Kamyondan dökülmüş
kırık farlar, çamurluk gibi parçalar yola saçılmıştı. Cipin sol tarafı tamamen
içeri göçmüş, görgü tanıklarının ifadesine göre havada dört beş takla atan araç
ilk kaza yerinden kırk metre ileride ters dönmüş olarak durabilmişti.
Nihayet haberinin satışı için gerekli irtibatları kurmuştu. Ölen Necdet
Söğüt olunca haber hem yüksek bedele hem de hızlı şekilde alıcı bulmuştu.
Kaynak kişi olmak, haberin altında adının geçmesi, ölümden nemalanmak gibi olsa
da mesleği bunu gerektiriyordu.
Dosyayı kaydedip arşivine kaldırırken bir yandan dudaklarından dua
dökülüyordu. Yaralıların iyileşmesini diliyordu. Sonra da dört duvarın arasında
kalacak, saatlerdir aklını kurcalayan soruyu sordu!
“İyileşin ki söyleyin, o kamyon kaza mı yaptı, bilerek mi çarptı?”
Çok sıkı , Mithat olayın içine dahil oldu sanırım artık .. . Birileri peşine düşecektir kesin
YanıtlaSil