Necdet Söğüt, elindeki zarfa bakarken ilk kez tedirgin olduğunu hissetti.
İçinden çıkan CD de karısının ve kızlarının tüm gittiği yerlerde, arkadaşları
ile olan ortamlarda çekilmiş resimlerinden oluşan bir dosya vardı. Tüm güvenlik
elemanlarının da fotoğrafları özenle listelenmişti. Resimlerin sonunda ise artık
sıkıldıklarını, kısa süre içinde kendi istediklerini yapmazsa ailesine sıra ile
veda etmesini yazan yeni bir not vardı. CD’yi bilgisayarından çıkartırken
sadece kenarlara dokunmaya özen gösterdi. Polise gitmesi gerekirse üzerinde
olası parmak izlerini yok etmek istemiyordu. Elbette bunu yollayanlar da böyle
şeyleri düşünecek kadar akıllı olabilirlerdi ama artık polislerin nelerden
bilgiye ulaştığını bilmediğini düşünüp tedbirli davrandı. Önceki
basit uyarıdan sonra bu ağır gelmişti. Polise gitse ne olacaktı? Savcılık
koruma kararı çıkartacak, bir iki hafta etraflarında bir de sivil polis olduğu
anlaşılacak tipler dolaşacak sonra da yeni tehdit yok diye geri çekileceklerdi.
Son gelen dosya da posta ile gönderilmişti. Damga Muş’ta bir kasabaya
aitti. Yazışmalar, orada araştırma yapılması, yanıt verilmesi aylarca
sürecekti. Sekreterine, Mert’i odasına yollamasını, Mert gelince de telefon
bağlamamasını kimseyi kabul etmemesini söyledikten sonra yeniden elindekilere
bakmaya başladı.
Mert kapıyı çalana kadar olayları düşündü. Zaten aylardır aklında başka bir
şey yoktu. Hiç bir toprak parçası ailesinden önemli değildi. Fakat
tehditlere pabuç bırakmak da onun tarzı değildi. Elinden gelen her şeyi yapacak,
bu belalı tiplerin kim olduğunu bulacaktı. Olur da başaramazsa, başka çaresi
kalmadığından emin olursa, kimsenin canı yanmasın diye farklı bir tavır
alabilirdi. En son düşünmesi gereken buydu. Bu adamları bulmalı ve gerekeni
yapmaları için polisi ve hukuku devreye sokmalıydı. Bir kez boyun eğerse
arkasının geleceğini tahmin etmek zor değildi.
Kendisine yapılan saldırının tamamen rastlantı olduğuna hiç inanmamıştı.
Aynı kişiler tarafından saldırıya uğradığını tahmin etmek güç değildi. O
olaydan da elde hiç kanıt yoktu. Bu tehdit sonrası güvenlik anlamında daha
başka ne yapılabileceğini düşünmeye başladı.
Madenlerde öncelikli imza yetkisi kendisi ve Sedef’te idi. Bu durumda ikisi
daha büyük bir tehdit altındaydı. Ama onlara bir şey olursa Mine de Esra da
aynı tehdide maruz kalacaktı. Satmayı bir kez daha kısacık bir an düşündü.
Sonra masasından kalktı ve camın önüne giderek akan trafiğe baktı. O yoğun
görüntü yüzünden düşünebilmesi mümkün olmayınca bu kez bürosundan geçilen
dinlenme odasına girdi. Dekorasyonu ile gerçekten dinlenmeye yarıyordu. Bir de
babasının fotoğrafı… Kapının yanındaki müzik setini açtı. Alışkanlığı olmasa da
mesai saatine aldırmadan kendine bir kadeh viski koydu. Sakinleşmesini sağlayan
piyano sesi ile ilk yudumunu aldıktan sonra düşüncelerini tehdit dolu
görüntülere yönlendirdi. Mert nihayet gelmişti.
“Necdet bey? Beni istemişsiniz!”
“Mert, gel, konuşacaklarımız var.”
Yarım saat sonra Mert Suyabakan bir telefon açtı. O güne kadar hiç
çalışmadıkları bir güvenlik firmasının sahibi olan arkadaşını aradı. Dört tane
koruma istedi ama en iyilerini seçmesini belirtti. Adamları Mert ve Necdet
beyden başka kimse bilmeyecek, Mert’ten başka kimse yüzlerini görmeyecekti.
Kızların ve Esra’nın bu korumalardan haberi olmayacaktı. Akşama kadar en
iyilerini seçip hazırlamasını istedi. Akşam uğrayıp hepsi ile tanışmak
istiyordu.
*****
Yiğit biten işlerin ardından yeni dosyayı eline almak yerine kendine kısa
süreli izin verdi. Endonezya gezisinden beri Mine ile arasındaki soğukluk çok
canını sıkıyordu. İşlere yansıtmıyorlar, gerektiği zaman konuşuyorlardı ama
aralarındaki eğlenceli hava yok olmuştu. Bunun tüm sorumlusu kendisi olduğuna
göre kararı vermesi gereken de kendisiydi. Ya gidecek konuşacak ve ne
istediğini ortaya serecekti ya da susacak ve kendine yeni bir yol
çizecekti.
Bunu istiyor muydu?
Otel odasındaki yakınlaşmaları aklına geldiğinde ürperdiğini hissetti. İki
kız birbirinin aynıyken nasıl oluyordu da sadece biri onda bu etkiyi yapıyordu?
Sedef ile her zaman abi-kardeş gibiyken Mine’ye karşı nasıl bunları
hissediyordu? Defalarca kendisini denemişti. Her seferinde yanılmadan Mine’ye
yönelmişti. Aralarında sınıf farkı yoktu. Eğitimleri, kültürleri hatta
zevk aldıkları şeyler bile yakındı ama biri çok fazla zenginken diğerinin maddi
durumu iyi sayılırdı. Hepsinden daha da büyük engel, Mine’nin patronu olmasıydı.
İşte Endonezya’da devam etmeyi çok istemesine rağmen durmasının nedeni
buydu. Mine’nin durma nedeni olarak kendi konumunu aklına bile getirmediğinden
emindi. Hatta büyük bir yanılgı ile istenmediğini sandığından da emindi. O an
aklına gelen bu düşünce ile durmuş ve belki de hayatının hatasını yapmıştı.
Seyahatin üzerinden bir ay geçmesine rağmen hala konuşmuyordu Mine. Bir iki
kez Sedef aralarındaki sorunu düzeltmeleri için ortam yaratmış, sonuç
alamamışlardı. Onun kız kardeşine olan ilgisini biliyor olması rahatsız
etmiyordu. Aksine bu bazen işine bile geliyordu. Bu sayede üçü bir arada
olabiliyorlardı. Şu an içine düştüğü düşüncelerinden bir karar çıkarsa bu
kararı uygulamada yine Sedef yardımcı olabilirdi.
Bu aklına gelince kararının, Mine ile konuşup bir ilişkiye başlamak
olduğunu anlıyordu. Ama ya yürümezse? İşte o zaman işinden olabilirdi. Necdet
Bey kızı ile çıkmış biri ile çalışmak istemeye bilirdi. Sonunu düşünmeden
başlanacak bir ilişki yeterli değildi. Ne istediğini tam olarak bilmeden bir
şeylere başlamak büyük hata olurdu. Ne istiyordu? Ne istediğini çok iyi
biliyordu. Sadece bunu başarabileceğinden emin değildi.
Yine en başa dönüyordu. En iyisi her şeyi olduğu gibi bırakmaktı. Böylece
hem işini kaybetmemiş olacak, hem de Mine’nin ne yapacağını izleyecek ve yolunu
buna göre çizecekti.
*****
Ekim ayının sonuna gelindiğinde, kış bastırmadan güzel gecelerin tadını
çıkartmak isteyenler mekanları doldurmaya devam ediyordu.
Yiğit ile Mine arasındaki ilişki belli bir rutine oturmuştu. İş için
görüşüyorlar, gerektikçe konuşuyorlar, başkalarının yanında şakalaşıyorlar ama
asla baş başa kalmıyor, özel bir konuşma yapmıyorlardı. Böylece ikisi de o
geceyi unutmuş gibi hayatını yaşıyordu.
Fırat ise ara sıra Sedef ile kahve içiyor, yemeğe çıkartıyor fakat genelde
tek olmak yerine Yiğit ve Mine’yi hatta bazen Ayça’yı da davet ediyordu. Bu
yemeklerin hiçbir özel tarafı yoktu. Arkadaşça yapılan aktivitelerden öteye
geçmiyordu.
Ekimin son cumartesi akşamı kızların o sezon katılacağı ikinci yardım
defilesi vardı. İkisi de çok heyecanlıydı. Sıkıntılı günlerinin arasında ilaç
gibi gelmesinin yanı sıra Yiğit ve Fırat’ın da o akşam orada olmaları
heyecanlarını arttırmıştı.
Ortada bir ilişki olmamasına rağmen içlerinde yaşadıkları heyecanı
birbirlerine anlatamıyor, sıkıntılı olduklarını saklamaya çalışıyorlardı.
Mine, Yiğit’ten umudunu kesmişti. Artık ikisinin bir araya gelmesinin
mümkün olmadığını görüyordu. Bu akşam gelecek olması da sadece kendisi için bir
anlam ifade edecekti. Yiğit bundan hiçbir zaman haberdar olamayacaktı. Ne
kaybettiğini görmesi için giyecekti o elbiseyi! Saçmalıyor muydu? Belki ama bu
içini rahatlatacaktı. Bir sayfa kapanacaktı böylece.
Sedef de kendi içindeki hesaplaşmasını kardeşine anlatmıyordu. Hem zaten
Mine’de bir şey sormuyordu. Son zamanlarda yaşadıklarına bakıp Fırat konusunda
gereksiz bir duygusallık yaşadığına karar vermişti. Evet bir iki kez kahve
içmişler, yemek yemişlerdi ama bir adım ötesini istememişti Fırat. Ayrıca Ayça
ile olan yakınlığını da çözememişti. Çoğu zaman birbirlerine dokunarak
konuşuyorlar, ortak esprilere gülüyorlar ve bir aradayken farklı bir elektrik
yayıyorlardı. Onlara yakın olmak artık rahatsız etmeye başlamıştı. Bu akşam da
yanında onu getirirse Fırat defterini kapatacaktı. Hem zaten hayatında başka
bir kadın olan birisi ile ilgilenmek ona göre değildi.
Defilenin yapılacağı salonda hummalı çalışma başlamıştı. Etrafta birçok
tanıdıkları vardı. Onlar da kendileri gibi hayır gecelerinde podyuma çıkan,
genelde dernek ve vakıflarda görev alan kişilerdi. İki de ünlü model
katılacaktı.
İkizler kuaförlerin saçlarını yapmalarını izlerken bir yandan da
telefonları ile arkadaşlarını arıyorlardı. Biri Banu ile biri Jale ile
konuşurken vakit geçiriyordu. Banu, Suat ile geleceğini söyleyince kızlar mutlu
oldular. Kaç ay geçmişti ve ikisi hala bir aradaydı. Banu bir rekora gidiyordu.
İlk zamanlar kızlarla sık bir araya gelmeyen, onları şımarık ve ukala bulan
Suat’ın Banu ile tanıştıktan sonra ön yargılarından kurtulduğunu görmek, bir
arada bolca vakit geçirmek hoşlarına gidiyordu. Banu da Suat ile tanıştığından
beri değişmiş, durulmuştu. Hepsi büyüyordu.
Esra, nihayet Sedef’in kapanan telefonuna ulaşabildi. Uzun süredir
geldiklerini haber vermek için uğraşıyordu.
“Hazır mısınız, hayatım?”
“Evet, hazırız. Saç makyaj bitti. On dakika sonra podyumdayız.”
“Tamam canım, biz de yerimizi aldık sizleri bekliyoruz.”
Sedef, Mine’ye bakıp telefonunu kapattığını görünce ona da duyurmak
isteyerek, “Yiğit, Fırat ve Ayça da gelmiş mi?” diye sordu.
Esra, hemen yanlarında oturanlara bakıp onayladı Sedef’i. Yiğit’in
yanındaki kadını söyleyecekken Sedef’in çağırıldığını duyup sustu.
*****
Ünlü mankenler, ünlü ailelerin kızları ve eşleri podyumda boy gösterirken
alkışlar onların ödülüydü. Yardım paraları ise hasta çocukların şifası
olacaktı. Son kıyafetler daha fazla dikkat çekecek türdendi. İkisinin de boyuna
uygun, yerlere kadar şifon elbiselerinin yakaları derin v dekolteye sahipti.
Etek kısmında ise kısa anlarda açılan derin bir yırtmaç vardı. Göğüs
dekoltesinin göz alıcı olması yırtmacı fark edilmez yapıyordu.
Tüm katılanlar modacılarla birlikte tekrar podyuma çıktığında izleyicilerin
oturduğu yerler de aydınlatılmıştı. Herkesi rahatlıkla görecekleri şekilde
etraflarına bakıyordu kızlar. Babaları ve Esra hararetle alkışlıyordu. Fırat
ile Ayça’yı da görmüştü Sedef. Onların da alkışlıyor olması pek bir anlam ifade
etmiyordu. Ayça yine Fırat’a dokunarak bir şeyler anlatıyordu.
Mine ise Yiğit’ten ziyade yanındaki kadına takılmıştı. Neredeyse yürümeyi
unutup arkasından gelenlerin çarpmasına neden olacaktı. Yiğit o kadına eğilmiş
bir şeyler söylüyordu. Gerçekten yanında bir kadınla mı gelmişti? İşte korktuğu
başına gelmişti. Yiğit başka birisi ile ilgileniyordu. Midesindeki yanmayı
bastırmaya çalışıyordu. Elini karnına bastırmamak için kendini zor tutuyordu.
Sedef bu kadını biliyor muydu? Daha önceden duymuş olsa kendisine söyler miydi?
Günlerdir sessiz oluşu bundan mıydı? Söylediklerinin aksine onun da ilgisinin
olduğu düşüncesini kuvvetlendiriyordu bu görüntü. Önünde yürüyen Sedef’in görüp
görmediğini bilmiyordu. Ne diyecekti acaba? Birkaç saat önce kendi verdiği
karara uygun değil miydi? Yiğit olayını kapatmamış mıydı? Niye yine aynı
şeyleri düşünüyordu?
Sedef, Mine’nin düşüncelerinden habersiz içindeki savaşı yatıştırmaya
uğraşıyordu. Ayça ile yan yana oturan, bakışlarını kızdan podyuma çevirmeyen
Fırat’ın yüzündeki gülümsemenin sinirini yaşıyordu. Ayça hararetli bir şeyler
anlatıyor, tüm ilgiyi üzerinde toplamış olmaktan memnun gözüküyordu. Tabii
mutlu olurdu. Podyumda bu kadar güzel kadın varken bir erkeğin bakışlarını
üzerinde toplamak büyük bir başarıydı. Sedef, bu manzara karşısında kararlarını
netleştirmesi gerektiğini biliyordu. Fırat olayı başlamadan bitmişti.
Kulise gittiklerinde herkes rahatlamış ve birbirini tebrik ediyordu. Güzel
bir gece olmuştu. Yandaki salona geçip partiye katılacaktı herkes. Mine ne
yapıp edip orada sağlam durmalıydı. En son giydikleri tuvaletleri oldukça yüklü
paralar karşılığı satın almışlardı. Çok yakıştığından emin olduğu için
çıkartmak yerine partiye bununla gitmeyi düşündü. “Sedef, ben bu elbise ile gideceğim.
Sen ne yapacaksın?”
“Aynı şeyi düşünüyordum. Şu makyajın parlaklığını yok edelim ve
gidelim.”
“Şey, sana bir şey söyleyeceğim.” Etraflarındakilerin duymasını engellemek
için ikizinin kulağına iyice yaklaşıp, “Yiğit’in yanındaki kadını tanıyor
musun?”
Sedef, şaşkınlıkla baktı kardeşine. “Ciddi misin? Yanında bir kadın mı var?
Kimmiş o?” derken nasıl fark etmediğini düşünüyordu. Elbette fark etmemişti,
çünkü Fırat ve Ayça’ya bakıp durmuştu.
“Gördün sandım. O tarafa bakıyordun.”
“Görmedim. Partiye katılırlarsa tanışırız. Kimmiş bakalım şu kardeşime
tercih ettiği kadın?”
“Ben sen sanıyordum tercihini.”
“Mine, ben olmadığımı kaç kez söyleyeceğim? Hadi şu burnunu pudrala da
çıkalım. Merak ettim.”
Banu ve Suat, yanlarında Jale ve Bora ile partinin yapılacağı yere ilk
geçenlerdendi. En son babası ve Esra’nın geleceğinden emindi ikizler. O kadar
çok tanıdık vardı ki kısacak yolun çok uzun sürede aşılacağını tecrübeleri ile
biliyorlardı. Birkaç dakika sonra Yiğit ve Fırat yanlarındaki kadınlara yol
gösterecek şekilde elleri kadınların bellerinde yürüyorlardı. Kadınların
ikisinin de yüzünde aynı sahiplenilmenin gururu vardı.
Tüm bunlar olurken genç bir çiçekçi kuryesi kapıya gelmiş, görevlilerden
birine iki ayrı gül demeti vermiş ve bunların Sedef ile Mine Söğüt’e
verilmesini istemişti. Görevli içekleri genç kızlara ulaştırdığında dörtlü grup
henüz yanlarına ulaşamamıştı. Dört kişi de gelen büyük gül demetlerini görmüş
ve ayrı ayrı nedenlerle kimden olduğunu düşünmeye başlamıştı.
Mine ve Sedef yine isimsiz gelen çiçeklerin kimden olduğunu düşünürken
Yiğit ile Fırat aynı anda, hayranlarınızdan mı? diye sorunca onların bu
çiçeklerin arkasındaki kişiler olmadığını netleşmişti. Zaten niye onlar çiçek
yollayacaktı ki?
Önce Ayça’nın sonra da adının Melda Berklay olduğunu öğrendikleri genç
kadının kutlamalarını kabul ettiler.
Melda Berklay, içten birisine benziyordu. Sedef’in sorularına verdiği
yanıtlar, kendine güveni olan ve güzelliğinin farkından bir kadının
doğallığındaydı. Yiğit’in yanında olmasa ikisinin de hoşlanacağı meziyetlerdi
bunlar. İlk kocasını uçak kazasında kaybetmiş olduğunu öğrenince Sedef kadının
hüznünü görmek istemiş, fakat gözlerinde hiç iz kalmadığını anlamanın
şaşkınlığını yaşamıştı. Ne kadar zaman geçtiğini merak etse de konuyu uzatmamak
için sustu. Genç kadın da konuyu değiştiren ne iş yaptığını soran Mine’ye dönüp
Çin konsolosluğunda çalıştığını söyledi. Bunu duyan Fırat ve Ayça çok memnun
olmuş gibi gülümsediler. Farklı ülkeler için vize alırken sorun yaşadıklarında
yardımını rica ettiler. Melda, kibarca gülümseyerek elinden geleni yapacağını
söylerken Ayça, “Dersler arasında o kadar zor durumda kalabiliyoruz ki.
Fazladan destek için minnettar oluruz. Bazen bir saat içinde her şeyi
yetiştirmek gerekiyor.” diyerek kendi durumlarını açıklamaya çabaladı. İki
kadının yaşanılan sorunlar hakkında gülerek konuşması ikizlerin canını
sıkmıştı. Onları dinlemek ve onlara keyifle bakan erkekleri görmek rahatsız
ediciydi. İkisi de arkadaşlarının yanına gitmeyi tercih etti. Dörtlü gruba
veda edip yanlarından uzaklaştılar.
Güzel başlayan gecenin tatsız bitmesine izin vermeyeceklerdi. Sedef,
Mine’nin koluna girerek yürümeye devam etti. Bir yandan da kulağına
fısıldıyordu. “Artık bizim zamanımız güzelim. Herkes kendi tercihlerini yaşar.
Onlar böyle istediler diye biz kendimizi üzmeyeceğiz.”
“Onlar derken?”
“Konuşmaya bile değmez. Kızlar bizi bekliyor.”
Nihayet kendi arkadaşları ile kalan zamanı gülerek ve olanları unutarak
yaşadılar. Yeni insanlarla tanıştılar, yeni teklifler aldılar. Arkalarında ara
ara kendilerinden tarafa kaçamak bakışlar atan iki erkek, onların bakışlarını
takip edip çözümlemeye çalışan iki kadın bıraktıklarını bilmediler…
*****
Defile gecesinin ardından hayatlar tamamen değişmişti. Yiğit’in Melda ile
olan ilişkisinin boyutlarını bilemeyen Mine, aralarına koyduğu mesafeyi biraz
daha açmıştı. Üzüntüsü büyük olsa da en azından artık kendisini neyin
beklediğini biliyordu. Daha önce de Yiğit birileri ile çıkmıştı. O zaman
Mine’nin kalbinde yeri olmadığı için önemsememişti. Şimdi ise canı yanıyordu.
Sedef ile konuşmak istiyor ama ona yaptıklarını düşünüp utanıyordu. İkizini boş
yere suçlamış, kalbini kırmış ve onu dinlememişti. Sedef hiç dile getirmese de
aralarına koyduğu mesafeyi aşabilmek için bir fırsat arıyordu Mine. Onun da
canının sıkkın olduğunu görmek, Fırat yüzünden üzgün olduğunu bilmek de işe
yaramıyordu.
Çünkü Sedef bu konuda ona bir şey anlatmıyordu. Tek bildiği genç adamın
biri iki kez yaptığı davetlerin kardeşi tarafından sudan sebeplerle geri
çevrildiği idi. Fırat, her davetin ardından biraz daha farklı bir bakışla
ayrılıyordu yanlarından. Ayça ise halinden memnun gözüküyordu.
Mine bu durumu kendisi için fırsata çevirmeyi düşünüp bir sabah Fırat’ın
gelişini beklemeye karar verdi. Küçük bir oyun…
Fırat, döner kapıdan geçip binaya girdiğinde kendisini bekleyen kızı fark
etmedi. Güvenlik nedeni ile onlara da dağıtılan kimlik kartını okutup
asansörlere doğru yürürken yanına birisinin yaklaştığını fark etti.
“Günaydın, vaktin var mı?”
Fırat soruyu soranı önce Sedef sanmıştı ama sonra Mine olduğuna karar
verdi.
“Günaydın, Mine?” Sesine soru tonlamasını özellikle vermişti.
Genç kız gülümsedi, “Sedef olamaz mıyım?”
“Şu ara benimle pek konuşmadığına göre Mine olmalısın.”
“Bizi ayırt edemiyor musun?”
“Edebilen var mı?” İtiraf etmeyecekti ayırt edebildiğini. Bu kozu elinde
tutması önemliydi.
“Sana bir kahve ısmarlayayım o arada da yanıtlayayım.” Böyle derken en alt
kattaki kafeterya kısmına yürüyordu. Fırat da onu takip etti. Neler olduğunu
anlamak için bu konuşmaya ihtiyacı vardı.
“Babam hiç karıştırmaz bizi.” Yalın gerçek. Mine, bunu söylerken ses
tonunda özellikle hiçbir duygunun olmaması sağlamıştı.
“Öyleymiş. Sanırım Yiğit de karıştırmıyor.” Fırat, onun tepkisini merakla
bekledi.
Mine, aksini söyleyecekken Sedef’in söylediklerini anımsadı ve yanıtını
yumuşattı. “Bazen şüpheleniyorum. Atıp tutturuyor belki de.”
“Ona sordum, yöntemimi söylemem dedi. Necdet Beye de soramam. O yüzden şu
an kiminle konuştuğumu bilmiyorum.”
Mine tam yanıt verecekken kapıdan Ayça girdi. İşte şimdi oyun sırası
gelmişti. Ayça onları görmemişti henüz. Mine kısa bir an genç kadını süzdü.
Mini siyah dar eteğinin üstüne siyah beyaz bir ceket giymişti. Ayağındaki
topuklu ayakkabılarla ayakta ders anlatmanın güç olacağını düşünse de genç
kadın rahat ediyorsa ona söz düşmezdi. Fırat, onun genç kadını süzmesini,
yüzünün değişmesini, bakışlarındaki kızgınlığın artışını izledi. Genç kız
Fırat’a döndüğünde onu Ayça’ya bakarken yakaladı. Hışımla ayağa kalkıp “Ben
artık işimin başına döneyim, görüşürüz.” dedi ve yanıt beklemeden kapıya doğru
yürümeye başladı.
Fırat, ne olduğunu anlamaya başlıyordu. Sedef ile oturuyordu ve o Ayça’yı
kıskanmıştı. Mine olamazdı. O Yiğit’e aşıktı. Bunu anlamak için gören gözün
olması yeterliydi. Defile gecesi Yiğit’in yanındaki genç kadını gördüğünde
sahneden düşecek gibi olan da Mine idi. O zaman, yanından ayrılan kesin Sedef’ti!
Ve o aptal gibi Mine diye konuşmuş, ayağına gelen kısmeti tepmişti. Nasıl
yanılmıştı? En azından bir kaç gündür davetlerini neden geri çevirdiğini
anlayacak bir konuşma geçebilirdi aralarında. Belki de henüz geç değildi. Ayça
onu görmüştü ama yanına gitmeden Fırat dışarı çıkmıştı bile.
“Sedef?”
İşte bu dedi Mine içinden. Sakince döndü ama yüzü asıktı.
“Sedef, ne oldu? Neden hemen kalktın? On dakika bekleyemeyecek kadar acil
ne işin vardı?”
“Az önce Mine olduğumdan emindin!”
“Sorun bu mu? O kadar benziyorsunuz ki karıştırmak çok doğal. Ama ben asıl
konunun bu olduğunu sanmıyorum. Kaç kez yemek davetimi geri çevirdin. Asıl
sorunun ne olduğunu anlamama yardımcı ol. Ayça mı? O benim elemanım
biliyorsun.” Mine, onun sesindeki üzüntüyü ve gerçekleri öğrenme isteğini duyup
bakışlarını genç adamın gözlerine dikti.
“Sen beni hiç yemeğe çağırmadın, ben de seni hiç geri çevirmedim. Az önce
de bir şeyi anladım. Şimdi müsaadenle Sedef’in yanına gidiyorum. Gerçekten
çalışmamız lazım. Ve teşekkürler. Bilmesen de bana çok yardımcı oldun.”
“Beni kandırdın!”Fırat, gülsün mü kızsın mı bilemiyordu. En azından
Sedef’in kendisi hakkında bir işaret vermiş olduğunu anlamaya yaramıştı bu
minik oyun.
“Başta anlamıştın, değil mi?” Mine, onun yanıtının çok önemi olmadığını
biliyordu. Bakışlarından anlamıştı.
‘Evet’ diyecekti ama o an bile şüphe ettiğini düşünüp dürüst davranmaya
karar verdi. “Başta, sen olduğunu düşündüm. Sedef’in bir süredir benimle
konuşmamak için mazeretler uydurması yüzünden, Mine’dir demiştim”
“Bu bir sorun.”Kısa bir an durdu, gülümsedi ve devam etti. “Bizi ayırt
edememek büyük bir sorun. Çünkü biz adımızı karıştıranlarla iş yaparız,
arkadaşlık da yaparız. Tek yapmadığımız şey ikinci kez çıkmak.” Yine durdu,
gözlerine bir an baktı ve “Dedim ya, bu çıktığımız erkekler için geçerli
bir kural. İş arkadaşlarımız için değil.” diyerek arkasındaki asansörün açık
kapılarından içeri süzüldü. Fırat ne yanıt verebilmiş, ne bakışlarını
kaçırabilmişti. Hareket etmesini sağlayan şey Ayça’nın seslenmesi oldu.
Firat firsati kacimis gibi görünüyor..
YanıtlaSilYigit tercihni yaptimi.. isler iyice karisti.. her sey bir den sanki tepe taklak olacak gibi görünsede Necdet bey hala saglam duruyor. lal.
eh adım adım karışıyor, daha karışacak, daha çok karışacak... bir ara çözerim :)))
Silhaber yok mu siteden?