24 Ocak 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 17. Bölüm

Necdet Söğüt, elindeki zarfa bakarken ilk kez tedirgin olduğunu hissetti. İçinden çıkan CD de karısının ve kızlarının tüm gittiği yerlerde, arkadaşları ile olan ortamlarda çekilmiş resimlerinden oluşan bir dosya vardı. Tüm güvenlik elemanlarının da fotoğrafları özenle listelenmişti. Resimlerin sonunda ise artık sıkıldıklarını, kısa süre içinde kendi istediklerini yapmazsa ailesine sıra ile veda etmesini yazan yeni bir not vardı. CD’yi bilgisayarından çıkartırken sadece kenarlara dokunmaya özen gösterdi. Polise gitmesi gerekirse üzerinde olası parmak izlerini yok etmek istemiyordu. Elbette bunu yollayanlar da böyle şeyleri düşünecek kadar akıllı olabilirlerdi ama artık polislerin nelerden bilgiye ulaştığını bilmediğini düşünüp tedbirli davrandı.  Önceki basit uyarıdan sonra bu ağır gelmişti. Polise gitse ne olacaktı? Savcılık koruma kararı çıkartacak, bir iki hafta etraflarında bir de sivil polis olduğu anlaşılacak tipler dolaşacak sonra da yeni tehdit yok diye geri çekileceklerdi.


Son gelen dosya da posta ile gönderilmişti. Damga Muş’ta bir kasabaya aitti. Yazışmalar, orada araştırma yapılması, yanıt verilmesi aylarca sürecekti. Sekreterine, Mert’i odasına yollamasını, Mert gelince de telefon bağlamamasını kimseyi kabul etmemesini söyledikten sonra yeniden elindekilere bakmaya başladı.

Mert kapıyı çalana kadar olayları düşündü. Zaten aylardır aklında başka bir şey yoktu.  Hiç bir toprak parçası ailesinden önemli değildi. Fakat tehditlere pabuç bırakmak da onun tarzı değildi. Elinden gelen her şeyi yapacak, bu belalı tiplerin kim olduğunu bulacaktı. Olur da başaramazsa, başka çaresi kalmadığından emin olursa, kimsenin canı yanmasın diye farklı bir tavır alabilirdi. En son düşünmesi gereken buydu. Bu adamları bulmalı ve gerekeni yapmaları için polisi ve hukuku devreye sokmalıydı. Bir kez boyun eğerse arkasının geleceğini tahmin etmek zor değildi.  

Kendisine yapılan saldırının tamamen rastlantı olduğuna hiç inanmamıştı. Aynı kişiler tarafından saldırıya uğradığını tahmin etmek güç değildi. O olaydan da elde hiç kanıt yoktu. Bu tehdit sonrası güvenlik anlamında daha başka ne yapılabileceğini düşünmeye başladı.

Madenlerde öncelikli imza yetkisi kendisi ve Sedef’te idi. Bu durumda ikisi daha büyük bir tehdit altındaydı. Ama onlara bir şey olursa Mine de Esra da aynı tehdide maruz kalacaktı. Satmayı bir kez daha kısacık bir an düşündü. Sonra masasından kalktı ve camın önüne giderek akan trafiğe baktı. O yoğun görüntü yüzünden düşünebilmesi mümkün olmayınca bu kez bürosundan geçilen dinlenme odasına girdi. Dekorasyonu ile gerçekten dinlenmeye yarıyordu. Bir de babasının fotoğrafı… Kapının yanındaki müzik setini açtı. Alışkanlığı olmasa da mesai saatine aldırmadan kendine bir kadeh viski koydu. Sakinleşmesini sağlayan piyano sesi ile ilk yudumunu aldıktan sonra düşüncelerini tehdit dolu görüntülere yönlendirdi.  Mert nihayet gelmişti.

“Necdet bey? Beni istemişsiniz!”
“Mert, gel, konuşacaklarımız var.”

Yarım saat sonra Mert Suyabakan bir telefon açtı. O güne kadar hiç çalışmadıkları bir güvenlik firmasının sahibi olan arkadaşını aradı. Dört tane koruma istedi ama en iyilerini seçmesini belirtti. Adamları Mert ve Necdet beyden başka kimse bilmeyecek, Mert’ten başka kimse yüzlerini görmeyecekti. Kızların ve Esra’nın bu korumalardan haberi olmayacaktı. Akşama kadar en iyilerini seçip hazırlamasını istedi. Akşam uğrayıp hepsi ile tanışmak istiyordu. 


*****


Yiğit biten işlerin ardından yeni dosyayı eline almak yerine kendine kısa süreli izin verdi. Endonezya gezisinden beri Mine ile arasındaki soğukluk çok canını sıkıyordu. İşlere yansıtmıyorlar, gerektiği zaman konuşuyorlardı ama aralarındaki eğlenceli hava yok olmuştu. Bunun tüm sorumlusu kendisi olduğuna göre kararı vermesi gereken de kendisiydi. Ya gidecek konuşacak ve ne istediğini ortaya serecekti ya da susacak ve kendine yeni bir yol çizecekti.  
Bunu istiyor muydu? 

Otel odasındaki yakınlaşmaları aklına geldiğinde ürperdiğini hissetti. İki kız birbirinin aynıyken nasıl oluyordu da sadece biri onda bu etkiyi yapıyordu? Sedef ile her zaman abi-kardeş gibiyken Mine’ye karşı nasıl bunları hissediyordu? Defalarca kendisini denemişti. Her seferinde yanılmadan Mine’ye yönelmişti.  Aralarında sınıf farkı yoktu. Eğitimleri, kültürleri hatta zevk aldıkları şeyler bile yakındı ama biri çok fazla zenginken diğerinin maddi durumu iyi sayılırdı. Hepsinden daha da büyük engel, Mine’nin patronu olmasıydı. 

İşte Endonezya’da devam etmeyi çok istemesine rağmen durmasının nedeni buydu. Mine’nin durma nedeni olarak kendi konumunu aklına bile getirmediğinden emindi. Hatta büyük bir yanılgı ile istenmediğini sandığından da emindi. O an aklına gelen bu düşünce ile durmuş ve belki de hayatının hatasını yapmıştı.

Seyahatin üzerinden bir ay geçmesine rağmen hala konuşmuyordu Mine. Bir iki kez Sedef aralarındaki sorunu düzeltmeleri için ortam yaratmış, sonuç alamamışlardı. Onun kız kardeşine olan ilgisini biliyor olması rahatsız etmiyordu. Aksine bu bazen işine bile geliyordu. Bu sayede üçü bir arada olabiliyorlardı. Şu an içine düştüğü düşüncelerinden bir karar çıkarsa bu kararı uygulamada yine Sedef yardımcı olabilirdi.  

Bu aklına gelince kararının, Mine ile konuşup bir ilişkiye başlamak olduğunu anlıyordu. Ama ya yürümezse? İşte o zaman işinden olabilirdi. Necdet Bey kızı ile çıkmış biri ile çalışmak istemeye bilirdi. Sonunu düşünmeden başlanacak bir ilişki yeterli değildi. Ne istediğini tam olarak bilmeden bir şeylere başlamak büyük hata olurdu. Ne istiyordu? Ne istediğini çok iyi biliyordu. Sadece bunu başarabileceğinden emin değildi.

Yine en başa dönüyordu. En iyisi her şeyi olduğu gibi bırakmaktı. Böylece hem işini kaybetmemiş olacak, hem de Mine’nin ne yapacağını izleyecek ve yolunu buna göre çizecekti.


***** 


Ekim ayının sonuna gelindiğinde, kış bastırmadan güzel gecelerin tadını çıkartmak isteyenler mekanları doldurmaya devam ediyordu.

Yiğit ile Mine arasındaki ilişki belli bir rutine oturmuştu. İş için görüşüyorlar, gerektikçe konuşuyorlar, başkalarının yanında şakalaşıyorlar ama asla baş başa kalmıyor, özel bir konuşma yapmıyorlardı. Böylece ikisi de o geceyi unutmuş gibi hayatını yaşıyordu.

Fırat ise ara sıra Sedef ile kahve içiyor, yemeğe çıkartıyor fakat genelde tek olmak yerine Yiğit ve Mine’yi hatta bazen Ayça’yı da davet ediyordu. Bu yemeklerin hiçbir özel tarafı yoktu. Arkadaşça yapılan aktivitelerden öteye geçmiyordu.

Ekimin son cumartesi akşamı kızların o sezon katılacağı ikinci yardım defilesi vardı. İkisi de çok heyecanlıydı. Sıkıntılı günlerinin arasında ilaç gibi gelmesinin yanı sıra Yiğit ve Fırat’ın da o akşam orada olmaları heyecanlarını arttırmıştı.
Ortada bir ilişki olmamasına rağmen içlerinde yaşadıkları heyecanı birbirlerine anlatamıyor, sıkıntılı olduklarını saklamaya çalışıyorlardı.   

Mine, Yiğit’ten umudunu kesmişti. Artık ikisinin bir araya gelmesinin mümkün olmadığını görüyordu. Bu akşam gelecek olması da sadece kendisi için bir anlam ifade edecekti. Yiğit bundan hiçbir zaman haberdar olamayacaktı. Ne kaybettiğini görmesi için giyecekti o elbiseyi! Saçmalıyor muydu? Belki ama bu içini rahatlatacaktı. Bir sayfa kapanacaktı böylece.

Sedef de kendi içindeki hesaplaşmasını kardeşine anlatmıyordu. Hem zaten Mine’de bir şey sormuyordu. Son zamanlarda yaşadıklarına bakıp Fırat konusunda gereksiz bir duygusallık yaşadığına karar vermişti. Evet bir iki kez kahve içmişler, yemek yemişlerdi ama bir adım ötesini istememişti Fırat. Ayrıca Ayça ile olan yakınlığını da çözememişti. Çoğu zaman birbirlerine dokunarak konuşuyorlar, ortak esprilere gülüyorlar ve bir aradayken farklı bir elektrik yayıyorlardı. Onlara yakın olmak artık rahatsız etmeye başlamıştı. Bu akşam da yanında onu getirirse Fırat defterini kapatacaktı. Hem zaten hayatında başka bir kadın olan birisi ile ilgilenmek ona göre değildi.

Defilenin yapılacağı salonda hummalı çalışma başlamıştı. Etrafta birçok tanıdıkları vardı. Onlar da kendileri gibi hayır gecelerinde podyuma çıkan, genelde dernek ve vakıflarda görev alan kişilerdi. İki de ünlü model katılacaktı.   
İkizler kuaförlerin saçlarını yapmalarını izlerken bir yandan da telefonları ile arkadaşlarını arıyorlardı. Biri Banu ile biri Jale ile konuşurken vakit geçiriyordu. Banu, Suat ile geleceğini söyleyince kızlar mutlu oldular. Kaç ay geçmişti ve ikisi hala bir aradaydı. Banu bir rekora gidiyordu. İlk zamanlar kızlarla sık bir araya gelmeyen, onları şımarık ve ukala bulan Suat’ın Banu ile tanıştıktan sonra ön yargılarından kurtulduğunu görmek, bir arada bolca vakit geçirmek hoşlarına gidiyordu. Banu da Suat ile tanıştığından beri değişmiş, durulmuştu. Hepsi büyüyordu. 

Esra, nihayet Sedef’in kapanan telefonuna ulaşabildi. Uzun süredir geldiklerini haber vermek için uğraşıyordu. 

“Hazır mısınız, hayatım?” 
“Evet, hazırız. Saç makyaj bitti. On dakika sonra podyumdayız.” 
“Tamam canım, biz de yerimizi aldık sizleri bekliyoruz.” 
Sedef, Mine’ye bakıp telefonunu kapattığını görünce ona da duyurmak isteyerek, “Yiğit, Fırat ve Ayça da gelmiş mi?” diye sordu.  
Esra, hemen yanlarında oturanlara bakıp onayladı Sedef’i. Yiğit’in yanındaki kadını söyleyecekken Sedef’in çağırıldığını duyup sustu. 


***** 


Ünlü mankenler, ünlü ailelerin kızları ve eşleri podyumda boy gösterirken alkışlar onların ödülüydü. Yardım paraları ise hasta çocukların şifası olacaktı. Son kıyafetler daha fazla dikkat çekecek türdendi. İkisinin de boyuna uygun, yerlere kadar şifon elbiselerinin yakaları derin v dekolteye sahipti. Etek kısmında ise kısa anlarda açılan derin bir yırtmaç vardı. Göğüs dekoltesinin göz alıcı olması yırtmacı fark edilmez yapıyordu.

Tüm katılanlar modacılarla birlikte tekrar podyuma çıktığında izleyicilerin oturduğu yerler de aydınlatılmıştı. Herkesi rahatlıkla görecekleri şekilde etraflarına bakıyordu kızlar. Babaları ve Esra hararetle alkışlıyordu. Fırat ile Ayça’yı da görmüştü Sedef. Onların da alkışlıyor olması pek bir anlam ifade etmiyordu. Ayça yine Fırat’a dokunarak bir şeyler anlatıyordu.  

Mine ise Yiğit’ten ziyade yanındaki kadına takılmıştı. Neredeyse yürümeyi unutup arkasından gelenlerin çarpmasına neden olacaktı. Yiğit o kadına eğilmiş bir şeyler söylüyordu. Gerçekten yanında bir kadınla mı gelmişti? İşte korktuğu başına gelmişti. Yiğit başka birisi ile ilgileniyordu. Midesindeki yanmayı bastırmaya çalışıyordu. Elini karnına bastırmamak için kendini zor tutuyordu. Sedef bu kadını biliyor muydu? Daha önceden duymuş olsa kendisine söyler miydi? Günlerdir sessiz oluşu bundan mıydı? Söylediklerinin aksine onun da ilgisinin olduğu düşüncesini kuvvetlendiriyordu bu görüntü. Önünde yürüyen Sedef’in görüp görmediğini bilmiyordu. Ne diyecekti acaba? Birkaç saat önce kendi verdiği karara uygun değil miydi? Yiğit olayını kapatmamış mıydı? Niye yine aynı şeyleri düşünüyordu?

Sedef, Mine’nin düşüncelerinden habersiz içindeki savaşı yatıştırmaya uğraşıyordu. Ayça ile yan yana oturan, bakışlarını kızdan podyuma çevirmeyen Fırat’ın yüzündeki gülümsemenin sinirini yaşıyordu. Ayça hararetli bir şeyler anlatıyor, tüm ilgiyi üzerinde toplamış olmaktan memnun gözüküyordu. Tabii mutlu olurdu. Podyumda bu kadar güzel kadın varken bir erkeğin bakışlarını üzerinde toplamak büyük bir başarıydı. Sedef, bu manzara karşısında kararlarını netleştirmesi gerektiğini biliyordu. Fırat olayı başlamadan bitmişti.

Kulise gittiklerinde herkes rahatlamış ve birbirini tebrik ediyordu. Güzel bir gece olmuştu. Yandaki salona geçip partiye katılacaktı herkes. Mine ne yapıp edip orada sağlam durmalıydı. En son giydikleri tuvaletleri oldukça yüklü paralar karşılığı satın almışlardı. Çok yakıştığından emin olduğu için çıkartmak yerine partiye bununla gitmeyi düşündü. “Sedef, ben bu elbise ile gideceğim. Sen ne yapacaksın?”  

“Aynı şeyi düşünüyordum. Şu makyajın parlaklığını yok edelim ve gidelim.” 
“Şey, sana bir şey söyleyeceğim.” Etraflarındakilerin duymasını engellemek için ikizinin kulağına iyice yaklaşıp, “Yiğit’in yanındaki kadını tanıyor musun?”
Sedef, şaşkınlıkla baktı kardeşine. “Ciddi misin? Yanında bir kadın mı var? Kimmiş o?” derken nasıl fark etmediğini düşünüyordu. Elbette fark etmemişti, çünkü Fırat ve Ayça’ya bakıp durmuştu.  
“Gördün sandım. O tarafa bakıyordun.” 
“Görmedim. Partiye katılırlarsa tanışırız. Kimmiş bakalım şu kardeşime tercih ettiği kadın?” 
“Ben sen sanıyordum tercihini.” 
“Mine, ben olmadığımı kaç kez söyleyeceğim? Hadi şu burnunu pudrala da çıkalım. Merak ettim.” 

Banu ve Suat, yanlarında Jale ve Bora ile partinin yapılacağı yere ilk geçenlerdendi. En son babası ve Esra’nın geleceğinden emindi ikizler. O kadar çok tanıdık vardı ki kısacak yolun çok uzun sürede aşılacağını tecrübeleri ile biliyorlardı. Birkaç dakika sonra Yiğit ve Fırat yanlarındaki kadınlara yol gösterecek şekilde elleri kadınların bellerinde yürüyorlardı. Kadınların ikisinin de yüzünde aynı sahiplenilmenin gururu vardı.  

Tüm bunlar olurken genç bir çiçekçi kuryesi kapıya gelmiş, görevlilerden birine iki ayrı gül demeti vermiş ve bunların Sedef ile Mine Söğüt’e verilmesini istemişti. Görevli içekleri genç kızlara ulaştırdığında dörtlü grup henüz yanlarına ulaşamamıştı. Dört kişi de gelen büyük gül demetlerini görmüş ve ayrı ayrı nedenlerle kimden olduğunu düşünmeye başlamıştı.

Mine ve Sedef yine isimsiz gelen çiçeklerin kimden olduğunu düşünürken Yiğit ile Fırat aynı anda, hayranlarınızdan mı? diye sorunca onların bu çiçeklerin arkasındaki kişiler olmadığını netleşmişti. Zaten niye onlar çiçek yollayacaktı ki?

Önce Ayça’nın sonra da adının Melda Berklay olduğunu öğrendikleri genç kadının kutlamalarını kabul ettiler. 


Melda Berklay, içten birisine benziyordu. Sedef’in sorularına verdiği yanıtlar, kendine güveni olan ve güzelliğinin farkından bir kadının doğallığındaydı. Yiğit’in yanında olmasa ikisinin de hoşlanacağı meziyetlerdi bunlar. İlk kocasını uçak kazasında kaybetmiş olduğunu öğrenince Sedef kadının hüznünü görmek istemiş, fakat gözlerinde hiç iz kalmadığını anlamanın şaşkınlığını yaşamıştı. Ne kadar zaman geçtiğini merak etse de konuyu uzatmamak için sustu. Genç kadın da konuyu değiştiren ne iş yaptığını soran Mine’ye dönüp Çin konsolosluğunda çalıştığını söyledi. Bunu duyan Fırat ve Ayça çok memnun olmuş gibi gülümsediler. Farklı ülkeler için vize alırken sorun yaşadıklarında yardımını rica ettiler. Melda, kibarca gülümseyerek elinden geleni yapacağını söylerken Ayça, “Dersler arasında o kadar zor durumda kalabiliyoruz ki. Fazladan destek için minnettar oluruz. Bazen bir saat içinde her şeyi yetiştirmek gerekiyor.” diyerek kendi durumlarını açıklamaya çabaladı. İki kadının yaşanılan sorunlar hakkında gülerek konuşması ikizlerin canını sıkmıştı. Onları dinlemek ve onlara keyifle bakan erkekleri görmek rahatsız ediciydi. İkisi de arkadaşlarının yanına gitmeyi tercih etti. Dörtlü gruba veda edip yanlarından uzaklaştılar.

Güzel başlayan gecenin tatsız bitmesine izin vermeyeceklerdi. Sedef, Mine’nin koluna girerek yürümeye devam etti. Bir yandan da kulağına fısıldıyordu. “Artık bizim zamanımız güzelim. Herkes kendi tercihlerini yaşar. Onlar böyle istediler diye biz kendimizi üzmeyeceğiz.”
“Onlar derken?”
“Konuşmaya bile değmez. Kızlar bizi bekliyor.”

Nihayet kendi arkadaşları ile kalan zamanı gülerek ve olanları unutarak yaşadılar. Yeni insanlarla tanıştılar, yeni teklifler aldılar. Arkalarında ara ara kendilerinden tarafa kaçamak bakışlar atan iki erkek, onların bakışlarını takip edip çözümlemeye çalışan iki kadın bıraktıklarını bilmediler…

*****  


Defile gecesinin ardından hayatlar tamamen değişmişti. Yiğit’in Melda ile olan ilişkisinin boyutlarını bilemeyen Mine, aralarına koyduğu mesafeyi biraz daha açmıştı. Üzüntüsü büyük olsa da en azından artık kendisini neyin beklediğini biliyordu. Daha önce de Yiğit birileri ile çıkmıştı. O zaman Mine’nin kalbinde yeri olmadığı için önemsememişti. Şimdi ise canı yanıyordu. Sedef ile konuşmak istiyor ama ona yaptıklarını düşünüp utanıyordu. İkizini boş yere suçlamış, kalbini kırmış ve onu dinlememişti. Sedef hiç dile getirmese de aralarına koyduğu mesafeyi aşabilmek için bir fırsat arıyordu Mine. Onun da canının sıkkın olduğunu görmek, Fırat yüzünden üzgün olduğunu bilmek de işe yaramıyordu.

Çünkü Sedef bu konuda ona bir şey anlatmıyordu. Tek bildiği genç adamın biri iki kez yaptığı davetlerin kardeşi tarafından sudan sebeplerle geri çevrildiği idi. Fırat, her davetin ardından biraz daha farklı bir bakışla ayrılıyordu yanlarından. Ayça ise halinden memnun gözüküyordu.

Mine bu durumu kendisi için fırsata çevirmeyi düşünüp bir sabah Fırat’ın gelişini beklemeye karar verdi. Küçük bir oyun…

Fırat, döner kapıdan geçip binaya girdiğinde kendisini bekleyen kızı fark etmedi. Güvenlik nedeni ile onlara da dağıtılan kimlik kartını okutup asansörlere doğru yürürken yanına birisinin yaklaştığını fark etti.

“Günaydın, vaktin var mı?”

Fırat soruyu soranı önce Sedef sanmıştı ama sonra Mine olduğuna karar verdi.
“Günaydın, Mine?” Sesine soru tonlamasını özellikle vermişti.
Genç kız gülümsedi, “Sedef olamaz mıyım?”
“Şu ara benimle pek konuşmadığına göre Mine olmalısın.”
“Bizi ayırt edemiyor musun?”
“Edebilen var mı?” İtiraf etmeyecekti ayırt edebildiğini. Bu kozu elinde tutması önemliydi.
“Sana bir kahve ısmarlayayım o arada da yanıtlayayım.” Böyle derken en alt kattaki kafeterya kısmına yürüyordu. Fırat da onu takip etti. Neler olduğunu anlamak için bu konuşmaya ihtiyacı vardı.
“Babam hiç karıştırmaz bizi.” Yalın gerçek. Mine, bunu söylerken ses tonunda özellikle hiçbir duygunun olmaması sağlamıştı.
“Öyleymiş. Sanırım Yiğit de karıştırmıyor.” Fırat, onun tepkisini merakla bekledi.
Mine, aksini söyleyecekken Sedef’in söylediklerini anımsadı ve yanıtını yumuşattı. “Bazen şüpheleniyorum. Atıp tutturuyor belki de.”
“Ona sordum, yöntemimi söylemem dedi. Necdet Beye de soramam. O yüzden şu an kiminle konuştuğumu bilmiyorum.”

Mine tam yanıt verecekken kapıdan Ayça girdi. İşte şimdi oyun sırası gelmişti. Ayça onları görmemişti henüz. Mine kısa bir an genç kadını süzdü. Mini siyah  dar eteğinin üstüne siyah beyaz bir ceket giymişti. Ayağındaki topuklu ayakkabılarla ayakta ders anlatmanın güç olacağını düşünse de genç kadın rahat ediyorsa ona söz düşmezdi. Fırat, onun genç kadını süzmesini, yüzünün değişmesini, bakışlarındaki kızgınlığın artışını izledi. Genç kız Fırat’a döndüğünde onu Ayça’ya bakarken yakaladı. Hışımla ayağa kalkıp “Ben artık işimin başına döneyim, görüşürüz.” dedi ve yanıt beklemeden kapıya doğru yürümeye başladı.

Fırat, ne olduğunu anlamaya başlıyordu. Sedef ile oturuyordu ve o Ayça’yı kıskanmıştı. Mine olamazdı. O Yiğit’e aşıktı. Bunu anlamak için gören gözün olması yeterliydi. Defile gecesi Yiğit’in yanındaki genç kadını gördüğünde sahneden düşecek gibi olan da Mine idi. O zaman, yanından ayrılan kesin Sedef’ti! Ve o aptal gibi Mine diye konuşmuş, ayağına gelen kısmeti tepmişti. Nasıl yanılmıştı? En azından bir kaç gündür davetlerini neden geri çevirdiğini anlayacak bir konuşma geçebilirdi aralarında. Belki de henüz geç değildi. Ayça onu görmüştü ama yanına gitmeden Fırat dışarı çıkmıştı bile.

“Sedef?”
İşte bu dedi Mine içinden. Sakince döndü ama yüzü asıktı.
“Sedef, ne oldu? Neden hemen kalktın? On dakika bekleyemeyecek kadar acil ne işin vardı?”
“Az önce Mine olduğumdan emindin!”
“Sorun bu mu? O kadar benziyorsunuz ki karıştırmak çok doğal. Ama ben asıl konunun bu olduğunu sanmıyorum. Kaç kez yemek davetimi geri çevirdin. Asıl sorunun ne olduğunu anlamama yardımcı ol. Ayça mı? O benim elemanım biliyorsun.” Mine, onun sesindeki üzüntüyü ve gerçekleri öğrenme isteğini duyup bakışlarını genç adamın gözlerine dikti.
“Sen beni hiç yemeğe çağırmadın, ben de seni hiç geri çevirmedim. Az önce de bir şeyi anladım. Şimdi müsaadenle Sedef’in yanına gidiyorum. Gerçekten çalışmamız lazım. Ve teşekkürler. Bilmesen de bana çok yardımcı oldun.”
“Beni kandırdın!”Fırat, gülsün mü kızsın mı bilemiyordu. En azından Sedef’in kendisi hakkında bir işaret vermiş olduğunu anlamaya yaramıştı bu minik oyun.

“Başta anlamıştın, değil mi?” Mine, onun yanıtının çok önemi olmadığını biliyordu. Bakışlarından anlamıştı.
‘Evet’ diyecekti ama o an bile şüphe ettiğini düşünüp dürüst davranmaya karar verdi. “Başta, sen olduğunu düşündüm. Sedef’in bir süredir benimle konuşmamak için mazeretler uydurması yüzünden, Mine’dir demiştim”
“Bu bir sorun.”Kısa bir an durdu, gülümsedi ve devam etti. “Bizi ayırt edememek büyük bir sorun. Çünkü biz adımızı karıştıranlarla iş yaparız, arkadaşlık da yaparız. Tek yapmadığımız şey ikinci kez çıkmak.” Yine durdu, gözlerine bir an baktı ve “Dedim ya,  bu çıktığımız erkekler için geçerli bir kural. İş arkadaşlarımız için değil.” diyerek arkasındaki asansörün açık kapılarından içeri süzüldü. Fırat ne yanıt verebilmiş, ne bakışlarını kaçırabilmişti. Hareket etmesini sağlayan şey Ayça’nın seslenmesi oldu.


2 yorum:

  1. Firat firsati kacimis gibi görünüyor..
    Yigit tercihni yaptimi.. isler iyice karisti.. her sey bir den sanki tepe taklak olacak gibi görünsede Necdet bey hala saglam duruyor. lal.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. eh adım adım karışıyor, daha karışacak, daha çok karışacak... bir ara çözerim :)))

      haber yok mu siteden?

      Sil