20 Ocak 2016 Çarşamba

KORKUTAN MİRAS 16. Bölüm


Fırat, tatsız konuşmanın ardından telefonu kapattı. Olaylar üst üste gelmeyi severdi. Sıkıntıyla kaşlarını çattı, masasının üstündeki not defterine karaladıklarına baktıktan sonra kaşlarını çatarak yeni notlar almaya başladı. Teklifin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Şartlar, istekler değişmiş, süre kısalmıştı.

Son notu da yazdıktan sonra yanına büyük bir ünlem işareti karaladı. Belirsizliklerden nefret ettiğini biliyor, karşısındakinin de net olmasını istiyordu. Bir anda aklına Sedef ile yaptığı son konuşma gelince kaşları yeniden çatıldı.


Konuşmalarını aklından geçirdiğinde çok gereksiz tavır aldıklarını düşünmüştü. Sanki yanlış anlamalar havada uçuşmuş gibiydi. En kısa sürede bunu düzeltmeliydi. Tuhaf bir şekilde Sedef ile Mine arasında fark olduğunu hissediyordu.  Hep birbirine karıştırmak ve ne yapacaklarını anlamak istiyor ama kimin kim olduğunu anladıktan sonra bunu yapamıyordu. Gerçi her karşılaşmada karışıklığı engelleyen bilgiler o konuşmadan önce ortaya dökülmüştü. Böyle bir ön bilgi olmadan neler yapacağını görmek istiyordu. Garajdaki karşılaşmada tahmininde yanılmamış olması hep doğru karar vereceği demek değildi. Sonuçta yüzde elli şans, oldukça yüksek bir orandı!

Az önceki sıkıntılı hali kalmamıştı. O tatsız karşılaşmanın yok edilmesi için güzel bir ortam olması işine yarayacaktı.

*****

Aradığı fırsatı yakalamıştı. Necdet bey ile konuşmaya gelmiş, onun toplantıda olduğunu söyleyen sekreteri dilerse Yiğit Bey ile görüşebileceğini belirtmişti. Yiğit’in kapısını çalıp odasına girdiğinde ikizlerin orada olduğunu görüp mutlu oldu.
“Merhaba, rahatsız etmiyorum umarım. Sekreterin meşgul olduğunu söylemedi. Dilersen sonra görüşelim.”
“İşi bitirdik, biraz muhabbet edelim dedik. Önce bize katıl, sonra görüşelim. Tabii vaktin varsa?”
“Olmasa da yaratırdım. Keyifli bir sohbete hayır demeyecek kadar sıkıntılı bir gün geçirdim.” Daha sonra da kendisine bakan ikizlere dönüp, kısa bir an inceledi. İlk önce Mine’ye döndü ve “Sedef?” dedi. Genç kızın yüzündeki hayal kırıklığından sonra aynısını Sedef’e yaptı. “Mine? Nasılsınız? En son karanlık garajda ayaküstü konuşabildik. Umarım o gün işlerinizi halledebildiniz?”
Yiğit, Fırat’ın ikizleri karıştırmasından kısa bir an memnuniyet duysa da ardından yeniden Mine’ye dönüp, “O gün beni yanlış anlamış olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur.” demesi ile ne olduğunu şaşırdı. Mine ya da Sedef ile ne konuşmuş ve kim neyi yanlış anlamıştı?
“Sadece acelemiz vardı. Yanlış anlaşılacak bir durum yoktu.” diyen Mine gülümsüyordu.

Fırat, memnun bir ifade ile kendisine toplantı masasından bir sandalye alıp misafir koltuklarında oturan kızların ortasına koydu. Sonra da daha derin bir gülümseme ile konuşmaya başladı. “Benimle eğleniyorsunuz değil mi? Çünkü ikinizi karıştırdım. Ama sanmıyorum bence karıştırmadım.” Cümlesi bittiğinde gözlerini Sedef’e dikmişti.

Genç kız, bir an koltukta kendini toparlama ihtiyacı hissetti. Oturuşu dikleşmişti. “Eğlenmemizi gerektiren bir durum yoktu. İsimleri siz yanlış söylediniz, biz de düzeltmedik.” Sedef, kendi cümlesindeki resmiyetten rahatsız olmuştu. Daha önceki konuşmalarında rahatlıkla sen diye hitap ederken bugün böyle davranmak çocukçaydı.

O sarıda Yiğit’e bir telefon gelmiş ve rahat ortam bir anda iş ortamına dönmüştü. Mine, Fırat’a Y iğit ile görüşmesi bitince kendi odalarına gelmesini teklif etmiş ve işe döneceklerini belirtmişti. İkizler gidince o da az önce kullandığı sandalyeyi toplantı masasına geri götürmüş ve biraz daha uzaklaşıp Yiğit’in rahatça konuşması için alan bırakmıştı. Basit saygı kurallarının iş ortamındaki artı puanlarını öğreten biri olarak bu otomatikman yaptığı bir davranıştı.

Yiğit’in görüşmesi bitince o da geriye dönüp, az önce Sedef’in oturduğu koltuğa oturdu. Kısa süre sonra iş konusu enine boyuna tartışılmış, son fikirler onaydan geçmişti.

Fırat, genç kızların odasına doğru yürürken teklifi kabul etmesinin hata olup olmadığını düşünüyordu. Bir saat sonra dersi vardı. O süreyi değerlendirmek istemişti, sonuçta mesai saatleri içindeydiler, fazla da meşgul edemezdi. Sekreterleri geldiğini kızlara haber vermiş, o da rahatlıkla içeri girmişti.

O gün, dar siyah bir pantolon, açık gri ipek gömlek ve üzerine siyah, koyu gri desenlerle süslü ceket giymiş olan Sedef telefonu elinde odanın içinde bir aşağı bir yukarı yürüyor ve karşı taraf görüyormuş gibi kafasını sallayıp dinlediklerini onaylıyordu. Fırat, kısa bir an baktıktan sonra Mine gibi, Sedef’in masasının önündeki boş misafir koltuğuna oturdu. Genç kız, ikizinin aksine etek ve uzun kollu bir gömlek giymişti. Takımın ceketinin sandalyesinin arkasında oluşuna gülümsedi. Kendisi de öyle asmayı tercih ediyordu. Askıya asmak nedense hiç alışkanlığı olmamıştı.

Sedef, telefondaki görüşme bitince masasının arkasına geçti. Elindeki telefonu bıkkın bir halde masaya atıp, üstündeki ceketi çıkarttı. İkizi gibi o da koltuğunun arkasına asıp masasına oturdu.

Bu kez de Mine’nin masasındaki telefon çalmaya başlamıştı. Genç kız o tarafa doğru yürürken Fırat kısa bir an arkasından baktı. Sonra sıkkın bir sesle, “Sizlerin işi var. Benim yüzümden aksatıyorsunuz. En iyisi kahvemi bitirip gitmek.”
“Rahatlıkla oturabilirsiniz. Benim elimdeki işler bitti. Telefonlara engel olamam tabii. Mine’nin de çok fazla bir şeyi yoktu.” O sırada başını kaldırıp kardeşinin masasına baktığında ikizinin telefonu kapatıp, göz kırptığını ve bilgisayarına dönüp çalışmaya başladığını gördü. Az önce Yigit’in odasında yine stresli bir süreç yaşanmıştı. Ortak baktıkları bir iş yüzünden bir araya gelen ikilinin konuşmaya başlayana kadar geçen sürede yaşadıkları neredeyse elle tutulacak yoğunluktaydı.

Bu arada ona da söylenen içecek gelmiş, işlerden uzak sohbet dönüp dolaşıp çıkılacak defileye kadar ulaşmıştı.  

 “Manken olmayı gerçekten düşündünüz mü? Yoksa sadece böyle gönüllü işler mi yapıyorsunuz?” Sedef, sizli bizli konuşmaya başlayınca kendisi de öyle konuşmak zorunda kalmıştı. Gereksiz bir samimiyet yarattığını ve şimdi bunu düzeltmesi gerektiğini düşünüyordu. Soruların da ölçülü ve bilgi almasını sağlayacak türden olmalarına dikkat etmeliydi.

Sedef, masasına kollarını dayamış, iki eli ile tuttuğu fincanının üstünden konuşuyordu. “Uzun boyumuz nedeniyle çok teklif geldi ama gerçekten yapmak istediğimiz bir meslek olmadı. Biz işimizi severek yapıyoruz. Arada defilelere çıkmak, karşılık olarak bir şeylere faydamız olduğunu bilmek hoşumuza gidiyor. O tek gün için bile yapılan provalar bizi haklı çıkartıyor. Çok zor bir meslek. Tadında yapıp keyif almak güzel.”
“Mine Hanım da böyle mi düşünüyor?”
“Mine’ciğim, sen orada oturmaya devam edersen Fırat Bey tüm soruları bana soracak. Sen mankenlik için ne düşünüyorsun yanıtlar mısın?”
Mine, kardeşinin sesini duyar duymaz okuduğu yazıdan başını kaldırmış boş gözlerle bakıyordu. İkisi konuşsun diye yerinden kalkmamış, gerçekten işe gömülmüştü. Bir an konuya dahil edilince şaşırdığını yüzünden anlamak zor değildi. “Ne mankenliği? Ha şu defile mi? O hafta sonu değil miydi?”
“OOO tamam canım, sen işine dön.” Sedef, onun gerçekten konuşmaları dinlemediğini anlayınca sıkıldı. Aklı tamamen işlere mi yönelmişti yoksa Yiğit’e mi? İlk kez yaşadıkları bu çapraşık aşk sıkıntıları yorucu oluyordu.
“Bizi hiç dinlememiş. Bundan nasıl sonuç çıkartacağımı bilemedim.” Fırat yine rahatsızlık verdiğini düşünmeye başlamıştı. Sedef’in de yüzü değişmişti.
“İşi çok. Tatil planlarımız suya düşünce o da iş bahanesi ile tatil yapmanın yollarını arıyordur.”
“Neden tatil yapamadınız?”
“Şu ara işimiz çok.” Babasının tedbir amaçlı yollamamasını anlatacak değildi. Bazen bunalsalar da babasını üzmenin gereği yoktu. Onun içinin rahatladığı bir zamana kadar daha sıkı tedbirler ile hayata devam edeceklerdi.
“Kışın da olsa sıcak bir yerlere gidebilirisiniz nasılsa.”
“Evet, gidebiliriz de biz her mevsimin tatilini kendi içinde yaşamayı seviyoruz. Kırk derece bir yerde tatil yapıp, buz gibi İstanbul’a dönmek hiç cazip gelmiyor. Denedik, sevmedik. Şimdi de işler çokken tatil düşünmek istemiyorum. Mine ayarlarsa belki ona katılırım. iki üç gün kaçarım.” Elbette bunların hiç biri olmayacaktı. Babası şu ara başlarında güvenlik olmadan neredeyse tuvalete yollamıyordu. Belki Fırat da bunun farkındaydı ve anlamak için soruyordu. Sedef paranoyaklaşma emareleri gösterdiğinin farkındaydı. Herkese, her şeye şüpheyle bakmaya başlamak rahatsızlık veriyordu. Babası ile konuşup hala bu kadar sıkı tedbire gerek var mı diye soracaktı.

Fırat, onun son cümlelerini duyduktan sonra, sehpanın üzerinde duran telefonunu eline alıp, yerinden kalktı. “Mesajı aldım, işin çok ve ben sizi engelliyorum. Ben de on dakikaya kadar derse gireceğim. Gidip hazırlanayım. Kahve için teşekkür ederim.”

Sedef, genç adamın yüzünde geçiş yapan ifadeleri görene kadar şaka yapıyor sanmıştı. Gülümseyerek, “Dedim ya benim işim yok. O cümle genel bir anlam içeriyordu. Şu aralar şirketin yoğun bir dönemi ama bu dostlarla kahve içmeye vaktimiz olmadığı anlamına gelmiyor. İşiniz bitince yine gelebilirsiniz. Belki o zamana kadar Mine de elindeki işleri toparlar, birlikte birer kahve daha içeriz.” Kendini susturamıyor, ısrarcı gibi göründüğünü düşünüyor ama yine de devam ediyordu.

Fırat, kısa bir an o yüze baktı, koyu duman rengi gözlerde kısa bir an yolunu bulamadı. Kendisine geldiğinde gülümsedi. “Bugün akşama kadar dersim var. Ders araları on dakika. Kimseyi o süre için rahatsız etmem. Zaten bana bile yetmez o kadar süre. Ama bu sözü yarın öğle yemeği için alabilirim. Etrafta çok güzel lokantalar var. Ben daha hepsini deneyemedim. En sevdiğinize gidelim, bakalım damak zevklerimiz uyacak mı?”

Sedef, hemen masasının üstündeki ajandada açık olan sayfaya baktı. “Yarın ne yazık ki olmaz, bir iş yemeğimiz var. Diğer gün için olabilir, tabii müsaitseniz?”
“Tamam, diğer gün, hep birlikte güzel bir yemek yiyelim.”


Sedef ile Mine, Yiğit gittikten sonra bu tavır değişikliğini konuşmaya başlamıştı. Bir kaç gün önceki soğuk davranan adam gitmiş, sıcak biri gelmişti. Mine, ondaki değişimin nedenini belki yemekte çözebileceğini söyleyince Sedef, ‘bana yardımcı ol, sen de takip et bakalım gerçekten ilgili mi, yoksa iş yapıyoruz diye mi böyle davranıyor’, demişti.


İki gün sonra çıkılan yemek tahminlerinin ötesinde güzel vakit geçirmelerini sağlamıştı. Özel bir yemek yerine arkadaşça bir ortamda geçmişti. İkizler, Fırat’ın ilgisinin iş ile sınırlı olduğunu düşünmüş ve bunu birbirlerine bakışları ile anlatmışlardı. Genç adam kızlarla sohbet ediyor, Sedef’e Mine’den bir iki soru fazla soruyor, ya da sözlerine yorumlarla yanıt veriyordu. Masada Ayça ile Yiğit de vardı. Onlarla da aynı ölçüde hatta Ayça ile çok daha fazla konuşuyor, derslerden akılda kalan eğlenceli anları paylaşıyorlardı. Altı kişilik yuvarlak bir masada yemek yemenin cazip tarafı da herkesin rahatlıkla birbirini görüp konuşabilmesiydi.

Fırat, sağında oturan Sedef ile konuşurken ona doğru eğiliyor, ilgili bir şekilde dinliyordu. Uzaktan bakan Yiğit’in bu hareketlere kattığı anlam ikizlerinkinden çok farklıydı. Acaba Fırat, o konuştuğunun Sedef olduğunu bilerek mi konuşuyordu? Yoksa Mine diye mi? Sedef diyor muydu? Hiç adlarını kullanmış mıydı? Bunları düşünürken kaşları çatılmıştı. Solunda oturan Ayça, “Hayrola Yiğit Bey, işler mi geldi aklınıza?”dediğinde kendini toparladı. “Hayır, hayır. Bir an bir şeye takıldım. İş konuşmanın da düşünmenin de yeri değil.”
“Şirketin bu politikasını başta çok yadırgamıştım. İş konuşulacaksa bina içinde konuşuluyor. İş yemeklerinin dışında sanırım hiç kimse konuşmuyor.”
“Dedem, hayattan tat almazsanız, kazandığınız paranın değeri yok derdi. Hırslı ama keyfine düşkün biriydi.” Mine yanıtlamıştı genç kadını. Böylece Yiğit üzerinde topladığı dikkatini de dağıtmıştı.
Ayça kadınca bir merakla sordu. “Necdet Bey de öyle mi? Çok özel olmazsa, üvey anneniz ile sizin aranız nasıl?”
“Babam da sever iyi yaşamayı. O nedenle Esra gibi bir kadınla evlenip mutlu olmayı seçti. Esra, üvey anne değil, iyi bir arkadaş bize.”
“Gazete haberlerine çok itibar etmemek lazım. Ben de üvey anne ile yaşadım. sizin kadar şanslı değildim. İki tane kardeşim vardı. Onları sevdiği gibi beni sevmediğini hep hissettim. Öz annem ise şu aralar yeniden hayatımda.”

Mine, bu genç kadının sözlerindeki dramın boyutunu düşünmek istemedi. Biz de öz annemizle sorunlar yaşıyoruz diyemedi. Klişe cümleler ile konuyu daha az üzücü bir noktaya çekti. “Üzücü, tabii yaş küçük olunca böyle şeylerden etkilenmek çok normal. Biz o günleri aştığımız için belki de bu kadar sevdik Esra’yı. Bir gün tanışırsınız. Ara sıra gelir şirkete.”

“Sevinirim.” Ayça, rahat yanıtlardan sonra konuyu uzatmamış, kahvelerin gelmesi ile de zaten yemeğin sonuna ulaşılmıştı.


*****

Üç gün sonra ikizler, Sedef’in zorlaması ile Fırat’ın dersine girdi. Sadece ilk bir saati dinleyip çıkacaklardı. Ama planları bozulmuş, o ara sıra gülmeyi unutuyor sandıkları adam derste başka bir karaktere dönüşmüştü. Hem eğlenceli hem de akışkan bir tarzı vardı. İşte bu tanıdıkları Fırat’a daha çok benziyordu. Asık suratlı olduğu zamanlar neler düşündüğünü merak etti Sedef. Onu bu kadar düşündüren neydi? Onun bu kadar düşünceli olmasını kendisinin bu kadar düşünmesi nedendi? Beyninde tur atan sorulara henüz yanıt veremeyeceğini bilerek o sesleri susturdu. Şimdi alması gereken başka bir yanıt vardı.

Fırat, çok hızlı geçen ilk saatin sonunda araya çıkarken kızları eğitmenler için ayrılmış bölümde ağırlamak ve ders hakkındaki görüşlerini almak istemişti. Özellikle Sedef ne hissetmişti? Onun fikirlerini önemsiyordu. Fakat bir sorun vardı. Kızların o gün ikisi de beyaz, uzun kollu gömlek giymiş, biri koyu bordo, diğeri nefti yeşil etek tercih etmişti. Bu kez kim kimdir oyunu daha zorluydu. O gün ilk kez derste görmüş ve hep bordo eteklinin Sedef olduğunu düşünmüştü. Şimdi kendini yeniden test edecekti.

Fırat, kızlara kısa bir an baktı. Bordolu olan masadan iki kahve alıyor, yeşilli olan ise telefonu ile oynuyordu. Yanlarına yürürken içinde hissettiği kıpırdanma ile yeşil etekli olana dönüp, “Sedef hanım, merhaba, Mine hanım bugün benimle konuşmaya tenezzül eder mi acaba?” diye sordu. Telefonla oynuyor oluşu odalarında da yanlarına gelmediğini anımsatmış, Mine’ye takılırken aslında Sedef’in tepkisini merak etmişti.

Yeşil etekli olan küçük bir gülücüğü sadece dudaklarının bir tarafına sıkıştırıp yanıtladı. “Keşke soruyu Sedef’e sorsaydınız. Bakın size yanıt vermek zorunda kaldım.” 

“Ah ne büyük hata, Mine hanım beni affedin.” Yanılmadığını anlamış olmak sevindirmişti. Kendi oyununu onların anlamamış olmasına daha çok sevinmişti. Bu ayrımı nasıl yaptığını bilmiyor ama bir şekilde ikisini ayırıyordu. Onlar oyuncuysa kendisi de oyuncuydu. Hem belki onlardan da büyüktü oyunculuk yeteneği... 

“Affedilecek bir şey yok. Ne yazık ki bu sorunla her zaman karşılaşıyoruz. Ders çok keyifliydi. Sedef gitmek istedi ama ben ısrarla biraz daha dinlemek istediğime onu ikna ettim.” Mine, avını köşeye sıkıştırmış olduğunu cümlesini duyan Fırat’ın solan bakışlarından anladı.

Sedef sıkılmış mıydı? Fırat, biraz bozulsa da belli etmeden diğer ikize döndü, “Keşke sizi sıkmayacak konular bulup anlatsaydım. Belki ikinci dersi daha çok beğenirsiniz?”  

“Mine, şaka yapıyor. Çok keyif aldım dersten. Aslında ilk derse girip sonra işimizin başına dönecektik ama bu kadar keyifli olunca devamını dinlemeye karar verdik.” 

Bu cümleyi söyleyip kendini derse girmek mecburiyetinde bırakmıştı. Oysa az önce ikizi ile karıştırdığını görüp vaz geçmemiş miydi? Hayır, ilk hatasında vaz geçmenin manası yoktu. Onu denemesi ve ne yapacağını anlaması lazımdı. Fırat ile tanıştıklarından beri ilk kez iki kardeş bu kadar yakın giyinmişti. Şimdi sırada Fırat’ın test edilmesi vardı. Acaba kızları ayırt edecek ip uçlarını yakalıyor muydu? 

Bir sonraki ders başlayınca kızlar yerlerini almış, ders bitimi öğle yemeği saati geldiği için hep birlikte şirketin lokantasına inmişlerdi.
  
“Hep tatlı yer misiniz?” diye sorarken ikisinin de manken gibi incecik oldukları için bu soruya hayır yanıtı alacağından emindi. Oysa kızlar elbette diye yanıt vermiş ve o günün tatlısı olan baklavayı tepsilerine koymuşlardı. Daha önceki yemekleri hep dışarıda yedikleri için kızların herkes gibi sıraya girmesi ve aynı yemekten yemeleri Fırat’ı şaşırtmıştı. Ayça bunu kendisine söylememişti. Şirket ve çalışanlarla ilgili bilmediği neler vardı acaba?

Kendi tepsisine de tatlı alırken bir yandan da “Her öğle yemeğine çıkarken sınıftaki talebimi yaparım. Öğleden sonra enerjik olmak için tatlı yemelerini istiyorum. Aksi halde ne kadar eğlenceli ve hareketli bir ders de olsa uyuyanlar oluyor. Tatlı biraz hızlı enerjiye dönüştüğü için ilk dersi daha iyi izliyorlar.” diye anlatıyordu.

Mine, “Öğle paydoslarımız uzundur. Sizin ders saatleriniz de o nedenle böyle ayarlandı. Tüm personel bu süreye alışkın. Dileyen gider uyur, dileyen tatlısını yer. İsteyen de sporunu, duşunu yapar. Dedem bu konuda çok hassastı. Kendisi her öğlen en az yarım saat uyurdu. Bunu tüm çalışanlara aşıladı. Sabah erken başlasalar da öğlen uyuma özgürlüğü onları mutlu ediyor.” 

“İlginçmiş. Aile şirketi tanımı bu olmasa da burada çalışanlar aile gibi olmuş.” Daha cümlesi bitmeden kızlar Aylin’i görüp seslendiler. Yemeğini bitirmiş, boş tepsisini götürmeye çalışan Aylin, kızların sesini duyunca onların yanına geldi.
  
“Afiyet olsun, nasılsınız?” 
“Biz iyiyiz canım, sen nasıl oldun?” 
“Daha iyiyim. İlaçlar ve ben büyük bir aşk yaşıyoruz.”
“İyileş de gerisi önemli değil. Yarın öğlenini bize ayırır mısın? Epey zamandır dedikodu yapmıyoruz.” Kızlar haftalardır bir türlü başlarını kaldırıp hep yapmak istedikleri yemek işini organize edememişlerdi. Tam onlar rahatladığında bu kez de Aylin şiddetli bir grip atlatmıştı. On gün raporlu yatan genç kadın nihayet iş başı yapabilmişti.  

“Ayırırım tabii ama maskeyle gelin, sizi de hasta etmeyeyim.”
“Saat tam on ikide kapıda hazır ol. Seni en sevdiğin yere götüreceğiz.”
“Yengeç bacağı ısmarlamazsanız gelmem.” 
“Ne istersen... Bu arada eğitmenimiz Fırat bey ile tanışmış mıydın? Fırat bey Aylin, babamızın en sevdiği elemanıdır. Onunla iyi geçinin. O ne derse o olur.” diye tanıştırmıştı Mine.  

Aylin uzaklaşırken Fırat kızlara döndü. “Aylin hanım asistan mı?” Necdet beyin sevdiği, sözü geçen bir eleman ve kızlar ile bu kadar yakın, hatta aşırı samimi olunca özel asistan olma ihtimali yüksekti. Sedef, açıkladı.  “Aylin santral memurudur. Bizim de ikinci eğitmenimizdi.” Fırat az önce söylediği cümlenin doğruluğunu bir kez daha anladı. Şirketin içi birbirine bağlı bir aile gibiydi. Elbette her ailede olan iç çatışmaların burada da olduğunu tahmin etmek güç değildi. ”Şirketinizin yapısı ve elemanların sizlerle olan diyalogları beni her geçen gün şaşırtıyor.”

Yemek tepsileri ellerinde bir masaya oturduklarında Mine’yi şeytan dürttü. Günler sonra nihayet kendisini oyun oynayacak kadar keyiflenmiş hissetti. Masa altından kardeşine dokunup Fırat’a döndü. “Mine ve ben pek başka ailelerin kızlarına benzemeyiz. Çünkü babamız başka babalara benzemez.” 

“Sanırım ben de başkalarına benzemem Mine hanım. Dikkatliyimdir. Başka zaman belki kanabilirim ama bugün yeşil etekli sizsiniz. Ve evet, babanız çok istisna biri. Onunla çalışıyor olmaktan dolayı çok mutluyum. Bir de onun takdirini kazanırsak bu sektörde alamayacağımız iş kalmaz.” 

Sedef çok mutlu olmuşta bu oyunu bozmasından Fırat’ın. “Dikkatli olmanıza sevindik. Çünkü konuşurken küçük ip uçlarını kaçıran, sonra da birbirine karıştıranlara belli etmesek de çok kızıyoruz. Öyle değil mi Mine? A bak kim geldi? Yiğit de yemeğe indiğine göre birazdan babam da gelir.” O arada bir yandan da Yiğit’e el sallıyor ve yanlarına gelmesini istiyordu. 

Yiğit masadaki diğer erkeği ve Mine’nin yanında oturduğunu fark ettiği için yemeğini alıp hızlıca masaya geldi. Fırat’ın kızlarla yemek yiyor olmasına biraz bozulmuştu. En azından niyetinin ne olduğunu anlayana ya da emin olana kadar yakın olmakta fayda vardı.  

Üçlü yemeklerini yarılamış olsalar da Yiğit gelince biraz daha ağırdan aldılar.  
“Fırat beye burada mı yemek ısmarladınız? Bizim pinti bir şirket olduğumuzu düşünecek.” 
“Şirket hakkında en son düşüneceğim şey pintilik olur sanırım. Burada olmak çok güzel. Hem personele yakın hem de nefis yemekler çıkıyor. Ama sonrası için bu iyi bir fırsat oldu. Yarınınız dolu ama bir sonraki gün dördümüz yine yemeğe çıkalım mı? Yengeç bacağından anladığım kadarıyla kimsenin deniz ürünlerin karşı bir tavrı yok. Sizleri güzel bir yere götüreyim, bu yemeğin karşılığı olur mu bilmem ama bence parmaklarınızı yiyeceksiniz.” 

Herkes onay verirken Yiğit yengeç bacağını duyup gülmeye başladı. “Aylin’i yemeğe mi götüreceksiniz?” 

Fırat kaşını kaldırıp Sedef’in yanında oturan adama baktı. Onun soru dolu bakışlarına karşılık açıkladı Yiğit, “Hepimiz deniz ürünlerini severiz ama Aylin bildiğin aşerir.”
“Hamile mi?” 
“Hayır, yengeç bacağı hastası. İlk yediği günden beri aralarına kimse giremedi.” Sedef vermişti yanıtı. O sırada Yiğit ise Mine’ye bakıyor, onun hala kendisinden bakışlarını kaçırmasına ama Fırat ile gülerek konuşmasına kızıyordu. Artık aşmaları gerekiyordu bazı şeyleri. Evet büyük bir hata  yapmıştı. Önce yakınlaşarak sonra da uzaklaşarak hatasını katlamıştı ama artık unutmaları gerekiyordu. Uzun yıllar aynı şirkette çalışacaklardı. Böyle tavır alarak nereye kadar gidecekti olay? 

Necdet Bey’in geldiği kısa süreli sessizlik ve sonra selamlama seslerinden anlaşılıyordu. Onu görmeye alışkın personel hemen yemeklerine dönmüştü. Kızlarının oturduğu masaya oturmuş, sadece ona istisna olan ayrıcalıkla yemeği bir garson tarafından masaya getirilmişti. Fırat bunu normal bulsa da Sedef açıkladı. “Kendi sıraya girince görevlileri ikna edip sadece sevdiği yemeklerden istiyor. Böylece her şeyden yemesini sağlıyoruz.”
“Gördüğünüz gibi beyler, patron olmak bir yere kadar. Ya karınız ya kızınız sizi böyle denetim altında tutuyor ve yediğinize içtiğinize karışıyor.”
“Sevilmek, önemsenmek ve bunu bu kadar açıkça yaşamak için değer.” Fırat, hepsinin kendisine dönen bakışları ile yanlış bir şey mi söyledim diye düşündü. Bu kez de Mine yanıtladı.

“Neredeyse aynı cümleyi Yiğit de söylemişti biz burada ilk çalışmaya başlayıp babamın tabaklarını düzenlediğimizde.”

Fırat bu kez bakışlarını Yiğit’e çevirdi ve onun kendisine pek de sıcak olmayan bir bakış attığını gördü. Üstünde durmayacaktı.

İş haricinde her şeyden konuşarak yarım saat kadar daha oturdular. Kızların tatlılarının ardından istedikleri Türk kahveleri de gelmiş, yemeğin tüm rehaveti ortadan kalkmıştı.  

*****  

“İlk intiba için ikinci bir şans yoktur, derler. İşte ben o kısmı aştım. Güzel bir iş olacak. Şirkette herkes yardımcı olmak için çabalıyor. Böyle olunca da benim işim daha kolay oluyor.” 


Karşı tarafı dinledikten sonra gülümseyerek vedalaşıp kapattı telefonu Fırat. Yanında bekleyen Ayça’ya dönüp, “Hadi derse girelim.” dedi.  

1 yorum:

  1. Yine keyifli bölüm Fırat nasıl ayırıyor Mine ve Sedefi bakalım merakla devamını bekliyorum😊

    YanıtlaSil