Fırat, tatsız konuşmanın ardından telefonu kapattı. Olaylar üst üste gelmeyi
severdi. Sıkıntıyla kaşlarını çattı, masasının üstündeki not defterine
karaladıklarına baktıktan sonra kaşlarını çatarak yeni notlar almaya başladı.
Teklifin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Şartlar, istekler değişmiş, süre
kısalmıştı.
Son notu da yazdıktan sonra yanına büyük bir ünlem işareti karaladı.
Belirsizliklerden nefret ettiğini biliyor, karşısındakinin de net olmasını
istiyordu. Bir anda aklına Sedef ile yaptığı son konuşma gelince kaşları
yeniden çatıldı.
Konuşmalarını aklından geçirdiğinde çok gereksiz tavır aldıklarını
düşünmüştü. Sanki yanlış anlamalar havada uçuşmuş gibiydi. En kısa sürede bunu
düzeltmeliydi. Tuhaf bir şekilde Sedef ile Mine arasında fark olduğunu
hissediyordu. Hep birbirine karıştırmak
ve ne yapacaklarını anlamak istiyor ama kimin kim olduğunu anladıktan sonra
bunu yapamıyordu. Gerçi her karşılaşmada karışıklığı engelleyen bilgiler o
konuşmadan önce ortaya dökülmüştü. Böyle bir ön bilgi olmadan neler yapacağını görmek
istiyordu. Garajdaki karşılaşmada tahmininde yanılmamış olması hep doğru karar
vereceği demek değildi. Sonuçta yüzde elli şans, oldukça yüksek bir orandı!
Az önceki sıkıntılı hali kalmamıştı. O tatsız karşılaşmanın yok edilmesi
için güzel bir ortam olması işine yarayacaktı.
*****
Aradığı fırsatı yakalamıştı. Necdet bey ile konuşmaya gelmiş, onun
toplantıda olduğunu söyleyen sekreteri dilerse Yiğit Bey ile görüşebileceğini
belirtmişti. Yiğit’in kapısını çalıp odasına girdiğinde ikizlerin orada
olduğunu görüp mutlu oldu.
“Merhaba, rahatsız etmiyorum umarım. Sekreterin meşgul olduğunu söylemedi.
Dilersen sonra görüşelim.”
“İşi bitirdik, biraz muhabbet edelim dedik. Önce bize katıl, sonra
görüşelim. Tabii vaktin varsa?”
“Olmasa da yaratırdım. Keyifli bir sohbete hayır demeyecek kadar sıkıntılı
bir gün geçirdim.” Daha sonra da kendisine bakan ikizlere dönüp, kısa bir an inceledi.
İlk önce Mine’ye döndü ve “Sedef?” dedi. Genç kızın yüzündeki hayal
kırıklığından sonra aynısını Sedef’e yaptı. “Mine? Nasılsınız? En son karanlık
garajda ayaküstü konuşabildik. Umarım o gün işlerinizi halledebildiniz?”
Yiğit, Fırat’ın ikizleri karıştırmasından kısa bir an memnuniyet duysa da
ardından yeniden Mine’ye dönüp, “O gün beni yanlış anlamış olduğunu
düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur.” demesi ile ne olduğunu şaşırdı. Mine ya da
Sedef ile ne konuşmuş ve kim neyi yanlış anlamıştı?
“Sadece acelemiz vardı. Yanlış anlaşılacak bir durum yoktu.” diyen Mine
gülümsüyordu.
Fırat, memnun bir ifade ile kendisine toplantı masasından bir sandalye alıp
misafir koltuklarında oturan kızların ortasına koydu. Sonra da daha derin bir
gülümseme ile konuşmaya başladı. “Benimle eğleniyorsunuz değil mi? Çünkü
ikinizi karıştırdım. Ama sanmıyorum bence karıştırmadım.” Cümlesi bittiğinde
gözlerini Sedef’e dikmişti.
Genç kız, bir an koltukta kendini toparlama ihtiyacı hissetti. Oturuşu
dikleşmişti. “Eğlenmemizi gerektiren bir durum yoktu. İsimleri siz yanlış
söylediniz, biz de düzeltmedik.” Sedef, kendi cümlesindeki resmiyetten rahatsız
olmuştu. Daha önceki konuşmalarında rahatlıkla sen diye hitap ederken bugün
böyle davranmak çocukçaydı.
O sarıda Yiğit’e bir telefon gelmiş ve rahat ortam bir anda iş ortamına
dönmüştü. Mine, Fırat’a Y iğit ile görüşmesi bitince kendi odalarına gelmesini
teklif etmiş ve işe döneceklerini belirtmişti. İkizler gidince o da az önce
kullandığı sandalyeyi toplantı masasına geri götürmüş ve biraz daha uzaklaşıp
Yiğit’in rahatça konuşması için alan bırakmıştı. Basit saygı kurallarının iş
ortamındaki artı puanlarını öğreten biri olarak bu otomatikman yaptığı bir
davranıştı.
Yiğit’in görüşmesi bitince o da geriye dönüp, az önce Sedef’in oturduğu
koltuğa oturdu. Kısa süre sonra iş konusu enine boyuna tartışılmış, son
fikirler onaydan geçmişti.
Fırat, genç kızların odasına doğru yürürken teklifi kabul etmesinin hata
olup olmadığını düşünüyordu. Bir saat sonra dersi vardı. O süreyi
değerlendirmek istemişti, sonuçta mesai saatleri içindeydiler, fazla da meşgul
edemezdi. Sekreterleri geldiğini kızlara haber vermiş, o da rahatlıkla içeri
girmişti.
O gün, dar siyah bir pantolon, açık gri ipek gömlek ve üzerine siyah, koyu
gri desenlerle süslü ceket giymiş olan Sedef telefonu elinde odanın içinde bir
aşağı bir yukarı yürüyor ve karşı taraf görüyormuş gibi kafasını sallayıp
dinlediklerini onaylıyordu. Fırat, kısa bir an baktıktan sonra Mine gibi,
Sedef’in masasının önündeki boş misafir koltuğuna oturdu. Genç kız, ikizinin
aksine etek ve uzun kollu bir gömlek giymişti. Takımın ceketinin sandalyesinin
arkasında oluşuna gülümsedi. Kendisi de öyle asmayı tercih ediyordu. Askıya
asmak nedense hiç alışkanlığı olmamıştı.
Sedef, telefondaki görüşme bitince masasının arkasına geçti. Elindeki
telefonu bıkkın bir halde masaya atıp, üstündeki ceketi çıkarttı. İkizi gibi o
da koltuğunun arkasına asıp masasına oturdu.
Bu kez de Mine’nin masasındaki telefon çalmaya başlamıştı. Genç kız o
tarafa doğru yürürken Fırat kısa bir an arkasından baktı. Sonra sıkkın bir
sesle, “Sizlerin işi var. Benim yüzümden aksatıyorsunuz. En iyisi kahvemi
bitirip gitmek.”
“Rahatlıkla
oturabilirsiniz. Benim elimdeki işler bitti. Telefonlara engel olamam tabii.
Mine’nin de çok fazla bir şeyi yoktu.” O sırada başını kaldırıp kardeşinin
masasına baktığında ikizinin telefonu kapatıp, göz kırptığını ve bilgisayarına
dönüp çalışmaya başladığını gördü. Az önce Yigit’in odasında yine stresli bir
süreç yaşanmıştı. Ortak baktıkları bir iş yüzünden bir araya gelen ikilinin
konuşmaya başlayana kadar geçen sürede yaşadıkları neredeyse elle tutulacak
yoğunluktaydı.
Bu arada
ona da söylenen içecek gelmiş, işlerden uzak sohbet dönüp dolaşıp çıkılacak
defileye kadar ulaşmıştı.
“Manken olmayı gerçekten düşündünüz mü? Yoksa
sadece böyle gönüllü işler mi yapıyorsunuz?” Sedef, sizli bizli konuşmaya
başlayınca kendisi de öyle konuşmak zorunda kalmıştı. Gereksiz bir samimiyet
yarattığını ve şimdi bunu düzeltmesi gerektiğini düşünüyordu. Soruların da
ölçülü ve bilgi almasını sağlayacak türden olmalarına dikkat etmeliydi.
Sedef, masasına kollarını dayamış, iki eli ile tuttuğu fincanının üstünden
konuşuyordu. “Uzun boyumuz nedeniyle çok teklif geldi ama gerçekten yapmak
istediğimiz bir meslek olmadı. Biz işimizi severek yapıyoruz. Arada defilelere
çıkmak, karşılık olarak bir şeylere faydamız olduğunu bilmek hoşumuza gidiyor.
O tek gün için bile yapılan provalar bizi haklı çıkartıyor. Çok zor bir meslek.
Tadında yapıp keyif almak güzel.”
“Mine Hanım da böyle mi düşünüyor?”
“Mine’ciğim, sen orada oturmaya devam edersen Fırat Bey tüm soruları bana
soracak. Sen mankenlik için ne düşünüyorsun yanıtlar mısın?”
Mine, kardeşinin sesini duyar duymaz okuduğu yazıdan başını kaldırmış boş
gözlerle bakıyordu. İkisi konuşsun diye yerinden kalkmamış, gerçekten işe
gömülmüştü. Bir an konuya dahil edilince şaşırdığını yüzünden anlamak zor
değildi. “Ne mankenliği? Ha şu defile mi? O hafta sonu değil miydi?”
“OOO tamam canım, sen işine dön.” Sedef, onun gerçekten konuşmaları
dinlemediğini anlayınca sıkıldı. Aklı tamamen işlere mi yönelmişti yoksa
Yiğit’e mi? İlk kez yaşadıkları bu çapraşık aşk sıkıntıları yorucu oluyordu.
“Bizi hiç dinlememiş. Bundan nasıl sonuç çıkartacağımı bilemedim.” Fırat
yine rahatsızlık verdiğini düşünmeye başlamıştı. Sedef’in de yüzü değişmişti.
“İşi çok. Tatil planlarımız suya düşünce o da iş bahanesi ile tatil
yapmanın yollarını arıyordur.”
“Neden tatil yapamadınız?”
“Şu ara işimiz çok.” Babasının tedbir amaçlı yollamamasını anlatacak
değildi. Bazen bunalsalar da babasını üzmenin gereği yoktu. Onun içinin
rahatladığı bir zamana kadar daha sıkı tedbirler ile hayata devam edeceklerdi.
“Kışın da olsa sıcak bir yerlere gidebilirisiniz nasılsa.”
“Evet, gidebiliriz de biz her mevsimin tatilini kendi içinde yaşamayı
seviyoruz. Kırk derece bir yerde tatil yapıp, buz gibi İstanbul’a dönmek hiç
cazip gelmiyor. Denedik, sevmedik. Şimdi de işler çokken tatil düşünmek
istemiyorum. Mine ayarlarsa belki ona katılırım. iki üç gün kaçarım.” Elbette
bunların hiç biri olmayacaktı. Babası şu ara başlarında güvenlik olmadan
neredeyse tuvalete yollamıyordu. Belki Fırat da bunun farkındaydı ve anlamak
için soruyordu. Sedef paranoyaklaşma emareleri gösterdiğinin farkındaydı.
Herkese, her şeye şüpheyle bakmaya başlamak rahatsızlık veriyordu. Babası ile
konuşup hala bu kadar sıkı tedbire gerek var mı diye soracaktı.
Fırat, onun son cümlelerini duyduktan sonra, sehpanın üzerinde duran
telefonunu eline alıp, yerinden kalktı. “Mesajı aldım, işin çok ve ben sizi
engelliyorum. Ben de on dakikaya kadar derse gireceğim. Gidip hazırlanayım.
Kahve için teşekkür ederim.”
Sedef, genç adamın yüzünde geçiş yapan ifadeleri görene kadar şaka yapıyor
sanmıştı. Gülümseyerek, “Dedim ya benim işim yok. O cümle genel bir anlam
içeriyordu. Şu aralar şirketin yoğun bir dönemi ama bu dostlarla kahve içmeye
vaktimiz olmadığı anlamına gelmiyor. İşiniz bitince yine gelebilirsiniz. Belki
o zamana kadar Mine de elindeki işleri toparlar, birlikte birer kahve daha
içeriz.” Kendini susturamıyor, ısrarcı gibi göründüğünü düşünüyor ama yine de
devam ediyordu.
Fırat, kısa bir an o yüze baktı, koyu duman rengi gözlerde kısa bir an
yolunu bulamadı. Kendisine geldiğinde gülümsedi. “Bugün akşama kadar dersim
var. Ders araları on dakika. Kimseyi o süre için rahatsız etmem. Zaten bana
bile yetmez o kadar süre. Ama bu sözü yarın öğle yemeği için alabilirim.
Etrafta çok güzel lokantalar var. Ben daha hepsini deneyemedim. En sevdiğinize
gidelim, bakalım damak zevklerimiz uyacak mı?”
Sedef, hemen masasının üstündeki ajandada açık olan sayfaya baktı. “Yarın
ne yazık ki olmaz, bir iş yemeğimiz var. Diğer gün için olabilir, tabii
müsaitseniz?”
“Tamam, diğer gün, hep birlikte güzel bir yemek yiyelim.”
Sedef ile Mine, Yiğit gittikten sonra bu tavır değişikliğini konuşmaya
başlamıştı. Bir kaç gün önceki soğuk davranan adam gitmiş, sıcak biri gelmişti.
Mine, ondaki değişimin nedenini belki yemekte çözebileceğini söyleyince Sedef,
‘bana yardımcı ol, sen de takip et bakalım gerçekten ilgili mi, yoksa iş
yapıyoruz diye mi böyle davranıyor’, demişti.
İki gün sonra çıkılan yemek tahminlerinin ötesinde güzel vakit
geçirmelerini sağlamıştı. Özel bir yemek yerine arkadaşça bir ortamda geçmişti.
İkizler, Fırat’ın ilgisinin iş ile sınırlı olduğunu düşünmüş ve bunu
birbirlerine bakışları ile anlatmışlardı. Genç adam kızlarla sohbet ediyor,
Sedef’e Mine’den bir iki soru fazla soruyor, ya da sözlerine yorumlarla yanıt
veriyordu. Masada Ayça ile Yiğit de vardı. Onlarla da aynı ölçüde hatta Ayça
ile çok daha fazla konuşuyor, derslerden akılda kalan eğlenceli anları
paylaşıyorlardı. Altı kişilik yuvarlak bir masada yemek yemenin cazip tarafı da
herkesin rahatlıkla birbirini görüp konuşabilmesiydi.
Fırat, sağında oturan Sedef ile konuşurken ona doğru eğiliyor, ilgili bir
şekilde dinliyordu. Uzaktan bakan Yiğit’in bu hareketlere kattığı anlam
ikizlerinkinden çok farklıydı. Acaba Fırat, o konuştuğunun Sedef olduğunu
bilerek mi konuşuyordu? Yoksa Mine diye mi? Sedef diyor muydu? Hiç adlarını
kullanmış mıydı? Bunları düşünürken kaşları çatılmıştı. Solunda oturan Ayça,
“Hayrola Yiğit Bey, işler mi geldi aklınıza?”dediğinde kendini toparladı.
“Hayır, hayır. Bir an bir şeye takıldım. İş konuşmanın da düşünmenin de yeri
değil.”
“Şirketin bu politikasını başta çok yadırgamıştım. İş konuşulacaksa bina
içinde konuşuluyor. İş yemeklerinin dışında sanırım hiç kimse konuşmuyor.”
“Dedem, hayattan tat almazsanız, kazandığınız paranın değeri yok derdi.
Hırslı ama keyfine düşkün biriydi.” Mine yanıtlamıştı genç kadını. Böylece
Yiğit üzerinde topladığı dikkatini de dağıtmıştı.
Ayça kadınca bir merakla sordu. “Necdet Bey de öyle mi? Çok özel olmazsa,
üvey anneniz ile sizin aranız nasıl?”
“Babam da sever iyi yaşamayı. O nedenle Esra gibi bir kadınla evlenip mutlu
olmayı seçti. Esra, üvey anne değil, iyi bir arkadaş bize.”
“Gazete haberlerine çok itibar etmemek lazım. Ben de üvey anne ile yaşadım.
sizin kadar şanslı değildim. İki tane kardeşim vardı. Onları sevdiği gibi beni
sevmediğini hep hissettim. Öz annem ise şu aralar yeniden hayatımda.”
Mine, bu genç kadının sözlerindeki dramın boyutunu düşünmek istemedi. Biz
de öz annemizle sorunlar yaşıyoruz diyemedi. Klişe cümleler ile konuyu daha az
üzücü bir noktaya çekti. “Üzücü, tabii yaş küçük olunca böyle şeylerden
etkilenmek çok normal. Biz o günleri aştığımız için belki de bu kadar sevdik
Esra’yı. Bir gün tanışırsınız. Ara sıra gelir şirkete.”
“Sevinirim.” Ayça, rahat yanıtlardan sonra konuyu uzatmamış, kahvelerin
gelmesi ile de zaten yemeğin sonuna ulaşılmıştı.
*****
Üç gün sonra ikizler, Sedef’in zorlaması ile Fırat’ın dersine girdi. Sadece
ilk bir saati dinleyip çıkacaklardı. Ama planları bozulmuş, o ara sıra gülmeyi
unutuyor sandıkları adam derste başka bir karaktere dönüşmüştü. Hem eğlenceli
hem de akışkan bir tarzı vardı. İşte bu tanıdıkları Fırat’a daha çok
benziyordu. Asık suratlı olduğu zamanlar neler düşündüğünü merak etti Sedef.
Onu bu kadar düşündüren neydi? Onun bu kadar düşünceli olmasını kendisinin bu
kadar düşünmesi nedendi? Beyninde tur atan sorulara henüz yanıt veremeyeceğini
bilerek o sesleri susturdu. Şimdi alması gereken başka bir yanıt vardı.
Fırat, çok hızlı geçen ilk saatin sonunda araya çıkarken kızları eğitmenler
için ayrılmış bölümde ağırlamak ve ders hakkındaki görüşlerini almak
istemişti. Özellikle Sedef ne hissetmişti? Onun fikirlerini önemsiyordu.
Fakat bir sorun vardı. Kızların o gün ikisi de beyaz, uzun kollu gömlek giymiş,
biri koyu bordo, diğeri nefti yeşil etek tercih etmişti. Bu kez kim kimdir
oyunu daha zorluydu. O gün ilk kez derste görmüş ve hep bordo eteklinin Sedef
olduğunu düşünmüştü. Şimdi kendini yeniden test edecekti.
Fırat, kızlara kısa bir an baktı. Bordolu olan masadan iki kahve alıyor,
yeşilli olan ise telefonu ile oynuyordu. Yanlarına yürürken içinde hissettiği
kıpırdanma ile yeşil etekli olana dönüp, “Sedef hanım, merhaba, Mine hanım
bugün benimle konuşmaya tenezzül eder mi acaba?” diye sordu. Telefonla
oynuyor oluşu odalarında da yanlarına gelmediğini anımsatmış, Mine’ye
takılırken aslında Sedef’in tepkisini merak etmişti.
Yeşil etekli olan küçük bir gülücüğü sadece dudaklarının bir tarafına
sıkıştırıp yanıtladı. “Keşke soruyu Sedef’e sorsaydınız. Bakın size yanıt
vermek zorunda kaldım.”
“Ah ne büyük hata, Mine hanım beni affedin.” Yanılmadığını anlamış olmak
sevindirmişti. Kendi oyununu onların anlamamış olmasına daha çok sevinmişti. Bu
ayrımı nasıl yaptığını bilmiyor ama bir şekilde ikisini ayırıyordu. Onlar
oyuncuysa kendisi de oyuncuydu. Hem belki onlardan da büyüktü oyunculuk
yeteneği...
“Affedilecek bir şey yok. Ne yazık ki bu sorunla her zaman karşılaşıyoruz.
Ders çok keyifliydi. Sedef gitmek istedi ama ben ısrarla biraz daha dinlemek
istediğime onu ikna ettim.” Mine, avını köşeye sıkıştırmış olduğunu
cümlesini duyan Fırat’ın solan bakışlarından anladı.
Sedef sıkılmış mıydı? Fırat, biraz bozulsa da belli etmeden diğer ikize
döndü, “Keşke sizi sıkmayacak konular bulup anlatsaydım. Belki ikinci dersi
daha çok beğenirsiniz?”
“Mine, şaka yapıyor. Çok keyif aldım dersten. Aslında ilk derse girip sonra
işimizin başına dönecektik ama bu kadar keyifli olunca devamını dinlemeye karar
verdik.”
Bu cümleyi söyleyip kendini derse girmek mecburiyetinde bırakmıştı. Oysa az
önce ikizi ile karıştırdığını görüp vaz geçmemiş miydi? Hayır, ilk hatasında
vaz geçmenin manası yoktu. Onu denemesi ve ne yapacağını anlaması lazımdı.
Fırat ile tanıştıklarından beri ilk kez iki kardeş bu kadar yakın giyinmişti.
Şimdi sırada Fırat’ın test edilmesi vardı. Acaba kızları ayırt edecek ip
uçlarını yakalıyor muydu?
Bir sonraki ders başlayınca kızlar yerlerini almış, ders bitimi öğle yemeği
saati geldiği için hep birlikte şirketin lokantasına inmişlerdi.
“Hep tatlı yer misiniz?” diye sorarken ikisinin de manken gibi incecik
oldukları için bu soruya hayır yanıtı alacağından emindi. Oysa kızlar elbette
diye yanıt vermiş ve o günün tatlısı olan baklavayı tepsilerine koymuşlardı.
Daha önceki yemekleri hep dışarıda yedikleri için kızların herkes gibi sıraya
girmesi ve aynı yemekten yemeleri Fırat’ı şaşırtmıştı. Ayça bunu kendisine
söylememişti. Şirket ve çalışanlarla ilgili bilmediği neler vardı acaba?
Kendi tepsisine de tatlı alırken bir yandan da “Her öğle yemeğine çıkarken
sınıftaki talebimi yaparım. Öğleden sonra enerjik olmak için tatlı yemelerini
istiyorum. Aksi halde ne kadar eğlenceli ve hareketli bir ders de olsa
uyuyanlar oluyor. Tatlı biraz hızlı enerjiye dönüştüğü için ilk dersi daha iyi
izliyorlar.” diye anlatıyordu.
Mine, “Öğle paydoslarımız uzundur. Sizin ders saatleriniz de o nedenle
böyle ayarlandı. Tüm personel bu süreye alışkın. Dileyen gider uyur, dileyen
tatlısını yer. İsteyen de sporunu, duşunu yapar. Dedem bu konuda çok hassastı.
Kendisi her öğlen en az yarım saat uyurdu. Bunu tüm çalışanlara aşıladı. Sabah
erken başlasalar da öğlen uyuma özgürlüğü onları mutlu ediyor.”
“İlginçmiş. Aile şirketi tanımı bu olmasa da burada çalışanlar aile gibi
olmuş.” Daha cümlesi bitmeden kızlar Aylin’i görüp seslendiler. Yemeğini
bitirmiş, boş tepsisini götürmeye çalışan Aylin, kızların sesini duyunca
onların yanına geldi.
“Afiyet olsun, nasılsınız?”
“Biz iyiyiz canım, sen nasıl oldun?”
“Daha iyiyim. İlaçlar ve ben büyük bir aşk yaşıyoruz.”
“İyileş de gerisi önemli değil. Yarın öğlenini bize ayırır mısın? Epey
zamandır dedikodu yapmıyoruz.” Kızlar haftalardır bir türlü başlarını kaldırıp
hep yapmak istedikleri yemek işini organize edememişlerdi. Tam onlar
rahatladığında bu kez de Aylin şiddetli bir grip atlatmıştı. On gün raporlu
yatan genç kadın nihayet iş başı yapabilmişti.
“Ayırırım tabii ama maskeyle gelin, sizi de hasta etmeyeyim.”
“Saat tam on ikide kapıda hazır ol. Seni en sevdiğin yere götüreceğiz.”
“Yengeç bacağı ısmarlamazsanız gelmem.”
“Ne istersen... Bu arada eğitmenimiz Fırat bey ile tanışmış mıydın? Fırat
bey Aylin, babamızın en sevdiği elemanıdır. Onunla iyi geçinin. O ne derse o
olur.” diye tanıştırmıştı Mine.
Aylin uzaklaşırken Fırat kızlara döndü. “Aylin hanım asistan mı?” Necdet
beyin sevdiği, sözü geçen bir eleman ve kızlar ile bu kadar yakın, hatta aşırı
samimi olunca özel asistan olma ihtimali yüksekti. Sedef, açıkladı.
“Aylin santral memurudur. Bizim de ikinci eğitmenimizdi.” Fırat az önce
söylediği cümlenin doğruluğunu bir kez daha anladı. Şirketin içi birbirine
bağlı bir aile gibiydi. Elbette her ailede olan iç çatışmaların burada da
olduğunu tahmin etmek güç değildi. ”Şirketinizin yapısı ve elemanların
sizlerle olan diyalogları beni her geçen gün şaşırtıyor.”
Yemek tepsileri ellerinde bir masaya oturduklarında Mine’yi şeytan dürttü.
Günler sonra nihayet kendisini oyun oynayacak kadar keyiflenmiş
hissetti. Masa altından kardeşine dokunup Fırat’a döndü. “Mine ve ben
pek başka ailelerin kızlarına benzemeyiz. Çünkü babamız başka babalara
benzemez.”
“Sanırım ben de başkalarına benzemem Mine hanım. Dikkatliyimdir. Başka
zaman belki kanabilirim ama bugün yeşil etekli sizsiniz. Ve evet, babanız çok
istisna biri. Onunla çalışıyor olmaktan dolayı çok mutluyum. Bir de onun
takdirini kazanırsak bu sektörde alamayacağımız iş kalmaz.”
Sedef çok mutlu olmuşta bu oyunu bozmasından Fırat’ın. “Dikkatli olmanıza
sevindik. Çünkü konuşurken küçük ip uçlarını kaçıran, sonra
da birbirine karıştıranlara belli etmesek de çok kızıyoruz. Öyle
değil mi Mine? A bak kim geldi? Yiğit de yemeğe indiğine göre birazdan babam da
gelir.” O arada bir yandan da Yiğit’e el sallıyor ve yanlarına gelmesini
istiyordu.
Yiğit masadaki diğer erkeği ve Mine’nin yanında oturduğunu fark ettiği için
yemeğini alıp hızlıca masaya geldi. Fırat’ın kızlarla yemek yiyor olmasına
biraz bozulmuştu. En azından niyetinin ne olduğunu anlayana ya da emin olana
kadar yakın olmakta fayda vardı.
Üçlü yemeklerini yarılamış olsalar da Yiğit gelince biraz daha ağırdan
aldılar.
“Fırat beye burada mı yemek ısmarladınız? Bizim pinti bir şirket
olduğumuzu düşünecek.”
“Şirket hakkında en son düşüneceğim şey pintilik olur sanırım. Burada olmak
çok güzel. Hem personele yakın hem de nefis yemekler çıkıyor. Ama sonrası için
bu iyi bir fırsat oldu. Yarınınız dolu ama bir sonraki gün dördümüz yine yemeğe
çıkalım mı? Yengeç bacağından anladığım kadarıyla kimsenin deniz ürünlerin
karşı bir tavrı yok. Sizleri güzel bir yere götüreyim, bu yemeğin karşılığı
olur mu bilmem ama bence parmaklarınızı yiyeceksiniz.”
Herkes onay verirken Yiğit yengeç bacağını duyup gülmeye başladı. “Aylin’i
yemeğe mi götüreceksiniz?”
Fırat kaşını kaldırıp Sedef’in yanında oturan adama baktı. Onun soru dolu
bakışlarına karşılık açıkladı Yiğit, “Hepimiz deniz ürünlerini severiz ama
Aylin bildiğin aşerir.”
“Hamile mi?”
“Hayır, yengeç bacağı hastası. İlk yediği günden beri aralarına kimse
giremedi.” Sedef vermişti yanıtı. O sırada Yiğit ise Mine’ye bakıyor, onun
hala kendisinden bakışlarını kaçırmasına ama Fırat ile gülerek konuşmasına
kızıyordu. Artık aşmaları gerekiyordu bazı şeyleri. Evet büyük bir hata
yapmıştı. Önce yakınlaşarak sonra da uzaklaşarak hatasını katlamıştı ama artık
unutmaları gerekiyordu. Uzun yıllar aynı şirkette çalışacaklardı. Böyle tavır
alarak nereye kadar gidecekti olay?
Necdet Bey’in geldiği kısa süreli sessizlik ve sonra selamlama seslerinden
anlaşılıyordu. Onu görmeye alışkın personel hemen yemeklerine dönmüştü.
Kızlarının oturduğu masaya oturmuş, sadece ona istisna olan ayrıcalıkla yemeği
bir garson tarafından masaya getirilmişti. Fırat bunu normal bulsa da Sedef
açıkladı. “Kendi sıraya girince görevlileri ikna edip sadece sevdiği
yemeklerden istiyor. Böylece her şeyden yemesini sağlıyoruz.”
“Gördüğünüz gibi beyler, patron olmak bir yere kadar. Ya karınız ya kızınız
sizi böyle denetim altında tutuyor ve yediğinize içtiğinize karışıyor.”
“Sevilmek, önemsenmek ve bunu bu kadar açıkça yaşamak için değer.” Fırat,
hepsinin kendisine dönen bakışları ile yanlış bir şey mi söyledim diye düşündü.
Bu kez de Mine yanıtladı.
“Neredeyse aynı cümleyi Yiğit de söylemişti biz burada ilk çalışmaya
başlayıp babamın tabaklarını düzenlediğimizde.”
Fırat bu kez bakışlarını Yiğit’e çevirdi ve onun kendisine pek de sıcak
olmayan bir bakış attığını gördü. Üstünde durmayacaktı.
İş haricinde her şeyden konuşarak yarım saat kadar daha oturdular. Kızların
tatlılarının ardından istedikleri Türk kahveleri de gelmiş, yemeğin tüm
rehaveti ortadan kalkmıştı.
*****
“İlk intiba için ikinci bir şans yoktur, derler. İşte ben o kısmı aştım.
Güzel bir iş olacak. Şirkette herkes yardımcı olmak için çabalıyor. Böyle
olunca da benim işim daha kolay oluyor.”
Karşı tarafı dinledikten sonra gülümseyerek vedalaşıp kapattı telefonu
Fırat. Yanında bekleyen Ayça’ya dönüp, “Hadi derse girelim.” dedi.
Yine keyifli bölüm Fırat nasıl ayırıyor Mine ve Sedefi bakalım merakla devamını bekliyorum😊
YanıtlaSil