13 Ocak 2016 Çarşamba

KORKUTAN MİRAS 14. Bölüm

Olayın üstünden geçen bir haftalık süre sonunda herkes yeni hayatına uyum sağlamıştı. Esra bile daha iyiydi. Artık biraz daha yüzü gülüyor, evden çıkıyordu. 
  
Şirkette ise saldırı sonrası ilişkiler resmiyet kazanmıştı. Kimse dile getirmese de korku bulutları koridorlarda dolaşıyor, sessiz köşelerden fısıltılar yükseliyordu. Aşırı güvenlik tedbiri de bu ortamı körüklüyordu.

Çalışanların ikizlere ve patronlarına bakışlarında bile bir tedirginlik vardı. Her an kötü bir şey olmasını bekler gibiydiler.


Bu olumsuz havayı dağıtmak için akıllarına gelen şeyi yaptılar. Davet edildikleri bir başka defileyi bir magazin olayı havasına soktular. Beklenenden biraz daha fazla ses getiren bir bağış kampanyası olması için kızlar bir moda evi ile anlaştılar. Defileye katılacakları kıyafetlerin beklenenden biraz daha cesur olmasını sağladılar. Moda evinin bir önceki sezon için hazırladığı kıyafetlerin kura ile dağıtılmasına, bu kura için bilet fiyatlarının çok uygun tutulmasına ve böylece bilet satışlarından büyük meblağlı bir bağışın toplanmasına ön ayak oldular. Bir taşla iki kuş vurulmuş, günlerce gazetelerde gülen yüzlerinin görülmesi şirkette de olumlu etki göstermişti. Herkes eski haline dönmüştü.

Başkalarının yanında Necdet de daha normal davranıyordu ama geçen sürede içini rahatlatacak bir şey öğrenememişti. Korumalarının araştırma neticeleri içten bir gülüşe hasret bırakmıştı onu. Ne kağıdın ne kullanılan yazıcının tespit edilememiş olması çok canını sıkıyordu. Postaya atıldığı yer küçük bir posta bayisi idi. kamera olmadığı için kimin gönderdiğini bulmaları imkansızdı. Polisler henüz resmi raporu vermese de onların da bir şey bulamadıklarını kuşlar söylemişti.

***** 

Nihayet Endonezya gezisinin tarihi gelmişti.  Biri Söğüt Holding biri de Endonezya’daki fırtına nedeni ile iki kez ertelenen gezi bu kez gerçekleşiyordu. Mine, aksi bir şey olup gezi tümden iptal edilecek diye korkuyordu. Bu seyahat iş amaçlı olduğu kadar Mine için özel amaçlar da içeriyordu. Yiğit’in gerçek amacını, kimi istediğini ve kendisinin duygularını ölçeceği bir fırsattı bu seyahat. Yaşanan karmaşık günler ikisinin de hareketlerinden sonuç çıkartmaya uygun değildi. Herkes gergin ve sıkıntılıydı. Gün yaklaştıkça sıkıntının azalacağına artması Mine için olağandı. Bilmediği Yiğit’in de aynı derecede tedirgin olduğu idi.

*****

Yiğit, valizini alıp evden çıkmadan bir an geriye dönüp baktı. Unuttuğu bir şey yoktu. Pasaportu, bileti ceketinin cebindeydi. Tabletini elinde tutmanın daha kolay olduğuna karar vermişti. İş ile ilgili hiçbir şeyin olmadığı tabletin kaybolması en çok yenisinin alınmasına neden olacağı için bu kabin tipi çanta taşımaktan daha kolay gelmişti.
Kapısını çekip kilitlerken döndüğünde tüm kilitleri yine kendisinin açacağını, evde karşılayan birinin olmamasının artık eskisi kadar hoş gelmediğini düşünüyordu.
Mesela bu geziden iki kişi dönüp bu kapıdan da iki kişi girebilme ihtimali vardı. Aylardır aklını bulandıran Mine Söğüt bunu ister miydi? Hiç sanmıyordu!

*****

Bir büyük bir de küçük valiz kapının yanında taşınmayı bekliyordu. Odasına son kez göz gezdirdi. Çantasını açıp kimlik, pasaport ve bilet kontrolünü yaptı. Telefonu, tableti, müzik çaları… Mini boy el kremi, dudak bakım kremi yanındaydı. En önemli şeylerin yanında olduğuna karar verdikten sonra ikizinin oturduğu koltuğa yaklaştı.

“Hazırım.”
“Ben hazır değilim. Bir hafta… Hatta sekiz gün olmayacaksın. İlk kez bu kadar uzun süre ayrı kalacağız, farkında mısın?”
“Alışırsın!”
“Öyle mi Mine Hanım? O zaman sen de bensizliğe alışırsın. Demek ölsem gitsem hiç üzülmeyecek hemen alışacaksın?”
“Elbette. Düşünsene tüm şirketlerin tek sahibi olacağım. Ah tabii babam yeni bir kardeş yapacak ama o büyüyene kadar ben günümü gün edecek, har vurup harman savuracağım. Karışanım da olmayacak. Tam aradığım hayat!”
“Ahhaaa aynı planları yaptığımızı biliyordum. Neyse ki önce sen söyledin kötü ikiz sensin! Ve bu kötü ikiz sonra satacağı şirketler gelişsin diye iş görüşmesine gidiyor. İlginç bir yaklaşım.”
“Şimdi bu kötü ikiz o uçağa binip binlerce mil gidecek. Uzun yolculuklardan çok sıkılıyorum.” Sıkıldığı yolculuk değildi. Gerçekten ayrılmak ve bu kadar uzun süre görüşmeyecek olmak üzüntü vermeye başlamıştı. Daha yan yanaydılar üstelik! Üzerindeki ipek bluzun kırışmasına aldırmadan sarıldı kız kardeşine. Sedef, Mine’nin yüzünü ellerinin arasına alıp gözlerine baktı.

“Yanında sıkıntını giderecek muhteşem bir yol arkadaşın olacak. Tüm yolculuğun ve her anın tadını çıkart. Bir de şu adamı baştan çıkart. Sonra da her bir anı bana tek tek anlat.”
“Onu baştan çıkartmaya niyetim yok. Sadece bir şeyleri anlamak istiyorum.”
“Tamam işte, mesela nasıl öpüşüyor? Bunu anlamak kötü olmamalı!” Sedef havayı dağıttığının farkındaydı. Kardeşinin yüzünde o öpüşmeyi deneyeceğini gösteren baygın bakışlar oluşmuş, dolgun pembe rujlu dudakları hafifçe kıvrılmıştı.
“Elimden geleni yaparım.”

*****


İş yerinden çıkıp havaalanına gitmek daha mantıklı olmuştu. Hem gün içinde işleri aksatmamışlar, hem de havaalanı yolunu böylece yarılamış olmuşlardı.

Yiğit garaja inen asansörden çıkıp kendilerini havaalanına götürecek araca yürürken arka koltukta Mine’nin yanında Sedef’i gördüğüne şaşırmamıştı. Kızların en son dakikada birbirinden ayrılmayı isteyeceğini tahmin etmiş, yanılmamıştı.
Çantasını bagaja koyan Ahmet’e teşekkür ederken kendisi de ön koltuğa yerleşti.

“Bizimle gelmeye mi karar verdin?”
“Çok istesem de bu kez ikinizi baş başa bırakmam daha iyi olur diyorum. Bakalım bensiz işleri halledebiliyor musunuz? Başarısız olursanız babamı Mine’yi şirketten atmaya ikna edebilirim.”

İlk cümleler ile renkleri atan, sonraki cümleler ile gülmeye başlayan yol arkadaşları susmayı tercih etmişti.

İş çıkış saatlerine denk gelen havaalanı yolculuğu uzun süren trafik çilesi ile geçmişti. Bu süreyi arabanın içinde Endonezya’da yapacaklarını konuşarak geçirmeyi uygun bulmuşlardı. Nihayet havaalanına geldiklerinde saat 23.00 olmuştu bile. Kalkışa neredeyse iki saat vardı. Pasaport işlemleri için yeterli bir süreydi. Turistlerin azımsanmayacak sayısı dış hatlar terminalini çok hareketli bir yere dönüştürüyordu.

Yiğit ile Mine ise rahatlıkla işe giyilebilecek kıyafetleri ile hemen ayrılıyordu diğer kalabalıktan.  Sedef ilk kontrol noktasından sonra kardeşine yeniden sarılmış ve ayrılmıştı.

Artık ikisi uçuş saatini bekliyordu.

“Bir şey içer misin?”
“Teşekkürler, biner binmez uyumak istiyorum.” dedi. Hem gece uçuşu, hem de uzun sürecek yolculuk böylece çok daha hızlı geçecekti. O nedenle bir şeyler içip uyku kaçırmak istemiyordu.
“İstersen alkollü bir şey de alabiliriz.”
“Yoksa sen uçaktan korkuyor musun?” Mine gülümseyerek bakıyordu. Yiğit onun tüm yüzüne dağılan gülümsemesine hayranlıkla baktı. Kendini toparlayıp yanıt verene kadar gerekenden uzun süre geçmişti. “Sen belki korkuyor ve bana söylemeye çekiniyorsun diye düşünmüştüm. Ters tepti.”
“Korkmam. Yine de alkol almak daha iyi bir fikir gibi. En azından uyumaya da yardımcı olur.”

Uçuşları uyumla başlamış, gülerek sonuçlanmıştı. Güzel bir uyku ile sabahı buldukları için ikisi de güne daha neşeli başlamıştı. Mine onun yanında ilk kez kendisini rahat hissediyordu. Yiğit de sanki aynı hislerle hareket eder gibiydi.
Bu bir hafta çok güzel geçecekti… Mine bunun için elinden geleni yapacaktı.

 *****

Sedef, tek başına kullandığı büronun tadını çıkartacağını söylemiş olsa da kardeşini arıyordu gözleri. Her gün konuşuyorlar, ekrandan birbirlerine bakıp eğleniyorlardı. İşleri ve özel anları paylaşıyorlardı. Yiğit, atak yapmasa da Mine ile ilgili son derece düşünceli davranıyor, onun geziden daha çok keyif alması için çabalıyordu. Mine, iş için katıldığı toplantıların dışında kalan tüm vaktini neredeyse onunla geçiriyordu. Ara sıra canının sıkıldığını da anlatmıştı Sedef’e. Neden olduğunu söylememiş, bunların da kararlarında etkili olacağından başka bir şey belirtmemişti.

Sedef bu cümlelerin ne anlama geldiğini çözemiyordu. Acaba Birsen’in dediği gibi bir durum mu vardı? Kardeşinin hayatında maddi farklılığı olan bir iki kişi olmuştu. Çoğunluk aynı ortamlarda aynı gelir düzeyine yakın kişilerden oluşan gruplar içinden çıkıyordu. Yiğit de o gruptan sayılırdı. Ama aynı değildi.

Sedef, bu ilişkinin içinde bir yerlerde paranın sorun olmasından çok korkuyordu. Mine, böyle bir şey hissederse yıkılırdı. Kardeşinin asla yaşamasını istemeyeceği şeylerdi.

Sonra kendi hayatına baktı. Böyle düşünmesine neden olacak biri bile yoktu. Ara sıra birileri ile çıkıyor, yemek sonrası veda ederken yeniden görmek için heyecan duyduğu kimse olmuyordu.

Öğlen yemeği saati gelmişti. Babasının odasına yürüdü. Birlikte yemeğe inmek üzere sözleşmişlerdi.

Kapısını çalıp içeri girdiğinde Fırat Çetin’in de orada olduğunu gördü. Genç adam, babasına, “Tüm bölümlerin gerçek ihtiyaçlarını tespit etmek için dersi olmayan eğitmenlerimin bölüm şefleri ile görüşmelerinin büyük fayda sağlayacağını düşünüyorum.” diyordu. Sedef’i görünce yüzünde bir gülümseme oluşmuş, gizlemeye de çabalamamıştı. Üzerindeki koyu gri takım elbisenin içindeki kar beyaz gömlek ve uzaktan çizgilerinin bordo olduğunu düşündüğü gri kravatı ile çok yakışıklı gözüküyordu. Saçları ve sinek kaydı tıraşı da yakışıklılığını sergiliyordu. Sedef, etkileyici görüntüden gözlerini ayırıp babasına gülümseyerek, “Misafirin olduğunu bilmiyordum.” dedi. Sonra da Fırat’a dönüp “Merhaba, nasılsınız Fırat Bey?” diye sordu.
“Çok teşekkürler iyiyim. Necdet Bey ile yeni eğitim programları hakkında görüşüyordum. Sanırım yemeğe gideceksiniz. Size mani olmayayım. Sonra da görüşürüz biz.”
“Lütfen siz görüşmenizi bitirin. Ben beklerim. Hem benim de belki faydam olur.”
“Çok mutlu olurum.”
“O zaman son konuştuklarımızı sana da anlatalım, sonra da yemeğe çıkalım. Bize katılırsın değil mi Fırat?”
“Rahatsızlık vermeyeyim!”
“Olur mu öyle şey? Çok da mutlu oluruz.”
“O zaman yemekte konuşalım. Sizin için uyunsa tabii. Sedef Hanımı daha fazla aç bırakmayalım. Mine hanım ne zaman dönüyor? O yokken rahatlıkla kim olduğunuzu bildiğim günlerin tadını çıkartayım.”
“Üç gün sonra dönüyorlar. Son şansınız gerçekten. Ama bunu yemekte iş konuşarak harcamayız, değil mi baba?”
“İş yemeğine çıkmayacağız, keyifle öğlen yemeği yiyeceğiz. Hadi gidelim ve öğleden sonra da biraz daha iş konuşalım. Vaktiniz vardır umarım.”
“Elbette Necdet Bey, tüm gün buradayım.”
“Çok iyi, hadi o zaman çıkalım.”


*****


Sedef, havaalanında kardeşi ve Yiğit’in çıkışını bekliyordu. Seyahatin ilk günlerinde keyifli bir şeklide anlatıyordu yaptıklarını Mine. Son gün ise bir şey konuşmamış, gelince anlatırım deyip kesip atmıştı. Hem iş ile ilgili gelişmeleri hem de Yiğit ile yaşadığı flört havasını anlatırken çok mutluydu. Ta ki son güne kadar! İşte o nedenle Sedef merakla bekliyordu ikisini.

Geç saatte inecek olan uçakların yolcularını bekleyenler etrafta dolaşıyordu. Sedef, bir köşeye çekilmiş, tabletini eline almış, son işin rakamlarını inceliyordu. Sıkılınca kapatıp Fırat’ı düşündü. Babası ile birlikte gittikleri yemekte çok genel konular konuşulmuş, resmiyet biraz azalmıştı. Ayça’sız ilk bir arada oluşlarında Fırat’ın sıcak yapısını anlama imkanını yakalamıştı. Keyifli yemekten sonra kahve içmek için yine babasının odasına yürürken bir telefon ile Necdet Beyin iş başı yapması gerekmişti.

Sedef, babasına görüşmesi bitince onlara katılmasını söyleyip kendi odasına yönelmişti. Kahvelerini söyleyip, Fırat’ı da odasına davet etmişti. O ilk baş başa kalışlarında çok genel konuları konuşmuşlar, yarım saatin nasıl geçtiğini anlamamışlardı. Ertesi gün sonra bu kez Fırat onu yemeğe ve kahve içmeye davet etmişti. Üstelik bu kez sadece ikisi gitmiş ve uzun bir öğle yemeği ile keyifli vakit geçirmişlerdi. Aralarındaki hafif flört havasını sevmişti. Her iki yemek de öğlen yemeği olduğu için anlam yüklemek, olayı abartmak olacaktı.

Düşüncelerinden sıyrılmasını, yanına gelen korumalardan biri sağlamıştı.  Endonezya uçağından inenlerin çıkmaya başladığını haber vermişti. Sedef, diğer bekleyenlere katıldı. Uzun boyu, uzun saçları ve her hali ile etkileyici duruşu çevresindekilerin bakışlarını üzerine topluyordu. Bakışların kendisine dönmesine alışkın birinin umursamaz tavrını takınmıştı. Çoğunluğun birazdan yaşayacağı şoku düşünüp gülümsemesini bastırmaya çalışıyordu. Üzerinde sıkıca oturmuş bir kot pantolon ile beyaz keten bir gömlek vardı. Güneş gözlüğü ile arkaya attırdığı saçlarını hafif bir el hareketi ile düzelttikten sonra iyi gözüktüğünden emin çıkan yolculara bakmaya başladı. Çok özlemişti kardeşini.

Perondan valizlerle çıkan ikiliyi görünce gülümsemesi büyüdü. Kardeşinin kot pantolon ve beyaz gömleğini görünce neredeyse kahkaha atacaktı. Etrafındaki bakışların iki kadın arasında mekik dokuduğunu da görebiliyordu. Nihayet kardeşi gelen yolcu sınırlarının dışına çıkabilmişti. O ana kadar ikisinin yüzündeki ifadeyi fark edememişti. Yiğit neredeyse asık yüzlüydü. Mine de çok mutlu gözükmüyordu. Sedef iyi niyeti ile seyahatin bitiyor olmasının üzüntüsüdür diye düşündü.

İkisinin sarılmasını gören yıllardır görüşmediklerini düşünürdü. Yiğit tüm sıkıntısına rağmen onların bu halinden mutluluk duydu. Mine hiç olmazsa sevdiklerinin yanında keyifli haline dönecekti. Ya kendisi? Çok aptalca hareket etmişti. Hem o gece hem de sonrasında büyük aptallık etmişti. Mine’nin kendisinden köşe bucak kaçması, on üç saatten daha uzun süren yolculuk boyunca kendisi ile hiç konuşmamış olması da ne kadar kızgın olduğunu gösteriyordu.

Sedef, kardeşinin sarılmasından az önceki iyi niyetli düşüncelerinin çok masum kaldığını, bu ikisinin kavga ettiğini anlamıştı. O an yapılacak bir şey yoktu. Zaten onun üstüne vazife de değildi. Zamanı gelince kardeşi anlatır o da fikrini söylerdi. Korkunç bir gerilim vardı ortamda. Bir şey belli etmeden yeniden kardeşine sarılan Sedef uzun uzun öptü ikizini. İkisi de bu ayrılığı zor yaşamıştı. Mine, kardeşinin kulağına, ‘sakın konuşma’, derken onun bir şeyler anladığından emindi. Zaten saklayamayacakları kadar belliydi duygular.
  
Yiğit de Sedef ile tokalaşmış, gelerek zahmet ettiğini söylemişti. Güvenlik şartlarını biliyorlardı. Herkes evlerine güvenlik görevlilerinin eşliğinde gidecekti.  

“Senin için gelmedim ki, kardeşimi özledim. Nasıl geçti? Gerçi her adımı biliyor sayılırım ama son günün raporunu alamadım henüz.” Bir şey anlamamış gibi konuşmak için çaba harcamış başarılı da olmuştu.

Yiğit, o raporların içinde neler olduğunu merak etse de kısaca iyi bir gezi olduğunu, büyük anlaşmaların bittiğini, küçük sorunların da çözüleceğini umduğunu, kalanını raporlar haline getirince bolca okuyabileceğini söyleyip konuyu kapattı. Mine tek laf etmemişti.  
  
*****  
  
Mine ne o akşam ne de ertesi gün iş ile ilgili cümlelerin haricinde konuşmadı. Sedef sorsa da her seferinde geçiştirmiş, ‘şimdi değil’, demişti.
Mutlaka önemli şeyler olmuştu ve bunu kardeşinden saklamak istiyor ama yalan da söylemek istemiyordu. Sedef iş görüşmeleri hakkında yeterince konuştuklarını,  Yiğit’in de onu ilgilendiren kısımları anlattığını söyleyip bilmesi gerekenleri anlatmasını istediğinde  Mine ‘Önemli bir şey yok’ deyip konuyu kapatmaya çalışınca Sedef sinirlendi.  

“Mine, yeter! Günlerdir soruyorum, hep aynı yanıtı alıyorum. Orada neler olduğunu anlat yoksa gider Yiğit’e sorarım. Sanırım istemezsin bunu?”  
‘Hayır sakın ha!’ diye düşündü. Ama dudaklarından “Git sor. Zaten seni ağzından düşürmedi, sor da anlatsın neler olduğunu!” cümleleri döküldü. Bu cümleleri kurarken bile Sedef’in sormayacağına inanıyordu.   
“Tamam, o zaman sorun yok, gidiyorum. Çünkü şu çirkin suratını çekemem.”
Masasından kalkmış kapıya doğru iki adım atmıştı bile. Mine, onun gitmeyeceğinden emin çarpık bir gülümseme ile yanıt verdi. “Aynısından sende de var!”  
“Kendimi, aynaya bakmazsam görmüyorum.” Kapının koluna uzanan eli, Mine’nin sesi ile havada kaldı.  
“Ukala, gel şuraya.”
“Hah şöyleee, anlat bakalım Mine Hanım, ne oldu da bu kadar kızdın?”  
“Bir şey olmadı.”  
“Mine, anlat!”  
“Ne anlatayım? Oturup kalkıp senden bahsetti. Bunu mu duymak istiyordun?” Neredeyse bağırmıştı kardeşine. Hem de bir erkek için...  

Sedef kardeşinin kıskançlığının ne kadar büyüdüğünü görüp şaşırdı. Mutlaka önemli şeyler olmuştu ve Mine gerçekten çok kızgındı. Bu üçünün ilişkisi için de, şirket için de, kötüydü. En kısa sürede çözülmesi gereken bir konuydu.
   
“Mine’ciğim, güzelim ben o adamla bir çok kez dışarı çıktım, iş yemeklerine katıldım. Hatta kısa süreli kaç kez seyahat yaptık anımsamıyorum bile. Yemin ederim benimle hiç ilgisi yok. Benim de onunla yok. Bu bir haftayı benimle ilgilendiğini sanarak ziyan etmiş olmana inanamıyorum. Benimle ilgilenmiyor, eminim bunun tam tersi onun hissettikleri. O senden hoşlanıyor!” 
“Nereden biliyorsun Sedef? Aynıyız. A’dan Z’ye aynıyız. Bunu anlaman neden bu kadar zor?”  
“Zor çünkü ben iyi biliyorum o seninle ilgileniyor.” 
“İyi o zaman söyler misin, gezi boyunca neden sana hediye alma çabasındaydı? Neden senin sevdiğin yemeklerle benimkileri karşılaştırdı?” Dilinin ucuna kadar gelen, ‘neden benimle sevişmek üzereyken vazgeçti?’ sorusunu yuttu.

O anları anımsamak bile istemiyordu. Evet, biraz alkol almışlardı ama ikisi de sarhoş değildi. O akşama kadar her akşam da benzer ölçülerde alkol tüketmişlerdi. Yaşananları buna bağlayamazdı.

Otel odasının kapısında vedalaşırken onu öpen Yiğit’ti. Odaya giren, öpmeye devam ederken elbisesini sıyıran, yatağa düşmelerine neden olan ve sonra kalkıp giden…   

Mine vücudundaki sıcaklığı anlamasın diye cama doğru yürüdü. O dışarıya bakarken Sedef de sakin bir sesle kardeşini yanıtladı. “Acaba bunları soran o beynin, senin zevklerini de bu sayede öğrendiğini, direkt sorup da terslemenden korktuğu için beni kullanmış olabileceğini neden düşünmüyor? Bak şimdi de ben soruyorum, bunu anlaman neden bu kadar zor?”
  
“Çok pembe bir bakış açısı oldu bu!” Sedef’e anlatamazdı. Daha önce birçok kez konuştukları konulardı bunlar ama bu kez anlatamazdı. O anı, yaşadıklarını ve yaşamadıklarını anlatamazdı.
   
Sedef, kardeşinin sesindeki kızgınlığın biraz geçtiğini görünce gülümsedi. “Evet pembe ve ikimiz de biliyoruz pembe bize çok yakışıyor. Hadi gel üçümüz yemeğe çıkalım.”

Aslında ikna olmamış sadece üstüne gitmekten o an için vazgeçmişti. Asıl konunun bu olmadığını tahmin edecek kadar iyi tanıyordu kardeşini. Babalarından aldıkları inatlarını kırmak için bazen zamanı kullanırlardı. Yine öyle yapacaktı. Hem de bu süreyi beklerken farklı bir yöntem uygulayacaktı. Yiğit ile ikisinin döndüklerinden beri bir araya gelmediklerinin farkındaydı. İşte şimdi bu değişecek, aynı ortamda olunca en azından konuşmak zorunda kalacaklardı. Bir adım atılırsa devamının gelmesi kolaylaşacaktı. Evet, aklına gelenin iyi bir hareket olduğunu biliyordu.   

Mine, Sedef’in amacını anlamıştı. İkisi de bir araya gelmemek için uzak duruyorlardı. Yiğit için bu zaten çok kolay olmalıydı. Kendisi ise özellikle ayarlamış, bir araya gelmemişti. Şimdi ise Sedef’in de olduğu bir yerde Yiğit ile bir arada olmak kesinlikle  istemeyeceği  bir şeydi.   

“Ben gelmem.”  
“Tok musun?” 
“Hayır, onunla yeni bir yemek işkencesine katlanmam.”  
“Hadi saçmalama. Ben orada olacağım. Kimse kimseye işkence yapmayacak. Şöyle ikiniz bir arada anlatın bana neler yaptığınızı. Şu anlattığın flörtler neden sizi kanlı bıçaklı yaptı bir de birlikte anlatın.”  

Mine, Sedef’in yüzüne bakamıyordu. Çantasından telefonunu alıp ekranda bir şeye bakıyormuş gibi yaptı.  

“Tamam, bak özlemişsinizdir birbirinizi birlikte takılın işte. Ben gelmiyorum.”
‘Sonra belki bir otele gidersiniz ve seninle sevişir. Benimle de sen olduğunu düşünerek sevişmek istemiş olmalı. Her nasılsa farklı gelmiş olmalıyım ki vazgeçti.’ Düşünceleri canını yakınca yine başını pencerenin dışındaki manzaraya çevirdi. Keyif alınacak bir şey yoktu baktığı yerde. Başka binalar, başka iş yerleri, başka hayatlar…

Sedef iyice şüphelenmişti. Mine artık kıskançlıkla değil kızgınlıkla konuşuyordu. Neredeyse Sedef’e nefret kusacaktı. Az önceki konuşmalarının hiç mi etkisi olmamıştı? Madem kızıyordu, biraz daha kızdırmaktan bir zarar gelmez diye düşünüp  “O zaman ben de bulduğum ilk fırsatta senin onu ne kadar çok beğendiğini ve kıskandığını söylerim.” dedi.

Telefonu çantasına geri atan Mine kızgınlıkla bağırdı, “Sakın! Sakın Sedef, öyle bir şey yapayım deme! Yeterince onun gözünde rezil bir yerdeyim, daha diplere itmene gerek yok.”  

“Allah aşkına ne oldu? Adamın üzerine mi saldırdın? Asansörde poposunu mu sıktın?”
Mine neredeyse evet üzerine atladım ama o beni istemedi, diyecekken kendini tuttu. “Poposunu sıkmadım.” dedi. Sedef bu cümlenin altında yatanı ya anlamamış, ya da anlamazdan gelmişti.
“O zaman hadi kalk, geçerken onu da alalım. Bu gerilimli ortam işlerimiz için hiç de iyi olmaz.” 

Zorla kardeşini kapıya yöneltti, kendi çantasını alıp, başka bir tarafa kaçmadan kardeşinin koluna girip Yiğit’in odasına doğru yarı sürükleyerek götürdü. Yiğit’in odasının önüne geldiğinde Mine, kolundan kurtulmuş ve bir adım arkada kalmayı başarmıştı. Sekreteri müsait olduğunu söyleyince kapısını tıklatıp açtı. Yiğit masasının başında ceketini çıkartmış, kollarını da sıvamış çalışıyordu. Sedef onu böyle görmeye alışkındı. 

Kapı sesi ile  başını kaldırıp bakınca önde Sedef’i gördü, Yiğit. Hemen arkasında da Mine’nin de durduğunu görebiliyordu. Onun da gelmiş olmasına şaşırdı ama belli etmeden, “Merhaba, bir şey mi istedin?” diye sordu Sedef’e. 
  
Rahat adımlarla ve yüzünde güzel bir gülümseme ile odaya girdi Sedef. Yiğit’in odası da kendi odaları kadar büyük ve şık döşenmişti. Sadece renkleri biraz daha erkeksi olan kızıl kahve ve bej ağırlıklı, yer yer siyah parçalarla daha keskinleştirilmişti. Büyük ahşap masanın üstünde her şey muntazam bir şekilde duruyordu. Düzenli çalışmayı sevenlerdendi Yiğit.   

“Biz yemeğe gidiyoruz sen de gel. Bana anlatın şu seyahatte neler yaptığınızı! Nedense Mine bir şey anlatmıyor!”   

Yiğit, kısa çok kısa bir an donup kalmıştı. Bakışları Mine ile buluşunca o anı geride bıraktı. Kaçamayacağı bir karşılaşma olacaktı. İkisi bir arada olursa Sedef’e bir şey anlatmadan olayı çevirebilirlerdi. Mine’nin anlatmama nedeni bu olmalıydı! 

“Beş dakikanız var mı?”  
“Senin için buluruz. Gelelim mi dışarıda mı bekleyelim?”  
“O ne demek? Elbette içeride bekleyin. Bir yanıt yazıyorum. Hemen bitiriyorum.” Sedef zaten yolu yarılamıştı, bir iki adım sonra kanepeye ulaştı. Mine de sakin bir yüz ifadesi ile içeri girdi.

Endonezya dönüşünden beri Mine ile daha resmi konuşan Yiğit, onun kendisine bakmadığını görünce aradaki soğukluğun geçmediğini anladı. Bu yemek fikrinin Sedef’ten çıktığı belliydi. Elbette o da ikisi arasında bir şeyler olduğunu ve eskisinden de mesafeli olduklarını anlamış olmalıydı. Bunun nedeni kendisiydi. Şimdi de nasıl düzelteceğini bilmiyordu. O akşam büyük bir hata yapmıştı! Hayır, bir değil iki büyük hata yapmıştı. Hem o odaya girerek, hem de genç kadını orada bırakıp çıkarak…

“Yeni bir yer açılmış. Balık lokantası. Deniz mahsulü sevmeyen yok değil mi?”

Konu balık olduğunda onun kadar iştahı açılan ikinci kişi kesinlikle Mine idi.  
Yanıt Mine’den geldi, “Senin ne kadar çok sevdiğini biliyor Yiğit bey, eh ben de severim. Sorun yok bu durumda.” 

O cümledeki imayı doğru mu anlamıştı acaba? Sedef ile olan arkadaşlığını mı kıskanıyordu Mine? Yoksa yerini mi anımsatıyordu? Yiğit, Mine’ye baksa da genç kız kendisine bakmıyor, elindeki telefonun ekranında gördüğü bir şeylere gülüyordu. O umursamıyorsa, kendisi de umursamayacaktı. “O zaman balık yiyoruz. Öğleden sonra önemli toplantılarım var. Yoksa şöyle uzun ve güzel bir yemek olabilirdi. Beyaz şarap eşliğinde…”

O meşum gece de beyaz şarap içmişlerdi. Mine’nin dudaklarından almıştı o tadı. Şimdi bu cümleyi söyleyip genç kadının tepkisini ölçmek istemişti. Telefonunun ekranından başını bir an kaldırmış ama Yiğit’e bakmamıştı. Bu bile karar vermek için yeterli hareketti. Kesinlikle ilk adımı atması gereken Yiğit idi. Neyin neden olduğunu konuşmadıkları sürece bu saçmalık devam edecekti. O konuşmanın sonuçlarının çok ağır olabileceğini de düşünmeliydi. Zaten o geceden beri düşündüğü tek şey buydu. Belki istifasını verip holding binasından ayrılmalı, diğer şirketlerden birine geçmeliydi. Böylece ondan uzak durur, daha olumsuz ortamların oluşmasını engellerdi.  

“Sonra yaparız öylesini.” Sedef, aralarında duyguların karıştığı bir yakınlık olduğunu anladıktan sonra daha rahatlamıştı. Kısa süre sonra üçü de asansörün gelmesini bekliyordu.  
  
Yemek siparişlerini verip o günkü işleri konuşmaya başlayınca Sedef dayanamadı. “Benim öğrenmek istediğim Endonezya gezisi beyler bayanlar. Hadi anlatın yoksa silah zoruyla anlattıracağım.”  

İkisi de susup birbirine bakınca Sedef gülümsedi, konuşmaya başlamayacaklarını anlayınca da kendisi sorularla ikisini yönlendirdi. 

“Madenlerin kalitesinden emin misin? Örnekler iyiydi ama özel seçip yollamış olmasınlar? Belki her damar aynı kalitede değildir?” Tüm bunları raporlardan okumuştu. Şu an ortamda bulunan gergin havadan kurtulmak tek amaçtı. Yiğit de ona uyum sağlamış, konuları anlatmaya başlamıştı. Evraklara dökülmüş bilgilerin dışındaki görüşlerin konuşulmasında her zaman fayda vardı.
  
“Madene gittik. Orada da bir sürü örnek vardı hatta ilk çıkışlarını bile gördüm. Tahminimizden iyi damarlar var. Üstelik ekip çok profesyonel. İyi bir anlaşma oldu.”  

Sedef bu kez Mine’ye dönüp sordu. “Ağaçlar için ne yaptınız?”
  
“Tik ağaçları muhteşemdi. Suya dayanıklı olması zaten en cazip tarafı. Siparişler konusunda güzel bir anlaşma yaptım. Ama biliyor musun acayip pazarlık yapıyorlar.” Mine sanki sadece ikisi varmış gibi konuşuyordu. Yiğit’ten tarafa bir kez bile bakmamıştı. Bunu değiştirmek Yiğit’e düşüyordu. “Senin kadar iyi değillerdi. Canlarına okudun onların.” Genç kız boş bulunup gülümsemişti. ‘Nihayet’ dedi Yiğit, sanki temmuz sıcağına geri dönmüş gibiydi yüreği.

Sedef tam o an can alıcı soruyu sordu. “Kaldığınız yer nasıldı? Tur firmamız ile oraya seyahat yapılabilir mi?”  

İkisi de sorunun başını duymuş gerisini anlamamıştı. Sedef yüzlerine bakıp orada kesinlikle bir yakınlık olduğunun ispatı kızarıklıkları görüp sustu. Yanıt beklemek yerine yemeğine yoğunlaştı. O an Yiğit, “Güzel bir tesis. Kaliteli ve hızlı servisi var. Odalar... daha iyi olabilir. Turizm firmasının düzenleyeceği turlarda yer alır. Fakat, tur için biraz daha detaylı araştırma yapılmalı. Mine fırsat buldukça ilgilendi fakat süre yetersizdi.  Sanırım iş turizm olunca onun bakış açılarına yetişmemiz mümkün değil.”
“O zaman en kısa sürede bir kez daha gidersiniz. Bu kez turizm için gidip biraz da tatil yaparsınız.”
“Sanmıyorum.” dedi Mine sert bir sesle. “Ben yeterince gördüm. Tur için göndereceğim birileri var. Onlar benden daha iyi araştırmalar yapacaktır.” Hayatı boyunca Endonezya adını duymasa ‘böyle bir ülke vardı, ne oldu acaba?’ demezdi. Oraya bir kez daha gitmeyi asla düşünmüyordu.

Sedef ise onun yüzünden geçenleri izlerken gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Biraz zaman geçince kardeşini sıkıştıracak ve neler olduğunu öğrenecekti.


   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder