10 Ocak 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 13. Bölüm

Telefondan önce yine bir hıçkırık sesi duyuldu, sonra kendini toparlayan Esra,  “Necdet…” diyebildi. Sesi kısılıp yok olmuştu. Hemen ardından daha şiddetli ağlamaya başlayınca Sedef’in de sesi kesildi. Soramadı… Yutkunurken Mine de yanına gelip neler olduğunu anlamaya çalışıyordu, nihayet sesini toparladığında “Babama bir şey mi oldu?” diyebildi. Mine o anda, Sedef’in kulağındaki telefonun hoparlöre alacak tuşa zorla da olsa ulaşmıştı.  

“Arabasına ateş edilmiş. Neredeyse ölüyormuş. şimdi karakolda ifade veriyor.”  
“Oh iyi yani?” diyen Sedef’e Mine de eşlik etti, “Çok şükür.”  
“Ona bir şey olsaydı…” Esra cümlesini tamamlayamamıştı. Sedef lafa girip, “Esra, sakin ol biz dönüyoruz. Biletlerimizi ayarlar ayarlamaz geliyoruz. O arada babam eve döner nasılsa, sen ne olur biraz sakinleş.” derken tüm vücudunun titrediğinin farkında bile değildi. Etrafındakilerin hem sesleri kesilmiş hem yüzleri asılmıştı. Kimse tam olarak ne olduğunu anlamadığı için Birsen kısaca anlatmıştı onlara.

  
Mine, kardeşi konuşurken kendi telefonundan Süheyla hanımı aradı. “Süheyla Hanım, şimdi duyduk olayı. Sen bir papatya çayı yap. Esra’ya verebilirsen bir de uyku ilacı ver. Yok yok uyku ilacı değil şu doktorunun verdiği sakinleştiricilerden ver. Babam gelene kadar biraz rahatlasın. Onu görünce düzelir zaten. Sizlerin gözü hep üzerinde olsun. Üst üste ikinci olay bu ve biliyorsun şu aralar çok güçsüz.” Karşıdan talimatları anladığını belli eden kadına iyi akşamlar deyip telefonu kapattı. 

Bu kez de babasını aradı ve ifadesinin bittiğini, eve varmak üzere olduğunu öğrendi. Sedef, kardeşinin yaptığı konuşmaların farkında Esra ile konuşmaya devam ediyordu. Amacı onu oyalamaktı. Mine’nin babası ile konuştuğunu ve iyi olduğunu anlayınca o da daha rahat ve neşeli konulara dönmüştü. Esra’ya aldığı elbiseyi anlatıyordu. Türkuaz rengini sevmezse istediği bir renkle dönmeden değiştirebileceğini söyleyince Esra bir an durdu ve genç kızın aslında neden konuyu değiştirdiğini anlayıp “Türkuaz güzel renk.” diye yanıtladı. Onun rahatladığını anlayan Sedef, Mine’nin babası ile konuştuğunu, birazdan evde olacağını söyleyince Esra bir kırık dökük bir gülümseme ile teşekkür etti.   

Mine babasına o akşam uçak bulurlarsa hemen döneceğini söylüyordu. Necdet Bey de aynı ısrarla gelmelerine gerek olmadığını, olayı polisin araştırdığını ve herkesin iyi olduğunu anlatıyordu. En sonunda Mine’yi dönüş uçağını değiştirmemeleri konusunda ikna etmişti.  Telefonlar kapandığında kızlar ne olmuş olabileceğini konuşmaya başladı.
   
“Babamın şu aralar ters düştüğü biri var mı?”  
“Ben hiç anımsamıyorum. Biliyorsun çok gerekmedikçe borçlularla o ilgilenmez. İhale de yoktu bu ara. Olsa zaten bizim burada ne işimiz var? Sedef, acaba bilmediğimiz işleri var mıdır babamın?” 
“Sen bilmiyor musun? Babam mafya kızım, dünya kadar bilmediğimiz işi var!”

İtalyanların kulak kabarttığını anlayınca şaşkınlıkla döndü onlara. Sonra mafya kelimesinin onları meraklandırdığını anlayıp güldü. Kardeşi ile dalga geçtiğini söylerken herkesin gülmesini sağlamıştı.

Mine yine de en kötüyü düşünmeye çalışıyordu. Sedef’e kızgınlıkla dönüp,  
“Tamam yani biz biliyoruz her şeyi ama yine de bilmediğimiz bir düşmanı olabilir.”  
“Mine, sen saçmalarsan ben de saçmalarım. Adamın tüm işlerinde ya sen ya ben mutlaka varız. Bizden gizli ancak tuvalette iş görüşebilir. Düşman diyorsan tüm rakiplerimiz aynı zamanda düşmanımız ama kimsenin babamın canına kast edeceğini sanmıyorum. Bence yanlış kişiye ateş ettiler. Adamlar yakalanırsa ortaya çıkar ne olduğu.” 
“Yiğit biliyor mudur?”
“Sorsana.”
“Sen sor.”
“Sonra da kız bana, aç hadi, sesini duysun.”
Mine daha fazla oyalanmadan aradı Yiğit’i.
“Mine? Ne oldu?”
‘Seni aramam için bir şey mi olmalı?’ diyecekken kendini zorda olsa tuttu. Sakin bir sesle, “Babamla konuştun mu son bir saatte?”
“Hayır! Ne konuşmam lazımdı?”
Olaydan haberi olmadığını anlamıştı. “Babamın arabasına silahlı saldırı düzenlenmiş.”
“Ne? Ne diyorsun? Necdet…”
“Sakin ol, bir şey olmamış. İfade vermiş, eve dönüyordu. Sedef ile konuştuk ve ona böyle bir saldırıyı kimin yapacağını bulamadık. Senin bildiğin bir tehdit var mı? Son zamanlarda ters düştüğü kimse oldu mu?”
“Bu noktaya gelecek kimse olduğunu sanmıyorum. Düşüneyim, bir şeyler anımsarsam babana da söylerim, seni de ararım. Siz dönecek misiniz?”
“Babam, programı bozmamızı istemiyor. O yüzden yarın dönüyoruz.” Tam o anda masadaki erkeklerin yine gürültülü konuşmaları başlamıştı. Çünkü masaya bir kadın gelmiş onlarla selamlaşmıştı.
“Programınız çok dolu belli. İyi eğlenceler, bir şey olursa ararım.” dedi Yiğit ve Mine’nin yanıtını beklemeden kapattı telefonu. Elindeki telefona bakan genç kızın bu tavır karşısında bozulması gerekirdi ama o gülümsüyordu.
“Ne dedi de yüzün aydınlandı?”
“Yüzüme kapattı!”
“Buna mı gülüyorsun?”
“Şu yakışıklıların sesini duydu ve hemen kapattı.”
“Gördün mü? Haklıyım işte. Bu adam seni kıskanıyor!”
“Acaba onların seninle konuştuğunu düşünüp kapatmış olabilir mi?” Bu kadar olumsuz düşünmek için hiç çaba harcamaması ama aklına asla iyi bir şey gelmemesi kendi sinirini bozmaya başlamıştı. “Tamam, tamam sustum.”
“Offfff Mine, offf. Öldüreceksin beni. Adamın benimle iş ilişkimiz dışında arkadaşça olan bir yakınlığı var. Evet, çok benziyoruz, evet ikimiz de çok güzeliz ama onu bu hale getiren sensin. Anla şunu artık.”
“Ve ben babam silahlı saldırıya uğramışken, ölebilecekken seninle bir erkeği tartışacak kadar çiğleştim. Özür dilerim kafam karıştı, saçmalıyorum.”
Birsen, Sedef’in kulağına eğilip Mine’nin duymayacağı bir sesle, “O adama kör kütük aşık olmuş. Dikkat et, seni gerçekten kıskanıyor ve kendini frenleyemiyor.” dedi. Sedef bu kez arkadaşına hak verdi. O aksini ispata çalıştıkça Mine’nin aklı karışıyordu.

Sonraki yarım saat ikizlerin bu saldırıyı kimin yapmış olabileceğine dair yaptıkları varsayımlar ve hemen ardından aynı kişileri nasıl temize çıkarttıkları ile geçti. Bilmedikleri bazı şeyler vardı. Mesela babası neredeydi? Saldırı nerede olmuştu? Merkezi bir yerde böyle bir saldırının çıkartacağı gürültü çok olacağına göre biraz sakin bir şerlerde olmalıydı. Öyle ise kim nereden biliyordu oradan geçeceklerini? Tüm bu soruların yanıtlarını bilmediği için ikisi de daha fazla düşünmek yerine son gecenin biraz daha tadını çıkartmaya karar verdi. tabii o ruh hali ile ne kadar eğlenilirse!

Başaramadıklarını masanın tüm havasının kaçması ile anladılar. Tatları kaçtığı ve diğerleri ile konuşacak bile istekleri olmadığı için akşamı erken noktaladılar. Yine de hepsinin ortak isteği ile ertesi gün saat onda kahvaltı için buluşmaya karar verdiler. Son günlerini birlikte geçirmek ve Roma’yı gezmek hoş olacaktı.  
  
Otele döndüklerinde yeniden olayı konuşmaya başladılar. Sedef sonunda daracık alanda yürümekten sıkılıp kendini koltuğa attı. Sonra da yüzünde bilmiş bir ifade ile hafifçe doğrulup sırtını dikleştirdi, “Şimdi anladım. Biz buradayken daha güvendeyiz. Bu saldırganın kim olduğu, neden yaptığı ortaya çıkana kadar daha tedbirli olmamız gerekiyor. O yüzden de tüm hazırlıkları yapana kadar bizim uzak durmamız işine geliyor. O yüzden ısrarla gelmeyin dedi.”  

“Polisiyeye bağladın. FBI’a da haber versek mi?”  
“Amerika’da değil İtalya’dayız. Buranın polisleri nasıl acaba? Erkekleri için yakışıklı diyenlerin sanırım gözlerinde sorun var ama polisleri yakışıklı olabilir.”  
“Öyle deme, bak en yakışıklı üç tanesi ile kaç saat geçirdik. Ama genele bakarsak gerçekten kim bunlara yakışıklı demiş? Algı yönetimi bu olsa gerek”  
Sedef burun kıvırınca Mine de güldü. Nihayet biraz rahatlamışlardı. 
  
   
*****


Necdet Söğüt, kurşunların küçük izler bıraktığı hafif zırhlı aracına binerken bunu alması için ısrar eden Esra’ya hayatını borçlu olduğunu düşünüyordu.
Kimin böyle bir saldırı düzenleyeceği konusunda gerçekten tahmini yoktu. Son zamanlarda ters düştüğü bir rakibi olmamıştı. Asla bu kadar büyük kin kusacak bir rakip de edinmemişti. Çok eskilerde, daha gençken yaşanan rekabetler zamanla yerini tatlı çekişmelere bırakmıştı. Pasta hepsine yetecek kadar büyüktü.

Polis, işten çıkartılan birilerinin böyle bir saldırı yapabileceğini söyleyince bir iki isim anımsamıştı. Yine de bu nefreti hak edecek ne yaptığını bulamıyordu.
İfadeyi en yakın karakolda vermişti. Kendisine koruma polisi isteyip istemediği sorulmuş, hayır yanıtından sonra daha dikkatli olmaları konusunda uyarılmıştı.
Gereken her türlü tedbiri alacaktı. Konu savcılığa intikal edecek, biraz işler büyüyecekti. Yine de küçük bir karakolda ifade vermenin rahatlığı vardı. Gazetecilerin haberi olmadan evinin yolunu tutmuştu.


*****

“Gerekeni yaptın mı?” Yaptığını biliyor ve soruyordu. başka kaynaklardan haberler gelmişti bile. Sadece bir de ondan dinlemek istiyordu.
“Bu akşam korktu. Ölümü ensesinde hissetti. artık hareketlerine daha çok dikkat edecek. Eminim korumaları da artacak ama bir süre ona rahat nefes alma imkanı vereceğiz. Tek farkla, bir kaç gün sonra masasında yeni teklifi bulacak. Üzerinde özel notum ile!”
“Çok fazla üzerine düşüyoruz. Gereksiz bir inat değil mi bu? Başka yer mi yok?”
“İnat kısmında kesinlikle katılıyorum ama bu adam için yaptığımız hazırlık, harcadığımız emek… İşte onları düşününce gereksiz gelmiyor bana!”
“Evet, uzun zamandır bu proje için çalışıyoruz, gereken yerlere gereken kişileri yerleştirdik. Burunlarının dibine kadar adamlarımızı soktuk. Hayatlarının bir parçası olduk. Olaya bu taraftan bakınca haklısın. Yine de bir iş için bu kadar büyük riskleri göze almak… İşte bana bu kısmı abartılı geliyor. Başka bir yer bulunur, çok daha uygun fiyata ve kolayca alınabilir. Daha nereye kadar uğraşmaya devam edeceğiz bu insanlarla?”
Hattın diğer ucundaki, okyanus ötesinden nefesini verip, ima dolu bir cümle ile yanıtladı. “Ne kadar gerekiyorsa!”
Cümlenin ima ettiğini doğru mu anlamıştı? Sormak istedi, vazgeçti. “Tamam.”
“Bunu duyduğuma sevindim.”
“Neden böyle dedin?”
“Çünkü yeni adımın çok daha ileriye atılacağı belli. Korkutmakla yetinecek bir patronumuz yok. Bunu anlamış olman lazım.”
“Yani?”
“ ‘Yani’si gerekirse tehdit gerçek olabilir.”

Soramadığı sorunun yanıtı almıştı. Bunu yapabileceğini hiç sanmıyordu. Daha önce de defalarca birileri için küçük oyunlar organize etmiş, dolandırıcılık ile banka hesabını şişirmişti ama cinayet hiç suçları arasında olmamıştı. “Sen daha önce böyle bir şey yaptın mı?” diye sordu uzaktaki küçük patrona.

“Bizzat değil. Merak etme sen de bizzat yapmayacaksın. Maşa varken ateşi tutmamızı kimse isteyemez. Böyle işler için hazırda bekleyen bir sürü adamımız var. Rahat ol.”

Rahat olmak? Galiba rahatlık anlayışları arasında büyük bir fark vardı. Telefonu kapattıktan sonra bir süre masasında oturdu. Son söylenenlerin ne anlama geldiği çok açıktı. Büyük patronun istediği olsun diye birilerinin ölmesine sebep olacaktı.

Bunu yapamayacağını, böyle bir emir veremeyeceğini düşünüyordu. Yol yakınken bırakmalıydı. Evet, bunu düşünmeliydi. Bırakırsa ne olacaktı? Bugüne kadar hak ettiği parayı ödeyip ‘hizmetleriniz için teşekkür ederiz’ mi diyeceklerdi? Biraz aklını kullanmalıydı. Bu kadar basit bir veda olamayacağını bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. O zaman mantığını devreye sokmalıydı. Cinayet büyük bir suçsa karşılığının da büyük olması gerekirdi. Hem tetiği onun çekmeyeceği bir suçun sorumlusu da olamazdı. Sonuçta bir emir kuluydu.

Masasından kalkıp camın önüne gitti. Gördüğü manzarayı seviyordu. İnsanların telaşlı yürüyüşleri, mağazaların hareketli kapıları ve durmaksızın akan araç trafiği… Camlardan geçmeyen sesleri ise sadece tahmin ediyordu. Koşuşturmanın ve araçların uğultusu, korna ve tekerleklerin sesleri… Arabaları hep sevmişti. Her modeli, her markayı seviyordu. Aklındaki olumsuz düşünceler yerini yavaş yavaş geçen araçların verdiği hazza bırakmıştı. Dakikalar sonra masasına geçtiğinde artık çok daha farklı biriydi.

Telefonunu eline aldı ve sevdiği kadını aradı. Gerçekten sevdiği tek kadını…


*****

Necdet Söğüt’ün yaşadığı saldırıdan sonra hayatlarında yeni bir dönem başlamıştı. Hem şirkette hem de evde korumalar arttırılmış, kızların araçlarını mutlaka bir güvenlik ekibi izleyecek şekilde düzenlemeler yapılmıştı. Böylece evde dört ayrı koruma ekibi kurulmuştu. İlk başlarda kızlar bu yeni durumdan rahatsız olsalar da babalarının akıl sağlığı için kabullenmişlerdi. Önceki tedbirler gibi bir süre sonra varlıklarını bile unutacaklarını biliyorlardı.
   
Polis olayı savcılığa aktarmış, talep üzerine saldırının detayları araştırılmıştı. Hala da ara sıra gelip soru soruyordu birileri. Son bir yılda holdingin tüm şirketlerinden çıkartılmış elemanların listesi hazırlanmıştı. Bunların araştırılması çok hızlı bir şekilde yapılmış şüpheli olabilecek kişiler tespit edilmişti. Polis bir yandan onların araştırmasını sürdürürken bir yandan da yeni tehdit var mı, diye Necdet Beye soruyorlardı.

Kızlar, farklı yerlerde kendilerine ulaştırılan çiçek olayını anlatmış, polisler üzerinde durmamıştı. Onların kafasında da, beğenen birisinin yollamış olabileceği algısı vardı. Çünkü devamı gelmemişti ve tehdit içeren bir şey yoktu.

Saldırı çok uygun bir yerde ve kimsenin göremeyeceği bir açıda yapılmıştı. Yakın korumasının söyleyebildiği tek şey beysbol şapkalı, sakallı, kalın siyah güneş gözlüklü bir adamın sarı renkli eski bir şahin arabadan atış ettiğiydi. Taksiden çıkma bir araç için plaka olmadan arama yapılması neredeyse imkansızdı. Aracın üzerinde bulunmasını kolaylaştıracak bir işaret, boyası çıkmış bir nokta, bir kaza izi olmayınca dosyayı kapatmayı uygun bulacakları aşikardı.

Olayın artık kapatılmak üzere olduğunu tahmin ediyordu Necdet. Ellerinde takip edebilecekleri bir tarif, plaka ya da görüntü mevcut değildi. Tehdit içeren yeni bir durum da yaşanmamıştı. Olayı üstlenen de olmamıştı. Kendisinden iş birliği isteyen polislere bu konuda yardımcı olacağını söylemiş, yeni bir şey olduğu takdirde hemen haber vereceğini teyit ederek kapanması konusunda aynı düşündüğünü iletmişti.

Olayın kapandığından artık o kadar da emin değildi.

Çalışma odasında elindeki zarfın içinden çıkan nota şaşkınlıkla bakıyordu.

“Kararların, hayatlara mal olacak!”

Tehdit o kadar büyüktü ki ne yapacağını şaşırmıştı. Aracının taranması kendisine yönelikti. Ama bu kez tehlikede olan başkalarının hayatları idi. Çoğul kelime çok rahatsız ediciydi.
Kızları, eşi, çalışanları… Herkes tehdit altındaydı.
Elindeki kağıdın arkasını çevirdi, boş zarfın içine tekrar tekrar baktı ve başka bir not aradı. Zarfın üzeri yazıcı tarafından yazılmıştı. Kağıttaki not da öyle. Bu kağıt ve zarftan hatta yazıdan kimin yolladığına ulaşabilirler miydi?
Önce kendisi araştıracaktı. Masasındaki telefona uzanıp, Ali ile Mert’i yanına çağırdı.

Uzun zamandır hem yakın koruması hem de şoförü olan Ali Tütün’ü çağırdı. Çok güvenilir biri olduğu konusunda hiç tereddüt etmeden kefil olurdu. Mert Suyabakan ise ilk işe aldığı korumasıydı. Neredeyse yirmi yıldır birlikte çalışıyorlardı. İkisi de çalışma odasına girip ayakta durdular. Necdet onlara oturmalarını söyleyince de masanın önündeki deri koltuklara oturup söyleyeceklerini dinlemek için beklemeye başladılar.

“Konu uzun, çay söylüyorum.” dedikten sonra mutfağa telefon açıp üç çay istedi. Genç kızlardan biri getirmişti çayları.

Genç kız servisi yapıp kapıyı arkasından kapattıktan sonra Necdet konuşmaya başladı. “Bugün bir tehdit mektubu aldım.”

Cümlesi bitmeden iki koruma da yerlerinde doğruldu. Uzun zamandır tüm zarflar önce onların elemanlarına ulaşır, kontrollü açıldıktan sonra Necdet beye iletilirdi. Tehdit mektubundan haberlerinin olmaması ‘kişiye özel’ diye yazılmış olmasını gerektiriyordu. Bu konuda hassas davranıyorlardı. Belki bu kuralın da artık değişmesi gerekecekti.

Mert, tedirginliğini bastırır bir ses tonuyla sordu.“Necdet Bey, umarım kağıda çok fazla dokunmadınız.”

“İlk an fazla sayılmazdı ama arkasına bakarken, zarfın içini dışını incelerken fazladan dokunmuş olabilirim. Asıl konu bunu kim yolladı. Belki eldivenle hazırladı, hiç iz bırakmadı ama postaya attığı yer belli. Polise de bildireceğim ama artık sadece onlara güvenemem. Sizlerin de gereken her türlü araştırmayı yapmanızı istiyorum. Mümkünse polisten önce de bitirin.”
“Polise verecekseniz biz parmak izi araştırmasını yapmayalım. Birilerinin araştırdığını hemen anlarlar.”
“Tamam siz nasıl biliyorsanız öyle yapın işinizi. Polisi akşamüstü arayacağım. Pazar olduğu için benim işi hemen sıraya sokmazlar. Yarına kalacaktır. Bu da size yirmi dört saate yakın bir süre kazandırır. Hızlı olun.”
Çaylarını bitiren ikili mektubu ve zarfını şeffaf bir dosyaya koyup çalışma odasından çıktılar.

Korumaların çalışma odasından çıktığını gören Esra korku ile o tarafa yöneldi. Silahlı saldırı olayından beri düzgün uyuyamıyor, kabuslarla uyanıyordu. Necdet masasındaki bilgisayarı açmış çalışıyordu. Sakin görüntüsü Esra’yı da sakinleştirdi.

“Mert ile Ali neden buradaydı?”
“Yeni korumalar hakkında rapor verdiler. Sen nasılsın? Biraz işim var bitince istersen biraz gezelim.”
“Çok işin varmış gibi duruyorsun. Bitirirsen bahçede otururuz biraz. Gezmek istemiyorum.”
“Tamam tatlım. Bir saate kadar gelirim bahçeye. Şöyle güzel bir çay hazırlasınlar. Canım iki gündür kek istiyor.”
“Ah bunu şimdi mi söylüyorsun? Hemen hazırlatıyorum.”

Esra odadan çıkarken Necdet arkasından korku ile baktı. Yanında normal davranmak için kendini çok zorlamıştı. Ya karısına, kızlarına bir şey olursa? Kendisi ile uğraşanların kim olabileceğini, tehdidin neden evine gelmiş olabileceğini tahmin ediyordu. Onu en çok sevdikleri ile korkutmak içindi bu. Başarmışlar, ilk kez gerçekten korkmuştu!

Bilgisayar ekranındaki bilgileri bir başka dosyadaki bilgiler ile karşılaştırdı. Yanılmadığından emin olmak için iki firmanın ortakları hakkında çok derin araştırmaya girişecekti.

On dakika kadar sonra ikizler de çalışma odasına gelmiş, işleri olduğunu söyleyip masalarının başına geçmişti.

Necdet bu kez de kızlarına uzun uzun baktı. Şirketi ve görevlerini tahmininden çok daha başarılı şekilde yönetiyorlardı. Kendisi ile gurur duyup başını yeniden bilgisayarına çevirdi. Onların geleceği için peşindekileri bulmalıydı.

Yarım saat kadar sonra kapı vurulup iki buket çiçek ile içeri giren görevli kız çiçeklerin Mine ve Sedef için olduğunu söylemiş, çayın bahçede hazır olduğunu da haber vermişti.

“Kimden o çiçekler?”

“Zarf yok yine!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder