Telefondan
önce yine bir hıçkırık sesi duyuldu, sonra kendini toparlayan Esra,
“Necdet…” diyebildi. Sesi kısılıp yok olmuştu. Hemen ardından daha
şiddetli ağlamaya başlayınca Sedef’in de sesi kesildi. Soramadı… Yutkunurken
Mine de yanına gelip neler olduğunu anlamaya çalışıyordu, nihayet sesini
toparladığında “Babama bir şey mi oldu?” diyebildi. Mine o anda, Sedef’in
kulağındaki telefonun hoparlöre alacak tuşa zorla da olsa ulaşmıştı.
“Arabasına
ateş edilmiş. Neredeyse ölüyormuş. şimdi karakolda ifade veriyor.”
“Oh iyi
yani?” diyen Sedef’e Mine de eşlik etti, “Çok şükür.”
“Ona bir
şey olsaydı…” Esra cümlesini tamamlayamamıştı. Sedef lafa girip, “Esra, sakin
ol biz dönüyoruz. Biletlerimizi ayarlar ayarlamaz geliyoruz. O arada babam eve
döner nasılsa, sen ne olur biraz sakinleş.” derken tüm vücudunun titrediğinin
farkında bile değildi. Etrafındakilerin hem sesleri kesilmiş hem yüzleri
asılmıştı. Kimse tam olarak ne olduğunu anlamadığı için Birsen kısaca
anlatmıştı onlara.
Mine, kardeşi konuşurken kendi telefonundan Süheyla hanımı aradı. “Süheyla
Hanım, şimdi duyduk olayı. Sen bir papatya çayı yap. Esra’ya verebilirsen bir
de uyku ilacı ver. Yok yok uyku ilacı değil şu doktorunun verdiği
sakinleştiricilerden ver. Babam gelene kadar biraz rahatlasın. Onu görünce
düzelir zaten. Sizlerin gözü hep üzerinde olsun. Üst üste ikinci olay bu ve
biliyorsun şu aralar çok güçsüz.” Karşıdan talimatları anladığını belli eden
kadına iyi akşamlar deyip telefonu kapattı.
Bu kez de babasını aradı ve ifadesinin bittiğini, eve varmak üzere olduğunu
öğrendi. Sedef, kardeşinin yaptığı konuşmaların farkında Esra ile konuşmaya
devam ediyordu. Amacı onu oyalamaktı. Mine’nin babası ile konuştuğunu ve iyi
olduğunu anlayınca o da daha rahat ve neşeli konulara dönmüştü. Esra’ya aldığı
elbiseyi anlatıyordu. Türkuaz rengini sevmezse istediği bir renkle dönmeden
değiştirebileceğini söyleyince Esra bir an durdu ve genç kızın aslında neden
konuyu değiştirdiğini anlayıp “Türkuaz güzel renk.” diye yanıtladı. Onun
rahatladığını anlayan Sedef, Mine’nin babası ile konuştuğunu, birazdan evde
olacağını söyleyince Esra bir kırık dökük bir gülümseme ile teşekkür etti.
Mine babasına o akşam uçak bulurlarsa hemen döneceğini söylüyordu. Necdet
Bey de aynı ısrarla gelmelerine gerek olmadığını, olayı polisin
araştırdığını ve herkesin iyi olduğunu anlatıyordu. En sonunda Mine’yi dönüş
uçağını değiştirmemeleri konusunda ikna etmişti. Telefonlar kapandığında
kızlar ne olmuş olabileceğini konuşmaya başladı.
“Babamın şu aralar ters düştüğü biri var mı?”
“Ben hiç anımsamıyorum. Biliyorsun çok gerekmedikçe borçlularla o
ilgilenmez. İhale de yoktu bu ara. Olsa zaten bizim burada ne işimiz var?
Sedef, acaba bilmediğimiz işleri var mıdır babamın?”
“Sen bilmiyor musun? Babam mafya kızım, dünya kadar bilmediğimiz işi var!”
İtalyanların kulak kabarttığını anlayınca şaşkınlıkla döndü onlara. Sonra
mafya kelimesinin onları meraklandırdığını anlayıp güldü. Kardeşi ile dalga geçtiğini
söylerken herkesin gülmesini sağlamıştı.
Mine yine de en kötüyü düşünmeye çalışıyordu. Sedef’e kızgınlıkla
dönüp,
“Tamam yani biz biliyoruz her şeyi ama yine de bilmediğimiz bir düşmanı
olabilir.”
“Mine, sen saçmalarsan ben de saçmalarım. Adamın tüm işlerinde ya sen ya
ben mutlaka varız. Bizden gizli ancak tuvalette iş görüşebilir. Düşman diyorsan
tüm rakiplerimiz aynı zamanda düşmanımız ama kimsenin babamın canına kast
edeceğini sanmıyorum. Bence yanlış kişiye ateş ettiler. Adamlar yakalanırsa
ortaya çıkar ne olduğu.”
“Yiğit biliyor mudur?”
“Sorsana.”
“Sen sor.”
“Sonra da kız bana, aç hadi, sesini duysun.”
Mine daha fazla oyalanmadan aradı Yiğit’i.
“Mine? Ne oldu?”
‘Seni aramam için bir şey mi olmalı?’ diyecekken kendini zorda olsa tuttu.
Sakin bir sesle, “Babamla konuştun mu son bir saatte?”
“Hayır! Ne konuşmam lazımdı?”
Olaydan haberi olmadığını anlamıştı. “Babamın arabasına silahlı saldırı
düzenlenmiş.”
“Ne? Ne diyorsun? Necdet…”
“Sakin ol, bir şey olmamış. İfade vermiş, eve dönüyordu. Sedef ile konuştuk
ve ona böyle bir saldırıyı kimin yapacağını bulamadık. Senin bildiğin bir
tehdit var mı? Son zamanlarda ters düştüğü kimse oldu mu?”
“Bu noktaya gelecek kimse olduğunu sanmıyorum. Düşüneyim, bir şeyler
anımsarsam babana da söylerim, seni de ararım. Siz dönecek misiniz?”
“Babam, programı bozmamızı istemiyor. O yüzden yarın dönüyoruz.” Tam o anda
masadaki erkeklerin yine gürültülü konuşmaları başlamıştı. Çünkü masaya bir
kadın gelmiş onlarla selamlaşmıştı.
“Programınız çok dolu belli. İyi eğlenceler, bir şey olursa ararım.” dedi
Yiğit ve Mine’nin yanıtını beklemeden kapattı telefonu. Elindeki telefona bakan
genç kızın bu tavır karşısında bozulması gerekirdi ama o gülümsüyordu.
“Ne dedi de yüzün aydınlandı?”
“Yüzüme kapattı!”
“Buna mı gülüyorsun?”
“Şu yakışıklıların sesini duydu ve hemen kapattı.”
“Gördün mü? Haklıyım işte. Bu adam seni kıskanıyor!”
“Acaba onların seninle konuştuğunu düşünüp kapatmış olabilir mi?” Bu kadar
olumsuz düşünmek için hiç çaba harcamaması ama aklına asla iyi bir şey
gelmemesi kendi sinirini bozmaya başlamıştı. “Tamam, tamam sustum.”
“Offfff Mine, offf. Öldüreceksin beni. Adamın benimle iş ilişkimiz dışında
arkadaşça olan bir yakınlığı var. Evet, çok benziyoruz, evet ikimiz de çok
güzeliz ama onu bu hale getiren sensin. Anla şunu artık.”
“Ve ben babam silahlı saldırıya uğramışken, ölebilecekken seninle bir
erkeği tartışacak kadar çiğleştim. Özür dilerim kafam karıştı, saçmalıyorum.”
Birsen, Sedef’in kulağına eğilip Mine’nin duymayacağı bir sesle, “O adama
kör kütük aşık olmuş. Dikkat et, seni gerçekten kıskanıyor ve kendini
frenleyemiyor.” dedi. Sedef bu kez arkadaşına hak verdi. O aksini ispata
çalıştıkça Mine’nin aklı karışıyordu.
Sonraki yarım saat ikizlerin bu saldırıyı kimin yapmış olabileceğine dair
yaptıkları varsayımlar ve hemen ardından aynı kişileri nasıl temize
çıkarttıkları ile geçti. Bilmedikleri bazı şeyler vardı. Mesela babası
neredeydi? Saldırı nerede olmuştu? Merkezi bir yerde böyle bir saldırının
çıkartacağı gürültü çok olacağına göre biraz sakin bir şerlerde olmalıydı. Öyle
ise kim nereden biliyordu oradan geçeceklerini? Tüm bu soruların yanıtlarını
bilmediği için ikisi de daha fazla düşünmek yerine son gecenin biraz daha
tadını çıkartmaya karar verdi. tabii o ruh hali ile ne kadar eğlenilirse!
Başaramadıklarını masanın tüm havasının kaçması ile anladılar. Tatları
kaçtığı ve diğerleri ile konuşacak bile istekleri olmadığı için akşamı erken
noktaladılar. Yine de hepsinin ortak isteği ile ertesi gün saat onda kahvaltı
için buluşmaya karar verdiler. Son günlerini birlikte geçirmek ve Roma’yı
gezmek hoş olacaktı.
Otele döndüklerinde yeniden olayı konuşmaya başladılar. Sedef sonunda
daracık alanda yürümekten sıkılıp kendini koltuğa attı. Sonra da yüzünde bilmiş
bir ifade ile hafifçe doğrulup sırtını dikleştirdi, “Şimdi anladım. Biz
buradayken daha güvendeyiz. Bu saldırganın kim olduğu, neden yaptığı ortaya
çıkana kadar daha tedbirli olmamız gerekiyor. O yüzden de tüm hazırlıkları
yapana kadar bizim uzak durmamız işine geliyor. O yüzden ısrarla gelmeyin
dedi.”
“Polisiyeye bağladın. FBI’a da haber versek mi?”
“Amerika’da değil İtalya’dayız. Buranın polisleri nasıl acaba? Erkekleri
için yakışıklı diyenlerin sanırım gözlerinde sorun var ama polisleri yakışıklı
olabilir.”
“Öyle deme, bak en yakışıklı üç tanesi ile kaç saat geçirdik. Ama genele
bakarsak gerçekten kim bunlara yakışıklı demiş? Algı yönetimi bu olsa
gerek”
Sedef burun kıvırınca Mine de güldü. Nihayet biraz rahatlamışlardı.
*****
Necdet Söğüt, kurşunların küçük izler bıraktığı hafif zırhlı aracına
binerken bunu alması için ısrar eden Esra’ya hayatını borçlu olduğunu
düşünüyordu.
Kimin böyle bir saldırı düzenleyeceği konusunda gerçekten tahmini yoktu.
Son zamanlarda ters düştüğü bir rakibi olmamıştı. Asla bu kadar büyük kin
kusacak bir rakip de edinmemişti. Çok eskilerde, daha gençken yaşanan
rekabetler zamanla yerini tatlı çekişmelere bırakmıştı. Pasta hepsine yetecek
kadar büyüktü.
Polis, işten çıkartılan birilerinin böyle bir saldırı yapabileceğini
söyleyince bir iki isim anımsamıştı. Yine de bu nefreti hak edecek ne yaptığını
bulamıyordu.
İfadeyi en yakın karakolda vermişti. Kendisine koruma polisi isteyip
istemediği sorulmuş, hayır yanıtından sonra daha dikkatli olmaları konusunda
uyarılmıştı.
Gereken her türlü tedbiri alacaktı. Konu savcılığa intikal edecek, biraz
işler büyüyecekti. Yine de küçük bir karakolda ifade vermenin rahatlığı vardı.
Gazetecilerin haberi olmadan evinin yolunu tutmuştu.
*****
“Gerekeni yaptın mı?” Yaptığını biliyor ve soruyordu. başka kaynaklardan
haberler gelmişti bile. Sadece bir de ondan dinlemek istiyordu.
“Bu akşam korktu. Ölümü ensesinde hissetti. artık hareketlerine daha çok
dikkat edecek. Eminim korumaları da artacak ama bir süre ona rahat nefes alma
imkanı vereceğiz. Tek farkla, bir kaç gün sonra masasında yeni teklifi bulacak.
Üzerinde özel notum ile!”
“Çok fazla üzerine düşüyoruz. Gereksiz bir inat değil mi bu? Başka yer mi
yok?”
“İnat kısmında kesinlikle katılıyorum ama bu adam için yaptığımız hazırlık,
harcadığımız emek… İşte onları düşününce gereksiz gelmiyor bana!”
“Evet, uzun zamandır bu proje için çalışıyoruz, gereken yerlere gereken
kişileri yerleştirdik. Burunlarının dibine kadar adamlarımızı soktuk. Hayatlarının
bir parçası olduk. Olaya bu taraftan bakınca haklısın. Yine de bir iş için bu
kadar büyük riskleri göze almak… İşte bana bu kısmı abartılı geliyor. Başka bir
yer bulunur, çok daha uygun fiyata ve kolayca alınabilir. Daha nereye kadar
uğraşmaya devam edeceğiz bu insanlarla?”
Hattın diğer ucundaki, okyanus ötesinden nefesini verip, ima dolu bir cümle
ile yanıtladı. “Ne kadar gerekiyorsa!”
Cümlenin ima ettiğini doğru mu anlamıştı? Sormak istedi, vazgeçti. “Tamam.”
“Bunu duyduğuma sevindim.”
“Neden böyle dedin?”
“Çünkü yeni adımın çok daha ileriye atılacağı belli. Korkutmakla yetinecek
bir patronumuz yok. Bunu anlamış olman lazım.”
“Yani?”
“ ‘Yani’si gerekirse tehdit gerçek olabilir.”
Soramadığı sorunun yanıtı almıştı. Bunu yapabileceğini hiç sanmıyordu. Daha
önce de defalarca birileri için küçük oyunlar organize etmiş, dolandırıcılık
ile banka hesabını şişirmişti ama cinayet hiç suçları arasında olmamıştı. “Sen
daha önce böyle bir şey yaptın mı?” diye sordu uzaktaki küçük patrona.
“Bizzat değil. Merak etme sen de bizzat yapmayacaksın. Maşa varken ateşi
tutmamızı kimse isteyemez. Böyle işler için hazırda bekleyen bir sürü adamımız
var. Rahat ol.”
Rahat olmak? Galiba rahatlık anlayışları arasında büyük bir fark vardı. Telefonu
kapattıktan sonra bir süre masasında oturdu. Son söylenenlerin ne anlama
geldiği çok açıktı. Büyük patronun istediği olsun diye birilerinin ölmesine
sebep olacaktı.
Bunu yapamayacağını, böyle bir emir veremeyeceğini düşünüyordu. Yol
yakınken bırakmalıydı. Evet, bunu düşünmeliydi. Bırakırsa ne olacaktı? Bugüne
kadar hak ettiği parayı ödeyip ‘hizmetleriniz için teşekkür ederiz’ mi
diyeceklerdi? Biraz aklını kullanmalıydı. Bu kadar basit bir veda olamayacağını
bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. O zaman mantığını devreye sokmalıydı. Cinayet
büyük bir suçsa karşılığının da büyük olması gerekirdi. Hem tetiği onun
çekmeyeceği bir suçun sorumlusu da olamazdı. Sonuçta bir emir kuluydu.
Masasından kalkıp camın önüne gitti. Gördüğü manzarayı seviyordu.
İnsanların telaşlı yürüyüşleri, mağazaların hareketli kapıları ve durmaksızın
akan araç trafiği… Camlardan geçmeyen sesleri ise sadece tahmin ediyordu.
Koşuşturmanın ve araçların uğultusu, korna ve tekerleklerin sesleri… Arabaları
hep sevmişti. Her modeli, her markayı seviyordu. Aklındaki olumsuz düşünceler
yerini yavaş yavaş geçen araçların verdiği hazza bırakmıştı. Dakikalar sonra
masasına geçtiğinde artık çok daha farklı biriydi.
Telefonunu eline aldı ve sevdiği kadını aradı. Gerçekten sevdiği tek
kadını…
*****
Necdet Söğüt’ün yaşadığı saldırıdan sonra hayatlarında yeni bir dönem
başlamıştı. Hem şirkette hem de evde korumalar arttırılmış, kızların araçlarını
mutlaka bir güvenlik ekibi izleyecek şekilde düzenlemeler yapılmıştı. Böylece
evde dört ayrı koruma ekibi kurulmuştu. İlk başlarda kızlar bu yeni durumdan
rahatsız olsalar da babalarının akıl sağlığı için kabullenmişlerdi. Önceki
tedbirler gibi bir süre sonra varlıklarını bile unutacaklarını biliyorlardı.
Polis olayı savcılığa aktarmış, talep üzerine saldırının detayları
araştırılmıştı. Hala da ara sıra gelip soru soruyordu birileri. Son bir yılda
holdingin tüm şirketlerinden çıkartılmış elemanların listesi hazırlanmıştı.
Bunların araştırılması çok hızlı bir şekilde yapılmış şüpheli olabilecek
kişiler tespit edilmişti. Polis bir yandan onların araştırmasını sürdürürken
bir yandan da yeni tehdit var mı, diye Necdet Beye soruyorlardı.
Kızlar, farklı yerlerde kendilerine ulaştırılan çiçek olayını anlatmış,
polisler üzerinde durmamıştı. Onların kafasında da, beğenen birisinin yollamış
olabileceği algısı vardı. Çünkü devamı gelmemişti ve tehdit içeren bir şey
yoktu.
Saldırı çok uygun bir yerde ve kimsenin göremeyeceği bir açıda yapılmıştı.
Yakın korumasının söyleyebildiği tek şey beysbol şapkalı, sakallı, kalın siyah
güneş gözlüklü bir adamın sarı renkli eski bir şahin arabadan atış ettiğiydi.
Taksiden çıkma bir araç için plaka olmadan arama yapılması neredeyse
imkansızdı. Aracın üzerinde bulunmasını kolaylaştıracak bir işaret, boyası
çıkmış bir nokta, bir kaza izi olmayınca dosyayı kapatmayı uygun bulacakları
aşikardı.
Olayın artık kapatılmak üzere olduğunu tahmin ediyordu Necdet. Ellerinde
takip edebilecekleri bir tarif, plaka ya da görüntü mevcut değildi. Tehdit
içeren yeni bir durum da yaşanmamıştı. Olayı üstlenen de olmamıştı. Kendisinden
iş birliği isteyen polislere bu konuda yardımcı olacağını söylemiş, yeni bir
şey olduğu takdirde hemen haber vereceğini teyit ederek kapanması konusunda
aynı düşündüğünü iletmişti.
Olayın kapandığından artık o kadar da emin değildi.
Çalışma odasında elindeki zarfın içinden çıkan nota şaşkınlıkla bakıyordu.
“Kararların, hayatlara mal olacak!”
Tehdit o kadar büyüktü ki ne yapacağını şaşırmıştı. Aracının taranması
kendisine yönelikti. Ama bu kez tehlikede olan başkalarının hayatları idi.
Çoğul kelime çok rahatsız ediciydi.
Kızları, eşi, çalışanları… Herkes tehdit altındaydı.
Elindeki kağıdın arkasını çevirdi, boş zarfın içine tekrar tekrar baktı ve
başka bir not aradı. Zarfın üzeri yazıcı tarafından yazılmıştı. Kağıttaki not
da öyle. Bu kağıt ve zarftan hatta yazıdan kimin yolladığına ulaşabilirler
miydi?
Önce kendisi araştıracaktı. Masasındaki telefona uzanıp, Ali ile Mert’i
yanına çağırdı.
Uzun zamandır hem yakın koruması hem de şoförü olan Ali Tütün’ü çağırdı. Çok
güvenilir biri olduğu konusunda hiç tereddüt etmeden kefil olurdu. Mert
Suyabakan ise ilk işe aldığı korumasıydı. Neredeyse yirmi yıldır birlikte
çalışıyorlardı. İkisi de çalışma odasına girip ayakta durdular. Necdet onlara
oturmalarını söyleyince de masanın önündeki deri koltuklara oturup
söyleyeceklerini dinlemek için beklemeye başladılar.
“Konu uzun, çay söylüyorum.” dedikten sonra mutfağa telefon açıp üç çay
istedi. Genç kızlardan biri getirmişti çayları.
Genç kız servisi yapıp kapıyı arkasından kapattıktan sonra Necdet konuşmaya
başladı. “Bugün bir tehdit mektubu aldım.”
Cümlesi bitmeden iki koruma da yerlerinde doğruldu. Uzun zamandır tüm
zarflar önce onların elemanlarına ulaşır, kontrollü açıldıktan sonra Necdet
beye iletilirdi. Tehdit mektubundan haberlerinin olmaması ‘kişiye özel’ diye
yazılmış olmasını gerektiriyordu. Bu konuda hassas davranıyorlardı. Belki bu
kuralın da artık değişmesi gerekecekti.
Mert, tedirginliğini bastırır bir ses tonuyla sordu.“Necdet Bey, umarım
kağıda çok fazla dokunmadınız.”
“İlk an fazla sayılmazdı ama arkasına bakarken, zarfın içini dışını
incelerken fazladan dokunmuş olabilirim. Asıl konu bunu kim yolladı. Belki
eldivenle hazırladı, hiç iz bırakmadı ama postaya attığı yer belli. Polise de
bildireceğim ama artık sadece onlara güvenemem. Sizlerin de gereken her türlü
araştırmayı yapmanızı istiyorum. Mümkünse polisten önce de bitirin.”
“Polise verecekseniz biz parmak izi araştırmasını yapmayalım. Birilerinin
araştırdığını hemen anlarlar.”
“Tamam siz nasıl biliyorsanız öyle yapın işinizi. Polisi akşamüstü
arayacağım. Pazar olduğu için benim işi hemen sıraya sokmazlar. Yarına
kalacaktır. Bu da size yirmi dört saate yakın bir süre kazandırır. Hızlı olun.”
Çaylarını bitiren ikili mektubu ve zarfını şeffaf bir dosyaya koyup çalışma
odasından çıktılar.
Korumaların çalışma odasından çıktığını gören Esra korku ile o tarafa
yöneldi. Silahlı saldırı olayından beri düzgün uyuyamıyor, kabuslarla
uyanıyordu. Necdet masasındaki bilgisayarı açmış çalışıyordu. Sakin görüntüsü
Esra’yı da sakinleştirdi.
“Mert ile Ali neden buradaydı?”
“Yeni korumalar hakkında rapor verdiler. Sen nasılsın? Biraz işim var
bitince istersen biraz gezelim.”
“Çok işin varmış gibi duruyorsun. Bitirirsen bahçede otururuz biraz. Gezmek
istemiyorum.”
“Tamam tatlım. Bir saate kadar gelirim bahçeye. Şöyle güzel bir çay
hazırlasınlar. Canım iki gündür kek istiyor.”
“Ah bunu şimdi mi söylüyorsun? Hemen hazırlatıyorum.”
Esra odadan çıkarken Necdet arkasından korku ile baktı. Yanında normal
davranmak için kendini çok zorlamıştı. Ya karısına, kızlarına bir şey olursa?
Kendisi ile uğraşanların kim olabileceğini, tehdidin neden evine gelmiş
olabileceğini tahmin ediyordu. Onu en çok sevdikleri ile korkutmak içindi bu.
Başarmışlar, ilk kez gerçekten korkmuştu!
Bilgisayar ekranındaki bilgileri bir başka dosyadaki bilgiler ile
karşılaştırdı. Yanılmadığından emin olmak için iki firmanın ortakları hakkında
çok derin araştırmaya girişecekti.
On dakika kadar sonra ikizler de çalışma odasına gelmiş, işleri olduğunu
söyleyip masalarının başına geçmişti.
Necdet bu kez de kızlarına uzun uzun baktı. Şirketi ve görevlerini
tahmininden çok daha başarılı şekilde yönetiyorlardı. Kendisi ile gurur duyup
başını yeniden bilgisayarına çevirdi. Onların geleceği için peşindekileri
bulmalıydı.
Yarım saat kadar sonra kapı vurulup iki buket çiçek ile içeri giren görevli
kız çiçeklerin Mine ve Sedef için olduğunu söylemiş, çayın bahçede hazır
olduğunu da haber vermişti.
“Kimden o çiçekler?”
“Zarf yok yine!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder