Akşam iş çıkışına yakın Mine’nin telefonu çaldı. Bora arıyordu. Akşam
için bir yerlere takılalım, biraz laflarız diyordu. Sedef’e bakan Mine
ondan olumlu yanıt alınca kabul etti.
Babasına haber vermek üzere telefonu kaldırdığında kapıları çalındı ve
içeri Yiğit girdi. Yanında onun boylarında ve yaşlarında kumral saçlı bir erkek
ile Ayça Buldan duruyordu. Ayça'nın yüzündeki aşırı gülümseme Sedef'in
dikkatinden kaçmamıştı. Bu adam keyfini yerine getirmiş gibiydi.
Günlerdir şirket içinde farklı bölümlerde elemanlarla görüşen genç kadının
işini çok iyi bildiği ve personelin nelere ihtiyaç duyduğunu kavradığını
düşünüyordu. Yine de yüzündeki bu ifadeye ilk kez şahit oluyordu. Bakışlarını
bunu sağlayan erkeğe çevirdiğinde genç kadının neden böyle parladığını anladı.
Yiğit çok yakışıklıydı. Gerçek bir çekim gücü vardı. Ama yanındaki erkek ondan
da yakışıklı ve çekiciydi. Üstelik kendilerinden tarafa bakarken yüzünde
oluşan gülümseme bu çekiciliği arttırmış gibiydi. Koyu kahverengi saçları,
buğday teni ve sarı olamayacağını düşündüren açık renk gözleri vardı. Kesin
uzaktan göz rengini yanlış gördüğünü düşünmüştü Sedef. O bu genç adamı süzerken
kardeşi çoktan elini uzatıp tanışmıştı. Sıra kendisine geldiğinde tüm
düşüncelerinden uzak, sakin bir sesle adını söyleyip elini
uzatmıştı.
Yiğit ortamda olanları fark etmemiş gibi, “Kusura bakmayın, çıkmadan
yakalamak istedim sizleri. Yeni eğitim politikamızın gerçek mimarı Fırat
Çetin ile tanışmanızı istedim. Ayça ile başladığımız
çalışmaları artık daha detaylı yürüteceğiz. Önümüzdeki haftadan
itibaren birlikte çalışıp programları hazırlayacağız. Sizlerin de kendi
bölümleriniz için önerileriniz olabilir.” Yiğit bunları söylerken Fırat Çetin
kızlar arasındaki benzerliği hayretle inceliyordu. Sersemlemişti. Ayça çok
benzediklerini defalarca söylemiş ama bu kadarını asla tahmin
etmemişti.
“Sizleri ayırt etmenin güç olduğuna dair o kadar çok şey duydum ki.
Ama inanın hepsini şehir efsanesi sanıyordum. Meğer az bile anlatmışlar.”
Konuşurken sağ elini kumral saçlarının arasından geçirince sarı sandığı
gözlerin harika bir bal rengi olduğunu gördü Sedef. Konuşurken gülümsediği
için sert yüz hatları yumuşamış gibiydi. Biraz fazla sert hatlara
sahipti. Sedef, o yüz hatlarından hoşlandığını fark edip gülümserken Mine
de "Şehir efsanesi tanımını sevdim." dedi.
Yiğit ikilinin konuşmasını dinlerken Mine’nin biraz fazla sıcak
gülümsediğini görünce içinde uyanan duyguları bastırmaya çalıştı. Ne ilk ne son
olacaktı bu. Mine, yakışıklı bir erkekle tanışırken ya da konuşurken her
seferinde böyle hissediyordu. Artık kabulleniyordu. Ona olan duyguları gelip
geçici değildi. Aksine her geçen gün biraz daha derinleşiyor, biraz daha
can yakıcı oluyordu. Oysa artık kendi işlerine bakmalı, hedefine
odaklanmalıydı. Patronun kızına... Hayır ‘patronun kendisine’ aşık olmak çok da
akıllıca değildi. Necdet Bey kadar yetkili sayılırdı kızlar. Bu durumda onlar
da patronuydu. İlişkileri patron çalışan ilişkisinde olmasa da gerçek buydu.
“Siz çıkıyor muydunuz?” diye sorup ikilinin konuşmasını kesti. Hem bu
gereksiz samimiyeti sonlandırmış hem de onların işlerini engellememek için
böyle davranıyormuş havasını yaratmıştı.
Fırat da durumu anlayıp hemen uzaklaşmıştı. “Sizleri tutmayalım,
nasılsa artık uzun süre şirkette olacağım. Yine görüşür, konuşuruz.
Derslerimize de bekleriz.” dedi. Genç kızların olumlu yanıtlarından
sonra izin isteyip odadan çıktılar.
Ayça ile Fırat kapıdan çıkarken Sedef, Fırat’ın yardımcısının
kolunu dirseğinden tuttuğunu görüp öylece kaldı. İkisi
arasında bir ilişki olabilirdi. En iyisi biraz dikkatli izlemek, diye
düşünürken çantasına tabletini atıp ceketini almak için askıya
döndü. Bunları yaparken arkasında olanların farkında değildi.
Mine çoktan çıkmıştı bile odadan. Yiğit onun acelesini görüp, Fırat’ın
peşinden gittiğini düşünmeye başlamıştı. Sedef onun açık kapıya bakışını
görüp gülümseyerek, “Bora’yı hatırlıyorsun değil mi? Onunla buluşacağız,
tekneyle açılacağız. O yüzden acele ediyoruz.” dedi.
“Bora? Ah Bora Taşkan! Şu mirasyedi!” Birden rahatlamıştı. Bora
ilk zamanlar biraz başını ağrıtmış ama tanıyınca zararsız olduğuna karar
vermişti. Her an değişen çevresi, umarsız hareketleri ve çılgın gibi harcadığı
paraları ile belli bir sınıfın yakından tanıdığı bir karakterdi. Dışarıdan
bakınca çok rahat görüntü verse de Yiğit onun aslında iyi eğitimli olduğunu ve
kızlara da gerçek bir arkadaş olarak yaklaştığını biliyordu.
“Ayıp, öyle şeyler söylenmez. Çocuk daha okulu bitirmeden babası öldüyse
kabahat onun mu? Biraz tecrübesi olsa şimdiye kadar çoktan
toparlanırdı.”
“Sedef, sen de ben de biliyoruz o çocuğun tek tecrübesi kızlar
üstüne.”
"Evet ama gerçekten şirketin başındakiler çok iyi idare ediyor. O da
babası gibi genç yaşta ölebilirim diyor ve hayatını yaşıyor."
"Tama, tamam yine toz kondurmayın siz ona hanımefendi. İyi eğlenceler!
Dikkatli olun içip hepinizi denize dökmesin."
"Kaptanını alır yanına, kendi kullanmayacak kadar
tembel." Son kelimeyi söylediği an Yiğit'in ne kadar haklı olduğunu
anlayıp küçük bir kahkaha attı. Yiğit ellerini kaldırmış, "Ben demedim,
sen dedin" diyordu kahkaha ile gülerken. Onlar içeride kahkahalarla
konuşurken kapının dışında Fırat ve Ayça bekliyordu. Mine gözükmüyordu ama
yakınlarda olup bu sesleri duyduğundan emindi, Sedef. Yüzünü görmeyi çok
istiyordu. Bir de Fırat'ın yüzünü merak ediyordu.
Yiğit, sevmese de Bora'yı zararsız buluyordu. Yakışıklı,
kültürlü ve gerçekten zengin biriydi, Bora. Kızların yakın arkadaşıydı ve hala
onları ayrıt etmekte güçlük çekiyordu. Kendini Bora karşısında her zaman bir
sıfır önde görmesinin nedeniydi bu. İkizlerin arkasından
bakarken Mine’nin yüzündeki mutlu ifadeyi yeniden anımsadı. Bu Bora ile
buluşacakları için miydi, Fırat ile tanıştıkları için mi? Orada tanışma
ihtimali olan, hatta önceden tanıştığı birilerinin olacağını bildiği için
miydi? Soruların hiç birinin yanıtı yoktu. Az önceki gülümseyen adam yerini
kendini yiyene bırakmıştı. Sinirle oda kapısının önünde kendisini bekleyen
ikiliye döndü. "Benim odama geçelim."
Kapıyı açıp içeriye buyur ettikten sonra ceketini çıkartıp dilsiz uşağa
astı. Sonra da yerine oturup içecek taleplerini sordu. Hemen
ardından Fırat’ın, “O kızların birbirinden ayırt edilmesi mümkün mü? Bir
iz, bir işaret var mı? İlk bakışta kopya gibi duruyorlar.” demesi ile
siniri biraz yatıştı.
“Bariz hiç bir işaret, iz ya da değişiklik bulamazsınız. O yüzden ayırt
etmek çok güç.”
“Karıştırdığınızda kızıyorlar mı?”
“Kızmak mı? Onların en büyük oyunu bu. Eğer canları sıkkınsa sizinle de
uğraşmak isterlerse aynı anda üç beş kez yer değiştirirler ve neye uğradığınızı
şaşırırsınız. İlk zamanlar şirkette yaka kartı ile dolaşmalarını istemiştik.
Çünkü sık sık aynı kıyafetleri giyip öyle geliyorlardı.”
Fırat, bıyık altından gülümsedi. ‘Bu kızlarla çok eğleneceğiz.’
*****
Asansörde kızlar gülümsüyordu. Sedef, Mine’ye sordu, “Sen neye gülüyorsun?”
“Şu Fırat Beyin bize bakışlarını anımsadıkça gülmeden
duramıyorum. Sen sanki başka şeye mi gülüyorsun?”
Yiğit ile olan kısmı yok saymayı tercih ediyordu. Gülüp eğlenecek kafasına
takmayacaktı. Sedef de kardeşinin ruh haline hemen uyum sağlayıp yanıtladı. “Bunca
yıldır aynı tepkileri görüyoruz hala komik geliyor.”
“Eminim Yiğit’e soruyordur, ‘Nasıl ayırıyorsunuz?’ o da yanıt veriyordur,
‘Ayıramıyoruz, hep karışıyorlar’”
Sedef minik bir tebessümle yanıtladı kopyasını, “Yiğit bizi ayırıyor! Yine mi
aynı şeyleri konuşacağız?” Mine’nin şu aralar en çok bu konuya takılıyor
olması Sedef’i eğlendiriyordu.
“Hayır ayıramıyor! Ya da daha doğrusu seni tanıyor!” Yine tırnaklarını
çıkartmıştı genç kız. Sedef, az önceki huzurlu ortamı bozduğu için kendine
kızdı. Ama kardeşinin boşu boşuna üzülmesine de gönlü elvermiyordu.
“Yani, beni tanıdığı için sen olmadığımı anlıyor öyle mi? Mineciğim,
ya seni tanıyor ve ben olmadığını anlıyorsa?”
“Hiç sanmıyorum.”
Mine, aslında son bir yıldır Yiğit konusunda böyle takıntılı bir hale
geldiğini biliyordu. İlk başlarda önemsememiş, yakışıklı bir erkek ve bizlere ilgi göstermiyor, ben de o yüzden üstüne
düşüyorum demişti ama aradan geçen süre yanıldığını kanıtlamıştı. Bu süre
boyunca çoğu zaman 'Sedef ile ilgileniyor, beni görmüyor' diye
düşünmüştü. Çünkü ne zaman aynı ortamda bulunsalar mutlaka ilk önce Sedef ile
konuşuyor, hatta çoğu zaman Mine ile konuşma gereği duymuyordu. İşte tüm bunlar
Mine’nin kafasını karıştırıyordu.
Korumalar, iskeleye ulaştıklarında, arkalarında olacaklarını söyleyip
kızları tekneye doğru götürdü.
“Bora’nın korumaları vardır. Rahat olun.”
“Üzgünüm ama babanız aksi emir vermediği sürece takipteyiz. İyi
eğlenceler.” Her adımlarının izlendiğini biliyordu kızlar. Yıllardır yakın
korumalar ile yaşıyorlardı. Özel hayatlarının bile onlar tarafından bir şekilde
takip ediliyor olduğunu bilmek rahatsız edici olsa da alıştıkları bir durumdu.
Onlar gerekmedikçe duymaz, görmez, konuşmazdı.
Yata yaklaştıklarında kendilerinden önce gelenlerin çoktan eğlenmeye
başladıkları görülmüştü. Kadehler ellerde, kahkahalar ve sohbetler birbirine
karışıyordu. Çoğu tanıdık olan kalabalığın yanlarına ulaşmaları için
önlerindeki grubun tekneye binmesini bekliyorlardı. O sırada yanlarına bir
çiçekçi yaklaştı.
“İyi akşamlar, Mine ve Sedef Hanım mı?”
“Evet, biziz.” derken güvenliği gözleri ile aradı Sedef. Güvenliğin başı
ile onaylamasıyla rahatladı. kontrolden geçmiş olduğunu anlayınca durup ikisine
de uzatılan birer tane kırmızı gülü aldılar.
“Bu güller kimden?”
“Bilgim yok hanımefendi.”
Kızlar, çiçeklerin üzerinde kart aramış, bulamayınca Bora’nın kızlara jest
yaptığını düşünmüşlerdi. Geçen gün Mine’ye gelen çiçek de belki Bora’nın
işiydi! Unutmazsak soralım, dedi Sedef ve yata geçişi kolaylaştıran iskelenin
üstünde yürümeye başladı.
Bora’nın yatındaki buluşma, eski dostların görülmesi, kulüplerdeki
karanlık, yüksek ses ve aşırı kalabalıktan sonra çok iyi gelmişti kızlara. Son
zamanlarda gece hayatlarında azalma olduğunu onlar da fark ediyordu. İşleri,
sorumlulukları arttıkça hayatlarında yeni düzenlemeler olmuş ve buna farkında
olmadan uyum sağlamışlardı.
Gecenin en keyifli yanı elbette Jale ve Banu’nun da orada olup bol bol
konuşmalarıydı. İkizleri en çok üzen, bu iki çocukluk arkadaşını daha az
görüyor olmaktı. Gecenin henüz başlarında bile çok daha iyi hissettikleri için
Bora’ya teşekkür ettiler. Bu davet sayesinde sıkıntılı toplantıların, kötü
giden görüşmelerin ve kafa karışıklığının dağılmış olması moral vericiydi. En
azından tüm dertler birkaç saat düşünülmemişti
İnerken, güzel gece ve güller için teşekkür edince aldıkları yanıt
şaşırttı.
“Ne gülü?”
Ellerindeki kırmızı gülü gösterdi Sedef. “Tekneye binerken verilen
güllerden bahsediyorum. Senden değil miydi?” O sırada diğer veda eden
kadınların ellerine bakmaya başlamıştı. Kimsede gül yoktu!
“Benden olsa teknede verirdim, ayrıca iyi fikirmiş. bir dahaki toplantıda
tüm güzel kadınlara çiçek vereyim.”
“Gerek yok, zaten seninle olmak keyifli vakit geçirmek demek. İyi geceler.”
Yalının iskelesine inerken güvenliklerin takip eden teknesi de iskeleye
yanaştı.
O güllerin kimden geldiğini araştırmalarını istemek o an akıllarında olsa
da gecenin o vaktinde söylenecek şey değildi. Sapığın ya da hayranın kimin
peşinde olduğunu da niyetini de anlamamışlardı ama her gittikleri yere çiçek
yollaması tuhaf olmaya başlamıştı.
*****
Kızlar üç günlük tatil koparttıkları için mutlu mesut Roma uçağındaydılar.
Endonezya planları yeniden ertelenmişti. Bunu fırsat bilen ikizler iki
günlük plan yapıp hafta sonunu arkadaşları ile Roma’da geçirmek istemişti.
Esra’nın da gelmesi için çok ısrar etmişlerdi ama genç kadın kendini tatil
yapacak havada hissetmediğini söylemiş ve daveti kabul etmemişti.
Necdet Söğüt, her fırsatta küçük kaçamak tatiller yapmayı severdi. Kızların
da bunaldığını hissetmiş cuma gününü kullanmalarını önermişti. İkizlerin bu
teklifi ikiletmeden plan yapmasını gülerek izlemiş sonra da işlerine
dalmıştı.
Bir saat sonra kızların perşembe akşamı için uçak biletleri alınmış, cuma
gününün tüm planları değiştirilmişti. Üç günü
dolu dolu değerlendirmek için orada yaşayan arkadaşlarından Birsen
ile İtalyan eşi Roberto’yu aradılar. İkili hem güzel bir
tur ayarlamış hem de akşamları gidecekleri eğlence yerleri için planlar
yapmıştı. Birsen, planların bir yerlerine oldukça uzun alışveriş saatleri
de eklemişti.
Havaalanından eve kadar tüm planı dinlemişler, yarı İtalyanca, yarı
İngilizce konuşan Roberto’yu ile çözebilmişlerdi.
Cuma gününü güzel bir kahvaltı ile açmışlardı. Roberto çalıştığı
için sadece Birsen vardı yanlarında. Bol bol konuşarak geçen ilk saatlerden
sonra günü alışveriş ile doldurdular.
Öğleden sonra Sedef’in telefonu çalarken
uzaktan Roberto’da görülmüştü. Önce eşini öpen yakışıklı İtalyan,
Sedef’in telefonda olduğunu görünce önce Mine’ye sarıldı.
“Efendim, Yiğit?” derken Mine’nin dikkat kesildiğini fark edince gülmesini
gizledi. Roberto da o sırada Mine’ye İngilizce iltifatlar
sıralıyordu. Ve bunların telefondan duyulması çok normaldi. Tipik bir İtalyan
olan genç adam hem yüksek sesle hem de abartılı hareketlerle konuşurken Sedef
de telefonda duraksayan Yiğit’in konuşmasını bekliyordu.
“Rahatsız ettim sanırım arkadaşlarınızla birliktesiniz.”
“Ah o Roberto, Mine ile konuşuyor. Hayırdır, neden aradın? Ters giden
bir şey mi var?”
“Yok, sadece bulamadığım bir dosyayı neyin altına sakladın onu soracaktım.
Tüm bilgisayarını karıştırmak istemedim. Mermer ocaklarının devri ile ilgili
dosyayı soruyorum.”
“Bitmemiş işler dosyasındadır.”
“Tamam, size iyi eğlenceler.”
“Ne o kıskanmış gibisin?”
“O adamın nesini kıskanacağım? Yok öyle bir şey.” derken bile sesinde
kıskançlığını duyabiliyordu Sedef.
“Ben tatili kast etmiştim. Biz tatil yaparken çalışıyor olmak seni biraz
bozmuş. Tamam bak sonra da sen kaçamak yaparsın ben idare ederim işleri.”
Telefonun ucundaki adamın derin bir nefes alıp kendini toparladığını fark
etti.
“Tamam, ben de bir iki gün kaçabilirim bir yerlere. Size iyi
eğlenceler.”
Yiğit bir an önce telefonu kapatmak istiyordu. Sedef ise küçük oyununa son
noktayı koymak istiyordu. “Birsen’ciğim, kocana söyle bu kadar yüksek sesle
konuşmasın. Ne konuştuğumu anlamıyorum. Ah pardon
Yiğit, Roberto yüzünden son söylediğini duyamadım. Karısı onu
susturdu. Ne demiştin?”
“Önemli değil. İyi eğlenin.” Bu kez sesi biraz rahatlamıştı. Sedef’in
kendisini yokladığını anlayınca gülümsemişti bile. Sedef de onun sesindeki
rahatlamayı anlamış, kapatırken “Hadi artık rahatça çalış.” diye takılmıştı.
Sedef, Yiğit ile bu konuyu açıkça hiç konuşmasa da son zamanlarda sık sık
yoklama çeken cümleler kurmuş ve her seferinde genç adamı tuzağına düşürmüştü.
Yiğit de bu tuzakların biraz geç farkına varsa da her seferinde biraz daha
hoşnut kalarak konuşmaları noktalıyordu. “Emin olabilirsin. Dikkatli olun.”
Birsen, Mine’nin ve Sedef’in bakışmalarından şüphelenip her şeyi on dakika
içinde ağızlarından almıştı. “Ahhaaa demek ki
ikizlerin arasına ancak bir erkek girebilirmiş. Mine’ciğim,
bunca yıllık tecrübem diyor ki, bu adam seni
arayamayacağını üşündüğü için Sedef’i aramış. Hem de çok sudan bir bahane
ile. Senin Roberto ile konuşmana bozulmuş ve bunu da saklayamamış. Bu
da Sedef tarafından kurulan tuzakla ortaya çıkmış. Demek ki neymiş... bu olayda
Sedef ile Yiğit arasında bir yakınlık yokmuş. Yani varmış da bu sadece iş
içinmiş...E güzelmiş. Ama bana bak bu çocuğun senin paranda gözü olmasın. Genel
müdür olabilir ama kızlardan birini alayım, şirkete ortak olayım falan demesin
sakın?”
“Birsen sağ ol, bir paramda gözü olma olasılığı yoktu aklımda onu da
soktun. Tamam oldu.” Derin bir nefes alıp, “Güzelim, ailesi zengin. Tamam babam
kadar değil ama zenginler.”
“Bak kendin diyorsun baban kadar zengin değilse sen iyi bir yemsin.”
Tüm bu konuşmayı dinleyen Sedef ile Roberto sonunda Birsen’i
susturmaya karar verdiler. Çünkü Mine gerçekten bozuluyordu.
“Yiğit zaten şirkette hissesi olan biri. Her sene kar payı ya da şirket
hissesi arasında karar vermeleri gerekir. Genelde çalışanlar nakit para yerine
farklı şirketlerden küçük paylar alırlar. Yiğit de böyle böyle küçük
ortak statüsüne erişti. Ve bir gerçek var. Bunca zamandır şirkette ama hiç bir
zaman bizlere yakınlık gösterip bir ilişki arayışında olmadı.”
“Peki, kabul, ama şimdi bir şeyler var diyorsunuz değil mi? Üstelik sizleri
hiç karıştırmıyor ve devamlı Mine’den kaçarak ilgiyi üstünde tutuyor. Neler
değişti acaba şirkette?”
Böyle
bakıldığında çok da mantıksız değildi Birsen’in söyledikleri. Sedef, Yiğit’e
oyun oynuyorum derken acaba onun oyununun bir parçası olup kardeşini tuzağa mı
çekiyordu? Aklından geçenlerden hiç hoşlanmamıştı. O Yiğit’e güveniyordu.
“Of
Birsen, ne değişecek? Mine son zamanlarda adama yiyecek gibi bakmaya başladığı
için o da ilgi gösteriyor bence. Bak Mine ilgiyi kessin adam dönüp
gider.”
Cümleleri
ile olayı biraz hafifletmesi mi gerekecekti? Galiba kimin neye niyeti var
anlamak için süre gerekiyordu. Etraflarında genelde kendi denklerinde
arkadaşları olduğu için ‘kimin paramda gözü var’ gibi düşüncelere çok
takılmazlardı. Zaten, aileler genelde birbirleri ile akrabalık oluşturduğundan,
büyüyen sermayeler hiç kimseyi şaşırtmazdı. Birsen de
böyle bir ailenin kızıydı.
“Belki de sana yönelir, olamaz mı?”
Birsen, Mine’nin kızdığını anladığı için onunla uğraşmaya başlamıştı. Sedef
onun ne yapmak istediğini anlayınca ciddi bir yüzle, “Denemek lazım.” diye
iyice damarına bastı. Mine, elindeki su bardağının dibinde kalan iki üç damlayı
kardeşine savurunca hepsi kahkahalarla gülmeye başladı.
Roberto’nun İtalyanca söylediği sözleri karısı gülerek kızlara
çevirdi... “Aşk, çoktan kalbe yerleşmiş, kovsanız da gitmez”
Cuma akşamı yemek sonrası güzel bir gece kulübüne giden dörtlü
sabaha karşı eğlenceyi noktaladı. Cumartesi geç edilen kahvaltı sonrası yine
küçük çaplı alışverişler, aralarda kısa kahve molaları, akşamüstü bu kez pizza
ile karın doyuruldu.
“İtalyanlar duymasın ama biz bu pizzayı onlardan iyi yapıyoruz.”
Mine bunu her pizza yediğinde söylerdi. Hem bol çeşit hem de
güzel hamurlar ile yapılan pizzaları bilen Birsen de ona katıldı.
“Burada çeşit de az, lezzet de bizimkilerin yaptığı gibi değil. Yine de kimse
duymasın çok bozuluyorlar.”
Yemekleri bittikten sonra üçü kızların oteline döndü. Üstlerini değiştirip
lobiye inecekler ve orada Roberto ve iki arkadaşı ile buluşacaklardı.
Çöpçatanlık yapmaya niyetli olan Roberto herkesin dönüp ikinci kez
baktığı iki yakışıklı ile gelmişti otele.
“Mine, Yiğit’i anımsıyor musun?”
Gözlerindeki şaşkın ve soru dolu ifadelerle döndü Birsen’e. “Elbette, neden
sordun?”
“Gözlerini alamadın adamlardan.”
“Birsenciğim, güzele bakmak sevaptır deriz. Sen uzun süredir buradasın unutmuşsun
bizim atasözlerimizi.”
“Ne bileyim, ağzının suyu akınca belki de Yiğit o kadar önemli değildir,
demiştim.”
“Abartma canım, bunlar sadece güzel birer manzara olabilir. Şu akşamı
güzelliklere bakarak geçirelim dedim. Hem Roberto o kadar plan yapıp getirmiş,
ilgilenmeyelim mi?”
Aslında adamlar gerçekten yakışıklıydı ama ikisi de bunun o kadar
farkındaydı ki tavırları kızları rahatsız etmeye başlamıştı. Etraflarında bir
sürü kadın vardı ve çoğu iki hatta üçüne göz süzüyordu. Birsen
sonunda Roberto’nun koluna girince ikizler kahkaha ile gülmeye
başladılar. “Kaptıracaksın dikkatli ol.”
“Gözlerini oyarım onların.”
Bulundukları mekanın gürültüsünden telefonunun sesini geç duyan Sedef
nihayet eline aldığında Esra’nın aradığını görüp hemen açtı.
“Ah canım keşke sen de burada olsaydın...” derken hıçkırığı
duydu.
“Esra? Ne var ne oldu? İyi misin sen?”
“Hayır, değilim.”
“Esra, neyin var?”
"Necdet..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder