3 Ocak 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 11. Bölüm

Binnur, kapıdan çıkar çıkmaz cep telefonunu alıp bir numarayı tuşladı. İkinci çalışta açılan telefona, "Saçma sapan bir olay. Boşanma falan yok. Kim uydurdu bunu? Boşuna vakit kaybettim resmen. Şimdi geliyorum yanına, şampanyamı hazırla ki sinirim yatışsın." dedi. Sonra da az önceki sinir bozukluğunu hiç yaşamamış gibi yüzüne yerleştirdiği halinden memnun ifade ile valenin getirdiği arabasına bindi.  
  
Kızlar, camdan gördükleri annelerinin arabaya binip gidişinin ardından tatlılarına döndüler. Keyifle yerken yaptıkları küçük oyuna gülüyorlardı hala.
   

“Bunu da atlattık!” Sedef, garsona işaret edip kahve istedi. Sonra da annelerinin dokunmadığı tatlıyı paket yapmalarını rica etti. 
Mine garson başlarından ayrıldıktan sonra “Babam, annemde ne buldu da evlendi acaba?” 
“Şiiişşştt. Duyacak birileri.”  
“Sedef, yani annemiz olmasa hayatta görüşmeyeceğim biri biliyorsun değil mi?”  
“Evet, biliyorum ama yine de sesini yükseltme. Yerin kulağı var.”  

Binnur, kendisinden başka kimseyi düşünmediği için üzüntü kaynağı olduğu yıllarda uzaklaşmıştı çocuklarından. Kızlar on sekiz yaşını doldurunca kullanma hakları olan fonlar kendilerine devredilmiş, annelerinin yılda bir iki kez araması bir anda her aya dönüşmüştü. Bazı cümlelerin arasında kendisinin ne kadar zorluk çektiğini, parasının bittiğini, babalarının kendisini hiç düşünmediğini anlatmaya başlamıştı. Oysa bilmediği bir şey vardı Binnur’un. Kızları onu çok iyi tanıyor, neyi neden söylediğini biliyorlardı.
  
Boşanma gerçekleştiğinde çok da küçük olmayan kızlar bir süre sonra annelerinin nasıl birisi olduğunu anlamış, babaları ile de açıkça konuşmuştu. Necdet bey, davanın dördüncü yılın sonunda verdiği yüklü paradan sonra bir daha kızlarının velayeti ve yeni para talebinde bulunmayacağını kabul eden belgeyi imzalatmıştı. İleri görüşlü olan adam, kızlarının  baskı altında kalıp para verme ihtimallerini de yok etmişti. Karşılıklı imzalanan belgeler kızların otuz yaşlarına kadar resmi yollarla ya da elden para vermesini de engelliyordu. Binnur, bunu bilmesine rağmen tacizlerini aralıksız sürdürmüş, sonunda vazgeçmişti. Tek istisna kızlar evlenmeden ya da çocuk sahibi olmadan ölürlerse anneleri miraslarından pay alabilecekti. Tabii o zamana kadar farklı bir vasiyetleri olmaz ise... 

Sedef’in telefonu çalıyordu. Ekranda Yiğit adını görünce ekranı Mine’nin göreceği şekilde çevirip cevapladı. 
  
“Alo?”  
“Sedef, merhaba, bor madenleri için randevusuz bir ekip geldi. Baban senin de olmanı istiyor. Ne zaman gelirsin?”  
“On beş dakikaya oradayım. Randevusuz mu dedin? Babam neden kabul etti?”
“Çok uzaktan gelmişler ve akşam dönüyorlar. Kanada’dan bir firma.”
“Anladım. Sen giriyor musun görüşmeye?”  
“Evet, biraz oyalarım, kaçırdığın kısmı özetlerim sana.”  
“Tamam, hemen geliyoruz.” 

Mine, ikisi arasındaki konuşmayı ve telaşı izleyip sesindeki kinayeyi saklamadan “Ne oldu? Yangın mı çıkmış?” diye sorunca, Sedef bıkkın bir ifade ile yanıtladı.   
“Şu bor madeni ile ilgili yasa çıkmadan her an yangın çıkabilir. Hükümet ne yapmak istiyor anlamıyorum. Yine birileri gelmiş görüşme için. Bu kaçıncı? Hadi sen öde ve paketlenen tatlıyı al. Yiğit çok sever, ben de taksi durdurayım.”  

Ardında dişlerini sıkmış kızgınlıkla bakan bir Mine bıraktığından emin çıktı lokantadan. Hem kızıyordu kardeşine gerçekleri göremediği için hem de arada onun damarına basmak hoşuna gidiyordu. Dozunda kıskançlık işe yarayacak, eninde sonunda taraflardan biri ilk adımı atacaktı. Endonezya gezisi belki de ilk ve büyük adım olacaktı…

***** 

Görüşme sonuçlanmıştı. Sedef ve babasının ısrarı ile toplantıya katılan Mine yeni bilgilerle çıkmıştı odadan. Babası ile girdikleri her toplantı iş hayatı için okullarda öğretilmeyenlerin telafisi gibiydi. Her olayın pazarlığı, yaklaşımı farklıydı. Necdet Bey bunca yıllık birikimini çocukları ile paylaşıyor, yanında çalışanların eğitimi konusunda elinden geleni yapıyordu. 
   
Bu kez gelen ekip hem çok kalabalıktı hem de  iki ayrı teklif ile gelmişti. Yedi kişilik grubun sözcüsü ve tercümanı olduğu anlaşılan kadın, önce satın almak istediklerini belirterek, daha önceden sunulan tüm tekliflerin çok çok altında bir rakam önermiş, satmayacakları yanıtını alınca fiyatı biraz yukarı çekmişti. Necdet Beyden önce Yiğit lafa girip, daha önceki tekliflerin bu fiyatın çok üzerinde olduğunu söyleyip, satmak gibi bir niyetlerinin olmadığını açıkça ifade edince, bu kez işletme ortaklığı içeren dosyalarını öne sürmüşlerdi.

Grubun sözcüsü önce Necdet Beye, sonra da biraz daha farklı bir bakış ile Yiğit’e bakıp gülümsedikten sonra “Sizin zaten satmayı düşünmediğinizi biliyorduk. Sadece biz de yatırımcı olarak şansımızı demek istedik. Asıl amacımız birlikte iş yapmak.” diyerek asıl amaçlarını ortaya koydu. Açıkladığı işletme şartları konuya iyi hazırlandıklarının göstergesiydi. Dosyalardaki rakamlar ve yapılmak istenenlerin detaylı anlatımı Necdet Beyin hoşuna gitmiş olmalıydı ki bir iki gün sonra yanıt vereceğini söyleyip gelen kişileri uğurlamıştı.

Görüşme sonunda Sedef ve babasının ısrarı ile toplantıya katılan Mine yeni bilgilerle çıkmıştı odadan. Babası ile girdikleri her toplantı iş hayatı için okullarda öğretilmeyenlerin telafisi gibiydi. Farklı işler için pazarlıklar yöntemi ve olaylara yaklaşımı değişik olurdu. Necdet Bey, kızlarının da yanında çalışan tüm elemanların da eğitimi konusunda hassastı. O derslerden birini almıştı kızlar.
Kalabalık grubu uğurlamak için büyük toplantı odasının kapısına kadar giden Necdet Söğüt odaya geri döndüğünde üçüne ne düşündüklerini sordu.
  
Yiğit, ilk sözü aldı. “Karar sizin ama bugüne kadar gelen en iyi işletme teklifi. Sıcak bakıyorsanız, firmayı detaylı araştıracağım. İsimlerini ilk kez duydum.”

Hiç tanımadıkları bir firmanın yeni bir yatırım için kendilerini seçmeleri ilk kez olan bir şey değildi. Tekliflerine yanıt vermeden önce bulabildikleri her şeyi araştırmak önemliydi.

Necdet Bey Sedef’e dönüp, yanıtını bekledi.

“Yiğit’e katılıyorum, baba. İyi bir teklif. Yine de karar senin.” Dilinin ucuna kadar gelen, ‘bana işletme sözü vermiştin’ cümlelerini yuttu. Belki babasının düşündüğü başka şeyler vardı ve bunları Yiğit'in önünde sormayı istemiyordu. İlk fırsatta baş başa konuşacaktı.
  
Mine ise bu konu hakkında sadece bilgi sahibi olmak için orada olduğunun bilincinde kafasını sallamış, sonra da kendi kısa toplantısı için izin isteyip çıkmıştı.
  
Necdet Bey önce camın önüne gidip bir süre karşısındaki yüksek binalara, sonra aşağıda akıp giden trafiğe baktı. Yiğit ile Sedef masanın önündeki koltuklara oturmuş Necdet Beyin konuşmasını bekliyordu. Masanın arkasına geçip koltuğuna oturdu. İkisine de baktı kısa bir süre sonra da konuştu.
  
“Kimmiş bunlar araştırın. En geç iki gün içinde masamda iyi bir dosya bekliyorum.”

Sedef ve Yiğit’in evrakları ve tabletlerini alıp odadan çıkmalarının ardından yalnız kalan Necdet, masasının üstündeki teklif dosyasının kopyasını eline aldı. Ceviz masanın ikinci çekmecesindeki diğer teklif dosyasını çıkarttı.
  
İki dosyanın işletme ile ilgili maddelerini açtıktan sonra bir iki madde okudu ve nihayet aradığını buldu.

"Çakallar... siz kimsiniz?"

*****


Fırat, son toplantıdan çıktığında saatlerdir kum torbası yumrukluyor gibi hissediyordu kendisini. Yorgun ve sıkılmış.

Bir an önce  dönmek istediği için sabah otelden çıkışını yapmıştı. Kiralık arabasını havaalanına doğru sürerken aklındakileri uygularsa artık bu seyahatlerin azalacağını, gereken yatırımı yurdunda yapabileceğini düşünüyordu. ‘Aklındakileri’ uygulamak için iyi bir paraya ihtiyacı vardı. Kendi birikimleri yetersizdi. Belki yarısını ancak karşılardı. Oysa büyük rakamlara ihtiyaç duyuyordu. Hayalleri ve hedefleri büyüktü.

Yardımcısı Ayça'nın sözlerini anımsadı... Zengin bir kadın bulursa yatırım yapmaya ikna edebilirdi. Belki de bu nedenle evlilik yapacak yaşlı birisini bile bulabilirdi.

Ayça elbette ki dalga geçiyordu ama Fırat ara sıra yorulduğunda bunu ciddi olarak düşünürken buluyordu kendisini.

Asıl düşündüğü ’evlilik’, bilinen anlamdaki evlilik değil, büyük bir firma ile yapılacak ortaklık idi. Aklında da birileri vardı. Sadece önce diğer işleri halletmeliydi. Bunun için de planlanandan iki gün önce dönüyordu. Hatta biraz kaçar gibi bir yolculuk oluyordu bu. Yaptığı yorucu toplantılardan sonra bunun anlaşılır olacağını düşünüyor, yine de o insanlardan ve düşüncelerinden kaçarak uzaklaştığını kabul ediyordu.
  
Uzun süredir Amerika'da olup ülkesini özlemesi normaldi. Ama kaçar gibi gitmesi... İşte bu biraz abartılı bir tepkiydi. Kendisini ikna etmek için yapacağı görüşmeyi düşündü. Türkiye'de çok önemli işler onu bekliyordu. Yeni anlaşmalar, girilecek toplantılar ve çok özel bir iş. İşte bu iş sayesinde çok şey değişecekti. Kim bilir, belki de hayallerindeki şirket evliliği bu işte yatıyordu.

Ayça çoktan şirketle çalışmaya başlamıştı. Kendisi de ilk andan beri orada olmayı istemesine rağmen elde olmayan nedenlerle gecikmişti buluşma. Ertesi gün için alınmış randevu onu heyecanlandırıyordu. Nihayet büyük ve somut bir adım atılmış olacaktı. Uzun uçak yolculuğunu biraz çalışmak biraz da dinlenmek için kullanacak, ertesi günkü toplantıya hazırlıklı katılacaktı.

*****

  
Sedef ve Yiğit, odadan çıkıp Sedef'in Mine ile ortak kullandığı odaya doğru yürüdü. Yiğit çoktan tabletinde bir şeyler yazmaya başlamıştı.

“Ben araştırmaya başlıyorum. Biliyorsun değil mi, baban böyle bir iş verdiğinde konu ikimizin arasında kalacak ve sadece sen ve ben araştırıp o dosyayı hazırlayacağız. İstersen tamamını ben yaparım, sana da bir nüsha veririm.” dedi. Böyle konularda Yiğit çok başarılıydı. Çevresi ve araştırmak için kullandığı yollar ile birçok bilgiye herkesten önce ve detaylı olarak ulaşabiliyordu.

Sedef bir an bu cazip teklife evet demeyi düşündü ama sonra vazgeçti. Yiğit’in yöntemlerini yavaş yavaş öğreniyordu. Kendisi için faydalı olacak her şeyi bilmeliydi. Odaya girerken genç adama dönüp konuşmaya başladı. “Birlikte hazırlayalım. Bugün için yeterince çalıştım. Kısa bir dinlenmeden sonra bu dosya ile ilgilenecek enerjimi toparlarım. Hem sana bir sürprizim var. ”
“Yorgun gözüküyorsun gerçekten!” derken son cümleyi ancak fark etmişti.
“Sürpriz mi? Hayırdır?”

Yiğit boş odaya önemsizmiş gibi göz atıp Sedef’in masasına doğru yürümeye başlamıştı. Deri koltuğa otururken kapıda gözüken görevliye ikisi için kahve söyledi. Sedef, kıza pakettekini de getirmesini söyleyince dönüp genç kıza bakmış bilgi alamayacağını anlayınca iki dakika daha beklemeye karar vermişti.  

Sanki araya hiç başka konuşma girmemiş gibi Sedef kaldığı yerden devam etti. O arada üstündeki ceketi çıkartmış, Yiğit’in karşısındaki diğer misafir koltuğuna oturmuştu.
  
“Binnur Hanım ile yenmiş bir öğle yemeğinden sonra kavgadan çıkmış gibi gözükmem lazım. Sadece yorgun görünüyorsam, bu ‘idare derim’ demektir.” 
“Kompliman yapmam mı lazım? Sadece biraz yorgun gözüküyorsun ama kavgadan çıkmış olduğunu söylemesen, podyumdan yeni indin sanırdım.” O sırada kapı açılmış Mine içeri girmişti. İkisinin karşılıklı oturmasına kısa bir an bakıp hiç sesini çıkartmadan kendi masasına doğru yürümeye başladı. Onun bozulduğunu anlayan Sedef kardeşinin duymasını sağlayacak sesle konuşmaya devam etti. “Sen bu iltifat işini iyi biliyorsun, Yiğit.” Sonra da kendi tabletini eline alarak, “Hadi gel araştırmaya başlayalım ” O ana kadar sessiz olan Mine’ye bakan Yiğit, “Benim odama gidelim. Mine, rahat çalışsın.” deyince Sedef bir an kardeşine baktı.   
“O işe dalmış bile, bizi duymaz. Hem bak kahvelerimiz de geldi.”
“Krem karamel benim mi? İşte bu sürpriz oldu.” Yiğit en sevdiği tatlıyı görünce yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. 
“Binnur Hanım elini süremeyecek kadar sinirliydi. Ziyan olmasın dedim.”
“On tane daha getirseydin ziyan olmazdı biliyorsun.”

Başkası olsa o tatlı paketlenmez, bir başkasına verilmez ve bu açıkça söylenmezdi ama ikisinin arasında böyle şeylerin önemi olmadığını görmek Mine’nin canını sıkıyordu. İkisi de birbirini çok iyi tanıyor, nelere kızacaklarını, nelerden tat alacaklarını biliyorlardı.

Mine ikisine belli etmeden bir süre daha bakıp az önceki cümleye dişlerinin arasından tıslayarak yanıt verdi. ‘Hiç rahatsız olmuyorum hem de hiççç, siz böyle iyi anlaşıp, keyifle kahve içerken niye rahatsız olayım ki?’  


*****

 Suat, yalının önüne geldiğinde güvenlik kısa bir an bakıp hemen kapıyı açmıştı. Spor arabasını evin garajının önünde bırakıp açılan kapıda kendisini bekleyen Esra’ya doğru yürüdü. Genç kadın çok daha iyi gözüküyordu. Bebeğini düşürdüğünü bilen nadir kişilerden biri olarak onun yüzünün nihayet güldüğünü görmek içini rahatlatmıştı. 

“Hoş geldin yakışıklım, nasılsın?” derken genç kadın çoktan erkeğe sarılmıştı.  
“Ablasının gülen yüzünü gören her kardeş gibiyim. Çok iyi gördüm seni. Annem selam söyledi. Pazar sabahı kahvaltıya bekliyor.” 
“Hadi gel bahçede oturalım. Kahvaltı iyi fikirmiş. Sadece ben ve Necdet mi kızlar da davetli mi?” 

Bahçedeki oturma takımına doğru ilerlerken Suat ablasını yanıtlıyordu. “Elbette davetliler. Beni onlardan biri ile evlendirmeye niyetlenmediği sürece kızların başımızın üstünde yerleri var.” 

O sırada görevlilerden biri kapıda gözükmüş, Suat da çay isteyince ikisine de çay getirmek üzere ortadan kaybolmuştu.
  
“Sen benim kızlarımdan ne istiyorsun? İkisi de çok güzel.” 
“Hatta fazla güzeller. Ama biliyorsun ben kızıl ya da sarışın olmalarını tercih ederdim. Oysa onlar kömür karası gibiler. Sahi niye saçlarını boyatmıyorlar.” 
“Ah canım, sen iste yeter ki, birini sarışın birini kızıl yaptırırım. Gözlerine de lens taktık mı, tam senlik olurlar. Deli misin? O kızların saçlarına boya sürmeleri mümkün değil.” Gerçekten de ikizler asla saçlarını boyatmak istemiyorlardı. Kimyasalların zararından korktuklarını söylüyorlardı. Bir arkadaşlarının boyadaki maddelere karşı alerjisinin olduğu öğrendiklerinde böyle bir karar almışlardı. Zaten, bu renkten daha çok yakışan bir başka renk düşünemiyordu ikisi de.

Suat, ablasının tepkisine gülerek devam etti. “Renkler işin şakası zaten. Ama gerçekten onları ben de kardeşim gibi görüyorum.” 
“İyi yapıyorsun. Necdet bunları duysa ikimizi de boğazın serin sularına atar. Tamam, Mine Endonezya’ya gitmeden hep birlikte kahvaltı etmek güzel olur. ” 
“Endonezya’mı? Güzelmiş. Ben de görmek istiyorum. Bir ara giderim umarım.” 
“Havadan sudan ve seyahatlerden bahsettik. Söyle bakalım seni öğlen vakti buraya ne attı?” 
“Banu ile buluşacağım. Biraz erken gelip seni göreyim istedim. Hem de daveti telefonla iletmek yerine yüz yüze söylerim dedim. Fena mı yaptım?” 
“Banu ile sık mı buluşuluyor artık?” 

Esra, az önceki kızıl saç yeşil göz muhabbetini bundan açmıştı. Kardeşinden detayları almaktı amaç. Kardeşinin onunla tanışmasını da verdiği bir davet ile kendisi sağlamıştı. Kızılları hep çok çekici bulmuştu evin küçüğü. Banu doğal bir kızıldı. Tam da o renklere uygun yeşil gözleri vardı. Kendisi ile barışık, neşeli biriydi.

Suat, sevgilisinden bahsetmek için bulduğu fırsatı değerlendirdi. “Banu ile sık buluşuluyor. Daha da sık olması için fırsat kollanıyor ama malum bizler çalışmak zorunda olan fani kullarız. O yüzden istediğim kadar sık olmuyor. Belki bir ev tutar birlikte yaşarız.” Daha cümlesi biterken ablasının kocaman açılmış gözleri ile karşılaşmıştı. Nedense bu konuda çok geri kafalılık ediyordu Esra. Oysa kimse eskisi kadar nikahsız yaşayan çiftlere takılmıyordu.  
  
Suat onu daha çok kızdırmamak için şaka yaptığını söyleyip tek amacının onu daha yakından tanımak olduğunu anlattı. Aslında Banu konusunda şaka yapmayacak kadar önemsiyordu onu.   


*****
  
 Perşembe sabahı dosyayı sunma işini Yiğit üstlenmişti. Sedef ile Mine bir arkadaşlarının hastaneye yattığını duyup onu ziyarete gitmişlerdi. Akşam geç saatte biten işlerinin sunumunu Yiğit tek başına yaptı. Necdet Bey, zaten niyetlenmediği satış için yine de incelettiği firma ile tüm ilişiğin kesilmesini ve yeni teklifler için randevu verilmemesini söyledi. Hazırlanan araştırma dosyanın bir kopyasını istedi.

Firma Kanadalı ortakların yoğun olduğu, küçük hisseli Amerikalı ve Fransız ortakların olduğu çok uluslu bir şirketti. Bu da paravan şirket olduklarını ortaya koyuyordu. Sekreterinin getirdiği dosyayı ikinci çekmeceye, diğerinin yanına koydu. Sonra ikisini tekrar inceleyecekti. Sedef’in hazırladığı dosya da aynı çekmecedeydi. Çok detaylı ve güzel bir sunumdu. Bu kızlar oldu artık, diye düşünüp çekmeceyi kapattı ve kilitledi.

Diğer işler üzerinde de biraz konuşup bilgilerini paylaşan iki erkek neredeyse öğlen olduğunu görüp, güzel bir yemek yemeye karar vermişti ki kapı çalınıp ikizler içeri girdi. 

İkisinin yüzünde de babadan bir şey isteyecek, bunun için de uslu durmak zorunda olduğunu düşünen çocukların haylaz görüntüsü vardı. Bir iki dakika önce işleri kendi başlarına bile yapacak kadar büyüdüklerini düşünürken yanılmış mıydı? Bazen hiç büyümeyeceklermiş gibi geliyor, sonra etrafındaki erkeklerin bakışlarını yakalıyor ve büyüdüklerini bir kez daha kabul ediyordu.
  
Necdet kızlarına yanıt vereceği an, Yiğit’in, Sedef’e, “Bugün çok daha dinlenmiş gözüküyorsun Sedef.” demesi ile sustu.

Sedef, akşam biraz fazla çalışıp, araştırdıkları dosyanın tamamlanması için uğraşmış, eve gittiğinde saatin gece yarısını geçtiğini görüp şaşırmıştı. 
  
“Teşekkür ederim. O kadar derin uyudum ki tüm yorgunluğum gitmiş. Gerçi bu sabah bir haber aldık. Bir arkadaşımız ayağını kırmış. Onu ziyarete gittik. Unuttuğumuz bir daveti anımsattıkları için de keyiflendik. Baba, iki hafta sonra bir defile var. Sen pek istemiyorsun diye sormadan yanıt vermeyelim dedik. Hem podyuma çıkacağız, hem de eski kıyafetlerimizi satacağız. Bir de tenis turnuvası var, çiftlerde biz de katılacağız. Mahsuru var mı?”  
“Hayır işi sanırım!” Necdet Bey, olumlu yüzü ile konuşunca bu kez Yiğit ile Sedef’in konuşmalarını izleyen Mine yanıt verdi.   
“Evet, lösemili çocuklar için bir yardım organizasyonu.”  
“Tamam, ben de nakit bir şeyler yollarım.”  
“Teşekkürler baba, biz işimizin başındayız. Söyleyeceğin bir şey var mı?”  
“Evde ne kadar fazlalık varsa hepsini satın o gün. Biraz yer açılsın da yürüyebilelim.”  
“O kadar çok şeyi satarsak giyecek bir şey kalmaz…” Mine, muzip yüzü ile babasının suratındaki değişimleri izliyordu. Yeni kıyafetler için şimdiden yol yapıyordu kızlar. “Halen aynı düşüncede misin?”  
“Fikrimi değiştirmeden gidin.” Kızlar kapıya yaklaşırken, “Kaç aydır elinize raket almadınız, ilk maçta elenmeyin. Biraz çalışın.” dedi. Rekabetçi tarafı asla dur durak dinlemiyordu. Kızlarının ilk maçta elenmesine gönlü razı gelmezdi.  
   
Kızlar, gülerek odadan çıkınca Yiğit’e döndü Necdet. “Sanki faturalarını ben ödüyorum da?” dedi. Kızlar çalışmaya başladıklarından beri kendi masraflarını karşılıyorlardı. Yiğit, dolaylı yoldan yine de Necdet Beyden para aldıklarını düşünüp gülümserken, “Yine gidip bir sürü bir örnek kıyafet alacaklar. İnsanın aklını karıştırmak için her fırsatı değerlendiriyorlar. Nasıl ayırt edebiliyorsunuz ikisini?” diye sordu. Bunu soran ne ilk ne de son kişi olacaktı. Necdet genç erkeği kısa bir an süzdü, sonra aylardır içinde tuttuğu cümleyi söyledi, “Sen nasıl ayırt edebiliyorsan sanırım öyle!”
  
Yiğit, ne diyeceğini bilememişti. Kızarmış bile olabilirdi. Duraklamanın ardından en iyi mazeretini söyledi, “Sabahları ne giydiklerine dikkat ediyorum.” 

Necdet kahkaha atmamak için kendini tuttuktan sonra, “Ben de öyle yapıyorum.” dedi. İkisi de yalan söylediklerini biliyorlardı.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder