Binnur, kapıdan çıkar çıkmaz cep telefonunu alıp bir numarayı tuşladı.
İkinci çalışta açılan telefona, "Saçma sapan bir olay. Boşanma falan yok.
Kim uydurdu bunu? Boşuna vakit kaybettim resmen. Şimdi geliyorum yanına,
şampanyamı hazırla ki sinirim yatışsın." dedi. Sonra da az önceki sinir
bozukluğunu hiç yaşamamış gibi yüzüne yerleştirdiği halinden memnun ifade
ile valenin getirdiği arabasına bindi.
Kızlar, camdan gördükleri annelerinin arabaya binip gidişinin ardından
tatlılarına döndüler. Keyifle yerken yaptıkları küçük oyuna gülüyorlardı
hala.
“Bunu da atlattık!” Sedef, garsona işaret edip kahve istedi. Sonra da
annelerinin dokunmadığı tatlıyı paket yapmalarını rica etti.
Mine garson başlarından ayrıldıktan sonra “Babam, annemde ne buldu da
evlendi acaba?”
“Şiiişşştt. Duyacak birileri.”
“Sedef, yani annemiz olmasa hayatta görüşmeyeceğim biri biliyorsun değil
mi?”
“Evet, biliyorum ama yine de sesini yükseltme. Yerin kulağı
var.”
Binnur, kendisinden başka kimseyi düşünmediği için üzüntü kaynağı
olduğu yıllarda uzaklaşmıştı çocuklarından. Kızlar on sekiz yaşını doldurunca
kullanma hakları olan fonlar kendilerine devredilmiş, annelerinin yılda bir iki
kez araması bir anda her aya dönüşmüştü. Bazı cümlelerin arasında kendisinin ne
kadar zorluk çektiğini, parasının bittiğini, babalarının kendisini hiç
düşünmediğini anlatmaya başlamıştı. Oysa bilmediği bir şey vardı Binnur’un.
Kızları onu çok iyi tanıyor, neyi neden söylediğini biliyorlardı.
Boşanma gerçekleştiğinde çok da küçük olmayan kızlar bir süre sonra
annelerinin nasıl birisi olduğunu anlamış, babaları ile de açıkça konuşmuştu.
Necdet bey, davanın dördüncü yılın sonunda verdiği yüklü paradan sonra bir daha
kızlarının velayeti ve yeni para talebinde bulunmayacağını kabul eden belgeyi
imzalatmıştı. İleri görüşlü olan adam, kızlarının baskı altında kalıp
para verme ihtimallerini de yok etmişti. Karşılıklı imzalanan belgeler kızların
otuz yaşlarına kadar resmi yollarla ya da elden para vermesini de engelliyordu.
Binnur, bunu bilmesine rağmen tacizlerini aralıksız sürdürmüş, sonunda
vazgeçmişti. Tek istisna kızlar evlenmeden ya da çocuk sahibi olmadan ölürlerse
anneleri miraslarından pay alabilecekti. Tabii o zamana kadar farklı bir
vasiyetleri olmaz ise...
Sedef’in telefonu çalıyordu. Ekranda Yiğit adını görünce ekranı Mine’nin
göreceği şekilde çevirip cevapladı.
“Alo?”
“Sedef, merhaba, bor madenleri için randevusuz bir ekip
geldi. Baban senin de olmanı istiyor. Ne zaman gelirsin?”
“On beş dakikaya oradayım. Randevusuz mu dedin? Babam neden kabul etti?”
“Çok uzaktan gelmişler ve akşam dönüyorlar. Kanada’dan bir firma.”
“Anladım. Sen giriyor musun görüşmeye?”
“Evet, biraz oyalarım, kaçırdığın kısmı özetlerim sana.”
“Tamam, hemen geliyoruz.”
Mine, ikisi arasındaki konuşmayı ve telaşı izleyip sesindeki kinayeyi
saklamadan “Ne oldu? Yangın mı çıkmış?” diye sorunca, Sedef bıkkın bir ifade
ile yanıtladı.
“Şu bor madeni ile ilgili yasa çıkmadan her an yangın çıkabilir. Hükümet ne
yapmak istiyor anlamıyorum. Yine birileri gelmiş görüşme için. Bu kaçıncı? Hadi
sen öde ve paketlenen tatlıyı al. Yiğit çok sever, ben de taksi
durdurayım.”
Ardında dişlerini sıkmış kızgınlıkla bakan bir Mine bıraktığından emin
çıktı lokantadan. Hem kızıyordu kardeşine gerçekleri göremediği için hem
de arada onun damarına basmak hoşuna gidiyordu. Dozunda kıskançlık işe
yarayacak, eninde sonunda taraflardan biri ilk adımı atacaktı. Endonezya gezisi
belki de ilk ve büyük adım olacaktı…
*****
Görüşme sonuçlanmıştı. Sedef ve babasının ısrarı ile toplantıya katılan
Mine yeni bilgilerle çıkmıştı odadan. Babası ile girdikleri her toplantı
iş hayatı için okullarda öğretilmeyenlerin telafisi gibiydi. Her olayın
pazarlığı, yaklaşımı farklıydı. Necdet Bey bunca yıllık birikimini çocukları
ile paylaşıyor, yanında çalışanların eğitimi konusunda elinden geleni
yapıyordu.
Bu kez gelen ekip hem çok kalabalıktı hem de iki
ayrı teklif ile gelmişti. Yedi kişilik grubun sözcüsü ve tercümanı olduğu
anlaşılan kadın, önce satın almak istediklerini belirterek, daha önceden
sunulan tüm tekliflerin çok çok altında bir rakam önermiş, satmayacakları
yanıtını alınca fiyatı biraz yukarı çekmişti. Necdet Beyden önce Yiğit lafa
girip, daha önceki tekliflerin bu fiyatın çok üzerinde olduğunu söyleyip,
satmak gibi bir niyetlerinin olmadığını açıkça ifade edince, bu kez işletme
ortaklığı içeren dosyalarını öne sürmüşlerdi.
Grubun sözcüsü önce Necdet Beye, sonra da biraz daha
farklı bir bakış ile Yiğit’e bakıp gülümsedikten sonra “Sizin zaten satmayı
düşünmediğinizi biliyorduk. Sadece biz de yatırımcı olarak şansımızı demek
istedik. Asıl amacımız birlikte iş yapmak.” diyerek asıl amaçlarını ortaya
koydu. Açıkladığı işletme şartları konuya iyi hazırlandıklarının göstergesiydi.
Dosyalardaki rakamlar ve yapılmak istenenlerin detaylı anlatımı Necdet Beyin
hoşuna gitmiş olmalıydı ki bir iki gün sonra yanıt vereceğini söyleyip gelen
kişileri uğurlamıştı.
Görüşme sonunda Sedef ve babasının ısrarı ile
toplantıya katılan Mine yeni bilgilerle çıkmıştı odadan. Babası ile girdikleri
her toplantı iş hayatı için okullarda öğretilmeyenlerin telafisi gibiydi.
Farklı işler için pazarlıklar yöntemi ve olaylara yaklaşımı değişik olurdu.
Necdet Bey, kızlarının da yanında çalışan tüm elemanların da eğitimi konusunda
hassastı. O derslerden birini almıştı kızlar.
Kalabalık grubu uğurlamak için büyük toplantı odasının
kapısına kadar giden Necdet Söğüt odaya geri döndüğünde üçüne ne düşündüklerini
sordu.
Yiğit, ilk sözü aldı. “Karar sizin ama bugüne kadar
gelen en iyi işletme teklifi. Sıcak bakıyorsanız, firmayı detaylı
araştıracağım. İsimlerini ilk kez duydum.”
Hiç tanımadıkları bir firmanın yeni bir yatırım için
kendilerini seçmeleri ilk kez olan bir şey değildi. Tekliflerine yanıt vermeden
önce bulabildikleri her şeyi araştırmak önemliydi.
Necdet Bey Sedef’e dönüp, yanıtını bekledi.
“Yiğit’e katılıyorum, baba. İyi bir teklif. Yine de
karar senin.” Dilinin ucuna kadar gelen, ‘bana işletme sözü vermiştin’
cümlelerini yuttu. Belki babasının düşündüğü başka şeyler vardı ve bunları
Yiğit'in önünde sormayı istemiyordu. İlk fırsatta baş başa konuşacaktı.
Mine ise bu konu hakkında sadece bilgi sahibi olmak için
orada olduğunun bilincinde kafasını sallamış, sonra da kendi kısa toplantısı
için izin isteyip çıkmıştı.
Necdet Bey önce camın önüne gidip bir süre
karşısındaki yüksek binalara, sonra aşağıda akıp giden trafiğe baktı. Yiğit ile
Sedef masanın önündeki koltuklara oturmuş Necdet Beyin konuşmasını bekliyordu.
Masanın arkasına geçip koltuğuna oturdu. İkisine de baktı kısa bir süre sonra
da konuştu.
“Kimmiş bunlar araştırın. En geç iki gün içinde
masamda iyi bir dosya bekliyorum.”
Sedef ve Yiğit’in evrakları ve tabletlerini alıp
odadan çıkmalarının ardından yalnız kalan Necdet, masasının üstündeki teklif
dosyasının kopyasını eline aldı. Ceviz masanın ikinci çekmecesindeki diğer
teklif dosyasını çıkarttı.
İki dosyanın işletme ile ilgili maddelerini açtıktan
sonra bir iki madde okudu ve nihayet aradığını buldu.
"Çakallar... siz kimsiniz?"
*****
Fırat, son toplantıdan çıktığında saatlerdir kum
torbası yumrukluyor gibi hissediyordu kendisini. Yorgun ve sıkılmış.
Bir an önce dönmek istediği için sabah otelden
çıkışını yapmıştı. Kiralık arabasını havaalanına doğru sürerken aklındakileri
uygularsa artık bu seyahatlerin azalacağını, gereken yatırımı yurdunda
yapabileceğini düşünüyordu. ‘Aklındakileri’ uygulamak için iyi bir paraya
ihtiyacı vardı. Kendi birikimleri yetersizdi. Belki yarısını ancak karşılardı.
Oysa büyük rakamlara ihtiyaç duyuyordu. Hayalleri ve hedefleri büyüktü.
Yardımcısı Ayça'nın sözlerini anımsadı... Zengin bir
kadın bulursa yatırım yapmaya ikna edebilirdi. Belki de bu nedenle evlilik
yapacak yaşlı birisini bile bulabilirdi.
Ayça elbette ki dalga geçiyordu ama Fırat ara sıra
yorulduğunda bunu ciddi olarak düşünürken buluyordu kendisini.
Asıl düşündüğü ’evlilik’, bilinen anlamdaki evlilik
değil, büyük bir firma ile yapılacak ortaklık idi. Aklında da birileri vardı.
Sadece önce diğer işleri halletmeliydi. Bunun için de planlanandan iki gün önce
dönüyordu. Hatta biraz kaçar gibi bir yolculuk oluyordu bu. Yaptığı yorucu
toplantılardan sonra bunun anlaşılır olacağını düşünüyor, yine de o insanlardan
ve düşüncelerinden kaçarak uzaklaştığını kabul ediyordu.
Uzun süredir Amerika'da olup ülkesini özlemesi
normaldi. Ama kaçar gibi gitmesi... İşte bu biraz abartılı bir tepkiydi.
Kendisini ikna etmek için yapacağı görüşmeyi düşündü. Türkiye'de çok önemli
işler onu bekliyordu. Yeni anlaşmalar, girilecek toplantılar ve çok özel bir
iş. İşte bu iş sayesinde çok şey değişecekti. Kim bilir, belki de hayallerindeki
şirket evliliği bu işte yatıyordu.
Ayça çoktan şirketle çalışmaya başlamıştı. Kendisi de
ilk andan beri orada olmayı istemesine rağmen elde olmayan nedenlerle
gecikmişti buluşma. Ertesi gün için alınmış randevu onu heyecanlandırıyordu.
Nihayet büyük ve somut bir adım atılmış olacaktı. Uzun uçak yolculuğunu biraz
çalışmak biraz da dinlenmek için kullanacak, ertesi günkü toplantıya hazırlıklı
katılacaktı.
*****
Sedef ve Yiğit, odadan çıkıp Sedef'in Mine ile ortak
kullandığı odaya doğru yürüdü. Yiğit çoktan tabletinde bir şeyler yazmaya
başlamıştı.
“Ben araştırmaya başlıyorum. Biliyorsun değil mi,
baban böyle bir iş verdiğinde konu ikimizin arasında kalacak ve sadece sen ve
ben araştırıp o dosyayı hazırlayacağız. İstersen tamamını ben yaparım, sana da
bir nüsha veririm.” dedi. Böyle konularda Yiğit çok başarılıydı. Çevresi ve
araştırmak için kullandığı yollar ile birçok bilgiye herkesten önce ve detaylı
olarak ulaşabiliyordu.
Sedef bir an bu cazip teklife evet demeyi düşündü ama
sonra vazgeçti. Yiğit’in yöntemlerini yavaş yavaş öğreniyordu. Kendisi için
faydalı olacak her şeyi bilmeliydi. Odaya girerken genç adama dönüp konuşmaya
başladı. “Birlikte hazırlayalım. Bugün için yeterince çalıştım. Kısa bir
dinlenmeden sonra bu dosya ile ilgilenecek enerjimi toparlarım. Hem sana bir
sürprizim var. ”
“Yorgun gözüküyorsun gerçekten!” derken son cümleyi
ancak fark etmişti.
“Sürpriz mi? Hayırdır?”
Yiğit boş odaya önemsizmiş gibi göz atıp Sedef’in
masasına doğru yürümeye başlamıştı. Deri koltuğa otururken kapıda gözüken
görevliye ikisi için kahve söyledi. Sedef, kıza pakettekini de getirmesini
söyleyince dönüp genç kıza bakmış bilgi alamayacağını anlayınca iki dakika daha
beklemeye karar vermişti.
Sanki araya hiç başka konuşma girmemiş gibi Sedef
kaldığı yerden devam etti. O arada üstündeki ceketi çıkartmış, Yiğit’in
karşısındaki diğer misafir koltuğuna oturmuştu.
“Binnur Hanım ile yenmiş bir öğle yemeğinden sonra kavgadan
çıkmış gibi gözükmem lazım. Sadece yorgun görünüyorsam, bu ‘idare derim’
demektir.”
“Kompliman yapmam mı lazım? Sadece biraz yorgun
gözüküyorsun ama kavgadan çıkmış olduğunu söylemesen, podyumdan yeni indin
sanırdım.” O sırada kapı açılmış Mine içeri girmişti. İkisinin karşılıklı
oturmasına kısa bir an bakıp hiç sesini çıkartmadan kendi masasına doğru
yürümeye başladı. Onun bozulduğunu anlayan Sedef kardeşinin duymasını
sağlayacak sesle konuşmaya devam etti. “Sen bu iltifat işini iyi biliyorsun, Yiğit.”
Sonra da kendi tabletini eline alarak, “Hadi gel araştırmaya başlayalım ” O ana
kadar sessiz olan Mine’ye bakan Yiğit, “Benim odama gidelim. Mine, rahat
çalışsın.” deyince Sedef bir an kardeşine baktı.
“O işe dalmış bile, bizi duymaz. Hem bak kahvelerimiz
de geldi.”
“Krem karamel benim mi? İşte bu sürpriz oldu.” Yiğit
en sevdiği tatlıyı görünce yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu.
“Binnur Hanım elini süremeyecek kadar sinirliydi.
Ziyan olmasın dedim.”
“On tane daha getirseydin ziyan olmazdı biliyorsun.”
Başkası olsa o tatlı paketlenmez, bir başkasına
verilmez ve bu açıkça söylenmezdi ama ikisinin arasında böyle şeylerin önemi
olmadığını görmek Mine’nin canını sıkıyordu. İkisi de birbirini çok iyi
tanıyor, nelere kızacaklarını, nelerden tat alacaklarını biliyorlardı.
Mine ikisine belli etmeden bir süre daha bakıp az
önceki cümleye dişlerinin arasından tıslayarak yanıt verdi. ‘Hiç rahatsız
olmuyorum hem de hiççç, siz böyle iyi anlaşıp, keyifle kahve içerken niye
rahatsız olayım ki?’
*****
Suat, yalının önüne geldiğinde güvenlik kısa bir an bakıp hemen
kapıyı açmıştı. Spor arabasını evin garajının önünde bırakıp açılan kapıda
kendisini bekleyen Esra’ya doğru yürüdü. Genç kadın çok daha iyi gözüküyordu.
Bebeğini düşürdüğünü bilen nadir kişilerden biri olarak onun yüzünün nihayet
güldüğünü görmek içini rahatlatmıştı.
“Hoş geldin yakışıklım, nasılsın?” derken genç kadın çoktan erkeğe
sarılmıştı.
“Ablasının gülen yüzünü gören her kardeş gibiyim. Çok iyi gördüm seni.
Annem selam söyledi. Pazar sabahı kahvaltıya bekliyor.”
“Hadi gel bahçede oturalım. Kahvaltı iyi fikirmiş. Sadece ben ve Necdet mi
kızlar da davetli mi?”
Bahçedeki oturma takımına doğru ilerlerken Suat ablasını yanıtlıyordu.
“Elbette davetliler. Beni onlardan biri ile evlendirmeye niyetlenmediği sürece
kızların başımızın üstünde yerleri var.”
O sırada görevlilerden biri kapıda gözükmüş, Suat da çay isteyince ikisine
de çay getirmek üzere ortadan kaybolmuştu.
“Sen benim kızlarımdan ne istiyorsun? İkisi de çok güzel.”
“Hatta fazla güzeller. Ama biliyorsun ben kızıl ya da sarışın olmalarını
tercih ederdim. Oysa onlar kömür karası gibiler. Sahi niye saçlarını
boyatmıyorlar.”
“Ah canım, sen iste yeter ki, birini sarışın birini kızıl yaptırırım.
Gözlerine de lens taktık mı, tam senlik olurlar. Deli misin? O
kızların saçlarına boya sürmeleri mümkün değil.” Gerçekten de ikizler asla
saçlarını boyatmak istemiyorlardı. Kimyasalların zararından korktuklarını
söylüyorlardı. Bir arkadaşlarının boyadaki maddelere karşı alerjisinin olduğu
öğrendiklerinde böyle bir karar almışlardı. Zaten, bu renkten daha çok yakışan
bir başka renk düşünemiyordu ikisi de.
Suat, ablasının tepkisine gülerek devam etti. “Renkler işin şakası zaten.
Ama gerçekten onları ben de kardeşim gibi görüyorum.”
“İyi yapıyorsun. Necdet bunları duysa ikimizi de boğazın serin sularına
atar. Tamam, Mine Endonezya’ya gitmeden hep birlikte kahvaltı etmek güzel olur.
”
“Endonezya’mı? Güzelmiş. Ben de görmek istiyorum. Bir ara giderim
umarım.”
“Havadan sudan ve seyahatlerden bahsettik. Söyle bakalım seni öğlen vakti
buraya ne attı?”
“Banu ile buluşacağım. Biraz erken gelip seni göreyim istedim. Hem de
daveti telefonla iletmek yerine yüz yüze söylerim dedim. Fena mı yaptım?”
“Banu ile sık mı buluşuluyor artık?”
Esra, az önceki kızıl saç yeşil göz muhabbetini bundan açmıştı. Kardeşinden
detayları almaktı amaç. Kardeşinin onunla tanışmasını da verdiği bir davet ile
kendisi sağlamıştı. Kızılları hep çok çekici bulmuştu evin küçüğü. Banu doğal
bir kızıldı. Tam da o renklere uygun yeşil gözleri vardı. Kendisi ile barışık,
neşeli biriydi.
Suat, sevgilisinden bahsetmek için bulduğu fırsatı değerlendirdi. “Banu ile
sık buluşuluyor. Daha da sık olması için fırsat kollanıyor ama malum bizler
çalışmak zorunda olan fani kullarız. O yüzden istediğim kadar sık olmuyor.
Belki bir ev tutar birlikte yaşarız.” Daha cümlesi biterken ablasının kocaman
açılmış gözleri ile karşılaşmıştı. Nedense bu konuda çok geri kafalılık
ediyordu Esra. Oysa kimse eskisi kadar nikahsız yaşayan çiftlere
takılmıyordu.
Suat onu daha çok kızdırmamak için şaka yaptığını söyleyip tek amacının onu
daha yakından tanımak olduğunu anlattı. Aslında Banu konusunda şaka yapmayacak
kadar önemsiyordu onu.
*****
Perşembe sabahı dosyayı sunma işini Yiğit üstlenmişti. Sedef ile Mine
bir arkadaşlarının hastaneye yattığını duyup onu ziyarete
gitmişlerdi. Akşam geç saatte biten işlerinin sunumunu Yiğit tek başına
yaptı. Necdet Bey, zaten niyetlenmediği satış için yine de incelettiği firma
ile tüm ilişiğin kesilmesini ve yeni teklifler için randevu verilmemesini
söyledi. Hazırlanan araştırma dosyanın bir kopyasını istedi.
Firma Kanadalı ortakların yoğun olduğu, küçük hisseli Amerikalı ve Fransız
ortakların olduğu çok uluslu bir şirketti. Bu da paravan şirket olduklarını
ortaya koyuyordu. Sekreterinin getirdiği dosyayı ikinci çekmeceye,
diğerinin yanına koydu. Sonra ikisini tekrar inceleyecekti. Sedef’in
hazırladığı dosya da aynı çekmecedeydi. Çok detaylı ve güzel bir sunumdu. Bu
kızlar oldu artık, diye düşünüp çekmeceyi kapattı ve kilitledi.
Diğer işler üzerinde de biraz konuşup bilgilerini paylaşan iki erkek
neredeyse öğlen olduğunu görüp, güzel bir yemek yemeye karar vermişti ki kapı
çalınıp ikizler içeri girdi.
İkisinin yüzünde de babadan bir şey isteyecek, bunun için de uslu durmak
zorunda olduğunu düşünen çocukların haylaz görüntüsü vardı. Bir iki dakika
önce işleri kendi başlarına bile yapacak kadar büyüdüklerini düşünürken
yanılmış mıydı? Bazen hiç büyümeyeceklermiş gibi geliyor, sonra etrafındaki
erkeklerin bakışlarını yakalıyor ve büyüdüklerini bir kez daha kabul ediyordu.
Necdet kızlarına yanıt vereceği an, Yiğit’in, Sedef’e, “Bugün çok daha
dinlenmiş gözüküyorsun Sedef.” demesi ile sustu.
Sedef, akşam biraz fazla çalışıp, araştırdıkları dosyanın tamamlanması için
uğraşmış, eve gittiğinde saatin gece yarısını geçtiğini görüp şaşırmıştı.
“Teşekkür ederim. O kadar derin uyudum ki tüm yorgunluğum gitmiş. Gerçi bu
sabah bir haber aldık. Bir arkadaşımız ayağını kırmış. Onu ziyarete gittik.
Unuttuğumuz bir daveti anımsattıkları için de keyiflendik. Baba, iki hafta
sonra bir defile var. Sen pek istemiyorsun diye sormadan yanıt vermeyelim
dedik. Hem podyuma çıkacağız, hem de eski kıyafetlerimizi satacağız. Bir de
tenis turnuvası var, çiftlerde biz de katılacağız. Mahsuru var mı?”
“Hayır işi sanırım!” Necdet Bey, olumlu yüzü ile konuşunca bu kez Yiğit ile
Sedef’in konuşmalarını izleyen Mine yanıt verdi.
“Evet, lösemili çocuklar için bir yardım organizasyonu.”
“Tamam, ben de nakit bir şeyler yollarım.”
“Teşekkürler baba, biz işimizin başındayız. Söyleyeceğin bir şey var
mı?”
“Evde ne kadar fazlalık varsa hepsini satın o gün. Biraz yer açılsın da
yürüyebilelim.”
“O kadar çok şeyi satarsak giyecek bir şey kalmaz…” Mine, muzip yüzü ile
babasının suratındaki değişimleri izliyordu. Yeni kıyafetler için şimdiden yol
yapıyordu kızlar. “Halen aynı düşüncede misin?”
“Fikrimi değiştirmeden gidin.” Kızlar kapıya yaklaşırken, “Kaç aydır
elinize raket almadınız, ilk maçta elenmeyin. Biraz çalışın.” dedi.
Rekabetçi tarafı asla dur durak dinlemiyordu. Kızlarının ilk maçta
elenmesine gönlü razı gelmezdi.
Kızlar, gülerek odadan çıkınca Yiğit’e döndü Necdet. “Sanki faturalarını
ben ödüyorum da?” dedi. Kızlar çalışmaya başladıklarından beri kendi
masraflarını karşılıyorlardı. Yiğit, dolaylı yoldan yine de Necdet Beyden para
aldıklarını düşünüp gülümserken, “Yine gidip bir sürü bir örnek kıyafet
alacaklar. İnsanın aklını karıştırmak için her fırsatı değerlendiriyorlar.
Nasıl ayırt edebiliyorsunuz ikisini?” diye sordu. Bunu soran ne ilk ne de son
kişi olacaktı. Necdet genç erkeği kısa bir an süzdü, sonra aylardır içinde
tuttuğu cümleyi söyledi, “Sen nasıl ayırt edebiliyorsan sanırım öyle!”
Yiğit, ne diyeceğini bilememişti. Kızarmış bile
olabilirdi. Duraklamanın ardından en iyi mazeretini söyledi, “Sabahları ne
giydiklerine dikkat ediyorum.”
Necdet kahkaha atmamak için kendini tuttuktan sonra, “Ben de öyle
yapıyorum.” dedi. İkisi de yalan söylediklerini biliyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder