Ayça
Buldan, şirketten içeriye girerken kendisini tanıyanları başı ile selamladı.
Bir haftadır her gün çeşitli konferanslar ve toplantılarla şirkette eğitimlere
devam ediyorlardı. Daha önceki aralıklı eğitimler bitmiş, düzenli eğitimlere
gelmişti sıra. Sabah derslerine girmiş, öğle paydosuna çıkmış şimdi ise
öğleden sonraki dersler için geri dönmüştü.
Tüm
görüşmeleri kendisi yapmış ve sonuçta bu işi bağlamayı başarmıştı. Şirketin bu
konudaki başarısı bu anlaşmanın sonuçlanmasında büyük etkendi, fakat kendi
çabasını kimsenin göz ardı etmesine izin vermezdi. Aylarca hazırlık yapmış,
neye ihtiyaç duyacakları konusunda doğru kararlar vermişti. Tek başına değildi
elbetti. Yine de son atış onundu ve başarmıştı.
Holdinge
bağlı tüm şirketlerde eğitim verilmesi aylarca sürecekti. Konferanslar ya da
çok günlük eğitimler ile personelin tamamı bilgilendirilecekti. Yeni çalışma
yöntemleri ile verimlilik ve dayanışmanın artması, vizyonların geliştirilmesi
amaçlanıyordu. En alt kademeden en üste kadar herkesin bildiğini sandığı
şeylerin yeniden öğretilmesi gerekiyordu. Necdet Söğüt’ü buna ikna etmesi çok
da uzun sürmemişti. Fırat bile bu başarısı karşısında şapka çıkartmıştı.
Başarının verdiği gurur ile yürüyordu koridorda. Aklından yeni yapılacak işleri
listesini geçiriyordu. Çok çalışıyor, her konuda noksansız iş ortaya koyuyordu.
Bazı bölümlere verilecek eğitimler için önceden o bölümde çalışan
yöneticiler ile toplantı yapılması, neler yaptıkları ve neler yapmalarının
istendiğinin anlaşılması gerekiyordu. Bunların çoğuna yine Ayça ve artık uzun
süre yurtta kalacak olan Fırat katılacaktı. Onun yokluğunda yaptığı
işlerin geri dönüşleri sene sonu ikramiyesi olarak yansıyacaktı. Alacağı parayı
düşünüp gülümsedi.
Toplantı salonuna girip hem kendi sunumu hem de katılımcılar için gereken
hazırlıkların yapıldığını görüp memnun olmuştu. Daha toplantıya yarım saat
vardı. Hem zaten önce katılımcılar yerlerini almalıydı. Çantasını alıp yakınlık
kurduğu bölüm şeflerinden birinin yanına giderken ikisi için de çay almayı
ihmal etmemişti.
Yarım saat sonra toplantı salonuna geçtiğinde herkesin hazır olduğunu görüp
sevindi. En önde oturan Necdet Beyi görünce yüzüne geniş bir gülümseme
yayıldı.
“Günaydın Necdet Bey, sizi de aramızda görmek çok güzel.”
“Ayça hanım, konuyu sevdim. Ben de öğreneyim bir şeyler.” Kendi
katılımının şirket çalışanlar üstünde nasıl bir etki yapacağını iyi biliyordu.
Ayça, onun bunu neden yaptığını anlamış, gülümsemesi genişlemişti. “Çok
mutlu olurum.”
*****
Fırat, nihayet şirkete geldiğinde saat neredeyse beş olmuştu. Toplantı
bitmek bilmemişti. Çok daha erken gelmek istemiş, başaramamıştı. Ayça dersi
bitirmiş olmalıydı. Kendisinin de orada olması, gelecek planları için çok
önemliydi. Hem böylece ikizleri de görebilecek ve karıştırılmaları halinde
nasıl tepki verdiklerini öğrenmeye çalışacaktı.
Evdeki hesap çarşıya uymamıştı. O kapalı garajda arabasından inerken
ikizlerin asansörden çıktığını gördü. Çok farklı giyinmelerine rağmen ikisinde
de aynı hava vardı. Oysa biri yazın son günlerinin tadını çıkartmasını
sağlayacak bir pantolon ceket takım giymişken diğeri uzun dar bir elbise
üzerine kısa bir ceket giymişti. Ellerinde dosyalar olunca bu kez eğlenmeye
değil iş için bir yerlere gittiklerini anlayıp bir iki adımda yanlarına
ulaştı.
“Merhaba, yine siz bir yerlere giderken karşılaştık sanırım. Nasılsınız?”
Kızlar sesini duyunca dönüp bakmış ve Fırat’ı görüp
gülümsemişlerdi.
“Teşekkürler Fırat bey, Mine’nin bir görüşmesi var. Ben de ona eşlik
ediyorum. Birbirimizin işini bilmek güzel oluyor.” Elbiseli olanın Sedef
olduğunu anlamak hoşuna gitmişti. Çünkü nasıl olduğunu bilmese de onun olduğunu
düşündüğünü ve yanılmadığını anlamıştı. Fakat Sedef’in ona Fırat Bey demesi, mesafe
koymuş olması çok can sıkıcıydı. Farkında değilmiş gibi, “Ara sıra yer
değiştirip çalışanlarınızı şaşırtmak için yapıyorsunuz diye düşünürsem yanılır
mıyım?”
Galiba şaka yapıyordu ama yüzü o kadar ciddiydi ki Sedef de aynı ciddiyetle
konuştu.
“Artık pek yapmıyoruz ama eğlenmezseniz bu dünyanın çekilecek kahrı mı
var?”
Fırat daha yumuşak bir yanıt beklemişti. Sedef’in tavrı canını sıkmaya
devam edince yüzü asılmıştı. Sedef, onun asık yüzüne bakıp daha fazla tutmamak
için ‘görüşmek üzere’ demiş ve Mine’nin arabasına doğru bir adım atmıştı. Mine
de iyi akşamlar diledikten sonra kardeşinin peşinden gitmişti.
Sedef arabaya binerken ‘suratsız, bu
hali ile bunun anlattığı dersten ne hayır gelir ki? Nasıl eğitmen bu?’ diye
söyleniyordu.
“Adama ayıp ettin.”
“Fırat beyin bizimle zoraki konuşması benim kabahatim değil. Oyalamamak
için kısa kestim. Sen konuşsaydın çok istiyorsan!”
“Ama Fırat seninle konuşmak istiyordu, benimle değil.”
“Mine, ne bu hal? Herkes benimle konuşmak istemiyor, sen yanıt vermediğin
için ben konuşmak zorunda kalıyorum.” Kardeşine iki kez yemek yediklerini
söylemiş sonra bir daha konuşmadıklarını anlatmıştı. Aramamış olmasını neden bu
kadar kafaya taktığını, hele de öyle ayak üstü mecburi konuşmanın yarattığı
karmaşayı kendine açıklayamıyordu.
Mine, Sedef’in dediklerinden sonra şaşkın bakışlarla baktı bir süre.
“Ah tabii, eminim öyledir. Şu aralar bu konuları açmayalım. Kalbini kırmak
istemiyorum ama ters bir laf edebilecek potansiyelim var, bunu
biliyorum.”
Yine atışmak üzereydiler. Yıllardır ters düşmedikleri kadar ters
düşmüşlerdi son aylarda. Sedef, arabayı kullanan kardeşinin gözlerinin
dolduğunu fark etti. Yiğit ile yemekten beri yine aralarına kalın bir duvar
örmüşlerdi. Düzeleceğini sandığı şeyler karmaşıklığını devam ettiriyordu.
Yiğit’in bir iki konuşma hamlesini gözleri ile görmüştü. Elbette Mine’nin
anlamazlıktan geldiğine de şahit olmuştu. Onun ağlamamak için kendisini hala
tuttuğunu görünce “Acaba seni tatile mi yollasak?” dedi. Yanıtı hiç tahmin
etmemişti. “Tamam, ben ayak altından çekilirim herkes rahat eder.”
“Anlaşıldı, ben sustum.”
Sesi o kadar kötüydü ki, Mine, kardeşini gereksiz yere kırdığını anladı. En
azından Sedef’in Yiğit ile hiç ilgisinin olmadığını anlamıştı. Yiğit
Sedef’i seviyorsa kardeşinin bunda ne kabahati vardı? Artık gereksiz
kıskançlığını kardeşine yönlendirmekten vazgeçmeliydi. Fırat ile aralarında bir
şeyler olmasını da biraz bu yüzden istiyordu. En azından Yiğit umudunu keserdi…
*****
Eylül ayı bitiyordu. Kızların bir haftalık tatil planları suya
düşmüştü. Babaları kesinlikle bir yere gidemeyeceklerini söylemiş ve konuyu
kapatmıştı. Neden sorusuna ise kendinden beklenmeyen sertlikte ‘Ben öyle
istiyorum’ demişti.
Esra, nihayet normale dönmüş ev yine eski huzurlu havasına kavuşmuştu.
Güvenlik tedbirleri biraz rahatsız etse de buna bile alışmıştı herkes.
Kimsenin bilmediği ama Necdet beyin her gününü daha da büyük stres ile
geçirmesine neden olan tehditlerin varlığıydı. Üstelik bu tehditler tüm
ailesini kapsıyordu...
Ali ile Mert hariç kimseye anlatmamıştı. Ayda bir kez kendisine anımsatılan
bir tehdit söz konusuydu. Yasa değişmeden önce mutlaka satışı yapmalıydı.
Aksi halde kimin öleceği belliydi. Bu cümlenin kimi kast ettiğini
bilmiyordu. Tehdit mektuplarının küçük postanelerden, posta kutularından,
farklı illerden gönderilmesi izini bulmayı imkansız kılıyordu. Bu devirde
kamera kaydı olmayan yerleri bulmak maharet istiyordu. Üç mektup da takibi
mümkün olmayan yerlerden gönderilmişti.
Necdet bunları polise anlatmadığı için bazen kendine kızıyordu ama iş ile
ilgili bir konuydu. Tehdit gerçekleşecek değildi. Yasanın çıkışı zaten yeni
yasama yılına ertelenmişti. Son duyumu çıkacak yasaya itiraz eden
firmaların talebinin haklı görüldüğü yönündeydi. Bu bilgiden sonra mektuplar
kesilmişti.
Elindeki firmaların dosyalarını kendisi araştırıyordu. iki firmanın paravan
olduğunu düşünüyordu. Fakat ikisi de büyük ihaleler almış, farklı kişilerin
yönetiminde işe başlamıştı. Kendisine tuzak kurmak için bu kadar büyük bir
tezgah kurmak çok mantıklı gelmiyordu. Evet, teklif şekli, hatta kullanılan
bazı grafikler aynı olunca ikisinin aynı şirket olduğundan şüphelenmişti. Şimdi
ise sadece rastlantı olduğunu düşünüyordu.
*****
“Benim elimdeki dosyada yer alan bilgiler ile senin söylediklerin hiç
örtüşmüyor!”
Yetmişli yaşların başında olduğu belli olan adamın sesi çok sertti. Beyaz
saçlarının ve hafif kırışık yüzünün sahte yumuşaklığı bile sesindeki kızgınlığı
gizleyemiyordu. Elindeki dosyanın sayfalarını hışımla kapatıp masanın üstüne
fırlattı. Dosya büyük ceviz masanın üstünde kayarak, koltukta oturan adamın
koluna çarptı. Hareketin içindeki hakareti görmezden gelen genç adam
tereddütsüz bakışlarını dosyaya çevirdi. İçinde neler yazdığını gayet iyi
biliyordu. Bakışlarını tekrar masanın arkasında oturan yaşlı adama çevirdiğinde
sesi sakin ve kendinden emindi.
“Bakın efendim, benim söylediklerim son ve kesin bilgi. Çünkü Necdet Bey
kabul etmiyor. O dosyayı size sunanlar neye göre kabul edebileceğini söylediler
bilemiyorum ama Necdet Beyin ikna olmadığı bir gerçek. Tehditlere karşılık da
tedbir almaktan öteye bir tavır sergilemedi. Adam polise bile gitmeye gerek
duymadı. Zaten şu an acele etmemize gerek yok. Yasa ertelendi. En iyi ihtimal
önümüzdeki senenin sonuna kalacakmış. Seneye seçimler var. Yeni hükümet bu
yasayı istediğimizden daha iyi şartlarda gerçekleştirecektir. O nedenle kimse
acele etmiyor. ”
Yaşlı adam, masaya eğilip işaret parmağını masaya sertçe vurdu. “Beni o
küçük ülkenin pislik işletmecileri ilgilendirmiyor. Kim ne yasa çıkartırsa
çıkartsın. Ben o madeni i s t i y o r u m. Anlaşıldı mı? Ne yapacaksan yap. Bu
iş canımı sıkmaya başladı. Fabrikayı kuruyorum. Madeni bekliyorum. Önümüzdeki yıl
bitmeden üretime geçmeli. Yasalarının ne olacağı umurumda değil. En kısa sürede
o araziyi satmasını sağlayacaksın. Madenleri işletmeden elinde tutmakla ne
yapıyor bu adam?”
Karşısındaki genç erkeğin sakin duruşunun aksine yaşlı adam konuştukça
sinirleniyordu. Ardındaki sertliği gizleyen yüz hatları birkaç dakika önceki
gibi değildi. Sinirlendiğinin belirtisi olan alnındaki damarlar iyice belirmişti.
Elini attığı bir işin uzamasına alışkın değildi. Yanında çalışanlar da onun
sinirini göstermesine alışkın değildi. Merak dolu gözlerini saklama gereği
hisseden genç adam parmakları ile masadaki dosyanın üstünde tempo tutmaya
başladı. Yaptığı hareketin daha da sinirlendirdiğini fark edip hemen durdu.
Sonra dosyayı eline alıp, “Amacı, Türkiye de kuracağı fabrika ile üretimi orada
yapmak. Çalışmalar başladı. Madenin yurt dışına çıkmasını istemiyor.
Milliyetçiliği üst sınırlarda! Arazisini özellikle ‘yabancılara satmayı’
kesinlikle düşünmüyor.”
Yaşlı adam tam konuşacakken çakan şimşek ile bir an gözlerini kırptı. Boş
bulunmayı sevmezdi. Yaşadığı anı da bir hata olarak algılayıp kendisine olan
müsamahasını sorgulamaya başladı. Dünyanın sayılı zenginlerinden olmak için çok
çalışmıştı. Daha da zengin olacak bir yatırıma bu kadar yaklaşmışken, kendini
bilmez bir iş adamının inadı ile uğraşamayacaktı.
“Fabrika mı kuruyor dedin? Dosyada neden yok?”
“Resmiyet kazanmadı ama içerideki adamımız öğrendi.”
“Emin mi?”
“Öyle olduğunu söylüyor.”
“Şu madenlerle ilgili olan kızı mı istiyor?”
“Evet, Sedef Söğüt işin başında olacak.”
“Hallet.”
“Anlamadım?”
“Nesini anlamadın? Hallet. Kızı ikna et, babasını ikna et, diğer kızı ikna
et, Necdet’in karısını ikna et ve bu işi bitir.”
“Denerim ama…”
“Denemeyeceksin, yapacaksın. Sessiz halletmek için üç ayın, sesli halletmek
için altı ayın var. Daha fazla bir tek gün bile vermem sana. Kendine mezar
seçersin.”
Genç adam masadan kalkmaya niyetlendiği an yaşlı adam yeniden konuşmaya
başladı. “Bana bir daha içinde ‘ama’ olan cümleler kurmaya kalkışma. Neden
değil sonuç istiyorum.”
Karşısındaki adamın davranışlarındaki yükseliş, genç adamın gerçekten
korkmasına neden olmuştu. Sesine bunu yansıtmadan yanıtladı. “Bakın, şu an
aşırı tedbirli ve her şeyden şüpheleniyor. Fabrikayı erken hazırladığınızı
söylemiştim. Bir süre boş duracak bence. Satmayacak. Ama bizler bu süreci daha
doğru kullanır, yerli işletmecilerin yatırım imkanlarının kısıtlanmasını
sağlayabilirsek kendi eli ile bize getirip verecek tapuyu.”
“O nasıl olacak?”
“Verimsiz damar, yüksek vergi, çevre raporlarında küçük oynamalar… Bunların
hepsi o madenin satılması için neden olacaktır.” Olmayacağını biliyor ama
karşısındaki yaşlı ve inatçı adamı oyalamak istiyordu. Necdet Söğüt’in derdi o
araziden, altındaki madenlerden daha yüksek para kazanmak değildi. Öyle olsa
değerinin üstündeki teklife atlaması gerekirdi. Adam o madeni satmayacaktı.
“Bunların hepsi uzun vadeli işler. Ben hızlı çözüm istiyorum.”
“Acele etmeyin. Hem zaten şu ara Çin ile olan bağlantımız sayesinde çok
meşgul olacaksınız. Oğlunuzdan haber var. Faaliyetler başlamış.”
“Güzel. Orası beni bir süre oyalar. Bunu kendin için fırsat sanma. Her an
haberdar edilmek istiyorum. Ayrıca vazgeçmediğimizi bilmesini sağla.”
“Yeniden deneyeceğim.”
Cümle umutsuz bir algı yaratmak yerine yaşlı adamı mutlu etmişti.
Elemanlarının nasıl çalışması gerektiğini onlara öğretmişti. Öğrenmek
istemeyenleri zaten yanında tutmak tarzı değildi. Yeni bir şimşek ile bakışlarını
camdan dışarı çevirdi. Yağmur damlaları camı dövüyordu. Gökyüzü kararmış,
bulutlar neredeyse odasının bulunduğu kata kadar inmişti. Kısa bir an yağmurun
camlardan süzülüşünü izledi. Sonra arkasına yaslanıp bıyık altından bir
gülümseme ile baktı genç adama. Alaycı bir tonla yanıtladı. “Dene ve
sonuçlandır. Milliyetçilikmiş! Onu kandıracak ortaklardan biri ile işe
girişmenin bir yolunu buluruz. Bu olmazsa B planımız ne durumda?”
“Öncelikle, ikna edecek ortaklar konusunda bir adım attık ama yine aynı
yanıtı aldık. İlgilendiğini düşünmemize rağmen kısa sürede olumsuz yanıt verdi.
Elbette yeniden ve farklı firmalarımız ile denemeye devam edeceğiz. O konuda
taktikler tükenmedi. B planımızı devreye sokmadan halledeceğimizi düşünüyorum.
Sadece biraz daha süreye ihtiyaç var.”
Olayların B planına kadar ulaşmaması için elinden geleni yapacaktı. Yeni
bir tane daha istemiyordu. Onun bu konuda tereddüt ettiğini gören
yaşlı adam yeniden ilk plana döndü.
“Ortakları ne diyor?”
“Onun ortaklarının hisseleri çok az. Bildiğiniz gibi kızları ile birlikte
şirketin yüzde seksenine sahip.”
Yaşlı adam koltuğunu geri itip genç adama sırtını dönerek tüm odayı
kaplayan camlara doğru yürüdü. Dışarıda fırtına tüm şiddeti ile devam ediyordu.
Şimşeklerin izlerini görmek her zaman heyecanlandırıyordu yaşlı adamı.
Hükmedemediği tek şey olarak doğayı görüyordu.
İki dakikalık düşünme süresinin sonunda geri dönüp az önce kalktığı koltuğu
çevirip, kollarını sırt dayama yerine yasladı. Sanki ayakta durmaktan yorulmuş
gibi bir hali vardı ama yüzündeki şeytani gülümseme bunun sadece basit bir
kandırmaca olduğunu haykırıyordu. “Seçimlere kadar sadece adamlarımın yerlerini
sağlamlaştır. İşletme hakkı için gerekli çabayı göster. Eğer aksi bir bilgimiz
olursa hızlanırız. Seçim sonrası yasa çıkmadan halledemezsen B planını uygula.
Hepsi için… Ama bana sadece sonucu bildir. Detay bilmek istemiyorum.”
Genç adam, dosyayı alıp ayağa kalktı. ‘Elbette bilmek
istemezsin. Böylece soru sorulması halinde bilmediğin yanıtları vermek zorunda kalmazsın!’
diye düşünüyordu. Düşüncelerini kendine saklayıp konuşmaya başladı.
“B planını uygulamak istediğinizden emin misiniz?” Soru, kendi
aklındakileri netleştirmek içindi.
“Eğer dediklerini yapar yine de sonuç alamazsan, başka yol kalmıyor!”
“Ama bu kez de çok dikkat çekecek!”
“Biz zaten dikkatleri çekmeden çalışmayız. Fakat unutma ki hep istediğimiz
yöne bakılmasını sağlarız. Yine öyle yapacağız. Anlaşıldı mı? Bu kez de öyle
yapın! Dikkatler bize çekilmemeli. Ama mutlaka bir şekilde ses getirmeli.”
“Anlaşıldı efendim.” Kısa bir an durdu. Aklına gelen başka bir planı öne
sürdü. “Ortaklık teklifinizi yineleseniz?” Daha önce satışa itirazın ardından
bir kez ortaklık teklifi yapılmıştı. Sonuç değişmemişti. Belki yinelemekte
fayda vardı. Üstelik bu kez teklifi sunarken aksi halde neler olabileceğini de
ima edebilirlerdi. Farklı firmalar yerine gerçek şirketleri ile yeniden
ortaklık önermek belki artık etkili olabilirdi. Sonuçta tehdit mektupları ile
yeterince sarsıldıklarını düşünüyordu. Bu kadar büyük bir holding ile ortak
olması tehditlerin bitmesi anlamına geleceğinden doğru bir kararla
karşılaşmaları mümkündü.
Koltuktan bir adım geriye gidip dikleşti. Sanki söyleyeceklerini az önce
durduğu şekilde söylerse etkisi azalacakmış hissine kapılmıştı.
“Ortaklığı ikinci kez teklif etmeyeceğim. İki kez satış bir kez ortaklık
teklif ettim. Ne ikinci kez ortaklık, ne üçüncü kez satış için teklif
vermeyeceğiz. Artık adım onun şirketinde geçmeyecek. Diğer şirketlerden biri
ile çöz ve sonra devrini sağla. Sonuç alamazsan da gerektiği an B planını
uygula.”
“Emredersiniz.”
Kapıya doğru yürürken aklından yapacakları geçmeye başlamıştı bile.
Türkiye’deki adamlarına ulaşmak, son bilgileri aktarmak ve onlardan yeni
bilgiler almak neredeyse yemek içmek kadar gereklilik kazanmıştı. Necdet Söğüt
ve inadı tüm planları bozuyordu. Adamın atacağı adımları önceden öğrenmek B
planı için gerekliydi. O zaman şirket içindeki köstebeklerin daha verimli
çalışmaları gerekliydi.
Ronald j. Craig, odadan çıktıktan sonra Türkiye’de bulunan sağ kolunu aradı
ve David Massey’in son talimatlarını tek tek aktardı.
Oyun yeniden başlıyordu.
Vay zorlu rakip ...
YanıtlaSil