Ertesi
gün, tüm izlerinden arınmış ahırların etrafında dolaşan Ece, ilk olarak tarağı
bulmuştu. Böyle şeylere çok inanmadığın söylese de aklından ilk geçen, “Benim
gibi atları ve bağları seven bir kızım olsun.” duası oldu.
Üç
ay sonra iki bağın üzümlerinden elde edilen ilk ürün şarabının tadına
bakıyorlardı. Ece’nin aşıladığı bağlardan üretim bir sonraki seneye kalmıştı. O
bağa en yakın bağdaki üzümlerin vereceği ürünün de benzer olacağını söyleyen Fikret
Babacan, işe girişmiş ve haklı çıkmıştı. Ürettikleri şarabın en iyi ilk ürün
şaraplarından biri olduğundan emindi. Şarap fıçılarından alınan örnekler tadına
bakan herkesi mest ediyordu.
Üç
gün sonra yapılacak tanıtım toplantısı ile şarapları piyasaya sürülmüş
olacaktı. Böylece yöresel basına da bungalovların tanıtımı yapılmış olacaktı.
Asıl hedef bir sonraki yazdı. Yıllık şaraplar için tekrar tanıtım yapılacak, o
zaman da şarap evinin açılışı yinelenecekti.
Geçen
üç aylık dönemde Ece, Toprak’ın sürprizlerine alışmaya başlamıştı. Birlikte
çalışıyor, birlikte at biniyor ve yeni alınacak atlar için yapılan ahırların
inşaatını birlikte denetliyorlardı. Murat, bu kez tüm sorularını Ece’ye
soruyordu. Onların nişanı yapıldıktan sonra geliş gidişleri sıklaşmıştı.
Evlerden birisini kendileri için ayırmış ve içini istedikleri gibi
döşemişlerdi. İki arkadaşın yakınlığı daha da artmıştı. Sık sık akşamları
beraber yemek yiyor, televizyon izliyor ya da oyunlar oynuyorlardı. Toprak,
onlara mini konserler veriyor her konserin sonunu Nilüfer’in şarkısı ile
getiriyordu. Ece ise onun bu sataşmalarına gülerek karşılık veriyordu.
Tanıtım
için sabah gelecekti Didem’ler. Hazırlıklar tamamlanmıştı. Şişelemeler
yapılmış, etiketlemeler kalmıştı. Ece, iki gün sonraki yarışa sadece atını
yollayıp kendi gitmek istememişti ama Toprak ikna etmişti. Nasılsa her şey
hazırdı. Hem İzmir’den güzel bir elbise almasını da tembihlemişti.
Bir
günü arkadaşları ile geçirip Perşembe sabahı İzmir’e giden Ece, ertesi güne
kalacak şekilde bir saç yaptırmayı planlamış ama sonra Cuma sabahı için randevu
almıştı Deniz’den. Önce elbise seçmişti. Tam ürettikleri şarabın rengindeydi.
Bordo ile pembe arasında bir tonda olan elbisenin dar kesimi henüz çok
soğumamış havalar için ideal kumaşı ve siyah topuklu ayakkabıları ile parti
için hazırdı.
Gümüş
Kanat son yarışını da kazanarak girdiği dört yarıştan da birinci olarak
çıkmıştı. Cuma sabahı yola çıkmadan önce Deniz’e uğramış ve saçlarını
yaptırmıştı. İlk kez saçlarını açık bırakmıştı. Uçlarına verilmiş iri
dalgaların akşamki tanıtım toplantısına kadar bozulmaması için tokalarla
tutturulmuştu. Tanıtım öncesi o tokaları çıkartıp ufak darbelerle doğal
görünmelerini sağlayacaktı.
Eve
geldiğinde her şeyin hazır olduğunu gördü. Diğer tanıtımlardakinin aksine
yüksek kokteyl masalarının yerini yerden iki sıra yükseklikteki kaba tahta
paletler almıştı. Doğallığı yansıtan masalar büyük havuzunu etrafına
dağıtılmıştı. Her masanın etrafında rengârenk minderler atılmıştı. Konukların
gelmesine çok az kalmıştı. Gündüz başlayacak tanıtım gece devam edecekti. Kış
güneşinden yararlanılacak saatler çok kısıtlı olduğu için aynı düzenlemeler
içeride de yapılmıştı. Mumlar ve çiçekler ortamı daha da güzelleştirmişti.
İçeride şömine de yakılmaya hazırdı. Televizyon bölümü kapatılarak alt katın
yoğun ahşap görüntüsü kesintisiz gözler önüne serilmişti. Hazırlıkların son
halinden memnun olarak merdivenlere yürüdü.
Kıyafetini
değiştirmek için üst kata çıktı. Toprak giyinmiş onu bekliyordu. “Hoş geldin
tatlım. Beğendin mi hazırlıkları?”
“Bayıldım.
Sevil abla çok zevkli bir kadın. Şu yük taşımaya yarayan paletlerin bu kadar
işlevi olabileceğini hiç düşünmezdim.”
“Mumluklar
nasıl olmuş? Ağaçlardan oydurdu onları.”
“Gördüm
ve bayıldım. Her şey çok doğal. Umarım konuklar da beğenir.”
“Sürprizleri
sevmediğini biliyorum ama bu akşam için iki sürpriz var. Sakın kızma olur mu?”
“Olur
tabii. Alıştım zaten. Neymiş onlar söyle hadi.”
“Birini
şimdi söyleyeceğim. Konuklar sadece bölgesel basın ile kısıtlı değil. İki büyük
gazeteden de muhabir gelecek. Seninle bir söyleşi yapacaklar. Hafta sonu eklerinde
yayınlanacak.”
“Ciddi
misin? Ne konuşacağım onlarla?”
“Ne
sorarlarsa yanıtlayacaksın. O kadar.” Çok basitmiş gibi yanıtlamıştı. Ece,
yanıtı duyduğu an rahatlamıştı. Bu adam onu rahatlatmayı her zaman başarıyordu.
“Peki
ya diğeri?”
“Onu
sonra söylerim tatlım. Hadi sen makyajını yap. Gerçi çok da ihtiyacınız yok ama
yine de resimlerde daha canlı çıkmaya yarıyor o makyajlarınız.” İltifatlar ile
ikinci sürprizi yeniden sormasını engelleyip kapıya doğru yürümüştü bile.
“Tamam
canım. Birazdan inerim aşağıya.”
“Saçlarının
açık halini çok sevdiğimi söylemiş miydim? Ama uçlarında şu tuhaf tokalar
olmadan!”
“Aaaa
iyi ki anımsattın. Onları çıkartmam lazım. Yardım et bana. Unuttuğum falan olur
rezil olurum. Didem ile Murat nerede?”
“Saatlerdir
bungalo
“Çok
ayıp. Bizim dünden beri yapamadığımızı yapıyorlardır. Şanslılar.”
Toprak,
kapıdan geri dönüp karısının saçlarındaki tokaları çıkartmaya başladı. Ara sıra
saçları bir kenara atıp boynuna kondurduğu öpücükleri ile aklını başından alsa
da işine devam ediyordu. Yatağın yakında olması aklını çelemeyecekti. O gün çok
önemliydi ikisi için de!
“Sen
biraz daha konuşursan makyajı sonraya bırakacaksın. Çok özledim seni.”
“Ben
de seni canım… Toprak, seni seviyorum.”
Konukları
gelmeye başladığında ev sahibi olarak hazırdı ikisi de. Kendi ailesi de
katılacaktı. Toprak’ın anne ve babası da gelmişti. Babası yeni şarabın
bağlantılarını çoktan yapmıştı. Ece bu sene çok az üreteceklerini söylese de ön
siparişler alınmıştı. Bir sonraki yıl ilk ürün şarabının çok fazla rağbet
göreceğini biliyordu.
Herkes
toplandığında Halil Bey, oğlu ve gelini adına kısa bir konuşma yapmıştı. Ece,
şarap şişelerinin kardeşlerinin ellerinde havuz kenarına getirilmesini
izliyordu. Etiketlerin nasıl olduğunu çok merak ediyordu. Toprak belinden
tutarak babasının yanına yürütmüş, küçüklerin de yanında yer almasını
sağlamıştı. Bir konuşma da o yapacaktı. Daha sonra şişelerden pembe sıvılar
kadehlere dolacaktı.
“Merhaba,
hepiniz tekrar hoş geldiniz. Babam, şarabımızın üretim hikâyesini kısaca
anlattı. Ben sözü aldım. Bu kadar kısa anlatılmaz, uzun uzun anlatmam lazım
dedim. Sıkılmazsanız iki üç saat kadar anlatacağım.” Gülüşmelerden sonra devam
etti. “Güldüğünüze göre beni ciddiye almadınız. O zaman şöyle yapalım, sizlere
eşimin sonsuz özverili çalışmaları ile ürettiği şarabımızı tattıralım. Dileyen
sonra diğer şaraplarımızdan da tadabilir. İşte ilk ürün şarabı, Toprağın Ecesi.”
Ece
şaşkınlıkla bakıyordu. Şarabın adının Karakılıç olacağını sanıyordu. İkisinin
soyadından üretilmiş bir isim bulmuşlardı. Oysa şimdi bambaşka bir isim
söylemişti. Kocasına bakarken onun da kendisine baktığını ve gülümsediğini
gördü. “Canım karım, sürprizlere alışmıştın hani?”
“Ama
Karakılıç olacaktı. Neden değiştirdin?”
“Karakılıç
firma adımız olarak onaylandı. Toprağın Ecesi ilk ürünün adı. Diğer
şaraplarımız için de isimler bulacağız. Ama asıl üretimimiz bu olacağı için en
güzel ismin bu şaraba verilmesini istedim. Senin yarışa gitmen de bu yüzden çok
önemliydi.”
“Başından
attın yani beni. Bu kez hiç kızmayacağım. O kadar güzel ki.”
Etraflarında
kadehler kalkıyor, herkes beğenisini ifade ediyordu. Daha sonra herkese
bungalovlar gezdirildi. Devre mülk sistemi anlatıldı. Dileyenin rezervasyon ile
konuk olabileceği söylendi. Kış için hemen yer ayırtanlar olmuştu.
Saat
ilerleyip hava çok soğuyunca evin içine giren konuklar kapının üstündeki ahşap
tabelada yazan yazıya gülmeye başladılar. Herkes merakla neye gülündüğüne
bakıyor ve onlar da katılıyordu gülenlere. “Şarabın adı kötüye çıkmış, tadı hoş, Hele bir
güzelle içersen, daha bir hoş”
Tadım
bölümünün aynı zamanda evin bir bölümü olduğunu görünce samimiyetten
hoşlandılar. Okuma bölümü ise çoğunun kitaplara yönelmesini sağladı.
Ece,
Sevil Hanımın yanına gidip sarıldı ve yanağına kocaman bir öpücük bıraktı. “Sana
hiç doğru düzgün teşekkür edemediğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Herkes çok
beğendi. Ellerine sağlık canım.”
“Sen
bu çocuğu kendine aşık etmeseydin bunların hiç biri olmayacaktı farkındasın
değil mi? O yüzden benim sana teşekkür etmem lazım. Hem bu sayede bizler de
buralarda mal sahibi olduk. Hem para kazanıp hem de tatil yapacağız. Ben sana
teşekkür ederim.” Bu kez öpen Sevil idi.
“Anne,
pek keyiflisin neler oluyor?”
“İş
ortağımla başarımızı kutluyoruz. Siz ne yapıyorsunuz?”
“Biz
de Didem ile seneye burada düğünümüzü yapalım mı diye konuşuyorduk. Havuz
kenarının bu hali çok hoşumuza gitti. Mayıs sonu gibi sanırım işlerin de en az
olduğu zamanlar. Ne dersin Ece?”
“Çok
iyi olur derim. Üç gün üç gece düğün yaparız.” Arkadaşı için çok sevinmişti.
Onları kutladıktan sonra konuklarının yanına gitti.
Gece
büyük bir başarı ile bitmişti.
Nisan
ayı geldiğinde Ece’nin heyecanı çok büyümüştü. Gümüş Kanat TBMM koşusuna
hazırdı artık. Dört yaş Arap atlarının katıldığı yarışa giderken büyük bir
heyecan yaşıyordu. En büyük hedefi olan “Triple Crown” un ilk ayağı idi bu yarış.
İkramiye
750.000 TL idi.
Ece, midesindeki yanmayı uzun süredir duymuyordu. Bu kadar büyük heyecanın yan
etkisi olarak mide yanmaları, hatta bulantıları yaşaması normaldi. Toprak ile
hipodromdaki at sahiplerine ayrılmış kısma geçtiğinde ellerinin terlemesini
engelleyemiyordu. İstediği kadar sakin olmaya çalışsın, aksine her geçen dakika
heyecanı artıyordu. Toprak aylar önce yaptığı gibi elini tutup yarışı birlikte
izlemeye başladı. Metreleri uçarcasına alan Gümüş Kanat, farklı bir at olduğunu
göstermiş, iki boy farkla yarışı kazanmıştı. Ece, ağlayarak sarılmıştı
Toprak’a.
Kazandığı
para ile yeni ahırında barınacak atları almıştı. Artık ikisinin dört işi vardı.
Bağlar, atlar, şarapçılık ve lokanta. Ece sık sık Toprak ile İzmir’e iniyor,
restoranda vakit geçiriyordu. Bungalovlar, beklenenden çok ilgi görmüştü.
Özellikle kışın neredeyse hiç boş kalmamıştı. Aşçıların köyde çalışma istekleri
artınca dönüşümlü olarak görev yapmalarını teklif eden de Ece olmuştu. Artık
her ay biri gelip köyde kalıyordu. İsteyen o sürede ailesini de yanında
getiriyordu.
Mayıs
ayının başında midesindeki yanma ve bulanma devam edince neler olabileceğini
anlamıştı. Sağlık ocağına gidip test yaptırdığında iki aylık hamile olduğunu
öğrenmişti. Toprak haberi aldığında önce inanamamıştı. Sonra ise yerinde
duramamış tüm aileyi tek tek arayıp müjdeyi vermişti. Ece de, Toprak da ilk
bebeğin kız olacağını umuyordu.
Temmuz
ayında Niğbolu yarışı vardı. Ece yeni belli olan karnı ile yarışı izlemeye
gitmişti. Gümüş Kanat, yarışı kazanacağından nerdeyse emin, boynunu asil bir
şekilde kıvırmış padokta öyle dolaşıyordu. Seyisi atın çok hevesli olduğunu
söylese de Ece hedefindeki ikinci büyük yarış olan Niğbolu yarışındaki
rakiplerinden korkuyordu.
Atına
güvenmesi gerektiğini en yakın rakibinden bir boy önde yarışı bitirdiğinde
anlamıştı. Jokeyin kırbacı fazla kullanmadan kazanmış olması rahatlatmıştı
Ece’yi. Bir başka atın kafayı zorlaması durumunda bir iki kırbaç darbesi ile
rahatlıkla hızlanacak ve kazanacak bir atı olduğunu biliyordu.
Altı
aylık hamile iken hedefine ulaşmıştı. Artık atı bir yıl içinde üç büyük yarışı
kazanmış, adını tarihe yazdırmış atlarla birlikte anılıyordu. Bunu yapabilen az
sayıda attan biriydi Gümüş Kanat. Veliefendi Koşusu'ndan kazandıkları para ile
atın son bir yılda kazandığı ödül toplamı bir buçuk milyonu bulmuştu. Ece,
atının bu kadar başarılı olacağını ve büyük paralar kazanacağını onu ilk
gördüğünde anlamıştı. Bunu anlayan bir başka kişi şu an toprağın altında yatıyor,
belki yaptıklarının hesabını vermeye uğraşıyordu.
Atına
gelen teklifleri geri çeviren Ece, onu iki üç yıl daha koşturduktan sonra
damızlık yapacağını söylüyordu. Daha çok uzun süre büyük paralar kazanacağı bir
atı vardı.
Kasım
ayında en özel ilk ürün şarapları şişelenmişti. Üzümün Özü adını verdikleri
şarap, iki ay içinde tükenmişti. İspanya’dan gelen talepler yüzünden bir
sonraki sene daha fazla üretmeleri gerekecekti.
Aralık
ayının ortası olduğunda Ece artık doğurmak üzereydi. Ara sıra küçük kavgalar
etseler de bir buçuk yıllık evliliklerinde ikisi de çok mutluydu. Doğacak
bebekleri ile mutlulukları artacaktı. Toprak isim bulmuş ama cinsiyetini
sormadıkları bebekleri doğana kadar kimseye söylememek için yemin etmişti. Ece
beğenmezsem koydurmam diyor, Toprak ısrarla, çok beğeneceksin diyordu.
Yirmi
iki aralıkta sağlık ocağındaki ebenin yardımları ile doğum yaptı. Ebenin “Çok
güzel bir kız” demesi, bulunan tarağı doğrulamıştı. Ailenin sevinç çığlıkları
ile doğum haberi tüm köye yayıldı.
Evde
isim konulacağı zaman Toprak Ece’ye döndü.
“Üzüm
gözlüm, o senin ve benim bir parçamız. Aşılanmış bir bağ gibi… En güzel ürünü
almamızı sağlayan aşı gibi… Bizim özümüz ile oluşmuş bir mucize… Onu adı Özüm…”
“Özüm…
Çok güzel. Ama biliyorsun değil mi herkes ona Üzüm diyecek.”
“Umarım
gözleri senin gibi güzel ve Üzüm denecek kadar da yeşil olur. Onun da annesi
gibi toprağına bağlı olması, üzümleri sevmesinden başka ne isteyebiliriz ki?”
Özüm,
iki yaşına geldiğinde kız kardeşi doğdu. Hülya Hanım, kızının da kendisi gibi
iki senede bir doğurduğunu söyleyip duruyordu. Aslında Ece ile Toprak bunu
bilinçli yapmıştı. Yeni doğan kızlarının adını bu kez Ece seçti. Tanem…
“Üçüncünün
erkek olmasını ve adının da Ekin olmasını istiyorum desem, ne dersin?”
“Çok
güzel bir isim derim. Ama biraz ara verelim. Aklımda yeni işler var. Üçüncü
biraz beklesin! Hem kız olursa adını Ürün koyacağım haberin olsun. ”
“Ece,
Özüm ile Tanem neredeler?” Toprak yeni kurulmuş çalışma alanına yaklaşırken
korku ve merakla sesleniyordu.
“Yanımdalar
aşkım, at biniyorlar.” Ece, henüz gözükmeyen kocasının binanın arkasından
çıkmasını bekliyordu. Yine önce sesi geldi. Bu kez daha büyük bir korku vardı
sesinde. “Sen at mı biniyorsun?”
O
sevdiği küçük kahkahalardan birini atıp, büyüyen karnı yüzünden artık önünü
kapatamadığı rahmetli babasının meşin yeleğini düzeltip “Hayır, ben Ekin için
bir süre vazgeçtim biliyorsun. Midilliler ile çocukları görünce onlar da binmek
istedi.” diye yanıtladı.
Yedi
yaşına giren Özüm, beş yaşındaki Tanem, hemen her gün annesi ile bağların
arasında koşturuyor, her fırsatta atların
etraflarında olmaktan keyif alıyorlardı. Ne topraklarının ne de ailesinin
geleceğinden korkmuyordu artık Ece. İki kız kardeşi üniversite sonrası, bir
süre tiyatro yapmış ama sonra köylerine dönüp bağların başına geçmek için
ablaları ile çalışmaya başlamıştı.
Ece
nihayet aklındaki son işi de uygulamaya koymuştu. Hipoterapi merkezinin
açılması ile artık atların başka işlevlerini de kullanır olmuştu. Bu işi
tamamen ücretsiz yapıyordu. Zaten çocuklarının tedavileri için çok para
harcayan ailelerin bu tarz bir desteğe ihtiyaçları vardı.
Toprak,
midilli tepesinde küçük adımlarla gezen kızlarına bakıp, karısına sarıldı.
“Sana aşığım kadın. Sana ve tüm çocuklarımıza.”
“Ben
de aşığım, çocuklarıma, atlarıma, toprağıma ve Toprak’ıma…”
SON
BİR ŞARAP EVİNDEN DUVAR
YAZILARI
Bir kadeh yarar
İkincisi makul karar
Üçüncüsü kafayı sarar
Dördüncüsü keseye zarar
Beşincisi dimağı yorar
Altıncısı hatır sorar
Yedincide belâ sarar
Sekizincide plân kurar
Dokuzuncuda vurur, kırar
Onuncuda hâkim sorar...
Emeğine,gönlüne,kalemine sağlık ...böyle keyifli bol hikayelerin olsun bizde okuyalım💐😘
YanıtlaSil