1 Aralık 2015 Salı

YAKIŞIKLI 59. Bölüm - Final






Ertesi gün, tüm izlerinden arınmış ahırların etrafında dolaşan Ece, ilk olarak tarağı bulmuştu. Böyle şeylere çok inanmadığın söylese de aklından ilk geçen, “Benim gibi atları ve bağları seven bir kızım olsun.” duası oldu. 

Üç ay sonra iki bağın üzümlerinden elde edilen ilk ürün şarabının tadına bakıyorlardı. Ece’nin aşıladığı bağlardan üretim bir sonraki seneye kalmıştı. O bağa en yakın bağdaki üzümlerin vereceği ürünün de benzer olacağını söyleyen Fikret Babacan, işe girişmiş ve haklı çıkmıştı. Ürettikleri şarabın en iyi ilk ürün şaraplarından biri olduğundan emindi. Şarap fıçılarından alınan örnekler tadına bakan herkesi mest ediyordu.

Üç gün sonra yapılacak tanıtım toplantısı ile şarapları piyasaya sürülmüş olacaktı. Böylece yöresel basına da bungalovların tanıtımı yapılmış olacaktı. Asıl hedef bir sonraki yazdı. Yıllık şaraplar için tekrar tanıtım yapılacak, o zaman da şarap evinin açılışı yinelenecekti.  
Geçen üç aylık dönemde Ece, Toprak’ın sürprizlerine alışmaya başlamıştı. Birlikte çalışıyor, birlikte at biniyor ve yeni alınacak atlar için yapılan ahırların inşaatını birlikte denetliyorlardı. Murat, bu kez tüm sorularını Ece’ye soruyordu. Onların nişanı yapıldıktan sonra geliş gidişleri sıklaşmıştı. Evlerden birisini kendileri için ayırmış ve içini istedikleri gibi döşemişlerdi. İki arkadaşın yakınlığı daha da artmıştı. Sık sık akşamları beraber yemek yiyor, televizyon izliyor ya da oyunlar oynuyorlardı. Toprak, onlara mini konserler veriyor her konserin sonunu Nilüfer’in şarkısı ile getiriyordu. Ece ise onun bu sataşmalarına gülerek karşılık veriyordu.

Tanıtım için sabah gelecekti Didem’ler. Hazırlıklar tamamlanmıştı. Şişelemeler yapılmış, etiketlemeler kalmıştı. Ece, iki gün sonraki yarışa sadece atını yollayıp kendi gitmek istememişti ama Toprak ikna etmişti. Nasılsa her şey hazırdı. Hem İzmir’den güzel bir elbise almasını da tembihlemişti.
Bir günü arkadaşları ile geçirip Perşembe sabahı İzmir’e giden Ece, ertesi güne kalacak şekilde bir saç yaptırmayı planlamış ama sonra Cuma sabahı için randevu almıştı Deniz’den. Önce elbise seçmişti. Tam ürettikleri şarabın rengindeydi. Bordo ile pembe arasında bir tonda olan elbisenin dar kesimi henüz çok soğumamış havalar için ideal kumaşı ve siyah topuklu ayakkabıları ile parti için hazırdı.
Gümüş Kanat son yarışını da kazanarak girdiği dört yarıştan da birinci olarak çıkmıştı. Cuma sabahı yola çıkmadan önce Deniz’e uğramış ve saçlarını yaptırmıştı. İlk kez saçlarını açık bırakmıştı. Uçlarına verilmiş iri dalgaların akşamki tanıtım toplantısına kadar bozulmaması için tokalarla tutturulmuştu. Tanıtım öncesi o tokaları çıkartıp ufak darbelerle doğal görünmelerini sağlayacaktı.  
Eve geldiğinde her şeyin hazır olduğunu gördü. Diğer tanıtımlardakinin aksine yüksek kokteyl masalarının yerini yerden iki sıra yükseklikteki kaba tahta paletler almıştı. Doğallığı yansıtan masalar büyük havuzunu etrafına dağıtılmıştı. Her masanın etrafında rengârenk minderler atılmıştı. Konukların gelmesine çok az kalmıştı. Gündüz başlayacak tanıtım gece devam edecekti. Kış güneşinden yararlanılacak saatler çok kısıtlı olduğu için aynı düzenlemeler içeride de yapılmıştı. Mumlar ve çiçekler ortamı daha da güzelleştirmişti. İçeride şömine de yakılmaya hazırdı. Televizyon bölümü kapatılarak alt katın yoğun ahşap görüntüsü kesintisiz gözler önüne serilmişti. Hazırlıkların son halinden memnun olarak merdivenlere yürüdü.
Kıyafetini değiştirmek için üst kata çıktı. Toprak giyinmiş onu bekliyordu. “Hoş geldin tatlım. Beğendin mi hazırlıkları?”
“Bayıldım. Sevil abla çok zevkli bir kadın. Şu yük taşımaya yarayan paletlerin bu kadar işlevi olabileceğini hiç düşünmezdim.”
“Mumluklar nasıl olmuş? Ağaçlardan oydurdu onları.”
“Gördüm ve bayıldım. Her şey çok doğal. Umarım konuklar da beğenir.”
“Sürprizleri sevmediğini biliyorum ama bu akşam için iki sürpriz var. Sakın kızma olur mu?”
“Olur tabii. Alıştım zaten. Neymiş onlar söyle hadi.”
“Birini şimdi söyleyeceğim. Konuklar sadece bölgesel basın ile kısıtlı değil. İki büyük gazeteden de muhabir gelecek. Seninle bir söyleşi yapacaklar. Hafta sonu eklerinde yayınlanacak.”
“Ciddi misin? Ne konuşacağım onlarla?”
“Ne sorarlarsa yanıtlayacaksın. O kadar.” Çok basitmiş gibi yanıtlamıştı. Ece, yanıtı duyduğu an rahatlamıştı. Bu adam onu rahatlatmayı her zaman başarıyordu.
“Peki ya diğeri?”
“Onu sonra söylerim tatlım. Hadi sen makyajını yap. Gerçi çok da ihtiyacınız yok ama yine de resimlerde daha canlı çıkmaya yarıyor o makyajlarınız.” İltifatlar ile ikinci sürprizi yeniden sormasını engelleyip kapıya doğru yürümüştü bile.
“Tamam canım. Birazdan inerim aşağıya.”
“Saçlarının açık halini çok sevdiğimi söylemiş miydim? Ama uçlarında şu tuhaf tokalar olmadan!”
“Aaaa iyi ki anımsattın. Onları çıkartmam lazım. Yardım et bana. Unuttuğum falan olur rezil olurum. Didem ile Murat nerede?”
“Saatlerdir bungalo
vlarına kapattılar kendilerini. Artık ne yapıyorlarsa?”
“Çok ayıp. Bizim dünden beri yapamadığımızı yapıyorlardır. Şanslılar.”
Toprak, kapıdan geri dönüp karısının saçlarındaki tokaları çıkartmaya başladı. Ara sıra saçları bir kenara atıp boynuna kondurduğu öpücükleri ile aklını başından alsa da işine devam ediyordu. Yatağın yakında olması aklını çelemeyecekti. O gün çok önemliydi ikisi için de!
“Sen biraz daha konuşursan makyajı sonraya bırakacaksın. Çok özledim seni.”
“Ben de seni canım… Toprak, seni seviyorum.”

Konukları gelmeye başladığında ev sahibi olarak hazırdı ikisi de. Kendi ailesi de katılacaktı. Toprak’ın anne ve babası da gelmişti. Babası yeni şarabın bağlantılarını çoktan yapmıştı. Ece bu sene çok az üreteceklerini söylese de ön siparişler alınmıştı. Bir sonraki yıl ilk ürün şarabının çok fazla rağbet göreceğini biliyordu.
Herkes toplandığında Halil Bey, oğlu ve gelini adına kısa bir konuşma yapmıştı. Ece, şarap şişelerinin kardeşlerinin ellerinde havuz kenarına getirilmesini izliyordu. Etiketlerin nasıl olduğunu çok merak ediyordu. Toprak belinden tutarak babasının yanına yürütmüş, küçüklerin de yanında yer almasını sağlamıştı. Bir konuşma da o yapacaktı. Daha sonra şişelerden pembe sıvılar kadehlere dolacaktı.
“Merhaba, hepiniz tekrar hoş geldiniz. Babam, şarabımızın üretim hikâyesini kısaca anlattı. Ben sözü aldım. Bu kadar kısa anlatılmaz, uzun uzun anlatmam lazım dedim. Sıkılmazsanız iki üç saat kadar anlatacağım.” Gülüşmelerden sonra devam etti. “Güldüğünüze göre beni ciddiye almadınız. O zaman şöyle yapalım, sizlere eşimin sonsuz özverili çalışmaları ile ürettiği şarabımızı tattıralım. Dileyen sonra diğer şaraplarımızdan da tadabilir. İşte ilk ürün şarabı, Toprağın Ecesi.”
Ece şaşkınlıkla bakıyordu. Şarabın adının Karakılıç olacağını sanıyordu. İkisinin soyadından üretilmiş bir isim bulmuşlardı. Oysa şimdi bambaşka bir isim söylemişti. Kocasına bakarken onun da kendisine baktığını ve gülümsediğini gördü. “Canım karım, sürprizlere alışmıştın hani?”
“Ama Karakılıç olacaktı. Neden değiştirdin?”
“Karakılıç firma adımız olarak onaylandı. Toprağın Ecesi ilk ürünün adı. Diğer şaraplarımız için de isimler bulacağız. Ama asıl üretimimiz bu olacağı için en güzel ismin bu şaraba verilmesini istedim. Senin yarışa gitmen de bu yüzden çok önemliydi.”
“Başından attın yani beni. Bu kez hiç kızmayacağım. O kadar güzel ki.”
Etraflarında kadehler kalkıyor, herkes beğenisini ifade ediyordu. Daha sonra herkese bungalovlar gezdirildi. Devre mülk sistemi anlatıldı. Dileyenin rezervasyon ile konuk olabileceği söylendi. Kış için hemen yer ayırtanlar olmuştu.
Saat ilerleyip hava çok soğuyunca evin içine giren konuklar kapının üstündeki ahşap tabelada yazan yazıya gülmeye başladılar. Herkes merakla neye gülündüğüne bakıyor ve onlar da katılıyordu gülenlere. “Şarabın adı kötüye çıkmış, tadı hoş, Hele bir güzelle içersen, daha bir hoş”
Tadım bölümünün aynı zamanda evin bir bölümü olduğunu görünce samimiyetten hoşlandılar. Okuma bölümü ise çoğunun kitaplara yönelmesini sağladı.
Ece, Sevil Hanımın yanına gidip sarıldı ve yanağına kocaman bir öpücük bıraktı. “Sana hiç doğru düzgün teşekkür edemediğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Herkes çok beğendi. Ellerine sağlık canım.”
“Sen bu çocuğu kendine aşık etmeseydin bunların hiç biri olmayacaktı farkındasın değil mi? O yüzden benim sana teşekkür etmem lazım. Hem bu sayede bizler de buralarda mal sahibi olduk. Hem para kazanıp hem de tatil yapacağız. Ben sana teşekkür ederim.” Bu kez öpen Sevil idi.
“Anne, pek keyiflisin neler oluyor?”
“İş ortağımla başarımızı kutluyoruz. Siz ne yapıyorsunuz?”
“Biz de Didem ile seneye burada düğünümüzü yapalım mı diye konuşuyorduk. Havuz kenarının bu hali çok hoşumuza gitti. Mayıs sonu gibi sanırım işlerin de en az olduğu zamanlar. Ne dersin Ece?”
“Çok iyi olur derim. Üç gün üç gece düğün yaparız.” Arkadaşı için çok sevinmişti. Onları kutladıktan sonra konuklarının yanına gitti.
Gece büyük bir başarı ile bitmişti.

Nisan ayı geldiğinde Ece’nin heyecanı çok büyümüştü. Gümüş Kanat TBMM koşusuna hazırdı artık. Dört yaş Arap atlarının katıldığı yarışa giderken büyük bir heyecan yaşıyordu. En büyük hedefi olan “Triple Crown” un ilk ayağı idi bu yarış. 
İkramiye 750.000 TL idi. Ece, midesindeki yanmayı uzun süredir duymuyordu. Bu kadar büyük heyecanın yan etkisi olarak mide yanmaları, hatta bulantıları yaşaması normaldi. Toprak ile hipodromdaki at sahiplerine ayrılmış kısma geçtiğinde ellerinin terlemesini engelleyemiyordu. İstediği kadar sakin olmaya çalışsın, aksine her geçen dakika heyecanı artıyordu. Toprak aylar önce yaptığı gibi elini tutup yarışı birlikte izlemeye başladı. Metreleri uçarcasına alan Gümüş Kanat, farklı bir at olduğunu göstermiş, iki boy farkla yarışı kazanmıştı. Ece, ağlayarak sarılmıştı Toprak’a.

Kazandığı para ile yeni ahırında barınacak atları almıştı. Artık ikisinin dört işi vardı. Bağlar, atlar, şarapçılık ve lokanta. Ece sık sık Toprak ile İzmir’e iniyor, restoranda vakit geçiriyordu. Bungalovlar, beklenenden çok ilgi görmüştü. Özellikle kışın neredeyse hiç boş kalmamıştı. Aşçıların köyde çalışma istekleri artınca dönüşümlü olarak görev yapmalarını teklif eden de Ece olmuştu. Artık her ay biri gelip köyde kalıyordu. İsteyen o sürede ailesini de yanında getiriyordu.
Mayıs ayının başında midesindeki yanma ve bulanma devam edince neler olabileceğini anlamıştı. Sağlık ocağına gidip test yaptırdığında iki aylık hamile olduğunu öğrenmişti. Toprak haberi aldığında önce inanamamıştı. Sonra ise yerinde duramamış tüm aileyi tek tek arayıp müjdeyi vermişti. Ece de, Toprak da ilk bebeğin kız olacağını umuyordu.


Temmuz ayında Niğbolu yarışı vardı. Ece yeni belli olan karnı ile yarışı izlemeye gitmişti. Gümüş Kanat, yarışı kazanacağından nerdeyse emin, boynunu asil bir şekilde kıvırmış padokta öyle dolaşıyordu. Seyisi atın çok hevesli olduğunu söylese de Ece hedefindeki ikinci büyük yarış olan Niğbolu yarışındaki rakiplerinden korkuyordu.
Atına güvenmesi gerektiğini en yakın rakibinden bir boy önde yarışı bitirdiğinde anlamıştı. Jokeyin kırbacı fazla kullanmadan kazanmış olması rahatlatmıştı Ece’yi. Bir başka atın kafayı zorlaması durumunda bir iki kırbaç darbesi ile rahatlıkla hızlanacak ve kazanacak bir atı olduğunu biliyordu. 
Altı aylık hamile iken hedefine ulaşmıştı. Artık atı bir yıl içinde üç büyük yarışı kazanmış, adını tarihe yazdırmış atlarla birlikte anılıyordu. Bunu yapabilen az sayıda attan biriydi Gümüş Kanat. Veliefendi Koşusu'ndan kazandıkları para ile atın son bir yılda kazandığı ödül toplamı bir buçuk milyonu bulmuştu. Ece, atının bu kadar başarılı olacağını ve büyük paralar kazanacağını onu ilk gördüğünde anlamıştı. Bunu anlayan bir başka kişi şu an toprağın altında yatıyor, belki yaptıklarının hesabını vermeye uğraşıyordu.
Atına gelen teklifleri geri çeviren Ece, onu iki üç yıl daha koşturduktan sonra damızlık yapacağını söylüyordu. Daha çok uzun süre büyük paralar kazanacağı bir atı vardı.
Kasım ayında en özel ilk ürün şarapları şişelenmişti. Üzümün Özü adını verdikleri şarap, iki ay içinde tükenmişti. İspanya’dan gelen talepler yüzünden bir sonraki sene daha fazla üretmeleri gerekecekti.

Aralık ayının ortası olduğunda Ece artık doğurmak üzereydi. Ara sıra küçük kavgalar etseler de bir buçuk yıllık evliliklerinde ikisi de çok mutluydu. Doğacak bebekleri ile mutlulukları artacaktı. Toprak isim bulmuş ama cinsiyetini sormadıkları bebekleri doğana kadar kimseye söylememek için yemin etmişti. Ece beğenmezsem koydurmam diyor, Toprak ısrarla, çok beğeneceksin diyordu.
Yirmi iki aralıkta sağlık ocağındaki ebenin yardımları ile doğum yaptı. Ebenin “Çok güzel bir kız” demesi, bulunan tarağı doğrulamıştı. Ailenin sevinç çığlıkları ile doğum haberi tüm köye yayıldı.
Evde isim konulacağı zaman Toprak Ece’ye döndü.
“Üzüm gözlüm, o senin ve benim bir parçamız. Aşılanmış bir bağ gibi… En güzel ürünü almamızı sağlayan aşı gibi… Bizim özümüz ile oluşmuş bir mucize… Onu adı Özüm…”
“Özüm… Çok güzel. Ama biliyorsun değil mi herkes ona Üzüm diyecek.”
“Umarım gözleri senin gibi güzel ve Üzüm denecek kadar da yeşil olur. Onun da annesi gibi toprağına bağlı olması, üzümleri sevmesinden başka ne isteyebiliriz ki?”

Özüm, iki yaşına geldiğinde kız kardeşi doğdu. Hülya Hanım, kızının da kendisi gibi iki senede bir doğurduğunu söyleyip duruyordu. Aslında Ece ile Toprak bunu bilinçli yapmıştı. Yeni doğan kızlarının adını bu kez Ece seçti. Tanem…
“Üçüncünün erkek olmasını ve adının da Ekin olmasını istiyorum desem, ne dersin?”
“Çok güzel bir isim derim. Ama biraz ara verelim. Aklımda yeni işler var. Üçüncü biraz beklesin! Hem kız olursa adını Ürün koyacağım haberin olsun. ”




“Ece, Özüm ile Tanem neredeler?” Toprak yeni kurulmuş çalışma alanına yaklaşırken korku ve merakla sesleniyordu.
“Yanımdalar aşkım, at biniyorlar.” Ece, henüz gözükmeyen kocasının binanın arkasından çıkmasını bekliyordu. Yine önce sesi geldi. Bu kez daha büyük bir korku vardı sesinde. “Sen at mı biniyorsun?”
O sevdiği küçük kahkahalardan birini atıp, büyüyen karnı yüzünden artık önünü kapatamadığı rahmetli babasının meşin yeleğini düzeltip “Hayır, ben Ekin için bir süre vazgeçtim biliyorsun. Midilliler ile çocukları görünce onlar da binmek istedi.” diye yanıtladı.
Yedi yaşına giren Özüm, beş yaşındaki Tanem, hemen her gün annesi ile bağların arasında koşturuyor,  her fırsatta atların etraflarında olmaktan keyif alıyorlardı. Ne topraklarının ne de ailesinin geleceğinden korkmuyordu artık Ece. İki kız kardeşi üniversite sonrası, bir süre tiyatro yapmış ama sonra köylerine dönüp bağların başına geçmek için ablaları ile çalışmaya başlamıştı.
Ece nihayet aklındaki son işi de uygulamaya koymuştu. Hipoterapi merkezinin açılması ile artık atların başka işlevlerini de kullanır olmuştu. Bu işi tamamen ücretsiz yapıyordu. Zaten çocuklarının tedavileri için çok para harcayan ailelerin bu tarz bir desteğe ihtiyaçları vardı.
Toprak, midilli tepesinde küçük adımlarla gezen kızlarına bakıp, karısına sarıldı. “Sana aşığım kadın. Sana ve tüm çocuklarımıza.”
“Ben de aşığım, çocuklarıma, atlarıma, toprağıma ve Toprak’ıma…”

SON


BİR ŞARAP EVİNDEN DUVAR YAZILARI

Bir kadeh yarar
İkincisi makul karar
Üçüncüsü kafayı sarar
Dördüncüsü keseye zarar
Beşincisi dimağı yorar
Altıncısı hatır sorar
Yedincide belâ sarar
Sekizincide plân kurar
Dokuzuncuda vurur, kırar
Onuncuda hâkim sorar...









1 yorum:

  1. Emeğine,gönlüne,kalemine sağlık ...böyle keyifli bol hikayelerin olsun bizde okuyalım💐😘

    YanıtlaSil