20 Aralık 2015 Pazar

KORKUTAN MİRAS 7.Bölüm

7.Bölüm    
  
Teknenin burnunda batan güneşin tadını çıkartan kızlar biraz dedikodu yapıyordu. 

“Esra çok yorgunmuş. Misafir ağırlayamam diyormuş. Bu aralar hep yorgun farkında mısın?” Sedef bunu içten bir merakla söylemişti ama Mine kaşlarını kaldırıp, “Ne demek istiyorsun?” diyerek imalı bir yanıt vermişti.
   
“Senin için fesat. Sanırım bu yorgunlukların ardından ilginç bir haber alabiliriz.” 

“Hamile mi acaba?” Bu kez sesi neşeliydi. Yaşları yeni bir kardeş için çok büyük olsa da evin içinde küçük ayaklar herkesin hoşuna giderdi. Onlar da babası evlendiğinden beri bu haberi alacakları günü bekliyorlardı. Henüz Esra kendilerine bir şey anlatmamıştı. 


Sedef, “Bana öyle geliyor.” derken bir gün önceki baş dönmesi ile merdivene tutunan Esra’nın görüntüsünü de anımsamıştı. Kısa bir an durup yoluna devam edince üstünde durmamıştı. 

“Belki gerçekten yorulmuştur. Bugün bir dergi çekimi vardı. Yalının her odasında ayrı ayrı çekim yapılacaktı. Bu kaçıncı sayabildin mi?”  

“Hayır, ama her dergide evimizi görmekten rahatsız oluyorum artık.”  

“Eskiden konu mankeni bizdik. Nihayet kurtulduk. Bak Esra’ya teşekkür edilecek bir nokta daha buldum.”  

“Abartma, Mine. Seni duyan da mankenlik yapmaktan hoşlanmadığını sanacak.”  

“Hoşlanmıyorum tabii, bayılıyorummmmm.” Ara sıra hayır işleri için podyuma çıkmaktan çok keyif alıyorlardı. Devamlı yaptıkları bir iş olmadığı için onlara eğlence olarak geliyordu bu defileler. Cemiyetin bu organizasyonları algı yaratmak, yardım edilecek kurumlara ilgi çekmek için olduğundan gönüllü çalışan çok kişi oluyordu.

“Tamam o zaman, bugün gelen davetiyeyi değerlendirelim. Bir yardım kuruluşu düzenleyeceği yardım gecesinde maddi manevi desteğimizi talep etmiş. Defile yapacaklarmış, çıkarsın işte podyuma yine.”  

“A bak ben o davetiyeyi gördüm ama okumadım. Ciddi misin? Tamam birlikte çıkalım. İkimiz podyumdayken şaşkın yüzleri izlemek hep çok hoşuma gidiyor.”  

“Bir örnek giyinmeyeceğiz. Artık çocuk değiliz.”  

Mine kahkaha ile yanıtladı kardeşini, “Haklısın iki hafta önce büyüdük. Şu son gittiğimiz yemekten sonra!”  

“Tamamen tesadüftü.”  

“Tabii canım, yoksa o yemekte acaba seni tanıyacak mı merakının etkisi yoktu!”  

“Tanıyamadı ve uğurlandı. Bizi ayırt edemedikleri sürece başımız hep belada olacak.”  

Üç hafta önce çok etkilendiği bir iş adamı ile tanışmıştı, Sedef. Bir hafta sonra yine ortak bir yemekte bir araya geleceklerini anlayınca da Mine ile neredeyse aynı giyinmişti. Tek farkları elbisenin tek omuzunun yönüydü. Adam bu detayı bile ayırt edememiş sıklıkla kızları karıştırmıştı. Evet onları ayırt etmek neredeyse imkansızdı ama ipucunu kaçırmak sonra da benzer detayları kaçıracağı anlamına geliyordu. Erkek arkadaşını, kız kardeşini öperken görmekten hoşlanmayacağını bir iki tecrübe ile öğrenmişti. Elbette aynı yanılgıya Mine’nin erkek arkadaşları da düşmüştü. Kızların bu konu yüzünden birbirlerine kızdığı hiç görülmemişti. Çünkü önemli olan erkeklerin ayırt edebilmesiydi ve hiçbir zaman kızlar kendi istekleri ile o erkeklerin yakınlıklarına yanıt vermemiş, tamamen anlık tepkileri yaşamışlardı. Yan yanayken bile yanlış kızı pat diye öpmeleri kızların kabahati değildi. Hatta bazen bunu kasıtlı yaptıklarını doğru kız ise sorun olmayacağını, yanlış kızsa iki kardeşi de öpmüş olmanın çiğliği altında mutlu olacaklarını düşünüyorlardı. 

O yemeği anımsayan Sedef yemek sonundaki daveti geri çevirirken, ‘Yakama isim yazmak zorunda kalmadığım görüşmeleri tercih ediyorum’ demişti. İş adamının şaşkın ve itiraz eden cümleleri havada kalmış genç kız parmaklarını havada sallayarak veda etmişti. 

Mine, yatın arka tarafında babası ile konuşan Yiğit’in de kendilerini karıştırıp karıştırmadığını düşündü belki milyonuncu kez. Bazen çok net ayırt ettiğini düşünüyor, ipuçlarını yakalıyordu. Bazen de karıştırdığından emin oluyordu. Sedef ise karıştırmadığı konusunda ısrarcıydı. Keşke o da Sedef kadar emin olabilseydi!

Kızlar yalıya yaklaştıklarını anlayınca uzandıkları yerden doğruldular. Üstlerindeki kıyafetlerin kırışan yerlerini elleri ile düzeltip arkaya doğru yürümeye başladılar. Mine, yatın kıç tarafında oturan ikiliye baktı. Babası ile derin bir sohbete dalmış gibiydi Yiğit. Kendisinden tarafa bakmayacağından adı gibi emindi. Hiç bakmamıştı, bu saatten sonra da bakmayacaktı. Çantasını alıp iniş için hazırlandı. Başını iskeleye çevirdiği an kendisine dönen bakışları da kaçırmış oldu böylece. 

Evdeki yeni güvenlik görevlilerinden Ahmet Doğanay, her akşam olduğu gibi gözleri etrafı tararken yatın yanaşmasını iskelede bekliyordu. Evin güvenliğinden sorumlu ekibin başına altı ay kadar önce getirilmişti. Diğer koruma Mert Suyabatmaz her zaman onların yanındaydı. Tekneden en son o inerdi. Necdet Bey, ‘Mert yanımızdayken içim rahat, o suya batmadığı için bizim de canımız güvende’ diye şakalaşır, güldüğü pek görülmeyen Mert bile tebessüm ederdi. Şimdi ise Ahmet gibi o da gözleri ile etrafı tarıyor, olası bir tehlike için neler yapacağını hesaplıyordu.

Kızlar ve Esra bu şekilde yaşamaya alışkın oldukları için onları da ailenin birer ferdi gibi görüyorlardı.

Nihayet yanaşan yattan ilk inen Sedef oldu. Peşinden gelen Mine adımını atamadan az önce arkalarından geçen teknenin dalgası ile yat sallanmaya başlamıştı. Boş bulunan genç kızı Yiğit ile babası aynı anda kollarından tutmuştu. Böyle dalgalara alışkındı ama iki erkeğin korumacı tavrı ile mutlu olup ikisine de gülümsedi. 
  
"Düşersem tutacak birilerinin olması ne güzel!" diyerek iskelede elini uzatmış bekleyen Ahmet’e döndü. 
  

Yattaki iki erkek arasında geçen konuşmayı duyamamıştı.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder