7.Bölüm
Teknenin burnunda batan güneşin tadını çıkartan kızlar biraz dedikodu
yapıyordu.
“Esra çok yorgunmuş. Misafir ağırlayamam diyormuş. Bu aralar hep yorgun
farkında mısın?” Sedef bunu içten bir merakla söylemişti ama Mine kaşlarını
kaldırıp, “Ne demek istiyorsun?” diyerek imalı bir yanıt vermişti.
“Senin için fesat. Sanırım bu yorgunlukların ardından ilginç bir haber
alabiliriz.”
“Hamile mi acaba?” Bu kez sesi neşeliydi. Yaşları yeni bir kardeş için çok
büyük olsa da evin içinde küçük ayaklar herkesin hoşuna giderdi. Onlar da
babası evlendiğinden beri bu haberi alacakları günü bekliyorlardı. Henüz Esra
kendilerine bir şey anlatmamıştı.
Sedef, “Bana öyle geliyor.” derken bir gün önceki baş dönmesi ile
merdivene tutunan Esra’nın görüntüsünü de anımsamıştı. Kısa bir an durup yoluna
devam edince üstünde durmamıştı.
“Belki gerçekten yorulmuştur. Bugün bir dergi çekimi vardı. Yalının her
odasında ayrı ayrı çekim yapılacaktı. Bu kaçıncı sayabildin mi?”
“Hayır, ama her dergide evimizi görmekten rahatsız oluyorum
artık.”
“Eskiden konu mankeni bizdik. Nihayet kurtulduk. Bak Esra’ya teşekkür
edilecek bir nokta daha buldum.”
“Abartma, Mine. Seni duyan da mankenlik yapmaktan hoşlanmadığını
sanacak.”
“Hoşlanmıyorum tabii, bayılıyorummmmm.” Ara sıra hayır işleri için
podyuma çıkmaktan çok keyif alıyorlardı. Devamlı yaptıkları bir iş olmadığı
için onlara eğlence olarak geliyordu bu defileler. Cemiyetin bu
organizasyonları algı yaratmak, yardım edilecek kurumlara ilgi çekmek için
olduğundan gönüllü çalışan çok kişi oluyordu.
“Tamam o zaman, bugün gelen davetiyeyi değerlendirelim. Bir yardım kuruluşu
düzenleyeceği yardım gecesinde maddi manevi desteğimizi talep etmiş. Defile
yapacaklarmış, çıkarsın işte podyuma yine.”
“A bak ben o davetiyeyi gördüm ama okumadım. Ciddi misin? Tamam birlikte
çıkalım. İkimiz podyumdayken şaşkın yüzleri izlemek hep çok hoşuma
gidiyor.”
“Bir örnek giyinmeyeceğiz. Artık çocuk değiliz.”
Mine kahkaha ile yanıtladı kardeşini, “Haklısın iki hafta önce büyüdük. Şu
son gittiğimiz yemekten sonra!”
“Tamamen tesadüftü.”
“Tabii canım, yoksa o yemekte acaba seni tanıyacak mı merakının etkisi
yoktu!”
“Tanıyamadı ve uğurlandı. Bizi ayırt edemedikleri sürece başımız hep belada
olacak.”
Üç hafta önce çok etkilendiği bir iş adamı ile tanışmıştı, Sedef. Bir hafta
sonra yine ortak bir yemekte bir araya geleceklerini anlayınca da Mine ile
neredeyse aynı giyinmişti. Tek farkları elbisenin tek omuzunun yönüydü. Adam bu
detayı bile ayırt edememiş sıklıkla kızları karıştırmıştı. Evet onları ayırt
etmek neredeyse imkansızdı ama ipucunu kaçırmak sonra
da benzer detayları kaçıracağı anlamına geliyordu. Erkek
arkadaşını, kız kardeşini öperken görmekten hoşlanmayacağını bir iki tecrübe
ile öğrenmişti. Elbette aynı yanılgıya Mine’nin erkek arkadaşları da düşmüştü.
Kızların bu konu yüzünden birbirlerine kızdığı hiç görülmemişti. Çünkü önemli
olan erkeklerin ayırt edebilmesiydi ve hiçbir zaman kızlar kendi istekleri ile
o erkeklerin yakınlıklarına yanıt vermemiş, tamamen anlık tepkileri
yaşamışlardı. Yan yanayken bile yanlış kızı pat diye öpmeleri kızların kabahati
değildi. Hatta bazen bunu kasıtlı yaptıklarını doğru kız ise sorun
olmayacağını, yanlış kızsa iki kardeşi de öpmüş olmanın çiğliği altında mutlu
olacaklarını düşünüyorlardı.
O yemeği anımsayan Sedef yemek sonundaki daveti geri çevirirken, ‘Yakama
isim yazmak zorunda kalmadığım görüşmeleri tercih ediyorum’ demişti. İş
adamının şaşkın ve itiraz eden cümleleri havada kalmış genç kız parmaklarını
havada sallayarak veda etmişti.
Mine, yatın arka tarafında babası ile konuşan Yiğit’in de kendilerini
karıştırıp karıştırmadığını düşündü belki milyonuncu kez. Bazen çok net ayırt
ettiğini düşünüyor, ipuçlarını yakalıyordu. Bazen de karıştırdığından emin
oluyordu. Sedef ise karıştırmadığı konusunda ısrarcıydı. Keşke o da Sedef kadar
emin olabilseydi!
Kızlar yalıya yaklaştıklarını anlayınca uzandıkları yerden doğruldular.
Üstlerindeki kıyafetlerin kırışan yerlerini elleri ile düzeltip arkaya doğru
yürümeye başladılar. Mine, yatın kıç tarafında oturan ikiliye baktı. Babası ile
derin bir sohbete dalmış gibiydi Yiğit. Kendisinden tarafa bakmayacağından adı
gibi emindi. Hiç bakmamıştı, bu saatten sonra da bakmayacaktı. Çantasını alıp
iniş için hazırlandı. Başını iskeleye çevirdiği an kendisine dönen bakışları da
kaçırmış oldu böylece.
Evdeki yeni güvenlik görevlilerinden Ahmet Doğanay, her akşam olduğu gibi
gözleri etrafı tararken yatın yanaşmasını iskelede bekliyordu. Evin
güvenliğinden sorumlu ekibin başına altı ay kadar önce getirilmişti. Diğer
koruma Mert Suyabatmaz her zaman onların yanındaydı. Tekneden en son o inerdi.
Necdet Bey, ‘Mert yanımızdayken içim rahat, o suya batmadığı için bizim de
canımız güvende’ diye şakalaşır, güldüğü pek görülmeyen Mert bile tebessüm
ederdi. Şimdi ise Ahmet gibi o da gözleri ile etrafı tarıyor, olası bir tehlike
için neler yapacağını hesaplıyordu.
Kızlar ve Esra bu şekilde yaşamaya alışkın oldukları için onları da ailenin
birer ferdi gibi görüyorlardı.
Nihayet yanaşan yattan ilk inen Sedef oldu. Peşinden gelen Mine adımını
atamadan az önce arkalarından geçen teknenin dalgası ile yat sallanmaya
başlamıştı. Boş bulunan genç kızı Yiğit ile babası aynı anda kollarından
tutmuştu. Böyle dalgalara alışkındı ama iki erkeğin korumacı tavrı ile mutlu
olup ikisine de gülümsedi.
"Düşersem tutacak birilerinin olması ne güzel!" diyerek
iskelede elini uzatmış bekleyen Ahmet’e döndü.
Yattaki iki erkek arasında geçen konuşmayı duyamamıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder