30 Aralık 2015 Çarşamba

KORKUTAN MİRAS 10. Bölüm

10.Bölüm
     
   
Necdet ve Esra Söğüt’ün ilk bebekleri hayata tutunamadan kayıp gitmişti. Hamile olduğunu bile anlamamış olan Esra ilk günler ne dediğini ne yaptığını bilmeden dolaşmıştı ortalıkta. Henüz bir aylıkken düşen bebek ardında hüzünlü bir hava bırakmıştı.
   
Esra ilk önce düşen bebeği için üzülmediğini göstermeye çabalamış, sonra büyük bir üzüntünün pençesinde kıvranmış devamlı ağlamıştı. En sonunda da tüm suçu Necdet’e yıkıp kendini rahatlatmıştı. Hamile olduğunu bilmeden gittikleri Bigadiç seyahatini koz olarak kullanmıştı. Babasının ölüm yıl dönümünde orada olmak isteyen Necdet bu tepkide haklılık payı olup olmadığını öğrenmek için doktoru ile konuşmuştu. Aldığı yanıt, bu seyahat hiç yapılmamış olsa da o bebeğin düşme ihtimalinin çok yüksek olduğu yönünde olmuştu.  Hastanedeki psikologun, hepsini genç kadının vereceği tepkiler konusunda uyarmış olması da pek işe yaramamış, evdeki huzurlu ortam kaybolmuştu.

   
Sedef ve Mine dönüşümlü olarak birer gün evde kalarak Esra ile vakit geçirmişti. Necdet Bey Esra’nın isteği ile gündüz işine gitmiş, kimseye neler olduğunu belli etmemişti. Akşamları devir aldığı refakat görevi karı koca arasındaki uçurumu biraz kapatmaya başlamıştı. İkinci haftanın sonunda nihayet birlikte kahvaltıya inmeye, akşam yemeğinde aynı masada oturmaya başlamıştı. Esra’nın üçüncü haftanın sonunda evden çıkması ile hayat artık biraz daha normale dönmüştü.    
Babasının çevresi sayesinde bebeğin kaybı gazetelere haber olmamıştı. Fakat sonraki hırçınlıkları yüzünden bir iki kez kalabalık ortamlarda tartıştıklarının haberi yapılmıştı. Kızlar ikinci kez aynı haberi gördüklerinde felaketin yaklaştığını anlamışlardı.
   
Ertesi gün beklenen telefon geldi. 

Binnur Canel, çok sevdiği(!) kızlarını özlemişti. Birlikte bir yemek yemek istiyordu. Kızlar kurtuluş olmadığını bildikleri için daveti kabul ettiler. Ve her zamanki lokantada, yani yalıyı gören boğazdaki hep gittikleri yerde sözleştiler. Binnur, bu seçimin kendisini kızdırmak için olduğunu biliyordu ama sesini çıkartamıyordu.   

Sabah altıda kalkan kızlar kendileri için özel hazırlattıkları spor odasına girip koşu bantlarına çıkıp önce biraz hafif, ısındıktan sonra da biraz daha hızlı tempoda yürüyüşlerini yaptılar. Odanın pencereleri açık, içerisi temiz hava doluydu. yarım saat kadar sonra ikisi de farklı aletlerde çalışmaya devam ettiler. bir saatin sonunda kendilerine o günün savaşına hazır hissediyorlardı. Mutluluk hormonu salgılayan vücutları annelerinin taaruzlarını karşılamakta güçlük çekmeyecekti.

Yat bu sabah iki kez tur yapacaktı. Önce kızları bırakacak, sonra dönüp babalarını alacaktı. Böylece mesailerine başlamadan kuafördeki işlerini de bitirmiş olacaklardı. Anneleri ile olan randevuya en az onun kadar bakımlı gitmeliydiler.

Saçları yıkanıp, şekil verilmeye başlandığında kuaförün kapasına bir çiçekçi kuryesi gelmişti. Elinde muhteşem bir buket vardı. Herkes kime olduğunu anlamak için merakla bakınırken kurye aradığı ismi kuaförde çalışanlardan birine sorduktan sonra ikizlere doğru yürümeye başlamıştı.

“Mine Söğüt?” diye soru dolu seslenirken şaşkınlıkla gözleri açılmıştı. Kızlar mini tebessümleri ile bu şaşkınlığı karşıladıktan sonra Mine bukete uzandı. Kimin gönderdiğini anlamak için kart aradı, bulamayınca teslim fişinde yazabilir diye kağıda uzandı ama orada da gönderen belli değildi.
“Kimden bu çiçekler? Kartı unuttunuz mu?”

“Hayır, hanımefendi, ben de kart sordum ama yollayan beyefendi karta gerek yok demiş.”

Mine, kimseden böyle bir jest beklemiyordu. Sedef’e soru dolu bakışlarını çevirse de ondan da bir fikir çıkmayınca delikanlıyı bahşişini verip gönderdi.

“Kim bu?”
“Hiç fikrim yok. Niye bana, neden buraya gönderilmiş acaba?”
“Yiğit olabilir mi?”
“Hiç sanmam. O gönderecek olsa en azından ikimize de yollar, hatta odamıza bırakılmasını isterdi. Niye buraya yollasın? Hem zaten bu sabah kuaföre geleceğimizi nereden bilecek?”
“Ben sabah aradım, konuştum. Bu sabah yapacağımız bir iş vardı, yarım saat gecikeceğimizi söyledim.”  

Mine, kardeşinin yüzüne baktı. İkisinin bu yakınlığına tahammül edemiyordu. İş için konuştuğunu söylese de içinde bir yerler acıyordu. Dün gece olanlar, tüm düşündükleri bir anda yine uçmuş gitmiş, kıskanç Mine geri dönmüştü.

“Yine de bu neden gönderdiğini ve niye bana gönderdiğini açıklamıyor! O değildir.”
Bu arada kızları dinleyen bir yandan da saçlarına şekil veren genç kız söze girip, “Hiç aklınıza gizli bir hayranınız olacağı gelmiyor mu? Niye illa tanıdık biri olsun ki?” diye sordu.

“Elbette olabilir de işte sorun burada. Nereden öğrendi bizim burada olduğumuzu?”
“Mine Hanım, adı üstünde gizli hayran. Sizi gizli gizli takip ediyordur!”
İkizler birbirine bakıp düşünmeye başladı. “Olabilir mi?”
“Niye olmasın? Eğer öyle biri ise zaten eninde sonunda kendini belli edecektir.”
Kuaförün romantik düşünceleri ikizlerin düşünceleri ile o kadar zıttı ki…


*****

Kız kardeşler anne ile buluşacaklarında hep yaptıkları gibi yine birbirine çok yakın kıyafetler tercih etmişti. İkisi de siyah pantolon ceket takım giymiş, biri içine beyaz, diğeri bebe pembesi gömlek giymişti. Sabah kuaförde yapılan makyajları müdahale gerektirmeyecek kadar düzgün duruyordu.

Sedef, Mine’nin aynada kendini incelemesini izlerken bir yandan da Endonezya gezisi için gerekli dosyaların üstünden geçiyordu. Kardeşi ile Yiğit kısa süre sonra seyahate çıkacaktı. Düşük olayından Yiğit’in de haberi olduğu için gezi ileri bir tarihe ertelenmiş, nihayet o tarih gelmişti. Pazar günü uçacaklardı.   
Sedef, kardeşine bir bakış attı ve ekranındaki dosyaların çıktısını almak için print tuşuna basıp arkasına yaslandı.   

“Savaş boyaların tamam. Benim ihtiyacım var mı?”  
Mine kısa bir an bakıp güldü, “Sen annemle hiç savaşmazsın. O yüzden yok.” dedi.    
“Ben onunla senin gibi savaşmam. Sen çok açık oynuyorsun kadın gardını alıyor. Ben senden daha sinsiyim sanırım. Bak farklı olduğumuz bir nokta buldum.” 
“Sen sinsi değil ona karşı benden biraz daha yumuşaksın. Sanırım boşanırken beni değil de seni istediği için öyle davranıyorsun.” 

Sedef bu cümleyi duyunca gülmeye başlamış, Mine de ona katılmıştı.  
Hakim, ikizlerin babada kalma taleplerini duymasa belki de şu an ikisi ayrı ebeveynlerle büyüyor olacaktı. Ama babaları bunu engellemek için zaten kızlara en başta isteklerini sormuş ve kesinlikle baskı yapmamış, sonra da karısına doğru davranması için kısa bir konuşma yapmıştı. Her zamanki boşa giden konuşmalardan biriydi elbette.

“Çirkin ikiz, beni istemesinin sebebi babamdan daha çok para koparmaktı. Ve eminim benim hangi kızı olduğumu hiç bilmiyordu. Sadece ismen Sedef diyordu. Sorsaydık hangimiz Sedef’iz diye yanıt veremeyeceğini ikimiz de biliyoruz.”  
“Öyle deme asıl çirkin ikiz, ara sıra denk getiriyordu.”
  
Başka zaman ve başka çocuklarda bu konu büyük bir üzüntü kaynağı olabilirdi ama bir olayın taraflarından biri Binnur Canel ise üzülmeye gerek yoktu. Çünkü o kadının kendisinden başka düşündüğü biri olamazdı. Kızları bunu biliyor ve olduğu gibi kabulleniyorlardı. O yüzden de anneleri tarafından karıştırılmak aralarında eğlence kaynağı idi. Tıpkı doğru kızı bulduğu anda gülmeleri gibi! 

“Tamamen rastlantıydı onlar. Hastanede bizim yerimize bir başka çocuğu alıp gelse ve o zenci bile olsa yadırgamayacak birinden bahsediyoruz." 
"Zenci bebeği en azından babam anlardı." 
"Sadece daha erken boşanma nedeni olurdu. Hadi hazırsan çıkalım, yara almadan dönmeye bakalım.”
Mine manikürlü tırnaklarına bakıp “Bir iki çizik atabilir miyim?” diye sordu.   
“Elinden geleni ardına koyma.”  
   
Saat biri gösterirken üçü bir araya gelmişti. Binnur, kırk altı yaşındaydı ama hiç göstermezdi. Kızlarına kısa ve kendince sıcak ama genel anlamda soğuk sarılmanın ardından hemen masaya oturup garsonu çağırdı. “Acelem var kızlar, bir davete gitmem gerekiyor. Sizinle randevulaştıktan sonra çıktı, iptal de edemedim. Çok önemli kişilerin olacağı bir toplantı.”  

İkizler, birbirine bakıp gülümsedi. İkisi de o toplantının zaten var olduğunu, yemeğin araya sıkıştırıldığını biliyordu. Üstelik o çok önemli kişilerin birbirine hava atmaktan öteye geçecek konuları olmayan kadınlar olduğundan eminlerdi. ikisi de soğuk gülücüklerini saklama gereği duymadan aynı anda aynı omuzu silkip, annelerine nasıl olduğunu sordular.

Binnur, kendisinden on yaş küçük erkek arkadaşını anlatmadığı sürece kızlarının bilmeyeceğini sanıyordu. Yine ondan hiç bahsetmeden hayatını anlatmaya başladı.  İçinde bulunduğu arkadaş grubundan bir iki olay anlattıktan sonra uzatmadan kızların hatırını sordu. Mine, sanki çok önemliymiş ve annesi çok ilgiliymiş gibi Endonezya gezisine gideceğini, yanına neler aldığını, oradan neler alacağını, valizlerin yine bir sürü şeyle dolup taşacağını uzun uzadıya anlattı. Hangi ağaçtan ne kadar getirtmesi gerektiğini anlatmaya başladığında Binnur dayanamadı.  “Güzel kızım, biliyorsun işlerden hiç anlamam. Bana bunları anlatıp da başımı ağrıtma ne olursun. Babanın da anlattıklarını dinleyemezdim. Esra dinleyebiliyorsa ne mutlu ona! Ah Esra nasıl? İyi anlaşabiliyor musunuz?”
  
Nihayet asıl konuya gelmişti. Yanıttan en fazla on dakika sonra masadan kalkıp gideceğinden de emindi kızlar. O nedenle önce ana yemeği yemeyi başardığını tahmin ediyorlardı. Kızlara ödeteceği bir yemek onun çıkarcı beyninin küçük kazançlarından biriydi. Yüzündeki sahte ilgi ile kızlarına bakarken yemek boyunca ikisine de asla adı ile hitap etmediğinin düşünüyordu kızlar. Bu kez sözü Sedef aldı. Mine uzun konuşması ile kadını bayıltmışken son yumruk ondan gelmeliydi.  

“Mineciğim, annemi iş konuları ile yoruyorsun. Sen yine bunları Esra’ya anlat. O büyük keyifle dinliyor işlerin durumunu. Ah anne, Esra şu aralar çok mutsuz.” Kısa bir an susup annesinin yüzünden Esra’nın paragöz bir kadın olduğuna dair geçen düşüncelerinin görüntüsünü izledi. Kadın artık bunları saklamaya bile gerek duymuyordu. Oysa tam da kendisiydi öyle davranan ve fırsat bulsa devam edecek olan!  

Sedef derin bir nefes alıp, sesini biraz kısıp masaya doğru eğilerek konuşmaya başladı. “Son zamanlarda hiç iyi değil anne. Babamla kavga edip duruyorlar.” Öyle bir ses tonu ile söylemişti ki Mine bile hüzünlendi. İşte oyun başlıyordu. Binnur, çok şaşırmış gibi gözlerini açmıştı. Üzerindeki pahalı  olduğunu haykıran v yakalı, beyaz elbisenin kollarını hafifçe çekiştirip kendini duyacaklarına hazırladı.   

“Kavga mı? Aaa hani çok mutluydular?”

Sonra bilmiş bir eda ile kaşını kaldırıp devam etti konuşmaya. “Tabii kızları yaşında birini karısı olarak koluna takarsa anlaşamaz elbette. Derdi neymiş küçük hanımın?”

Nihayet bir şeyler öğrenecekti. Kızlarının annelerine o evlilik ile ilgili duymak isteyeceği her türlü bilgiyi vereceğine inanıyordu. Küçük hesapçı beyni hiç değişmemişti. Üstelik şu an yaptığının kızları tarafından fark edildiğini de bilecek kadar onları tanıyor ama kendisini dizginleyemiyordu. Uzun zamandır ilk kez para konusunu açmamış, sadece Esra ile Necdet arasında olanları öğrenmek için çabalamıştı.  Oysa hemen her yemekte hayat pahalılığından nasıl yetiştireceğini bilemediği kazancının düşüklüğünden bahsederdi. 
  
Binnur, yirmi yedi yıl önce hiç bir zaman yürüyeceğine inanmadığı bir evlilik yapmış ve kızları on iki yaşındayken boşanmıştı. Ama o zamandan beri Necdet’in hayatına giren her kadını merak etmiş ve kızlardan bilgi almak için her yolu denemişti. Başlarda kızlar iyi niyetle bir şeyler anlatmışlar sonra bunları magazin köşelerinde okumuşlardı. Ondan sonra verdikleri bilgiler asla gerçeklerle örtüşmemişti. Binnur bunu anlamamış ya da aradan gerçekleri ayırt edeceğini düşünüp sormaya devam etmişti. Şu an yaptığı gibi.  

Tüm bunları bilen Sedef, sesini biraz kısarak ve yeniden  masaya eğilerek, “Babamdan küçük bir çiftlik istemiş. Hafta sonları kaçarız, biraz baş başa kalırız demiş.”  
“Eeee? Ne var bunda? Necdet pinti değildir almıştır şöyle beş on dönümlük bir yer.”  
Sözü Mine aldı, şirkette bahsettiği çizikleri atmak üzere bir elinde de bıçak vardı ve onunla oynuyordu. 
“Eee si de o işte. Babam otuz dönümlük kocaman bir yer alınca kızdı tabii. Esra, kendi başına bahçesi ile ilgileneceği üç dört dönümlük bir yer istemişti. İki üç tavuk, iki koyun falan olsun diyordu. Babamı biliyorsun, Esra’ya o kadar aşık ki onun istediği küçük şeylerin hep daha büyüğünü vermek istiyor.” Cümlelerin ortasında Binnur’un rengi önce elbisesi gibi bembeyaz olmuştu. Hemen ardından beklenen kırmızılık yüzüne yayılmaya başlamıştı. İkizler annelerinin bir gün tansiyon yüzünden hastanelik olacağına inanıyorlardı.
  
 Mine keyiflendiğini belli etmeden arkasına yaslandı. Sedef halen üzgünmüş gibi rol yapıyordu. Binnur, başını hafif arkaya atıp vakur bir hava ile masadaki bardağa uzandı. Su yerine sert bir içkiye ihtiyacı varmış gibi duruyordu. Bardağı yerine koyarken biraz daha toparlanmıştı. Yeniden kendinden emin haline bürünmeye çabaladı. “Tipik Necdet işte.” diyerek konuyu önemsemediğini belli eder bir hale büründü.  "Bütün dertleri bu mu? Aşarlar. Gerçi sanmıyorum bu kadar basit bir konu olduğunu." derken duyduğu kavgaların nedeninin bu olamayacağını düşünmeye devam ediyordu. Kızlardan yeni bir bilgi alamayacağını anlamıştı. İkisi de, umursamaz bir şekilde omuz silkip yemeklerine devam edince o da çatalını yeniden eline aldı. Kızları artık kendisine bilgi vermiyordu. Esra ile aralarının iyi olduğunu duyuyor ama inanmak istemiyordu. Bunun annelik duygusu ya da sevgisi ile ilgisi olduğunu düşünecek kadar sığ değildi. Bu tamamen kendisine ait bir şeylerin elinden kayıp gitmesinin sıkıntısıydı. Küçükken idare etmek kolaydı ama büyüdükçe yeri belli edilmişti. Son bir lokmadan sonra tatlısına elini sürmeden çantasına uzandı. 
    
“Kızlar, çok iyi geldi bu yemek. Daha sık yapalım. Ama demiştim işte, gitmem lazım. Bu kez ben ödeyeyim.” Çoktan ayağa kalkmıştı.
“Hesabı düşünme anne, biz hallederiz. sana iyi eğlenceler. Selamını babama iletelim mi?”
“Hı… Ne? Ah tabi iletin. Hatta bir de şöyle hepimiz bir arada yemek yiyelim. Dost kaldığımızı görsünler.”
“Tabii tabii anne, en kısa sürede ayarlarız.” Sedef neredeyse annesinin çıkmasını beklemeden kahkaha ile gülecekti.
“Bu ağır oldu!”
“Bence de! Bir sonrakine daha ağırını bulalım.”
“Anlaştık!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder