30 Kasım 2015 Pazartesi

YAKIŞIKLI 58. Bölüm

Ertesi gün yeni evli çifti sabahın köründe bağlarda görenler gülmeye başladılar. Ece’nin bağbozumunu kaçırması zaten beklenemezdi. Böylece duvak gününden de kurtuluyordu yeni gelin. Evinde misafirleri ağırlamak, bir gün önce giydiği gelinliği yeniden giymek ve kayınvalidesinin sakladığı bıçak ile tarağı aramak zorunda kalmak istemiyordu. Bungalovlardan çıkan konukların oluşturduğu kalabalık üzümlerin arasına dağılmıştı. Herkesin önünde bir sepet elinde bir makas vardı. Sepetler üzümlerle dolarken ortalık da türkülerle şenleniyordu. Düğünün bir parçası olarak düzenlenen bu eğlence ile ilk toplanan bağ Ece’lerin küçük bağlarından biri oldu. Zaten ancak üç sırayı toplamışlardı. Kalanlarını makinelerle toplayacaklardı.

Öğleden sonra bağlardaki yorgun acemiler isyan etmeye başlamıştı bile. Ece onları annesinin evine götürüp büyük masanın etrafına dizdi. Elleri şişen, belleri ağrıyan arkadaşlarına bakıp gülüyordu. Sibel’in erkek arkadaşı da kız kardeşini alıp bozuma gelmişti. O da evde konuk ediliyordu. Osman Bey, onlarla yemeğe oturup yanına da damadını oturttu. Yemeğin sonunda Ece bağlar arasındaki sınırı kaldırma fikrini babasına da açtı. Önce şaşıran Osman Bey sonra bunun rahatlık sağlayacağını düşünüp başı ile onayladı. Sonra da kısık sesi ile ilave etti, “Böylece sen de Toprak’lara ait tüm bağlara el koydun öyle değil mi? Artık hepsi senin sayılır. İntikamımı aldın nihayet babasından.” Masadaki sessizlik korkutucuydu. Osman beyin söylediklerini duyan herkes suspus olmuştu. Sadece Toprak ile Ece gülüyordu. “Seni kandıramadık değil mi?” Toprak artık kahkaha ile gülüyordu.
“Başka biri deseydi kanardım da, Ece deyince kanmadım. Babana da dedim, kızım bana yalan söylüyorsa ne yapsak boş, dünür olacağız senle diye. İşte sonuç.”
“Ne zaman söyledin?”
“Seni istemeye geldiklerinde. Vakit kaybetmenin gereği yoktu. O da akıllı adam. Bağımı çaldı ama akıllı yine de. Zaten aptal olsa çalamazdı.”
“Baba…”
“Baba deme… O akıllı ama ben daha akıllıyım, kızım o bağların da ürününü geliştirecek ve yine ben kazanacağım. Zaten, Halil, ‘Oğlum bağları satmadı, gelinime ev yapıyor, sırrı düğüne kadar sakla’ dediğinde kazandığımı biliyordum.”
Toprak yine gülüyor anlamayanlar açıklama yapılsın diye bekliyordu. Artık tek gülen Toprak değildi. Ece, annesi, ufaklıklar ve Ayşe hanım da gülmeye başlamıştı. Hatta Osman Bey bile.


Öğleden sonra da bağlarda gezinmiş, elle toplama yapmış, türkülerle eğlenmiş, fıkralarla gülmüşlerdi. Neredeyse tüm köy Ece’nin bağında idi. İlkay, Eray ve eşleri de gelmişti ama Asude evden çıkamıyordu. Sık sık telefon açıp neler yaptıklarını soruyordu. En sonunda İlkay dayanamayıp karısını da bağa getirmişti.
Ertesi gün makineler toplamaya başlayacaktı. İlk ürünlerin ezilmesi için o akşam eğlence yapılacaktı. Şarap fabrikasının olduğu yerde toplanıp iki fıçı üzümü sembolik olarak genç kızlara ezdirdiler. Zeynep de o kızların içindeydi. Bakışları sık sık kenarda duran Musa’ya takılıyordu. Ece bu hoppa gönüllü kızı mı kıskanmıştı. Kendine kızıyordu. O daha gençti ve âşık olmak istiyordu. Ama bilmiyordu ki aşk istemekle olmuyor, kendi başına hareket edip kendi istediği gönle düşüyordu.
Mehmet Ali de nihayet Derya ile konuşmayı başarmıştı. Pek de iyi geçmemiş olmalı ki ikisinin de yüzü asıktı. Ece daha fazlasına karışamayacağını bilip susuyordu. Mehmet Ali çocuklu bir duldu. Derya ise bekâr bir genç kız! Şimdi bu ikisinin arasında olacak ya da olmayacak şeylere müdahale etmek mümkün değildi.
Murat ile Didem bir yandan üzüm yiyor bir yandan da üzüm ezen kızları izliyordu. Hava iyice kararmıştı. Meşaleler yakılmıştı. Varillerin içinde büyük ateşler vardı. Yaşlılar çoktan ayrılmıştı. Kalanların çoğu Ece’nin ve Toprak’ın kardeşleri ile arkadaşlarıydı. Köyden de birkaç genç kalmıştı. Ece kızların üstündeki şalvarlara bakıp gülüyordu. Bağlarda rahat çalışsınlar diye hepsine şalvar verilmiş, başları yemenilerle bağlanmıştı.
Resimlerle ölümsüzleştirilen anların yıllar sonra gülümseyerek anılacağı kesindi. Toprak, Ece’nin kulağına eğilerek, “Duvak gününden kaçtın ama annem yine de bulman için tarak ve bıçak saklamış. Sana da bir notu vardı. En sevdiğin şeylerin olduğu yerlere bakacakmışsın.”
“Toprak, ya annene desek şunu buldu diye. Aklına ilk geleni söyle sen. Nasılsa ona göre olacak değil ya bebeğin cinsiyeti. Aratma beni şimdi gece gece.”
“Şu küçük meşalelerden birini alalım ve senin en sevdiğin şeylerin olduğu yere doğru gidelim.”
“O zaman senin ceplerine bakmam lazım. En sevdiğim sensin.”
“O kadar kolay değil tatlım. Benden sonra en sevdiğin ve vazgeçilmezlerin neler?”
“Bağlar ve atlar. Ama hangisi daha ağır basar diye sorma. İkisinin de yeri ayrı.”
“Bağlar çok büyük olduğuna göre oraya saklayacak kadar acımasız değildir. Hadi atların yanına gidelim.”
“Hayatım, bizim artık evimiz var, böyle bahanelerle beni sıkıştıracağın karanlıklara sürüklemen gerekmez.”
“Senin aklın ne kötü çalışmaya başladı. Benim aklımda hiç de öyle şeyler yoktu. Yani belki azıcık vardır ama o kadar. Asıl merak ettiğim o söylentinin gerçek olup olmadığı. Hadi gidip bulalım şunları. Ben de yardım edeceğim, daha çabuk buluruz.”
“Haber verelim mi onlara?” gülüp eğlenen arkadaşlarından tarafı işaret etmişti başı ile.
“Gerek yok…” Yüzündeki imalı bakışlar bulduğu fırsatları değerlendireceğini söylüyordu. Ece gülerek kalktı yerinden.
Ahırlara doğru yavaş adımlarla yürürken düğünlerinden, arkadaşlarından ve kendilerinden konuştular. Yeni bir yaşama hazırdı ikisi de. Toprak, hayatında çok büyük ve köklü değişiklikler yapıyordu. Bundan da mutluydu. Sevil hanımın da gayretleri ile köyde büyük bir yatırıma sahip olmuştu. Ailesinin de desteği ile o işin köydeki gençlere ve ihtiyaç sahiplerine imkân sağlayacak olması da hoşuna gidiyordu.  Celal’in muhasebe bilgisi yeni iş için daha gerekli bir hal almıştı. En azından ön muhasebe denilen kısmı o halledecekti.
Ahırlara yaklaşırken etraftaki sessizlik ikisinin de çok hoşuna gitti. Yıldızlar gözükmeye başlamıştı. Ellerindeki meşaleden başka aydınlık veren bir şey olmadığı için ikisi de aslında dikkatliydi. Etraflarındaki güvenliklerin nerelerde olduğunu bilmiyorlardı. Onların varlıkları yüzünden öpüşemiyor olsalar da sarılıp dokunmaktan geri duramıyorlardı.
Ahırın ön kapısına yirmi metre kadar kaldığında karşılarına çıkan kişiyi ikisi de tanıyamadı. Güvenlikçilerden biri olabilir diye düşünseler de yaklaşmak yerine tetikte durmayı tercih ettiler. Toprak, yakınlardaki güvenliklerin harekete geçmesi için sesini yükselterek “Merhaba, kimsin sen?” derken yavaşça Ece’yi de arkasına doğru itiyordu. İçindeki huzursuzluk adamın tavrından kaynaklanıyordu. İç sesinin yanılmadığını adam konuşunca anladı.
“Saçma bir soru. Beni bekliyor olmanız lazım. Bu akşam hayatınızdan çıkıp gideceğim. Ama bunun için aramızda küçük bir çek alışverişi gerçekleşecek. Adı neydi? Ah evet Gümüş Kanat… İşte ondan vazgeçmemin karşılığı olarak beş yüz bin lira istiyorum.”
Ece, küçük burnunu havaya dikmişti bile. Gereğinden yüksek ve sert bir sesle konuşup etraftakileri uyarmaktı asıl amacı. “Ben o ata satışında istenen bedeli ödedim. Bana ait at için sana tek kuruş vermeyeceğim. Pis katil.”
“Katil mi? Ben kimseyi öldürmedim. Niyetim de yok. Tek derdim alacaklılarıma borcumu ödemek ve hayatta kalmak.”
“O kadar güvenlik görevlisinin arasından nasıl geçtin?”
“Onlar da insan. İhtiyaç molası vermek zorundalar. Ben ise sabırlı ve azimli biriyim. Onları beklemek, boş bıraktıkları yerden sızmak çok da zor olmadı. Hem zaten bak hava da karardı. Aslında sizi evinizde bekleyecektim ama oralar hâlâ kalabalık. Eğlencenizin bitmesini bekledim. Ahırlara geldiğinizi anlayınca da biraz hızlandım. Arkanızda kalsam sesimi duyardınız. Çok konuştuk. Bana şu çeki verin artık.”
Ece, dalga geçer gibi gülüp adamı sinirlendirmeye ve hata yapmaya zorlamak istiyordu. “Üzüm toplarken çek karnesini yanıma almamı beklemiyorsun değil mi?”
“Ah tabii ama ahırdaki küçük odada bir kasa, o kasada da bir çek koçanı olduğunu Recep’ten öğrenmiştim. Recep’i anımsıyor musun? Senin söz dinlememen yüzünden ölen genç çocuk! Katil kim acaba?”
“Canisin sen. O çocuğu kullandın ve öldürülmesini emrettin. Şimdi beni mi suçlamaya kalkışıyorsun. Pis kumarbaz. Adi herif.” Ece’nin kışkırtıcı sözlerinden sonra Bülent’in tepkisi susup beklemek olmayacaktı elbette. Gözü dönmüş adam bir anda elindeki silahı kaldırıp nişan aldı. Ece ve Toprak kendilerini yere atarken duydukları tek el silah sesinin ardından acı dolu bir çığlık yükseldi. Hemen ardından bir el daha ateş edildi.
İkisi de diğerinin yaralanıp yaralanmadığını anlamaya çalışıyordu. “İyiyim, sen?”
“Ben de iyiyim. Kim vuruldu?”
O sırada etraflarındaki hareketlerin artışını ve konuşmaları duymaya başladılar. Dört kişi çeşitli yerlerden fırlamıştı. En önde Musa elinde bir silah ile duruyordu.  Az önce kendilerine tehditler savuran Bülent Arıcı yerde yatıyordu. Biraz daha uzakta bir başka adam daha yere çökmüş bir elini tutuyordu. Ece kimin kimi vurduğunu bilmiyordu. Musa’nın yanına gittiklerinde delikanlının yüzündeki rahatlamış ifadeyi görüp neler olduğunu sordular.
“Ölen Bülent Arıcı. Yani aradığımız adam.  Vuran ise bu adam. Tek kurşunla ensesinden vurdu.” Başı ile yerde yatan adamı işaret ediyordu. “Tefecinin tetikçisi olduğunu düşünüyorum. Yaraları iyileşsin konuşur. Bizleri bilen biri olmalı. Sizin çeki vermeyeceğinizi, verseniz bile ödemeniz gerekmediğini bilecek kadar bu işlerin içindedir mutlaka. Ayrıca, onun patronunun adını vereceğini düşünüp kafasını dağıtması normal bir tepki. Tetiği konuşturmayalım diye kendi kafasına çevirmişti. Tetiği çekemeden elinden vurdum. Konuşacak ve azmettiriciyi de ele verecek.”
Ece’nin olanları anladığını belli eden yüzüne bakan genç adam Toprak’a onun bakış yönünü değiştirmesini işaret etti. Ece zaten cesetten tarafa bakmıyordu. Onlar konuşurken Duman’ın ve Gölge’nin koşarak yanlarına geldiğin gördü. Köpekleri koruma amaçlı gelmiş olmalıydı. O an evdekileri ve şarap evinin önündeki arkadaşlarını anımsadı. Silah seslerini duyup meraktan ölmüşlerdir diye düşünüp önce annesini aradı.
Diğer grubu aramasına gerek kalmamıştı. İlkaylar hep birlikte ahırlara gelmişti. İlkay Asude’yi, Eray, Ebru’yu oradan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Mehmet Ali Deniz ile Derya’yı iki yanına almış, manzarayı görmelerini engelliyordu. Ece o kadar olayın arasında bile Mehmet Ali’nin kolunu Derya’nın belinde görmüştü. Peşinden de Derya’nın hafifçe yaslandığını fark edip gülümseyebilmişti. Bir an sonra ise o gülümseme yüzünde donup kalmıştı. Çünkü Ali içeriden getirdiği büyük bir at battaniyesini cesedin üstüne örtüyordu. Onun baktığı yeri gören Musa konuşmaya başladı, “Üzgünüm. Ambulans gelemeyecek kadar uzaktayız. Jandarma birlikleri sıhhiye arabası ile gelecekler. İkisini de hastaneye götüreceğiz. Siz de artık rahat bir nefes alabilirsiniz.” Bunları söylerken Ali’nin içeriden getirdiği ilk yardım çantası ile yaralıya ilk müdahaleyi yapmaya başlamıştı.
Ece, ölü adamdan tarafa bakmamak için başını yine çevirdi. Yaşanan onca sıkıntının bu şekilde çözülmesinden hiç hoşlanmasa da yaptıklarının cezasını çekmiş, canı ile ödemişti. Konudan uzaklaşmak ve neyin ne olduğunu daha iyi anlamak için “Toprak, Musa hakkında da bana yalan mı söyledin? O evsiz biri değil miydi? Hem de oldukça genç bir evsiz?”
Toprak bir gün önce döktüğü terin bir benzerinin sırtından süzüldüğünü hissetti. “Ben suçsuzum. İnan ben suçsuzum. Bu kez ben bir şey yapmadım.”
“Ece hanım, ben yirmi yedi yaşında bir polisim. Yüzüm çok genç gözüküyor biliyorum. Bu da böyle işlerde işimize yarıyor. Ayrıca size yalan söylemesi emredildiği için Toprak Beyi suçlayamazsınız.”
Ece, bu işten keyif alıyordu. Hiç istifini bozmadan Toprak’a dönüp, “Kendini korumak için polis emrinin ardına mı saklanıyorsun? Yine de bana söyleyebilirdin.” dedi.
“Söylememi yasaklamıştı polisler. Jandarma ile ortak çalışıp tefeciyi yakalamak için Bülent’i sağ ele geçirmek istiyorlardı. Çünkü tefecinin etrafında çok fazla cinayet işlense de hiç birinde ifade verecek birileri bulunamadığı için her seferinde paçayı kurtarmış. Ama bu kez kendi adamı sağ yakalandı. Artık bizimle uğraşamayacak kimse. Ailemiz ile burada kendi halimizde yaşayıp gideceğiz.”
Ece, onun açıklamalarından sonra daha fazla acı çekmesin diye gülmeye başladı. “Evet, artık kimse bizimle uğraşamayacak. Çünkü biz birbirimizle uğraşacağız. Seni seviyorum Toprak Karayel.”

“Ben de seni seviyorum, Ece Karayel.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder