Ertesi
gün yeni evli çifti sabahın köründe bağlarda görenler gülmeye başladılar. Ece’nin
bağbozumunu kaçırması zaten beklenemezdi. Böylece duvak gününden de
kurtuluyordu yeni gelin. Evinde misafirleri ağırlamak, bir gün önce giydiği
gelinliği yeniden giymek ve kayınvalidesinin sakladığı bıçak ile tarağı aramak
zorunda kalmak istemiyordu. Bungalovlardan çıkan konukların oluşturduğu
kalabalık üzümlerin arasına dağılmıştı. Herkesin önünde bir sepet elinde bir
makas vardı. Sepetler üzümlerle dolarken ortalık da türkülerle şenleniyordu.
Düğünün bir parçası olarak düzenlenen bu eğlence ile ilk toplanan bağ Ece’lerin
küçük bağlarından biri oldu. Zaten ancak üç sırayı toplamışlardı. Kalanlarını
makinelerle toplayacaklardı.
Öğleden
sonra bağlardaki yorgun acemiler isyan etmeye başlamıştı bile. Ece onları
annesinin evine götürüp büyük masanın etrafına dizdi. Elleri şişen, belleri
ağrıyan arkadaşlarına bakıp gülüyordu. Sibel’in erkek arkadaşı da kız kardeşini
alıp bozuma gelmişti. O da evde konuk ediliyordu. Osman Bey, onlarla yemeğe
oturup yanına da damadını oturttu. Yemeğin sonunda Ece bağlar arasındaki sınırı
kaldırma fikrini babasına da açtı. Önce şaşıran Osman Bey sonra bunun rahatlık
sağlayacağını düşünüp başı ile onayladı. Sonra da kısık sesi ile ilave etti,
“Böylece sen de Toprak’lara ait tüm bağlara el koydun öyle değil mi? Artık
hepsi senin sayılır. İntikamımı aldın nihayet babasından.” Masadaki sessizlik
korkutucuydu. Osman beyin söylediklerini duyan herkes suspus olmuştu. Sadece
Toprak ile Ece gülüyordu. “Seni kandıramadık değil mi?” Toprak artık kahkaha
ile gülüyordu.
“Başka
biri deseydi kanardım da, Ece deyince kanmadım. Babana da dedim, kızım bana
yalan söylüyorsa ne yapsak boş, dünür olacağız senle diye. İşte sonuç.”
“Ne
zaman söyledin?”
“Seni
istemeye geldiklerinde. Vakit kaybetmenin gereği yoktu. O da akıllı adam. Bağımı
çaldı ama akıllı yine de. Zaten aptal olsa çalamazdı.”
“Baba…”
“Baba
deme… O akıllı ama ben daha akıllıyım, kızım o bağların da ürününü geliştirecek
ve yine ben kazanacağım. Zaten, Halil, ‘Oğlum bağları satmadı, gelinime ev
yapıyor, sırrı düğüne kadar sakla’ dediğinde kazandığımı biliyordum.”
Toprak
yine gülüyor anlamayanlar açıklama yapılsın diye bekliyordu. Artık tek gülen
Toprak değildi. Ece, annesi, ufaklıklar ve Ayşe hanım da gülmeye başlamıştı.
Hatta Osman Bey bile.
Öğleden
sonra da bağlarda gezinmiş, elle toplama yapmış, türkülerle eğlenmiş,
fıkralarla gülmüşlerdi. Neredeyse tüm köy Ece’nin bağında idi. İlkay, Eray ve
eşleri de gelmişti ama Asude evden çıkamıyordu. Sık sık telefon açıp neler
yaptıklarını soruyordu. En sonunda İlkay dayanamayıp karısını da bağa
getirmişti.
Ertesi
gün makineler toplamaya başlayacaktı. İlk ürünlerin ezilmesi için o akşam
eğlence yapılacaktı. Şarap fabrikasının olduğu yerde toplanıp iki fıçı üzümü
sembolik olarak genç kızlara ezdirdiler. Zeynep de o kızların içindeydi.
Bakışları sık sık kenarda duran Musa’ya takılıyordu. Ece bu hoppa gönüllü kızı mı
kıskanmıştı. Kendine kızıyordu. O daha gençti ve âşık olmak istiyordu. Ama
bilmiyordu ki aşk istemekle olmuyor, kendi başına hareket edip kendi istediği
gönle düşüyordu.
Mehmet
Ali de nihayet Derya ile konuşmayı başarmıştı. Pek de iyi geçmemiş olmalı ki
ikisinin de yüzü asıktı. Ece daha fazlasına karışamayacağını bilip susuyordu.
Mehmet Ali çocuklu bir duldu. Derya ise bekâr bir genç kız! Şimdi bu ikisinin
arasında olacak ya da olmayacak şeylere müdahale etmek mümkün değildi.
Murat
ile Didem bir yandan üzüm yiyor bir yandan da üzüm ezen kızları izliyordu. Hava
iyice kararmıştı. Meşaleler yakılmıştı. Varillerin içinde büyük ateşler vardı.
Yaşlılar çoktan ayrılmıştı. Kalanların çoğu Ece’nin ve Toprak’ın kardeşleri ile
arkadaşlarıydı. Köyden de birkaç genç kalmıştı. Ece kızların üstündeki şalvarlara
bakıp gülüyordu. Bağlarda rahat çalışsınlar diye hepsine şalvar verilmiş,
başları yemenilerle bağlanmıştı.
Resimlerle
ölümsüzleştirilen anların yıllar sonra gülümseyerek anılacağı kesindi. Toprak,
Ece’nin kulağına eğilerek, “Duvak gününden kaçtın ama annem yine de bulman için
tarak ve bıçak saklamış. Sana da bir notu vardı. En sevdiğin şeylerin olduğu
yerlere bakacakmışsın.”
“Toprak,
ya annene desek şunu buldu diye. Aklına ilk geleni söyle sen. Nasılsa ona göre
olacak değil ya bebeğin cinsiyeti. Aratma beni şimdi gece gece.”
“Şu
küçük meşalelerden birini alalım ve senin en sevdiğin şeylerin olduğu yere
doğru gidelim.”
“O
zaman senin ceplerine bakmam lazım. En sevdiğim sensin.”
“O
kadar kolay değil tatlım. Benden sonra en sevdiğin ve vazgeçilmezlerin neler?”
“Bağlar
ve atlar. Ama hangisi daha ağır basar diye sorma. İkisinin de yeri ayrı.”
“Bağlar
çok büyük olduğuna göre oraya saklayacak kadar acımasız değildir. Hadi atların
yanına gidelim.”
“Hayatım,
bizim artık evimiz var, böyle bahanelerle beni sıkıştıracağın karanlıklara
sürüklemen gerekmez.”
“Senin
aklın ne kötü çalışmaya başladı. Benim aklımda hiç de öyle şeyler yoktu. Yani
belki azıcık vardır ama o kadar. Asıl merak ettiğim o söylentinin gerçek olup
olmadığı. Hadi gidip bulalım şunları. Ben de yardım edeceğim, daha çabuk
buluruz.”
“Haber
verelim mi onlara?” gülüp eğlenen arkadaşlarından tarafı işaret etmişti başı
ile.
“Gerek
yok…” Yüzündeki imalı bakışlar bulduğu fırsatları değerlendireceğini
söylüyordu. Ece gülerek kalktı yerinden.
Ahırlara
doğru yavaş adımlarla yürürken düğünlerinden, arkadaşlarından ve kendilerinden
konuştular. Yeni bir yaşama hazırdı ikisi de. Toprak, hayatında çok büyük ve
köklü değişiklikler yapıyordu. Bundan da mutluydu. Sevil hanımın da gayretleri
ile köyde büyük bir yatırıma sahip olmuştu. Ailesinin de desteği ile o işin
köydeki gençlere ve ihtiyaç sahiplerine imkân sağlayacak olması da hoşuna
gidiyordu. Celal’in muhasebe bilgisi
yeni iş için daha gerekli bir hal almıştı. En azından ön muhasebe denilen kısmı
o halledecekti.
Ahırlara
yaklaşırken etraftaki sessizlik ikisinin de çok hoşuna gitti. Yıldızlar
gözükmeye başlamıştı. Ellerindeki meşaleden başka aydınlık veren bir şey
olmadığı için ikisi de aslında dikkatliydi. Etraflarındaki güvenliklerin
nerelerde olduğunu bilmiyorlardı. Onların varlıkları yüzünden öpüşemiyor
olsalar da sarılıp dokunmaktan geri duramıyorlardı.
Ahırın
ön kapısına yirmi metre kadar kaldığında karşılarına çıkan kişiyi ikisi de
tanıyamadı. Güvenlikçilerden biri olabilir diye düşünseler de yaklaşmak yerine
tetikte durmayı tercih ettiler. Toprak, yakınlardaki güvenliklerin harekete
geçmesi için sesini yükselterek “Merhaba, kimsin sen?” derken yavaşça Ece’yi de
arkasına doğru itiyordu. İçindeki huzursuzluk adamın tavrından kaynaklanıyordu.
İç sesinin yanılmadığını adam konuşunca anladı.
“Saçma
bir soru. Beni bekliyor olmanız lazım. Bu akşam hayatınızdan çıkıp gideceğim.
Ama bunun için aramızda küçük bir çek alışverişi gerçekleşecek. Adı neydi? Ah
evet Gümüş Kanat… İşte ondan vazgeçmemin karşılığı olarak beş yüz bin lira
istiyorum.”
Ece,
küçük burnunu havaya dikmişti bile. Gereğinden yüksek ve sert bir sesle konuşup
etraftakileri uyarmaktı asıl amacı. “Ben o ata satışında istenen bedeli ödedim.
Bana ait at için sana tek kuruş vermeyeceğim. Pis katil.”
“Katil
mi? Ben kimseyi öldürmedim. Niyetim de yok. Tek derdim alacaklılarıma borcumu
ödemek ve hayatta kalmak.”
“O
kadar güvenlik görevlisinin arasından nasıl geçtin?”
“Onlar
da insan. İhtiyaç molası vermek zorundalar. Ben ise sabırlı ve azimli biriyim.
Onları beklemek, boş bıraktıkları yerden sızmak çok da zor olmadı. Hem zaten
bak hava da karardı. Aslında sizi evinizde bekleyecektim ama oralar hâlâ
kalabalık. Eğlencenizin bitmesini bekledim. Ahırlara geldiğinizi anlayınca da
biraz hızlandım. Arkanızda kalsam sesimi duyardınız. Çok konuştuk. Bana şu çeki
verin artık.”
Ece,
dalga geçer gibi gülüp adamı sinirlendirmeye ve hata yapmaya zorlamak
istiyordu. “Üzüm toplarken çek karnesini yanıma almamı beklemiyorsun değil mi?”
“Ah
tabii ama ahırdaki küçük odada bir kasa, o kasada da bir çek koçanı olduğunu Recep’ten
öğrenmiştim. Recep’i anımsıyor musun? Senin söz dinlememen yüzünden ölen genç
çocuk! Katil kim acaba?”
“Canisin
sen. O çocuğu kullandın ve öldürülmesini emrettin. Şimdi beni mi suçlamaya
kalkışıyorsun. Pis kumarbaz. Adi herif.” Ece’nin kışkırtıcı sözlerinden sonra
Bülent’in tepkisi susup beklemek olmayacaktı elbette. Gözü dönmüş adam bir anda
elindeki silahı kaldırıp nişan aldı. Ece ve Toprak kendilerini yere atarken
duydukları tek el silah sesinin ardından acı dolu bir çığlık yükseldi. Hemen
ardından bir el daha ateş edildi.
İkisi
de diğerinin yaralanıp yaralanmadığını anlamaya çalışıyordu. “İyiyim, sen?”
“Ben
de iyiyim. Kim vuruldu?”
O
sırada etraflarındaki hareketlerin artışını ve konuşmaları duymaya başladılar.
Dört kişi çeşitli yerlerden fırlamıştı. En önde Musa elinde bir silah ile
duruyordu. Az önce kendilerine tehditler
savuran Bülent Arıcı yerde yatıyordu. Biraz daha uzakta bir başka adam daha yere
çökmüş bir elini tutuyordu. Ece kimin kimi vurduğunu bilmiyordu. Musa’nın
yanına gittiklerinde delikanlının yüzündeki rahatlamış ifadeyi görüp neler
olduğunu sordular.
“Ölen
Bülent Arıcı. Yani aradığımız adam. Vuran
ise bu adam. Tek kurşunla ensesinden vurdu.” Başı ile yerde yatan adamı işaret
ediyordu. “Tefecinin tetikçisi olduğunu düşünüyorum. Yaraları iyileşsin
konuşur. Bizleri bilen biri olmalı. Sizin çeki vermeyeceğinizi, verseniz bile
ödemeniz gerekmediğini bilecek kadar bu işlerin içindedir mutlaka. Ayrıca, onun
patronunun adını vereceğini düşünüp kafasını dağıtması normal bir tepki. Tetiği
konuşturmayalım diye kendi kafasına çevirmişti. Tetiği çekemeden elinden
vurdum. Konuşacak ve azmettiriciyi de ele verecek.”
Ece’nin
olanları anladığını belli eden yüzüne bakan genç adam Toprak’a onun bakış
yönünü değiştirmesini işaret etti. Ece zaten cesetten tarafa bakmıyordu. Onlar
konuşurken Duman’ın ve Gölge’nin koşarak yanlarına geldiğin gördü. Köpekleri koruma
amaçlı gelmiş olmalıydı. O an evdekileri ve şarap evinin önündeki arkadaşlarını
anımsadı. Silah seslerini duyup meraktan ölmüşlerdir diye düşünüp önce annesini
aradı.
Diğer
grubu aramasına gerek kalmamıştı. İlkaylar hep birlikte ahırlara gelmişti.
İlkay Asude’yi, Eray, Ebru’yu oradan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Mehmet Ali
Deniz ile Derya’yı iki yanına almış, manzarayı görmelerini engelliyordu. Ece o
kadar olayın arasında bile Mehmet Ali’nin kolunu Derya’nın belinde görmüştü.
Peşinden de Derya’nın hafifçe yaslandığını fark edip gülümseyebilmişti. Bir an
sonra ise o gülümseme yüzünde donup kalmıştı. Çünkü Ali içeriden getirdiği
büyük bir at battaniyesini cesedin üstüne örtüyordu. Onun baktığı yeri gören
Musa konuşmaya başladı, “Üzgünüm. Ambulans gelemeyecek kadar uzaktayız. Jandarma
birlikleri sıhhiye arabası ile gelecekler. İkisini de hastaneye götüreceğiz.
Siz de artık rahat bir nefes alabilirsiniz.” Bunları söylerken Ali’nin içeriden
getirdiği ilk yardım çantası ile yaralıya ilk müdahaleyi yapmaya başlamıştı.
Ece,
ölü adamdan tarafa bakmamak için başını yine çevirdi. Yaşanan onca sıkıntının
bu şekilde çözülmesinden hiç hoşlanmasa da yaptıklarının cezasını çekmiş, canı
ile ödemişti. Konudan uzaklaşmak ve neyin ne olduğunu daha iyi anlamak için
“Toprak, Musa hakkında da bana yalan mı söyledin? O evsiz biri değil miydi? Hem
de oldukça genç bir evsiz?”
Toprak
bir gün önce döktüğü terin bir benzerinin sırtından süzüldüğünü hissetti. “Ben
suçsuzum. İnan ben suçsuzum. Bu kez ben bir şey yapmadım.”
“Ece
hanım, ben yirmi yedi yaşında bir polisim. Yüzüm çok genç gözüküyor biliyorum.
Bu da böyle işlerde işimize yarıyor. Ayrıca size yalan söylemesi emredildiği
için Toprak Beyi suçlayamazsınız.”
Ece,
bu işten keyif alıyordu. Hiç istifini bozmadan Toprak’a dönüp, “Kendini korumak
için polis emrinin ardına mı saklanıyorsun? Yine de bana söyleyebilirdin.”
dedi.
“Söylememi
yasaklamıştı polisler. Jandarma ile ortak çalışıp tefeciyi yakalamak için
Bülent’i sağ ele geçirmek istiyorlardı. Çünkü tefecinin etrafında çok fazla
cinayet işlense de hiç birinde ifade verecek birileri bulunamadığı için her
seferinde paçayı kurtarmış. Ama bu kez kendi adamı sağ yakalandı. Artık bizimle
uğraşamayacak kimse. Ailemiz ile burada kendi halimizde yaşayıp gideceğiz.”
Ece,
onun açıklamalarından sonra daha fazla acı çekmesin diye gülmeye başladı.
“Evet, artık kimse bizimle uğraşamayacak. Çünkü biz birbirimizle uğraşacağız.
Seni seviyorum Toprak Karayel.”
“Ben
de seni seviyorum, Ece Karayel.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder