24 Kasım 2015 Salı

YAKIŞIKLI 52. Bölüm

Ece yanılmamıştı. Saatler sonra kollarında yatarken kendisini dinleyen Toprak deliye dönmüştü. “Sen nasıl silahını beline takar da adamların karşısına dikilirsin? Delirdin mi kadın? Sen beni öldürmek mi istiyorsun? Sakın ama bak sakın bir daha böyle şeyler duymayayım.”
“Sakin olur musun? O benim ruhsatlı silahım. Recep’in kaçtığını öğrenince yanımdan ayırmadım hiç.” Bunu duyunca Toprak biraz daha delirdi. “Recep kaçmış mı? O piç kurusu nasıl kaçar?”
“Jandarmaya tuzak kurmuşlar. Ama yakalanacak emin ol. Zaten ele geçen dört kişiden biri konuştu. Böylece patronları da yakalanacak. Aslında kim olduğunu nihayet tahmin ettim ama adamın itiraf etmesi çok daha iyi oldu. Sırada yakalanması var. O kısmı bizim işimiz değil. Jandarmaya bıraktım artık.”

“Ah sağ ol ne kadar iyisin. Ece bak sakın bir daha bu işlerde kendini öne atma. Ya sana bir şey olsaydı?” Korku ile dolan vücudu genç kadına sarıldıkça biraz rahatlıyordu. Kollarının arasındaki kadının başının büyük derde girebileceğini, hatta ölebileceğini düşünmek delirtiyordu.
Ece, sakin bir sesle anlatmaya çabaladı. “Adamların derdi bize bir şey yapmak değildi. O benzinlikte kamyoneti alabileceklerini bizi korkutabileceklerini sandılar. Ali de ben de korkmadan sakin sakin oyaladık onları. Jandarma zaten en yakın birliğe haber verdiği için de kısa sürede yakalandılar. Yani taş çatlasa beş dakika sürmüştür hepsi.”
“Beş dakikaymış, beş saniye ölmeye yeter küçük hanım. Bana sanki çok basitmiş gibi anlatma. İlkay’ların haberi var mı?”
“Kısaca anlattım.”
“Eminim bunların hiç birini söylemedin. Aksi olsa çoktan hepsi burada olurdu.”
“Galiba biraz noksan anlattım. Ama benim çok önemli işim vardı! Onların burada olması tüm planlarımı alt üst edecekti.” Ece bunu söylerken Toprak’ın yanağında parmağını gezdiriyordu. Yatağın ortasında sarmaş dolaş yatmak ve bunları konuşmak bu sabah için hayal bile edemeyeceği şeylerdi. Şimdi ise karnı tok kedi yavrusu gibi gerinip keyfine bakmak istiyordu.
Toprak nihayet biraz sakinleşti. “İyi bir karar. Yarın sabah jandarmayı arayalım da neler olmuş öğrenelim. Tay bu gece güvende değil mi?”
“Evet, hipodromun güvenliği uyarıldı. Ali de uyumaz bu gece.”
“Ama biz uyuyalım artık. Neredeyse sabah olacak.”
“İyi uyuyalım.” Tam arkasını dönecekken beline dolanan kolla gülmeye başladı.
“Hemen uyuyalım demedim. Önce barıştığımıza ikna olayım sonra uyursun.”

*****


Perşembe sabahı hayatında ilk kez saat ona kadar uyumuştu. Elbette sabaha karşı beşte uykuya dalmasının etkisi çoktu. Birlikte kahvaltı edip sonra çaylarını yudumlarken jandarmayı aradılar. Ece komutan ile konuşurken yüzünün rengi atmıştı. Toprak ne olduğunu anlamadan onun bu haline bakıyordu. Elleri titremeye başlayan Ece’nin elinden telefonu alıp komutana kendisini tanıttı. Kısa sürede neler olduğunu öğrenmişti.
“Bülent Arıcı kayıpmış. Ece bu ne demek biliyorsun değil mi? O adam ya senin ya atın peşine düşebilir.”
“Jandarma da öyle dedi. Tayın yanında güvenlik var ama polisi arayacakmış. Birileri daha olsun dedi. Hem adamın resmini de gönderecekler. Böylece yaklaşırsa yakalanması kolaylaşır.” Bir an sustu. Sanki dillendirmese gerçekler değişecekmiş gibi susmayı düşündü. Sonra kısık sesle sordu. “Recep’i söyledi mi?”
“Evet, canım. Üzülme olur mu? O çocuk hatalarının bedelini çok ağır ödedi ama zamanında adını verseydi şu an hayatta olacaktı.”
“O daha küçücüktü. Doğruyu yanlışı ayırt edemiyordu.”
“O on dokuz yaşındaydı. Gayet iyi ayırt ediyordu. Son tercihini de yanlış yaptı. Kaçırdıkları yere yakın bir yerde bulmuşlar cesedini. Ensesinden vurmuşlar. Mafya işi gibi olsun istemişler sanırım.”
“Üzülmedin mi?”
“Senin kadar üzülmedim. Ayrıca senin bu kadar üzülmene de şaşırdım. Su testisi su yolunda kırılır derler.”
“Ama…”
“Ece, o çocuğu, sana yaptıkları yüzünden kendi ellerimle öldürecektim. O yüzden şimdi yalan söylemeyeceğim. Üzülmedim. Hapiste çürüseydi daha iyi olurdu ama yine de üzülmedim.” Sesinde küçücük bir üzüntü yakalamıştı Ece. Kızgın ve korkmuş olduğunu biliyordu Toprak’ın. Ece’ye bir şey olacak diye korkuyordu. Recep buna sebep olacak diye kızgındı. Bu durumda tavırlı olması ve sinirle konuşması normaldi.
“Ya… Tamam neyse, şimdi ne yapacağız? Bu Bülent denen adam yakalanmadan kimseye huzur yok.” Bir önceki gün hissettiği huzur yok olmuştu.
“Polis kısa sürede yakalar merak etme.” Dili ile kalbi aynı hissetmiyordu. Korkusu artmıştı.
Ece, mutfak kısmından çıkıp çantasını toparlamaya başlamıştı. “Benim gitmem lazım. Atın yanında olmak istiyorum.”
“Tamam sakin ol biraz, birlikte çıkarız. Korkma artık. Ve İlkay’ı arayıp haber ver. Evdekilerin iyi olduğunu bilirsen için rahat olur.”
Ece ağabeyini arayıp kısaca anlattı öğrendiklerini.

İlkay, elinde cep telefonu ile çoktan kalfasına işaret edip dükkanın kapısına ulaşmıştı.  Hemen Eray’ın dükkanına gitti. Ece telefonu kapattığında içindeki korkunun ne kadar yükseldiğini gizleme çabasından yorulmuştu. Yüzünde şaşkınlıkla ağabeyine bakan Eray’a olayları anlattıktan sonra birlikte çıktılar dükkandan. Jandarma komutanı ile konuşup yardım istediler. Öğrendiklerinden sonra Ece’nin korunmasının daha önemli olduğunu düşünüyordu iki kardeş de.
“Ebru’yu ara ama anlatma bir şey. Korkmasın. Ben de Asude’yi arıyorum. Sonra hemen köye gidelim.” Asude’nin iki haftası vardı doğuma. Korkup erken doğum yapmasını istemiyordu.
“Tamam ama ne anlatacağız? Korkarlar.”
“Korkacaklar ama cinayeti ve kaçan herifi anlatmadan doğruları anlatacağız. Yakalanmak üzere olduklarını düşünüp rahatlar onlar. Zaten kısa sürede çözülecektir. Bu manyağın derdi Ece. Asıl korkmamız gereken o.”
“Birimiz İzmir’e mi gitsek acaba?”
“Gerek yok. Toprak yanında Ece’nin.”
“Toprak mı? Ne işi var yanında?”
“Detayını bilmiyorum ama Ece beni aradığında yanına gideceğimi söyleyince ‘gerek yok Toprak yanıma geldi’ dedi. Benden önce onu aradı sanırım. Şu an bunun önemi yok. Önemli olan onu koruyacak birinin yanında olması. Geri kalanını sonra düşünürüz.”
Eray gülerek İlkay’a “Ne düşüneceksin, yakında istemeye gelecekler zaten. Hem İzmir’e gidip de görüşmemesi mümkün mü? Şu düğünü kısa zamanda yapalım da kimsenin başı ağrımasın.”
“Şu beladan kurtulalım hemen yaparız düğünü.”


Ece hipodroma gelip atın yanına ulaştığında iç rahatlamıştı. Ali ve Gümüş Kanat çok iyiydi. Toprak da rahatlamış atın boynunu okşuyordu. İkisi artık daha yakındı. Ece onun atları sevmesinden mutlu olduğunu kendine itiraf ediyordu. İsmail’in ve annesinin tiksinti dolu yüzü gözünün önüne gelince gülmeye başlıyordu. O da atın boynunu okşayıp seyisi ile konuşmaya başladı. Sabah antrenmanının çok iyi olduğunu öğrenince sevindi. Etrafta şüpheleneceği kimsenin olmaması da mutlu etmişti. Bu kadar kalabalıkta bir şey yapmasını zaten beklemiyordu. En büyük tehlike atın hipodromdan çıkışı ve yolculuk kısmındaydı.
Gelirken yaşananların benzerinin dönüşte de yaşanabileceğini tahmin ediyordu. Yanlarına polis istemişler ama istekleri kabul olmamıştı. Toprak onunla dönecekti. Madem polisten hayır yoktu o zaman römorkun arkasından gelecek bir araba daha ayarlayacaktı.
Kafaları biraz daha rahat olarak yarışları izlemek için yerlerini aldılar.
Beklenen anonsu duyduğunda Ece heyecandan ölebileceğini düşünüyordu. Erkek spikerin sesi “Üç yaşlı arap atlarının yarışacağı, bin yüz metre kum pistteki yarış birazdan başlayacaktır. Birinci olacak at maidenden çıkacak olup yarış hayatının ilk birinciliğini alacak.”
Ece Toprak’ın elini ne zaman tuttuğunu ve o eli nasıl sıktığını bilmiyordu. Toprak biraz daha sıkarsa elinde sorun yaşayacağını hissediyordu. Yavaşça kolunu çekerek elini kurtardı. Sonra aynı kolla sarılıp atların padoktaki yürüyüşlerini izledi. Gümüş Kanat ilk yarışında on üç numara almıştı. Toprak Ece’nin batıl inançları olup olmadığını bilmediği için sesini çıkartmadı. Kendisi de saçma bulurdu. Yine de içinde tedirginlik hissediyordu.
Ece atını ve diğer atları izliyordu. On iki atın arasında daha önce hiç izlemediği üç at daha vardı. Bildiği atlardan korkmuyordu Ece. Ama bu üç at hakkında hiç bilgisi yoktu. Jokeyine güveniyordu. İlk dörde gireceğinden emindi. Diğer atların vücut dilleri içini biraz daha rahatlatmıştı. Sağlam rakipleri de vardı. Kendi atı da sağlam bir rakipti. Yüzüne biraz sakinlik gelmişti.
“İlk dörde kesin girer. İlk yarış için de gayet iyi bir sonuç olur.” Ece’nin sesindeki heyecan da azalmıştı. Toprak atlara bir kez daha bakıp “Bence de. Üç, sekiz ve on numaralı atlar da rakip olur.” dedi.
“Çözdün gerçekten bu işi. İlk dört bu dört at arasında olur. Tabii çıkışta sorun yaşamazlarsa.”
“Umarım yaşamazlar. Ayakları düz bassın hepsinin.”
“Amin canım. Şimdi… Susacağım.”
“Anladım.”
Sonra yarış bitene kadar Ece hiç konuşmadı. Toprak da onunla susmuştu ama son dört yüze gelindiğinde Toprak susmaktan vazgeçti. Etrafındakilerle beraber bağırıyordu. Gümüş Kanat adına yakışır bir şekilde açık ara önde geliyordu. En yakın rakibinden sekiz boy önde olan at finish çizgisinden geçtikten sonra da iki yüz metreye yakın aynı süratte koşarak izleyiciyi selamladı. Seyirciden büyük alkış alıyordu.
Toprak, Ece’ye sarıldı. Ağlıyordu Ece. Yüzündeki mutluluk yaşlarını silmeye çalışmadı ikisi de. “Tebrik ederim canım. Büyük bir şampiyon geliyor.”
“Evet geliyor. Seneye bu zamanlar tüm büyük ödülleri toplamış olacağız. Kimse buna engel olamaz.”
“Olamaz aşkım. Hadi gel. Adamların seni bekliyor.”

Dönüş yolunda ellerinden geldiğince tedbir almışlardı. Atın bulunduğu römork iki aracın arasında yol alıyordu. Ece silahını kolay ulaşacağı bir yerde tutuyordu.
“Onu kullanmayı biliyorsun değil mi?”
“Şüphen mi var?”
“Saçma bir soruydu.”
“Arkadaki arabalarda sorun yok değil mi?”
“Yok. Onun bu kadar kısa sürede yeni bir deneme yapacağını sanıyor musun?”
“Bilmiyorum. Ben olsam hazırlıklı olacaklarını bile bile düşmanıma saldırmam.”
“Ya da bizim böyle düşünüp nasılsa saldırmaz diyerek tedbir almayacağımızı sanıp saldırabilir.”
“Bu da bir fikir! Yine de hiç birimiz onun ne düşündüğünü bilmiyoruz. Belki de kilometrelerce uzakta şu an.”
“İnşallah öyledir ve bize bulaşamadan polis yakalar.” Ece, tiksintiyle konuşuyordu. Gereksiz bir ortamda kalmıştı. O atı başkası da alabilirdi. Bir erkek alsa, ona da aynı şeyi yapacaklar mıydı? Cinsiyet ayrımı olduğunu düşünmek olayı basitleştiriyordu. Bu pisliğin her durumda para için böyle yollara sapacağı belliydi.
Onun sesindeki tiksintiyi fark eden Toprak konuşmaya başladı. “Artık güzel şeylerden konuşalım. Atın ilk parasını kazandı. Ne yapacaksın o parayla?”
Yüzü bir anda gülümseme ile aydınlanmıştı. “İlk yarışın parası saklanır. O para ile yeni bir at alınır.”
“Kural mı?”
Toprak’ın çok sevdiği küçük kahkahalarından birini attı. “Benim kuralım. İlk kazandığım yarışın parası ile at aldığımdan beri kural.”
“Şimdi sırada hangi yarış var?”
“Ay sonunda bir yarışa daha girecek. Zaten sonra onu herkes tanıyacak. Önümüzdeki nisan ayında en önemli yarışını koşacak. Bu sene yarım milyon lira ödülü olan TBMM yarışı! Seneye bu rakam daha da artacaktır. Yine seneye temmuz ayında en az çeyrek milyonluk bir yarışa daha girecek. O da Niğbolu yarışı. Bir çeyrek milyonluk yarışımız daha var Veliefendi yarışı. O da Eylül ayında yapılır. İşte bu üç yarış bu atı en çok kazanan Arap atı yapacak.”
“Seni de zengin yapacak.”
“Ah tatlım, ben istersem bu atı bu günden sonra en az yarım milyona satarım. Tek yarış ile üstelik. Bugün başlayacaktır telefonlar.”
“İnanırım. Bu atın bu kadar güzel olabileceğini, böyle koşabileceğini hiç tahmin etmemiştim. Oysa şu an tüm düşüncelerim o üç yarışı da kazanacağı yönünde.”
“İnşallah canım. Sağlık sorunları olmadıktan sonra kazanırız.”
“Şimdi başka bir konuya gelelim. Ne zaman yapıyoruz düğünümüzü?” Yolu aldıkça rahatlıyorlardı. Ece aklındakini söyledi. “Bağbozumuna ne dersin?”
“İki şenlik bir arada olsun diyorsun?”
“Evet, güzel olur.”
“Köylülerin işi çok. Onlara zor olmaz mı?”
“Onlara çok iş düşürmeyiz nasılsa. Üç gün düğün yaparız. Düğünden sonra da bağbozumu yaparız.”
“Yani iki ay sonra evlenelim diyorsun öyle mi?”
“Sen demiyor musun?”
“Bana kalsa hafta sonu düğünü yaparım.”
“O kadar da değil. Millet başka şeyler düşünür? Dillerinden kurtulamam.”
“Ne diyecekler ki?”
“O kadar acele edersek hamile olduğumu sanabilirler.”
“Sansınlar. Doğurmayınca ya da karnın büyümeyince susarlar. Hamile değilsin değil mi?”
“Deli misin sen? Seninle bunca zamandır birlikte olduğumu düşünmeleri bile köyde büyük dedikodu olur. Ailem bu lafları kaldıramaz. Yine şehirli damarın tuttu. Ayrıca hamile de değilim.”
“Yazık.”
“Dalga geçme. Aklım çıkıyor zaten.” Ece, sahte bir titreme ile yanıtlamıştı. Toprak elini uzatıp yanağını okşadı. “Merak etme canım, evlendikten sonra önlem almayı bırakacağım. O zamana kadar ben de senin hakkında kötü düşünülmesine katlanamam.”
“Çok uyuzsun ya. Ne biçim laflar edip sonra gönlümü alıyorsun.”
“O kadar olacak. Kızmaya başladığında gözlerin üzüm rengini alıyor ya. İşte ona bayılıyorum. Şu an yine üzüm rengi oldular.”
Ece, utanarak gülümsedi. Konuyu değiştirmek için arkadaki araçların durumlarını sorup yola çevirdi bakışlarını.


2 yorum:

  1. 20121209 tarihindeki yorumumu buraya ekleyeceğim;
    Qsawe nin Yakışıklı adlı hikayesini
    Okumayı az önce bitirdim,

    Ancak ben neler öğrendim neler,
    İnsan film bile seyrederken dersler çıkarır kendisine,
    Bu hikaye bana ülkemin gelenek göreneklerini,
    Yöresel davranışları,
    Psikolojik etmenleri, Atçılığı ve o bilim dalındaki
    Edebiyatı, ki para verseniz bu kadar yoğun öğrenemezsiniz,
    Bağcılığı,….Yul Bryner in bir filminde dediği gibi
    Vs.,vs.,vs.,
    Bazı yazanlar tiyatroda sanki süflör müş cesine sık isimler yazarak
    Kendilerini yorarlar,
    Halbuki bakınız ne kadar huzurlu ve rahat oluyor,
    İş kültürde – birikimde – görgü de – o da zamanla oluyor,
    Yazar hikaye sinde bile eve kitaplık koymayı hedefledi,
    Sevişme sahneleri anlatımları ise hiç aşırı değil
    Dozu hep gerektiği gibi, Bu bir olgunluk belirtisidir,
    Gençler farklı düşünürler, akılları fikirleri yatak yorgan sahneleri,
    İşi çığrından çıkaran sevişme sahneleri, binlerce sayfa
    Yazanları var
    Ben derim ki hikaye yazmak en azından
    Başarılı bir hikaye yazmak derin olgunlukla
    Bağdaşabilir,
    Beğeni toplamak
    Köklere inen anlatım tarzı, bu iş o kadar farklı ki,
    Hani bazı olgun kadın veya erkekler, derler
    Hani kırk yıllık insana tarz öğretiyorsun,
    Maalesef bilmeyenlere bu hikaye öğretiyor,
    Yazar iyi bir gözlemci,
    Doğru teşhisler,
    Değişik ilim ve kuruluşların çalışma tarzları,
    İnsan bilimi,
    Hepsi bir tencerede homojen bir anlatımla
    İnsana derin bir tad ve zevk veriyor,
    Yakışıklı benim dağarcığıma okuduğum
    ENFES hikaye ler serime katıldı bile,
    Teşekkürler Qsawe, ne mutlu bize ki az ve öz yazan
    Senin gibi yılmadan Binlerce sayfa ile boğulmayan
    yazmaya devam eden
    Bir yazarımız var,
    Sana şükran borcumuz var,
    Bence yazar olgun olabilmeli,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Aytaç çok teşekkürler. Her zaman en büyük destekçilerimden biri oldun.

      Sevgiler

      Sil