Bir hafta geçmişti.
Ne Toprak ne de Ece aramamıştı. Ece nasıl özür dileyeceğini bilemiyor, Toprak
onun ilk hareketi yapmasını bekliyordu.
Mehmet Ali
lokantadan içeri girip Toprak’ı sorduğunda garsonlar hemen yardımcı olup
bürosunu gösterdiler. Toprak, karşısında genç adamı görünce şaşırsa da belli
etmedi. Neden geldiğini anlayacaktı nasılsa.
Mehmet Ali
kendisine uzatılmış eli sıkarken “Beni görmek şaşırttı seni.” dedi. Toprak boş
eli ile koltuğu gösterirken yanıtladı. “Aksini söyleyemeyeceğim. Ece ile mi
geldiniz?”
“Hayır, o
yok. Sana neden kızgın bilmiyorum ama geçen haftadan beri yüzü pek gülmüyor. Ne
yaptın? Neden üzdün onu?”
“Hiçbir şey
yapmadım. O kendince bir karara vardı ve aksine inanmayı reddetti. Ne içersin?”
Mehmet Ali Türk kahvesi istemişti. Kahvelerini söyledikten sonra konuğuna
döndü. Merakla bakıyordu. Neden geldiğini anlatmasını bekliyordu. Kahveleri
gelmiş, havadan sudan ve işlerden konuşularak geçiştirilen on dakikadan sonra
iki tarafta asıl konuya gelmenin yolunu aramaya başlamıştı.
Mehmet Ali,
bir süre Toprak’ın yüzüne özellikle gözlerine baktı. O gözlerde istediklerini
gördükten sonra konuşmaya başladı. “Ne olduğunu anlatmadı bana. Sen anlatır
mısın? Çok özel değilse tabii!”
“Saçma
sapan bir olay aslında.” Toprak kısaca o gün yaşananları anlattı. Mehmet Ali
ilgiyle dinliyordu. “Bu mu yani?”
“Bu
soruyu bana sorma.”
“Neden
aramıyorsun onu?”
“Sence?”
“Güvenmiyor
sana… Asıl kızdığın bu sanırım?”
“Kesinlikle
öyle. Evet belki gördükleri aklını karıştırdı ama o benim sevdiğim kadın.
Dediğine göre o da beni seviyor. Kıskanmasını anlarım ama ben onun güvenini
sarsacak ne yaptım? Bu kadar kesin karar vermesi, bana suçluymuşum gibi sorular
sorması çok kırıcı.”
“Haklısın.
O aslında güven duygusunu bilir. Karımın ölümünden sonra tüm köyde bana inanan,
dediklerime güvenen tek kişiydi.”
“Ne
demek istiyorsun? Sana daha çok güvenmesinden kendine pay mı çıkartacaksın
yoksa?”
“Hop
hopp lafı oralara çekme. Demek istediğim, o arkadaşlarına karşı dürüst ve güven
doludur. Ama bu kez işin içine aşk girdi. Kalbi ile pek işi olmadı bugüne
kadar. Yıllar önceki küçük flörtünüzü biliyorum elbet ama o bile şu an
yaşadıkları ile boy ölçüşemez. Kafası ile kalbi karmakarışık. Ona bir şans daha
vermen lazım.”
“Özür
dilerse o şans onun zaten. Ama dilemezse bu kez ben de aramayacağım. Hatasını
anlamazsa bizi bitireceğini bilmeli. Ayrıca az önceki çıkışım için özür
dilerim. Kıskanmak benim için de pek yeni bir duygu. Sen de karşıma gelip
konuşmaya başlayınca…”
“Ece
benim kardeşim gibi. Arada bir ona evlen benimle desem de asla ciddi olmadığımı
çok iyi bilir. Ozan, yani oğlum onu çok seviyor. O yüzden sık görüşürüz. Bana
verdiği desteği de asla unutamam. Onunla tüm ilgim bundan ibaret! İçin rahat
olsun. Ah tabii bir de atlarımız var. Bu akşam yarışım var. İzlemek istersen
gel. Locamda bir de yemek yeriz. Tabii sizin yemekleriniz kadar olamazlar ama…”
“Bu
akşam işim olmasa gelirdim. Yine de çok teşekkür ederim. Her şey için!”
“Önemli
değil. Umarım her şey iyi olur.”
“Olacaktır.
Yarış için bol şans.”
İki
erkeğin kısa, öz ve sonuç odaklı konuşması sonlanmıştı.
*****
“Her
şey hazır mı?”
“Hazır.”
“Jandarmalar
hâlâ evin etrafında mı?”
“Evet,
azaldılar ama nöbet devam ediyor.”
“İyi
orada beklesinler. Nasılsa vazgeçecekler. Ben sabırlıyımdır.” Oysa sabrı çoktan
bitmişti. O jandarmalar orada olmasa çoktan harekete geçecekti. Telefonun
ucundaki adamının bunu bilmesi gerekmiyordu. Beceriksiz Recep gibi yakalanırsa
onun da konuşma ihtimalini göz önünde bulundurması gerekiyordu. Ne kadar az şey
bilirlerse o kadar iyiydi.
Alacaklılarına
verdiği sözü tutması gerekiyordu. Üstelik bunun için artık vakti de kalmamıştı.
Borcu her gün katlanarak artıyordu. Atın değerinin borcunu karşılaması artık
söz konusu değildi ama en azından hayatta kalmasına yetecekti. Sonra şansının
yeniden döneceğini biliyordu. İşte o zaman hem borçlarını kapatacak hem de eski
hayatına geri dönecekti.
*****
Ece
ne yapacağını bilmeden geçen günlerde çok özlemişti onu. Her akşam onu düşünüp
uyuyor, sabah ilk aklına o geliyordu. Bir yerlerde okumuştu bu sözü… Sabah ilk
aklına, akşam son aklına gelen oysa aşıksın… Aşık olduğunu biliyordu zaten.
Bundan şüphesi yoktu. O aşkı yeniden kazanmak için ne yapabileceğinden emin
değildi. Aklındakini uygulamak çözüm müydü bilmiyordu ama deneyecekti.
İlk
programa göre Yakışıklı, yarıştan bir gün önce İzmir’e gidecek, Ece de Perşembe
günü orada olacaktı. Son anda planlarını değiştirmişti. Tayın olduğu römork
önde giderken Ece arkadan onları takip ediyordu. Çantasındakileri düşünüp
gülümsedi. Bazen kadınların silaha ihtiyacı oluyordu. Bunun için iyi bir elbise
ve güzel ayakkabılar gerekiyordu. Deniz’e de uğrayacaktı. Vakti boldu.
Bir
saat kadar yol almıştı ki cep telefonu çalmaya başladı. Aracını kenara çekip konuştu.
Şarap üretiminde birlikte çalışacakları Fikret Bey arıyordu. Ece, patlamayı
bildirmiş, biraz gecikme ile beklediklerini söylemişti. O süreci şaraphanenin
yeniden yapılanmasında başında durarak geçirmek istediğini söyleyen Fikret Bey
ailesi ile haftaya taşınacağını bildiriyordu. Ece bundan memnundu. Şu aralar
kafası karışıktı ve işleri bir başkasının denetleyecek olması fikri hoşuna gitmişti.
Beklediğini bildirerek kapatmıştı telefonu.
Yeniden
yola koyulduğunda Gümüş Kanat’ın römorku arayı açmıştı. Biraz hızlanıp yetişmek
isterken önündeki aracın yolunu kesmeye çalıştığını fark etti. Sollamak
istediğinde o da şeridin dışına çıkıyordu. En sonunda sağından geçip arıza
şeridini kullanıp geçmeyi denedi. Bu kez de orada önüne geçmişlerdi. Neden
böyle yaptıklarını anlayan Ece siyah camlı, siyah renkli araçtan kurtulmaya
uğraştı. Artık bu hareketlerin basit bir yol tacizi olmadığını biliyordu.
Elbiselerinin olduğu çantaya uzandı. Fermuarı açıp elini içine daldırdı.
Topuklu ayakkabılarını bir kenara iterek asıl ulaşmak istediğine erişti.
Önde
giden araba süratini azaltmıştı. Ece de onlara uymak zorunda kalacaktı. Biraz
arayı açıp sollama yapacağı mesafeyi yaratmak istiyordu. Elbette onları sollamayacağına
ikna etmeliydi.
Sakinleşip
süratini ayarladıktan sonra mesafeyi arttırdı. Aynı zamanda jandarmayı aradı.
Onları şu an yapılanlardan haberdar ettikten sonra bir sonraki jandarma
noktasına kadar oyalamaya çalışacaktı. Tayın römorku bir kilometre kadar
önündeydi. Ara gittikçe açılıyordu. Kısa süre sonra görüşünden çıkacaktı araç.
Acaba onun önünü kesecek başka bir araç mı vardı? Römorkun arkasında küçük bir
araba vardı. O arabanın içindekilerin kim olduğunu bilmiyordu. Kendi yolunu
kesen araçla birlik miydi, yoksa yoldan geçen alelade bir araç mıydı?
İlkay’ı
arayıp tedirgin etmek istemiyordu. Yapabilecekleri bir şey yoktu. Tek yapacağı
jandarmanın ya da polisin adamlardan önce davranması için dua etmekti. Aklına
gelen düşünce ile canı sıkıldı. Seyis Ali götürüyordu tayı. Acaba? Hayır,
aklına gelenin doğru olmaması için dua etti. Cep telefonunu eline alıp Ali’yi
aradı. “Nasıl gidiyor yolculuk?” diye sorarken sesinin normal çıkması için
uğraşıyordu.
“Arada
bir tekmeliyor ama genelde sakin.”
“O
kadar olacak. İlk kez bindi römorka.”
“Evet,
yine de ilk kez için sakin diyebilirim. Sizi arkada göremiyorum. Neredesiniz?”
“Ben
sizi görüyorum. Telefon gelince durdurmuştum arabayı. Ama şimdi devam ediyorum.
Kulaklığımı taktım.”
“Aman
dikkatli olun. Benim benzin almam lazım. İlk benzinciye gireceğim. Birer çay
içelim mi, Ece hanım?” Ece bu isteği duyunca ikiletmedi. “Tamam Ali Bey,
geliyorum hemen.”
Telefonu
kapattıktan sonra bu kez jandarmayı aradı. Seyisin aracı bir benzinciye sokacağını
ve çay içeceklerini söyledi. Aldığı yanıt, en kısa sürede orada olacakları idi.
Ece hangi benzinci olduğunu haber verecekti.
Daha
telefonu kapatmadan kamyonun girdiği benzinciyi gördü ve hemen bildirdi. İçi
rahatlamıştı artık. Onlar çay içerken jandarmanın geleceğinden emindi. Önünde ki
araç ya onunla birlikte benzinciye girecek ya da yoluna devam edecekti.
Elbette
o araç da benzinciye girdi. Ali römorkun yanında bekliyordu. Ece onun rahat
hareketlerinden sonra tüm şüphelerinden sıyrıldı. Yanına yaklaşıp “Aracı
kilitledin değil mi?” diye sordu. Yanıttan sonra ise kısık sesle “Onlar burada.
Jandarmaya haber verdim. Birazdan burada olacaklar. O süre içinde sakın o
anahtarları kaptırma. Hatta aracın başından ayrılma. Arka kapının kilidi sağlam
mı?” Ali Seyis heyecanlanmıştı.“Normal bir asma kilit! Kırıp atı kaçırmaya
uğraşacak kadar deli değillerdir. Çalınca ne işlerine yarayacak?”
“Bilmiyorum.
Sanırım sahte belge ile satacaklar. O kilidin onları durdurması mümkün değil.
Jandarmanın yetişmesini beklemekten başka çaremiz yok. Ben yiyecek içecek alıp
geleceğim. Dikkat çekmemek için normal davran. Gözüm burada olacak.”
“Ece
hanım yanımdan ayrılmayın. Size bir şey yapmaya kalkarlarsa?”
“Onların
hedefi ben değilim. Onlar atın peşinde. Ben önce tuvalete gidiyorum, orası bu
alanı daha rahat görüyor. Sen sakın ayrılma buradan.”
Ece
daha benzincinin arkasındaki tuvalete doğru bir iki adım atmıştı ki yanında iki
kişi belirdi. “Sakın sesini çıkartma. Şimdi atın yanına dön ve o seyise
anahtarları bize vermesini söyle. Artık yolun sonundasın. Daha fazla uğraştırma
bizi.”
İşte
bunu hiç beklemiyordu. Onların direkt ata yöneleceklerini sanmıştı. İki adamın
nereden çıktığını bile anlamamıştı. Korksa da bunu belli etmeyecekti. “Sen
söyledin diye bunu yapacak değilim.”
“O
zaman önce seni öldürürüz sonra da seyisini. Atını da alır gideriz.”
“O
at benim üstüme kayıtlı. Alsanız ne olacak?”
“Ah
sen o kısmı düşünme. Kayıtlar çok rahatlıkla düzeltilir. Zaten sana satılması
büyük hataydı.”
“Neden
hata olsun? İyi para verdim ben o ata.” Ece sakin bir şekilde konuşmaya devam
ediyordu. Gözünün ucu ile tepenin üstünde beliren jandarma aracını görmüştü. Adamların
görmemesi için aynı şekilde durmalarını sağlamalıydı. Biraz başını yukarı
kaldırıp adamlara diklenmeye başladı. “Beni böyle korkutamazsınız. Polisin
haberi var. Çoktan işin peşine düştüler bile. Hadi geri basın ve sizi tutmuş
olan pisliğe böyle basit yollarla benim malımı alamayacağını söyleyin.” Onlarla
böyle kabadayı gibi konuşurken ellerini de beline koymuştu. Aslında amacı arabadan
inmeden beline sakladığı tabancasına ulaşmaktı ki bunu da başarmıştı. Şimdi çok daha rahattı.
Adamlardan
biri başını eğmiş pis kokula ağzını kulağına yaklaştırarak tıslar gibi
konuşmaya başlamıştı. “O atın değerinin çok daha yüksek olduğunu biliyorsun.
Yok pahasına aldın sen. Şimdi de geri vereceksin. Senin için satış belgesi bile
hazırladık.”
Ece,
biraz daha zaman kazanmalıydı. En fazla iki dakika! “Sen nerden biliyorsun
değerini? Yarışçı mısın? Hiç görmedim seni.”
“Ben
değil…” Susmuştu ama Ece tamamladı cümlesini, “Patronun değil mi? O zaman bu
atın değerini bilen kişi eski sahibi olsa gerek. Elbette baba değil… Oğlu değil
mi? Neydi adı? Bülent miydi? Bülent Arıcı değil mi?”
Adam
kolunu tutup römorkun oraya doğru sürüklemeye çalışırken yanıtladı Ece’yi “Fikir
yürütecek durumda değilsin. O yüzden hadi oyalanma da gidelim.”
Ece
kolunu kurtarmaya çalışırken “Önce tuvalete girmem lazım.” dedi. Adam aptal bir
ifade ile bakmaya başlayınca kolunu kurtardı.
“Sen
manyak mısın? Hadi bizi kamyonete götür.” Ece adamın yüzüne baktı. Eli
üstündeki yazlık ceketin cebindeydi. O cepte bir tabanca olduğu belliydi. Kendi
eli de sanki beline konmuş gibi dursa da tabancasını bir an olsun bırakmıyordu.
“Ben
manyak değilim ama siz beni küçümseyecek kadar kendinize güveniyorsunuz. O
silahı sakın cebinden çıkartabileceğini sanma. Hem zaten bu kadar askerin
önünde böyle bir hata yapamazsın değil mi?”
Ece,
cümlesini bitirmeden etraflarında beş asker ellerindeki tüfekleri onlara
doğrultmuş olarak yerlerini almıştı.
İki
adamı ve römorkun arkasında yol alan küçük araçtakileri tutuklamıştı jandarma.
İkinci arabada ele geçirilenlerden birinin daha orada isim vermek gibi güzel
bir özelliği vardı. Ece zaten tahmin etmişti kim olduğunu. Adam da onu teyit
etmişti.
Artık
korkusuzca evinde ve bağlarında gezebilecek, atlarının özgürce koşmalarını
izleyebilecekti. Haftalardır süren büyük sorun bitmişti. Huzurlu bir yolculuk
ile yarışlara katılacaktı.
Jandarma
komutanı yanına geldi. “Ece hanım, sizin ifade vermeniz lazım. Gerçi suçüstü
yakaladık ama yine de ifadenize ihtiyaç var.”
“Elbette,
hemen verebilirim ama bana beş dakika müsaade edin. Haber vermem gereken
ağabeylerim var.”
“Siz
rahatınıza bakın. Önce seyisinizin ifadesini alacağız. Siz de sonra benzincinin
bürosuna gelin.”
Ece
büronun yerini görmek için başını çevirdiğinde benzincide ve lokanta kısmında
bulunan herkesin onları izlediğini gördü. Neyse ki kimse ateş etmemiş bir
kazaya neden olmamıştı.
Fazla mı soğukkanlı bu Ece ? Toprağın işi var bununla 🙇
YanıtlaSil