22 Kasım 2015 Pazar

YAKIŞIKLI 50.Bölüm

Bir hafta geçmişti. Ne Toprak ne de Ece aramamıştı. Ece nasıl özür dileyeceğini bilemiyor, Toprak onun ilk hareketi yapmasını bekliyordu.
Mehmet Ali lokantadan içeri girip Toprak’ı sorduğunda garsonlar hemen yardımcı olup bürosunu gösterdiler. Toprak, karşısında genç adamı görünce şaşırsa da belli etmedi. Neden geldiğini anlayacaktı nasılsa.
Mehmet Ali kendisine uzatılmış eli sıkarken “Beni görmek şaşırttı seni.” dedi. Toprak boş eli ile koltuğu gösterirken yanıtladı. “Aksini söyleyemeyeceğim. Ece ile mi geldiniz?”
“Hayır, o yok. Sana neden kızgın bilmiyorum ama geçen haftadan beri yüzü pek gülmüyor. Ne yaptın? Neden üzdün onu?”
“Hiçbir şey yapmadım. O kendince bir karara vardı ve aksine inanmayı reddetti. Ne içersin?” Mehmet Ali Türk kahvesi istemişti. Kahvelerini söyledikten sonra konuğuna döndü. Merakla bakıyordu. Neden geldiğini anlatmasını bekliyordu. Kahveleri gelmiş, havadan sudan ve işlerden konuşularak geçiştirilen on dakikadan sonra iki tarafta asıl konuya gelmenin yolunu aramaya başlamıştı.

Mehmet Ali, bir süre Toprak’ın yüzüne özellikle gözlerine baktı. O gözlerde istediklerini gördükten sonra konuşmaya başladı. “Ne olduğunu anlatmadı bana. Sen anlatır mısın? Çok özel değilse tabii!”
“Saçma sapan bir olay aslında.” Toprak kısaca o gün yaşananları anlattı. Mehmet Ali ilgiyle dinliyordu. “Bu mu yani?”
“Bu soruyu bana sorma.”
“Neden aramıyorsun onu?”
“Sence?”
“Güvenmiyor sana… Asıl kızdığın bu sanırım?”
“Kesinlikle öyle. Evet belki gördükleri aklını karıştırdı ama o benim sevdiğim kadın. Dediğine göre o da beni seviyor. Kıskanmasını anlarım ama ben onun güvenini sarsacak ne yaptım? Bu kadar kesin karar vermesi, bana suçluymuşum gibi sorular sorması çok kırıcı.”
“Haklısın. O aslında güven duygusunu bilir. Karımın ölümünden sonra tüm köyde bana inanan, dediklerime güvenen tek kişiydi.”
“Ne demek istiyorsun? Sana daha çok güvenmesinden kendine pay mı çıkartacaksın yoksa?”
“Hop hopp lafı oralara çekme. Demek istediğim, o arkadaşlarına karşı dürüst ve güven doludur. Ama bu kez işin içine aşk girdi. Kalbi ile pek işi olmadı bugüne kadar. Yıllar önceki küçük flörtünüzü biliyorum elbet ama o bile şu an yaşadıkları ile boy ölçüşemez. Kafası ile kalbi karmakarışık. Ona bir şans daha vermen lazım.”
“Özür dilerse o şans onun zaten. Ama dilemezse bu kez ben de aramayacağım. Hatasını anlamazsa bizi bitireceğini bilmeli. Ayrıca az önceki çıkışım için özür dilerim. Kıskanmak benim için de pek yeni bir duygu. Sen de karşıma gelip konuşmaya başlayınca…”
“Ece benim kardeşim gibi. Arada bir ona evlen benimle desem de asla ciddi olmadığımı çok iyi bilir. Ozan, yani oğlum onu çok seviyor. O yüzden sık görüşürüz. Bana verdiği desteği de asla unutamam. Onunla tüm ilgim bundan ibaret! İçin rahat olsun. Ah tabii bir de atlarımız var. Bu akşam yarışım var. İzlemek istersen gel. Locamda bir de yemek yeriz. Tabii sizin yemekleriniz kadar olamazlar ama…”
“Bu akşam işim olmasa gelirdim. Yine de çok teşekkür ederim. Her şey için!”
“Önemli değil. Umarım her şey iyi olur.”
“Olacaktır. Yarış için bol şans.”
İki erkeğin kısa, öz ve sonuç odaklı konuşması sonlanmıştı.

*****

“Her şey hazır mı?”
“Hazır.”
“Jandarmalar hâlâ evin etrafında mı?”
“Evet, azaldılar ama nöbet devam ediyor.”
“İyi orada beklesinler. Nasılsa vazgeçecekler. Ben sabırlıyımdır.” Oysa sabrı çoktan bitmişti. O jandarmalar orada olmasa çoktan harekete geçecekti. Telefonun ucundaki adamının bunu bilmesi gerekmiyordu. Beceriksiz Recep gibi yakalanırsa onun da konuşma ihtimalini göz önünde bulundurması gerekiyordu. Ne kadar az şey bilirlerse o kadar iyiydi.
Alacaklılarına verdiği sözü tutması gerekiyordu. Üstelik bunun için artık vakti de kalmamıştı. Borcu her gün katlanarak artıyordu. Atın değerinin borcunu karşılaması artık söz konusu değildi ama en azından hayatta kalmasına yetecekti. Sonra şansının yeniden döneceğini biliyordu. İşte o zaman hem borçlarını kapatacak hem de eski hayatına geri dönecekti.

*****

Ece ne yapacağını bilmeden geçen günlerde çok özlemişti onu. Her akşam onu düşünüp uyuyor, sabah ilk aklına o geliyordu. Bir yerlerde okumuştu bu sözü… Sabah ilk aklına, akşam son aklına gelen oysa aşıksın… Aşık olduğunu biliyordu zaten. Bundan şüphesi yoktu. O aşkı yeniden kazanmak için ne yapabileceğinden emin değildi. Aklındakini uygulamak çözüm müydü bilmiyordu ama deneyecekti.
İlk programa göre Yakışıklı, yarıştan bir gün önce İzmir’e gidecek, Ece de Perşembe günü orada olacaktı. Son anda planlarını değiştirmişti. Tayın olduğu römork önde giderken Ece arkadan onları takip ediyordu. Çantasındakileri düşünüp gülümsedi. Bazen kadınların silaha ihtiyacı oluyordu. Bunun için iyi bir elbise ve güzel ayakkabılar gerekiyordu. Deniz’e de uğrayacaktı. Vakti boldu.
Bir saat kadar yol almıştı ki cep telefonu çalmaya başladı. Aracını kenara çekip konuştu. Şarap üretiminde birlikte çalışacakları Fikret Bey arıyordu. Ece, patlamayı bildirmiş, biraz gecikme ile beklediklerini söylemişti. O süreci şaraphanenin yeniden yapılanmasında başında durarak geçirmek istediğini söyleyen Fikret Bey ailesi ile haftaya taşınacağını bildiriyordu. Ece bundan memnundu. Şu aralar kafası karışıktı ve işleri bir başkasının denetleyecek olması fikri hoşuna gitmişti. Beklediğini bildirerek kapatmıştı telefonu.  
Yeniden yola koyulduğunda Gümüş Kanat’ın römorku arayı açmıştı. Biraz hızlanıp yetişmek isterken önündeki aracın yolunu kesmeye çalıştığını fark etti. Sollamak istediğinde o da şeridin dışına çıkıyordu. En sonunda sağından geçip arıza şeridini kullanıp geçmeyi denedi. Bu kez de orada önüne geçmişlerdi. Neden böyle yaptıklarını anlayan Ece siyah camlı, siyah renkli araçtan kurtulmaya uğraştı. Artık bu hareketlerin basit bir yol tacizi olmadığını biliyordu. Elbiselerinin olduğu çantaya uzandı. Fermuarı açıp elini içine daldırdı. Topuklu ayakkabılarını bir kenara iterek asıl ulaşmak istediğine erişti.
Önde giden araba süratini azaltmıştı. Ece de onlara uymak zorunda kalacaktı. Biraz arayı açıp sollama yapacağı mesafeyi yaratmak istiyordu. Elbette onları sollamayacağına ikna etmeliydi.
Sakinleşip süratini ayarladıktan sonra mesafeyi arttırdı. Aynı zamanda jandarmayı aradı. Onları şu an yapılanlardan haberdar ettikten sonra bir sonraki jandarma noktasına kadar oyalamaya çalışacaktı. Tayın römorku bir kilometre kadar önündeydi. Ara gittikçe açılıyordu. Kısa süre sonra görüşünden çıkacaktı araç. Acaba onun önünü kesecek başka bir araç mı vardı? Römorkun arkasında küçük bir araba vardı. O arabanın içindekilerin kim olduğunu bilmiyordu. Kendi yolunu kesen araçla birlik miydi, yoksa yoldan geçen alelade bir araç mıydı?
İlkay’ı arayıp tedirgin etmek istemiyordu. Yapabilecekleri bir şey yoktu. Tek yapacağı jandarmanın ya da polisin adamlardan önce davranması için dua etmekti. Aklına gelen düşünce ile canı sıkıldı. Seyis Ali götürüyordu tayı. Acaba? Hayır, aklına gelenin doğru olmaması için dua etti. Cep telefonunu eline alıp Ali’yi aradı. “Nasıl gidiyor yolculuk?” diye sorarken sesinin normal çıkması için uğraşıyordu.
“Arada bir tekmeliyor ama genelde sakin.”
“O kadar olacak. İlk kez bindi römorka.”
“Evet, yine de ilk kez için sakin diyebilirim. Sizi arkada göremiyorum. Neredesiniz?”
“Ben sizi görüyorum. Telefon gelince durdurmuştum arabayı. Ama şimdi devam ediyorum. Kulaklığımı taktım.”
“Aman dikkatli olun. Benim benzin almam lazım. İlk benzinciye gireceğim. Birer çay içelim mi, Ece hanım?” Ece bu isteği duyunca ikiletmedi. “Tamam Ali Bey, geliyorum hemen.”
Telefonu kapattıktan sonra bu kez jandarmayı aradı. Seyisin aracı bir benzinciye sokacağını ve çay içeceklerini söyledi. Aldığı yanıt, en kısa sürede orada olacakları idi. Ece hangi benzinci olduğunu haber verecekti.
Daha telefonu kapatmadan kamyonun girdiği benzinciyi gördü ve hemen bildirdi. İçi rahatlamıştı artık. Onlar çay içerken jandarmanın geleceğinden emindi. Önünde ki araç ya onunla birlikte benzinciye girecek ya da yoluna devam edecekti.
Elbette o araç da benzinciye girdi. Ali römorkun yanında bekliyordu. Ece onun rahat hareketlerinden sonra tüm şüphelerinden sıyrıldı. Yanına yaklaşıp “Aracı kilitledin değil mi?” diye sordu. Yanıttan sonra ise kısık sesle “Onlar burada. Jandarmaya haber verdim. Birazdan burada olacaklar. O süre içinde sakın o anahtarları kaptırma. Hatta aracın başından ayrılma. Arka kapının kilidi sağlam mı?” Ali Seyis heyecanlanmıştı.“Normal bir asma kilit! Kırıp atı kaçırmaya uğraşacak kadar deli değillerdir. Çalınca ne işlerine yarayacak?”
“Bilmiyorum. Sanırım sahte belge ile satacaklar. O kilidin onları durdurması mümkün değil. Jandarmanın yetişmesini beklemekten başka çaremiz yok. Ben yiyecek içecek alıp geleceğim. Dikkat çekmemek için normal davran. Gözüm burada olacak.”
“Ece hanım yanımdan ayrılmayın. Size bir şey yapmaya kalkarlarsa?”
“Onların hedefi ben değilim. Onlar atın peşinde. Ben önce tuvalete gidiyorum, orası bu alanı daha rahat görüyor. Sen sakın ayrılma buradan.”
Ece daha benzincinin arkasındaki tuvalete doğru bir iki adım atmıştı ki yanında iki kişi belirdi. “Sakın sesini çıkartma. Şimdi atın yanına dön ve o seyise anahtarları bize vermesini söyle. Artık yolun sonundasın. Daha fazla uğraştırma bizi.”
İşte bunu hiç beklemiyordu. Onların direkt ata yöneleceklerini sanmıştı. İki adamın nereden çıktığını bile anlamamıştı. Korksa da bunu belli etmeyecekti. “Sen söyledin diye bunu yapacak değilim.”
“O zaman önce seni öldürürüz sonra da seyisini. Atını da alır gideriz.”
“O at benim üstüme kayıtlı. Alsanız ne olacak?”
“Ah sen o kısmı düşünme. Kayıtlar çok rahatlıkla düzeltilir. Zaten sana satılması büyük hataydı.”
“Neden hata olsun? İyi para verdim ben o ata.” Ece sakin bir şekilde konuşmaya devam ediyordu. Gözünün ucu ile tepenin üstünde beliren jandarma aracını görmüştü. Adamların görmemesi için aynı şekilde durmalarını sağlamalıydı. Biraz başını yukarı kaldırıp adamlara diklenmeye başladı. “Beni böyle korkutamazsınız. Polisin haberi var. Çoktan işin peşine düştüler bile. Hadi geri basın ve sizi tutmuş olan pisliğe böyle basit yollarla benim malımı alamayacağını söyleyin.” Onlarla böyle kabadayı gibi konuşurken ellerini de beline koymuştu. Aslında amacı arabadan inmeden beline sakladığı tabancasına ulaşmaktı ki bunu da başarmıştı.  Şimdi çok daha rahattı.
Adamlardan biri başını eğmiş pis kokula ağzını kulağına yaklaştırarak tıslar gibi konuşmaya başlamıştı. “O atın değerinin çok daha yüksek olduğunu biliyorsun. Yok pahasına aldın sen. Şimdi de geri vereceksin. Senin için satış belgesi bile hazırladık.”
Ece, biraz daha zaman kazanmalıydı. En fazla iki dakika! “Sen nerden biliyorsun değerini? Yarışçı mısın? Hiç görmedim seni.”
“Ben değil…” Susmuştu ama Ece tamamladı cümlesini, “Patronun değil mi? O zaman bu atın değerini bilen kişi eski sahibi olsa gerek. Elbette baba değil… Oğlu değil mi? Neydi adı? Bülent miydi? Bülent Arıcı değil mi?”
Adam kolunu tutup römorkun oraya doğru sürüklemeye çalışırken yanıtladı Ece’yi “Fikir yürütecek durumda değilsin. O yüzden hadi oyalanma da gidelim.”
Ece kolunu kurtarmaya çalışırken “Önce tuvalete girmem lazım.” dedi. Adam aptal bir ifade ile bakmaya başlayınca kolunu kurtardı.
“Sen manyak mısın? Hadi bizi kamyonete götür.” Ece adamın yüzüne baktı. Eli üstündeki yazlık ceketin cebindeydi. O cepte bir tabanca olduğu belliydi. Kendi eli de sanki beline konmuş gibi dursa da tabancasını bir an olsun bırakmıyordu.
“Ben manyak değilim ama siz beni küçümseyecek kadar kendinize güveniyorsunuz. O silahı sakın cebinden çıkartabileceğini sanma. Hem zaten bu kadar askerin önünde böyle bir hata yapamazsın değil mi?”
Ece, cümlesini bitirmeden etraflarında beş asker ellerindeki tüfekleri onlara doğrultmuş olarak yerlerini almıştı.
İki adamı ve römorkun arkasında yol alan küçük araçtakileri tutuklamıştı jandarma. İkinci arabada ele geçirilenlerden birinin daha orada isim vermek gibi güzel bir özelliği vardı. Ece zaten tahmin etmişti kim olduğunu. Adam da onu teyit etmişti.
Artık korkusuzca evinde ve bağlarında gezebilecek, atlarının özgürce koşmalarını izleyebilecekti. Haftalardır süren büyük sorun bitmişti. Huzurlu bir yolculuk ile yarışlara katılacaktı.
Jandarma komutanı yanına geldi. “Ece hanım, sizin ifade vermeniz lazım. Gerçi suçüstü yakaladık ama yine de ifadenize ihtiyaç var.”
“Elbette, hemen verebilirim ama bana beş dakika müsaade edin. Haber vermem gereken ağabeylerim var.”
“Siz rahatınıza bakın. Önce seyisinizin ifadesini alacağız. Siz de sonra benzincinin bürosuna gelin.”
Ece büronun yerini görmek için başını çevirdiğinde benzincide ve lokanta kısmında bulunan herkesin onları izlediğini gördü. Neyse ki kimse ateş etmemiş bir kazaya neden olmamıştı.


1 yorum:

  1. Fazla mı soğukkanlı bu Ece ? Toprağın işi var bununla 🙇

    YanıtlaSil