15 Kasım 2015 Pazar

YAKIŞIKLI 43. Bölüm

İlkay ve yanında üç kişi daha geldiğinde Ece rahatlamıştı. Recep ve belki suç ortağı olan diğer seyislerle baş edecek kadar kalabalıklardı artık. Şimdi yapılması gereken Recep’i konuşturmaktı.
İlkay ruhsatlı silahını yanına almıştı. Ece kendi elindeki tüfekten o kadar korkmuyordu fakat tabanca daha korkutucuydu. Onun küçük yapısı insanların gereksiz bir cesaretle üstüne gitmesine ya da kendi belindekini çekmesine neden oluyordu. Oysa tüfek büyüklüğü ile daha korkutucuydu.
Çiftliğe ve bağlara yaklaşan kimse yoktu. Saldırının illa o gece olacağına dair düşünceler telefondaki sözler üzerine yapılanmıştı. Elbette o gün hiçbir şey olmaması da mümkündü. Yine de işi şansa bırakacak değillerdi. İlkay, Mehmet Ali’yi görünce bir an kaşlarını çattı. Hâlâ karısının ölümünün üstündeki şüphelerin aklıllarda edindiği yer değişmemişti. Ece, abisinin bile öyle düşünüyor olmasından utanç duydu. Mehmet Ali karısının acısını uzun süre yaşamış, yaşamaya da devam ediyordu.

Geç saatlere kadar bekleyen grup gelen giden olmayınca son çarenin konuşmak olduğuna karar verdi. Recep bu hareketliliği fark edip kaçmaya kalkışabilirdi. O zaman onun arkasındakinin kim olduğunu, başka yardımcının olup olmadığını anlayamazlardı. Recep’i sıkıştıracaklar ve ağzından laf alacaklardı.
Toprak aradığında saat dokuzu geçmişti. “Bir hareket var mı?” diye sordu telefon açılır açılmaz. “Yok henüz. Biz de Recep’i konuşturmak için onların lojmana gidiyorduk.”
“Ece, sen uzak dur. Beni beklesinler. On dakikaya kadar oradayım.”
“Sen deli misin? O kadar yolu geldin mi?”
“Evet, önemli değil. Sen uzak dur. Sakın ben gelmeden gitmesinler oraya.”
“Toprak tek değilim ki ben. Herkes burada. Bana bir şey olmaz.”
Onu durduramayacağını anlayınca taktik değiştirdi. “Biliyorum, kahramanlık yapan biri varmış orada. Yine de ben gelmeden sen asla gitmeyecek, beni bekleyeceksin. Anlaşıldı mı?”
Ece, o an içinde olduğu durumu bir yana bırakıp gülümsedi. “Kıskanç adam, İlkay ağabeyim ve arkadaşları geldi. Beş erkek var şu an burada. Ah sen gerçekten delisin, o kadar yol...”
“Yolun önemi yok. Yine de ben gelmeden hiçbiriniz gitmeyin, zaten köyün girişindeyim. Beş dakikaya yanındayım.”
“Toprak, sessiz gelmen lazım. O yüzden araba ile gelemezsin. Anlayıp da kaçar diye korkuyoruz. O zaman kim için çalıştığını hiç öğrenemeyiz.”
“Anladım tamam uzağa bırakır öyle gelirim. Yine de bunca saat beklediniz biraz daha bekleyin.”
“Tamam bekliyoruz gel hadi.” dedi bıkkınlıkla. Ece’nin inatçılığına laf söyleyenin inadı yenilir yutulur gibi değildi. Konuşmayı duyan diğerleri de beklemeye karar verdi. Toprak sesiz ve hızlı adımlarla yanlarına geldiğinde yüzü kireç gibiydi. Başı ile selamladığı grupda olan İlkay’a aldırmadan Ece’nin yanına gitti. Ellerini tutup, “Sen burada kal, biz konuşalım. Senin oraya gitmene hiç gerek yok.” diye düşüncelerini yineledi. “Geliyorum, canım. O tüyü bitmemiş velet benim burnumun dibinde ikili oynamış. Hem belki tek de değildir.”
“Seyisler mi?”
“Bunu düşünmek bile canımı sıkıyor ama Recep ile Ali aynı zamanda geldiler. Ali eski çiftliğinden Gümüş Kanat ile birlikte gelmişti. Recep’i de tanıdığını söylemişti. Bunca zamandır güvendiğim iki kişi de suçluysa değer yargılarımdan şüphe edeceğim.”
“Şüpheci olman normal. Hadi gidelim artık. Plan yaptınız mı? Ne yapılacak?”
“Kaldıkları eve gidip konuşacağız. En iyi yöntem doğrudan sormak ve şaşırtmak.”
“Evet işe yarayabilir.”
“Tamam, bak hepimizde silahlar var. Sen sakın öne çıkma, olur da onlar da silah çekerse ortada kalma sakın.”
“Ah, tatlım, ben boş gelmedim. Benim de ruhsatlı silahım var ve arkada kalması gereken tek kişi sensin.”
“Neden? Kadın olduğum için mi?”
“Hayır, sana bir şey olursa benim hayatım da biteceği için! Hadi şimdi inadı bırak ve bir adım arkamızdan gel. Anladın mı?”
Ece, o sözlerin herkes tarafından duyulduğunun farkındaydı. Tüm başlar onlara dönmüş, az sonra yaşanması muhtemel kötü olaylar akıllardan çıkmış gülüyorlardı. Tek gülmeyen elbette İlkay idi. Gülmese de itiraz da etmemişti ikiliye. Kaldıkları eve doğru sessiz adımlarla yürüdüler. İlkay’ın yanında gelen adamların gözükmesini istemediler. Üçü arkada kalınca, diğer dört kişi kapıya yanaştı.
Son anda Ece bu konuşmayı tek başına yapmanın daha doğru olacağına karar verdi ve kimseye söylemeden bu kararını uygulamaya başladı. Hızlı adımlarla yürürken erkeklere talimatlarını sıralıyordu. “Hepiniz arkada kalın. Gözükmeyin. Ben konuşacağım Recep ile. Sakın yanımda durmayın, tepki olursa o zaman ortaya çıkarsınız. Mehmet Ali, üç beye söyler misin gözlerini atların ahırlarından ayırmasınlar. Biz burası ile uğraşırken oraya saldırabilirler.” Homurtular yükseldi, Toprak bir adım attı ama kendisini tutan İlkay yüzünden devam edemedi. Kardeşinin aslında haklı olduğunu ve kendileri oradayken kötü bir şey olmayacağını biliyordu.
Mehmet Ali uzaklaşırken Ece de kapıyı çaldı. Kapıyı uykulu gözlerle Ali açtı. Sabah dörtte kalktğı için akşam da çok erken uyuyordu.  “Hayrola? Atlara bir şey mi oldu? Yakup’a bıraktım ahır nöbetini az önce. Hepsi iyiydi, ne oldu? Hemen geliyorum.” derken Ece onun en az kendisi kadar atlar için korktuğundan emindi. “Ali Bey, atlar iyi Recep burada mı? Onunla konuşmam lazım.”
“Uyuyordu. Kaldırayım.” Ali ayaklarını sürüyerek ve uyanmaya çalışarak Recep’in uyuduğu odaya gitti. Delikanlı korkulu gözlerle kapıya geldiğinde Ece yüzündeki suçluluk ifadesini yakalamıştı bile. “Buyurun Ece Hanım.” derken sesi tedirgindi. Yüzündeki şüphe yakalanmış olduğunu tahmin ettiğini belli ediyordu. Ali de kapının ağzında konuşmayı dinliyordu. Ece her ikisinin de hareketlerini kontrol edebileceğini düşünüp bundan memnun oldu.
“Recep, benim tayları satın almak isteyen biri senin onu tanıdığını söyledi. Ama ben tanımıyorum o kişiyi. Kim bu ısrarcı bey? Neden benim taylarımı istiyor?”
“Ece hanım, ben öyle birini tanımıyorum. Tayları satacaktınız zaten. Bilen biridir.”
“Taylarımı satmaktan vazgeçtiğimi bilmeyen kalmadı. Ama bu ısrarcı telefonlar aralıksız devam etti. Üstelik Gümüş Kanat’ı istiyor arayan. O atı satmayı aklımdan bile geçirmedim. Şimdi bana doğruyu söyle, kim tayımı almak isteyen ve beni tehdit eden kişi?”
“Tehdit mi? Ama neden tehdit ediyorlar sizi?” Bu kez şaşırmış görünüyordu.
“Bilmiyorum. Sen kim olduğunu söylersen öğreniriz.” Ece, sakin konuşuyor, delikanlının yüzündeki ifadeleri takip ediyordu. O kadar sinirliydi ki nasıl sakin konuştuğunu kendisi bile bilmiyordu. Recep onun bu halinden cesaret alarak, “İnanın ben bilmiyorum. Yemin...”
“Sakın yalan yere yemin etme. Senin o adamla konuştuğunu duymuş birileri var. O yüzden artık yalana sapma ve anlat kim bu adam? Beni ve çiftliğimdeki herkesi tehdit edecek kadar gözü dönmüş kişi kim? Söyle ki en azından seni kurtaralım. Yoksa senin de hayatını tehlikeye atacağı kesin.” Artık sesi az önceki kadar sakin değildi. Ailesi atları ve bağları her şeyden değerliydi. Onları düşünmek sakin tavrını yok etmişti bile.
“Ece hanım ben...”
“Kekeleme, dürüst ol. En azından bunca zaman ekmek yediğin yere bunu borçlu olduğunu düşün. Tabii biraz vicdanın varsa? Evimde hasta bir babam ve küçük bir erkek kardeşim var ama senin sayende o evde yaşayanları tehdit edecek kadar şerefsiz bir erkek bana telefon açabiliyor. Korkacağımı sanacak kadar deli olan o adam kim?”
“Söyleyemem.”
Ece, daha fazla uğraşmak istemiyordu. Ali seyise dönüp, “Tamam, Ali, jandarmayı ara. Ben daha fazla uğraşmayacağım. Ne ailemi ne çalışanlarımı ne de atlarımı tehlikeye atamam.”
Recep son bir umut araya girdi. “Atlar tehlikede değil inanın bana. Ben koruyacağım onları.”
“Sen beni deli mi sanıyorsun? Bu saatten sonra seni yanımda çalıştırır mıyım? Atlarıma yaklaşmana izin verir miyim? Hemen bu gece seni jandarmaya teslim edeceğim ve bir daha da yüzünü bile görmeyeceğim.”
O ana kadar sessizce bekleyen Toprak iki adım öne çıkıp görüş alanına girdi. Onu gören Recep ürkerek yarım adım kadar geriye kaçtı. Toprak onu umursamadı. Ali’nin bu işlerle ilgisi olmadığını anlamıştı. Adam nefretle bakıyordu Recep’e. Recep de ona bir kez bile bakmamıştı. Suç ortağı olsalar en azından bir kez bakışmaları gerekirdi. Toprak, Ece’nin kulağına eğilip, “Tehdit cümlesi ne idi?” diye sordu.
“Seni mahfedeceğim, en sevdiğin yerden vuracağım, demişti. Ne oldu?”
“Atı istiyorsa atlarını tehlikeye atmayacak elbette. Ya ev ya da bağların tehlike altında.”
“Aman Allahım evde sadece kadınlar var.”
“İlkay sen eve git hemen, ben buradayım.” derken Toprak hakimiyeti ele almıştı. İlkay zaten cümleyi duyar duymaz eve doğru koşmaya başlamıştı. Gece iyice bastırmış ayın ışığında gölgeler büyümüştü. Ece atlarının hayatının tehdit altında olmadığını anladığında biraz rahatlamıştı ama yine de diğer tehditler aynı derecede can sıkıyordu.
“Atlar tehlikede değil ama diğerleri tehlikede öyle mi? Hedef neresi? Recep, açıkça konuş. Kim bu orospu çocuğu? Kim bu şerefsiz?” Ece artık ağzına gelen küfürleri engellemiyor, hırslandıkça daha da beterlerini sıralamak istiyordu.
“Ece hanım, söyleyemem.”
Ece tam yeniden bağırmaya başlayacakken Mehmet Ali gözüktü binanın yanında. Recep onu görünce bir anda yüzü değişti. “İşte Ece hanım, sizi tehdit eden, atınızı isteyen...”


*****

Mehmet Ali, şoke olmuş Recep’e bakıyordu. “Ne demek istiyorsun?” derken yüzünde patlayan yumruk ile yere serildi. Ama hemen toparlanıp kalktı. O sırada Recep, Toprak ile Mehmet Ali’nin kavga etmesinden yararlanıp kaçmaya kalkıştı. Ece ardından koşsa da yanından geçen bir başkası kısa sürede yakaladı delikanlıyı.
Ali, ensesinden tutarak ve kısık sesle aralıksız söverek geri getiriyordu Recep’i. Mehmet Ali ise sakinleşmiş Toprak ile konuşmaya başlamış, Recep’in yalan söylediğini, Ece’yi asla tehdit etmeyeceğini söylüyordu.
Ece de onun böyle bir şey yapmayacağını, sadece Toprak’ın dikkatini dağıtmak için yalan söylediğini tahmin ettiğini söyleyince genç erkek sakinleşti. “Eğer, senin adın temize çıkarsa, o zaman bir özür borcum olacak. Ama olur da suçlu çıkarsan seni ne asker ne polis koruyamayacak.”
Mehmet Ali dudağını silerken, “Özrünü kabul ederim. Ece’yi koruyacağından emin olduğum için de içim rahat eder. Ama biraz delisin. O pisliğin lafı ile adam mı dövülür?”
Toprak, karşısındaki genç adamın yüzündenki gülümsemeyi, az önce yaşananları önemsemediğini gösteren konuşmalarını kısa bir an tarttı. Sonra içindeki dürüst tarafın harekete geçmesine izin verdi. “Aslında seni Ece’nin yanında her gördüğümde o yumruğu indirmeyi istiyordum. Sanırım fırsat çıkınca düşünmedim fazla.”
“Benim de sevdiğimin yanında ben gibi yakışıklı biri olsa kıskanırım tabii. Hadi şu çocuğu götürelim.” Mehmet Ali acıyan dudağı ile Toprak da tüm yüzü ile gülüyordu. Ece onların arasındaki ilişkinin bir yumrukla düzeleceğini hiç düşünmemişti. Hallerine gülmeyi sonraya bıraktı. O an daha önemli sorunları vardı. “Tehdit atlara değilmiş. Evi ya da bağları hedef almış. Ama hangisi olduğunu bilmiyoruz.”
“Bu piç kurusu da bilmiyor mu? Asıl onu dövüp konuşturalım.”
“Fena fikir değil.” Ama Recep konuşmuyor, patronunun yapacaklarının bu adamların yapacaklarının çok üzerinde olacağını bildiği için sessiz kalıyordu.

Ali ile Mehmet Ali ortalarındaki Recep’i ite kaka köye doğru götürüyordu. Arkadan gelen Ece ile Toprak sessizce yürüyordu. Ahırlara yaklaşırken Toprak, Ece’nin soğukkanlı bir şekilde tüfeği tutuşuna ve kızgın yürüyüşüne bakıp gülümsedi. “Senin Cevat Kalfa ile nasıl başa çıktığını biliyorum artık. Adam boşa çekinmiyor senden.”
“O mu çekiniyor? Her dakika inatlaşıyor benimle.”
“Eh onun da bir erkeklik gururu var elbet. Ama sana yenildiğinin farkında. Benim gibi.”
“Seni yendim mi? Nasıl?”
“Senin buradan asla ayrılmayacağını çok iyi biliyorum. Yeni çözümler benim buraya gelmem yönünde olacak. Çözeceğim bunu da.”
“Farkında mısın, bana evlenme teklif etmeden, hep evliliği ima ediyorsun. Sonra da susuyorsun. Tuhafsın sen.” Bu kaçıncı olmuştu? Beklediği teklif ne zaman gelecekti? Toprak yine gülümsedi. “Sayende tatlım.”
‘Al işte, yine teklif etmedi ve sustu’ diye düşünen Ece başını iki yana sallaya sallaya yürüdü.
Ahırların orada bekleyen erkeklere de bilgi verildi. Tehditlerin atlara yönelik olmadığını anlayınca, Ali’yi ahırda Yakup ile bırakmaya karar verdiler. İkisi de burunlarının dibindeki haini fark etmedikleri için pişmanlıkla özür dilemişti. Son yaptığı iki atın arpalanmaya yakalanmasında ise ikisi de kabahatlerinin farkındaydı. Recep’e bırakmışlardı bazı basit işleri. Ekmeğine yağ sürmek bu oluyordu işte. İkisinin de güvenini suiistimal etmişti pislik.  
Mehmet Ali, Recep’i neredeyse sürüklüyordu. Onun elinden kaçması mümkün değildi. Yine de İlkay’ın arkadaşlarından biri onunla köye kadar yürümeyi teklif edince kabul etti. Önde Ece ile Toprak arkada diğer grup yürüyordu.
Toprak sinirini biraz boşaltmış olmanın rahatlığı ile Ece’nin omzuna kolunu atmıştı.  Ece hala titrese de biraz rahatlamıştı. Şaraphanenin önünden geçerken şöyle bir bakıp kafasını çevirmişti ki bir tuhaflık fark etti. Emin değildi ama sanki kapı açıktı. Omzundaki koldan kurtulup kapıya doğru yürüdü. Elbette Toprak da takip etti. Mehmet Ali arkalarından “Ne oldu? Biri mi var?” diye seslenince ikisi de “Bilmiyoruz” diye yanıtlayıp yürümeye devam etti.  
İlkay’ın arkadaşlarına köye devam etmelerini söyleyen Mehmet Ali onlara katılmak için şarap fabrikasına doğru döndü. Tam fabrika kapısına yaklaşmıştı ki patlayıcıların yanmaya devam eden fitilini fark etti.
“Dinamit koymuşlar” diye bağırması ile Ece ve Toprak’ın onun işaret ettiği yöne bakıp geri kaçmaları bir oldu.

On saniye sonra büyük bir patlama yaşandı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder