İlkay
ve yanında üç kişi daha geldiğinde Ece rahatlamıştı. Recep ve belki suç ortağı
olan diğer seyislerle baş edecek kadar kalabalıklardı artık. Şimdi yapılması
gereken Recep’i konuşturmaktı.
İlkay
ruhsatlı silahını yanına almıştı. Ece kendi elindeki tüfekten o kadar
korkmuyordu fakat tabanca daha korkutucuydu. Onun küçük yapısı insanların
gereksiz bir cesaretle üstüne gitmesine ya da kendi belindekini çekmesine neden
oluyordu. Oysa tüfek büyüklüğü ile daha korkutucuydu.
Çiftliğe
ve bağlara yaklaşan kimse yoktu. Saldırının illa o gece olacağına dair
düşünceler telefondaki sözler üzerine yapılanmıştı. Elbette o gün hiçbir şey
olmaması da mümkündü. Yine de işi şansa bırakacak değillerdi. İlkay, Mehmet
Ali’yi görünce bir an kaşlarını çattı. Hâlâ karısının ölümünün üstündeki
şüphelerin aklıllarda edindiği yer değişmemişti. Ece, abisinin bile öyle
düşünüyor olmasından utanç duydu. Mehmet Ali karısının acısını uzun süre
yaşamış, yaşamaya da devam ediyordu.
Geç
saatlere kadar bekleyen grup gelen giden olmayınca son çarenin konuşmak
olduğuna karar verdi. Recep bu hareketliliği fark edip kaçmaya kalkışabilirdi.
O zaman onun arkasındakinin kim olduğunu, başka yardımcının olup olmadığını
anlayamazlardı. Recep’i sıkıştıracaklar ve ağzından laf alacaklardı.
Toprak
aradığında saat dokuzu geçmişti. “Bir hareket var mı?” diye sordu telefon
açılır açılmaz. “Yok henüz. Biz de Recep’i konuşturmak için onların lojmana
gidiyorduk.”
“Ece,
sen uzak dur. Beni beklesinler. On dakikaya kadar oradayım.”
“Sen
deli misin? O kadar yolu geldin mi?”
“Evet,
önemli değil. Sen uzak dur. Sakın ben gelmeden gitmesinler oraya.”
“Toprak
tek değilim ki ben. Herkes burada. Bana bir şey olmaz.”
Onu
durduramayacağını anlayınca taktik değiştirdi. “Biliyorum, kahramanlık yapan
biri varmış orada. Yine de ben gelmeden sen asla gitmeyecek, beni
bekleyeceksin. Anlaşıldı mı?”
Ece,
o an içinde olduğu durumu bir yana bırakıp gülümsedi. “Kıskanç adam, İlkay
ağabeyim ve arkadaşları geldi. Beş erkek var şu an burada. Ah sen gerçekten
delisin, o kadar yol...”
“Yolun
önemi yok. Yine de ben gelmeden hiçbiriniz gitmeyin, zaten köyün girişindeyim.
Beş dakikaya yanındayım.”
“Toprak,
sessiz gelmen lazım. O yüzden araba ile gelemezsin. Anlayıp da kaçar diye
korkuyoruz. O zaman kim için çalıştığını hiç öğrenemeyiz.”
“Anladım
tamam uzağa bırakır öyle gelirim. Yine de bunca saat beklediniz biraz daha
bekleyin.”
“Tamam
bekliyoruz gel hadi.” dedi bıkkınlıkla. Ece’nin inatçılığına laf söyleyenin
inadı yenilir yutulur gibi değildi. Konuşmayı duyan diğerleri de beklemeye
karar verdi. Toprak sesiz ve hızlı adımlarla yanlarına geldiğinde yüzü kireç
gibiydi. Başı ile selamladığı grupda olan İlkay’a aldırmadan Ece’nin yanına
gitti. Ellerini tutup, “Sen burada kal, biz konuşalım. Senin oraya gitmene hiç
gerek yok.” diye düşüncelerini yineledi. “Geliyorum, canım. O tüyü bitmemiş
velet benim burnumun dibinde ikili oynamış. Hem belki tek de değildir.”
“Seyisler
mi?”
“Bunu
düşünmek bile canımı sıkıyor ama Recep ile Ali aynı zamanda geldiler. Ali eski
çiftliğinden Gümüş Kanat ile birlikte gelmişti. Recep’i de tanıdığını
söylemişti. Bunca zamandır güvendiğim iki kişi de suçluysa değer yargılarımdan
şüphe edeceğim.”
“Şüpheci
olman normal. Hadi gidelim artık. Plan yaptınız mı? Ne yapılacak?”
“Kaldıkları
eve gidip konuşacağız. En iyi yöntem doğrudan sormak ve şaşırtmak.”
“Evet
işe yarayabilir.”
“Tamam,
bak hepimizde silahlar var. Sen sakın öne çıkma, olur da onlar da silah çekerse
ortada kalma sakın.”
“Ah,
tatlım, ben boş gelmedim. Benim de ruhsatlı silahım var ve arkada kalması
gereken tek kişi sensin.”
“Neden?
Kadın olduğum için mi?”
“Hayır,
sana bir şey olursa benim hayatım da biteceği için! Hadi şimdi inadı bırak ve
bir adım arkamızdan gel. Anladın mı?”
Ece,
o sözlerin herkes tarafından duyulduğunun farkındaydı. Tüm başlar onlara
dönmüş, az sonra yaşanması muhtemel kötü olaylar akıllardan çıkmış
gülüyorlardı. Tek gülmeyen elbette İlkay idi. Gülmese de itiraz da etmemişti
ikiliye. Kaldıkları eve doğru sessiz adımlarla yürüdüler. İlkay’ın yanında
gelen adamların gözükmesini istemediler. Üçü arkada kalınca, diğer dört kişi
kapıya yanaştı.
Son
anda Ece bu konuşmayı tek başına yapmanın daha doğru olacağına karar verdi ve
kimseye söylemeden bu kararını uygulamaya başladı. Hızlı adımlarla yürürken erkeklere
talimatlarını sıralıyordu. “Hepiniz arkada kalın. Gözükmeyin. Ben konuşacağım
Recep ile. Sakın yanımda durmayın, tepki olursa o zaman ortaya çıkarsınız.
Mehmet Ali, üç beye söyler misin gözlerini atların ahırlarından ayırmasınlar.
Biz burası ile uğraşırken oraya saldırabilirler.” Homurtular yükseldi, Toprak
bir adım attı ama kendisini tutan İlkay yüzünden devam edemedi. Kardeşinin
aslında haklı olduğunu ve kendileri oradayken kötü bir şey olmayacağını
biliyordu.
Mehmet
Ali uzaklaşırken Ece de kapıyı çaldı. Kapıyı uykulu gözlerle Ali açtı. Sabah
dörtte kalktğı için akşam da çok erken uyuyordu. “Hayrola? Atlara bir şey mi oldu? Yakup’a
bıraktım ahır nöbetini az önce. Hepsi iyiydi, ne oldu? Hemen geliyorum.” derken
Ece onun en az kendisi kadar atlar için korktuğundan emindi. “Ali Bey, atlar
iyi Recep burada mı? Onunla konuşmam lazım.”
“Uyuyordu.
Kaldırayım.” Ali ayaklarını sürüyerek ve uyanmaya çalışarak Recep’in uyuduğu
odaya gitti. Delikanlı korkulu gözlerle kapıya geldiğinde Ece yüzündeki
suçluluk ifadesini yakalamıştı bile. “Buyurun Ece Hanım.” derken sesi
tedirgindi. Yüzündeki şüphe yakalanmış olduğunu tahmin ettiğini belli ediyordu.
Ali de kapının ağzında konuşmayı dinliyordu. Ece her ikisinin de hareketlerini
kontrol edebileceğini düşünüp bundan memnun oldu.
“Recep,
benim tayları satın almak isteyen biri senin onu tanıdığını söyledi. Ama ben
tanımıyorum o kişiyi. Kim bu ısrarcı bey? Neden benim taylarımı istiyor?”
“Ece
hanım, ben öyle birini tanımıyorum. Tayları satacaktınız zaten. Bilen biridir.”
“Taylarımı
satmaktan vazgeçtiğimi bilmeyen kalmadı. Ama bu ısrarcı telefonlar aralıksız
devam etti. Üstelik Gümüş Kanat’ı istiyor arayan. O atı satmayı aklımdan bile
geçirmedim. Şimdi bana doğruyu söyle, kim tayımı almak isteyen ve beni tehdit
eden kişi?”
“Tehdit
mi? Ama neden tehdit ediyorlar sizi?” Bu kez şaşırmış görünüyordu.
“Bilmiyorum.
Sen kim olduğunu söylersen öğreniriz.” Ece, sakin konuşuyor, delikanlının
yüzündeki ifadeleri takip ediyordu. O kadar sinirliydi ki nasıl sakin
konuştuğunu kendisi bile bilmiyordu. Recep onun bu halinden cesaret alarak, “İnanın
ben bilmiyorum. Yemin...”
“Sakın
yalan yere yemin etme. Senin o adamla konuştuğunu duymuş birileri var. O yüzden
artık yalana sapma ve anlat kim bu adam? Beni ve çiftliğimdeki herkesi tehdit
edecek kadar gözü dönmüş kişi kim? Söyle ki en azından seni kurtaralım. Yoksa
senin de hayatını tehlikeye atacağı kesin.” Artık sesi az önceki kadar sakin
değildi. Ailesi atları ve bağları her şeyden değerliydi. Onları düşünmek sakin
tavrını yok etmişti bile.
“Ece
hanım ben...”
“Kekeleme,
dürüst ol. En azından bunca zaman ekmek yediğin yere bunu borçlu olduğunu
düşün. Tabii biraz vicdanın varsa? Evimde hasta bir babam ve küçük bir erkek
kardeşim var ama senin sayende o evde yaşayanları tehdit edecek kadar şerefsiz
bir erkek bana telefon açabiliyor. Korkacağımı sanacak kadar deli olan o adam
kim?”
“Söyleyemem.”
Ece,
daha fazla uğraşmak istemiyordu. Ali seyise dönüp, “Tamam, Ali, jandarmayı ara.
Ben daha fazla uğraşmayacağım. Ne ailemi ne çalışanlarımı ne de atlarımı
tehlikeye atamam.”
Recep
son bir umut araya girdi. “Atlar tehlikede değil inanın bana. Ben koruyacağım
onları.”
“Sen
beni deli mi sanıyorsun? Bu saatten sonra seni yanımda çalıştırır mıyım?
Atlarıma yaklaşmana izin verir miyim? Hemen bu gece seni jandarmaya teslim
edeceğim ve bir daha da yüzünü bile görmeyeceğim.”
O
ana kadar sessizce bekleyen Toprak iki adım öne çıkıp görüş alanına girdi. Onu
gören Recep ürkerek yarım adım kadar geriye kaçtı. Toprak onu umursamadı.
Ali’nin bu işlerle ilgisi olmadığını anlamıştı. Adam nefretle bakıyordu Recep’e.
Recep de ona bir kez bile bakmamıştı. Suç ortağı olsalar en azından bir kez bakışmaları
gerekirdi. Toprak, Ece’nin kulağına eğilip, “Tehdit cümlesi ne idi?” diye
sordu.
“Seni
mahfedeceğim, en sevdiğin yerden vuracağım, demişti. Ne oldu?”
“Atı
istiyorsa atlarını tehlikeye atmayacak elbette. Ya ev ya da bağların tehlike
altında.”
“Aman
Allahım evde sadece kadınlar var.”
“İlkay
sen eve git hemen, ben buradayım.” derken Toprak hakimiyeti ele almıştı. İlkay
zaten cümleyi duyar duymaz eve doğru koşmaya başlamıştı. Gece iyice bastırmış
ayın ışığında gölgeler büyümüştü. Ece atlarının hayatının tehdit altında
olmadığını anladığında biraz rahatlamıştı ama yine de diğer tehditler aynı
derecede can sıkıyordu.
“Atlar
tehlikede değil ama diğerleri tehlikede öyle mi? Hedef neresi? Recep, açıkça
konuş. Kim bu orospu çocuğu? Kim bu şerefsiz?” Ece artık ağzına gelen küfürleri
engellemiyor, hırslandıkça daha da beterlerini sıralamak istiyordu.
“Ece
hanım, söyleyemem.”
Ece
tam yeniden bağırmaya başlayacakken Mehmet Ali gözüktü binanın yanında. Recep
onu görünce bir anda yüzü değişti. “İşte Ece hanım, sizi tehdit eden, atınızı
isteyen...”
*****
Mehmet
Ali, şoke olmuş Recep’e bakıyordu. “Ne demek istiyorsun?” derken yüzünde
patlayan yumruk ile yere serildi. Ama hemen toparlanıp kalktı. O sırada Recep,
Toprak ile Mehmet Ali’nin kavga etmesinden yararlanıp kaçmaya kalkıştı. Ece
ardından koşsa da yanından geçen bir başkası kısa sürede yakaladı delikanlıyı.
Ali,
ensesinden tutarak ve kısık sesle aralıksız söverek geri getiriyordu Recep’i.
Mehmet Ali ise sakinleşmiş Toprak ile konuşmaya başlamış, Recep’in yalan
söylediğini, Ece’yi asla tehdit etmeyeceğini söylüyordu.
Ece
de onun böyle bir şey yapmayacağını, sadece Toprak’ın dikkatini dağıtmak için
yalan söylediğini tahmin ettiğini söyleyince genç erkek sakinleşti. “Eğer,
senin adın temize çıkarsa, o zaman bir özür borcum olacak. Ama olur da suçlu
çıkarsan seni ne asker ne polis koruyamayacak.”
Mehmet
Ali dudağını silerken, “Özrünü kabul ederim. Ece’yi koruyacağından emin olduğum
için de içim rahat eder. Ama biraz delisin. O pisliğin lafı ile adam mı
dövülür?”
Toprak,
karşısındaki genç adamın yüzündenki gülümsemeyi, az önce yaşananları
önemsemediğini gösteren konuşmalarını kısa bir an tarttı. Sonra içindeki dürüst
tarafın harekete geçmesine izin verdi. “Aslında seni Ece’nin yanında her
gördüğümde o yumruğu indirmeyi istiyordum. Sanırım fırsat çıkınca düşünmedim
fazla.”
“Benim
de sevdiğimin yanında ben gibi yakışıklı biri olsa kıskanırım tabii. Hadi şu
çocuğu götürelim.” Mehmet Ali acıyan dudağı ile Toprak da tüm yüzü ile
gülüyordu. Ece onların arasındaki ilişkinin bir yumrukla düzeleceğini hiç
düşünmemişti. Hallerine gülmeyi sonraya bıraktı. O an daha önemli sorunları
vardı. “Tehdit atlara değilmiş. Evi ya da bağları hedef almış. Ama hangisi
olduğunu bilmiyoruz.”
“Bu
piç kurusu da bilmiyor mu? Asıl onu dövüp konuşturalım.”
“Fena
fikir değil.” Ama Recep konuşmuyor, patronunun yapacaklarının bu adamların
yapacaklarının çok üzerinde olacağını bildiği için sessiz kalıyordu.
Ali
ile Mehmet Ali ortalarındaki Recep’i ite kaka köye doğru götürüyordu. Arkadan
gelen Ece ile Toprak sessizce yürüyordu. Ahırlara yaklaşırken Toprak, Ece’nin soğukkanlı
bir şekilde tüfeği tutuşuna ve kızgın yürüyüşüne bakıp gülümsedi. “Senin Cevat
Kalfa ile nasıl başa çıktığını biliyorum artık. Adam boşa çekinmiyor senden.”
“O
mu çekiniyor? Her dakika inatlaşıyor benimle.”
“Eh
onun da bir erkeklik gururu var elbet. Ama sana yenildiğinin farkında. Benim
gibi.”
“Seni
yendim mi? Nasıl?”
“Senin
buradan asla ayrılmayacağını çok iyi biliyorum. Yeni çözümler benim buraya
gelmem yönünde olacak. Çözeceğim bunu da.”
“Farkında
mısın, bana evlenme teklif etmeden, hep evliliği ima ediyorsun. Sonra da
susuyorsun. Tuhafsın sen.” Bu kaçıncı olmuştu? Beklediği teklif ne zaman
gelecekti? Toprak yine gülümsedi. “Sayende tatlım.”
‘Al
işte, yine teklif etmedi ve sustu’ diye düşünen Ece başını iki yana sallaya
sallaya yürüdü.
Ahırların
orada bekleyen erkeklere de bilgi verildi. Tehditlerin atlara yönelik
olmadığını anlayınca, Ali’yi ahırda Yakup ile bırakmaya karar verdiler. İkisi
de burunlarının dibindeki haini fark etmedikleri için pişmanlıkla özür dilemişti.
Son yaptığı iki atın arpalanmaya yakalanmasında ise ikisi de kabahatlerinin
farkındaydı. Recep’e bırakmışlardı bazı basit işleri. Ekmeğine yağ sürmek bu
oluyordu işte. İkisinin de güvenini suiistimal etmişti pislik.
Mehmet
Ali, Recep’i neredeyse sürüklüyordu. Onun elinden kaçması mümkün değildi. Yine
de İlkay’ın arkadaşlarından biri onunla köye kadar yürümeyi teklif edince kabul
etti. Önde Ece ile Toprak arkada diğer grup yürüyordu.
Toprak
sinirini biraz boşaltmış olmanın rahatlığı ile Ece’nin omzuna kolunu atmıştı. Ece hala titrese de biraz rahatlamıştı. Şaraphanenin
önünden geçerken şöyle bir bakıp kafasını çevirmişti ki bir tuhaflık fark etti.
Emin değildi ama sanki kapı açıktı. Omzundaki koldan kurtulup kapıya doğru
yürüdü. Elbette Toprak da takip etti. Mehmet Ali arkalarından “Ne oldu? Biri mi
var?” diye seslenince ikisi de “Bilmiyoruz” diye yanıtlayıp yürümeye devam
etti.
İlkay’ın
arkadaşlarına köye devam etmelerini söyleyen Mehmet Ali onlara katılmak için
şarap fabrikasına doğru döndü. Tam fabrika kapısına yaklaşmıştı ki
patlayıcıların yanmaya devam eden fitilini fark etti.
“Dinamit
koymuşlar” diye bağırması ile Ece ve Toprak’ın onun işaret ettiği yöne bakıp
geri kaçmaları bir oldu.
On
saniye sonra büyük bir patlama yaşandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder