Toprak da misafirleri
ile aynı zamanda ayrılmak zorunda kalmıştı. Lokantasının işleri ile
ilgilenmeliydi. Yeni açacağı yerin hazırlıklarını yapmak yeni planları işleme
koymak ve bu fikirleri diğerlerine de kabul ettirmek için iyi bir çalışma
yapmalıydı. Aklındakileri uygulayabildiği zaman kısa sürede maliyetlerini
karşılayacak bir yatırıma dönüşecekti tüm fikirler.
Asıl sorun bunlar değil, dedi kendi kendine.
Asıl sorun bu fikirlerin ardındaki Ece idi. Beyni durmadan sorular sıralıyordu.
Kendinden emin miydi? Aşkın yeterli olduğu bir ilişkinin içinde miydi? Ece ile
bir ömür geçirmek istiyor muydu?
Daha
soruları sıralarken yanıtlarını tüm kalbi ile veriyordu. Ece’siz bir hayat
düşünemiyordu. Ondan uzaklaştığı an özlemeye başlıyor, hatta yanındayken kısa
süre için bile kendisi ile konuşmadığında bu özlemi duyuyordu. Durumum iyi
değil, dedi. Sonra da kendi haline gülmeye başladı. Çözümü bulmak ve bunu
uygulamak kendisine düşen en önemli görevdi.
Bankadan
içeri girdiğinde tüm pozitifliği üzerindeydi. Ne evrak isterlerse istesinler
kızmayacaktı. Müşteri temsilcisini beklerken telefonu çaldı. Ece’nin canlı sesi
ile daha da keyiflendi. “Selam canım, nasılsın?”
“Şu
an çok iyiyim. Sen nasılsın?”
“Ben
de iyiyim. Restoranda mısın?”
“Hayır,
bankadayım. Kredi için görüşeceğim. Yeni açacağım yer için kredi alacağım.”
“A
iyi. Benim kredim de onaylandı. Az önce aradı banka. Şarap fabrikası için artık
daha rahat hareket edebilirim.”
“Ben
de limiti çıkarttırayım, elim sıkışırsa kullanırım diyorum.” Toprak ödemelerin
vadelerini, maliyetleri ve geri dönüşleri hesaplamıştı. Onun da geliri
yeterliydi ama sorun çıktığı takdirde hazırlıklı olmalıydı. İnşaat işlerinin
görünmez kalemlerle dolu olduğunu söylemişti Murat.
“Ah
yatırımcı kafası. Ağabeylerim de öyle yapmam gerektiğini söylediler ama benim
alacaklarım makineler kazanlar olduğu için leasing aldım.” Toprak onun iş
konuşmasını sevse de o an başka şeyler konuşmak, onun sesinden başka şeyler duymak
istiyordu. “Hep paradan mı bahsedeceğiz? Sen nasılsın?”
“Seni
özledim. Artık gerisini sen düşün.”
“Böyle
şeyler söylersen ben şimdi görüşmeyi bırakır köye gelirim.”
“Sen
böyle şeyler söylersen ben de seni çokkkk özlediğimi söylerim. Fakat işlerini halletmeni
ve buraya sakin kafa ile gelmeni tercih ederim. Ben de işlerimi halledeyim.
Sonra konuşuruz yine. Akşama müsait misin? Restoranda mı olacaksın?”
“Evet.
Müsaitim ve restorandayım. Ararım seni.”
“Tamam
canım. Hadi kapatmam lazım artık. Görüşürüz.”
Toprak
gülümseyerek kapattı telefonu. Bir dakika kadar sonra da temsilcisi ile
görüşmesi başladı.
*****
Ece,
telefonu kapatır kapatmaz yeniden çaldı. Ekranda özel numara yazıyordu. Kim
olduğunu merak ederek açtı.
“Ece
Hanım, merhaba.” diyen sesi tanımıyordu. Boğuk sesin sahibinin kim olduğunu
merak ederek ‘merhaba’ dedi.
“Ben,
Tekin Çetinay.”
“Buyrun
Tekin bey,”
“Sizde
satılık taylar varmış. Onları görmek istiyorum. Ne zaman müsait olursunuz?”
“Şu
an satılık tayım yok.”
“Ah
ama teklifimi duymadınız. İyi bir rakam vereceğimden emin olabilirsiniz.
Taylarınızın methini çok duydum. Mutlaka görmek istiyorum.” Sesi fazla
yumuşaktı. Çok fazla yumuşak! Ece rahatsız olup bir an önce kapatmak istedi. “Tekin
Bey, ısrarcı olmanız hoş ama şu an onları satmayı ya da birilerine göstermeyi
düşünmüyorum.”
Telefondaki
ses sertleşmişti. “O zaman sizin anlayacağınız dilde konuşayım Ece Hanım. Son
aldığınız tayı istiyorum. Eğer benim fiyatımda anlaşamazsak benim yöntemimde
anlaşacağımızdan emin olun.”
“Ne
demek istiyorsunuz? Beni tehdit mi ediyorsunuz? O tayı kesinlikle satmayacağım.
Hem siz kim oluyorsunuz da benim olan bir şeyi böyle almaya kalkışıyorsunuz?”
“Kim
olduğumu öğreneceksiniz! Hem de kısa bir süre içinde... Çok çok kısa bir süre… Bu
kez ahır gibi küçük bir yangınla kurtulamazsın. O ahırı başına yıkacağım senin.
Taylarını satmadığına pişman edeceğim. Sen bağlarınla uğraşmadığına pişman
olana kadar da peşini bırakmayacağım. Seni en çok sevdiğin yerden vuracağım. Ne
hasta baban, ne de kilometrelerce uzaktaki ağabeylerin seni kurtaramaz. Şimdi
son kez soruyorum. O tayları bana satıyor musun?”
Ece
duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu. Son cümle ile yeniden kalbi atmaya, beyni
çalışmaya başlamıştı.
Kulağındaki
telefona net ve kararlı bir yanıt verdi.
“Hayır.”
*****
Adamın
sesindeki ton Ece’nin ürpermesine neden olmuştu. Biraz da korkuyordu ama bu
kadar tehdide pabuç bırakacak değildi. Artık emindi birileri tayını istediği
için yaşamıştı tüm olayları. Hastalanmaları, yangını hep bu yüzden çıkartmıştı
birileri… Şimdi de tehdit edilmişti. Tekin Çetinay… Bu ismi tanımıyor, bu
soyadında kimse ile tanıştığını sanmıyordu. Zaten ismin doğru olduğunu da
düşünmüyordu.
İlk
iş olarak İlkay’ı aradı. Yaptığı konuşmayı anlatıp neler yapacağını söyledi.
Evdeki tek büyük erkek, hasta babasıydı. Seyisleri ve onlarca işçisi vardı ama
kime güveneceğini bilmiyordu. Onlardan biri bu adama yardım etmişti. Bu kadar
basitti… En başta aklına gelen şüphelerin üstüne gitmek yerine elemanlarına güvenmeye
devam etmişti. Tüm hata kendisindeydi. Basite indirdiği olayın tüm ailesini ve
sevdiklerini tehdit eden bir hal alması tamamen kendi suçuydu.
Kendini
suçlayarak vakit kaybedemezdi. Koşar adımlarla eve döndü. Babasının tüfeğini
alıp mutfağa geldi. Elindeki tüfeğe alışkın olan annesinin tepkisiz kalmasından
yararlanıp konuyu soğukkanlılıkla anlattı. Bu kez kadının gözlerinde korku
vardı. Kardeşleri mutfakta ders çalışıyorlardı. İkisinin hararetli konuşmasına
kulak kabarttılar. Ne olduğunu tam anlamasalar da tay ve tehdit kelimelerini
duymuştu hepsi. Korku dolu gözlerle Ece’ye bakıyorlardı. Halime bulaşıkları
kuruluyordu. Aynı kelimeler ona da ulaşınca elindeki tabağı yere düşürdü.
“Tehdit
mi? Ece abla seni tehdit mi ediyorlar?”
“Önemli
değil. Sizler evde olun ve etrafı kolaçan edin. Tüm pencereler ve kepenkler
kapalı olsun. Ama yangın tehlikesine karşı da hazırlıklı olun. Ben ahırların
oraya gideceğim ama biraz uzakta duracağım. Telefonum titreşimde olacak. İlkay
gelene kadar yapabileceğimiz tek şey bu. Yanında birilerini getirecek. O gelene
kadar tetikte olacağız. Jandarmaya da haber vereceğiz ama direkt saldırı
olmadan telefon tehdidi ile bir şey yapılmaz. Anladınız değil mi?”
Hepsi
başını sallayınca biraz rahatlamıştı. Kardeşleri ve annesi hemen odaların
kepenklerini kapatmaya gitti. Ayşe abla bulduğu her kaba su dolduruyordu. Evi
ateşe vermeye kalkarlarsa bir miktar suyun hazır olmasını istemişti. En
tehlikeli yer babasının odasıydı. Orada oksijen tüpleri vardı. Onların
patlaması evin yıkılmasına bile neden olabilirdi. “Ayşe Abla, sen annem gelene
kadar babamın yanında kal. Büyük söndürücü sende dursun. Sonra yedek tüpleri
evden uzaklaştırın. Bir tüp kalsın sadece. Çok dikkatli olun. Ben gidiyorum.”
Ece
mutfak kapısından bahçeye çıktı. Tüfeği dışarıda kontrol etti. Fişekliği de
almıştı. Biraz daha rahatlamıştı artık. Arkasındaki ayak seslerini duyduğunda
korku ile döndü. Halime, yüzü bembeyaz olmuş şekilde koşturuyordu. Yanına
geldiğinde nefes nefese konuşmaya başladı. “Ece abla, ben galiba biliyorum
kimin yaptığını.”
“Kim?
Nerden biliyorsun?”
“Abla,
senin yardımcı seyisin var ya Recep, biz onunla...” yüzü kızarıp susunca Ece
aralarında bir şeyler olduğunu anladı. Halime rahat konuşsun diye teşvik etmeye
çalıştı. “E ne var bunda? Recep birşey mi biliyor? Görmüş mü duymuş mu?” Halime
bu soruları duyduğunda ağlamaya başladı. “Sen çok iyisin ama o bunu hak
etmiyor. O değil ben duydum. Geçen onunla buluşmaya biraz erken gittim.
Telefonda konuşuyordu. Birisine tayın artık satışının en kısa sürede
yapılacağını, aksi halde çalacağını söylüyordu.”
Ece,
şoke olmuş bir şekilde bakıyordu Halime’ye. “Recep mi? O mu? İnanamıyorum.”
Burnunun dibindeki haini asla tahmin edememişti. Küçük bir çocuğun hainlik
yapacağını düşünmemişti. Yanılgısı buydu, o küçük bir çocuk değildi!
“İnan
abla, doğru söylüyorum. Ben de istemezdim ama onu seviyorum diye sizlere ihanet
edemem. Keşke o zaman duyduğumda hemen sana anlatsaydım. Başka bir şey
olmayınca arkadaşına hava atmak için öyle konuşmuştur dedim. Ona böyle bir
hainliği konduramadım. Ama seni tehdit ettilerse onun da cezalanması lazım.”
“Halime,
sen Recep’e o konuşmayı duyduğuna dair bir şey söyledin mi?”
“Hayır,
bilmiyor duyduğumu.” Kızın üzgün yüzüne baktı Ece. Onu daha fazla üzüp
korkutmanın gereği yoktu. “Tamam, tatlım. Üzülme. Ben tedbiri alacağım. Recep
de hainliğinin cezasını çekecek. Hem jandarma üzecek onu hem de seni üzüp,
sensiz kalacağı için üzülecek.” Bunu söylese de içinden böyle insanların
duygularının sadece işlerini görünceye kadar olduğunu tahmin ediyordu. Recep evden
bilgi almak için Halime’ye yakınlaşmış olmalıydı. Yine de henüz on yedi yaşında
olan bir genç kızın duygularını yerle bir edemezdi. “Sen eve git ve dediklerimi
yap. Recep seni ararsa normal konuş olur mu? Sakın bir şey belli etme.”
“Merak
etme abla. Zaten ben onun niyetini anladım. Her buluştuğumuzda evdekileri sorup
duruyordu. Senin işini, paranı merak ediyor, bilmiyorum deyince de kızıyordu.
Onun aklında olan ben değil hainliği imiş. Gerekirse iyi rol yapacağım.
Anlamayacak. Ama sen de dikkatli ol. Hiçbirimizi üzecek bir şey yapma.”
“Ah
tatlım, sen ne kadar olgunsun biliyor musun? Üzmek istememiştim seni ama sen
zaten onun ne mal olduğunu anlamışsın. Hadi git artık. Ben de nöbete gideyim.”
Ece,
gizleneceği yere kadar sessiz ve gizlice yol aldı. Ahırları rahatlıkla göreceği
bir yere oturdu. Hem eve, hem ahırlara yakındı. Son öğrendiklerini İlkay’a
anlattı. Saat altı olmadan telefonu yine titreşti. Bu kez Toprak idi arayan.
Onunla konuşurken olayları anlatmak istemedi. Sonra kendisine anlatmadığı,
belki yine güvenmediği için kızacağını düşünüp biraz da basitleştirerek anlattı
her şeyi. Daha lafı bitmeden Toprak delirmiş gibi konuşmaya başladı. “Hemen eve
dönüyorsun. Ben de geleceğim ama dokuzu onu bulur gelmem. Lanet olsun çok
uzağım. O Recep denen pisliğe de haddini bildireceğim. Yaptıklarını ödeyecek.
Lütfen Ece hemen eve dön. İnat etme sakın.”
Toprak
aklını yitirmek üzereydi telefonun ucunda. Çoktan yerinden kalkmış. Cipin
anahtarını almış koşturmaya başlamıştı. Vakit kaybedemezdi.
Ece’nin
sesinde duyan herkesi donduracak bir sakinlik vardı. “Toprak, bunun inatla
ilgisi yok. Benim olan benimdir. Kimse ona zorla sahip olamaz. O tayın değerini
bilen birileri olduğu kesin. Bu da, satan çiftlikte çalışan ya da tayı orada
görmüş birisi olduğunu anlatıyor bana. Bunu bilirken ve açık bir tehdit
almışken işi şansa bırakamam. İlkay gelene kadar buradayım. Sen de korkma. Bana
bir şey olmaz. Hem jandarmayı da aradı İlkay. Onlar da biliyor tehdidi.”
Toprak onun söylediklerinin hiç birini
dinlemiyordu. İlkay, jandarma, veya bir tabur askerin orada olması önemli
değildi. Kendisi orada olmadığı sürece kimsenin Ece’yi koruyamayacağına
inanıyordu. Oysa o çok uzaktaydı! İçinde büyüyen korkuyu da üzüntüyü de
bastıramıyordu.
“Korkma dendiğinde korkulmasa iyi olurdu ama tam
tersi daha çok korkuluyor. Tatlım, aşkım, birtanem ne olursun söz dinle. Eve
dön.” Ece ortamın gerginliğine ve saçmalığına aldırmadan gülümsedi. “Kelimeler
çok güzel. Yine de benim dönmeyeceğimi biliyorsun.” Biliyordu. “Çok uzağım. Bir
daha bu kadar uzak olmak istemiyorum.”
“Ah Toprak tam da benim İzmir’e taşınmamla ilgili
konuşulacak zaman.” Onun aklını dağıtırsa baskı yapmaktan vazgeçer diye
umuyordu.
“Ben lokantayı açınca sana yaklaşmış olacağım.”
“Denizli ile köy arası da bir saat. Çok yakın
değil.”
“Buraya göre çok çok yakın ama.”
“Öyle.
Senin işin yok mu? Çalış hadi.”
“Beni
başından mı atıyorsun? Seninle konuştuğum sürece orada neler olduğu hakkında
bilgi sahibi olacağım. Kapatmıyorum. Ayrıca işin şu an senden önemli
olabileceğini nasıl düşünüyorsun? Yola çıktım bile.”
“Şimdi
kapatmam lazım, biri arıyor. Sonra konuşuruz yine.” Arayan İlkay idi. Yola
çıktığını haber veriyordu. Pasajdan üç kişiyi almıştı yanına. Jandarma ile de
yeniden konuşmuş bilgi vermişti.
Köy
yerinde herkesin birbirini tanıması böyle zamanlarda çok işe yarıyordu. Mehmet
Ali’yi de Ece aramış ve yardım istemişti. En kısa sürede gelen o oldu.
Yarım
saat kadar geçmişti ki Toprak yine aradı. Son bilgileri aldığında Mehmet
Ali’nin de yardıma geldiğini öğrenmiş ve canı sıkılmıştı. Bu adam, yaptıkları
ya da söyledikleri ile bir şekilde kıskanmasına neden oluyordu. Arkadaş
olduklarını biliyor ama Mehmet Ali’nin niyetini tam olarak çözemiyordu. Kendisi
bu kadar uzaktayken onun yanında olması, Mehmet Ali’yi kahraman yapıyordu. Hele
bir de kendisi gidene kadar bir şey olur da...
Hemen
düşünceleri kovdu kafasından. Hiçbir şey olmayacaktı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder