14 Kasım 2015 Cumartesi

YAKIŞIKLI 42. Bölüm

Toprak da misafirleri ile aynı zamanda ayrılmak zorunda kalmıştı. Lokantasının işleri ile ilgilenmeliydi. Yeni açacağı yerin hazırlıklarını yapmak yeni planları işleme koymak ve bu fikirleri diğerlerine de kabul ettirmek için iyi bir çalışma yapmalıydı. Aklındakileri uygulayabildiği zaman kısa sürede maliyetlerini karşılayacak bir yatırıma dönüşecekti tüm fikirler. 
 Asıl sorun bunlar değil, dedi kendi kendine. Asıl sorun bu fikirlerin ardındaki Ece idi. Beyni durmadan sorular sıralıyordu. Kendinden emin miydi? Aşkın yeterli olduğu bir ilişkinin içinde miydi? Ece ile bir ömür geçirmek istiyor muydu?
Daha soruları sıralarken yanıtlarını tüm kalbi ile veriyordu. Ece’siz bir hayat düşünemiyordu. Ondan uzaklaştığı an özlemeye başlıyor, hatta yanındayken kısa süre için bile kendisi ile konuşmadığında bu özlemi duyuyordu. Durumum iyi değil, dedi. Sonra da kendi haline gülmeye başladı. Çözümü bulmak ve bunu uygulamak kendisine düşen en önemli görevdi.

Bankadan içeri girdiğinde tüm pozitifliği üzerindeydi. Ne evrak isterlerse istesinler kızmayacaktı. Müşteri temsilcisini beklerken telefonu çaldı. Ece’nin canlı sesi ile daha da keyiflendi. “Selam canım, nasılsın?”
“Şu an çok iyiyim. Sen nasılsın?”
“Ben de iyiyim. Restoranda mısın?”
“Hayır, bankadayım. Kredi için görüşeceğim. Yeni açacağım yer için kredi alacağım.”
“A iyi. Benim kredim de onaylandı. Az önce aradı banka. Şarap fabrikası için artık daha rahat hareket edebilirim.”
“Ben de limiti çıkarttırayım, elim sıkışırsa kullanırım diyorum.” Toprak ödemelerin vadelerini, maliyetleri ve geri dönüşleri hesaplamıştı. Onun da geliri yeterliydi ama sorun çıktığı takdirde hazırlıklı olmalıydı. İnşaat işlerinin görünmez kalemlerle dolu olduğunu söylemişti Murat.  
“Ah yatırımcı kafası. Ağabeylerim de öyle yapmam gerektiğini söylediler ama benim alacaklarım makineler kazanlar olduğu için leasing aldım.” Toprak onun iş konuşmasını sevse de o an başka şeyler konuşmak, onun sesinden başka şeyler duymak istiyordu. “Hep paradan mı bahsedeceğiz? Sen nasılsın?”
“Seni özledim. Artık gerisini sen düşün.”
“Böyle şeyler söylersen ben şimdi görüşmeyi bırakır köye gelirim.”
“Sen böyle şeyler söylersen ben de seni çokkkk özlediğimi söylerim. Fakat işlerini halletmeni ve buraya sakin kafa ile gelmeni tercih ederim. Ben de işlerimi halledeyim. Sonra konuşuruz yine. Akşama müsait misin? Restoranda mı olacaksın?”
“Evet. Müsaitim ve restorandayım. Ararım seni.”
“Tamam canım. Hadi kapatmam lazım artık. Görüşürüz.”
Toprak gülümseyerek kapattı telefonu. Bir dakika kadar sonra da temsilcisi ile görüşmesi başladı.

*****

Ece, telefonu kapatır kapatmaz yeniden çaldı. Ekranda özel numara yazıyordu. Kim olduğunu merak ederek açtı.
“Ece Hanım, merhaba.” diyen sesi tanımıyordu. Boğuk sesin sahibinin kim olduğunu merak ederek ‘merhaba’ dedi.
“Ben, Tekin Çetinay.”
“Buyrun Tekin bey,”
“Sizde satılık taylar varmış. Onları görmek istiyorum. Ne zaman müsait olursunuz?”
“Şu an satılık tayım yok.”
“Ah ama teklifimi duymadınız. İyi bir rakam vereceğimden emin olabilirsiniz. Taylarınızın methini çok duydum. Mutlaka görmek istiyorum.” Sesi fazla yumuşaktı. Çok fazla yumuşak! Ece rahatsız olup bir an önce kapatmak istedi. “Tekin Bey, ısrarcı olmanız hoş ama şu an onları satmayı ya da birilerine göstermeyi düşünmüyorum.”
Telefondaki ses sertleşmişti. “O zaman sizin anlayacağınız dilde konuşayım Ece Hanım. Son aldığınız tayı istiyorum. Eğer benim fiyatımda anlaşamazsak benim yöntemimde anlaşacağımızdan emin olun.”
“Ne demek istiyorsunuz? Beni tehdit mi ediyorsunuz? O tayı kesinlikle satmayacağım. Hem siz kim oluyorsunuz da benim olan bir şeyi böyle almaya kalkışıyorsunuz?”
“Kim olduğumu öğreneceksiniz! Hem de kısa bir süre içinde... Çok çok kısa bir süre… Bu kez ahır gibi küçük bir yangınla kurtulamazsın. O ahırı başına yıkacağım senin. Taylarını satmadığına pişman edeceğim. Sen bağlarınla uğraşmadığına pişman olana kadar da peşini bırakmayacağım. Seni en çok sevdiğin yerden vuracağım. Ne hasta baban, ne de kilometrelerce uzaktaki ağabeylerin seni kurtaramaz. Şimdi son kez soruyorum. O tayları bana satıyor musun?”
Ece duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu. Son cümle ile yeniden kalbi atmaya, beyni çalışmaya başlamıştı.
Kulağındaki telefona net ve kararlı bir yanıt verdi.
“Hayır.”


*****

Adamın sesindeki ton Ece’nin ürpermesine neden olmuştu. Biraz da korkuyordu ama bu kadar tehdide pabuç bırakacak değildi. Artık emindi birileri tayını istediği için yaşamıştı tüm olayları. Hastalanmaları, yangını hep bu yüzden çıkartmıştı birileri… Şimdi de tehdit edilmişti. Tekin Çetinay… Bu ismi tanımıyor, bu soyadında kimse ile tanıştığını sanmıyordu. Zaten ismin doğru olduğunu da düşünmüyordu.
İlk iş olarak İlkay’ı aradı. Yaptığı konuşmayı anlatıp neler yapacağını söyledi. Evdeki tek büyük erkek, hasta babasıydı. Seyisleri ve onlarca işçisi vardı ama kime güveneceğini bilmiyordu. Onlardan biri bu adama yardım etmişti. Bu kadar basitti… En başta aklına gelen şüphelerin üstüne gitmek yerine elemanlarına güvenmeye devam etmişti. Tüm hata kendisindeydi. Basite indirdiği olayın tüm ailesini ve sevdiklerini tehdit eden bir hal alması tamamen kendi suçuydu.
Kendini suçlayarak vakit kaybedemezdi. Koşar adımlarla eve döndü. Babasının tüfeğini alıp mutfağa geldi. Elindeki tüfeğe alışkın olan annesinin tepkisiz kalmasından yararlanıp konuyu soğukkanlılıkla anlattı. Bu kez kadının gözlerinde korku vardı. Kardeşleri mutfakta ders çalışıyorlardı. İkisinin hararetli konuşmasına kulak kabarttılar. Ne olduğunu tam anlamasalar da tay ve tehdit kelimelerini duymuştu hepsi. Korku dolu gözlerle Ece’ye bakıyorlardı. Halime bulaşıkları kuruluyordu. Aynı kelimeler ona da ulaşınca elindeki tabağı yere düşürdü.
“Tehdit mi? Ece abla seni tehdit mi ediyorlar?”
“Önemli değil. Sizler evde olun ve etrafı kolaçan edin. Tüm pencereler ve kepenkler kapalı olsun. Ama yangın tehlikesine karşı da hazırlıklı olun. Ben ahırların oraya gideceğim ama biraz uzakta duracağım. Telefonum titreşimde olacak. İlkay gelene kadar yapabileceğimiz tek şey bu. Yanında birilerini getirecek. O gelene kadar tetikte olacağız. Jandarmaya da haber vereceğiz ama direkt saldırı olmadan telefon tehdidi ile bir şey yapılmaz. Anladınız değil mi?”
Hepsi başını sallayınca biraz rahatlamıştı. Kardeşleri ve annesi hemen odaların kepenklerini kapatmaya gitti. Ayşe abla bulduğu her kaba su dolduruyordu. Evi ateşe vermeye kalkarlarsa bir miktar suyun hazır olmasını istemişti. En tehlikeli yer babasının odasıydı. Orada oksijen tüpleri vardı. Onların patlaması evin yıkılmasına bile neden olabilirdi. “Ayşe Abla, sen annem gelene kadar babamın yanında kal. Büyük söndürücü sende dursun. Sonra yedek tüpleri evden uzaklaştırın. Bir tüp kalsın sadece. Çok dikkatli olun. Ben gidiyorum.”
Ece mutfak kapısından bahçeye çıktı. Tüfeği dışarıda kontrol etti. Fişekliği de almıştı. Biraz daha rahatlamıştı artık. Arkasındaki ayak seslerini duyduğunda korku ile döndü. Halime, yüzü bembeyaz olmuş şekilde koşturuyordu. Yanına geldiğinde nefes nefese konuşmaya başladı. “Ece abla, ben galiba biliyorum kimin yaptığını.”
“Kim? Nerden biliyorsun?”
“Abla, senin yardımcı seyisin var ya Recep, biz onunla...” yüzü kızarıp susunca Ece aralarında bir şeyler olduğunu anladı. Halime rahat konuşsun diye teşvik etmeye çalıştı. “E ne var bunda? Recep birşey mi biliyor? Görmüş mü duymuş mu?” Halime bu soruları duyduğunda ağlamaya başladı. “Sen çok iyisin ama o bunu hak etmiyor. O değil ben duydum. Geçen onunla buluşmaya biraz erken gittim. Telefonda konuşuyordu. Birisine tayın artık satışının en kısa sürede yapılacağını, aksi halde çalacağını söylüyordu.”
Ece, şoke olmuş bir şekilde bakıyordu Halime’ye. “Recep mi? O mu? İnanamıyorum.” Burnunun dibindeki haini asla tahmin edememişti. Küçük bir çocuğun hainlik yapacağını düşünmemişti. Yanılgısı buydu, o küçük bir çocuk değildi!
“İnan abla, doğru söylüyorum. Ben de istemezdim ama onu seviyorum diye sizlere ihanet edemem. Keşke o zaman duyduğumda hemen sana anlatsaydım. Başka bir şey olmayınca arkadaşına hava atmak için öyle konuşmuştur dedim. Ona böyle bir hainliği konduramadım. Ama seni tehdit ettilerse onun da cezalanması lazım.”
“Halime, sen Recep’e o konuşmayı duyduğuna dair bir şey söyledin mi?”
“Hayır, bilmiyor duyduğumu.” Kızın üzgün yüzüne baktı Ece. Onu daha fazla üzüp korkutmanın gereği yoktu. “Tamam, tatlım. Üzülme. Ben tedbiri alacağım. Recep de hainliğinin cezasını çekecek. Hem jandarma üzecek onu hem de seni üzüp, sensiz kalacağı için üzülecek.” Bunu söylese de içinden böyle insanların duygularının sadece işlerini görünceye kadar olduğunu tahmin ediyordu. Recep evden bilgi almak için Halime’ye yakınlaşmış olmalıydı. Yine de henüz on yedi yaşında olan bir genç kızın duygularını yerle bir edemezdi. “Sen eve git ve dediklerimi yap. Recep seni ararsa normal konuş olur mu? Sakın bir şey belli etme.”
“Merak etme abla. Zaten ben onun niyetini anladım. Her buluştuğumuzda evdekileri sorup duruyordu. Senin işini, paranı merak ediyor, bilmiyorum deyince de kızıyordu. Onun aklında olan ben değil hainliği imiş. Gerekirse iyi rol yapacağım. Anlamayacak. Ama sen de dikkatli ol. Hiçbirimizi üzecek bir şey yapma.”
“Ah tatlım, sen ne kadar olgunsun biliyor musun? Üzmek istememiştim seni ama sen zaten onun ne mal olduğunu anlamışsın. Hadi git artık. Ben de nöbete gideyim.”
Ece, gizleneceği yere kadar sessiz ve gizlice yol aldı. Ahırları rahatlıkla göreceği bir yere oturdu. Hem eve, hem ahırlara yakındı. Son öğrendiklerini İlkay’a anlattı. Saat altı olmadan telefonu yine titreşti. Bu kez Toprak idi arayan. Onunla konuşurken olayları anlatmak istemedi. Sonra kendisine anlatmadığı, belki yine güvenmediği için kızacağını düşünüp biraz da basitleştirerek anlattı her şeyi. Daha lafı bitmeden Toprak delirmiş gibi konuşmaya başladı. “Hemen eve dönüyorsun. Ben de geleceğim ama dokuzu onu bulur gelmem. Lanet olsun çok uzağım. O Recep denen pisliğe de haddini bildireceğim. Yaptıklarını ödeyecek. Lütfen Ece hemen eve dön. İnat etme sakın.”
Toprak aklını yitirmek üzereydi telefonun ucunda. Çoktan yerinden kalkmış. Cipin anahtarını almış koşturmaya başlamıştı. Vakit kaybedemezdi.  
Ece’nin sesinde duyan herkesi donduracak bir sakinlik vardı. “Toprak, bunun inatla ilgisi yok. Benim olan benimdir. Kimse ona zorla sahip olamaz. O tayın değerini bilen birileri olduğu kesin. Bu da, satan çiftlikte çalışan ya da tayı orada görmüş birisi olduğunu anlatıyor bana. Bunu bilirken ve açık bir tehdit almışken işi şansa bırakamam. İlkay gelene kadar buradayım. Sen de korkma. Bana bir şey olmaz. Hem jandarmayı da aradı İlkay. Onlar da biliyor tehdidi.”
Toprak onun söylediklerinin hiç birini dinlemiyordu. İlkay, jandarma, veya bir tabur askerin orada olması önemli değildi. Kendisi orada olmadığı sürece kimsenin Ece’yi koruyamayacağına inanıyordu. Oysa o çok uzaktaydı! İçinde büyüyen korkuyu da üzüntüyü de bastıramıyordu.
“Korkma dendiğinde korkulmasa iyi olurdu ama tam tersi daha çok korkuluyor. Tatlım, aşkım, birtanem ne olursun söz dinle. Eve dön.” Ece ortamın gerginliğine ve saçmalığına aldırmadan gülümsedi. “Kelimeler çok güzel. Yine de benim dönmeyeceğimi biliyorsun.” Biliyordu. “Çok uzağım. Bir daha bu kadar uzak olmak istemiyorum.”
“Ah Toprak tam da benim İzmir’e taşınmamla ilgili konuşulacak zaman.” Onun aklını dağıtırsa baskı yapmaktan vazgeçer diye umuyordu.
“Ben lokantayı açınca sana yaklaşmış olacağım.”
“Denizli ile köy arası da bir saat. Çok yakın değil.”
“Buraya göre çok çok yakın ama.”
“Öyle. Senin işin yok mu? Çalış hadi.”
“Beni başından mı atıyorsun? Seninle konuştuğum sürece orada neler olduğu hakkında bilgi sahibi olacağım. Kapatmıyorum. Ayrıca işin şu an senden önemli olabileceğini nasıl düşünüyorsun? Yola çıktım bile.”
“Şimdi kapatmam lazım, biri arıyor. Sonra konuşuruz yine.” Arayan İlkay idi. Yola çıktığını haber veriyordu. Pasajdan üç kişiyi almıştı yanına. Jandarma ile de yeniden konuşmuş bilgi vermişti.
Köy yerinde herkesin birbirini tanıması böyle zamanlarda çok işe yarıyordu. Mehmet Ali’yi de Ece aramış ve yardım istemişti. En kısa sürede gelen o oldu.
Yarım saat kadar geçmişti ki Toprak yine aradı. Son bilgileri aldığında Mehmet Ali’nin de yardıma geldiğini öğrenmiş ve canı sıkılmıştı. Bu adam, yaptıkları ya da söyledikleri ile bir şekilde kıskanmasına neden oluyordu. Arkadaş olduklarını biliyor ama Mehmet Ali’nin niyetini tam olarak çözemiyordu. Kendisi bu kadar uzaktayken onun yanında olması, Mehmet Ali’yi kahraman yapıyordu. Hele bir de kendisi gidene kadar bir şey olur da...

Hemen düşünceleri kovdu kafasından. Hiçbir şey olmayacaktı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder