12 Kasım 2015 Perşembe

YAKIŞIKLI 40. Bölüm

Köyün dışına çıkmış, asfalt yollarda daha da süratlenmişti. Ne yaparsa yapsın sakinleşemiyordu. Araba kullanmak sinirlerini yatıştırmaya yaramamıştı. Neredeyse beyni fokurdayacaktı. Kendisini nasıl suçlardı? Şeytan, geri dön ve sarsa sarsa derdini anlat diyordu ama gururu engel oluyordu. En iyisi sakinleşene kadar uzak durmaktı. Nasılsa yanıldığını anlayacaktı Ece!
İşte o gün sıra kendisine gelecekti…

Ece, şaraphanenin önündeki basamaklardan kalkarken hırsla kendini döver gibi üstündeki tozları silkeleyip söyleniyordu.
“Lanet olsun Ece, inatla adamı dinlemedin. Suçladın durdun! O da çekti gitti işte.”

*****

Öğleden sonra Ece sigortacılarla bağları ve şaraphaneyi geziyordu. Ölçümler ve bilgiler not ediliyordu. İyi bir teklif vereceklerini söylüyordu sigortacı. Ece, yatırımının güvence altına alınması ile rahatlayacağını biliyordu. Paket oldukça genişti. Kendisi kasıtlı bir şey yapmadığı sürece neredeyse tüm riskler karşılanıyordu. Yüzünde o gün ilk kez bir gülümsemenin izi görülmüştü.
“Ece hanım, bağlarınız oldukça büyük. Başka tarlanız var mı? Ya da evinizin sigortası var mı?”
“Evin sigortası var. Yıllardır yapılıyor. Olmayan atlarımın sigortası. Onları da sigortalasanız çok iyi olur.”
“Tamam, onları da sigortalarız ama ben anlamam. Başka bir arkadaşımın pazartesi gelmesini sağlarım.”
“Siz ciddi misiniz? Eskiden yoktu böyle bir poliçe!” Bunu duyunca şaşırmıştı. Yeni ürünleri takip etmek gerekiyordu ama nedense böyle şeyleri hep sonraya bırakırdı insanlar.
Sigortacı, yeni bir ürün satılacak olmasının verdiği şevkle anlatmaya başladı. “Evet, yeni başlayan bir uygulama. Yarış atlarını sigortalıyoruz. Sürprim ile ek teminatlarla poliçenizi genişletebiliyorsunuz.”
“Sürprim ne?”
“Yani özel teminatlar için ek bir ücret ödüyorsunuz. Ama bu rakamlar biraz yüksek olabiliyor.”
“Atlarım sigortalanacaksa sorun değil. Bunları da taksitlendirebiliyor muyum?”
“Elbette. Merak etmeyin her türlü sorunuzu pazartesi arkadaşım yanıtlayacaktır.”
Ece, sigortacılarla biraz daha bağları gezdikten sonra onları öğle yemeği için eve davet etti. İkisini de pazartesi gelecek olan arkadaşları hakkında konuşmamaları için uyardı. Atlarının sigortalanacak olmasını kimsenin bilmesini istemiyordu. Onların başına gelen olayların artmasından korkuyordu.
Babası da yemeğe katılmış aklındaki bazı soruları iletmiş yanıtları alınca rahatlamıştı. Masada herkes birbiri ile konuşuyor ama kimse Ece’nin sessizliğini fark etmiyordu. Yemek bittiğinde iki sigortacı kahve teklifini de kabul etti, bir yandan da yanlarındaki bilgisayarlarından tahmini rakamları çıkartıyordu. Ece rakamları duyduğunda teminatların karşılığında çok da fazla tutmadığını görüp sevindi.
Sigortacılar gittiğinde Ece de işleri olduğunu söyleyip kalktı yerinden. Annesinin güllerinin kokusu bahçeyi sarmıştı, fakat o farkına bile varmıyordu. Tüm sıkıntısı üstüne çöreklenmişti.
Toprak aramamıştı!
Ece de aramıyordu. İzmir’e sağ sağlim gittiğini öğrenmek istiyor ama açıp sormuyordu. Hâlâ düşünceleri sıraya girmemişti. Hâlâ düşünceleri netleşmemişti. Hâlâ ikilemlerini yaşıyordu. Ve hâlâ onu seviyordu.
Bahçe yolu bittiğinde çalan telefon ile ümitlendi. Ekranda Didem’in adını görünce yüzü asıldı. Tatsız bir sesle açtığını bilse de değiştiremedi tonunu “Nasılsın canım?”
“Ben iyiyim, sen nasılsın? Düşmüşsün ve Toprak ile kavga etmişsin. Neler oluyor? Başını kötü mü çarptın? Neden adamla kavga edip tekmeledin?”
“Tekmelemedim!”
“Mecazi anlamda demiştim.”
“Toprak mı aradı seni?” Umut dolmuştu içine. Belki bir bağ arıyordu aralarını düzeltmek için! Didem tüm hayallerini söndürdü. “Hayır, Murat söyledi. Çok üzgünmüş. Neler dedin adama? Bir şey anlatmıyormuş. Sadece atıştık ve beni kovdu diyormuş. Ayrıldınız mı yoksa? Bak başını çarptığın için adama ters davranıyorsan hemen vazgeç.”
“Ayrıldık mı bilmiyorum Didem. Onu kırdım mı, yoksa haklı mıyım? Bunu bile bilmiyorum. Kafam gerçekten çok karışık! Elbette düştüğüm için değil. İşim çok, sakin düşünemiyorum. O suçlu mu bilmiyorum. Bağlantısı var mı anlamıyorum. Anlayacağın her an aklım karışıyor. Eğer o doğru söylüyorsa ben o zaman ne yapacağım bunu hiç bilmiyorum.”
“Ne suçu? Ne bağlantısı? Nereye bağlıymış?”
“Çok uzun hikaye. Neyin ne olduğunu ben bile bilmezken sana nasıl anlatırım onu da bilmiyorum.”
“E o zaman çocuğu niye küstürdün? Çok kötüymüş hali. Ara da konuş bari.”
“Ne konuşacağım? Arayamam. Çünkü emin değilim. Eğer neyin ne olduğunu anlarsam arar özür dilerim, fakat aklımda soru işaretleri varken olmaz.”
“İnat etmesen olmaz mı? Belli ki her ne olmuşsa sen de emin değilsin. Bu durumda neden uzatıyorsun?”
“Didem, kafam karışık dedim ya. Şimdi arasam soru işaretlerim bitecek mi? Kafam yine karışık kalacak. Bir tarafım inanmayacak, şüphelerim devam edecek. En iyisi zamana bırakmak.”
Didem bu konuşmanın bir yere gitmediğini fark edip konuyu değiştirmek için Murat ile annesinin köye pazar akşamı geleceğini söyledi. Ece arkadaşını da davet etti. Belki yüz yüze konuşmak kafasındakileri netleştirirdi.
“Olur canım, onlar davet etmedi ama ben kendimi davet ettiririm.”
“Seni ben davet ettim. Onlarla gelmen gerekmez. Sen bana gel, hatta cumartesiden gel.”
“İşim var canım, isterdim ama gerçekten işim var. Hem sen bir gör annesini, bakalım nasıl biri.”
“Tamam sana rapor veririm.”
“Anlaştık. Ece… İyi düşün ve ara bence.”
“Düşünürüm… Kendine iyi bak canım…” diyerek konuyu ve telefonu kapattı. Ama o kadar kolay değildi düşünmek ve karar vermek. Hep kötü şeyler vardı aklında. İyi niyetini kabul etmeye yakın olduğu her an aklına, düştüğü günkü konuşmalar geliyordu.



*****

Toprak İzmir’e döndüğünden beri gülmemişti. Evet yalan söylemişti ama kötü bir niyeti yoktu. Ece bunu nasıl anlamazdı? Nasıl inanmazdı kendisine? Annesinin korkularının yönlendirdiği konuşmada kendi söylediklerini düşündüğünde Ece’nin yanlış anlamasını normal karşılıyordu. Ama kendisini açıklamasına izin vermemesi ve güvenmemesi… İşte buna tahammül edemiyordu. Şu ara görmek istediği tek ve en son kişinin Ece olması da kendi içindeki çelişkiydi. Özlemişti ama kızgındı. Aşk ve nefret kardeştir diyenlerin haklı olduğunu biliyordu artık. Sanki affedemeyecekmiş gibi nefret ediyorken, aklında olan sadece güzel anlar oluyordu. İnsanın kalbi ile beyni arasında nasıl bu kadar büyük çelişkiler olabiliyordu?
Soruların yanıtları olmayınca çözüm kaçmaktı… İyi ama nereye? Biraz temiz havaya ihtiyacı vardı. Kat müdürüne dolaşacağını söyleyip lokantadan çıktı. Deniz kenarında yürümeye başladı. Yarım saat kadar sonra ablasının evine yaklaştığını anlayıp telefon açtı. Yeğeni ile vakit geçirmenin iyi geleceğini biliyordu. Neyse ki Serap evdeydi. On dakika sonra kapısında kucağında yeğeni ile karşılamıştı ablası.
“Berbat gözüküyorsun, geç içeri de anlat.”
“Sen de berbatsın demeyi çok isterdim ama bu canavar bile senin bakımlı halini yok edememiş. Yoksa bir yere mi gidecektin? Ne bu, iki dirhem bir çekirdeksin?”
“Eve yeni geldik. Biraz alışveriş yaptım. Bu çocuk her gün büyüyor ve evdeki dünya kadar kıyafet uymuyor. Ona iki üç parça bir şey aldım. Havalar iyice ısınsın tüm tulumlarının paçalarını kesip yazlık yapacağım. Ne bu ya batıracak bizi.”
“Borç vereyim mi sana?”
“Duyduğum kadarıyla sana borç lazımmış. Lokanta bakıyormuşsun Denizli’de.”
“Bakıyordum. Artık bakmıyorum.” Salona geçip koltuğa kendini atmıştı. Yeğeni Can da onunla birlikteydi. Serap karşısındaki koltuğa oturup “E anlat bakalım. Suratını bu hale sokan kim?”dedi. Toprak gerçekten nasıl gözüktüğünü merak etmeye başlamıştı. O aynaya baktığında aynı yüzü görüyordu.“Nesi var suratımın?” Serap kardeşini tanıyordu. Diğer ablaları ile yaş farkı daha fazla olduğu için ikisi daima çok yakın olmuştu. Kardeşinin yüzüne bakıp bu kez dalga geçmeden konuştu. “Nesi yok diye bakalım! Renk yok, neşe yok, keyif yok, aşık adam yok”
“Aşık adam var. O aşkı anlayan yok. Beni deli ediyor Ece.”
“Neden? Senin gerçek yüzünü mü gördü? Korktu mu? Kaçtı mı?”
Toprak afallamıştı. Ona yalan söylediğini kimse bilmezken ablası nasıl biliyordu? Yoksa Ece ile konuşmuş muydu? “Benim gerçek yüzüm mü? Sen ne biliyorsun ki?”
Bu kez Serap şaşırdı. “Bilmediğim bir yüzün mü var gerçekten? Neler oldu anlatsana.”
“Saçma sapan bir şey yüzünden bana küstü. Yalan söylediğim için kızgın.”
“Yalan söylersen kızar tabii. Ne yalanıydı o?”
“Ece at yetiştiriyor ve yarıştırıyor. Sanırım biliyorsun. İşte ben de ona at binmeyi bildiğimi söylemedim. Bana öğretsin, benimle konuşsun, benle vakit geçirsin istedim. Ama bu hafta gösterdiğimden daha iyi bir binici olduğumu anladı ve kıyamet koptu.”
“Söyleseydin neden öyle davrandığını. Niye anlatmadın?”
“Çünkü inatçı keçi beni bir an bile dinlemedi. Söylemeye çalıştıkça susturdu. Yalan söylemişim, dinleyip de ne yapacakmış?” Toprak yeğenini kucağında hoplatırken aklını biraz dağıtmıştı. Serap da onun oğlu ile oynamasını izleyip sessiz kaldı. Daha fazla dayanamayıp “Ne yapacaksın peki?” diye sordu. Aldığı yanıt “Bilmiyorum” oldu.
“Ne yani böyle bırakacak mısın? Hani aşıktın?”
“Ayrılacağım demedim, ne yapacağımı bilmiyorum dedim.” Sesi son derece umutsuzdu. Can yüzünü okşayıp parmaklarını ağzına sokmaya çalıştıkça gülümsüyordu ama gözleri gülmüyordu.
Serap,“Ah iyi bari. Bunca sene sonra yine mi ayrılacaksınız diye korkmuştum.” Dediğinde Toprak ondan yardım istemeye karar verdi. “Bana akıl ver. Ne yapmam lazım?”
“Özür dile.”

*****

Uykusuz ve sıkıntılı geçen günlerden sonra yengenin telefonu ile yolunu değiştirdi. Misafirleri vardı ve onlar tanışmak istiyordu. Ece, Murat’ın annesini görmek istediği için bu daveti kabul etti. Didem ondan haber bekliyordu. Hem zaten sonra kendi evlerini de gezdirecekti.  
Çift kabini evin önündeki yabancı arabanın yanına park edip eve doğru yürüdü. Kapı açıktı. “Yenge, ben geldim.” Yenge odadan seslendi. “Gel güzel kızım, gel burada seni görmek isteyen biri var.”
Ece, içeri girdiğinde Murat ve annesini bekliyordu ama karşısında Toprak vardı. “Yenge sen de mi uydun buna?” derken yenge çoktan kapıya yürümüştü. “Ben daha fazla karışmıyorum, ne haliniz varsa görün.”
Toprak, ayaktaydı. Ece bir adım kadar yaklaştı ve aralarındaki mesafeyi kapatmayacağını belli eden bir tavırla ayakta durdu. Toprak onun karşısında tüm heybetiyle dururken dik başlılık etmek biraz komikti ama gülecek durumda da değildi. Toprak konuşmaya başlamadığı için Ece ters bir tonla konuştu. “Yengemi neden alet ediyorsun yalanlarına?”
“Ece, tamamen iyi niyetle söylenmiş bir yalandı. Çok özür dilerim. Lütfen affet.”
Sesi, duruşu ve bakışları özrün içten olduğunun ispatı gibiydi. Ya iyi bir oyuncuydu ya da gerçek bir pişman! Ece kısa bir an baktı. Kaşlarını kaldırdı. Başındaki yazmanın uçlarını çekti. Toprak bu hareketin inatla davranacağı zaman yaptığı bir hareket olduğunu biliyordu. Yine inat edecekti. Özür dilemişti. Son derece içtendi. Daha ne yapması gerekiyordu? Umutla bakıyordu o üzüm gözlere. Açık yeşildi gözleri. Bu iyiydi. Çok kızgınken koyu yeşil oluyordu.
Ece onun yüzüne yeniden baktı. Kısık bir sesle “Özrünü kabul ediyorum.” dedi.
Toprak bu kadar kolay affedileceğini düşünmediği için aptal aptal bakıyordu. Ece gülümseyince onun da yüzünde gülümseme oluştu. Sonra aralarındaki mesafeyi bir adımda kapatıp kollarına aldı. Yengenin gelebileceği ihtimalini düşünmeden öpmeye başladı. Ece de kollarını boynuna dolamış yanıt veriyordu ona. “Hiç bu kadar çabuk affedileceğimi düşünmedim. İnadın tutacak, beni süründüreceksin sandım.”
“İsterdim ama o kadar dayanacak gücüm henüz yoktu. Hem biraz düşününce seni başıma bela edecek birisinin amcanın ölümü ile denk düşecek bir plan yapması mümkün gözükmedi. Amcan ölmeseydi senin köye geleceğin yoktu.”
“Bunu ne zaman düşündün? Neden hemen beni aramadın?”
“Aramadım çünkü bunu yengemin telefonundan sonra akıl edebildim. Amcanın cenazesini anımsayınca senin yalanını açıklarken doğru söylediğini anladım.” Arada lafı sokmuştu yine. Toprak bu kadarla kurtulduğu için mutluydu. O laf sokmalara asla tepki vermeyecekti. “Ah desene yengeme çok şey borçluyum.”
“Evet, seni affetmemi ona borçlusun. Tabii bir de özür dilemene. O gün özür dileyeceğine mazeretler sıralamaya çalışıyordun.”
“Çünkü benim art niyetim yoktu. Söylediğimden başka bir amacım yoktu ve sen bunlara inanmayınca bozuldum. Bana güvenmediğin için kızdım. Özür dilemek aklıma bile gelmedi.”
“Şimdi nasıl akıl ettin?”
“Serap’tan yardım aldım. Ona ne yapmam gerektiğini sordum o da bana özür dile dedi.”
“Ah yani özür dilemek senin fikrin değil öyle mi?” Kollarından sıyrılmaya çalışıyordu. Aslında amaç kızdırmaktı ama Toprak korkmuştu. Sıkıca tutup “Bak şimdi, dürüst davranıyorum diye yine mi kızacaksın bana? Senden tüm kalbimle özür diledim. Yanlış anlamana neden olduğum ve üzdüğüm için özür diledim. Ben akıl edebilseydim o gün de dilerdim ama kadınların bazı olaylarda nasıl davranacağını bizlerin bilmesi mümkün olmuyor. Serap bu konuda yardımcı oldu sadece. Kızma ne olursun.”

“Kızmıyorum…Kızamıyorum. Ben de sana daha çok güvenmeliydim. Ben de özür dilerim.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder