Köyün dışına
çıkmış, asfalt yollarda daha da süratlenmişti. Ne yaparsa yapsın
sakinleşemiyordu. Araba kullanmak sinirlerini yatıştırmaya yaramamıştı. Neredeyse
beyni fokurdayacaktı. Kendisini nasıl suçlardı? Şeytan, geri dön ve sarsa sarsa
derdini anlat diyordu ama gururu engel oluyordu. En iyisi sakinleşene kadar
uzak durmaktı. Nasılsa yanıldığını anlayacaktı Ece!
İşte o gün
sıra kendisine gelecekti…
Ece,
şaraphanenin önündeki basamaklardan kalkarken hırsla kendini döver gibi
üstündeki tozları silkeleyip söyleniyordu.
“Lanet olsun
Ece, inatla adamı dinlemedin. Suçladın durdun! O da çekti gitti işte.”
*****
Öğleden
sonra Ece sigortacılarla bağları ve şaraphaneyi
geziyordu. Ölçümler ve bilgiler not ediliyordu. İyi bir teklif vereceklerini
söylüyordu sigortacı. Ece, yatırımının güvence altına alınması ile
rahatlayacağını biliyordu. Paket oldukça genişti. Kendisi kasıtlı bir şey
yapmadığı sürece neredeyse tüm riskler karşılanıyordu. Yüzünde o gün ilk kez
bir gülümsemenin izi görülmüştü.
“Evin
sigortası var. Yıllardır yapılıyor. Olmayan atlarımın sigortası. Onları da
sigortalasanız çok iyi olur.”
“Tamam,
onları da sigortalarız ama ben anlamam. Başka bir arkadaşımın pazartesi gelmesini
sağlarım.”
“Siz
ciddi misiniz? Eskiden yoktu böyle bir poliçe!” Bunu duyunca şaşırmıştı. Yeni
ürünleri takip etmek gerekiyordu ama nedense böyle şeyleri hep sonraya
bırakırdı insanlar.
Sigortacı,
yeni bir ürün satılacak olmasının verdiği şevkle anlatmaya başladı. “Evet, yeni
başlayan bir uygulama. Yarış atlarını sigortalıyoruz. Sürprim ile ek
teminatlarla poliçenizi genişletebiliyorsunuz.”
“Sürprim
ne?”
“Yani
özel teminatlar için ek bir ücret ödüyorsunuz. Ama bu rakamlar biraz yüksek
olabiliyor.”
“Atlarım
sigortalanacaksa sorun değil. Bunları da taksitlendirebiliyor muyum?”
“Elbette.
Merak etmeyin her türlü sorunuzu pazartesi arkadaşım yanıtlayacaktır.”
Ece,
sigortacılarla biraz daha bağları gezdikten sonra onları öğle yemeği için eve
davet etti. İkisini de pazartesi gelecek olan arkadaşları hakkında
konuşmamaları için uyardı. Atlarının sigortalanacak olmasını kimsenin bilmesini
istemiyordu. Onların başına gelen olayların artmasından korkuyordu.
Babası
da yemeğe katılmış aklındaki bazı soruları iletmiş yanıtları alınca
rahatlamıştı. Masada herkes birbiri ile konuşuyor ama kimse Ece’nin
sessizliğini fark etmiyordu. Yemek bittiğinde iki sigortacı kahve teklifini de
kabul etti, bir yandan da yanlarındaki bilgisayarlarından tahmini rakamları
çıkartıyordu. Ece rakamları duyduğunda teminatların karşılığında çok da fazla
tutmadığını görüp sevindi.
Sigortacılar
gittiğinde Ece de işleri olduğunu söyleyip kalktı yerinden. Annesinin
güllerinin kokusu bahçeyi sarmıştı, fakat o farkına bile varmıyordu. Tüm
sıkıntısı üstüne çöreklenmişti.
Toprak
aramamıştı!
Ece
de aramıyordu. İzmir’e sağ sağlim gittiğini öğrenmek istiyor ama açıp
sormuyordu. Hâlâ düşünceleri sıraya girmemişti. Hâlâ düşünceleri netleşmemişti.
Hâlâ ikilemlerini yaşıyordu. Ve hâlâ onu seviyordu.
Bahçe
yolu bittiğinde çalan telefon ile ümitlendi. Ekranda Didem’in adını görünce
yüzü asıldı. Tatsız bir sesle açtığını bilse de değiştiremedi tonunu “Nasılsın
canım?”
“Ben
iyiyim, sen nasılsın? Düşmüşsün ve Toprak ile kavga etmişsin. Neler oluyor?
Başını kötü mü çarptın? Neden adamla kavga edip tekmeledin?”
“Tekmelemedim!”
“Mecazi
anlamda demiştim.”
“Toprak
mı aradı seni?” Umut dolmuştu içine. Belki bir bağ arıyordu aralarını düzeltmek
için! Didem tüm hayallerini söndürdü. “Hayır, Murat söyledi. Çok üzgünmüş.
Neler dedin adama? Bir şey anlatmıyormuş. Sadece atıştık ve beni kovdu diyormuş.
Ayrıldınız mı yoksa? Bak başını çarptığın için adama ters davranıyorsan hemen
vazgeç.”
“Ayrıldık
mı bilmiyorum Didem. Onu kırdım mı, yoksa haklı mıyım? Bunu bile bilmiyorum.
Kafam gerçekten çok karışık! Elbette düştüğüm için değil. İşim çok, sakin
düşünemiyorum. O suçlu mu bilmiyorum. Bağlantısı var mı anlamıyorum.
Anlayacağın her an aklım karışıyor. Eğer o doğru söylüyorsa ben o zaman ne
yapacağım bunu hiç bilmiyorum.”
“Ne
suçu? Ne bağlantısı? Nereye bağlıymış?”
“Çok
uzun hikaye. Neyin ne olduğunu ben bile bilmezken sana nasıl anlatırım onu da
bilmiyorum.”
“E
o zaman çocuğu niye küstürdün? Çok kötüymüş hali. Ara da konuş bari.”
“Ne
konuşacağım? Arayamam. Çünkü emin değilim. Eğer neyin ne olduğunu anlarsam arar
özür dilerim, fakat aklımda soru işaretleri varken olmaz.”
“İnat
etmesen olmaz mı? Belli ki her ne olmuşsa sen de emin değilsin. Bu durumda
neden uzatıyorsun?”
“Didem,
kafam karışık dedim ya. Şimdi arasam soru işaretlerim bitecek mi? Kafam yine
karışık kalacak. Bir tarafım inanmayacak, şüphelerim devam edecek. En iyisi
zamana bırakmak.”
Didem
bu konuşmanın bir yere gitmediğini fark edip konuyu değiştirmek için Murat ile
annesinin köye pazar akşamı geleceğini söyledi. Ece arkadaşını da davet etti.
Belki yüz yüze konuşmak kafasındakileri netleştirirdi.
“Olur
canım, onlar davet etmedi ama ben kendimi davet ettiririm.”
“Seni
ben davet ettim. Onlarla gelmen gerekmez. Sen bana gel, hatta cumartesiden
gel.”
“İşim
var canım, isterdim ama gerçekten işim var. Hem sen bir gör annesini, bakalım
nasıl biri.”
“Tamam
sana rapor veririm.”
“Anlaştık.
Ece… İyi düşün ve ara bence.”
“Düşünürüm…
Kendine iyi bak canım…” diyerek konuyu ve telefonu kapattı. Ama o kadar kolay
değildi düşünmek ve karar vermek. Hep kötü şeyler vardı aklında. İyi niyetini
kabul etmeye yakın olduğu her an aklına, düştüğü günkü konuşmalar geliyordu.
*****
Toprak
İzmir’e döndüğünden beri gülmemişti. Evet yalan söylemişti ama kötü bir niyeti
yoktu. Ece bunu nasıl anlamazdı? Nasıl inanmazdı kendisine? Annesinin
korkularının yönlendirdiği konuşmada kendi söylediklerini düşündüğünde Ece’nin
yanlış anlamasını normal karşılıyordu. Ama kendisini açıklamasına izin
vermemesi ve güvenmemesi… İşte buna tahammül edemiyordu. Şu ara görmek istediği
tek ve en son kişinin Ece olması da kendi içindeki çelişkiydi. Özlemişti ama
kızgındı. Aşk ve nefret kardeştir diyenlerin haklı olduğunu biliyordu artık.
Sanki affedemeyecekmiş gibi nefret ediyorken, aklında olan sadece güzel anlar
oluyordu. İnsanın kalbi ile beyni arasında nasıl bu kadar büyük çelişkiler
olabiliyordu?
Soruların
yanıtları olmayınca çözüm kaçmaktı… İyi ama nereye? Biraz temiz havaya ihtiyacı
vardı. Kat müdürüne dolaşacağını söyleyip lokantadan çıktı. Deniz kenarında
yürümeye başladı. Yarım saat kadar sonra ablasının evine yaklaştığını anlayıp
telefon açtı. Yeğeni ile vakit geçirmenin iyi geleceğini biliyordu. Neyse ki Serap
evdeydi. On dakika sonra kapısında kucağında yeğeni ile karşılamıştı ablası.
“Berbat
gözüküyorsun, geç içeri de anlat.”
“Sen
de berbatsın demeyi çok isterdim ama bu canavar bile senin bakımlı halini yok
edememiş. Yoksa bir yere mi gidecektin? Ne bu, iki dirhem bir çekirdeksin?”
“Eve
yeni geldik. Biraz alışveriş yaptım. Bu çocuk her gün büyüyor ve evdeki dünya
kadar kıyafet uymuyor. Ona iki üç parça bir şey aldım. Havalar iyice ısınsın
tüm tulumlarının paçalarını kesip yazlık yapacağım. Ne bu ya batıracak bizi.”
“Borç
vereyim mi sana?”
“Duyduğum
kadarıyla sana borç lazımmış. Lokanta bakıyormuşsun Denizli’de.”
“Bakıyordum.
Artık bakmıyorum.” Salona geçip koltuğa kendini atmıştı. Yeğeni Can da onunla
birlikteydi. Serap karşısındaki koltuğa oturup “E anlat bakalım. Suratını bu
hale sokan kim?”dedi. Toprak gerçekten nasıl gözüktüğünü merak etmeye
başlamıştı. O aynaya baktığında aynı yüzü görüyordu.“Nesi var suratımın?” Serap
kardeşini tanıyordu. Diğer ablaları ile yaş farkı daha fazla olduğu için ikisi
daima çok yakın olmuştu. Kardeşinin yüzüne bakıp bu kez dalga geçmeden konuştu.
“Nesi yok diye bakalım! Renk yok, neşe yok, keyif yok, aşık adam yok”
“Aşık
adam var. O aşkı anlayan yok. Beni deli ediyor Ece.”
“Neden?
Senin gerçek yüzünü mü gördü? Korktu mu? Kaçtı mı?”
Toprak
afallamıştı. Ona yalan söylediğini kimse bilmezken ablası nasıl biliyordu?
Yoksa Ece ile konuşmuş muydu? “Benim gerçek yüzüm mü? Sen ne biliyorsun ki?”
Bu
kez Serap şaşırdı. “Bilmediğim bir yüzün mü var gerçekten? Neler oldu
anlatsana.”
“Saçma
sapan bir şey yüzünden bana küstü. Yalan söylediğim için kızgın.”
“Yalan
söylersen kızar tabii. Ne yalanıydı o?”
“Ece
at yetiştiriyor ve yarıştırıyor. Sanırım biliyorsun. İşte ben de ona at binmeyi
bildiğimi söylemedim. Bana öğretsin, benimle konuşsun, benle vakit geçirsin
istedim. Ama bu hafta gösterdiğimden daha iyi bir binici olduğumu anladı ve
kıyamet koptu.”
“Söyleseydin
neden öyle davrandığını. Niye anlatmadın?”
“Çünkü
inatçı keçi beni bir an bile dinlemedi. Söylemeye çalıştıkça susturdu. Yalan
söylemişim, dinleyip de ne yapacakmış?” Toprak yeğenini kucağında hoplatırken
aklını biraz dağıtmıştı. Serap da onun oğlu ile oynamasını izleyip sessiz
kaldı. Daha fazla dayanamayıp “Ne yapacaksın peki?” diye sordu. Aldığı yanıt
“Bilmiyorum” oldu.
“Ne
yani böyle bırakacak mısın? Hani aşıktın?”
“Ayrılacağım
demedim, ne yapacağımı bilmiyorum dedim.” Sesi son derece umutsuzdu. Can yüzünü
okşayıp parmaklarını ağzına sokmaya çalıştıkça gülümsüyordu ama gözleri
gülmüyordu.
Serap,“Ah
iyi bari. Bunca sene sonra yine mi ayrılacaksınız diye korkmuştum.” Dediğinde
Toprak ondan yardım istemeye karar verdi. “Bana akıl ver. Ne yapmam lazım?”
“Özür
dile.”
*****
Uykusuz
ve sıkıntılı geçen günlerden sonra yengenin telefonu ile yolunu değiştirdi. Misafirleri
vardı ve onlar tanışmak istiyordu. Ece, Murat’ın annesini görmek istediği için
bu daveti kabul etti. Didem ondan haber bekliyordu. Hem zaten sonra kendi
evlerini de gezdirecekti.
Çift
kabini evin önündeki yabancı arabanın yanına park edip eve doğru yürüdü. Kapı
açıktı. “Yenge, ben geldim.” Yenge odadan seslendi. “Gel güzel kızım, gel
burada seni görmek isteyen biri var.”
Ece,
içeri girdiğinde Murat ve annesini bekliyordu ama karşısında Toprak vardı.
“Yenge sen de mi uydun buna?” derken yenge çoktan kapıya yürümüştü. “Ben daha
fazla karışmıyorum, ne haliniz varsa görün.”
Toprak,
ayaktaydı. Ece bir adım kadar yaklaştı ve aralarındaki mesafeyi kapatmayacağını
belli eden bir tavırla ayakta durdu. Toprak onun karşısında tüm heybetiyle
dururken dik başlılık etmek biraz komikti ama gülecek durumda da değildi.
Toprak konuşmaya başlamadığı için Ece ters bir tonla konuştu. “Yengemi neden
alet ediyorsun yalanlarına?”
“Ece,
tamamen iyi niyetle söylenmiş bir yalandı. Çok özür dilerim. Lütfen affet.”
Sesi,
duruşu ve bakışları özrün içten olduğunun ispatı gibiydi. Ya iyi bir oyuncuydu
ya da gerçek bir pişman! Ece kısa bir an baktı. Kaşlarını kaldırdı. Başındaki
yazmanın uçlarını çekti. Toprak bu hareketin inatla davranacağı zaman yaptığı
bir hareket olduğunu biliyordu. Yine inat edecekti. Özür dilemişti. Son derece
içtendi. Daha ne yapması gerekiyordu? Umutla bakıyordu o üzüm gözlere. Açık
yeşildi gözleri. Bu iyiydi. Çok kızgınken koyu yeşil oluyordu.
Ece
onun yüzüne yeniden baktı. Kısık bir sesle “Özrünü kabul ediyorum.” dedi.
Toprak
bu kadar kolay affedileceğini düşünmediği için aptal aptal bakıyordu. Ece
gülümseyince onun da yüzünde gülümseme oluştu. Sonra aralarındaki mesafeyi bir
adımda kapatıp kollarına aldı. Yengenin gelebileceği ihtimalini düşünmeden öpmeye
başladı. Ece de kollarını boynuna dolamış yanıt veriyordu ona. “Hiç bu kadar
çabuk affedileceğimi düşünmedim. İnadın tutacak, beni süründüreceksin sandım.”
“İsterdim
ama o kadar dayanacak gücüm henüz yoktu. Hem biraz düşününce seni başıma bela
edecek birisinin amcanın ölümü ile denk düşecek bir plan yapması mümkün
gözükmedi. Amcan ölmeseydi senin köye geleceğin yoktu.”
“Bunu
ne zaman düşündün? Neden hemen beni aramadın?”
“Aramadım
çünkü bunu yengemin telefonundan sonra akıl edebildim. Amcanın cenazesini
anımsayınca senin yalanını açıklarken doğru söylediğini anladım.” Arada lafı
sokmuştu yine. Toprak bu kadarla kurtulduğu için mutluydu. O laf sokmalara asla
tepki vermeyecekti. “Ah desene yengeme çok şey borçluyum.”
“Evet,
seni affetmemi ona borçlusun. Tabii bir de özür dilemene. O gün özür
dileyeceğine mazeretler sıralamaya çalışıyordun.”
“Çünkü
benim art niyetim yoktu. Söylediğimden başka bir amacım yoktu ve sen bunlara
inanmayınca bozuldum. Bana güvenmediğin için kızdım. Özür dilemek aklıma bile
gelmedi.”
“Şimdi
nasıl akıl ettin?”
“Serap’tan
yardım aldım. Ona ne yapmam gerektiğini sordum o da bana özür dile dedi.”
“Ah
yani özür dilemek senin fikrin değil öyle mi?” Kollarından sıyrılmaya
çalışıyordu. Aslında amaç kızdırmaktı ama Toprak korkmuştu. Sıkıca tutup “Bak
şimdi, dürüst davranıyorum diye yine mi kızacaksın bana? Senden tüm kalbimle
özür diledim. Yanlış anlamana neden olduğum ve üzdüğüm için özür diledim. Ben
akıl edebilseydim o gün de dilerdim ama kadınların bazı olaylarda nasıl
davranacağını bizlerin bilmesi mümkün olmuyor. Serap bu konuda yardımcı oldu
sadece. Kızma ne olursun.”
“Kızmıyorum…Kızamıyorum.
Ben de sana daha çok güvenmeliydim. Ben de özür dilerim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder