9 Kasım 2015 Pazartesi

YAKIŞIKLI 37. Bölüm

Halime, Sibel ile ders çalıştıktan sonra izin gününü evin dışında geçirmek için hazırlandı. Sibel’e köye ineceğini söylemişti. Sibel, Halime’yi çalıştırdığı ders kitaplarını toplayıp kendi kitaplarını masaya yerleştirdi. Sınavları vardı. Ablasına verdiği sözü tutacaktı. Yine de önce sevgilisinin sesini duymak hoşuna gideceği için cep telefonunun tuşuna bastı.

*****

“Merhaba, nasılsın?”
“İyiyim, seni özledim. Bak kaç gün oldu görüşemiyoruz, geleyim mi?”
“Olmaz, seni görürlerse canıma okurlar.”
“Görmezler hadi çık evden.”
“Ne? Hemen mi? Neredesin sen?”
“On dakikaya kadar sizin bağın başladığı yerdeki beyaz evin orada olacağım.”
“On dakika mı? Tamam ama biraz beklemen gerekebilir.”
“Beklerim”

*****


Genç kızın gelişini keyifle izliyordu. Çok güzeldi. Her gördüğünde kalbi çarpıyordu. Şeytan al kaçır diyordu ama o şeytana uymamak için kendisini zorluyordu. Başını derde sokmanın zamanı değildi. Yaşı tutmayan kızı kaçırıp hapislerde mi çürüyecekti?
Genç kızı binanın arka tarafına doğru sürüklemeye başladı. Daha tek kelime söylemeden sarılıp öpmeye başlamıştı. Şeytana uymak o an çok kolaydı. Onu engelleyen bulundukları binanın kapısının açılması oldu. Zorlukla bıraktı genç kızı. “Çok özledim seni.” diyebildi.

*****

Toprak, pazartesi gününün kalanını Denizli’de geçirdi. Yapması gereken çok iş vardı ve bir sürü bürokrasi ile uğraşması gerekiyordu. Telefonlar ve evrak toparlamakla geçen yarım günün ardından geç saatte köye dönebildi. Sabahtan sonra göremediği Ece’yi aradı. Eve gittiğini öğrenince canı sıkılsa da ertesi sabah görüşmek üzere sözleşip yengesinin yanına gitti.
Salı günü iki sevgili kahvaltıdan sonra buluşup görüşmüştü. Ece onun varlığına çok alıştığını fark ediyor, iki gün sonra İzmir’e dönecek olmasını düşünmek bile istemiyordu. İnşaatın oradaki tatsız konuşma bir daha açılmamıştı. Ece ne diyeceğini, Toprak ne soracağını bilmediği için konuyu bir daha açmamışlardı.
Önceki gün annesinin sıkıştırmaları, Asude ve Ebru’nun sorguları ile vakit kaybetmişti. Annesinin yanıtlarını duymadan susmayacağını anlayınca Toprak’ı sevdiğini itiraf etmiş, bu kez de babasının bunu kabul etmeyeceğini söyleyen annesi ile karşı karşıya kalmıştı. “Anne zaten ortada bir teklif yok. Babamın itiraz edeceği bir şey yok yani henüz. İçin rahat olsun.”
“Teklif olmaması olmayacağı anlamına gelmiyor. O zaman ne yapılacak? Baban Halil’e kız vermez.”
“Halil amca evli zaten anne, beni isterlerse oğluna isterler.”
“Benimle dalga geçme. Yarın öbür gün baban istemem dediğinde senin tarafını tutacak olan benim. İyi geçin benimle.”
“Haklısın anne, o zaman ben şimdi ayağının altından çekileyim de sen rahat et.”
Annesi ile konuşmaları bu kadarla kapanmış gibiydi. Ebru zaten önceden öğrendiği için eltisine hava atıyor, Asude de Ece’ye tavır yapıyordu. Onların ardı ardına gelen telefonları ile eğlenen Ece, bağların arasında işlerini de takip ediyordu. Nihayet tüm bağlar yeşermiş, yapraklar çıplak dalları giydirmişti. Meyveleri aralarda gözüküyordu. Her gün bağların kontrolleri yapılıyor, hastalık, böceklenme olmaması için tedbir alınıyordu.
Cep telefonu çalınca ekrana baktı. Ali seyis arıyordu. “Hayrola Ali Bey?”
“Tayımız geliyor Ece Hanım. Sancıları başladı.”
“Hemen geliyorum.” İşte sabahı neşelendirecek güzel bir haberdi bu.
Ahırlara gidene kadar kısrağın rahat bir doğum yapması için dua etti. İçeri girdiğinde doğumun başlamak üzere olduğunu gördü. Rahim ağzı açılmaya başlamıştı.  
“Tay doğumu izlemek istersen hemen tavlaya gel.”
Toprak, ilk kez böyle bir şeye şahit olacaktı. “Ne kadar vaktim var? Yetişir miyim?”
“Hemen çık, doğum başlıyor.”
Toprak geldiğinde doğum başlayalı iki dakika kadar olmuştu. Kısrak rahat bir hamilelik geçirmişti. Doğumun da sorunsuz olacağını umuyorlardı. Beklenenden de kolay oluyordu. Ali ile Yakup olası kötü bir durum için ayakucunda hazır bekliyordu. Tayın başı çıktığında plasentayı yırtıp kendi başına nefes alabilmesini sağladılar. Yine plasenta sayesinde ön bacaklar da çıkmıştı. Kısrak, ara sıra başını kaldırıp tayının doğumunu izlese de genelde samanların üstünden kalkmıyordu. Derin nefesler ve kısa ıkınmalar ile doğumu tamamlamak için çabalıyordu.
Ece, yeni doğan tayın üstündeki plasentanın temizlenmesinden sonra seyis Ali’nin ağız ve burnunda nefes almasını engelleyecek bir şey var mı diye bakmasını bekledi. Tecrübeli seyis tüm kontrolleri yaptıktan sonra tayın bacaklarını da kontrol etti.  
Tay hareketlenmeye çalışıyordu. Kısrak yeniden başını kaldırıp, yavrusunun rahat nefes aldığını anlayınca yorgunlukla kendini samanlara bıraktı. Ali ile Yakup tayı alıp annenin başına yakın bir yere bıraktılar. Kısrak hemen yalamaya başladı yavrusunu.
Doğumun en önemli seremonisi tamamlanmıştı.
“Sen ağlıyor musun?” Toprak, yumuşacık bir sesle sormuştu. Ece yemenisinin uçlarını çekiştirerek, “Evet, yasak mı?” dedi.
Toprak, kimseyi umursamadı, kolunu omzuna attı, kendine çekip başındaki yemeninin üstünden öptü. “Sana yasak koyabilir miyim? Çok özel bir andı. Utanmasam ben de ağlayacaktım.”
“Ağlasaydın. Kimse yadırgamazdı.”
“Onuncu atın doğdu. Boş box bunun mu olacak?”
“Evet, Onurum geldi. Erkek bir tayım daha oldu.”
“Adı Onurum mu olacak?”
“Evet, hem onuncu atım olduğu için hem de zamanı geldiğinde onurlandıracağı için.”
“Çok güzel ve anlamlı oldu.”
“Beğenmene sevindim. Bu tay senin.”
“Benim mi? Hayır alamam.”
“Almayacaksın zaten. Burada olacak, burada yetişecek. Sen de bu tay için kendini buraya bağlı hissedecek ve her zaman gelmek isteyeceksin. O yüzden bu tay senin.”
“Teşekkür ederim.”
“Erken teşekkür etme! Anlaşma şartlarımı açıklıyorum. Kazandığı her yarışın priminin yarısı benim. Bakım ve yetiştirme masraflarını o zaman tahsil edeceğim. Ve her ne olursa olsun bu atı bu ahırdan çıkartamayacaksın.”
Ece, onu buraya gelmeye zorladığının farkındaydı. Aslında kaçak dövüşüyordu. Ne tepki vereceğini beklerken Toprak’ın yeniden başını öpüp teşekkür etmesi ile rahatladı.
“Bu beni gelmek için bahane uydurmaktan kurtaracak kadar güzel bir çözüm.”
“Bahaneye ihtiyaç mı duyuyorsun? Kime bahane uyduruyorsun?”
“Bir şekilde aileme uyduruyorum işte. Yengeme bakacağım, bağlara bakacağım, parselleri ayarlayacağım deyip duruyorum. Şimdi ise atımı görmem lazım demek çok kolay olacak.”
“Mazeretlerin içinde bir ben yokum.”
“Kıskanç kadın tek mazeretim sensin. Her gelişim sadece senin için, bilmiyor musun?”
“Biliyorum, ama bunları duymaya ihtiyaç duyuyorum.”
“Ben de söylerim o zaman.” 
Onlar konuşurken tay titrek bacaklarının üstünde ayağa kalkmıştı. Sarsak adımlarla ilk yürüyüşünü gerçekleştirip duvara doğru gidişine izlediler. Toprak az önce duyduklarından sonra ne diyeceğini bilemiyordu. Ortam çok duygusaldı. Tayın adımları, annenin onu izleyişi ve nefeslerinin artık yavaşlaması ile herkes rahatlamıştı. Hiç sorun yoktu. Dışarı çıkacaklarken Ece diğer boxlara göz attı. Tam kafasını çevirip çıkacakken aygırının duruşu dikkatini çekti. Hemen boxa girdi. Toprak ne olduğunu anlayamadığı için kapıda duruyordu. Ece yere çömelmiş atın ön ayaklarının tırnaklarına bakıyordu. Hemen cep telefonunu çıkartıp birini aradı.
“Müfit amca, hemen gelmen lazım. Aygırımda arpalama başlamış. Ben şimdi buzu yapıyorum ama antihistiyaminik ve ateş düşürücü ilaçlara ihtiyacım var… Kaç gündür böyle olduğunu bilmiyorum… Tayım doğdu az önce o yüzden seyisler orada... Tamam önce onu yaparım sonra da buz. Bekliyorum.” Telefonu kapatırken Toprak’a dönüp, “Yangın söndürücüyü getirir misin?” dedi.  Sonra yine bir numara tuşladı. Evden ne kadar varsa buz istedi. Yeni buz yapmalarını söyledi. Ali ile Yakup’a sinirle seslendi. İki seyis koşarak yanına gelince “Bunu nasıl fark etmediniz?” diye daha da artan sinirli sesi ile sordu. Onlar tayın ayaklarına bakarken o da Toprak’ın elinden aldığı yangın söndürücüyü atın ayaklarına sıktı. Atlarda ölüme kadar giden bir hastalık olan arpalamanın ilk tedbirleri bunlardı.
Veteriner gelene kadar atın ayaklarındaki ateşi düşürmesi gerekiyordu. İki seyis de nasıl bu hale geldiğini anlamadıklarını söylüyor, atın etrafında dolaşıyorlardı. Yemliklerdeki yemler normaldi. Hastalığın nedenlerinden biri kötü beslenmeydi. Atın terliyken tedbirsiz bırakılması da neden olabiliyordu. Atlamış olabilirler mi diye düşünüyordu. Bir sevinci yaşarken bir üzüntü ile burun buruna gelmişti. Atını kaybedebilirdi!
Etrafında dört dönen Recep’e bakıp “Recep, köye git ve kalıp buzlardan al gel. Evdeki buz yetmez. Ali bey diğer boxlara bak başka var mı? Yakup sen kısrağın başında dur. Umarım ona bir şey olmaz”
“Benim yapabileceğim bir şey var mı?” Toprak onun yüzündeki duygu geçişleri ile ilgileniyordu. Şu an çok büyük bir üzüntü ve korku vardı gözlerinde.
“Burada olman yeter. İyileşecek.”
“Evet canım, iyileşecek.”
Ali Seyis yanına gelip yangın söndürücüyü alıp karşı sıradaki boxa gidince başka bir atın daha aynı sorunu yaşadığını anladı. O boxtaki kısrağı da hastalanmıştı.
Müfit amca geldiğinde hemen aşılarını yapıp diğer atları da kontrol etmiş, yeni doğan taya da bakmıştı. Başka bir sorun yoktu. Hastalığını aşamasını inceleyince henüz çok kısa bir süre olduğunu söylemişti.  
Aygırın duruşunun bozulduğunu fark etmeyen seyislere ne diyeceğini bilmiyordu Ece. Günlük bakımda kısacık bir sürede tırnaklara bakmaları gerekiyordu.
Başına giren ağrı ile bir süre boxtan çıktı. Toprak onun kısa süre tek başına kalmasına izin verdi. Üzüntüsü büyüktü. Veteriner, ilaçlara rağmen iki atı da kaybedebileceklerini söylemişti. Toprak, Ece’nin atları ne kadar çok sevdiğini biliyordu. Onlara bir şey olursa nasıl bir tepki vereceğini tahmin ediyordu.
Bir iki dakika kadar sonra yanına gitti. Ece yere oturmuş bağlara bakıyordu.
“Biliyor musun, her iki işimin de garantisi yok. Bağlara hastalık bulaşabilir. Atlar işte böyle bir anda seni üzebilir. Şarap bile istediğim gibi olmayabilir. Bazen neden bu kadar uğraşıyorum ki diyorum. Her şeyi satayım, küçük bir bahçe içinde ev alıp annem gibi gül yetiştireyim ve bankadaki para ile gül gibi geçinip gideyim, diyorum.”
“Ya sonra? Kaç dakika sonra düşüncelerin değişiyor?”

“Beni iyi tanıyorsun. Sadece şeytan cümlesini bitirene kadar bunları düşünüyorum. Sonra da o şeytanı kovalıyor ve işe başlıyorum. Yeni buzlar geldi hadi gel iki ata da buzlu su yapalım. Ayakların soğuması şart. İki atımı da kaybedemem.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder