8 Kasım 2015 Pazar

YAKIŞIKLI 36. Bölüm

Saat 5:30 da evden çıkmıştı Ece. Geceyi uykusuz geçirmişti. Toprak ile her yakınlaşmalarının ardından daha çok uzaklaşıyorlar gibi hissediyordu. Sabaha kadar düşünmüştü. Gerçekte ne yaşıyorlardı? Bir araya geliyorlar, öpüşürken heyecanlı ve keyifli zamanlar geçiriyorlardı. Fakat konuşmaya başladıkları anda aralarına kilometreler giriyordu. Şimdi onu aramak ve uyandırmak zorundaydı. Ne gerek vardı ki çağırmıştı? Evden ahırlara kadar yürüyecek, temiz hava ile sinirlerini iyice yatıştıracaktı. Eline telefonu aldı. Parmaklarının titrediğini görüp kendine kızdı. En sonunda tuşa bastı ve çalmasını bekledi. İlk çalışta açılması nedense hoşuna gitmişti.
Toprak telefonun ucunda aramasını bekliyordu. Çalar çalmaz açıp sesini duymak istedi. “Günaydın canım.” Sesi hem sevgi hem de merak doluydu. Ece onun sesindeki yumuşaklığı duyduğu an tüm düşüncelerini bir kenara bıraktı. “Günaydın tatlım. Uyanmışsın.” Onun sevecen sesi ile Toprak da rahatlamıştı. Dünkü soğukluk uçup gitmişti.
“Nerede olacaksın?”

“Çalışma alanını biliyorsun değil mi? Yarım saat sonra oradayız. İstersen bahislere katılabilirsin.”
“Kazanacak olan belli. Neden boşa para harcayayım.”
“Çok uyanıksın.”
“Evet, sanırım öyleyim.”
“Sen benimle dalga geçmeye başladın. Hadi kapat, kahvaltını et ve yanıma gel.”
“Sen yaptın mı kahvaltını?”
“Evet, bir şeyler atıştırdım.”
“O zaman ben de atıştırayım. Görüşürüz canım.”

*****

Eğerlerin kayışları, koşumların bağlantıları atın karnının da şişeceğini hesap edip bağlanmış, son kontroller yapılmıştı. Jokey Cüneyt Bey akşam geç saatte gelmiş, daha önce de kaldığı seyislerin evine geçmişti. Bu sabahki antrenmanı yaptıracak, atın gelişimini izleyecekti.
Ece de at bineceği için binici pantolonunu giymişti. Çizmeleri de ayağındaydı. Yakup da kendisi gibi giyinmişti. Ali genelde süreleri tutuyordu. Bugün Recep de ona eşlik edecekti. Ellerindeki ikişer kronometre ile süreyi tutmaya çalışacaklardı. Gümüş Kanat’ın ilk antrenman yarışıydı bu. O nedenle Cüneyt Bey ona binecekti. Çoktan hazırlanmıştı tecrübeli jokey.
Dördüncü at da uzaktan gözükmüştü. Mehmet Ali’de katılmak istediğini söylemişti. Kendi aralarında yarışacaklardı. Ece toku kafasına yerleştirip kayışını bağladı. Etrafa bakındığında Toprak hala görünürde yoktu. Kaçıracaktı yarışı…
Ali ata binmesi için yardım etmeye geldiğinde uzaktan onu gördü. “Bekle Ali Bey, Toprak da izlemeye geliyor.”
Toprak da adımlarını hızlandırdı. Elinde koca bir sepet vardı.
“Günaydın herkese. Kusura bakmayın biraz geciktim. Beklettim mi sizi?”
“Günaydın, yok biz de tam şimdi başlayacaktık. Ne o sepet?”
“Yengem atıştırmanın kahvaltı olmadığına karar verip bize bir şeyler hazırladı. Onu beklerken geciktim.”
“Desene börekler bizi bekliyor.”
“Börek koyduğunu nerden anladın?”
“O böreksiz durmaz. Otluları çok seviyor. Sayesinde ben de sevdim.”
“Evet, eli çok lezzetli. Merhaba Mehmet Ali, senin de olacağını bilmiyordum.” Toprak artık Ece’nin etrafında erkek görmek istemediğini biliyordu. Sıkılmıştı başını her çevirdiğinde onun yanında birilerini görmekten.   
“Merhaba, benimkinin ayağı bir süredir rahatsızdı. Artık düzeldi ama antrenman eksiği var. Jokey denetiminde antrenman kaçırılmaz. Sen de at biniyor musun?”
“Öğreniyorum.” dediğinde sesindeki tını çok da dost canlısı değildi. Onun Ece’ye bakışlarından memnun kalmamıştı, Toprak. Mehmet Ali, kıskandığını anlayınca biraz daha ilgi gösterdi Ece’ye. “Güzelliğinle bizi alt edeceğini sanma, Ece! Seni geçeceğim.”
“Ben iddialı değilim zaten. Sen kolaysa Gümüş Kanat’ı geç.”
“İkinci olmak için yarışmam bilirsin. Şu yarışa bir isim koysaydık. Nesine yarışıyoruz?”
“Ben seni geçersem Ozan’ı bir hafta bize getireceksin. Sen geçersen bir kasa şarap vereceğim.”
“Gümüşü geçersem bir tayını alırım.”
“Ooo iddiayı büyüttün. Kabul… Sen Gümüş Kanat’ı geç, sana iki tayı ücretsiz vereceğim.”
“Kabul.”
Toprak, onların konuşmasını izliyordu. Ece’nin atına güveni gözünü korkutmaya başlamış, kıskançlığını bile bir kenara bırakmıştı. Mehmet Ali’nin atı kazandığı takdirde iki tay verecekti. Hiç ucuz bir iddia değildi bu. İki tayı vermesi çok önemli olmayabilirdi, fakat yarış kaybettiği durumda hissedeceği üzüntü büyük olacaktı.
“Herkes hazır mı? Hadi start boxa sokalım şunları.” Öne atıldı Ece. İki erkeğin arasındaki soğuk bakışmalar hoşuna gitmemişti. Biri iyi arkadaşı biri sevdiği adamdı. Onların birbirine böyle bakmaları ve laf sokmalarından rahatsız olduğunu hissediyordu.
Ali atların boxlara girmesini sağlarken çok uğraşmadı. Tüm atlar start box eğitimini almıştı. Zorlanmadan giriyorlardı. Beş dakika sonra dört at da yarışa hazırdı. Ali saatini ayarlamış elinde start tabancası ile duruyordu. Toprak, gerçek bir yarış izliyormuş gibi heyecanlandığını hissetti. Sanki kazanan kupa alacaktı. Ama o atı izlemek, ilk yarış antrenmanında neler yapacağını görmek istiyordu. Ece’nin yanılmadığını umut ediyordu.
Ali elindeki tabancayı patlattığında aynı anda kapılar da açıldı ve dört at bir anda koşmaya başladı. Çim alanın üstünde sabahın sessizliğinde atların nallarından çıkan sesleri duyabiliyorlardı. İlk metreleri dört at kafa kafaya geçse de beş yüzüncü metreden sonra Gümüş Kanat her bir adımda mesafeyi açmaya başladı. Parkurun sonuna doğru ikinci olan Ece’nin bindiği tay ile arasında neredeyse on boy fark vardı. Üçüncü Mehmet Ali’nin atıydı. Yakup’un bindiği tay ise dördüncü olarak geliyordu.
Toprak önlerinden geçtiği anda alkışladığını fark etti. Sanki hipodromda yarış izlemiş gibiydi. Atların rahatlaması için parkurun yarısını yine koştular ama daha yavaştı tempolar. Kısa süre sonra dört binici de yanlarına gelmişti. Ali kronometreyi Ece’ye gösterdi. Genç kızdan sadece “İnanmıyorum, doğru mu bu?” sözleri duyuldu. Toprak, gerçekten hızlı bir at izlediğinin farkındaydı. Genç kızın boşuna böyle rahat iddiaya girmediğini anlamıştı.
Cüneyt Bey, atın boynunu okşarken “Ece hanım, bu bir cevher. Müthiş bir at. Tek bir kırbaç vurmadım. Başını basmama bile gerek kalmadan yarış havasına kendini soktu ve farklı geldi. Müthiş. Galobu müthiş. Ne diyeceğimi bilemiyorum.”
“Çok şey dediniz zaten. Siz böyle diyorsanız aksini kimse söyleyemez.”
Mehmet Ali yanlarına geldiğinde gözlerinde imrenme ve kıskançlık izleri gözüküyordu. “Bu o çelimsiz at mı? Ne verdiniz, doping mi?”
“Kıskandığını bu kadar belli etmen gerekmiyor. Benim atıma doping verecek birinin canına okurum. Bu onun çalışmamış hali. Sen onu iki ay sonra gör. Yarışlara girecek ve toz yutturacak.”
“Haber ver de onun girdiği yarışlara ben girmeyeyim. Bir an önümdeydi sonra bir baktım yok.” Mehmet Ali hâlâ az önce yaşadıklarının etkisindeydi. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi görülmeye değerdi.
“Adına yakışır bir at olduğunu ispatladı.” Toprak bulduğu isimle övünüyor gibiydi. Ece gülümsedi. “İsim babası olunca böyle oluyor değil mi?”
Mehmet Ali “Adını sen mi koydun? Daha önce izlemiş miydin koşmasını?”
“Adını ben koydum ama ilk kez izliyorum. Ece onun hızlı olduğunu söylemişti. Bir de gümüşü seviyor, Ece. Atın rengi de işlenmemiş gümüş renginde olunca bulmak kolay oldu.” Böylece Ece ile olan yakınlığını açıklamaya da çalışıyordu. ‘O benim, uzak dur’ der gibiydi. Mehmet Ali ise onun kendisi ile olan yakınlığını anlatacak bir şeyleri ortaya sürmek üzereydi.
“Ece, bu atın ilk tayına talibim. Şimdiden söylüyorum. Ayrıca az önce bindiğin ikinci olan tayını da istiyorum. Onu satacaktın zaten.”
“Üzgünüm, ilk tayın sahibi belli. Hatta ikinci tayın sahibi bile belli. İkinci olan tay satılık değil. Belki Gümüş Kanat’ın üçüncü tayına sıraya girersin. Senin kısraklardan biri ile çiftleştiririm. O zamana kadar da bakalım kim öle kim kala.”
“Çok var değil mi? Yedi yaşına kadar yarışsa dört beş seneye yakın bekleyeceğim. Of ne kadar uzunmuş. Atı sat o zaman bana.”
Ece kahkahayla gülüyordu. “Üzgünüm, onu satmayı aklımın köşesinden bile geçirmiyorum. Diğer tayı da şimdilik satmayacağım. Hepsi benimmm” derken küçük bir çocuk gibiydi. Toprak da Mehmet Ali de gülüyordu onun bu haline.
Atların artık terlerinin soğutulması ve dinlendirilmeleri gerekiyordu. Antrenman sonra devam edecekti. Yarış güzel olmuştu. Ece mutlu bir şekilde başındaki toku çıkardı. Saçları biraz terlemişti. Örgüsünü açmayı düşündü sonra vazgeçti. “Mehmet Ali senin atı da ver bizimkilere, terini alsınlar. Sonra da yengenin börekleri hep birlikte yiyelim.”
“Size kadardır ben ortak olmayayım, eve döneyim. Ozan bekler beni.”
“O daha uyuyordur. Hadi gel nazlanma. Hem Toprak da sana kötü bakmaktan vazgeçer böylece.” Sonra sepetin durduğu tarafa doğru yürümeye başladı.
Toprak, boş bulunup “Kim kötü bakıyor?” derken bakışlarını kaçırmaya uğraşıyordu. Mehmet Ali, Ece’nin orda bıraktığı Toprak’a bakıp gülümsedi. “Gel de sana ortalıkta görünmediğin zamanlarda bu kız neler yaptı anlatayım. Hazırlıklı ol.”
Toprak, onun bu arkadaşça tavrından sonra rahatlamıştı. Evet, Ece’ye bakıyor, onunla ilgileniyor, yakın davranıyordu ama bunun ardında arkadaşlık olduğunu da belli ediyordu. Nihayet içindeki sıkıntı hafiflemişti. Seyisler zaten kendisini biliyordu. Sepeti Ece’nin elinden alıp, boşta kalan elini tuttu. Bir an duran genç kız onun bu sahiplenen halinden mutlu olup yanında yürümeye başladı. Gece üstüne çullanan tüm o olumsuzluk bulutları dağılmıştı.
Seyislere bağırdı giderken “Hadi çabuk gelin siz de, kalmaz yoksa.”


*****

“Bu at müthiş. Sabahki koşusunu görmeliydin. Uçuyor resmen.” Sesindeki hayranlık abartısızdı. Yarışın etkisinden kolay kolay çıkamayacağını anlamıştı. Patronun neden bu kadar ısrarcı olduğunu artık anlıyordu. Atın bunca koşusunu izlemişti ama yarış ortamında, usta bir jokey ile neler yaptığını ilk kez görüyordu.
Telefonun ucundaki adam neredeyse sinirden tepinecekti. Söylediklerini bilmediğini mi sanıyordu bu salak? “Sen beni kızdırmak için mi konuşuyorsun? Sana verdiğim işi bir an önce hallet. Daha fazla beklemeyeceğim. Bu hali ile bile binlerce lira eder. Eğer bir yarış kazanırsa benim şansım kalmaz.” Vakti azalıyordu. Hem alacaklılar yüzünden, hem de yarış yaşının gelmesi yüzünden vakti azalıyordu. Bu kadının inadı deli ediyordu kendisini. O atı satması gerekiyordu. Satmalıydı!
Nihayet patronunun ciddiyetini kavrayınca sesini düz bir hale getirdi. “Merak etme, en kısa sürede bitecek bu iş. Yakında ilk kaybını verecek.”

*****

Uzun uğraşlarla aradığını beşinci dükkânın sahibi bulmuştu. Ne için kullanacağını sorması canını sıksa da ‘tedavi için’ yanıtını kabul etmesi ile rahatlamıştı. Artık bu iş çok uzamıştı. Zaten en son konuşmada biraz daha gecikirse tek kuruş alamayacağını açıkça söylemişti patronu. Hem zaten bugün gelmiş ve gözüne baka baka konuşmuştu. Ya bu işi yapacak ya da beş parasız bu çiftlikteki ağır işlerle boğuşmaya devam edecekti. Aslında artık işleri sevmeye başlamıştı. Evdeki genç kızların ilgisini çekmek ve onlardan birini baştan çıkartmak da güzeldi.
İki atın sorunu büyüyordu. O atların durumunu saklamak için bir sürü iş çıkartmış sağa sola koşturup durmuştu. Bugünü de atlatırsa iyileşme ihtimalleri ortadan kalkacaktı. Şimdiki sorun atlar değildi. Elindeki çuvalı saklayacak bir yer aradı. Kendi canını yakmak istemiyordu. Odasına gidip sandık olarak kullandığı, kıyafetlerinin bir kısmını koyduğu kutuyu açtı. En uygun yer orasıydı. Çünkü kutunun belli yerlerinde oymalar delikti ve oradan hava alabilirdi. Elbiselerini çıkartıp çuvalı kutunun içine koydu ve ağzındaki ipi çözdü. Nasılsa kendi başına çuvaldan çıkardı.
Zamanı geldiğinde bunu Ece Hanımın canına okumak için kullanacaktı. Şimdi yapacağı daha önemli bir iş vardı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder