Saat 5:30 da
evden çıkmıştı Ece. Geceyi uykusuz geçirmişti. Toprak ile her yakınlaşmalarının
ardından daha çok uzaklaşıyorlar gibi hissediyordu. Sabaha kadar düşünmüştü.
Gerçekte ne yaşıyorlardı? Bir araya geliyorlar, öpüşürken heyecanlı ve keyifli
zamanlar geçiriyorlardı. Fakat konuşmaya başladıkları anda aralarına
kilometreler giriyordu. Şimdi onu aramak ve uyandırmak zorundaydı. Ne gerek
vardı ki çağırmıştı? Evden ahırlara kadar yürüyecek, temiz hava ile sinirlerini
iyice yatıştıracaktı. Eline telefonu aldı. Parmaklarının titrediğini görüp
kendine kızdı. En sonunda tuşa bastı ve çalmasını bekledi. İlk çalışta açılması
nedense hoşuna gitmişti.
Toprak
telefonun ucunda aramasını bekliyordu. Çalar çalmaz açıp sesini duymak istedi.
“Günaydın canım.” Sesi hem sevgi hem de merak doluydu. Ece onun sesindeki
yumuşaklığı duyduğu an tüm düşüncelerini bir kenara bıraktı. “Günaydın tatlım.
Uyanmışsın.” Onun sevecen sesi ile Toprak da rahatlamıştı. Dünkü soğukluk uçup
gitmişti.
“Nerede
olacaksın?”
“Çalışma
alanını biliyorsun değil mi? Yarım saat sonra oradayız. İstersen bahislere
katılabilirsin.”
“Kazanacak
olan belli. Neden boşa para harcayayım.”
“Çok
uyanıksın.”
“Evet,
sanırım öyleyim.”
“Sen
benimle dalga geçmeye başladın. Hadi kapat, kahvaltını et ve yanıma gel.”
“Sen
yaptın mı kahvaltını?”
“Evet,
bir şeyler atıştırdım.”
“O
zaman ben de atıştırayım. Görüşürüz canım.”
*****
Eğerlerin
kayışları, koşumların bağlantıları atın karnının da şişeceğini hesap edip
bağlanmış, son kontroller yapılmıştı. Jokey Cüneyt Bey akşam geç saatte gelmiş,
daha önce de kaldığı seyislerin evine geçmişti. Bu sabahki antrenmanı
yaptıracak, atın gelişimini izleyecekti.
Ece
de at bineceği için binici pantolonunu giymişti. Çizmeleri de ayağındaydı. Yakup
da kendisi gibi giyinmişti. Ali genelde süreleri tutuyordu. Bugün Recep de ona
eşlik edecekti. Ellerindeki ikişer kronometre ile süreyi tutmaya
çalışacaklardı. Gümüş Kanat’ın ilk antrenman yarışıydı bu. O nedenle Cüneyt Bey
ona binecekti. Çoktan hazırlanmıştı tecrübeli jokey.
Dördüncü
at da uzaktan gözükmüştü. Mehmet Ali’de katılmak istediğini söylemişti. Kendi
aralarında yarışacaklardı. Ece toku kafasına yerleştirip kayışını bağladı.
Etrafa bakındığında Toprak hala görünürde yoktu. Kaçıracaktı yarışı…
Ali
ata binmesi için yardım etmeye geldiğinde uzaktan onu gördü. “Bekle Ali Bey,
Toprak da izlemeye geliyor.”
Toprak
da adımlarını hızlandırdı. Elinde koca bir sepet vardı.
“Günaydın
herkese. Kusura bakmayın biraz geciktim. Beklettim mi sizi?”
“Günaydın,
yok biz de tam şimdi başlayacaktık. Ne o sepet?”
“Yengem
atıştırmanın kahvaltı olmadığına karar verip bize bir şeyler hazırladı. Onu
beklerken geciktim.”
“Desene
börekler bizi bekliyor.”
“Börek
koyduğunu nerden anladın?”
“O
böreksiz durmaz. Otluları çok seviyor. Sayesinde ben de sevdim.”
“Evet,
eli çok lezzetli. Merhaba Mehmet Ali, senin de olacağını bilmiyordum.” Toprak
artık Ece’nin etrafında erkek görmek istemediğini biliyordu. Sıkılmıştı başını
her çevirdiğinde onun yanında birilerini görmekten.
“Merhaba,
benimkinin ayağı bir süredir rahatsızdı. Artık düzeldi ama antrenman eksiği
var. Jokey denetiminde antrenman kaçırılmaz. Sen de at biniyor musun?”
“Öğreniyorum.”
dediğinde sesindeki tını çok da dost canlısı değildi. Onun Ece’ye bakışlarından
memnun kalmamıştı, Toprak. Mehmet Ali, kıskandığını anlayınca biraz daha ilgi
gösterdi Ece’ye. “Güzelliğinle bizi alt edeceğini sanma, Ece! Seni geçeceğim.”
“Ben
iddialı değilim zaten. Sen kolaysa Gümüş Kanat’ı geç.”
“İkinci
olmak için yarışmam bilirsin. Şu yarışa bir isim koysaydık. Nesine
yarışıyoruz?”
“Ben
seni geçersem Ozan’ı bir hafta bize getireceksin. Sen geçersen bir kasa şarap
vereceğim.”
“Gümüşü
geçersem bir tayını alırım.”
“Ooo
iddiayı büyüttün. Kabul… Sen Gümüş Kanat’ı geç, sana iki tayı ücretsiz
vereceğim.”
“Kabul.”
Toprak,
onların konuşmasını izliyordu. Ece’nin atına güveni gözünü korkutmaya başlamış,
kıskançlığını bile bir kenara bırakmıştı. Mehmet Ali’nin atı kazandığı takdirde
iki tay verecekti. Hiç ucuz bir iddia değildi bu. İki tayı vermesi çok önemli
olmayabilirdi, fakat yarış kaybettiği durumda hissedeceği üzüntü büyük
olacaktı.
“Herkes
hazır mı? Hadi start boxa sokalım şunları.” Öne atıldı Ece. İki erkeğin
arasındaki soğuk bakışmalar hoşuna gitmemişti. Biri iyi arkadaşı biri sevdiği
adamdı. Onların birbirine böyle bakmaları ve laf sokmalarından rahatsız
olduğunu hissediyordu.
Ali
atların boxlara girmesini sağlarken çok uğraşmadı. Tüm atlar start box
eğitimini almıştı. Zorlanmadan giriyorlardı. Beş dakika sonra dört at da yarışa
hazırdı. Ali saatini ayarlamış elinde start tabancası ile duruyordu. Toprak,
gerçek bir yarış izliyormuş gibi heyecanlandığını hissetti. Sanki kazanan kupa
alacaktı. Ama o atı izlemek, ilk yarış antrenmanında neler yapacağını görmek
istiyordu. Ece’nin yanılmadığını umut ediyordu.
Ali
elindeki tabancayı patlattığında aynı anda kapılar da açıldı ve dört at bir
anda koşmaya başladı. Çim alanın üstünde sabahın sessizliğinde atların
nallarından çıkan sesleri duyabiliyorlardı. İlk metreleri dört at kafa kafaya
geçse de beş yüzüncü metreden sonra Gümüş Kanat her bir adımda mesafeyi açmaya
başladı. Parkurun sonuna doğru ikinci olan Ece’nin bindiği tay ile arasında
neredeyse on boy fark vardı. Üçüncü Mehmet Ali’nin atıydı. Yakup’un bindiği tay
ise dördüncü olarak geliyordu.
Toprak
önlerinden geçtiği anda alkışladığını fark etti. Sanki hipodromda yarış izlemiş
gibiydi. Atların rahatlaması için parkurun yarısını yine koştular ama daha
yavaştı tempolar. Kısa süre sonra dört binici de yanlarına gelmişti. Ali
kronometreyi Ece’ye gösterdi. Genç kızdan sadece “İnanmıyorum, doğru mu bu?”
sözleri duyuldu. Toprak, gerçekten hızlı bir at izlediğinin farkındaydı. Genç
kızın boşuna böyle rahat iddiaya girmediğini anlamıştı.
Cüneyt
Bey, atın boynunu okşarken “Ece hanım, bu bir cevher. Müthiş bir at. Tek bir kırbaç
vurmadım. Başını basmama bile gerek kalmadan yarış havasına kendini soktu ve
farklı geldi. Müthiş. Galobu müthiş. Ne diyeceğimi bilemiyorum.”
“Çok
şey dediniz zaten. Siz böyle diyorsanız aksini kimse söyleyemez.”
Mehmet
Ali yanlarına geldiğinde gözlerinde imrenme ve kıskançlık izleri gözüküyordu.
“Bu o çelimsiz at mı? Ne verdiniz, doping mi?”
“Kıskandığını
bu kadar belli etmen gerekmiyor. Benim atıma doping verecek birinin canına
okurum. Bu onun çalışmamış hali. Sen onu iki ay sonra gör. Yarışlara girecek ve
toz yutturacak.”
“Haber ver de onun girdiği yarışlara ben
girmeyeyim. Bir an önümdeydi sonra bir baktım yok.” Mehmet Ali hâlâ az önce
yaşadıklarının etkisindeydi. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi görülmeye değerdi.
“Adına yakışır bir at olduğunu ispatladı.” Toprak
bulduğu isimle övünüyor gibiydi. Ece gülümsedi. “İsim babası olunca böyle
oluyor değil mi?”
Mehmet Ali “Adını sen mi koydun? Daha önce izlemiş
miydin koşmasını?”
“Adını ben koydum ama ilk kez izliyorum. Ece onun
hızlı olduğunu söylemişti. Bir de gümüşü seviyor, Ece. Atın rengi de işlenmemiş
gümüş renginde olunca bulmak kolay oldu.” Böylece Ece ile olan yakınlığını
açıklamaya da çalışıyordu. ‘O benim, uzak dur’ der gibiydi. Mehmet Ali ise onun
kendisi ile olan yakınlığını anlatacak bir şeyleri ortaya sürmek üzereydi.
“Ece,
bu atın ilk tayına talibim. Şimdiden söylüyorum. Ayrıca az önce bindiğin ikinci
olan tayını da istiyorum. Onu satacaktın zaten.”
“Üzgünüm,
ilk tayın sahibi belli. Hatta ikinci tayın sahibi bile belli. İkinci olan tay satılık
değil. Belki Gümüş Kanat’ın üçüncü tayına sıraya girersin. Senin kısraklardan
biri ile çiftleştiririm. O zamana kadar da bakalım kim öle kim kala.”
“Çok
var değil mi? Yedi yaşına kadar yarışsa dört beş seneye yakın bekleyeceğim. Of
ne kadar uzunmuş. Atı sat o zaman bana.”
Ece
kahkahayla gülüyordu. “Üzgünüm, onu satmayı aklımın köşesinden bile
geçirmiyorum. Diğer tayı da şimdilik satmayacağım. Hepsi benimmm” derken küçük
bir çocuk gibiydi. Toprak da Mehmet Ali de gülüyordu onun bu haline.
Atların
artık terlerinin soğutulması ve dinlendirilmeleri gerekiyordu. Antrenman sonra
devam edecekti. Yarış güzel olmuştu. Ece mutlu bir şekilde başındaki toku
çıkardı. Saçları biraz terlemişti. Örgüsünü açmayı düşündü sonra vazgeçti.
“Mehmet Ali senin atı da ver bizimkilere, terini alsınlar. Sonra da yengenin börekleri
hep birlikte yiyelim.”
“Size
kadardır ben ortak olmayayım, eve döneyim. Ozan bekler beni.”
“O
daha uyuyordur. Hadi gel nazlanma. Hem Toprak da sana kötü bakmaktan vazgeçer
böylece.” Sonra sepetin durduğu tarafa doğru yürümeye başladı.
Toprak,
boş bulunup “Kim kötü bakıyor?” derken bakışlarını kaçırmaya uğraşıyordu.
Mehmet Ali, Ece’nin orda bıraktığı Toprak’a bakıp gülümsedi. “Gel de sana ortalıkta
görünmediğin zamanlarda bu kız neler yaptı anlatayım. Hazırlıklı ol.”
Toprak,
onun bu arkadaşça tavrından sonra rahatlamıştı. Evet, Ece’ye bakıyor, onunla
ilgileniyor, yakın davranıyordu ama bunun ardında arkadaşlık olduğunu da belli
ediyordu. Nihayet içindeki sıkıntı hafiflemişti. Seyisler zaten kendisini
biliyordu. Sepeti Ece’nin elinden alıp, boşta kalan elini tuttu. Bir an duran
genç kız onun bu sahiplenen halinden mutlu olup yanında yürümeye başladı. Gece
üstüne çullanan tüm o olumsuzluk bulutları dağılmıştı.
Seyislere
bağırdı giderken “Hadi çabuk gelin siz de, kalmaz yoksa.”
*****
“Bu
at müthiş. Sabahki koşusunu görmeliydin. Uçuyor resmen.” Sesindeki hayranlık
abartısızdı. Yarışın etkisinden kolay kolay çıkamayacağını anlamıştı. Patronun
neden bu kadar ısrarcı olduğunu artık anlıyordu. Atın bunca koşusunu izlemişti
ama yarış ortamında, usta bir jokey ile neler yaptığını ilk kez görüyordu.
Telefonun
ucundaki adam neredeyse sinirden tepinecekti. Söylediklerini bilmediğini mi
sanıyordu bu salak? “Sen beni kızdırmak için mi konuşuyorsun? Sana verdiğim işi
bir an önce hallet. Daha fazla beklemeyeceğim. Bu hali ile bile binlerce lira
eder. Eğer bir yarış kazanırsa benim şansım kalmaz.” Vakti azalıyordu. Hem
alacaklılar yüzünden, hem de yarış yaşının gelmesi yüzünden vakti azalıyordu.
Bu kadının inadı deli ediyordu kendisini. O atı satması gerekiyordu.
Satmalıydı!
Nihayet
patronunun ciddiyetini kavrayınca sesini düz bir hale getirdi. “Merak etme, en
kısa sürede bitecek bu iş. Yakında ilk kaybını verecek.”
*****
Uzun
uğraşlarla aradığını beşinci dükkânın sahibi bulmuştu. Ne için kullanacağını
sorması canını sıksa da ‘tedavi için’ yanıtını kabul etmesi ile rahatlamıştı. Artık
bu iş çok uzamıştı. Zaten en son konuşmada biraz daha gecikirse tek kuruş
alamayacağını açıkça söylemişti patronu. Hem zaten bugün gelmiş ve gözüne baka
baka konuşmuştu. Ya bu işi yapacak ya da beş parasız bu çiftlikteki ağır
işlerle boğuşmaya devam edecekti. Aslında artık işleri sevmeye başlamıştı.
Evdeki genç kızların ilgisini çekmek ve onlardan birini baştan çıkartmak da
güzeldi.
İki
atın sorunu büyüyordu. O atların durumunu saklamak için bir sürü iş çıkartmış
sağa sola koşturup durmuştu. Bugünü de atlatırsa iyileşme ihtimalleri ortadan
kalkacaktı. Şimdiki sorun atlar değildi. Elindeki çuvalı saklayacak bir yer
aradı. Kendi canını yakmak istemiyordu. Odasına gidip sandık olarak kullandığı,
kıyafetlerinin bir kısmını koyduğu kutuyu açtı. En uygun yer orasıydı. Çünkü
kutunun belli yerlerinde oymalar delikti ve oradan hava alabilirdi.
Elbiselerini çıkartıp çuvalı kutunun içine koydu ve ağzındaki ipi çözdü.
Nasılsa kendi başına çuvaldan çıkardı.
Zamanı
geldiğinde bunu Ece Hanımın canına okumak için kullanacaktı. Şimdi yapacağı
daha önemli bir iş vardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder