4 Kasım 2015 Çarşamba

YAKIŞIKLI 32. Bölüm

Karayel’lerin bağlarının üstünde hafriyatın başlaması ile Ece hayatında bir şeylerin kökten değiştiğini anladı. İş makineleri sabah erken saatlerde başlıyor gece olana kadar aralıksız çalışıyordu. Üç gün sonra kamyonlar dolusu malzeme gelip on kadar adamla evin inşaatına başlandı. Beton makinesi su basmanlarını bitirdikten sonra ilk katın duvarları örülmeye başlanmıştı. Ece büyük bir ev yapıldığını görünce kalabalık bir aile geleceğini düşündü. Acaba onlar da bağlarla ilgilenecekler miydi? Toprak, yeni sahibinin oraya güzel bir ev yaptıracağını söylemişti ama kaç kişilik bir ailenin geleceğinden bahsetmemişti.
Hafta sonu geldiğinde soracaktı. Aslında ara sıra inşaata uğrayıp kimin taşınacağını öğrenmek istiyordu. Merakını yenmekte güçlük çekince yengeye uğramaya karar verdi. Tam kapıdan girerken Zeynep’in çıkmak üzere olduğunu gördü. Köydekilerin yengeye gelmelerinde bir tuhaflık yoktu.
“Nasılsın Ece abla?”
“İyiyim Zeynep, sen nasılsın? Zehra abla iyi mi?”

“Annem de ben de iyiyiz. Yengeme uğradım. Hatır sormaya. Yine gelirim yenge, var mı istediğin?”
“Yok, kızım, selam söyle. Ellerine sağlık.” diyerek uğurladığı genç kızın ardından içeri girip Ece’ye sarıldı. “Hoş geldin güzel kızım. Nasılsın?”
“İyiyim yenge sen nasılsın?”
“Sen geldin daha iyi oldum. Anan baban ne vaziyette? Baban iyileşiyor mu?” Her seferinde soruyordu bunu. Sanki bir mucize bekler gibi…
“İyiler, ama babamın daha iyi olma ihtimali yok. Bu hastalık düzelmiyor yenge. Morali iyi olsun da biz ona bakmaya razıyız. Senin bir şeye ihtiyacın var mı? Kaç gündür uğrayamadım sana.”
“Yok kızım sağ ol. Toprak sık sık geliyor ne lazımsa getiriyor. Erzak doldu ev.”
“Öyle mi? İyi bari.”
“Bilmiyormuş gibi konuşma. O beni değil seni görmeye geliyor.”
“Yenge…”
“Aman zaten biliyorum ne kızarıyorsun? Kaç ay önce dediydi bana. O seni hep sevmiş, benim güzel kızım.” Yengenin onayı Ece’yi rahatlatmıştı. Bu rahatlığa ihtiyacı vardı. “Ben de onu hep sevdim yenge. Hep de seveceğim.”
“Öyle mi? O zaman hafta sonu dünür geleceği yalan.” Yenge gülüyordu sorarken.
Ece şaşkınlıkla baktı. “Kime dünür gelecek?”
“Kime olacak sana. Senin haberin yok mu?” Bu kez yenge de şaşırmıştı.
“Yok ama sorun değil. Gelen eli boş kalır döner. Sen bile biliyorsun da benim nasıl haberim yok?”
“Sizin gelin Asude annesine anlatmış. O da bana deyiverdi. Ben biliyorsun sandım. İlkay’ın arkadaşıymış. Sen tanıyormuşsun. Anası varmış bi. Beraber geleceklermiş kız görmeye.”
“Bu Asude de çok oluyor. Bana neden haber vermiyor ki?” Gelecek olanın kim olduğunu anlamıştı elbette. Onun kendi kendine böyle bir ortam yaratma çabası hoşuna gitmemişti. Asıl kızdığı ise ağabeyi ve eşinin böyle bir tertip düzenlemesi ve bunu arkasından gizlice yapmasıydı.
“Senin şerrinden korkmuş olmasın?”
“Dur sen, asıl şimdi korkacak.”
“Aman kızım, benim dediğimi deme bari. Bu yaştan sonra adım dedikoducuya çıkmasın.” Yenge hem korkmuş, hem de Ece’nin yüzünü görünce gülmeye başlamıştı.
“Yengem sen korkma, bir şey olmaz. Ama sen de Toprak’a demezsin değil mi?”
“Canı sıkılmasın dersen, demem, yok sıkılsın biraz dersen hemen arar derim.”
“Sen de az değilsin. Deme, sıkılmasın.  Zaten geçen ay gelen birileri yüzünden biraz dertlendi. Yine aynı şey olmasın. A yenge sizin bağları kim aldı biliyor musun?”
“Hiç bilmiyorum güzel kızım. O makinelerin sesi bitti ya gerisini düşünmüyorum. Ama kalabalık birileriymiş. Sizin ev kadar büyük olacakmış o ev. İyi birileri olsun da, gerisi boş.”
“Bence de öyle. Hem sana komşu olacak gelenler. Bağlara da bakarlarsa iyi olur. Toprak hafta sonu geldiğinde ona sorarım.” Yenge de kalabalık bir aile bekliyordu. Bu hoşuna gitmişti. Kendisine yakın birilerinin olması yaşlı kadını mutlu edecekti.
“Sor tabii. Kim komşu olacak bilelim. Çay demlenmiştir içersin değil mi?”

*****

Toprak, köye gelir gelmez önce Ece’yi görmek için bağların tarafına yöneldi. İşçilerden ahırların yakınında olduğunu öğrenince o tarafa doğru devam etti. Her yer yeşile bürünmeye başlamıştı. Keyifle baktı etrafına. Bağların görüntüsü göz alacak kadar güzelleşmişti. Az sonra Ece ahırdan çıkmış yanına geliyordu. Her zamanki gibi saçları örülüydü. Hemen her gece, o saçları yastığına dağılmış hayal ediyordu. Öyle görmek için içinde uyanan isteği bastırmakta güçlük çekiyordu.
Ece onun düşündüklerinden habersiz örülü saçını sol omzunun üstünden bıraktı. Nefes aldıkça kabaran göğsü ile hayalleri daha da derinleşen Toprak sık nefes alarak yanına gelen kadına sarıldı. Tam öpmek için eğilecekken ahırdan iki erkeğin çıktığını görüp kendini frenledi. Ece de zaten iki elini göğsüne koymuş uzakta tutuyordu.
“Hoş geldin, nasılsın?”
“Şu an çok iyiyim. Çok özlemişim. Ali’yi tanıyorum, yanındaki Yakup mu?”
“Evet, gel tanıştırayım seni.” Kendilerini izleyen erkeklerin olduğu tarafa doğru yürümeye başladı.
“Yakup, Toprak Karayel. Satılan bağların eski sahibi.”
“Merhaba beyim, hoş geldiniz. Keşke satmasaydınız oralar çok verimliydi.” Yakup eskisi olduğu için biliyordu toprakları.
“Merhaba, kolay gelsin. Başında durmak lazım. Amcam ölünce çok da kolay olmazdı uzaktan idare etmek. Artık yeni bir oluşum var orada. Siz bağlardan da anlar mısınız?”
“Yok beyim, ben atlardan anlarım ama Ece hanım sizin bağların çok verimli olduğunu söylerdi.”
“Evet, verimli bağlar oralar. Ece alsaydı daha da verimli olabilirdi. Bakalım yeni sahibi neler yapacak? İnşaat başladı. Neyse ki en az ürünün alındığı yerdeki bağları bozmuşlar. İşten anlıyor alanlar.”
“Sen tanımıyor musun alanları?” Ece nihayet merakını yenecekti.
Toprak iki erkeğe başı ile selam verip yürümeye başlamış, bir yandan da koluna girdiği Ece’nin sorusunu yanıtlamaya çalışıyordu. “Aslında  kim aldı biliyorum. Bir arkadaşımın tanıdığı. A sen de tanıyorsun Murat’ı. Onun bir tanıdığı aldı ve zaten Murat’a yaptırıyor evi. Sık sık gelecek buraya Murat.”
“Öyle mi? Hiç görmedim onu. Sana zor gelmeyecek mi toprağında başkasını görmek?”
“Gelmez, hem Murat sayesinde benim de gelip göreceğim bir ortam olur. Zaten yengeme geldiğimde de buraları görüyorum. Sen ve senin bağlar var. Daha ne göreceğim?”
“Sen de haklısın ama insan yine de komşusunu merak ediyor.”
“Ben de atlarını merak ediyorum. Neden göstermiyorsun onları?”
“Gel hadi. Hem biraz atla da gezeriz. Ne dersin?”
“İşin yoksa sevinirim. Ne kadar geliştiğimi görmen lazım! Boşuna ders almadım.” Artık daha rahat binecekti böylece ata. Yalanlara ihtiyaç kalmamıştı. Ya da bazılarına gerek kalmamıştı…
“İşlerimi sana göre ayarladım. Hadi göster bakalım bana marifetlerini.”
Toprak ahşap binadan içeri girerken “Bağlarda neyin sırası geldi? Dur sen söyleme ben anımsamaya çalışayım... Nisan ayında krizma yapılır, ilaçlama yapılır, aşılama yapılır... Başka var mı yapılacak iş?”
“Unutmamışsın. Gerek duyan omcalara budama yapılır. Ve hazır olanlar hereklere alınır.”
“Eh fena da değilmişim. Ara sıra sana yardıma geleyim mi?”
“Senin işin çok zaten, ama gelmiş yardım etmiş kadar oldun. Hadi gel atlarla tanıştırayım seni. Tedirgin olma, hepsi sana yaklaşıp köpekler gibi koklamaya çalışabilir.
“Havuç ya da şeker yok yanımda. Onlar olmadan kabul ederler mi beni?”
“Ederler, zaten bunlar çok da alışkın değil onlara. Sevip okşaman yeter.”
“Öyle kelimeleri ulu orta kullanma, aklımı karıştırıyorsun.”
“Sen de böyle konuşma, utandırıyorsun.”
Aslında artık utanmıyordu. Her yeni buluşma aralarındaki ilişkinin derinliğini arttırıyordu. Ece ilişkilerinin ciddiyet kazandığını biliyor, onun yanında olmaktan, birlikte görünmekten keyif alıyordu. Yine de köylünün görmesi pek doğru gelmiyordu.
Atların yanına girdiklerinde boxların temizliği ve düzeni gözünden kaçmadı Toprak’ın. İçeride genç bir çocuk atların yemlerini hazırlıyordu.
“Bu da Recep, yardım ediyor seyislere.”
“Epey yardımcın varmış.” Tek tek atların boxlarının önünde duruyor ve hepsinin burnunu ya da boynunu okşuyordu. Atlarla doğal bir yakınlığı vardı. Ece onun bu rahatlığını görüp mutlu oluyordu. Recep ile aralarına mesafe koymuşlardı. Ece “Bunların haricinde İzmir’de iki tane seyisimiz var. Ama onlar sadece benim için çalışmaz, önceden ayarlarız yarışları. Atlarımı götürdüğümde yardım alırım onlardan.”
“Perşembe yarışın var mı?”
“Var ama gece yarışı var artık.”
“Olsun. Seninle geleceğim ben de.”
“O güne kadar burada mısın?”
“Evet, Denizli’de işlerim var. Onları halledeceğim. Murat için inşaatın resimlerini çekeceğim, seninle buluşacağım, at binmeyi daha çok öğreneceğim. İşim çok yani.”
“Lokantan sensiz üşümez mi?”
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun?”
“Evet canım, çok mutlu oldum da gizlemeye çalışıyorum.”
“Cadısın sen. Bak bu kesin, cadının tekisin. Büyücü çirkin cadı. Bana büyü yaptın, kendini de güzel göstermeyi başardın. Yoksa sen buruş buruş koca burunlu, bembeyaz saçlı bir cadısın değil mi?”
“Ah tüm sırrım ifşa oldu. Bana tutuldun diye çamur atmaya kalkışma. Güzelim ve sen de bana bayılıyorsun.”
“Bayılmak ne kelime? Senden başka bir şey düşünemez oldum. Seni seviyorum, üzüm gözlüm.” Toprak iyice yakınlaşmış ve kulağına fısıldamıştı. Ece de aynı şekilde yanıt verdi. “Ben de seni seviyorum.”
“Hadi iki at seçip çıkalım şuradan.” Onu istemek ama sadece dudakları ile yetinmek her geçen gün güçleşiyordu. Üstelik şu an onlara da ulaşamıyordu.
Ece, Recep’e atları hazırlamasını söyledikten sonra ahırın kapısına doğru yürümeye başladı. Biraz havaya ihtiyaç duyuyordu. Onun da Toprak’tan farkı yoktu.
“Yengeyle konuştum geçen gün. Bizi biliyormuş, sen söylemişsin.”
“Doğru demiş. Seni anlatmıştım ona. Kızdın mı yoksa?”
“Yo neden kızayım?” dedi ama aklından geçenleri de engelleyemedi. Tek avuntusuydu yengenin öğrenmiş olması. Birbirlerini önceden tanıyan, aşktan sevgiden bahseden ve her fırsatta buluşan iki kişi arasındaki ilişki, ne zaman ciddileşip evliliği düşündürürdü acaba? Toprak laf arasında bundan bahsetmiş ama teklif etmemişti. Gönül eğlendiriyor, yatağa atacak birisini arıyor dese, öyle bir şey de yoktu. Kendisini asla zorlamıyor, vereceğinden fazlasını istemiyordu. Yengesine anlatıyor, sevdiğini söylüyor ama evlenmekten bahsetmiyordu. Ne istiyor ya da ne bekliyordu acaba? Yoksa aklında başka şeyler mi vardı? Amacı farklı mıydı? Tüm ikilemlerini yıkan tek bilgiydi yenge...

*****


“Didem ile Murat bir iki kez buluşmuş haberin var mı?”
“Olmama ihtimali var mı? Hemen aradı beni Didem. Bu ara ikisi de yoğunmuş ama her gün konuşuyorlarmış.”
“Öyleymiş. Umarım onların da beğenisi aşka dönüşür. Murat ilk kez ciddi bir ilişki yaşıyor sanırım. Daha önce onu böyle görmemiştim.”
“Nasıl görmemiştin?”
“İlgili, kıskanç ve aklı karışmış.”
“Yani senin olmadığın şeyler.”
“Ne demek istedin anlamadım.”
“Önemli bir şey değil. En azından iki tanesi sende kesinlikle yok.”
Toprak duydukları ile şaşırmış ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu. Atların üstünde olmasalar en azından yüzünü rahat görür ve o cümlenin ardında yatanları anlamaya çalışırdı. “Bende olmayan ne? İlgi mi, kıskançlık mı, akıl karışıklığı mı?”
“Tamam kapatalım konuyu. Sana takılmak istedim ama kızdırdım. Dizginleri biraz gevşet, atın ağzını çektiriyorsun.”
“Lafı değiştirme. Bende olmayan ne?”
“Senin her gelişinde bir konu bulup atışacak mıyız? İlgilisin ama kıskanç olduğunu ya da daha doğrusu beni kıskandığını sanmıyorum. Aklın da karışık değil. Ne istediğini biliyorsun ama bunu paylaşmıyorsun. Demek ki ikisi yok sende. Murat ile farkın bu.”
“Çok saçma şeyler düşünüyorsun. Böyle düşündüğünü bilmek gerçekten üzücü! Seni nasıl kıskandığımı gözlerinle görmüştün. Şimdi bunu inkâr mı ediyorsun?” Kendisini anlatmaya çalışmamış sadece bu kadar konuşmuştu.
Ece, çalışan işçilerden ve seyislerin görüş alanından oldukça uzaklaşmış olduklarını fark edince dizginlerini çekip atını durdurdu. Onun haklı olduğunu biliyordu. Aslında sadece biraz daha duygularından bahsetsin diye saçmaladığını kabul etmeliydi.
Onun düşüncelerinden habersiz olan Toprak da ona uyup indi attan. Şu an sinirliydi ve atın üstünde olmak iyi gelebilirdi. Derin bir nefes alan Toprak Ece’yi takip etti.

*****

İkisi de yan yana yürürken az önce oluşturdukları soğukluğu nasıl gidereceklerini düşünüyorlardı. Toprak, kendi hakkında olumsuz düşünülmesine içerlemiş konuşmak bile istemiyor, Ece ise onun kendisine açılmasını istediği için susuyordu.
Atları bıraktıkları yerden neredeyse yüz metre uzaklaşmışlar ama ağızlarını bıçak açmamıştı. Dayanamayan Ece oldu. “Böyle susacak mısın?” diyerek topu Toprak’a attı.
“Sen de konuşmuyorsun. Ben de susmayı istediğini düşündüm.”
“Sen susunca ben de sustum.” Şimdi ne diyecekti peki? Yine susacak mıydı? Onun surat asmasına izin mi verecekti? Bunu yapamayacağını anlayınca büyük bir adım atıp önüne geçip durdu. Toprak da durmak zorunda kaldı. Yüzüne soru dolu bakışlarla bakıyordu. Ece o bakışların arasında bir yerlerdeki isteği görünce tüm düşüncelerini bir yana bıraktı. Parmaklarının ucunda yükselip Toprak’ın dudaklarına küçük bir öpücük bırakmak istedi. Onun ne yapmak istediğini anlayan Toprak beline sarılıp göğsüne bastırdı. Sıkıca sardığı belini acıtacak kadar çok sıkıyordu. Dudakları ise tüm o sıkıntılı dakikaları arkada bırakmak istercesine birbirinin dudaklarında geziniyordu.
Ayrıldıklarında Ece uzaklaşamadı. Toprak da buna izin vermeyeceğini belli ediyordu. Hala sıkıca bastırıyordu kendisine. “Sakın bana surat asma üzüm gözlüm. Çok canımı yakıyor bu.”
“Benim de canım yanıyor.”  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder