Karayel’lerin
bağlarının üstünde hafriyatın başlaması ile Ece hayatında bir şeylerin kökten
değiştiğini anladı. İş makineleri sabah erken saatlerde başlıyor gece olana
kadar aralıksız çalışıyordu. Üç gün sonra kamyonlar dolusu malzeme gelip on
kadar adamla evin inşaatına başlandı. Beton makinesi su basmanlarını
bitirdikten sonra ilk katın duvarları örülmeye başlanmıştı. Ece büyük bir ev
yapıldığını görünce kalabalık bir aile geleceğini düşündü. Acaba onlar da
bağlarla ilgilenecekler miydi? Toprak, yeni sahibinin oraya güzel bir ev
yaptıracağını söylemişti ama kaç kişilik bir ailenin geleceğinden
bahsetmemişti.
Hafta
sonu geldiğinde soracaktı. Aslında ara sıra inşaata uğrayıp kimin taşınacağını
öğrenmek istiyordu. Merakını yenmekte güçlük çekince yengeye uğramaya karar
verdi. Tam kapıdan girerken Zeynep’in çıkmak üzere olduğunu gördü. Köydekilerin
yengeye gelmelerinde bir tuhaflık yoktu.
“Nasılsın
Ece abla?”
“İyiyim
Zeynep, sen nasılsın? Zehra abla iyi mi?”
“Annem
de ben de iyiyiz. Yengeme uğradım. Hatır sormaya. Yine gelirim yenge, var mı istediğin?”
“Yok,
kızım, selam söyle. Ellerine sağlık.” diyerek uğurladığı genç kızın ardından
içeri girip Ece’ye sarıldı. “Hoş geldin güzel kızım. Nasılsın?”
“İyiyim
yenge sen nasılsın?”
“Sen
geldin daha iyi oldum. Anan baban ne vaziyette? Baban iyileşiyor mu?” Her
seferinde soruyordu bunu. Sanki bir mucize bekler gibi…
“İyiler,
ama babamın daha iyi olma ihtimali yok. Bu hastalık düzelmiyor yenge. Morali
iyi olsun da biz ona bakmaya razıyız. Senin bir şeye ihtiyacın var mı? Kaç
gündür uğrayamadım sana.”
“Yok
kızım sağ ol. Toprak sık sık geliyor ne lazımsa getiriyor. Erzak doldu ev.”
“Öyle
mi? İyi bari.”
“Bilmiyormuş
gibi konuşma. O beni değil seni görmeye geliyor.”
“Yenge…”
“Aman
zaten biliyorum ne kızarıyorsun? Kaç ay önce dediydi bana. O seni hep sevmiş,
benim güzel kızım.” Yengenin onayı Ece’yi rahatlatmıştı. Bu rahatlığa ihtiyacı
vardı. “Ben de onu hep sevdim yenge. Hep de seveceğim.”
“Öyle
mi? O zaman hafta sonu dünür geleceği yalan.” Yenge gülüyordu sorarken.
Ece
şaşkınlıkla baktı. “Kime dünür gelecek?”
“Kime
olacak sana. Senin haberin yok mu?” Bu kez yenge de şaşırmıştı.
“Yok
ama sorun değil. Gelen eli boş kalır döner. Sen bile biliyorsun da benim nasıl
haberim yok?”
“Sizin
gelin Asude annesine anlatmış. O da bana deyiverdi. Ben biliyorsun sandım.
İlkay’ın arkadaşıymış. Sen tanıyormuşsun. Anası varmış bi. Beraber
geleceklermiş kız görmeye.”
“Bu
Asude de çok oluyor. Bana neden haber vermiyor ki?” Gelecek olanın kim olduğunu
anlamıştı elbette. Onun kendi kendine böyle bir ortam yaratma çabası hoşuna
gitmemişti. Asıl kızdığı ise ağabeyi ve eşinin böyle bir tertip düzenlemesi ve
bunu arkasından gizlice yapmasıydı.
“Senin
şerrinden korkmuş olmasın?”
“Dur
sen, asıl şimdi korkacak.”
“Aman
kızım, benim dediğimi deme bari. Bu yaştan sonra adım dedikoducuya çıkmasın.”
Yenge hem korkmuş, hem de Ece’nin yüzünü görünce gülmeye başlamıştı.
“Yengem
sen korkma, bir şey olmaz. Ama sen de Toprak’a demezsin değil mi?”
“Canı
sıkılmasın dersen, demem, yok sıkılsın biraz dersen hemen arar derim.”
“Sen
de az değilsin. Deme, sıkılmasın. Zaten
geçen ay gelen birileri yüzünden biraz dertlendi. Yine aynı şey olmasın. A
yenge sizin bağları kim aldı biliyor musun?”
“Hiç
bilmiyorum güzel kızım. O makinelerin sesi bitti ya gerisini düşünmüyorum. Ama
kalabalık birileriymiş. Sizin ev kadar büyük olacakmış o ev. İyi birileri olsun
da, gerisi boş.”
“Bence
de öyle. Hem sana komşu olacak gelenler. Bağlara da bakarlarsa iyi olur. Toprak
hafta sonu geldiğinde ona sorarım.” Yenge de kalabalık bir aile bekliyordu. Bu
hoşuna gitmişti. Kendisine yakın birilerinin olması yaşlı kadını mutlu
edecekti.
“Sor
tabii. Kim komşu olacak bilelim. Çay demlenmiştir içersin değil mi?”
*****
Toprak,
köye gelir gelmez önce Ece’yi görmek için bağların tarafına yöneldi. İşçilerden
ahırların yakınında olduğunu öğrenince o tarafa doğru devam etti. Her yer
yeşile bürünmeye başlamıştı. Keyifle baktı etrafına. Bağların görüntüsü göz
alacak kadar güzelleşmişti. Az sonra Ece ahırdan çıkmış yanına geliyordu. Her
zamanki gibi saçları örülüydü. Hemen her gece, o saçları yastığına dağılmış
hayal ediyordu. Öyle görmek için içinde uyanan isteği bastırmakta güçlük
çekiyordu.
Ece
onun düşündüklerinden habersiz örülü saçını sol omzunun üstünden bıraktı. Nefes
aldıkça kabaran göğsü ile hayalleri daha da derinleşen Toprak sık nefes alarak
yanına gelen kadına sarıldı. Tam öpmek için eğilecekken ahırdan iki erkeğin
çıktığını görüp kendini frenledi. Ece de zaten iki elini göğsüne koymuş uzakta
tutuyordu.
“Hoş
geldin, nasılsın?”
“Şu
an çok iyiyim. Çok özlemişim. Ali’yi tanıyorum, yanındaki Yakup mu?”
“Evet,
gel tanıştırayım seni.” Kendilerini izleyen erkeklerin olduğu tarafa doğru
yürümeye başladı.
“Yakup,
Toprak Karayel. Satılan bağların eski sahibi.”
“Merhaba
beyim, hoş geldiniz. Keşke satmasaydınız oralar çok verimliydi.” Yakup eskisi
olduğu için biliyordu toprakları.
“Merhaba,
kolay gelsin. Başında durmak lazım. Amcam ölünce çok da kolay olmazdı uzaktan
idare etmek. Artık yeni bir oluşum var orada. Siz bağlardan da anlar mısınız?”
“Yok
beyim, ben atlardan anlarım ama Ece hanım sizin bağların çok verimli olduğunu
söylerdi.”
“Evet,
verimli bağlar oralar. Ece alsaydı daha da verimli olabilirdi. Bakalım yeni
sahibi neler yapacak? İnşaat başladı. Neyse ki en az ürünün alındığı yerdeki
bağları bozmuşlar. İşten anlıyor alanlar.”
“Sen
tanımıyor musun alanları?” Ece nihayet merakını yenecekti.
Toprak
iki erkeğe başı ile selam verip yürümeye başlamış, bir yandan da koluna girdiği
Ece’nin sorusunu yanıtlamaya çalışıyordu. “Aslında kim aldı biliyorum. Bir arkadaşımın tanıdığı.
A sen de tanıyorsun Murat’ı. Onun bir tanıdığı aldı ve zaten Murat’a yaptırıyor
evi. Sık sık gelecek buraya Murat.”
“Öyle
mi? Hiç görmedim onu. Sana zor gelmeyecek mi toprağında başkasını görmek?”
“Gelmez,
hem Murat sayesinde benim de gelip göreceğim bir ortam olur. Zaten yengeme
geldiğimde de buraları görüyorum. Sen ve senin bağlar var. Daha ne göreceğim?”
“Sen
de haklısın ama insan yine de komşusunu merak ediyor.”
“Ben
de atlarını merak ediyorum. Neden göstermiyorsun onları?”
“Gel
hadi. Hem biraz atla da gezeriz. Ne dersin?”
“İşin
yoksa sevinirim. Ne kadar geliştiğimi görmen lazım! Boşuna ders almadım.” Artık
daha rahat binecekti böylece ata. Yalanlara ihtiyaç kalmamıştı. Ya da
bazılarına gerek kalmamıştı…
“İşlerimi
sana göre ayarladım. Hadi göster bakalım bana marifetlerini.”
Toprak
ahşap binadan içeri girerken “Bağlarda neyin sırası geldi? Dur sen söyleme ben
anımsamaya çalışayım... Nisan ayında krizma yapılır, ilaçlama yapılır, aşılama
yapılır... Başka var mı yapılacak iş?”
“Unutmamışsın.
Gerek duyan omcalara budama yapılır. Ve hazır olanlar hereklere alınır.”
“Eh
fena da değilmişim. Ara sıra sana yardıma geleyim mi?”
“Senin
işin çok zaten, ama gelmiş yardım etmiş kadar oldun. Hadi gel atlarla
tanıştırayım seni. Tedirgin olma, hepsi sana yaklaşıp köpekler gibi koklamaya
çalışabilir.
“Havuç
ya da şeker yok yanımda. Onlar olmadan kabul ederler mi beni?”
“Ederler,
zaten bunlar çok da alışkın değil onlara. Sevip okşaman yeter.”
“Öyle
kelimeleri ulu orta kullanma, aklımı karıştırıyorsun.”
“Sen
de böyle konuşma, utandırıyorsun.”
Aslında
artık utanmıyordu. Her yeni buluşma aralarındaki ilişkinin derinliğini
arttırıyordu. Ece ilişkilerinin ciddiyet kazandığını biliyor, onun yanında
olmaktan, birlikte görünmekten keyif alıyordu. Yine de köylünün görmesi pek
doğru gelmiyordu.
Atların
yanına girdiklerinde boxların temizliği ve düzeni gözünden kaçmadı Toprak’ın.
İçeride genç bir çocuk atların yemlerini hazırlıyordu.
“Bu
da Recep, yardım ediyor seyislere.”
“Epey
yardımcın varmış.” Tek tek atların boxlarının önünde duruyor ve hepsinin
burnunu ya da boynunu okşuyordu. Atlarla doğal bir yakınlığı vardı. Ece onun bu
rahatlığını görüp mutlu oluyordu. Recep ile aralarına mesafe koymuşlardı. Ece “Bunların
haricinde İzmir’de iki tane seyisimiz var. Ama onlar sadece benim için
çalışmaz, önceden ayarlarız yarışları. Atlarımı götürdüğümde yardım alırım
onlardan.”
“Perşembe
yarışın var mı?”
“Var
ama gece yarışı var artık.”
“Olsun.
Seninle geleceğim ben de.”
“O
güne kadar burada mısın?”
“Evet,
Denizli’de işlerim var. Onları halledeceğim. Murat için inşaatın resimlerini çekeceğim,
seninle buluşacağım, at binmeyi daha çok öğreneceğim. İşim çok yani.”
“Lokantan
sensiz üşümez mi?”
“Sen
benimle dalga mı geçiyorsun?”
“Evet
canım, çok mutlu oldum da gizlemeye çalışıyorum.”
“Cadısın
sen. Bak bu kesin, cadının tekisin. Büyücü çirkin cadı. Bana büyü yaptın,
kendini de güzel göstermeyi başardın. Yoksa sen buruş buruş koca burunlu,
bembeyaz saçlı bir cadısın değil mi?”
“Ah
tüm sırrım ifşa oldu. Bana tutuldun diye çamur atmaya kalkışma. Güzelim ve sen
de bana bayılıyorsun.”
“Bayılmak
ne kelime? Senden başka bir şey düşünemez oldum. Seni seviyorum, üzüm gözlüm.”
Toprak iyice yakınlaşmış ve kulağına fısıldamıştı. Ece de aynı şekilde yanıt
verdi. “Ben de seni seviyorum.”
“Hadi
iki at seçip çıkalım şuradan.” Onu istemek ama sadece dudakları ile yetinmek
her geçen gün güçleşiyordu. Üstelik şu an onlara da ulaşamıyordu.
Ece,
Recep’e atları hazırlamasını söyledikten sonra ahırın kapısına doğru yürümeye
başladı. Biraz havaya ihtiyaç duyuyordu. Onun da Toprak’tan farkı yoktu.
“Yengeyle
konuştum geçen gün. Bizi biliyormuş, sen söylemişsin.”
“Doğru
demiş. Seni anlatmıştım ona. Kızdın mı yoksa?”
“Yo
neden kızayım?” dedi ama aklından geçenleri de engelleyemedi. Tek avuntusuydu
yengenin öğrenmiş olması. Birbirlerini önceden tanıyan, aşktan sevgiden
bahseden ve her fırsatta buluşan iki kişi arasındaki ilişki, ne zaman
ciddileşip evliliği düşündürürdü acaba? Toprak laf arasında bundan bahsetmiş
ama teklif etmemişti. Gönül eğlendiriyor, yatağa atacak birisini arıyor dese,
öyle bir şey de yoktu. Kendisini asla zorlamıyor, vereceğinden fazlasını
istemiyordu. Yengesine anlatıyor, sevdiğini söylüyor ama evlenmekten
bahsetmiyordu. Ne istiyor ya da ne bekliyordu acaba? Yoksa aklında başka şeyler
mi vardı? Amacı farklı mıydı? Tüm ikilemlerini yıkan tek bilgiydi yenge...
*****
“Didem
ile Murat bir iki kez buluşmuş haberin var mı?”
“Olmama
ihtimali var mı? Hemen aradı beni Didem. Bu ara ikisi de yoğunmuş ama her gün
konuşuyorlarmış.”
“Öyleymiş.
Umarım onların da beğenisi aşka dönüşür. Murat ilk kez ciddi bir ilişki yaşıyor sanırım. Daha önce onu böyle görmemiştim.”
“Nasıl görmemiştin?”
“İlgili, kıskanç ve aklı karışmış.”
“Yani senin olmadığın şeyler.”
“Ne demek istedin anlamadım.”
“Önemli bir şey değil. En azından iki tanesi sende
kesinlikle yok.”
Toprak duydukları ile şaşırmış ne demek istediğini
anlamaya çalışıyordu.
Atların üstünde olmasalar en azından yüzünü
rahat görür ve o cümlenin ardında yatanları anlamaya çalışırdı. “Bende olmayan
ne? İlgi mi, kıskançlık mı, akıl karışıklığı mı?”
“Tamam
kapatalım konuyu. Sana takılmak istedim ama kızdırdım. Dizginleri biraz gevşet,
atın ağzını çektiriyorsun.”
“Lafı
değiştirme. Bende olmayan ne?”
“Senin
her gelişinde bir konu bulup atışacak mıyız? İlgilisin ama kıskanç olduğunu ya
da daha doğrusu beni kıskandığını sanmıyorum. Aklın da karışık değil. Ne
istediğini biliyorsun ama bunu paylaşmıyorsun. Demek ki ikisi yok sende. Murat
ile farkın bu.”
“Çok
saçma şeyler düşünüyorsun. Böyle düşündüğünü bilmek gerçekten üzücü! Seni nasıl
kıskandığımı gözlerinle görmüştün. Şimdi bunu inkâr mı ediyorsun?” Kendisini
anlatmaya çalışmamış sadece bu kadar konuşmuştu.
Ece,
çalışan işçilerden ve seyislerin görüş alanından oldukça uzaklaşmış olduklarını
fark edince dizginlerini çekip atını durdurdu. Onun haklı olduğunu biliyordu.
Aslında sadece biraz daha duygularından bahsetsin diye saçmaladığını kabul
etmeliydi.
Onun
düşüncelerinden habersiz olan Toprak da ona uyup indi attan. Şu an sinirliydi
ve atın üstünde olmak iyi gelebilirdi. Derin bir nefes alan Toprak Ece’yi takip
etti.
*****
İkisi
de yan yana yürürken az önce oluşturdukları soğukluğu nasıl gidereceklerini
düşünüyorlardı. Toprak, kendi hakkında olumsuz düşünülmesine içerlemiş konuşmak
bile istemiyor, Ece ise onun kendisine açılmasını istediği için susuyordu.
Atları
bıraktıkları yerden neredeyse yüz metre uzaklaşmışlar ama ağızlarını bıçak
açmamıştı. Dayanamayan Ece oldu. “Böyle susacak mısın?” diyerek topu Toprak’a
attı.
“Sen
de konuşmuyorsun. Ben de susmayı istediğini düşündüm.”
“Sen
susunca ben de sustum.” Şimdi ne diyecekti peki? Yine susacak mıydı? Onun surat
asmasına izin mi verecekti? Bunu yapamayacağını anlayınca büyük bir adım atıp
önüne geçip durdu. Toprak da durmak zorunda kaldı. Yüzüne soru dolu bakışlarla
bakıyordu. Ece o bakışların arasında bir yerlerdeki isteği görünce tüm
düşüncelerini bir yana bıraktı. Parmaklarının ucunda yükselip Toprak’ın
dudaklarına küçük bir öpücük bırakmak istedi. Onun ne yapmak istediğini anlayan
Toprak beline sarılıp göğsüne bastırdı. Sıkıca sardığı belini acıtacak kadar
çok sıkıyordu. Dudakları ise tüm o sıkıntılı dakikaları arkada bırakmak
istercesine birbirinin dudaklarında geziniyordu.
Ayrıldıklarında
Ece uzaklaşamadı. Toprak da buna izin vermeyeceğini belli ediyordu. Hala sıkıca
bastırıyordu kendisine. “Sakın bana surat asma üzüm gözlüm. Çok canımı yakıyor
bu.”
“Benim
de canım yanıyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder