3 Kasım 2015 Salı

YAKIŞIKLI 31. Bölüm

“Bu kadın neden inatçılık yapıyor? Beceremeyeceksen başkasını yollayacağım.”
“Eğer yakalanmaktan korkmuyorsan ben gerekeni yaparım. Sen değil miydin satmayı kendi fikri sansın ve ucuza satsın diyen? O yüzden acele etme. Satacak. Hem de yok pahasına satacak.”
“Sen öyle diyorsun ama daha yeni arattığım birine satılık atım yok, demiş.”
“Olacak, hepsini satacak. Atlarla uğraştıkça başına iş geldiğini görecek ve vazgeçecek.”
“O kadının at yetiştirmekten vazgeçmesini sağla seni de yanıma alacağım. Eskisi gibi para içinde yüzeceksin. Bunun için de gerekirse o atlardan birinin canına okuyabilirsin. Tek yapacağın yakalanmamak.”
“Merak etme o işi ben değil sevimli bir şey yapacak. Hem de kısa süre sonra. İki aya kadar burada bir tane bile at kalmaz.”
“İki ay mı? Hızlandırmayı dene.”
“Mümkün değil. Aklımdakini yapabilmek için biraz süre lazım. Ama dersen ki başka şeyler yap o zaman iş değişir.”
“Anlat bakalım aklındakini…”
Fikri dinledikten sonra, “Sen bu dediğini yapsan da atların hangisi zarar görür bilemeyiz. O yüzden başka bir şey bul, ama bunu da o cadı için kullan. Sevdim bunu.”


*****

Ece, günün büyük bölümünü Toprak ile geçirdiği için daha geç saate kadar çalışmak zorunda kalmıştı. Eve giderken telefonu çaldı. Ekranda Toprak’ın adını okuyunca yüzünde gülümseme oluştu. “Efendim canım?”
“Canım demene bayılıyorum. Ne yapıyorsun?”
“Eve gidiyordum.”
“Yeni mi gidiyorsun eve? Hava kararalı çok oldu.”
“İşim çoktu ve birileri günün çoğunu iş yapmamı engelleyerek geçirdi.”
“Kabahat benim yani? Seni tüm bu işlerle baş başa bırakan ağabeylerinin ve hiç yardım etmeyen kardeşlerinin kabahati yok sanırım?” Düşünürken yükselen sinirinin sözlerine yansımasına mani olamamıştı. Ece onun sözlerine kızdığını belli eden bir tonla yanıtladı. “Konu kötü bir tarafa kayıyor. Sadece şaka yapmak istemiştim ama sanırım kapatsam daha iyi olacak.”
“Kapat tabii, kaç konuşmaktan. Yakında daha önemli konuşmalar yapacağız ve o zaman da kaçacaksın eminim.” Toprak gereksiz bir hırçınlığa büründüğünün farkındaydı ama yapmak istedikleri ile yapacakları arasındaki fark onu buna yönlendiriyordu.
“Ne demek istiyorsun?”
Toprak bu sorudaki korkuyu hissetti. Onun yüzünü görmese de gözlerindeki korkudan emindi. Elinden gelse kendi kıçını tekmeleyecekti. Derin bir nefes aldı. Sonra da ilk andaki ses tonu ile konuşmaya başladı… Tatlı sevecen ve aşık ton ile…
“Bak, canım sıkkın. Senden ayrıldığımdan beri beynim patlıyor ağrıdan. Çünkü seni daha sık görmenin bir yolunu bulmaya çalışıyorum. Bulabildiğim tek çözüm yanıma taşınman. Yani evlenince tabii ama senin bunu kabul etmeyeceğini bilerek alternatif bulmaya uğraşıyorum. Bulamadığım için de dönüp dolaşıp senin bağlarının başına birisini bulmak gerektiği sonucuna ulaşıyorum. Birini yetiştirmek çözüm olabilir. Atlarını da İzmir’e götürürüz.”
Ece çok sinirlenmişti. Ne işi vardı İzmir’de? Nereden çıkmıştı bu? Bu konuşmanın zamanının geleceğini biliyordu ama onun bu kadar dayatmacı ve bencil bir düşünce ile kendi başına karar vereceğini tahmin etmemişti. “Hop hopppp bir dakika… Sen neler diyorsun? Neyin planları bunlar? Bana sormayı denedin mi?”
“O telefonu kapat ve arkanı dön, ben de sorayım.”
Ece telefonu kapatamadan arkasını döndüğünde Toprak’ın on metre kadar gerisinde durduğunu gördü. Hızlı adımlarla yanına gelen erkek ay ışığında çok yakışıklı gözüküyordu. “Beni mi izliyorsun?”
“Seni hep izleyeceğim canım.”
“İyi… Az önce ne demek istedin?” Bir yandan da cep telefonunu kapatıp cebine yerleştiriyordu. Tam koyacakken yeniden çalmaya başlayınca ekrana baktı. Yüzünde bir gülümseme ile telefonun açma düğmesine basarken Toprak’a da eli ile bekle diye işaret etti. Arayan kişi ile önce kısacık bir süre hatır soracak kadar İspanyolca konuştu. Ardından İngilizceye geçti. Toprak İngilizce kısmını anlayınca dikkatle dinlemeye başladı.
“Geleceğim elbette, daha var ama şimdiden heyecanlanıyorum… Evet tanışmayı çok isterim. Asıl yeni haber ne biliyor musun?” Toprak kendisinden bahsetmesini bekledi. Oysa Ece telefondaki kişiye şarap fabrikasını yeniden açtığını ve bu sene üretime başlayacağını anlatıyordu. Bu kadın kiminle konuşuyordu böyle heyecanlı ve neşeli bir şekilde? Üstelik planlarından bahsediyor ve yeni planlar ekliyordu. Canı sıkkın bir şekilde arkasını döndü. Konuşmanın bitmesini beklemeyecekti. İki adım atmıştı ki kolunu tutan eli hissetti. Geri dönerken o elin beline sarılması ile şaşırdı. Ece konuşmaya devam ediyordu. Nihayet telefondaki kişiye “Davet mektubu gelince ayarlamaları yaparız. Şimdi artık sevgilime biraz vakit ayırmam lazım yoksa küsecek bana.” dedi. Toprak telefondaki kişinin sadece bir tanıdık olduğunu hatta iş için görüşüldüğünü anlayıp rahatladı. Ama uzun sürmedi. Az önceki konuşmayı anımsayınca canı sıkıldı. “Ne daveti bu? İspanya’ya mı gideceksin?”
“Evet canım, üç günlük bir İspanya gezisi olacak. Daha önceden ziyarete gittiğim bir şarap fabrikası yüzüncü yılını kutlayacak. Arkadaşım da o ailenin büyük kızı. Etkinlikler için davet ediyor. Babasına bizim şarapları anlatmış. Örnek istiyor benden. Eğer beğenirlerse kendi şaraplarının yanı sıra benim şaraplarımı da lokantalarında satacaklar. Tabii onların beklediği ailemiz için yaptıklarımızdan örnek. Sonra onlara yeni ürünü de götürürüm.”
“Sen işleri büyütmeye niyetlisin.”
“Elbette çok büyümeyeceğim. Ya da şimdilik fikrim bu. Zaten bağlar ve atlar ile meşgulüm. Fabrika ile epey uğraşmam lazım. Pazartesi günü gelen uzman ile de hazirandan sonrası için el sıkıştık. Bağbozumundan önce gelecek ve birlikte ürün boylarını ve renklerini inceleyecek, denemeler yapacağız.”
Toprak onun konuşurken heyecanla parlayan yüzüne, gülen gözlerine baktı. Onun neşesi kalbini sıkıştırıyordu. Az önce söyleyeceklerinin hiçbiri artık dile getirilecek gibi değildi. En iyisi susmak diye düşünürken Ece sordu. “Sen bana ne anlatıyordun?”
“Vazgeçtim tatlım. Seni buradan ayırmak mümkün gözükmüyor.” Zaten şansını denemek için bir adımdı bu. Olmayacağını biliyordu ama yine de olta atmıştı. Boş çekmişti o oltayı.
“Beni buradan ayırmayı mı düşünüyordun? Bağlar, atlar ve ailem buradayken?” Ece onun bu tavrını anlayamayacaktı. Başka bir çözümü olduğundan emindi. Bir yolunu bulurlardı, yeter ki o yolu bulmak için birlikte kafa patlatsınlar!
“Şimdi bunları konuşmak için çok erken. En iyisi sen gel buraya da güzel bir öpücük ver. Moralim yerine gelsin.”
“Emriniz başım üstüne yakışıklım.”
“Bu cümleyi sık duyar mıyım?”
“Hayır, o yüzden tadını çıkart.”
“Senin tadını çıkartmayı tercih ederim canım.”

*****

Ece, yatağına uzandığında Toprak ile yaptığı konuşmanın satır aralarını düşünüyordu. Sonradan lafı çevirse de onun evlilikten ve İzmir’e yerleşmekten bahsetmek istediğini biliyordu. Onunla evli olmak bir iki aydır hayallerinde ilk sırayı almıştı. Zaten eskiden beri onu düşünürdü. Şimdi artık bir adı vardı ilişkilerinin. Yine de tüm hayalleri köyde geçiyordu. Denizli’nin merkezinde bile oturmayı hayal etmemişken İzmir’e gitmek mümkün değildi. Onun hayatı bu köydü.
Gelen telefon ile konuşmalarının belirsiz bir zamana ertelenmesine memnun olmuştu. Çünkü vereceği yanıt belki bir kavga nedeni olacaktı. Toprak aksini umsa da onun topraklarından, köyünden ayrılmaya hiç niyeti yoktu. O Toprak’ı köye gelmeye ikna etmeyi düşünüyordu. Bencillik ettiğini biliyordu. Aslında bir ortak yol bulmak gerekiyordu ama şu an böyle bir çözüm gelmiyordu aklına. Her zaman erkeklerin kadınları ezdiğini düşünen ve yeri geldiğinde eşitlik diye naralar atan Ece’nin böyle bencilce düşünmesi doğru değildi. Toprak’ın o uzun yolu gidip gelmesi ya da bu gidişlerin sıraya konulması şu an aklına gelen en iyi çözümdü. Tabii o cümleler yeniden dile gelirse, evlenme teklif edilirse bu söyledikleri geçerli olacaktı.


*****

Eray ile Ebru yanlarında Muzaffer ile geldiklerinde Ece yine bağlardaydı. Eray telefon açıp yerini öğrenince arabayla bağların arasına girdiler. Muzaffer resmini gördüğü kızı beğenmişti. Eray’ı Ebru sayesinde tanımış ve sevmişti. Onun kız kardeşini tanımak da hoşuna gidecekti.
Ebru, Eray’ın kardeşine uygun birisini bulmak istediğini biliyordu. Arkadaşını önerdiğinde Eray önce biraz bozulmuş ama eninde sonunda birisini bulacağını düşünüp Ebru’ya onay vermişti. Böylece kız kardeşine erkek arayan adam olmak gibi kötü bir konumdan da kurtulmuş oluyordu. Hem zaten Ece bakalım beğenecek miydi? Eli yüzü düzgün, hatta karısının ifadesine göre yakışıklıydı Muzaffer. Bir zamanlar Ebru ile kıskançlık kavgası etmesine neden olan erkeğin şimdi kız kardeşini görmek için yanlarında gelmesi de kara mizah gibiydi.
Eray, uzaktan gördüğü kardeşine korna ile haber verdi. Ece küçük traktörü kenara çekerek yanına gelmelerini bekledi.
Arabadan ilk inen Ebru oldu. Ece de traktörden inmiş üstünü başını temizliyordu. Gelin görümce bir süre sarılıp hasret giderdi. Kimse için özel hazırlanacak değildi. O bağların başında çalışan biriydi. Ve zaten gelen kişiye kendini beğendirmeye niyeti yoktu.
Ebru, arkadaşını tanıştırırken Ece’yi izliyordu. Onun yüzünden hoşnut olmadığını anladığında biraz bozulsa da olayları zamana bırakacaktı. Çünkü Ece’nin ilk tepkisi hep böyle oluyordu. Sanki öylesine gelmiş gibi davranıyordu Muzaffer. Belki o da anlamıştı ilk anda kızın kendisinden hoşlanmadığını. Ebru yine de umutluydu. Muzaffer hem yakışıklı, hem de eğlenceli biriydi.  
Kısa tanışıklığın ardından, nihayet yanına gelen ağabeyine dönüp ona da sarıldı Ece.   Neler yaptığını soran Eray’a, “İlkbahar krizmalarını bitirmek üzereyiz. Ben, yeni bağa aşılama yapacağım. İlaçlamalar da tamam.”
“Tamam kısa raporu aldım sırada uzun rapor var. Nasılsın?” Eray, o sırada kardeşinin boynuna kolunu dolamış, bağ sıralarının arasında yürüyordu.
“İyiyim, bildiğin gibi. Sen nasılsın? Eve uğradınız mı?”
“Evet ama kapıdan bakıp geldik hemen. Seni eve getirmemizi istedi annem.”
“Neden?”
“Misafirimiz var da ondan.”
“İyi de misafir bağları gezmek için gelmedi mi? Eve kapanıp ne görecek? Sen bildiklerini anlat. Bilmediklerini sor bana.” Sesi umursamazdı.
O sırada Muzaffer de ikisinin konuşmasını takip ediyordu. Ece’nin kendisi ile çok ilgilenmediğini görüp biraz bozulmuştu. Ebru da ondan aşağı kalmıyordu. En azından görümcesinin ikinci kez adamın yüzüne bakmasını bekliyordu. Belki beğenir umudu hala içindeydi. “Eray, siz önden yürüyün ben biraz Ece ile konuşacağım.”
“Tamam canım, gel Muzaffer bizim kızın vazgeçilmezini gör.” Eray hâlâ Ece’ye bir şeyleri belli etmeye uğraşıyor gibiydi ama Ece umursamaz tavrını bozmadı.
Erkekler elleri ceplerinde konuşarak yürürken Ebru da Ece ile yan yana yürümeye başladı. Ebru bir türlü söze başlayamayınca Ece “Çıkar baklayı da ağzında büyümesin.” dedi. Ebru, “Bakla sayılmaz, sen anlamışsındır. Muzaffer seni görmeye geldi.”
“O kadarını anladım da ne gerek duyuldu? Nerden öğrendi beni de geldi?”
“Benden öğrendi nerden olacak. Eray senin artık evlenmen gerektiğini söyleyip duruyordu. Ben de yeni birileri ile tanışman iyi olur dedim, arkadaşımı söyleyince Eray da onayladı. Aldık geldik bir görün birbirinizi diye.”
“Ebrucuğum, canım hadi abim niyetli de sen neden uyuyorsun ona? Bakalım benim niyetim var mı? Benim aklımda var mı? Benim kalbim boş mu?” Ece, Ebru’nun kırılmasını istemezdi. Onun kötü hissetmesini engellemek için Toprak’tan bahsetmeye karar vermişti.
“Aman sen de, ne zaman kalbin dol… O surat ne? Aaa sen birine aşık mısın?” Ebru ne diyeceğini bilemez halde yüzüne bakıyordu. Ece gülerek ama yanıt vermeden yürümeye devam etti.

*****

Telefonun titreşimi gecenin bir yarısı uyandırmıştı. Diğerlerini uyandırmadan evden çıkıp biraz uzaklaştı. “Efendim patron?”
“Daha ne bekliyorsun? Kafama bir tane sıkmalarını mı? Bak borcum var. Ödemezsem canıma okuyacaklar.”
“Ama patron ödemiştin!”
“Sana hesap mı vereceğim? Yeni borç yaptım. O yüzden şu kadını ne yap ne et atlarını satmaya ikna et.”
“Patron, bu kadının parası çok. At satmaya ihtiyacı yokmuş. Neden ısrar ediyorsun? Hem o at senin beklediğin gibi değil.”
“Sen o burnunu benim işlerime sokma. Dediğimi yap. Atlarını satsın. Hatta hepsi ölebilir ve tek kalanı satması için sizler de baskı yapabilirsiniz. Ama sakın o atın başına bir şey gelmesin. Sakınnn”
“Atları öldürürsem hepimiz işsiz kalırız.”
“Senin işin var. O atı satmasını sağla. Ama o atın başına en ufak bir şey gelmesin. Anladın mı?”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder