“Bu kadın
neden inatçılık yapıyor? Beceremeyeceksen başkasını yollayacağım.”
“Eğer
yakalanmaktan korkmuyorsan ben gerekeni yaparım. Sen değil miydin satmayı kendi
fikri sansın ve ucuza satsın diyen? O yüzden acele etme. Satacak. Hem de yok
pahasına satacak.”
“Sen öyle
diyorsun ama daha yeni arattığım birine satılık atım yok, demiş.”
“Olacak,
hepsini satacak. Atlarla uğraştıkça başına iş geldiğini görecek ve vazgeçecek.”
“O kadının
at yetiştirmekten vazgeçmesini sağla seni de yanıma alacağım. Eskisi gibi para
içinde yüzeceksin. Bunun için de gerekirse o atlardan birinin canına
okuyabilirsin. Tek yapacağın yakalanmamak.”
“Merak etme
o işi ben değil sevimli bir şey yapacak. Hem de kısa
süre sonra. İki aya kadar burada bir tane bile at kalmaz.”
“İki
ay mı? Hızlandırmayı dene.”
“Mümkün
değil. Aklımdakini yapabilmek için biraz süre lazım. Ama dersen ki başka şeyler
yap o zaman iş değişir.”
“Anlat
bakalım aklındakini…”
Fikri
dinledikten sonra, “Sen bu dediğini yapsan da atların hangisi zarar görür
bilemeyiz. O yüzden başka bir şey bul, ama bunu da o cadı için kullan. Sevdim
bunu.”
*****
Ece,
günün büyük bölümünü Toprak ile geçirdiği için daha geç saate kadar çalışmak
zorunda kalmıştı. Eve giderken telefonu çaldı. Ekranda Toprak’ın adını okuyunca
yüzünde gülümseme oluştu. “Efendim canım?”
“Canım
demene bayılıyorum. Ne yapıyorsun?”
“Eve
gidiyordum.”
“Yeni
mi gidiyorsun eve? Hava kararalı çok oldu.”
“İşim
çoktu ve birileri günün çoğunu iş yapmamı engelleyerek geçirdi.”
“Kabahat
benim yani? Seni tüm bu işlerle baş başa bırakan ağabeylerinin ve hiç yardım
etmeyen kardeşlerinin kabahati yok sanırım?” Düşünürken yükselen sinirinin
sözlerine yansımasına mani olamamıştı. Ece onun sözlerine kızdığını belli eden
bir tonla yanıtladı. “Konu kötü bir tarafa kayıyor. Sadece şaka yapmak
istemiştim ama sanırım kapatsam daha iyi olacak.”
“Kapat
tabii, kaç konuşmaktan. Yakında daha önemli konuşmalar yapacağız ve o zaman da
kaçacaksın eminim.” Toprak gereksiz bir hırçınlığa büründüğünün farkındaydı ama
yapmak istedikleri ile yapacakları arasındaki fark onu buna yönlendiriyordu.
“Ne
demek istiyorsun?”
Toprak
bu sorudaki korkuyu hissetti. Onun yüzünü görmese de gözlerindeki korkudan
emindi. Elinden gelse kendi kıçını tekmeleyecekti. Derin bir nefes aldı. Sonra
da ilk andaki ses tonu ile konuşmaya başladı… Tatlı sevecen ve aşık ton ile…
“Bak,
canım sıkkın. Senden ayrıldığımdan beri beynim patlıyor ağrıdan. Çünkü seni
daha sık görmenin bir yolunu bulmaya çalışıyorum. Bulabildiğim tek çözüm yanıma
taşınman. Yani evlenince tabii ama senin bunu kabul etmeyeceğini bilerek
alternatif bulmaya uğraşıyorum. Bulamadığım için de dönüp dolaşıp senin
bağlarının başına birisini bulmak gerektiği sonucuna ulaşıyorum. Birini
yetiştirmek çözüm olabilir. Atlarını da İzmir’e götürürüz.”
Ece
çok sinirlenmişti. Ne işi vardı İzmir’de? Nereden çıkmıştı bu? Bu konuşmanın
zamanının geleceğini biliyordu ama onun bu kadar dayatmacı ve bencil bir düşünce
ile kendi başına karar vereceğini tahmin etmemişti. “Hop hopppp bir dakika… Sen
neler diyorsun? Neyin planları bunlar? Bana sormayı denedin mi?”
“O
telefonu kapat ve arkanı dön, ben de sorayım.”
Ece
telefonu kapatamadan arkasını döndüğünde Toprak’ın on metre kadar gerisinde
durduğunu gördü. Hızlı adımlarla yanına gelen erkek ay ışığında çok yakışıklı
gözüküyordu. “Beni mi izliyorsun?”
“Seni
hep izleyeceğim canım.”
“İyi…
Az önce ne demek istedin?” Bir yandan da cep telefonunu kapatıp cebine
yerleştiriyordu. Tam koyacakken yeniden çalmaya başlayınca ekrana baktı.
Yüzünde bir gülümseme ile telefonun açma düğmesine basarken Toprak’a da eli ile
bekle diye işaret etti. Arayan kişi ile önce kısacık bir süre hatır soracak
kadar İspanyolca konuştu. Ardından İngilizceye geçti. Toprak İngilizce kısmını
anlayınca dikkatle dinlemeye başladı.
“Geleceğim
elbette, daha var ama şimdiden heyecanlanıyorum… Evet tanışmayı çok isterim.
Asıl yeni haber ne biliyor musun?” Toprak kendisinden bahsetmesini bekledi.
Oysa Ece telefondaki kişiye şarap fabrikasını yeniden açtığını ve bu sene
üretime başlayacağını anlatıyordu. Bu kadın kiminle konuşuyordu böyle heyecanlı
ve neşeli bir şekilde? Üstelik planlarından bahsediyor ve yeni planlar ekliyordu.
Canı sıkkın bir şekilde arkasını döndü. Konuşmanın bitmesini beklemeyecekti.
İki adım atmıştı ki kolunu tutan eli
hissetti. Geri dönerken o elin beline sarılması ile şaşırdı. Ece konuşmaya
devam ediyordu. Nihayet telefondaki kişiye “Davet mektubu gelince ayarlamaları
yaparız. Şimdi artık sevgilime biraz vakit ayırmam lazım yoksa küsecek bana.” dedi.
Toprak telefondaki kişinin sadece bir tanıdık olduğunu hatta iş için
görüşüldüğünü anlayıp rahatladı. Ama uzun sürmedi. Az önceki konuşmayı
anımsayınca canı sıkıldı. “Ne daveti bu? İspanya’ya mı gideceksin?”
“Evet canım, üç günlük bir İspanya gezisi olacak.
Daha önceden ziyarete gittiğim bir şarap fabrikası yüzüncü yılını kutlayacak.
Arkadaşım da o ailenin büyük kızı. Etkinlikler için davet ediyor. Babasına
bizim şarapları anlatmış. Örnek istiyor benden. Eğer beğenirlerse kendi
şaraplarının yanı sıra benim şaraplarımı da lokantalarında satacaklar. Tabii
onların beklediği ailemiz için yaptıklarımızdan örnek. Sonra onlara yeni ürünü
de götürürüm.”
“Sen işleri büyütmeye niyetlisin.”
“Elbette
çok büyümeyeceğim. Ya da şimdilik fikrim bu. Zaten bağlar ve atlar ile
meşgulüm. Fabrika ile epey uğraşmam lazım. Pazartesi günü gelen uzman ile de
hazirandan sonrası için el sıkıştık. Bağbozumundan önce gelecek ve birlikte
ürün boylarını ve renklerini inceleyecek, denemeler yapacağız.”
Toprak
onun konuşurken heyecanla parlayan yüzüne, gülen gözlerine baktı. Onun neşesi kalbini
sıkıştırıyordu. Az önce söyleyeceklerinin hiçbiri artık dile getirilecek gibi
değildi. En iyisi susmak diye düşünürken Ece sordu. “Sen bana ne anlatıyordun?”
“Vazgeçtim
tatlım. Seni buradan ayırmak mümkün gözükmüyor.” Zaten şansını denemek için bir
adımdı bu. Olmayacağını biliyordu ama yine de olta atmıştı. Boş çekmişti o
oltayı.
“Beni
buradan ayırmayı mı düşünüyordun? Bağlar, atlar ve ailem buradayken?” Ece onun
bu tavrını anlayamayacaktı. Başka bir çözümü olduğundan emindi. Bir yolunu
bulurlardı, yeter ki o yolu bulmak için birlikte kafa patlatsınlar!
“Şimdi
bunları konuşmak için çok erken. En iyisi sen gel buraya da güzel bir öpücük
ver. Moralim yerine gelsin.”
“Emriniz
başım üstüne yakışıklım.”
“Bu
cümleyi sık duyar mıyım?”
“Hayır,
o yüzden tadını çıkart.”
“Senin
tadını çıkartmayı tercih ederim canım.”
*****
Ece,
yatağına uzandığında Toprak ile yaptığı konuşmanın satır aralarını düşünüyordu.
Sonradan lafı çevirse de onun evlilikten ve İzmir’e yerleşmekten bahsetmek
istediğini biliyordu. Onunla evli olmak bir iki aydır hayallerinde ilk sırayı
almıştı. Zaten eskiden beri onu düşünürdü. Şimdi artık bir adı vardı
ilişkilerinin. Yine de tüm hayalleri köyde geçiyordu. Denizli’nin merkezinde
bile oturmayı hayal etmemişken İzmir’e gitmek mümkün değildi. Onun hayatı bu
köydü.
Gelen
telefon ile konuşmalarının belirsiz bir zamana ertelenmesine memnun olmuştu.
Çünkü vereceği yanıt belki bir kavga nedeni olacaktı. Toprak aksini umsa da
onun topraklarından, köyünden ayrılmaya hiç niyeti yoktu. O Toprak’ı köye
gelmeye ikna etmeyi düşünüyordu. Bencillik ettiğini biliyordu. Aslında bir
ortak yol bulmak gerekiyordu ama şu an böyle bir çözüm gelmiyordu aklına. Her
zaman erkeklerin kadınları ezdiğini düşünen ve yeri geldiğinde eşitlik diye
naralar atan Ece’nin böyle bencilce düşünmesi doğru değildi. Toprak’ın o uzun
yolu gidip gelmesi ya da bu gidişlerin sıraya konulması şu an aklına gelen en
iyi çözümdü. Tabii o cümleler yeniden dile gelirse, evlenme teklif edilirse bu
söyledikleri geçerli olacaktı.
*****
Eray
ile Ebru yanlarında Muzaffer ile geldiklerinde Ece yine bağlardaydı. Eray
telefon açıp yerini öğrenince arabayla bağların arasına girdiler. Muzaffer
resmini gördüğü kızı beğenmişti. Eray’ı Ebru sayesinde tanımış ve sevmişti.
Onun kız kardeşini tanımak da hoşuna gidecekti.
Ebru,
Eray’ın kardeşine uygun birisini bulmak istediğini biliyordu. Arkadaşını
önerdiğinde Eray önce biraz bozulmuş ama eninde sonunda birisini bulacağını
düşünüp Ebru’ya onay vermişti. Böylece kız kardeşine erkek arayan adam olmak gibi
kötü bir konumdan da kurtulmuş oluyordu. Hem zaten Ece bakalım beğenecek miydi?
Eli yüzü düzgün, hatta karısının ifadesine göre yakışıklıydı Muzaffer. Bir
zamanlar Ebru ile kıskançlık kavgası etmesine neden olan erkeğin şimdi kız
kardeşini görmek için yanlarında gelmesi de kara mizah gibiydi.
Eray,
uzaktan gördüğü kardeşine korna ile haber verdi. Ece küçük traktörü kenara
çekerek yanına gelmelerini bekledi.
Arabadan
ilk inen Ebru oldu. Ece de traktörden inmiş üstünü başını temizliyordu. Gelin
görümce bir süre sarılıp hasret giderdi. Kimse için özel hazırlanacak değildi.
O bağların başında çalışan biriydi. Ve zaten gelen kişiye kendini beğendirmeye niyeti
yoktu.
Ebru,
arkadaşını tanıştırırken Ece’yi izliyordu. Onun yüzünden hoşnut olmadığını
anladığında biraz bozulsa da olayları zamana bırakacaktı. Çünkü Ece’nin ilk
tepkisi hep böyle oluyordu. Sanki öylesine gelmiş gibi davranıyordu Muzaffer.
Belki o da anlamıştı ilk anda kızın kendisinden hoşlanmadığını. Ebru yine de
umutluydu. Muzaffer hem yakışıklı, hem de eğlenceli biriydi.
Kısa
tanışıklığın ardından, nihayet yanına gelen ağabeyine dönüp ona da sarıldı
Ece. Neler yaptığını soran Eray’a,
“İlkbahar krizmalarını bitirmek üzereyiz. Ben, yeni bağa aşılama yapacağım.
İlaçlamalar da tamam.”
“Tamam
kısa raporu aldım sırada uzun rapor var. Nasılsın?” Eray, o sırada kardeşinin
boynuna kolunu dolamış, bağ sıralarının arasında yürüyordu.
“İyiyim,
bildiğin gibi. Sen nasılsın? Eve uğradınız mı?”
“Evet
ama kapıdan bakıp geldik hemen. Seni eve getirmemizi istedi annem.”
“Neden?”
“Misafirimiz
var da ondan.”
“İyi
de misafir bağları gezmek için gelmedi mi? Eve kapanıp ne görecek? Sen
bildiklerini anlat. Bilmediklerini sor bana.” Sesi umursamazdı.
O
sırada Muzaffer de ikisinin konuşmasını takip ediyordu. Ece’nin kendisi ile çok
ilgilenmediğini görüp biraz bozulmuştu. Ebru da ondan aşağı kalmıyordu. En
azından görümcesinin ikinci kez adamın yüzüne bakmasını bekliyordu. Belki
beğenir umudu hala içindeydi. “Eray, siz önden yürüyün ben biraz Ece ile
konuşacağım.”
“Tamam
canım, gel Muzaffer bizim kızın vazgeçilmezini gör.” Eray hâlâ Ece’ye bir
şeyleri belli etmeye uğraşıyor gibiydi ama Ece umursamaz tavrını bozmadı.
Erkekler
elleri ceplerinde konuşarak yürürken Ebru da Ece ile yan yana yürümeye başladı.
Ebru bir türlü söze başlayamayınca Ece “Çıkar baklayı da ağzında büyümesin.” dedi.
Ebru, “Bakla sayılmaz, sen anlamışsındır. Muzaffer seni görmeye geldi.”
“O
kadarını anladım da ne gerek duyuldu? Nerden öğrendi beni de geldi?”
“Benden
öğrendi nerden olacak. Eray senin artık evlenmen gerektiğini söyleyip
duruyordu. Ben de yeni birileri ile tanışman iyi olur dedim, arkadaşımı
söyleyince Eray da onayladı. Aldık geldik bir görün birbirinizi diye.”
“Ebrucuğum,
canım hadi abim niyetli de sen neden uyuyorsun ona? Bakalım benim niyetim var
mı? Benim aklımda var mı? Benim kalbim boş mu?” Ece, Ebru’nun kırılmasını
istemezdi. Onun kötü hissetmesini engellemek için Toprak’tan bahsetmeye karar
vermişti.
“Aman
sen de, ne zaman kalbin dol… O surat ne? Aaa sen birine aşık mısın?” Ebru ne
diyeceğini bilemez halde yüzüne bakıyordu. Ece gülerek ama yanıt vermeden
yürümeye devam etti.
*****
Telefonun
titreşimi gecenin bir yarısı uyandırmıştı. Diğerlerini uyandırmadan evden çıkıp
biraz uzaklaştı. “Efendim patron?”
“Daha
ne bekliyorsun? Kafama bir tane sıkmalarını mı? Bak borcum var. Ödemezsem
canıma okuyacaklar.”
“Ama
patron ödemiştin!”
“Sana
hesap mı vereceğim? Yeni borç yaptım. O yüzden şu kadını ne yap ne et atlarını
satmaya ikna et.”
“Patron,
bu kadının parası çok. At satmaya ihtiyacı yokmuş. Neden ısrar ediyorsun? Hem o
at senin beklediğin gibi değil.”
“Sen
o burnunu benim işlerime sokma. Dediğimi yap. Atlarını satsın. Hatta hepsi
ölebilir ve tek kalanı satması için sizler de baskı yapabilirsiniz. Ama sakın o
atın başına bir şey gelmesin. Sakınnn”
“Atları
öldürürsem hepimiz işsiz kalırız.”
“Senin
işin var. O atı satmasını sağla. Ama o atın başına en ufak bir şey gelmesin.
Anladın mı?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder