2 Kasım 2015 Pazartesi

YAKIŞIKLI 30. Bölüm

Toprak, Ece ile konuşmaktan kesinlikle sıkılmıyordu. Onu dinlemek, bağlara bakışını izlemek çok hoşuna gidiyordu. Onlar otururken atlar bağlı oldukları yerdeki otları yiyordu. Bahar geldiği için daha sık dışarıya çıkan atlar taze otların tadını almıştı.
Sıra şarap ile peynire gelmişti. Kadehlerindeki şarabın tadını alarak yudumluyorlardı. Az önceki konuşmayı anımsayan Toprak, onun zaten aşk itirafında bulunmayacağını tahmin ettiği için aldığı yanıtı yeterli bulmuştu. Ece’ye uymayacak bir tavır olurdu aksine bir hareket. Adsızın toprağı eşelemesine bakıp bir süre atı inceledi.
“Senin çelimsiz biraz daha toparlanmış!”
“Yakışıklı diye kıskanıyorsun sanırım?”
“Sen öyle diyorsan kendimden şüpheleneceğim. Yakışıklı olduğumu düşünmemi sekteye uğratıyorsun. O yakışıklıysa ben neyim?”
“Oooo sen kendine pay mı çıkartmak istiyorsun? Sen de yakışıklısın ama o da yakışıklı. Ayrıca bir iki ay daha geçtiğinde onun nasıl güzel bir at olduğunu göreceksin.”
Şu an bile çok güzel ve asil bir görüntüye sahipti. Toprak yine de bunu itiraf etmedi. Bu atın üstün özellikleri olduğunu anlayacak kadar atları tanıyordu. “Hâlâ adı yok mu?” 
“Yok, valla. ‘Adsız’ kalacak adı. Belki de Yakışıklı koyarım.”
“Benim yanımda ona yakışıklı diye seslenemezsin. Olmaz başka ad bul.”
“Sen atı mı kıskanıyorsun?”
“Olabilir… Sen bu atın çok hızlı olacağına inanıyor musun?”
“Evet, bu at toz yutturacak.”
“O zaman adı ‘Gümüş Kanat’ olsun.”
“Gümüş Kanat mı? Çok güzel. Hem rengine hem hızına uyacak bir ad.”
“Ve senin gümüş sevgine… Beğendin mi?”
“Bayıldım. İsim babası oldun.”
“Teşekkür ederim.”
“Adsızzzz, oğlum bak artık çok güzel bir adın var. Gümüş Kanat’sın artık.”
Adsız, kendisi ile konuşulduğunu anlamış, başını sallarken bir yandan da yeri eşelemeye devam ediyordu. Ece, bıraksa dörtnala koşacağını biliyordu.  
“Utanmış gibi mi o?”
“Sanki öyle gibi. Şımarıyor arada.”
“Akıllı bir hayvan.”
“Atlar zeki hayvanlar gerçekten. Bir ara dresaj atı yetiştirmeyi düşündüm ama o kadar sabırlı olmadığıma karar verdim. Zaten ben atların uzun adımlarla, dörtnala koşmalarını izlemeyi seviyorum.”
“Dresaj dediğin şu müzikle çeşitli dans figürleri yaptıkları yarışlar mı?”
“Evet, Dresaj, at terbiyesi demektir ve ortalama eğitim süresi on – on beş yıldır.”
Toprak kahkahayı basmıştı. “Senin neden yarış atı yetiştirdiğini şimdi anladım. Beş yıl bile senin için çok çok uzun bir süre!”
“Kesinlikle. Ama yine de onların yarışlarını izlerken biraz daha sabırlı biri olmayı istiyorum. Her hareketleri zekalarının bir göstergesi gibi.”
“Sıkı bir eğitimin neticesi o. Çok akıllı olsalar daha kısa sürede eğitilirler.” Ece’nin ters bakışından sonra hemen konuyu değiştirdi. “Aslında sen de sabırlısın. Her sene yeni bağlarla ilgileniyor üzümlerin oluşmasını, büyümesini ve salkım tanelerinin irileşmesini bekliyorsun.”
“Ama o birkaç aylık bir süreç. Bu yıllar alıyor. Benim o kadar uzun süre beklemeye sabrım yok!”
“Emin misin?”
“Elbette eminim. Beni tanıyor sayılırsın. Ben bekleyemem o kadar!”
“Beni bekledin ama!”
Ece susup yüzüne baktı. Haklıydı. Onu on yıl beklemiş sayılırdı. Aralarda hayatında birileri olsa da kalbindeki değişmemişti. “Atlardan bize nasıl geldik?”
“Haklı mıyım değil miyim, yanıt versene?”
“Haklı olduğunu biliyorsun. Ben seni bekledim ama…”
“Ama ne?”
“Yengenin anlattıklarına göre sen beni beklememek için elinden geleni ardına koymamışsın!” Şimdi kıskanma sırası kendisine geçmişti. Bunları söylerken dilini tutmaya çabalamış ama başaramamıştı.
“Yengem dedikodu mu yapıyor?” Gülümserken bir yandan da Ece’nin yüzünde kıskançlık ile kızgınlık izlerinin oranını çözmeye çalışıyordu. İkisi de eşit gibiydi!
“Yenge mi kabahatli oldu? Yalan mı dedikleri?”
“Değil. Bunun için bana kızar mısın? Çünkü senin beni beklediğini bilseydim inan onların en azından bir kısmı olmazdı.”
“Oooo konuştukça batmak bu olsa gerek. Kaç kişi?”
“Tek kelime daha etmeyeceğim. Battım gerçekten.”
“Yanıt vermekten kaçacağın kadar çok desene.” Kısa bir sessizlik oldu. Toprak nasıl toparlayacağını bilemediği bir konunun içindeydi. Bir erkek olarak ‘ihtiyaçlar’ dese, bir kadının da ihtiyaçları olduğunu ama bunları gidermek için önlerine çıkan erkeklerle birlikte olmadıklarını söyleyebilirdi. Daha önce böyle bir tartışmada ne yanıt vereceğini bilemediği bir ortamda kalmıştı. O düşünürken Ece seslendi. “Toprak…”
“Efendim?”
“Önemli değil biliyor musun? Onlar geçmişte kalmış ise önemli değil. Çünkü benim de okul zamanı birileri vardı. Hayat insanları farklı yönlere atıyor olsa da bir an gelip yine birbirinin karşısına çıkartabiliyor. O yüzden geçmiş, geçmişte kalmalı. Önemli olan gelecek değil mi?”
Toprak, duydukları ile şoke olmuştu. Nedense onun hayatında hiç erkek olmadığını düşünmek istiyordu. Yıllar önce ilk kez öptüğü kızın, yıllar sonra yine ilk öpeni olmak istemişti. Oysa şimdi hayatında birileri olduğunu öğreniyordu. “Senin hayatında birileri mi vardı? Bunu keşke bilmeseydim.”
“Niye bilmeyecektin? Benim yaşım yirmi dört. Bu yaşa kadar birkaç erkek arkadaşımın olması normal değil mi?”
“Normal, normal olmasına da benim bunu kabullenecek cesaretim pek yokmuş. Nedense senin hayatında kimsenin olmadığını düşünmek istiyordum.” O ne kadar bu konuyu önemsese Ece bir o kadar hafife alıyordu. Dalga geçer gibiydi. “Bencil adam.”
“Haklısın. Yine de onlarla en fazla el ele tutuşmuş olmanı istiyorum.” Ona başkalarının dokunmuş olmasından hiç hoşlanmamıştı. Bu ihtimal bile midesine şaraptan çok daha fazla etki etmişti.
“Sen öyle mi yaptın?” Ah işte bir erkeğin bir başka erkeğe övüne övüne anlatacağı ama bir kadına yanıt verirken ne yapacağını bilemediği soru gelmişti. “Ben…”
“Ah yine yanıtsız kalan bir soru… Zaten yanıtını bildiğim bir soruydu. Sen beni hepten gözü açılmamış buzağı yavrusu sandın sanırım. O kadar da değil. En azından erkeklerin kadınlardan daha rahat olduğunu biliyorum. Bir sürü kadınla birlikte olup, el değmemiş birini istediklerini de biliyorum. İşin ilginci bunu yıllardır şehirde yaşayan sen bile böyle bekliyorsun. İşte bunu tuhaf buluyorum.”
“Çünkü canım, erkeklerin kıskançlık damarları sevdikleri kadınlara başka birinin dokunmuş olmasından hoşlanmıyor. Hatta hoşlanmamakla kalmıyor bundan nefret ediyor. Elbet istisnalar vardır. Fakat ben o istisnalardan değilmişim!” Toprak konuştukça kıskançlığın tavan yaptığını anlıyor ve bir şekilde bu konunun kapanmasını istiyordu. Ece ise o kıvrandıkça konuyu uzatıyor, uzattıkça da kendisi hakkında bilgi vermiyordu. Yüzüne bakmadan, kucağına sarkıttığı ellerini birbirine dolamış masum bir ifade ile otururken omuzlarını hafifçe kaldırıp “Eh o zaman sorun yok. Sevdiğin kadına söylersin bunları.” Dedi.
“Ne demek bu şimdi?”
“Sevdiğin kadına dokunulmasından hoşlanmıyormuşsun ya! İşte ona söylersin bunları dedim.”
“Ona söyledim zaten. Anlamazlıktan gelme.” Toprak, konunun nasıl kendi itirafına geldiğini anlamasa da sinirle yanıtlıyordu. Ece’nin bilmiyormuş gibi ısrar etmesine sinir olmuştu.
“Kime söyledin?”
“Ece, sana söyledim canım. Yani sevdiğim kadına söyledim. Sana bir başkasının dokunmuş olma ihtimalinden nefret ediyorum. Daha açık anlatamam herhalde.”
“Anlatamazdın.” Ece onun tüm sinirine inat, gülüyordu.
“İyi.” Sesi hâlâ sert çıkıyordu.
“Pişman mı oldun bunu söylediğine?” Ece merakla bekliyordu yanıtı. O değil miydi Didem’e onun için özel olduğunu söyleyen? O değil miydi kendisine önem verdiğini ifade eden? O değil miydi az önce ağzını arayan? Eh o zaman ağız yoklamasını yapma sırası Ece’ye gelmişti ve yanıtını bekliyordu.
Toprak “Hayır, üzüm gözlüm, pişman değilim. Ama şu an hâlâ hazmetmeye uğraşıyorum. Kimdi onlar diye soracağım, yanıt vermezsen meraktan kendimi yiyeceğim, sonra da daha fazla kızgın ve kıskanç biri olacağım. Hay lanet olsun, biz nereden geldik bu konuya?” Ellerini yine saçlarından geçirip Ece’ye baktı. Gülümseyen üzüm gözler kendisine sevgi ile bakıyordu. “Sen beni sevdiğini söylemeye çalışıyordun. Benim de seni sevdiğimi itiraf etmemi istiyordun. Ama laf o kadar dolandı ki en sonunda aklın karıştı.”
“Sen aklımı başımdan alıyorsun… Sen ne dedin? Beni seviyor musun?” Yüzündeki çocuksu gülümseme ile çok daha yakışıklı olmuştu. Ece gülerek ve biraz daha yaklaşarak yumuşak bir sesle yanıtladı. “Seni seviyorum.”
“Gel buraya… Gel ve sakın bir daha beni bu hale sokma. Neler düşüneceğimi şaşırdım bir anda.” Zaten yakınındaydı ama biraz daha sarılınca aralarında hiç mesafe kalmadı. Ece başını biraz kaldırıp yüzüne baktı. Hemen burnunun dibindeki çenesine bir öpücük kondurup “Geçmiş geçmişte kaldı. Benim için öyle. Senin için de öyle mi?” diye sordu. Toprak onun yüzünü elinin içine alıp gözlerine bakarak “Seni seviyorum, Ece. Neredeyse çocukluğumdan beri seni seviyorum.” Bu kez yanıt bekleyen yoktu. Toprak itirafların ardından dudaklarına eğilmiş öpmeye başlamıştı. Ece de sevildiğini bilmenin mutluluğu ile yanıt veriyordu.
“Senin mi telefonun çalıyor?” Toprak zorlukla bırakmıştı öpmeyi. O sesi ayırt edene kadar epey bir zaman geçmişti. Arayan Didem’di. Toprak’ın orada olduğunu öğrenince selam söylemiş ve sonra aramasını söyleyip kapatmıştı. Onun araması daha ileri gitmelerini engellemişti.
“Artık dönelim mi? Geç olmuş.”
“Biraz daha kal, epey bir süre göremeyeceğim seni. Hiç olmazsa biraz daha sarılayım.”
“Yarın mı döneceksin?”
“Evet canım. Sen ne zaman geleceksin İzmir’e?”
“Bir ay sonra.”
“O zaman ben öbür hafta yine gelirim. Hem yengem de yanlız kalmamış olur.”
“İyi olur. Ben de özlememiş olurum.”
“İnsanı sinir edecek lafları ne kolay söylüyorsun. En iyi ihtimal iki hafta görüşmeyeceğiz ve sen özlememiş olacaksın öyle mi? Nasıl bir sevgi bu?”
Ece, onun bu kadar kolay kızmasından neredeyse keyif alır olmuştu. Bilinçaltı bu küçük oyunlarla kendisine olan ilgisini ölçüyordu. Yine de dozu kaçırmaması gerektiğini düşünüp ciddileşmek istedi, yine de son bir kez takılmadan edemedi. “Özlerim özlerim üzülme. Sadece çok düşünmeye vaktim olmaz. Yoğunum ya!”
“İlla kızdıracaksın beni. Bu konuda bari inat etme. Ben de yoğunum ama seni düşünmeme engel değil bu.” Ece artık kızdırmayacaktı, yüzünü kaldırıp o sevdiği yüze uzun uzun baktı. “Toprak, ben seni çok seviyorum, biliyor musun?”
“Söyleyince ikna oluyorum ama diğer dediklerin deli ediyor.”
“Seni seviyorum ve seni hep özlüyorum. Seni kıskanıyorum, merak ediyorum ve hep düşünüyorum. Bu elimde değil. Nasıl sevmek elimde değilse bu da elimde değil. O yüzden her dediğime inanma. Senden uzak olduğum her an özlüyorum.”
“İşte şimdi içim rahatladı. Ben de çok seviyorum ve özlüyorum. Bu uzun aralıklarla görüşmeler ne kadar idare eder bizi? Seni öpmek, sevmek… sabahlara kadar sevişmek istiyorum.” Sözü bittiğinde öpmek için uzanmış ama göğsüne konan elle uzakta kalmıştı. “Hopp yavaş, öpüşmekten sevişmeye nasıl geldik? Orada duracaksın. Üzgünüm ama o kadar da uzun boylu değil.”
“İstemiyor musun?”
“Her istediğimize sahip olamıyoruz değil mi?”
“İstiyorsun yani?”
“Burası köy... Burada yetişenler bazı kuralları aileden alır ve uygular... İsteseler de o kurallar yerine gelmeden istenileni yapamazlar... Bunun için de kimseyi zorlayamazlar... İki tarafın isteklerinin yerine gelmesi için ortada bir yerlerde buluşmak lazım.” Ikına sıkıla derdini anlatmaya çalışmıştı. Toprak onun gözlerine bakıp, “Ah anladım... Eh o zaman biz de o aşamaya gelene kadar biraz daha birbirimizi tanırız. Ve… böylece ben de senin beni istemiş olduğunu anladım. Ve… böylece ben senin daha önce başka bir erkekle birlikte olmadığını da anladım. Ve… böylece ben rahatladım.” Dediğinde Ece bu kez tuzağın kendisine kurulduğunu anlamıştı.
“Sen bir anda cin mi oldun? Ben de kendimi akıllı sanırdım. Tuzağa düştüm resmen.”
“Evet tatlım, hadi öp de gidelim. Yoksa seni köyün ortasında öperim.”
“Bak işte bu kez kandıramadın. Yine de burada öpeceğim seni.”


*****


Toprak yengesinin evine girdiğinden beri keyifle konuşuyor, ona takılıyor, evde çalışan kadına gülümsüyordu.
“Senin neyin var oğul? Çok neşelisin”
“Keyfim yerinde yenge. Olmasın mı?”
“Keyfin neden bu kadar yerinde onu soruyorum? Kimi gördün de yüzünde güller açtı?”
“Açıkca sorsana. Ece’yi mi gördün desene?”
“E dedin ya işte. Ne sorucam?”
“Yenge, ben o kızı seviyorum.”
“Ben biliyordum zaten. O biliyor mu?”
“Biliyor. Söyledim.”
“Ne zaman evleniyorsunuz?” Ah işte seven insanların bir an önce evlenmesi gerektiğini düşünen biri daha… O kadar çok aşılacak sorun varken evliliği düşünmek için acele etmenin gereği yoktu. Önce aşklarını biraz yaşamalı, biraz daha birbirlerini tanımalıydılar. Elbette bu köyde zor olacaktı! O yüzden Ece’nin İzmir’e gelişlerini beklemeleri daha doğruydu. “Evlenmeyi henüz konuşmadık. Biraz daha birbirimizi tanıyacağız. Sonra sorarım.”
“Tanımıyor musunuz? Neden bekleyeceksiniz?”
“Ben onu on yıl önceki küçük kız hali ile tanıyorum. Şimdiki halini de tanımaya başladım ama ikimizin de hayatında bir sürü şey değişti. O yüzden yeniden tanıyacağız birbirimizi. Sonra da kısmetse evleniriz.”
Ve Toprak, bu süre içinde aklındakileri bir bir gerçekleştirirdi. İşte o planlar için biraz daha vakte ihtiyacı vardı. Yengeye aklındakileri söylemek mümkün olmadığına göre, dile getirdiği bahaneye sarılmalıydı.
“İyi bakalım öyle olsun. Anlamadım ya neyse. Ben amcanı gördüğüm an bu adamla evlenirim, demiştim.”
“Hani siz görücü usulü evlenmiştiniz. Ne ara gördün sen amcamı?”
“Sen her görücü usulünün ilk kez karşılaşanların arasında mı olduğunu sanıyorsun? O işlerin yarısında iki taraf birbirini bilir görür, bilmezmiş gibi yapar. Ben amcanı, o da beni görmüştü. “
“Demek öyle. Bir şey daha öğrendim. Ama bir sorun var. Hatta üç sorun var. Babası ve iki abisi engel olacak. Biliyorsun babası babama küs. Abileri de zamanında bana gözdağı vermişti. Zaten ikisi de birilerini bulup kızın karşısına çıkartıyorlarmış.”
“Ah sen ne bakıyorsun ağabeylerinin onun karşısına çıkarttıklarına? Kaç talibi çıktı da hepsini püskürttü o kız biliyor musun? Babalarınızın küslüğünü de ikiniz aşacaksınız. O zaman herşey düzelir. Sen de buraya yerleşirsin. Bana da yakın olursunuz.”
Toprak, yengesinin basit çözümünü dinlerken iç çekiyordu. Keşke onun dediği kadar kolay olsaydı. Onun da yanında insan istediğini anlıyordu. Kırmadan yanıtlamak zordu. “Bir de o var. Benim işim İzmir’de, onun ise burada. Her gün üç saate yakın yol gidip bir o kadar da yolu dönmek çok zor. Ne o burayı bırakır ne ben işimi bırakırım.”
Yenge, onun sesinde kelimelerin netliğini duymamıştı. Dili başka yüreği başka söylüyor gibi gelmişti. “Bırakmaz mısın? O sana dese ki, ‘gel köye yerleş, bağlarda birlikte çalışalım’ dese hayır mı diyeceksin? Sevmiyor musun sen o kızı?”
Yengenin bulduğu mazeretleri kabul etmeyeceğini tahmin etmişti zaten. Ona göre sevenler bir arada olmalıydı. Toprağı olanın yaşayacağı yer de orasıydı! Toprak, yengesinin elini tutup, hem onu hem kendisini ikna etmek için konuştu. “Seviyorum dedim ya. Ama işlerimiz aramızda engel. Ağabeyleri ve babası da cabası. Üstelik çok da inatçı! Bir inat ederse asla İzmir’e yanıma gelmez. İşte bunları düzenlemek için, onu ikna etmek için zamana ihtiyacım var.”
“Hiç bekleme onun buradan gitmesini! Bunu yapmaz. Ailesi, bağları, atları ve komşuları buradayken oraya gelmesini bekleme.” Yerinden zorla kalkarak yerde oturan Toprak’ın omzuna vurdu. “Ben ikindiyi kılayım, sen de bu arada düşün. O kızla evleneceksen değişecek olan sensin.”
Toprak suskun oturdu biraz daha. Sonra Serap’ı aradı. “Selam fıstık. Nasılsın?”
“İyiyim ufaklık. Sen nasılsın?”
“Şu kelimeyi duyana kadar çok iyiydim. Uğraşma benimle. Sadece on bir ay büyüksün benden.”
“Evet ve on bir aylık yeğenini doyurmak üzereydim. Söyle bakalım ne istiyorsun?”
“Sen bağları severdin. Her zaman bağlara geri dönmekten bahsederdin. Ne oldu da evlendin ve İzmir’de kalmaya karar verdin?”
“Ben bağları severdim ama kocamı daha çok seviyorum. Zaten o hep bir hayaldi ama sonra o hayallerimin yerini başka şeyler aldı. Hem ben onları söylerken on sekiz yaşındaydım. Daha sonra defalarca başka hayaller kurdum. Bir ara manken bile olmayı düşündüm ama boyum yetmedi.”
“Manken mi? Bundan neden benim haberim yok?”
“Babam duyduğunda çıldırmıştı. Sana söyleyip çıldıranları ikiye çıkartmak istemedim. Babam nedense sadece çamaşır mankeni olacağım gibi bir fikre saplanıp kalmıştı. Sanırım o aralar kahvede en çok iç çamaşır mankenleri konuşuluyordu.”
“Babam kahveye ne zaman gitti? Eminim o fikri de aklına annem sokmuştur. Biliyorsun babamı kendi istekleri doğrultusunda yönlendirme konusunda üstüne yoktur. Onun aklına yatmayan bir şeye babamın evet dediği vaki mi? Ve haklısın tatlım o boyla seni fotomodel bile yapmazlar. Yanındaki her şey senden büyük ve uzun duracaktı!”
“Benimle dalga geçmeyi bırakıp neden aradığını ve saçma sapan sorular sorduğunu anlatacak mısın?”
“Boş ver.”
“Neden? Hem sen neredesin?”
Toprak bir an İzmir demeyi düşündü ama vazgeçti. “Köydeyim, yengemin yanında.”
“Ah yani Ece’yi gördün ve aklın karıştı.” Serap eskiyi bildiği için hemen senaryoyu yazmıştı. 
“Ben Ece’yi cenazeden beri görüyorum zaten. Aklım neden karışsın ki?”
“İlk aşklar unutulmazmış. Nasıl iyi mi? O da seni görüyor mu? Yoksa kıza uzaktan sapık gibi mi bakıyorsun?”
“Serap uyuzsun. Elbette o da beni görüyor ve belki şaşıracaksın ama o da beni seviyor.” Bunu neden söylemişti ki? Başkalarına söyleyince daha mı gerçek oluyordu duygular?
“Yani sen onu seviyorsun öyle mi? Düğün ne zaman?” Cümleyi duyan Toprak gözlerini devirerek yerdeki kilime baktı. “Siz kadınların neden aklı fikri düğünde? Yengemin de ilk sorusu ne zaman evleneceksiniz, oldu.”
“Aklımız fikrimiz düğünde değil. Bizler, seven insanlar mutlu olsun isteriz. Siz erkeklerin aksine bunu da açıkça sorar ve yanıt bekleriz.”
“Bilmiyorum. Onu İzmir’e gelmeye nasıl ikna ederim diye düşünüp duruyorum.”
“Sen manyak mısın? O bağları bırakıp İzmir’e gelmez. Bunu ben biliyorum ama sen bilmiyorsun öyle mi? Üstelik de onunla evlenmeyi düşünüyorsun.”
Toprak alacağı yanıtı zaten bildiğini fark etti. “Sanırım haklısın. Tamam hadi o canavarı öp benim için. İyi bak kendine.”
“Sen de ufaklık. Ve… bol şans.”
“Teşekkürler yaşlı cadı.”
Toprak, telefonu cebine koymadan bir numara daha tuşladı. Karşısına çıkan kişiye selam bile vermeden lafa başladı. “Planlar değişti. Yarın lokantaya gel de konuşalım… Olur akşam da olsa sorun yok ama bir an önce konuşmalıyız.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder