Toprak,
Ece ile konuşmaktan kesinlikle sıkılmıyordu. Onu dinlemek, bağlara bakışını
izlemek çok hoşuna gidiyordu. Onlar otururken atlar bağlı oldukları yerdeki
otları yiyordu. Bahar geldiği için daha sık dışarıya çıkan atlar taze otların
tadını almıştı.
Sıra
şarap ile peynire gelmişti. Kadehlerindeki şarabın tadını alarak
yudumluyorlardı. Az önceki konuşmayı anımsayan Toprak, onun zaten aşk
itirafında bulunmayacağını tahmin ettiği için aldığı yanıtı yeterli bulmuştu.
Ece’ye uymayacak bir tavır olurdu aksine bir hareket. Adsızın toprağı
eşelemesine bakıp bir süre atı inceledi.
“Senin
çelimsiz biraz daha toparlanmış!”
“Yakışıklı
diye kıskanıyorsun sanırım?”
“Sen
öyle diyorsan kendimden şüpheleneceğim. Yakışıklı olduğumu düşünmemi sekteye
uğratıyorsun. O yakışıklıysa ben neyim?”
“Oooo
sen kendine pay mı çıkartmak istiyorsun? Sen de yakışıklısın ama o da
yakışıklı. Ayrıca bir iki ay daha geçtiğinde onun nasıl güzel bir at olduğunu
göreceksin.”
Şu
an bile çok güzel ve asil bir görüntüye sahipti. Toprak yine de bunu itiraf
etmedi. Bu atın üstün özellikleri olduğunu anlayacak kadar atları tanıyordu. “Hâlâ
adı yok mu?”
“Yok,
valla. ‘Adsız’ kalacak adı. Belki de Yakışıklı koyarım.”
“Benim
yanımda ona yakışıklı diye seslenemezsin. Olmaz başka ad bul.”
“Sen
atı mı kıskanıyorsun?”
“Olabilir…
Sen bu atın çok hızlı olacağına inanıyor musun?”
“Evet,
bu at toz yutturacak.”
“O
zaman adı ‘Gümüş Kanat’ olsun.”
“Gümüş
Kanat mı? Çok güzel. Hem rengine hem hızına uyacak bir ad.”
“Ve
senin gümüş sevgine… Beğendin mi?”
“Bayıldım.
İsim babası oldun.”
“Teşekkür
ederim.”
“Adsızzzz,
oğlum bak artık çok güzel bir adın var. Gümüş Kanat’sın artık.”
Adsız,
kendisi ile konuşulduğunu anlamış, başını sallarken bir yandan da yeri
eşelemeye devam ediyordu. Ece, bıraksa dörtnala koşacağını biliyordu.
“Utanmış
gibi mi o?”
“Sanki
öyle gibi. Şımarıyor arada.”
“Akıllı
bir hayvan.”
“Atlar
zeki hayvanlar gerçekten. Bir ara dresaj atı yetiştirmeyi düşündüm ama o kadar
sabırlı olmadığıma karar verdim. Zaten ben atların uzun adımlarla, dörtnala
koşmalarını izlemeyi seviyorum.”
“Dresaj
dediğin şu müzikle çeşitli dans figürleri yaptıkları yarışlar mı?”
“Evet,
Dresaj, at terbiyesi demektir ve ortalama eğitim süresi on – on beş yıldır.”
Toprak
kahkahayı basmıştı. “Senin neden yarış atı yetiştirdiğini şimdi anladım. Beş
yıl bile senin için çok çok uzun bir süre!”
“Kesinlikle.
Ama yine de onların yarışlarını izlerken biraz daha sabırlı biri olmayı
istiyorum. Her hareketleri zekalarının bir göstergesi gibi.”
“Sıkı
bir eğitimin neticesi o. Çok akıllı olsalar daha kısa sürede eğitilirler.”
Ece’nin ters bakışından sonra hemen konuyu değiştirdi. “Aslında sen de
sabırlısın. Her sene yeni bağlarla ilgileniyor üzümlerin oluşmasını, büyümesini
ve salkım tanelerinin irileşmesini bekliyorsun.”
“Ama
o birkaç aylık bir süreç. Bu yıllar alıyor. Benim o kadar uzun süre beklemeye
sabrım yok!”
“Emin
misin?”
“Elbette
eminim. Beni tanıyor sayılırsın. Ben bekleyemem o kadar!”
“Beni
bekledin ama!”
Ece
susup yüzüne baktı. Haklıydı. Onu on yıl beklemiş sayılırdı. Aralarda hayatında
birileri olsa da kalbindeki değişmemişti. “Atlardan bize nasıl geldik?”
“Haklı
mıyım değil miyim, yanıt versene?”
“Haklı
olduğunu biliyorsun. Ben seni bekledim ama…”
“Ama
ne?”
“Yengenin
anlattıklarına göre sen beni beklememek için elinden geleni ardına
koymamışsın!” Şimdi kıskanma sırası kendisine geçmişti. Bunları söylerken
dilini tutmaya çabalamış ama başaramamıştı.
“Yengem
dedikodu mu yapıyor?” Gülümserken bir yandan da Ece’nin yüzünde kıskançlık ile
kızgınlık izlerinin oranını çözmeye çalışıyordu. İkisi de eşit gibiydi!
“Yenge
mi kabahatli oldu? Yalan mı dedikleri?”
“Değil.
Bunun için bana kızar mısın? Çünkü senin beni beklediğini bilseydim inan
onların en azından bir kısmı olmazdı.”
“Oooo
konuştukça batmak bu olsa gerek. Kaç kişi?”
“Tek
kelime daha etmeyeceğim. Battım gerçekten.”
“Yanıt
vermekten kaçacağın kadar çok desene.” Kısa bir sessizlik oldu. Toprak nasıl
toparlayacağını bilemediği bir konunun içindeydi. Bir erkek olarak ‘ihtiyaçlar’
dese, bir kadının da ihtiyaçları olduğunu ama bunları gidermek için önlerine
çıkan erkeklerle birlikte olmadıklarını söyleyebilirdi. Daha önce böyle bir
tartışmada ne yanıt vereceğini bilemediği bir ortamda kalmıştı. O düşünürken
Ece seslendi. “Toprak…”
“Efendim?”
“Önemli
değil biliyor musun? Onlar geçmişte kalmış ise önemli değil. Çünkü benim de
okul zamanı birileri vardı. Hayat insanları farklı yönlere atıyor olsa da bir
an gelip yine birbirinin karşısına çıkartabiliyor. O yüzden geçmiş, geçmişte
kalmalı. Önemli olan gelecek değil mi?”
Toprak, duydukları ile şoke olmuştu. Nedense onun
hayatında hiç erkek olmadığını düşünmek istiyordu. Yıllar önce ilk kez öptüğü
kızın, yıllar sonra yine ilk öpeni olmak istemişti. Oysa şimdi hayatında
birileri olduğunu öğreniyordu. “Senin hayatında birileri mi vardı? Bunu keşke
bilmeseydim.”
“Niye bilmeyecektin? Benim yaşım yirmi dört. Bu
yaşa kadar birkaç erkek arkadaşımın olması normal değil mi?”
“Normal, normal olmasına da benim bunu kabullenecek
cesaretim pek yokmuş. Nedense senin hayatında kimsenin olmadığını düşünmek
istiyordum.” O ne kadar bu konuyu önemsese Ece bir o kadar hafife alıyordu.
Dalga geçer gibiydi. “Bencil adam.”
“Haklısın. Yine de onlarla en fazla el ele tutuşmuş
olmanı istiyorum.” Ona başkalarının dokunmuş olmasından hiç hoşlanmamıştı. Bu
ihtimal bile midesine şaraptan çok daha fazla etki etmişti.
“Sen
öyle mi yaptın?” Ah işte bir erkeğin bir başka erkeğe övüne övüne anlatacağı
ama bir kadına yanıt verirken ne yapacağını bilemediği soru gelmişti. “Ben…”
“Ah
yine yanıtsız kalan bir soru… Zaten yanıtını bildiğim bir soruydu. Sen beni
hepten gözü açılmamış buzağı yavrusu sandın sanırım. O kadar da değil. En
azından erkeklerin kadınlardan daha rahat olduğunu biliyorum. Bir sürü kadınla
birlikte olup, el değmemiş birini istediklerini de biliyorum. İşin ilginci bunu
yıllardır şehirde yaşayan sen bile böyle bekliyorsun. İşte bunu tuhaf
buluyorum.”
“Çünkü
canım, erkeklerin kıskançlık damarları sevdikleri kadınlara başka birinin
dokunmuş olmasından hoşlanmıyor. Hatta hoşlanmamakla kalmıyor bundan nefret
ediyor. Elbet istisnalar vardır. Fakat ben o istisnalardan değilmişim!” Toprak
konuştukça kıskançlığın tavan yaptığını anlıyor ve bir şekilde bu konunun
kapanmasını istiyordu. Ece ise o kıvrandıkça konuyu uzatıyor, uzattıkça da
kendisi hakkında bilgi vermiyordu. Yüzüne bakmadan, kucağına sarkıttığı
ellerini birbirine dolamış masum bir ifade ile otururken omuzlarını hafifçe
kaldırıp “Eh o zaman sorun yok. Sevdiğin kadına söylersin bunları.” Dedi.
“Ne
demek bu şimdi?”
“Sevdiğin
kadına dokunulmasından hoşlanmıyormuşsun ya! İşte ona söylersin bunları dedim.”
“Ona
söyledim zaten. Anlamazlıktan gelme.” Toprak, konunun nasıl kendi itirafına
geldiğini anlamasa da sinirle yanıtlıyordu. Ece’nin bilmiyormuş gibi ısrar
etmesine sinir olmuştu.
“Kime
söyledin?”
“Ece,
sana söyledim canım. Yani sevdiğim kadına söyledim. Sana bir başkasının
dokunmuş olma ihtimalinden nefret ediyorum. Daha açık anlatamam herhalde.”
“Anlatamazdın.”
Ece onun tüm sinirine inat, gülüyordu.
“İyi.”
Sesi hâlâ sert çıkıyordu.
“Pişman
mı oldun bunu söylediğine?” Ece merakla bekliyordu yanıtı. O değil miydi
Didem’e onun için özel olduğunu söyleyen? O değil miydi kendisine önem
verdiğini ifade eden? O değil miydi az önce ağzını arayan? Eh o zaman ağız
yoklamasını yapma sırası Ece’ye gelmişti ve yanıtını bekliyordu.
Toprak
“Hayır, üzüm gözlüm, pişman değilim. Ama şu an hâlâ hazmetmeye uğraşıyorum.
Kimdi onlar diye soracağım, yanıt vermezsen meraktan kendimi yiyeceğim, sonra
da daha fazla kızgın ve kıskanç biri olacağım. Hay lanet olsun, biz nereden
geldik bu konuya?” Ellerini yine saçlarından geçirip Ece’ye baktı. Gülümseyen
üzüm gözler kendisine sevgi ile bakıyordu. “Sen beni sevdiğini söylemeye
çalışıyordun. Benim de seni sevdiğimi itiraf etmemi istiyordun. Ama laf o kadar
dolandı ki en sonunda aklın karıştı.”
“Sen
aklımı başımdan alıyorsun… Sen ne dedin? Beni seviyor musun?” Yüzündeki çocuksu
gülümseme ile çok daha yakışıklı olmuştu. Ece gülerek ve biraz daha yaklaşarak
yumuşak bir sesle yanıtladı. “Seni seviyorum.”
“Gel
buraya… Gel ve sakın bir daha beni bu hale sokma. Neler düşüneceğimi şaşırdım
bir anda.” Zaten yakınındaydı ama biraz daha sarılınca aralarında hiç mesafe
kalmadı. Ece başını biraz kaldırıp yüzüne baktı. Hemen burnunun dibindeki
çenesine bir öpücük kondurup “Geçmiş geçmişte kaldı. Benim için öyle. Senin
için de öyle mi?” diye sordu. Toprak onun yüzünü elinin içine alıp gözlerine
bakarak “Seni seviyorum, Ece. Neredeyse çocukluğumdan beri seni seviyorum.” Bu
kez yanıt bekleyen yoktu. Toprak itirafların ardından dudaklarına eğilmiş
öpmeye başlamıştı. Ece de sevildiğini bilmenin mutluluğu ile yanıt veriyordu.
“Senin
mi telefonun çalıyor?” Toprak zorlukla bırakmıştı öpmeyi. O sesi ayırt edene
kadar epey bir zaman geçmişti. Arayan Didem’di. Toprak’ın orada olduğunu
öğrenince selam söylemiş ve sonra aramasını söyleyip kapatmıştı. Onun araması
daha ileri gitmelerini engellemişti.
“Artık
dönelim mi? Geç olmuş.”
“Biraz
daha kal, epey bir süre göremeyeceğim seni. Hiç olmazsa biraz daha sarılayım.”
“Yarın
mı döneceksin?”
“Evet
canım. Sen ne zaman geleceksin İzmir’e?”
“Bir
ay sonra.”
“O
zaman ben öbür hafta yine gelirim. Hem yengem de yanlız kalmamış olur.”
“İyi
olur. Ben de özlememiş olurum.”
“İnsanı
sinir edecek lafları ne kolay söylüyorsun. En iyi ihtimal iki hafta görüşmeyeceğiz
ve sen özlememiş olacaksın öyle mi? Nasıl bir sevgi bu?”
Ece,
onun bu kadar kolay kızmasından neredeyse keyif alır olmuştu. Bilinçaltı bu
küçük oyunlarla kendisine olan ilgisini ölçüyordu. Yine de dozu kaçırmaması
gerektiğini düşünüp ciddileşmek istedi, yine de son bir kez takılmadan edemedi.
“Özlerim özlerim üzülme. Sadece çok düşünmeye vaktim olmaz. Yoğunum ya!”
“İlla
kızdıracaksın beni. Bu konuda bari inat etme. Ben de yoğunum ama seni düşünmeme
engel değil bu.” Ece artık kızdırmayacaktı, yüzünü kaldırıp o sevdiği yüze uzun
uzun baktı. “Toprak, ben seni çok seviyorum, biliyor musun?”
“Söyleyince
ikna oluyorum ama diğer dediklerin deli ediyor.”
“Seni
seviyorum ve seni hep özlüyorum. Seni kıskanıyorum, merak ediyorum ve hep
düşünüyorum. Bu elimde değil. Nasıl sevmek elimde değilse bu da elimde değil. O
yüzden her dediğime inanma. Senden uzak olduğum her an özlüyorum.”
“İşte
şimdi içim rahatladı. Ben de çok seviyorum ve özlüyorum. Bu uzun aralıklarla
görüşmeler ne kadar idare eder bizi? Seni öpmek, sevmek… sabahlara kadar
sevişmek istiyorum.” Sözü bittiğinde öpmek için uzanmış ama göğsüne konan elle
uzakta kalmıştı. “Hopp yavaş, öpüşmekten sevişmeye nasıl geldik? Orada
duracaksın. Üzgünüm ama o kadar da uzun boylu değil.”
“İstemiyor
musun?”
“Her
istediğimize sahip olamıyoruz değil mi?”
“İstiyorsun
yani?”
“Burası
köy... Burada yetişenler bazı kuralları aileden alır ve uygular... İsteseler de
o kurallar yerine gelmeden istenileni yapamazlar... Bunun için de kimseyi
zorlayamazlar... İki tarafın isteklerinin yerine gelmesi için ortada bir
yerlerde buluşmak lazım.” Ikına sıkıla derdini anlatmaya çalışmıştı. Toprak
onun gözlerine bakıp, “Ah anladım... Eh o zaman biz de o aşamaya gelene kadar
biraz daha birbirimizi tanırız. Ve… böylece ben de senin beni istemiş olduğunu
anladım. Ve… böylece ben senin daha önce başka bir erkekle birlikte olmadığını
da anladım. Ve… böylece ben rahatladım.” Dediğinde Ece bu kez tuzağın kendisine
kurulduğunu anlamıştı.
“Sen
bir anda cin mi oldun? Ben de kendimi akıllı sanırdım. Tuzağa düştüm resmen.”
“Evet
tatlım, hadi öp de gidelim. Yoksa seni köyün ortasında öperim.”
“Bak
işte bu kez kandıramadın. Yine de burada öpeceğim seni.”
*****
Toprak
yengesinin evine girdiğinden beri keyifle konuşuyor, ona takılıyor, evde
çalışan kadına gülümsüyordu.
“Senin
neyin var oğul? Çok neşelisin”
“Keyfim
yerinde yenge. Olmasın mı?”
“Keyfin
neden bu kadar yerinde onu soruyorum? Kimi gördün de yüzünde güller açtı?”
“Açıkca
sorsana. Ece’yi mi gördün desene?”
“E
dedin ya işte. Ne sorucam?”
“Yenge,
ben o kızı seviyorum.”
“Ben
biliyordum zaten. O biliyor mu?”
“Biliyor.
Söyledim.”
“Ne
zaman evleniyorsunuz?” Ah işte seven insanların bir an önce evlenmesi
gerektiğini düşünen biri daha… O kadar çok aşılacak sorun varken evliliği
düşünmek için acele etmenin gereği yoktu. Önce aşklarını biraz yaşamalı, biraz
daha birbirlerini tanımalıydılar. Elbette bu köyde zor olacaktı! O yüzden
Ece’nin İzmir’e gelişlerini beklemeleri daha doğruydu. “Evlenmeyi henüz
konuşmadık. Biraz daha birbirimizi tanıyacağız. Sonra sorarım.”
“Tanımıyor
musunuz? Neden bekleyeceksiniz?”
“Ben
onu on yıl önceki küçük kız hali ile tanıyorum. Şimdiki halini de tanımaya
başladım ama ikimizin de hayatında bir sürü şey değişti. O yüzden yeniden
tanıyacağız birbirimizi. Sonra da kısmetse evleniriz.”
Ve
Toprak, bu süre içinde aklındakileri bir bir gerçekleştirirdi. İşte o planlar
için biraz daha vakte ihtiyacı vardı. Yengeye aklındakileri söylemek mümkün
olmadığına göre, dile getirdiği bahaneye sarılmalıydı.
“İyi
bakalım öyle olsun. Anlamadım ya neyse. Ben amcanı gördüğüm an bu adamla
evlenirim, demiştim.”
“Hani
siz görücü usulü evlenmiştiniz. Ne ara gördün sen amcamı?”
“Sen
her görücü usulünün ilk kez karşılaşanların arasında mı olduğunu sanıyorsun? O
işlerin yarısında iki taraf birbirini bilir görür, bilmezmiş gibi yapar. Ben
amcanı, o da beni görmüştü. “
“Demek
öyle. Bir şey daha öğrendim. Ama bir sorun var. Hatta üç sorun var. Babası ve
iki abisi engel olacak. Biliyorsun babası babama küs. Abileri de zamanında bana
gözdağı vermişti. Zaten ikisi de birilerini bulup kızın karşısına
çıkartıyorlarmış.”
“Ah
sen ne bakıyorsun ağabeylerinin onun karşısına çıkarttıklarına? Kaç talibi
çıktı da hepsini püskürttü o kız biliyor musun? Babalarınızın küslüğünü de
ikiniz aşacaksınız. O zaman herşey düzelir. Sen de buraya yerleşirsin. Bana da
yakın olursunuz.”
Toprak,
yengesinin basit çözümünü dinlerken iç çekiyordu. Keşke onun dediği kadar kolay
olsaydı. Onun da yanında insan istediğini anlıyordu. Kırmadan yanıtlamak zordu.
“Bir de o var. Benim işim İzmir’de, onun ise burada. Her gün üç saate yakın yol
gidip bir o kadar da yolu dönmek çok zor. Ne o burayı bırakır ne ben işimi
bırakırım.”
Yenge,
onun sesinde kelimelerin netliğini duymamıştı. Dili başka yüreği başka söylüyor
gibi gelmişti. “Bırakmaz mısın? O sana dese ki, ‘gel köye yerleş, bağlarda
birlikte çalışalım’ dese hayır mı diyeceksin? Sevmiyor musun sen o kızı?”
Yengenin
bulduğu mazeretleri kabul etmeyeceğini tahmin etmişti zaten. Ona göre sevenler
bir arada olmalıydı. Toprağı olanın yaşayacağı yer de orasıydı! Toprak,
yengesinin elini tutup, hem onu hem kendisini ikna etmek için konuştu. “Seviyorum
dedim ya. Ama işlerimiz aramızda engel. Ağabeyleri ve babası da cabası. Üstelik
çok da inatçı! Bir inat ederse asla İzmir’e yanıma gelmez. İşte bunları
düzenlemek için, onu ikna etmek için zamana ihtiyacım var.”
“Hiç
bekleme onun buradan gitmesini! Bunu yapmaz. Ailesi, bağları, atları ve
komşuları buradayken oraya gelmesini bekleme.” Yerinden zorla kalkarak yerde
oturan Toprak’ın omzuna vurdu. “Ben ikindiyi kılayım, sen de bu arada düşün. O
kızla evleneceksen değişecek olan sensin.”
Toprak
suskun oturdu biraz daha. Sonra Serap’ı aradı. “Selam fıstık. Nasılsın?”
“İyiyim
ufaklık. Sen nasılsın?”
“Şu
kelimeyi duyana kadar çok iyiydim. Uğraşma benimle. Sadece on bir ay büyüksün
benden.”
“Evet
ve on bir aylık yeğenini doyurmak üzereydim. Söyle bakalım ne istiyorsun?”
“Sen
bağları severdin. Her zaman bağlara geri dönmekten bahsederdin. Ne oldu da evlendin
ve İzmir’de kalmaya karar verdin?”
“Ben
bağları severdim ama kocamı daha çok seviyorum. Zaten o hep bir hayaldi ama
sonra o hayallerimin yerini başka şeyler aldı. Hem ben onları söylerken on
sekiz yaşındaydım. Daha sonra defalarca başka hayaller kurdum. Bir ara manken
bile olmayı düşündüm ama boyum yetmedi.”
“Manken
mi? Bundan neden benim haberim yok?”
“Babam
duyduğunda çıldırmıştı. Sana söyleyip çıldıranları ikiye çıkartmak istemedim.
Babam nedense sadece çamaşır mankeni olacağım gibi bir fikre saplanıp kalmıştı.
Sanırım o aralar kahvede en çok iç çamaşır mankenleri konuşuluyordu.”
“Babam
kahveye ne zaman gitti? Eminim o fikri de aklına annem sokmuştur. Biliyorsun
babamı kendi istekleri doğrultusunda yönlendirme konusunda üstüne yoktur. Onun
aklına yatmayan bir şeye babamın evet dediği vaki mi? Ve haklısın tatlım o
boyla seni fotomodel bile yapmazlar. Yanındaki her şey senden büyük ve uzun
duracaktı!”
“Benimle
dalga geçmeyi bırakıp neden aradığını ve saçma sapan sorular sorduğunu
anlatacak mısın?”
“Boş
ver.”
“Neden?
Hem sen neredesin?”
Toprak
bir an İzmir demeyi düşündü ama vazgeçti. “Köydeyim, yengemin yanında.”
“Ah
yani Ece’yi gördün ve aklın karıştı.” Serap eskiyi bildiği için hemen senaryoyu
yazmıştı.
“Ben
Ece’yi cenazeden beri görüyorum zaten. Aklım neden karışsın ki?”
“İlk
aşklar unutulmazmış. Nasıl iyi mi? O da seni görüyor mu? Yoksa kıza uzaktan
sapık gibi mi bakıyorsun?”
“Serap
uyuzsun. Elbette o da beni görüyor ve belki şaşıracaksın ama o da beni
seviyor.” Bunu neden söylemişti ki? Başkalarına söyleyince daha mı gerçek
oluyordu duygular?
“Yani
sen onu seviyorsun öyle mi? Düğün ne zaman?” Cümleyi duyan Toprak gözlerini
devirerek yerdeki kilime baktı. “Siz kadınların neden aklı fikri düğünde?
Yengemin de ilk sorusu ne zaman evleneceksiniz, oldu.”
“Aklımız
fikrimiz düğünde değil. Bizler, seven insanlar mutlu olsun isteriz. Siz
erkeklerin aksine bunu da açıkça sorar ve yanıt bekleriz.”
“Bilmiyorum.
Onu İzmir’e gelmeye nasıl ikna ederim diye düşünüp duruyorum.”
“Sen
manyak mısın? O bağları bırakıp İzmir’e gelmez. Bunu ben biliyorum ama sen
bilmiyorsun öyle mi? Üstelik de onunla evlenmeyi düşünüyorsun.”
Toprak
alacağı yanıtı zaten bildiğini fark etti. “Sanırım haklısın. Tamam hadi o
canavarı öp benim için. İyi bak kendine.”
“Sen
de ufaklık. Ve… bol şans.”
“Teşekkürler
yaşlı cadı.”
Toprak,
telefonu cebine koymadan bir numara daha tuşladı. Karşısına çıkan kişiye selam
bile vermeden lafa başladı. “Planlar değişti. Yarın lokantaya gel de konuşalım…
Olur akşam da olsa sorun yok ama bir an önce konuşmalıyız.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder