Merhaba,
Dağlıca saldırısından sonra da o kadar şehit varken bölüm yayınlanır mı yayınlanmaz mı ikilemine düşmüştüm. Sonra hayat devam etmeli, dedim. Dün yaşananlar daha büyük soru işaretleri yaratıyor beyinlerde.
Üzüntüleri unutmadan, nedenlerini düşünmeliyiz. Bir kaç dakikamızı belki kafa dağıtmak için hikayelerle geçirebiliriz ama sonra yine düşünmeli, neden ölüyoruz diye sormalıyız?
Allah rahmetini esirgemesin.
****************
Yağmur
kısa süre yağmış ve durmuştu. Köye yaklaşırken o taraflara yağmadığını görüp
sevindi. Ece, eve dönüş yolunda hem müziğe uyumlu bir şekilde tempo tutuyor hem
de yaşadıklarını düşünüyordu. Abisi acaba İsmail ile tanışmasını mı istemişti?
Hiç beklemezdi. Asude ile konuşmuş ve abisine evde kalan kız diye anıldığını
söylemişti ama bunun koca arıyorum demek olduğunu düşünmemişti. İlkay ise
kendine iş edinmiş gibi gözüküyordu. Acaba yanılıyor muydu? Sanmıyorum diye
kendini ikna etti. Abisi bir şeyler ayarlamaya çalışıyordu.
‘İsmail
de fena biri değil. Neden olmasın? Beklediğim, sevdiğim, düşündüğüm kimse yok
ki ayağıma gelmiş fırsatları tepeyim.’
Gülümseyerek
direksiyondaki temposunu arttırdı. Nede olsa hareketli bir Denizli türküsü
dinliyordu. En sonunda dayanamayarak eşlik de etmeye başladı. Köye
yaklaştığında o uzun yolu nasıl aldığının farkında bile değildi. Hem şarkılara
türkülere eşlik etmek hem de kısa sürede yeniden işletmeye açacağı şaraphaneyi
düşünmek sağlamıştı bunu.
Muhtara
uğrayıp satış ile ilgili işlemler için toprak sahibine haber vermesini istedi. Bugün
bu işi bitirecekti. Kısa süre sonra gelen köylüsü ile biraz muhabbet ettikten
sonra muhtarın ve ihtiyar heyetinin huzurunda satış işlemi gerçekleşti. Parasını
teslim ettikten sonra köy senedini alarak muhtarlıktan çıktı. İki saate yakın
oyalanmış, çay üstüne çay içmiş ama nihayet işi de bitirip çıkmıştı. Artık
Kılıç ailesi yeni bir bağın daha sahibiydi.
Bağı
almış, yeni bir erkekle tanışmış ve keyifli bir gün geçirmişti. İsmail’in
bakışlarını düşününce yüzüne yeni bir gülümseme yerleşti. Kısa süre içinde
ondan ses çıkacağından adı gibi emindi.
*****
“Tamamdır.
Artık rahat olabilirsin.”
Yem
çuvalı açılmıştı nihayet. Onun da içi rahatlamıştı. Geciktikçe bu adamın canını
sıkacağını biliyordu. Biran önce arayıp haber vermeyi istemişti.
Karşısındakinin sırıttığından emindi. Kulağındaki telefondan gelen ses
yanılmadığını anlattı. “Yakalanmadın değil mi?” Sanki yakalansa onu
arayabilirmiş gibi soruyordu. Aslında tüm bu tavırlar dikkatli olması için
gizli uyarıydı. Onun neyi neden dediğini öğrenmişti. İşin kötüsü, neyi neden
dediğini bildiği halde korkmasıydı.
“Merak
etme. Param hazır mı?”
“Sen
de parayı merak etme. Ama hesaba falan yatırmam. Birisi ile ulaştıracağım.”
“Herkes
uyusun da öyle alırım kimden alacaksam.”
“Sen
gayet iyi biliyorsun kimden alacağını. Bana bak… Yakalanma, benim başımı belaya
sokma, dikkat et. Yakalanırsan başına neler geleceğini düşün.”
Telefonu
kapattı, cebine attı ve bir sigara çıkarttı. Bu yasağı delmek her seferinde
daha çok hoşuna gidiyordu. Patronunu düşünüp sinirlerini harekete geçirmek,
yaptığı iş için duyduğu suçluluk hissini azaltıyordu. Kendini çok akıllı
sanıyordu. Tüm işleri başarabileceğini sanıyordu. Kadın başına erkekleri yeneceğini
sanıyordu. En önemlisi de atlarının çok sağlıklı olduğunu sanıyordu. Hepsinde
de yanılıyordu. Bunu kısa süre sonra öğrenecekti. Daha yeni başlıyordu savaş…
*****
Ece, toprak
yola girdiğinde ardında toz bulutu oluşturduğunu gördü. Köyün çok yeri
asfaltlansa da ara yolların bir kısmı hala topraktı. Yeni evin yolunu da
kendileri açmış, asfalt dökülmesini engellemişlerdi. Aslında bu tozun toprağın
tek kabahatlisi Ece ve atları idi. Atlar ile köy yollarında koşarken toprak
olmasını tercih ediyordu. Bağları yoldan ayıran çitlerin yanından geçerek eve
yaklaştı. Daha kontağı kapatmadan Duman kapının yanında bitmişti.
Ece
araçtan inip hemen yanına eğildi. Sevgiyle okşadığı Alman kurdu, aynı sevgi ile
kuyruğunu sallayarak yanıt verdi. Yavru iken alınmış o zaman tüm tüyleri siyah
ve gri olduğu için Duman adı verilmişti. Sahiplerine karşı son derece uysaldı
ama yabancılar için aynı şeyi söyleyemezdi. Onların eve yaklaşmasına asla izin
vermezdi. Dört yaşında olan Duman evin bir ferdi gibiydi. Elbette annesi asla
eve sokturmuyordu ama onun için özel yemekler hazırlamaktan da geri durmuyordu.
“Oğlum,
özledin mi? Ben de özledim. Bekle üstümü değiştireyim de biraz gezelim. Bakalım
işleri kolaylamışlar mı?” Duman oynayacaklarını düşünüp bir iki hoplasa da
sonra kulübesine doğru yürüdü. “Buna bir dişi lazım. Ömür tek başına
geçmez.”
Annesi
ile ayaküstü kısacık konuşup, bağı aldığının haberini verdi. Babasının odasına
girmeden kapıdan baktı. Uyanıktı. Ona da kısaca anlattı neler yaptığını. Sonra
üst kata çıktı. Kardeşleri odalarında ders çalışıyordu. Onlarla da biraz
konuşup bir üçüncü kata çıktı. Kendi odasına girip iş kıyafetlerini giydi.
Hızla inip annesine “Yemekten önce bir dolaşayım bağları.” dedi.
“Kızım
birazdan hava kararacak, ne göreceksin? Yarın bakarsın.”
“Yok
anne, ne kadar yol almışlar göreyim de yarına ona göre iş planı yapayım.”
“Aman
git, zaten ne desem de oturmayacaksın.”
Duman
ile bağların arasında biraz yürüdü. Ara sıra koşması için yerden bir taş ya da
dal atıyor, köpeğinin büyük bir iş yapmış edası ile geri getirmesini
bekliyordu. Uzun zamandır doğru düzgün oynayamamışlardı. Duman halinden memnun
etrafında dönüp duruyordu. Şehrin kömür kokusundan sonra buranın toprak kokusu
moralini düzeltmişti. İşçiler epey
kolaylamıştı işi. Yeni aldığı bağ çubukları yarın gelecekti. Hem buradaki
bağlara dikilecekti hem de artanlar yeni bağa götürülecekti.
Ahıra da uğradı. Atların da keyfi yerindeydi.
Seyisler işleri bitirmiş kendilerine ayrılmış eve gitmişlerdi. Hepsini tek tek
sevdi. Atlarının kendisini tanıdığını biliyordu. Keyifle ayakları ile toprağı
eşeliyorlardı. Biraz daha sevdikten sonra kapıyı kapatıp ayrıldı boxtan.
Çok
keyifliydi Ece.
*****
Salı
günü çok yoğun geçiyordu. Sabahın erken saatlerinde işçilerle beraber işe
başlayan Ece öğlen olduğunda yorgunluktan kolunu kaldıramıyordu. Yemek yerken
annesi ile konuşuyordu. “Anne, acaba ben işçilerden daha mı çok çalışıyorum? Ne
kadar yoruldum anlatamam.”
“Kızım
sen laf anlamıyorsun ki. Bırak iki üç kişi daha alalım. Bağlar dikilsin sonra
ilaçlama zamanı şimdiki elemanlar yeter.”
“Haklısın
valla. Hem zaten yarın yeni yerin sürülmesi gerekiyor. Bugün yapalım diyordum
ama adamlara da yazık. Öldüler yorgunluktan. Orada da çalışacak işçilere
ihtiyaç var. Ben kahveye haber bırakırım. Yeni bağ çubukları geldi. Onlar da
ekilecek.”
“İlkay’ın
yollayacağı adamlar da bugün gelecekmiş. Dün aradı ama akşam söylemeyi
unuttum.”
“Yine
unutmuştu anne, ben anımsattım. İyi halletmiş bari.”
“Bilmiyor
musun onu? Bu evin işlerine aklı ermiyor bir türlü.” Annesi yüzüne söylemese de
iki oğlunun da evle ilgilenmemelerine bozuluyordu. Ece annesinin üzülmesini
istemiyordu. Gülerek konuşmaya başladı, “Babamın kabahati. Kendi babasının
işini öğrensinler diye uğraştı, kendi işini öğretmeyi unuttu. Dedem de iki
çırak bulunca bir daha bırakmadı.”
“Ama
bak o işi de gayet güzel yapıyorlar. Biliyor musun yeni bir model çizmiş İlkay.
Onun üstünde çalışıyormuş. Eğer altın ile işleyebilirse, çok satarmış! Sana da
söyleyecekmiş ama araya senin işler girince unutmuş.”
“Ah bu
adam resmen tasarımcı oldu. Yapsın yapsın. Sanatkar adam o.”
“Eray
da o işi yapıyor ama bak bir tane bile model çizemez. Sen asıl bombayı
duymadın. İkisi bir mağaza bulmuşlar. Üç katlı. Mobilya ve beyaz eşya ile ev
tekstili işi yapan birisi işini devrediyormuş. Orayı almak istiyorlarmış.”
“Anne
asıl haber bu. Bana neden bahsetmediler acaba?”
“Senin
yeni bağın onların haberinin önüne geçti de ondan. Hem zaten adam daha hemen
satmayacakmış. Oğlu askerliğini bitirince hep birlikte memlekete döneceklermiş.
O yüzden buradaki işini satmayı istiyormuş. Dört beş ay var sanırım. O zamana
kim öle kim kala.”
“Hayırlısı
olsun ne diyeyim. Onun başında kim duracak ki? O kadar büyük iş yabancılara
bırakılır mı?”
“O
zaman bu habere bayılacaksın. Ebru ile Asude işleteceklermiş orayı. Ebru zaten
anlıyor bu işlerden. Asude de onun yanında öğrenir. Muhasebe işini de o
yapacakmış. O kadar kursa boşuna mı gitti?”
“Eh
ben bunları bana anlatmamalarının hesabını sormaz mıyım? Ama çok sevindim ikisi
de evde sıkılıyor. Ama Asude nasıl yapacak o işleri? Bebek doğunca çok zor.”
“O
kısmını onlar düşünüp halletsin. Tabii sen de ortak olacaksın.”
“O
niye?”
“Bağların
başında sen olmasan o kadar parayı onlar iki dükkândan nasıl toparlayacak?”
“Yok,
bize gerek yok. Bence iki elti ortak olsun. Elti olarak anlaşamasalar da ortak
olarak anlaşırlar. Boşuna denmemiştir, ortak gemisi yürür, elti gemisi yürümez
diye.”
“A
benim güzel kızım oradaki ortak, senin anladığın ortak değil ki. Kuma demek
ister o söz. Ama yine de iyi fikir. Ben konuşurum çocuklarla.”
“Anne, ben o sözü hep iş ortaklığı sanırdım. O
iş de zordur ya. Ama diğeri çok zor hatta imkânsız! Neyse ben doydum. Küçük
traktörle bağın kalan kısmını sürmeye gidiyorum. Bugün bizim bağ biter. Yarın
da yeni bağı sürerim. Ben orayı sürerken, işçiler de çubukları eker.”
Aklındakileri yüksek sesle söylediğinin farkında bile değildi. Kapıdan
çıkacakken annesinin sesi ile durdu. “Ece, Hasan amca çok ağırlaşmış. Akşama
sabaha bekliyorlarmış.” Bu haberi de
bekliyordu kaç gündür. Ama yine de içine çöreklenen acının bu kadar büyük
olacağını düşünmemişti. Az önceki neşeli sesi yok olmuştu. O nelerin
derdindeydi, başkaları neler yaşıyordu? Hayat planlara göre yaşanmıyordu ne
yazık ki. O da planlarında küçük bir değişiklik yaptı. “O zaman ben önce onlara
uğrayayım. Bir ihtiyaçları var mı sorayım. Bağlar yarını da bekler nasılsa.” Hülya
Hanım, Ece’nin yüzüne baktı. “Kendi ailesi senin kadar sormuyordur.”
“Soruyorum,
çünkü buradakiler yaşlı, uzaktakiler adı üstünde uzak.” Ece, Hasan amca ile
adını artık anımsayamadığı karısına, yani tüm köyün dediği hali ile yengeye çok
bağlıydı. Hasan amcanın çocuklara düşkünlüğü karısına da bulaşmıştı. Yenge de
tüm köyün yengesiydi. Elbet iş güç galesi başlayınca çoğu genç uzaklaşmıştı ama
Ece hep yanlarında olmuştu. Hem Hasan amcanın tecrübelerinden faydalanıyor, hem
de bazen ortak bir ürün yetiştirmeye çalışarak yeni aşılar deniyorlardı.
Hastalığı artınca Ece kimseye sormadan işleri üstlenmişti. Şimdi ona en çok
ihtiyaç duydukları andı ve kendisi yeni bağ yüzünden kaç gündür uğrayamamıştı.
“İyi
hadi git de bak bakalım. Dur şu yemekten koyayım bir kaba da götür. Elleri işe
uzanmıyordur onların. Ben biraz daha yemek yaptırayım.” Sanki az önce kızına
söylenen o değildi. İçlerindeki insanlığın göstergesinden memnundu Ece.
Annesine gülümsedi ve uzattığı tencereyi aldı.
On
dakika sonra yan koltuktaki tencere ile Hasan Karayel’in evinin kapısındaydı.
Uzun
zamandır hasta yatan yaşlı adamın ailesi başındaydı. Halil amca ile karısı
Emine teyze de gelmiş, büyük ağabeylerinin başında kısık sesle konuşuyorlardı.
Gözleri odayı kısaca taradı. Toprak yoktu. Amcasının ağır olduğunu bilmiyor
muydu? İşleri mi bırakamamıştı, yoksa kızları mı? Bana ne, dedi, amcası ölürse
kalan ömründe vicdan azabı çekecek olan oydu.
Elindekini
mutfağa bıraktı. Yanlarına gidip önce yengenin sonra da misafirlerin elini
öptü. Halil amca ile babası arasındaki küslük uzun yıllar önce de olsa hâlâ iki
aile arasında soğukluk devam ediyordu. Oysa Hasan amca ve Hüsniye Hala ile hep
iyi geçinmişti Kılıç ailesi. Halil amca, babası ile küs olsa da Ece ile aralarında
elbette bir sorun yoktu. Sadece hatır sordu. Böyle ortamlar insanların hoş geleceği
bir ortam olmadığı için kimseye ‘hoş geldiniz’ demedi. Kısa bir süre kendini
bilmeden yatan Hasan amcanın yanında oturdu. Sonra işlerine dönmek için ayağa
kalkıp yengeye ‘yardım lazım mı?’ diye sordu. Yenge uğurlamak için yorgun
dizlerine ellerini koyarak zorlukla doğruldu. Ece’nin neden öyle söylediğini
anlamıştı.
“Güzel
gözlü kızım Allah razı olsun. Annene de selamlarımı söyle, hakkını helal
etsin.”
“Yenge,
helali hoş olsun. Benim yapabileceğim bir şey var mı?”
“Yok
kızım. Zaten bağı bahçeyi hepten sen çektin çevirdin. Başka ne isterim.”
“Annem
‘Misafirleri çoktur, yemek yollarım ben, onlar hiç zahmet etmesin’ dedi.”
“Allah
anandan da razı olsun. Ben yapma desem de o yapacak bilirim. Emine ‘ben girerim
mutfağa’ dedi ama onun da eli kolu kalkmıyor pek. Serap gelecek ama… Size
zahmetimiz olacak. ” O da biliyordu kim ne derse desin komşuların yardım
edeceğini. O yüzden sustu.
“Zahmetin
lafımı olur? Sen hiç düşünme, biz hallederiz. Ben bağlara da bir bakayım.”
“Ah
bak asıl derdin büyüğü o, a kızım. İşçilere yemek yapan kadın iki gündür hasta.
İşçiler sıcak yemek yiyemez oldu. Kuru ekmeğe talim ediyorlar.”
“Neden
beni aramadın yenge? Tamam, ben hemen birilerini ayarlarım gelir size yemek
yapmaya. Hadi ben işçilere bir bakayım da eve döneyim. Yarın yine uğrarım.”
“Ah
kızım Allah razı olsun. İşçilerin başında kalfa var sözde ama onu kim
bekleyecek?”
“Yengem
sen üzülme, hepsine yetişiriz. Sen düşünme bunları. Amcamıza iyi bak yeter.
Hadi sağlıcakla kal.” Ece, yengenin gözlerindeki ümitsizliği görüyordu. Hasan
Amcanın artık son günleri olduğunu ikisi de biliyordu. Yine de yaşlılığın
verdiği vakur ile yaklaşan ölümü kabul ediyordu. Aynı ifade sesinde de vardı.
“Selam
söyle kızım. Allah hepinizden razı olsun.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder