11 Ekim 2015 Pazar

YAKIŞIKLI 7. Bölüm

Merhaba, 
Dağlıca saldırısından sonra da o kadar şehit varken bölüm yayınlanır mı yayınlanmaz mı ikilemine düşmüştüm. Sonra hayat devam etmeli, dedim. Dün yaşananlar daha büyük soru işaretleri yaratıyor beyinlerde. 
Üzüntüleri unutmadan, nedenlerini düşünmeliyiz. Bir kaç dakikamızı belki kafa dağıtmak için hikayelerle geçirebiliriz ama sonra yine düşünmeli, neden ölüyoruz diye sormalıyız? 
Allah rahmetini esirgemesin. 

****************



Yağmur kısa süre yağmış ve durmuştu. Köye yaklaşırken o taraflara yağmadığını görüp sevindi. Ece, eve dönüş yolunda hem müziğe uyumlu bir şekilde tempo tutuyor hem de yaşadıklarını düşünüyordu. Abisi acaba İsmail ile tanışmasını mı istemişti? Hiç beklemezdi. Asude ile konuşmuş ve abisine evde kalan kız diye anıldığını söylemişti ama bunun koca arıyorum demek olduğunu düşünmemişti. İlkay ise kendine iş edinmiş gibi gözüküyordu. Acaba yanılıyor muydu? Sanmıyorum diye kendini ikna etti. Abisi bir şeyler ayarlamaya çalışıyordu.

‘İsmail de fena biri değil. Neden olmasın? Beklediğim, sevdiğim, düşündüğüm kimse yok ki ayağıma gelmiş fırsatları tepeyim.’
Gülümseyerek direksiyondaki temposunu arttırdı. Nede olsa hareketli bir Denizli türküsü dinliyordu. En sonunda dayanamayarak eşlik de etmeye başladı. Köye yaklaştığında o uzun yolu nasıl aldığının farkında bile değildi. Hem şarkılara türkülere eşlik etmek hem de kısa sürede yeniden işletmeye açacağı şaraphaneyi düşünmek sağlamıştı bunu.
Muhtara uğrayıp satış ile ilgili işlemler için toprak sahibine haber vermesini istedi. Bugün bu işi bitirecekti. Kısa süre sonra gelen köylüsü ile biraz muhabbet ettikten sonra muhtarın ve ihtiyar heyetinin huzurunda satış işlemi gerçekleşti. Parasını teslim ettikten sonra köy senedini alarak muhtarlıktan çıktı. İki saate yakın oyalanmış, çay üstüne çay içmiş ama nihayet işi de bitirip çıkmıştı. Artık Kılıç ailesi yeni bir bağın daha sahibiydi.
Bağı almış, yeni bir erkekle tanışmış ve keyifli bir gün geçirmişti. İsmail’in bakışlarını düşününce yüzüne yeni bir gülümseme yerleşti. Kısa süre içinde ondan ses çıkacağından adı gibi emindi.


*****


“Tamamdır. Artık rahat olabilirsin.”
Yem çuvalı açılmıştı nihayet. Onun da içi rahatlamıştı. Geciktikçe bu adamın canını sıkacağını biliyordu. Biran önce arayıp haber vermeyi istemişti. Karşısındakinin sırıttığından emindi. Kulağındaki telefondan gelen ses yanılmadığını anlattı. “Yakalanmadın değil mi?” Sanki yakalansa onu arayabilirmiş gibi soruyordu. Aslında tüm bu tavırlar dikkatli olması için gizli uyarıydı. Onun neyi neden dediğini öğrenmişti. İşin kötüsü, neyi neden dediğini bildiği halde korkmasıydı.
“Merak etme. Param hazır mı?”
“Sen de parayı merak etme. Ama hesaba falan yatırmam. Birisi ile ulaştıracağım.”
“Herkes uyusun da öyle alırım kimden alacaksam.”
“Sen gayet iyi biliyorsun kimden alacağını. Bana bak… Yakalanma, benim başımı belaya sokma, dikkat et. Yakalanırsan başına neler geleceğini düşün.”
Telefonu kapattı, cebine attı ve bir sigara çıkarttı. Bu yasağı delmek her seferinde daha çok hoşuna gidiyordu. Patronunu düşünüp sinirlerini harekete geçirmek, yaptığı iş için duyduğu suçluluk hissini azaltıyordu. Kendini çok akıllı sanıyordu. Tüm işleri başarabileceğini sanıyordu. Kadın başına erkekleri yeneceğini sanıyordu. En önemlisi de atlarının çok sağlıklı olduğunu sanıyordu. Hepsinde de yanılıyordu. Bunu kısa süre sonra öğrenecekti. Daha yeni başlıyordu savaş…


*****


Ece, toprak yola girdiğinde ardında toz bulutu oluşturduğunu gördü. Köyün çok yeri asfaltlansa da ara yolların bir kısmı hala topraktı. Yeni evin yolunu da kendileri açmış, asfalt dökülmesini engellemişlerdi. Aslında bu tozun toprağın tek kabahatlisi Ece ve atları idi. Atlar ile köy yollarında koşarken toprak olmasını tercih ediyordu. Bağları yoldan ayıran çitlerin yanından geçerek eve yaklaştı. Daha kontağı kapatmadan Duman kapının yanında bitmişti.
Ece araçtan inip hemen yanına eğildi. Sevgiyle okşadığı Alman kurdu, aynı sevgi ile kuyruğunu sallayarak yanıt verdi. Yavru iken alınmış o zaman tüm tüyleri siyah ve gri olduğu için Duman adı verilmişti. Sahiplerine karşı son derece uysaldı ama yabancılar için aynı şeyi söyleyemezdi. Onların eve yaklaşmasına asla izin vermezdi. Dört yaşında olan Duman evin bir ferdi gibiydi. Elbette annesi asla eve sokturmuyordu ama onun için özel yemekler hazırlamaktan da geri durmuyordu.
“Oğlum, özledin mi? Ben de özledim. Bekle üstümü değiştireyim de biraz gezelim. Bakalım işleri kolaylamışlar mı?” Duman oynayacaklarını düşünüp bir iki hoplasa da sonra kulübesine doğru yürüdü. “Buna bir dişi lazım. Ömür tek başına geçmez.” 
Annesi ile ayaküstü kısacık konuşup, bağı aldığının haberini verdi. Babasının odasına girmeden kapıdan baktı. Uyanıktı. Ona da kısaca anlattı neler yaptığını. Sonra üst kata çıktı. Kardeşleri odalarında ders çalışıyordu. Onlarla da biraz konuşup bir üçüncü kata çıktı. Kendi odasına girip iş kıyafetlerini giydi. Hızla inip annesine “Yemekten önce bir dolaşayım bağları.” dedi.
“Kızım birazdan hava kararacak, ne göreceksin? Yarın bakarsın.”
“Yok anne, ne kadar yol almışlar göreyim de yarına ona göre iş planı yapayım.”
“Aman git, zaten ne desem de oturmayacaksın.”
Duman ile bağların arasında biraz yürüdü. Ara sıra koşması için yerden bir taş ya da dal atıyor, köpeğinin büyük bir iş yapmış edası ile geri getirmesini bekliyordu. Uzun zamandır doğru düzgün oynayamamışlardı. Duman halinden memnun etrafında dönüp duruyordu. Şehrin kömür kokusundan sonra buranın toprak kokusu moralini düzeltmişti. İşçiler epey kolaylamıştı işi. Yeni aldığı bağ çubukları yarın gelecekti. Hem buradaki bağlara dikilecekti hem de artanlar yeni bağa götürülecekti.
Ahıra da uğradı. Atların da keyfi yerindeydi. Seyisler işleri bitirmiş kendilerine ayrılmış eve gitmişlerdi. Hepsini tek tek sevdi. Atlarının kendisini tanıdığını biliyordu. Keyifle ayakları ile toprağı eşeliyorlardı. Biraz daha sevdikten sonra kapıyı kapatıp ayrıldı boxtan.
Çok keyifliydi Ece.


*****


Salı günü çok yoğun geçiyordu. Sabahın erken saatlerinde işçilerle beraber işe başlayan Ece öğlen olduğunda yorgunluktan kolunu kaldıramıyordu. Yemek yerken annesi ile konuşuyordu. “Anne, acaba ben işçilerden daha mı çok çalışıyorum? Ne kadar yoruldum anlatamam.”
“Kızım sen laf anlamıyorsun ki. Bırak iki üç kişi daha alalım. Bağlar dikilsin sonra ilaçlama zamanı şimdiki elemanlar yeter.”
“Haklısın valla. Hem zaten yarın yeni yerin sürülmesi gerekiyor. Bugün yapalım diyordum ama adamlara da yazık. Öldüler yorgunluktan. Orada da çalışacak işçilere ihtiyaç var. Ben kahveye haber bırakırım. Yeni bağ çubukları geldi. Onlar da ekilecek.”
“İlkay’ın yollayacağı adamlar da bugün gelecekmiş. Dün aradı ama akşam söylemeyi unuttum.”
“Yine unutmuştu anne, ben anımsattım. İyi halletmiş bari.”
“Bilmiyor musun onu? Bu evin işlerine aklı ermiyor bir türlü.” Annesi yüzüne söylemese de iki oğlunun da evle ilgilenmemelerine bozuluyordu. Ece annesinin üzülmesini istemiyordu. Gülerek konuşmaya başladı, “Babamın kabahati. Kendi babasının işini öğrensinler diye uğraştı, kendi işini öğretmeyi unuttu. Dedem de iki çırak bulunca bir daha bırakmadı.”
“Ama bak o işi de gayet güzel yapıyorlar. Biliyor musun yeni bir model çizmiş İlkay. Onun üstünde çalışıyormuş. Eğer altın ile işleyebilirse, çok satarmış! Sana da söyleyecekmiş ama araya senin işler girince unutmuş.”
“Ah bu adam resmen tasarımcı oldu. Yapsın yapsın. Sanatkar adam o.”
“Eray da o işi yapıyor ama bak bir tane bile model çizemez. Sen asıl bombayı duymadın. İkisi bir mağaza bulmuşlar. Üç katlı. Mobilya ve beyaz eşya ile ev tekstili işi yapan birisi işini devrediyormuş. Orayı almak istiyorlarmış.”
“Anne asıl haber bu. Bana neden bahsetmediler acaba?”
“Senin yeni bağın onların haberinin önüne geçti de ondan. Hem zaten adam daha hemen satmayacakmış. Oğlu askerliğini bitirince hep birlikte memlekete döneceklermiş. O yüzden buradaki işini satmayı istiyormuş. Dört beş ay var sanırım. O zamana kim öle kim kala.”
“Hayırlısı olsun ne diyeyim. Onun başında kim duracak ki? O kadar büyük iş yabancılara bırakılır mı?”
“O zaman bu habere bayılacaksın. Ebru ile Asude işleteceklermiş orayı. Ebru zaten anlıyor bu işlerden. Asude de onun yanında öğrenir. Muhasebe işini de o yapacakmış. O kadar kursa boşuna mı gitti?”
“Eh ben bunları bana anlatmamalarının hesabını sormaz mıyım? Ama çok sevindim ikisi de evde sıkılıyor. Ama Asude nasıl yapacak o işleri? Bebek doğunca çok zor.”
“O kısmını onlar düşünüp halletsin. Tabii sen de ortak olacaksın.”
“O niye?”
“Bağların başında sen olmasan o kadar parayı onlar iki dükkândan nasıl toparlayacak?”
“Yok, bize gerek yok. Bence iki elti ortak olsun. Elti olarak anlaşamasalar da ortak olarak anlaşırlar. Boşuna denmemiştir, ortak gemisi yürür, elti gemisi yürümez diye.”
“A benim güzel kızım oradaki ortak, senin anladığın ortak değil ki. Kuma demek ister o söz. Ama yine de iyi fikir. Ben konuşurum çocuklarla.”
 “Anne, ben o sözü hep iş ortaklığı sanırdım. O iş de zordur ya. Ama diğeri çok zor hatta imkânsız! Neyse ben doydum. Küçük traktörle bağın kalan kısmını sürmeye gidiyorum. Bugün bizim bağ biter. Yarın da yeni bağı sürerim. Ben orayı sürerken, işçiler de çubukları eker.” Aklındakileri yüksek sesle söylediğinin farkında bile değildi. Kapıdan çıkacakken annesinin sesi ile durdu. “Ece, Hasan amca çok ağırlaşmış. Akşama sabaha bekliyorlarmış.”  Bu haberi de bekliyordu kaç gündür. Ama yine de içine çöreklenen acının bu kadar büyük olacağını düşünmemişti. Az önceki neşeli sesi yok olmuştu. O nelerin derdindeydi, başkaları neler yaşıyordu? Hayat planlara göre yaşanmıyordu ne yazık ki. O da planlarında küçük bir değişiklik yaptı. “O zaman ben önce onlara uğrayayım. Bir ihtiyaçları var mı sorayım. Bağlar yarını da bekler nasılsa.” Hülya Hanım, Ece’nin yüzüne baktı. “Kendi ailesi senin kadar sormuyordur.”
“Soruyorum, çünkü buradakiler yaşlı, uzaktakiler adı üstünde uzak.” Ece, Hasan amca ile adını artık anımsayamadığı karısına, yani tüm köyün dediği hali ile yengeye çok bağlıydı. Hasan amcanın çocuklara düşkünlüğü karısına da bulaşmıştı. Yenge de tüm köyün yengesiydi. Elbet iş güç galesi başlayınca çoğu genç uzaklaşmıştı ama Ece hep yanlarında olmuştu. Hem Hasan amcanın tecrübelerinden faydalanıyor, hem de bazen ortak bir ürün yetiştirmeye çalışarak yeni aşılar deniyorlardı. Hastalığı artınca Ece kimseye sormadan işleri üstlenmişti. Şimdi ona en çok ihtiyaç duydukları andı ve kendisi yeni bağ yüzünden kaç gündür uğrayamamıştı.
“İyi hadi git de bak bakalım. Dur şu yemekten koyayım bir kaba da götür. Elleri işe uzanmıyordur onların. Ben biraz daha yemek yaptırayım.” Sanki az önce kızına söylenen o değildi. İçlerindeki insanlığın göstergesinden memnundu Ece. Annesine gülümsedi ve uzattığı tencereyi aldı.
On dakika sonra yan koltuktaki tencere ile Hasan Karayel’in evinin kapısındaydı.
Uzun zamandır hasta yatan yaşlı adamın ailesi başındaydı. Halil amca ile karısı Emine teyze de gelmiş, büyük ağabeylerinin başında kısık sesle konuşuyorlardı. Gözleri odayı kısaca taradı. Toprak yoktu. Amcasının ağır olduğunu bilmiyor muydu? İşleri mi bırakamamıştı, yoksa kızları mı? Bana ne, dedi, amcası ölürse kalan ömründe vicdan azabı çekecek olan oydu.
Elindekini mutfağa bıraktı. Yanlarına gidip önce yengenin sonra da misafirlerin elini öptü. Halil amca ile babası arasındaki küslük uzun yıllar önce de olsa hâlâ iki aile arasında soğukluk devam ediyordu. Oysa Hasan amca ve Hüsniye Hala ile hep iyi geçinmişti Kılıç ailesi. Halil amca, babası ile küs olsa da Ece ile aralarında elbette bir sorun yoktu. Sadece hatır sordu. Böyle ortamlar insanların hoş geleceği bir ortam olmadığı için kimseye ‘hoş geldiniz’ demedi. Kısa bir süre kendini bilmeden yatan Hasan amcanın yanında oturdu. Sonra işlerine dönmek için ayağa kalkıp yengeye ‘yardım lazım mı?’ diye sordu. Yenge uğurlamak için yorgun dizlerine ellerini koyarak zorlukla doğruldu. Ece’nin neden öyle söylediğini anlamıştı.
“Güzel gözlü kızım Allah razı olsun. Annene de selamlarımı söyle, hakkını helal etsin.”
“Yenge, helali hoş olsun. Benim yapabileceğim bir şey var mı?”
“Yok kızım. Zaten bağı bahçeyi hepten sen çektin çevirdin. Başka ne isterim.”
“Annem ‘Misafirleri çoktur, yemek yollarım ben, onlar hiç zahmet etmesin’ dedi.”
“Allah anandan da razı olsun. Ben yapma desem de o yapacak bilirim. Emine ‘ben girerim mutfağa’ dedi ama onun da eli kolu kalkmıyor pek. Serap gelecek ama… Size zahmetimiz olacak. ” O da biliyordu kim ne derse desin komşuların yardım edeceğini. O yüzden sustu.
“Zahmetin lafımı olur? Sen hiç düşünme, biz hallederiz. Ben bağlara da bir bakayım.”
“Ah bak asıl derdin büyüğü o, a kızım. İşçilere yemek yapan kadın iki gündür hasta. İşçiler sıcak yemek yiyemez oldu. Kuru ekmeğe talim ediyorlar.”
“Neden beni aramadın yenge? Tamam, ben hemen birilerini ayarlarım gelir size yemek yapmaya. Hadi ben işçilere bir bakayım da eve döneyim. Yarın yine uğrarım.”
“Ah kızım Allah razı olsun. İşçilerin başında kalfa var sözde ama onu kim bekleyecek?”
“Yengem sen üzülme, hepsine yetişiriz. Sen düşünme bunları. Amcamıza iyi bak yeter. Hadi sağlıcakla kal.” Ece, yengenin gözlerindeki ümitsizliği görüyordu. Hasan Amcanın artık son günleri olduğunu ikisi de biliyordu. Yine de yaşlılığın verdiği vakur ile yaklaşan ölümü kabul ediyordu. Aynı ifade sesinde de vardı.

“Selam söyle kızım. Allah hepinizden razı olsun.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder