31 Ekim 2015 Cumartesi

YAKIŞIKLI 28. Bölüm

Murat yarım saat kadar önce ayrılmıştı. Giderken Didem’e yine görüşeceklerini söylemeyi ihmal etmemişti. Ece ikisinin tüm gece rahat bir konuşma ortamı yarattıklarını fark etmişti. Didem uzun zamandır kimse ile çıkmıyordu. Belki Murat ile bir şeyler değişirdi…
Murat’ın gidişinden sonra Ece çok daha iyi olduğu için Didem’e gidebileceğini söylemiş ama Toprak kesinlikle kabul etmemişti. Didem banyoda pijamalarını giyiyordu. Toprak kanepeye çarşaf sermiş iki tane battaniyeyi de ayakucuna bırakmıştı. Fazladan bir tane yorganı vardı. Onu Ece’nin yatacağı bölmeye bırakırken Didem’in de duyacağı şekilde seslendi. “Yataklarınız hazır kızlar.” Sonra daha kısık sesle devam etti. “Ece, benim yatağımda yatmak istemediğinden emin misin? Ben kanepede yatabilirim.”
“Hayır, biz yerlerimizden memnunuz, ben yıldızları izlemek istiyorum. Sen de rahat yatağında uyu ve sonra sizin yüzünüzden belim tutuldu, ben kanepeye nasıl sığayım falan deme.”

“Demem, lütfen biriniz orada yatın. Ben kanepede uyurum. Çarşaflarımı da değiştiririm. Ya da daha iyi bir fikrim var, gel birlikte uyuyalım, Didem de battaniyelerle üşüme tehlikesi yaşamasın.”Masum ve çapkın hallerine güldü Ece. “İyi denemeydi. Yıldızları izleyeceğimi söylemiştim. Hadi artık uyuyalım.”
“Ben sana yıldızları izletirdim ama sen inat ediyorsun.” Gülümseyerek takılıyordu Ece’ye. Sonra ciddileşti. “Sen ilaçlarını içtin mi?”
“Ah ilaç… Unuttum.”
“Sen pijamalarını giyerken ben su getireyim.”
Ece Didem’in çıktığı banyoya doğru yürüdü. Yatak odasına yakın olan banyo da erkeksi hatlara sahipti. Hiç kadın eşyası yoktu. Ne bir makyaj pamuğu ne de fazla bir diş fırçası. Ece buraya gelen kadınların bir iki saatlik olduğunu düşünmeye başlamıştı. Belli ki Toprak kalıcı ilişkilere girmiyor, kısa süreli ilişkiler yaşıyordu. Bundan memnun mu olmalıydı? Yoksa kendisinin de kısa süreli olacağını kabul mü etmeliydi? Düşünmek şu an için çözümün değil sorunun parçası oluyordu. Düşüncelerini başka zamana bırakıp üstünü değiştirip çıktı. Kapının dışında Toprak elinde bir bardak su ve ilaçları ile bekliyordu.
“Çok teşekkür ederim. Zahmet verdim.”
“İç hadi. Ve artık zahmet verdim, deyip durma. Zahmet vermiyorsun bana.”
Ece ilaçları içerken Toprak onun suyu içişini izliyordu. Bardağa değen dudakları ve boğazından suyun inişini izlemek tahrik edici olunca bakışlarını kaçırmaya çalıştı. Başaramayınca da Ece’nin boşalan bardağını elinden alıp yatağın üstüne atıp onu kollarının arasına çekti. İlk öpücükten sonra “Beni her hareketin nasıl bu kadar çıldırtıyor?” diye sorup yeniden öpmeye başladı. Ece de karşılık veriyor ve o an evde Didem’in olmasının doğru bir karar olduğunu daha iyi anlıyordu. Didem… Onu akıl edebildiği an uzaklaşmış ve nefesini düzeltmeye çabalamıştı. Toprak da onun gibiydi. Kulak memesini ısırıp zor duyulan bir sesle, “Hemen git buradan yoksa bir daha duramayacağım. Hadi git ve uyu.”
“İyi geceler.” Ece kendi sesini tanıyamamıştı. Hemen yürümeye başlayınca bacaklarının titrediğini hissetti. Hızlı adımlarla kanepenin yanından geçerken Didem’in “İyi geceler” diyen sesini duydu. Kendi sesinden emin olmasa da ‘sana da’, diyebildi.  
Uzandığı yerden gökyüzünü izlemeye başladı. Şehrin ışıkları yıldızların görünmesini engellese de seçebildiği birkaç yıldız mutluluk verdi. Son düşündüğü şey ise Toprak’a aşık olduğu idi.


*****

Pazar öğleden sonra Toprak, Murat’ı aradı. “Bana gelebilir misin?”
“Hayrola?”
“Planlarım var ve senin yardımın gerekiyor.”
“Ece ile ilgili mi?”
Toprak, dudaklarından dökülen kahkahayı engelleyemedi. “Elbette o küçük cadı ile ilgili. Onun canına okuyacağım. Ne olduğunu şaşıracak. Hiç ummadığı şeylerle karşılaşacak.”


*****


“Yaktın mı ortalığı?”
“Evet yaktım. Elektrik kontağından olacak şekilde ayarladım.”
“Zarar var mı? Atlar?”
“Erken fark edildiği için atlara bir şey olmadı. Hepsini hemen çıkarttılar ve söndürdüler. Zarar çok değil ama eminim çok korkmuşlardır.”
“Atlarını satacak kadar korksun yeter.”
“Patron, ya satmazsa?”
“Satacak. O atı satacak. Tüm atlarını satacak.” Atı çalmak çözüm olsa idi çoktan iş çözülmüştü. Satması şarttı!
Telefonu kapatıp masadakilerin yanına gitti. Hepsinin yüzünde ters ifade ile kendisine baktıklarını biliyordu. Hiç konuşmadan sandalyesine oturdu. Dağıtılan kağıtları almadan önce viskisinden büyük bir yudum aldı. O atı ele geçirdiğinde yarım milyona konacaktı. Alıcısı hazırdı. Ama lanet kadının ucuza kapattığı at eline geçmediği sürece her geçen gün batağa saplanıyordu. Rekorları alt üst edecek bir atı üç kuruşa satmıştı manyak herif. Şimdi zararı telafi etmek kendisine düşüyordu. Satışlardan payına düşen para ile borçlarını ödemiş ama eski hayatını yeniden yaşayacak kadar elinde para kalmamıştı. Az kaldı, dedi içinden… Az kaldı…


*****


Ece, İzmir dönüşü çok mutluydu. Boxların durumunu görünce korkusunun da yersiz olduğunu anladı. Beş dişi at keyifle güneşli havanın tadını çıkartıyordu. Erkek atlar dişilerin yanında olmak için boxları tekmelese de zamanı değildi.
Biraz atlarını sevip hasret giderdikten sonra grilerin ve siyahların birbirinin içine geçtiği renkleri güneşte parlayan adsıza atladığı gibi bağların arasında dolaşmaya başladı. Bahar havası her tarafta kendini gösteriyordu. Otlak olarak ayırdıkları arazinin yeşermesi hoşuna gidiyordu. Güneş doğanın canlanması için elinden geleni yapıyordu.
Kısa bir süre sonra bağ kökleri yeşerecekti. Küçük yumruklar halinde yaprakların belirmesine az kalmıştı. Sonra hepsi avucunu açan bir el gibi yapraklarını açacak ve üzüm çiçeklerini serpiştirecekti. Sonra o çiçeklerin hepsi iri taneli salkımlara dönüşecekti. Oysa şimdi göz alabildiğine açık kahverengi topraklar ve üstlerindeki koyu kahverengi bağ kökleri gözüküyordu. Her yerin yeşil olacağı günlere az kalmıştı. O zaman gelene kadar daha yapılması gereken çok iş vardı.
Şaraphaneye geldiğinde yakışıklısından inip dizginleri bir dala sardı. Üretim kısmına girip düzenlemeye baktı. Sorun gözükmüyordu. Pazartesi gelecek olan uzman Fikret Babacan ile anlaşma sağlayacağından emindi. Zaten daha önce de çalışmışlardı. Babası iki yıl boyunca onun denetiminde şarap üretmişti. Evlenip eşi ile yanlarına yerleştikten kısa süre sonra babası hastalanmış ve şarap üretimi durmuştu.  Fikret Bey de yeni bir iş aramış ve şehir değiştirmek zorunda kalmıştı. Misafir evinin de elden geçmesi gerekiyordu. Anlaşırlarsa eşini de getireceği için evin bir aileye uygun hale getirilmesi önemliydi.
Üretim aşamasında en önemli kişiydi uzman. Eğer istediği gibi üretim yapabilirlerse onun da adını duyurmasına yarayacaktı yeni şarap. Üretim kısmındaki işler iyi gidiyordu. Mahzenin durumu zaten çok iyiydi. Kendi ürettikleri şaraplardan hâlâ düzinelerce saklıyorlardı. Toz ve örümcek ağları mahzenlerin dekoruydu. Serinlik ve rutubet kokusu en çok mahzenlerde hoşuna giderdi. Biraz daha koridorlar arasında gezdikten sonra güneşe çıktı. Bahar güneşi bile çok sıcak gelmişti. Mahzenin soğuğunun iliklerine işlediğini fark edip biraz daha güneşte durdu. Hastalanmak Toprak tarafından bakılırken hoş olabilirdi ama şimdi çok işi vardı. Bir daha hastalanmak istemiyordu.
Adsıza doğru yürürken atın biraz huysuzlandığını gördü. Başını aşağı yukarı sallayıp duruyordu. Neler olduğunu anlamak için etrafına bakınsa da bir şey göremedi. Dizginleri çözüp ata atlayınca onun da huysuzluğu geçti. Tırsa kaldırdığı at eve doğru keyifli bir yürüyüşe başladı.
 Aslında çok düşünmek istemese de son zamanlarda atları ile ilgili olan olaylar canını sıkıyordu. Önce yemden zehirlenmeleri, sonra yangın ve tabii satışa mani olan dedikodu… Hepsinin de rastlantı olduğunu düşünmek istiyordu. Kendini rahatlatacak şeyler bulmaya çalışsa da, her seferinde aklı karışıyordu. Rastlantılara inanmazdı. O yüzden düşündükçe kafası karışıyor ve canı sıkılıyordu. Tavlaya geldiğinde indi atından. Atın yularını tutup yürümeye başladı. Çalan telefonun ekranında Toprak’ın adını görmesi ile aklındaki tüm kötü düşünceler uçup gitti.
“Canım, nasılsın?” Biraz Meraklı biraz da sevecen bir sesle sormuştu Toprak ilk sorusunu.
“İyiyim. Sen nasılsın?”
“Ben zaten iyiydim. Hasta olan sendin.”
“Hasta mı? Yarım günde düzeldim. Sen buna hastalık mı diyorsun? Sadece ıslandığım ve üşüdüğüm için hapşırdım. O kadar.”  Hastalık lafı bile canını sıkıyordu. Zaten hastalanmamıştı. Toprak abartmıştı biraz.
“OOO biri hasta olmayı sevmemiş anlaşılan. Neden? Sana kötü mü baktım? Ece gülümseyerek onun da keyif alacağını bildiği şekilde yanıtladı, “Aksine, hep hasta olmayı düşüneceğim kadar iyiydin. Ama bu bana uymaz. İşim çok. Az önce tam da bunu düşünüyordum biliyor musun? Senin tarafından bakılan hasta hemen iyileşir.”
“Elbette. Bana dayanamaz hastalık falan. Şu an da dışarıdasın sanırım. Kuş sesleri geliyor kulağıma. Üşümüyorsun değil mi?”
“Üşümüyorum. Hava güneşli, yanımda da yakışıklı bir erkek var. ”
“Yakışıklı mı? Unutma ki onu gördüm. Ben daha yakışıklıyım.” Toprak onun kimden bahsettiğini hemen anlamıştı.
Kahkahasının ardından “Ama o senden daha hızlı. Biliyor musun bu at pistlerin canına okuyacak. İkincilik için yarışacak herkes.” dedi.
“Hiç de böbürlenmiyorsun.”
“Şimdi görsen neden böyle konuştuğumu anlardın. Hem toparlandı hem de bacakları açıldı. Antrenmanları başlıyor artık.”
“Başka neler yapıyorsun?”
“Az önce şaraphaneye ve mahzene baktım.”
 “Mahzende neyin var? Güzel şaraplarından kaldı mı?”
“Neden sordun?”
“Çarşamba günü köye geliyorum. Hava raporlarına göre yağmur yok. Sıkı giyinirsek küçük bir piknik yaparız diye düşünmüştüm. Bakalım senin şaraplar iş yapacak mı?”
Ece, Çarşamba geliyorum demesinden sonraki kısmı hayal meyal duymuştu. Gülümseme ile yanıtladı. “Güzel bir sepet hazırlatırım.”
“Sen zahmet etme. Benimkiler hazırlayacak.”
“Bayatlar ve soğurlar.”
“Hayır canım, merak etme. Sen sadece şarabı seç.”
“Ve senin için bir de at seçeceğim.” Biraz sesini kısmıştı bunu söylerken. Nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu. Emrivaki yapmış gibiydi. Oysa Toprak sadece merakla sordu, “Neden?”
“Pikniğe yürüyerek mi gideceksin? At binmeyi öğreneceksin işte. Hey yoksa korktun mu?”
“Kim ben mi? Ben korkmam. Sadece o kadar büyük bir hayvanın üstünde durmak nasıl olacak bilmiyorum. Ata binmek biraz ürkütüyor sanırım.” Yalan yalanı doğuruyordu. Basit ve romantik bir düşünce ile başlayan yalan hâlâ aynı nedenle büyüyordu. Ece onun telefonun ucunda kendisine söylendiğini bilmeden, gülümseyerek “Öğreneceksin. İlk öğrenmen gereken de ata binmek değil, ‘at binmek’ demen gerektiği.”
“Sıkı bir öğretmenim var desene. Tamam canım, kot pantolon yeterli midir? Bir şeyler almam gerekir mi?”
“Yeterli, ilk günden gözünü korkutmayayım.”
Telefonu kapattıktan sonra o sabah İzmir’de, Toprak’ın evinde yaşadıklarını düşünmeye başladı.
O sabah uyandığında saat daha altıydı. Didem’in uykuyu sevdiğini biliyordu. Yine de işe gideceği için erken kalkacağını tahmin ediyordu. Toprak için ise bir tahmini yoktu. Ne zaman kalkacağı tamamen sürpriz olacaktı.
Sıcak yatağın içinde biraz daha dönüp durmuş ama uyku tutmayınca kalkmaya karar vermişti. Tuvalete gitmesi gerekiyordu ama tuvalet Toprak’ın yatak odasının yanındaydı. Vazgeçip yeniden yastığa bırakmıştı kendisini. Akşam görmediği bir motorlu araçlar dergisi buldu. Araçların özelliklerini okuyor ve anlamadıkları için sayfalar arasında gezinip ipucu arıyordu. Derginin ortasında gördüğü dört tekerlekli araçları incelemeye başladı. Bağların arasında kullanmak için bir tane ATV alabileceğini düşündü. Her yere koca araçla gitmek zor oluyordu.
Diğerleri uyanana kadar da bir daha kalkmaya niyetlenmemişti. Neyse ki Toprak yediyi biraz geçe uyanmıştı. Onun tuvaletten çıktığını duyunca kendisi de hemen kalkmış ve soluğu banyoda almıştı. Onun koşmasına gülen Toprak kahvaltı hazırlamak için mutfağa yönelmişti. Ece mutfağa girdiğinde yumurta çırpıyordu. Onu görür görmez elindeki işi bırakmış, belinden sarıldığı Ece’yi kendisine çekip sessiz ama derin bir öpüşme ile günaydın demişti. 
 İkisi mutfakta hem kahvaltı hazırlıyor hem konuşuyor bazen de Toprak küçük öpücükler çalmak için uğraşırken kovalamaca oynuyorlardı. En sonunda Didem de uyanmış “Keşke ben evime gitseydim, siz de rahat ederdiniz.” diye laf sokup banyoya gitmişti. İkisi de gülerek arkasından bakıp işlerine dönmek yerine rahat bir öpüşmenin kollarına bırakmışlardı kendilerini.
Ne kadar doğal geliyordu onunla öpüşmek!
Ece, içinde bulunduğu zamana döndüğünde hala gülümsüyor, dudaklarında gezinen parmakları ile sabahın anılarını yeniden yaşıyordu.

Jandarmaya ifade vermiş olan seyisler işlerinin başındaydı. Atı onlara teslim edip ahırdan çıktı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder