Murat yarım saat kadar önce ayrılmıştı. Giderken
Didem’e yine görüşeceklerini söylemeyi ihmal etmemişti. Ece ikisinin tüm gece
rahat bir konuşma ortamı yarattıklarını fark etmişti. Didem uzun zamandır kimse
ile çıkmıyordu. Belki Murat ile bir şeyler değişirdi…
Murat’ın gidişinden sonra Ece çok daha iyi olduğu
için Didem’e gidebileceğini söylemiş ama Toprak kesinlikle kabul etmemişti.
Didem banyoda pijamalarını giyiyordu. Toprak kanepeye çarşaf sermiş iki tane
battaniyeyi de ayakucuna bırakmıştı. Fazladan bir tane yorganı vardı. Onu
Ece’nin yatacağı bölmeye bırakırken Didem’in de duyacağı şekilde seslendi. “Yataklarınız
hazır kızlar.” Sonra daha kısık sesle devam etti. “Ece, benim yatağımda yatmak
istemediğinden emin misin? Ben kanepede yatabilirim.”
“Hayır,
biz yerlerimizden memnunuz, ben yıldızları izlemek istiyorum. Sen de rahat
yatağında uyu ve sonra sizin yüzünüzden belim tutuldu, ben kanepeye nasıl
sığayım falan deme.”
“Demem,
lütfen biriniz orada yatın. Ben kanepede uyurum. Çarşaflarımı da değiştiririm.
Ya da daha iyi bir fikrim var, gel birlikte uyuyalım, Didem de battaniyelerle
üşüme tehlikesi yaşamasın.”Masum ve çapkın hallerine güldü Ece. “İyi denemeydi.
Yıldızları izleyeceğimi söylemiştim. Hadi artık uyuyalım.”
“Ben
sana yıldızları izletirdim ama sen inat ediyorsun.” Gülümseyerek takılıyordu
Ece’ye. Sonra ciddileşti. “Sen ilaçlarını içtin mi?”
“Ah
ilaç… Unuttum.”
“Sen
pijamalarını giyerken ben su getireyim.”
Ece
Didem’in çıktığı banyoya doğru yürüdü. Yatak odasına yakın olan banyo da
erkeksi hatlara sahipti. Hiç kadın eşyası yoktu. Ne bir makyaj pamuğu ne de
fazla bir diş fırçası. Ece buraya gelen kadınların bir iki saatlik olduğunu
düşünmeye başlamıştı. Belli ki Toprak kalıcı ilişkilere girmiyor, kısa süreli
ilişkiler yaşıyordu. Bundan memnun mu olmalıydı? Yoksa kendisinin de kısa
süreli olacağını kabul mü etmeliydi? Düşünmek şu an için çözümün değil sorunun
parçası oluyordu. Düşüncelerini başka zamana bırakıp üstünü değiştirip çıktı.
Kapının dışında Toprak elinde bir bardak su ve ilaçları ile bekliyordu.
“Çok
teşekkür ederim. Zahmet verdim.”
“İç
hadi. Ve artık zahmet verdim, deyip durma. Zahmet vermiyorsun bana.”
Ece
ilaçları içerken Toprak onun suyu içişini izliyordu. Bardağa değen dudakları ve
boğazından suyun inişini izlemek tahrik edici olunca bakışlarını kaçırmaya
çalıştı. Başaramayınca da Ece’nin boşalan bardağını elinden alıp yatağın üstüne
atıp onu kollarının arasına çekti. İlk öpücükten sonra “Beni her hareketin nasıl
bu kadar çıldırtıyor?” diye sorup yeniden öpmeye başladı. Ece de karşılık
veriyor ve o an evde Didem’in olmasının doğru bir karar olduğunu daha iyi
anlıyordu. Didem… Onu akıl edebildiği an uzaklaşmış ve nefesini düzeltmeye
çabalamıştı. Toprak da onun gibiydi. Kulak memesini ısırıp zor duyulan bir
sesle, “Hemen git buradan yoksa bir daha duramayacağım. Hadi git ve uyu.”
“İyi
geceler.” Ece kendi sesini tanıyamamıştı. Hemen yürümeye başlayınca
bacaklarının titrediğini hissetti. Hızlı adımlarla kanepenin yanından geçerken
Didem’in “İyi geceler” diyen sesini duydu. Kendi sesinden emin olmasa da ‘sana
da’, diyebildi.
Uzandığı
yerden gökyüzünü izlemeye başladı. Şehrin ışıkları yıldızların görünmesini
engellese de seçebildiği birkaç yıldız mutluluk verdi. Son düşündüğü şey ise
Toprak’a aşık olduğu idi.
*****
Pazar
öğleden sonra Toprak, Murat’ı aradı. “Bana gelebilir misin?”
“Hayrola?”
“Planlarım
var ve senin yardımın gerekiyor.”
“Ece
ile ilgili mi?”
Toprak,
dudaklarından dökülen kahkahayı engelleyemedi. “Elbette o küçük cadı ile
ilgili. Onun canına okuyacağım. Ne olduğunu şaşıracak. Hiç ummadığı şeylerle
karşılaşacak.”
*****
“Yaktın
mı ortalığı?”
“Evet
yaktım. Elektrik kontağından olacak şekilde ayarladım.”
“Zarar
var mı? Atlar?”
“Erken
fark edildiği için atlara bir şey olmadı. Hepsini hemen çıkarttılar ve
söndürdüler. Zarar çok değil ama eminim çok korkmuşlardır.”
“Atlarını
satacak kadar korksun yeter.”
“Patron,
ya satmazsa?”
“Satacak.
O atı satacak. Tüm atlarını satacak.” Atı çalmak çözüm olsa idi çoktan iş
çözülmüştü. Satması şarttı!
Telefonu
kapatıp masadakilerin yanına gitti. Hepsinin yüzünde ters ifade ile kendisine
baktıklarını biliyordu. Hiç konuşmadan sandalyesine oturdu. Dağıtılan kağıtları
almadan önce viskisinden büyük bir yudum aldı. O atı ele geçirdiğinde yarım
milyona konacaktı. Alıcısı hazırdı. Ama lanet kadının ucuza kapattığı at eline
geçmediği sürece her geçen gün batağa saplanıyordu. Rekorları alt üst edecek
bir atı üç kuruşa satmıştı manyak herif. Şimdi zararı telafi etmek kendisine
düşüyordu. Satışlardan payına düşen para ile borçlarını ödemiş ama eski
hayatını yeniden yaşayacak kadar elinde para kalmamıştı. Az kaldı, dedi
içinden… Az kaldı…
*****
Ece,
İzmir dönüşü çok mutluydu. Boxların durumunu görünce korkusunun da yersiz
olduğunu anladı. Beş dişi at keyifle güneşli havanın tadını çıkartıyordu. Erkek
atlar dişilerin yanında olmak için boxları tekmelese de zamanı değildi.
Biraz
atlarını sevip hasret giderdikten sonra grilerin ve siyahların birbirinin içine
geçtiği renkleri güneşte parlayan adsıza atladığı gibi bağların arasında
dolaşmaya başladı. Bahar havası her tarafta kendini gösteriyordu. Otlak olarak
ayırdıkları arazinin yeşermesi hoşuna gidiyordu. Güneş doğanın canlanması için
elinden geleni yapıyordu.
Kısa
bir süre sonra bağ kökleri yeşerecekti. Küçük yumruklar halinde yaprakların
belirmesine az kalmıştı. Sonra hepsi avucunu açan bir el gibi yapraklarını
açacak ve üzüm çiçeklerini serpiştirecekti. Sonra o çiçeklerin hepsi iri taneli
salkımlara dönüşecekti. Oysa şimdi göz alabildiğine açık kahverengi topraklar
ve üstlerindeki koyu kahverengi bağ kökleri gözüküyordu. Her yerin yeşil
olacağı günlere az kalmıştı. O zaman gelene kadar daha yapılması gereken çok iş
vardı.
Şaraphaneye
geldiğinde yakışıklısından inip dizginleri bir dala sardı. Üretim kısmına girip
düzenlemeye baktı. Sorun gözükmüyordu. Pazartesi gelecek olan uzman Fikret
Babacan ile anlaşma sağlayacağından emindi. Zaten daha önce de çalışmışlardı.
Babası iki yıl boyunca onun denetiminde şarap üretmişti. Evlenip eşi ile
yanlarına yerleştikten kısa süre sonra babası hastalanmış ve şarap üretimi
durmuştu. Fikret Bey de yeni bir iş
aramış ve şehir değiştirmek zorunda kalmıştı. Misafir evinin de elden geçmesi gerekiyordu.
Anlaşırlarsa eşini de getireceği için evin bir aileye uygun hale getirilmesi
önemliydi.
Üretim
aşamasında en önemli kişiydi uzman. Eğer istediği gibi üretim yapabilirlerse
onun da adını duyurmasına yarayacaktı yeni şarap. Üretim kısmındaki işler iyi
gidiyordu. Mahzenin durumu zaten çok iyiydi. Kendi ürettikleri şaraplardan hâlâ
düzinelerce saklıyorlardı. Toz ve örümcek ağları mahzenlerin dekoruydu.
Serinlik ve rutubet kokusu en çok mahzenlerde hoşuna giderdi. Biraz daha
koridorlar arasında gezdikten sonra güneşe çıktı. Bahar güneşi bile çok sıcak
gelmişti. Mahzenin soğuğunun iliklerine işlediğini fark edip biraz daha güneşte
durdu. Hastalanmak Toprak tarafından bakılırken hoş olabilirdi ama şimdi çok
işi vardı. Bir daha hastalanmak istemiyordu.
Adsıza
doğru yürürken atın biraz huysuzlandığını gördü. Başını aşağı yukarı sallayıp
duruyordu. Neler olduğunu anlamak için etrafına bakınsa da bir şey göremedi.
Dizginleri çözüp ata atlayınca onun da huysuzluğu geçti. Tırsa kaldırdığı at
eve doğru keyifli bir yürüyüşe başladı.
Aslında çok düşünmek istemese de son
zamanlarda atları ile ilgili olan olaylar canını sıkıyordu. Önce yemden
zehirlenmeleri, sonra yangın ve tabii satışa mani olan dedikodu… Hepsinin de
rastlantı olduğunu düşünmek istiyordu. Kendini rahatlatacak şeyler bulmaya
çalışsa da, her seferinde aklı karışıyordu. Rastlantılara inanmazdı. O yüzden
düşündükçe kafası karışıyor ve canı sıkılıyordu. Tavlaya geldiğinde indi
atından. Atın yularını tutup yürümeye başladı. Çalan telefonun ekranında
Toprak’ın adını görmesi ile aklındaki tüm kötü düşünceler uçup gitti.
“Canım,
nasılsın?” Biraz Meraklı biraz da sevecen bir sesle sormuştu Toprak ilk
sorusunu.
“İyiyim.
Sen nasılsın?”
“Ben
zaten iyiydim. Hasta olan sendin.”
“Hasta
mı? Yarım günde düzeldim. Sen buna hastalık mı diyorsun? Sadece ıslandığım ve
üşüdüğüm için hapşırdım. O kadar.”
Hastalık lafı bile canını sıkıyordu. Zaten hastalanmamıştı. Toprak
abartmıştı biraz.
“OOO
biri hasta olmayı sevmemiş anlaşılan. Neden? Sana kötü mü baktım? Ece
gülümseyerek onun da keyif alacağını bildiği şekilde yanıtladı, “Aksine, hep
hasta olmayı düşüneceğim kadar iyiydin. Ama bu bana uymaz. İşim çok. Az önce
tam da bunu düşünüyordum biliyor musun? Senin tarafından bakılan hasta hemen
iyileşir.”
“Elbette.
Bana dayanamaz hastalık falan. Şu an da dışarıdasın sanırım. Kuş sesleri
geliyor kulağıma. Üşümüyorsun değil mi?”
“Üşümüyorum.
Hava güneşli, yanımda da yakışıklı bir erkek var. ”
“Yakışıklı
mı? Unutma ki onu gördüm. Ben daha yakışıklıyım.” Toprak onun kimden
bahsettiğini hemen anlamıştı.
Kahkahasının
ardından “Ama o senden daha hızlı. Biliyor musun bu at pistlerin canına
okuyacak. İkincilik için yarışacak herkes.” dedi.
“Hiç
de böbürlenmiyorsun.”
“Şimdi
görsen neden böyle konuştuğumu anlardın. Hem toparlandı hem de bacakları
açıldı. Antrenmanları başlıyor artık.”
“Başka
neler yapıyorsun?”
“Az
önce şaraphaneye ve mahzene baktım.”
“Mahzende neyin var? Güzel şaraplarından kaldı
mı?”
“Neden
sordun?”
“Çarşamba
günü köye geliyorum. Hava raporlarına göre yağmur yok. Sıkı giyinirsek küçük
bir piknik yaparız diye düşünmüştüm. Bakalım senin şaraplar iş yapacak mı?”
Ece,
Çarşamba geliyorum demesinden sonraki kısmı hayal meyal duymuştu. Gülümseme ile
yanıtladı. “Güzel bir sepet hazırlatırım.”
“Sen
zahmet etme. Benimkiler hazırlayacak.”
“Bayatlar
ve soğurlar.”
“Hayır
canım, merak etme. Sen sadece şarabı seç.”
“Ve
senin için bir de at seçeceğim.” Biraz sesini kısmıştı bunu söylerken. Nasıl
bir tepki vereceğini bilmiyordu. Emrivaki yapmış gibiydi. Oysa Toprak sadece
merakla sordu, “Neden?”
“Pikniğe
yürüyerek mi gideceksin? At binmeyi öğreneceksin işte. Hey yoksa korktun mu?”
“Kim
ben mi? Ben korkmam. Sadece o kadar büyük bir hayvanın üstünde durmak nasıl
olacak bilmiyorum. Ata binmek biraz ürkütüyor sanırım.” Yalan yalanı
doğuruyordu. Basit ve romantik bir düşünce ile başlayan yalan hâlâ aynı nedenle
büyüyordu. Ece onun telefonun ucunda kendisine söylendiğini bilmeden,
gülümseyerek “Öğreneceksin. İlk öğrenmen gereken de ata binmek değil, ‘at
binmek’ demen gerektiği.”
“Sıkı
bir öğretmenim var desene. Tamam canım, kot pantolon yeterli midir? Bir şeyler
almam gerekir mi?”
“Yeterli,
ilk günden gözünü korkutmayayım.”
Telefonu
kapattıktan sonra o sabah İzmir’de, Toprak’ın evinde yaşadıklarını düşünmeye
başladı.
O
sabah uyandığında saat daha altıydı. Didem’in uykuyu sevdiğini biliyordu. Yine
de işe gideceği için erken kalkacağını tahmin ediyordu. Toprak için ise bir
tahmini yoktu. Ne zaman kalkacağı tamamen sürpriz olacaktı.
Sıcak yatağın içinde biraz daha dönüp durmuş ama
uyku tutmayınca kalkmaya karar vermişti. Tuvalete gitmesi gerekiyordu ama
tuvalet Toprak’ın yatak odasının yanındaydı. Vazgeçip yeniden yastığa
bırakmıştı kendisini. Akşam görmediği bir motorlu araçlar dergisi buldu.
Araçların özelliklerini okuyor ve anlamadıkları için sayfalar arasında gezinip
ipucu arıyordu. Derginin ortasında gördüğü dört tekerlekli araçları incelemeye
başladı. Bağların arasında kullanmak için bir tane ATV alabileceğini düşündü.
Her yere koca araçla gitmek zor oluyordu.
Diğerleri uyanana kadar da bir daha kalkmaya
niyetlenmemişti. Neyse ki Toprak yediyi biraz geçe uyanmıştı. Onun tuvaletten
çıktığını duyunca kendisi de hemen kalkmış ve soluğu banyoda almıştı. Onun
koşmasına gülen Toprak kahvaltı hazırlamak için mutfağa yönelmişti. Ece mutfağa
girdiğinde yumurta çırpıyordu. Onu görür görmez elindeki işi bırakmış, belinden
sarıldığı Ece’yi kendisine çekip sessiz ama derin bir öpüşme ile günaydın
demişti.
İkisi
mutfakta hem kahvaltı hazırlıyor hem konuşuyor bazen de Toprak küçük öpücükler
çalmak için uğraşırken kovalamaca oynuyorlardı. En sonunda Didem de uyanmış
“Keşke ben evime gitseydim, siz de rahat ederdiniz.” diye laf sokup banyoya
gitmişti. İkisi de gülerek arkasından bakıp işlerine dönmek yerine rahat bir
öpüşmenin kollarına bırakmışlardı kendilerini.
Ne kadar doğal geliyordu onunla öpüşmek!
Ece,
içinde bulunduğu zamana döndüğünde hala gülümsüyor, dudaklarında gezinen
parmakları ile sabahın anılarını yeniden yaşıyordu.
Jandarmaya
ifade vermiş olan seyisler işlerinin başındaydı. Atı onlara teslim edip ahırdan
çıktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder