29 Ekim 2015 Perşembe

YAKIŞIKLI 26. Bölüm








Ece uykusunda öksürüyor, o öksürdükçe Toprak içindeki sızının arttığını hissediyordu. Ne zaman ona karşı bu kadar duygu ile dolduğunu düşünüyor ama on yıl öncesinden başka bir yanıt bulamıyordu.
Ihlamuru hazırlamış ama demlememiş, çorbayı ise pişirmişti. Ece’nin uyanmasını bekliyordu. Bir saat kadar sonra uyandığında çok daha iyiydi. Toprak okuduğu kitabı bırakıp kalktı. Ece’nin mahmur bakışlarına sevgi dolu bakışlarla karşılık verdi. “Benim evimdesin hatırlıyorsun değil mi?”
“Üşütmenin yan etkisi mi hafıza kaybı? Hatırlıyorum tabii.”
“Nasılsın?”
“İyiyim sanırım.” Toprak avucunun içi ile alnına bakıyordu. “Ateşin düştü. İlaçların faydası olmuş. Çabuk toparlanacak gibisin.”
“Ben nasıl hasta olduğuma şaşıyorum. Üstelik gündüz vakti uyudum. Bu da hayatımda bir ilk.”

“O kadar koşuşturursan gündüz uyumaya vakit bulamazsın tabii.”
“Benim belli bir düzenim var. Ona uyduğum sürece işlerim beni yormuyor.” Toprak onunla konuşurken açık mutfağa girmiş su ısıtıcısının düğmesine basmıştı. “Aç mısın? Çorba hazır, istiyorsan ısıtıp hemen bir kase vereyim.”
“Aç değilim ama bir bardak su içerim.”
“Getiriyorum. Oturabilecek misin? Başın dönüyor mu?”
“Biraz daha yatarsam dönecek. Bünyem alışkın değil, tepki verecek bu saatte yatmaya.”
Toprak, ısınan su ile ıhlamuru demlemiş, bir bardak suyu da Ece’nin eline tutuşturmuştu. 
 “Ihlamur mu kokuyor?”
“Beş dakika demlensin hemen veriyorum. Limon ve şeker ister misin?”
“Sadece limon ama bol!”
“Sen uyurken kıyafetlerini çantandan çıkarttım. Umarım kızmazsın. Nemli kalsalar kötü kokarlardı.” Ece neredeyse gülecekti. Kendisi bunu asla akıl edemezdi. “Teşekkür ederim. Zahmet verdim sana.” Acaba bu kadar el yatkınlığı ve iş bilir olmak yalnız yaşamasından mı kaynaklanıyordu? Kendisi de Didem ile aynı evi paylaşmış ama orada da neredeyse tüm işi Didem yapmış, Ece o ne derse onu yapmaya çabalamaktan öteye geçememişti.
“Zahmet değil, ben şu ıhlamurları koyup geleyim.” Ece, mutfak bölümüne giden Toprak’ın arkasından baktı. Çok yakışıklıydı. On yıl öncenin çelimsiz erkeği yerini, yapılı bir erkeğe bırakmıştı. Acaba çok sevgilisi olmuş muydu? Elbette olmuştu. Aksini düşünmeyecek kadar aklı başındaydı. Şu an sevgilisi yoktu herhalde. Kendisini evine getirecek kadar rahat hareket ettiğine göre kapı açılıp da eve dalacak birisi olmamalı diye düşündü. Sonra kendisinin onun sevgilisi olduğunu anımsadı. Artık bir başkasının değil onun sevgilisiydi! Bunu düşünmek yüzüne kocaman bir gülümseme yayılmasına neden oldu.
“Neye gülüyorsun?”
“Kendime. En olmayacak zamanda hastalandım da ona.”
“İyisin ama artık.”
“Çok daha iyiyim, sağ ol.”
Ihlamurunu yudumlarken bakışlarını evin içinde gezdirdi. İlk geldiğinde ana hatları görmüş beğenmişti. Şimdi ise detayları inceliyordu. Dikdörtgen yapının sokak kapısı uzun duvarın tam ortasında kalıyordu. Kapıdan girişte sağ tarafta kalan yatak odasının perdeleri kapalıydı. Kalkıp gezmek ayıp olacağı için merakını yenmeye çalıştı.
Kendi yattığı koltuk ve sağındaki solundaki tekli koltuklar deri kaplıydı. Büro tipi koltukların aksine yumuşak ve genişti hepsi. Yerde halı olarak bir post vardı. Televizyon, karşı duvardaydı. DVD ve müzik CD’leri göze çarpıyordu. Müzik setini de görünce ayağa kalkıp CD’lere bakmak istedi. Zevkini öğrenmek istiyordu.  “Ne tür müzikler dinlersin?”
“Müzik? Ah evet dinleyebilirsem gitar, piyano ve çello ağırlıklı müzikleri dinlerim. Caz ve blues dinlerim. Ve bunlardan sonra da ne bulursam dinlerim.”
“O ne demek öyle?”
“Sevdiklerimi bulamazsam, ne bulursam dinlerim demek. Müziği sevdiğim için kulağıma hoş gelen her türden zevk alırım.”
“Gitar çalmaya ne zaman başladın?”
“On yaşımda başladım. Köye gelirken getirmiyordum. Dedem ve amcam kızıyordu. Hem zaten gündüz çalıştığım için akşam erkenden uyuyordum. Çalacak zaman yoktu.”
“Son soru… neden kendini gizliyorsun lokantanda?”
“Ben olduğumu bilirlerse her zaman isterler. Ama ben canım istediğinde çalmayı, söylemeyi tercih ediyorum.”
“Canın istiyor mu?”
“Ne? Gitar çalmayı mı? Sana çalmamı mı istiyorsun?”
“Sanki çalarsan daha çabuk iyileşirim gibi geldi.” Resmen naz yapıyordu. Toprak onun bu haline gülümsedi. “Evde bir gitarın vardır değil mi?”  Toprak başını sallayarak ayağa kalktı. Ece bakışları ile onu takip edince mutfak olan kısmın yan tarafında bir başka bölüm olduğunu gördü. Tüm evin içinde kullanılan tuğla duvarlar, orada da kullanılmış, evin ön cephesini tavandan tabana kadar kaplamış camlar ile arasında bir köşe yaratmıştı. Ece daha fazla dayanamayıp o tarafa doğru yürüdü. Toprak gitarını almak için eğilmişti. Onun arkasından gelip de gördüğü yere vurulmuş olan Ece istemsizce “Burada oturalım” dedi. Toprak gitarı elinde doğruldu. “Tamam, gel hadi. Ama bu köşe biraz serin oluyor, battaniye alayım.” 
Ece, yerden bir basamak boyu kadar yükseltilmiş, yirmi santimlik bir minder ile uçtan uca kaplanmış iki metreye üç metrelik köşeye bayılmıştı. En az on tane yastık ile duvarın soğuğu kesilmişti. Camın önündeki denizliklerde mumlar vardı. Çoğu bitmek üzereydi. Burada çok vakit geçirdiği belliydi.
Ece, en köşeye gidip sırtını yastıklara yasladı. Ayaklarını cama doğru uzatıp rahat bir pozisyonda oturdu. Ihlamurunu yudumlarken Toprak, battaniyesini getirmişti. Bacaklarına örtüp yanına oturdu.
“Burası harika. Kimse seni göremez burada. Karşındaki evlerin senden daha alçakta olması ne büyük şans. Rahat rahat oturur ve istediğin gibi müzik yapabilirsin.” Aklında olanlar bunlar değildi ama konuşmaya başlayınca fark etmiş ve lafını çevirmişti.
“Evet, bu köşede dinlenmek çok güzeldir. Ama benim pek dinlenmeye vaktim olmuyor. Gecenin iki ya da üçünde eve geliyorum ve doğruca yatağa gidiyorum. Özellikle son bir yılım çok yorucu geçti. Sanırım buraya en son bir ay önce uzandım. Elime gitarımı aldım ve …”
“Ve?”
“Uyudum. Sabah kalktığımda her yerim uyuşmuştu .” Kendi haline gülüyordu ama Ece’nin sesinde gerçek bir üzüntü vardı. “Oh yazık. Şimdi uyumazsın değil mi?”
“Saat daha beş! Bu saatte uyumam. Sen Didem’i arayıp bu gece burada kalacağını söyledin mi?”
“Neden söyleyeyim? Birazdan gideceğim.”
“Aklından bile geçirme. Bu gece burada kalacaksın.”
“Senin aklından neler geçiyor?”
“Hasta olduğun ve bu soğukta dışarı çıkamayacağın! Ah… Yoksa senin aklından başka şeyler mi geçti?” İkisi de imaların neler olduğunun farkında gülümsüyordu. “Toprak, gerçekten kalamam. Didem’e ne diyeceğim?”
Toprak elini uzatıp yeniden ateşini kontrol etti. Yoktu ama bu iyileştiği demek değildi. “Hasta olduğunu söyle. Yalan değil ki.”
“İnanır mı? Hiç sanmıyorum. O benim hasta olmadığımı bilir.”
“Ece, sen kimseye hesap vermek zorunda değilsin. Üstelik benim aklımda başka bir şey yok. Aslında… Aklımda başka şeyler var ama ne yeri ne zamanı. O yüzden birilerinin başka şeyler düşünmesi umurumda bile değil. Ara ve gelemeyeceğini bildir. Akşam için özel bir şey ister misin? Çorba yaptım ama iyi gözüküyorsun. Canın başka bir şey istiyorsa onu yapayım.”
“Yakalandın işte. İyi gözüküyormuşum. Gidiyorum o zaman.” Diğer söylediklerini duymazlıktan gelmişti. Gözü açılmamış buzağı değildi ki. Üniversite yıllarında erkek arkadaşı da olmuştu. Üstelik bir erkeğin kendisinden ne zaman etkilendiğini anlayacak kadar da bilgiliydi.
“O kadar iyi gözükmüyorsun. Uğraştırma beni. Hadi iç ıhlamurunu buz yaptın.”
“İçinde tarçında var değil mi? Çok güzel olmuş. Daha var mı?”
“Hemen getiriyorum.” Eğilip fincanı aldı. Hazır eğilmişken Ece’nin kendisine bakan yüzünü tutup dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı.
“Hey, sana da bulaşacak.”
“Bulaşsın.” Bu kelimedeki tonlama ayakucuna kadar ürpermesine neden olunca, “Tamam ben Didem’i arıyorum gelip beni alsın.” dedi. Arabasının yine hipodromun parkında olduğunu yeni anımsamıştı. Toprak onun söylediklerini duyduğunda kahkahayı bastı. “Merak etme bu kadardan bir şey olmaz. Yemek konusunda ne diyorsun?”
“Senin gibi lokantası olan birisine bunu söylemek ne kadar doğru bilmiyorum ama bu gece Didem ile pizza yiyecektik. Yine öyle yapabilir miyiz?”
“Yaparız. Hadi ara artık onu.”
Ece, Didem’e o gün olanları anlattı. Akşam orada kalacağını söylediğinde Didem imalı imalı gülmeye başlamış, hastalığa inanmamış ve bunu açıkça söylemişti. Ece yemin etmeye başlayınca Toprak elinden telefonu almış ve Didem’e adresini vermişti. “Hiç itiraz etme, pizza söylüyorum. Deminden beri Ece’yi ikna etmeye uğraşıyorum bir de seni çekemem. Hadi gel de ikiniz de rahat edin. Yanına pijamanı da al. Bu gece burada kalırsın.”
“Yok daha neler. Neden orada kalacakmışım?”
“Çünkü Ece de sen de benim kötü olduğumu düşünüyorsunuz. İyi olduğumu ispatlamam lazım.” Ece yastıkların arasında büzülmüştü. Telefonda da Didem’in ne diyeceğini bilemeden sustuğunu anlamıştı. İkisinin de o an utandığını ve bundan da Toprak’ın keyif aldığını biliyordu. En son Toprak “Tamam” dedi ve telefonu kapatıp iade etti. “Neli seversiniz Pizzayı? Didem bir saate kadar burada olacak. Yarım saat sonra söylerim pizzamızı.”
“Ah, ben karidesli severim. Didem mantarlı. Sorun olacaksa karışık da yeriz önemli değil.”
“Neden sorun olsun?”
“Kibarlık yapmaya çalıştım. Tamam işte öğrendin ona göre söylersin. Ee daha bekleyecek miyim?”
“Neyi?”
“Gitar çalmayacak mısın?”
“O mu? Aklım bana oyunlar oynuyor. Tamam Didem gelene kadar çalayım.”
Öyle de yaptı. Kendi sevdiği şarkıları peş peşe çaldı. Bir iki tanesini söyledi de. Ara sıra Ece’ye bakıyor, onun kendisini dinlediğini fark edince çalmaya devam ediyordu. Oysa yapmak istediği Ece’yi kollarının arasında tutmak, öpücüklere boğmak ve sonra… Sonrasını düşünmekten vazgeçti. Yetiştirilişi ve büyüdüğü çevre aklındakileri yapmasını engelliyordu. Bir ara kalkıp bir telefon konuşması yapmış sonra yine yerine oturmuş ve çalmaya devam etmişti. Son olarak Rodrigo’nun gitar konçertosunu çalmaya başladı. Ece, keyifle ritme uygun ayağını ve elini oynatıyordu. Evinde, köşesinde biraz halsiz ama yine de neşeli olarak oturması ve geceyi tam kendi istediği gibi olmasa bile yanında geçirmesi hoşuna gidiyordu. Tahmininden hızlı toparlanmıştı.
Parça bittiğinde gitarını yan tarafa koydu. Ece’nin kendisini sessizce alkışlamasından mutlu olmuştu.
“Tebrik etmek için küçük bir öpücüğü kabul edebilirim.” Toprak eğilip tam öpecekken Ece elini göğsüne dayayıp konuşmuştu. “Gitar çaldığın herkes tebriği öpücükle mi yapıyor?” Ece kıskanmıştı. Saklamaya da niyeti yoktu.
“O da nereden çıktı?”
“Çok normalmiş gibi istedin de?”
“Seni öpmek için mazeret yaratıyor olamaz mıyım?”
“Olabilirsin tabii ama dürüst olmak da işe yarar.”
“O zaman dürüst olayım. Bazı dinleyiciler ben istemeden öyle tebrik eder. Ama ben senden özellikle istiyorum.” Dürüst olması çok da hoşuna gitmemişti ama bunu isteyen kendisiydi. Toprak’ın ela gözlerine baktı. Orada gördükleri yeterliydi. Ece, elini çekmeden o dudaklara yaklaştı, küçük hatta çok küçük bir öpücük kondurdu.
“Buna öpücük diyorsan seninle işimiz var.”
“Bu kısa konser için çok bile.” Toprak yüzünü asınca gülümseyerek, “Şaka yapıyorum. Hastalığım sana bulaşmasın diye öyle öptüm.”
Toprak, kendisinden çok uzakta olmayan kızın omzuna kolunu dolayıp iyice kendine çekti, yüzünü kaldırdı ve nefessiz kalan kadar öptü. İkisinin de nabzı yükselmişti. “Sen iyileşeceksen ben hastalanmaya razı olurum.”
“Çok romantik ama asla kabul etmeyeceğim bir cümle oldu. Zaten bugün benim yüzümden işlerini aksattın, hasta olup da işe gidemezsen…” Cümlesi bitmeden Toprak yine öpmeye başladı. Kapı çaldığında Ece ne zamandır böyle sarmaş dolaş olduklarını düşünüyordu. Bir an geniş gövde ve kuvvetli kollar tarafından sarılmış bir şekilde otururken bir an sonra tek başına minderlerin üstünde kalınca yine üşümeye başlamıştı. Didem’in sesini duyunca toparlandı.
Didem, Toprak’ın yüzündeki hoşnutsuz ifadeden kötü bir zamanda geldiğini anlamıştı. Ece’nin de örülü saçlarından birkaç tutam çıkmış, yüzünün etrafına dağılmıştı. Yine de ikisi de gülümseyerek karşılamışlardı genç kızı. “Nasıl oldun tatlım? Yüzün kıpkırmızı!” İkinci cümleyi söylerken pis pis sırıtmaktan alıkoyamamıştı kendisini. Yanıt ummadığı bir şekilde Toprak’tan geldi. “Çünkü arkadaşını öpmekle meşguldüm. Tam zamanında geldin.” Ece biraz daha kızarmış, Didem şaşırmış ama sonunda üçü de gülmeye başlamıştı. “Bu iyi mi kötümü anlamadım ama istiyorsanız gidebilirim.”
Toprak gözlerini devirerek, “Hadi geç sen de otur. Ben de sakinleşeyim. Zaten birazdan bir arkadaşım daha gelecek. Sorun olmaz umarım?” İki kız da aynı anda yanıt verdi. “Olmaz.”
“Tamam pizzaları daha geç isteyeceğim. Ne içersin? Hazırda ıhlamur var. Kahve ya da çay tarzı bir şey mi istersin?”
“Ihlamur alayım ben. Bu kış ısınamıyoruz. En iyisi tedbirli olmak.”
“Haklısın, sen geç otur ben getiriyorum.” Toprak, Didem’in getirdiği meyveleri mutfağa bırakıp soğuyan ıhlamurun altını yaktı.
 Ece ise utançla daha da kızaran yanaklarına ellerini bastırmış camdan dışarı bakıyordu. Çok utanmıştı. Didem ile aralarında sır yoktu. Hatta Toprak söylemese kendisi ilk fırsatta bunu söyleyeceğini biliyordu ama onun söylemesinin etkisi başka olmuştu. Toprak böyle davranarak ne yapmak istiyordu acaba? Aklındaki soruları yanıtlayamadan Didem’in soruları başladı. “Neler oluyor? Ciddi mi aranızdakiler? Gelmese miydim? Ece, bu gece burada mı kalacaksın?”
“Bilmiyorum, bilmiyorum, iyi ki geldin ve bilmiyorum.”
“Ne diyorsun sen? Aklını mı yitirdin? Nasıl konuşmak bu?”
“Sorularını yanıtladım Didem. Neler oluyor bilmiyorum. Ciddi mi? İnan hiç bilmiyorum. İyi ki geldin. Yoksa nerelere giderdi olay bilmiyorum. Gece kalmamı söyledi ama bu tamamen hastalığım yüzündendi. Şimdi ise aklım karıştı.”
“Canım, aklın karışmasın.” Toprak elindeki fincanı Didem’e uzatırken bir yandan da onların konuştuklarına yanıt veriyordu.” Didem’i de çağırdım. Çünkü burada kalabilmek için senin de içini rahatlatacak bir tampona ihtiyaç vardı. Biriniz bu köşede, biriniz benim yatağımda yatarsınız. Ben de kanepede uyurum. Merak etmeyin kimse üşümez ve böylece kimse de hasta olmaz. Yani sen daha da hasta olmazsın.”
“Sen bizi dinlemeye utanmıyor musun?” Ece kızacaktı sözde ama duyduklarından sonra yüzündeki gülümsemeyi engelleyemeden konuşuyordu. Toprak eski yerine oturup Ece’yi yine kendine doğru çekti. Bir kolunu ona dolamış şekilde konuşuyordu. Bakışları Ece’nin yüzünde dolaşıyordu.
“Sizi dinlemem gerekmiyor. Burası duvarsız ve kapısız açık bir ev! Ses her yere ulaşıyor. Ah unutmadan söyleyeyim, aramızda olanlar çok güzel ve benim için önemli. Ciddilikten kastınız bu mu bilmem ama benim için yanıtı bu.” İki genç kız da ona bakıyor ama konuşmuyordu. Şaşkın bakışlı haline gülen Toprak kolunu sıkıp iyice yakınlaştırdığı Ece’nin saçlarına bir öpücük kondurdu. “Didem, ben bu kıza on yıl önce âşıktım biliyor musun?”
“O da öyle. Ah pardon sır mıydı yoksa bu?” Didem arkadaşının sırrını açık ettiği için utanmış gözükmüyordu. Ece sözde kaşlarını çatarak baktı Didem’e. “Sırlığımı kaldı? Pat diye söyledin.”
“İyi ki söyledi, yoksa sen bana söylemeyecektin bunu.” Toprak, ağzı kulaklarında bir ifade ile gülümsüyordu.
Didem, bile isteye ortaya attığı sırrın ardından neler olacağını keyifle beklerken, savunmasını yapmaya da devam ediyordu. “Ece’ciğim, böyle şeyler saklanmamalı. Zaten üstünden on yıl geçmiş. Önemli olan şimdi neler hissettiğiniz.”
Ece sıkıntıyla kıpırdanınca Toprak, “Şimdikileri sonraya bırakalım. Daha çok yeni aramızdakiler. Anlat bakalım sen nasılsın görüşmeyeli?” Ece, bu yanıta üzülmesi gerekirken mutlu olmasına önce anlam veremedi. Sonra düşününce kendisinin de bir şeyleri itiraf etmesi gerekeceğini ve Toprak’ın yanıtı ile bunu engellediğini, bundan da mutlu olduğunu kabul etti. Evet, henüz erkendi!
Bir saat kadar daha zaman geçmiş saat yedi olmuştu. Bu süre içinde üçü akıllarına gelen her konudan konuşmuş, ortak ve farklı yanlarını bulmaya çalışmışlardı. Hatta bir ara Toprak, Ece’nin yıllar sonraki ilk karşılaşmada kendisine yaptıklarını anlatmış ve o an yeniden çarpıldığından bahsetmişti. Ece ara sıra utandığını ve ateş bastığını fark ediyordu. Hastalığına yormaları için içinden dua ediyordu. Duyduğu şeyler mükemmeldi, kızarsa da saatlerce dinleyebilirdi bunları.
Toprak, dokunmayı seven birisiydi. Ece uzaklaşmak istese de izin vermiyordu. Sarılıyor hatta rahatlıkla öpüyordu. Bir süre sonra Ece de artık utanmadığını fark etti.
Yediyi on geçe kapı çaldı. Toprak arkadaşının geldiğini söyleyip yerinden kalktı. Kızlar yine fırsatı kaçırmamış ve konuşmaya başlamıştı ama bu kez çok daha kısık sesle…
“Bu adam sana hâlâ âşık. Ya da yeniden âşık olmuş. Ne kadar güzel davranıyor sana. Ah ben de böyle bir aşk istiyorum. Sen de aşıksın üstelik. Ya harika bir şey bu.”
“Şişşşttt  yine duyacak. Bilmiyorum ama bana da öyle geliyor. Çok güzel şeyler hissediyorum.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder