Ece uykusunda öksürüyor, o öksürdükçe Toprak
içindeki sızının arttığını hissediyordu. Ne zaman ona karşı bu kadar duygu ile
dolduğunu düşünüyor ama on yıl öncesinden başka bir yanıt bulamıyordu.
Ihlamuru hazırlamış ama demlememiş, çorbayı ise pişirmişti.
Ece’nin uyanmasını bekliyordu. Bir saat kadar sonra uyandığında çok daha
iyiydi. Toprak okuduğu kitabı bırakıp kalktı. Ece’nin mahmur bakışlarına sevgi
dolu bakışlarla karşılık verdi. “Benim evimdesin hatırlıyorsun değil mi?”
“Üşütmenin yan etkisi mi hafıza kaybı? Hatırlıyorum
tabii.”
“Nasılsın?”
“İyiyim sanırım.” Toprak avucunun içi ile alnına
bakıyordu. “Ateşin düştü. İlaçların faydası olmuş. Çabuk toparlanacak gibisin.”
“Ben
nasıl hasta olduğuma şaşıyorum. Üstelik gündüz vakti uyudum. Bu da hayatımda
bir ilk.”
“O
kadar koşuşturursan gündüz uyumaya vakit bulamazsın tabii.”
“Benim
belli bir düzenim var. Ona uyduğum sürece işlerim beni yormuyor.” Toprak onunla
konuşurken açık mutfağa girmiş su ısıtıcısının düğmesine basmıştı. “Aç mısın?
Çorba hazır, istiyorsan ısıtıp hemen bir kase vereyim.”
“Aç
değilim ama bir bardak su içerim.”
“Getiriyorum.
Oturabilecek misin? Başın dönüyor mu?”
“Biraz
daha yatarsam dönecek. Bünyem alışkın değil, tepki verecek bu saatte yatmaya.”
Toprak,
ısınan su ile ıhlamuru demlemiş, bir bardak suyu da Ece’nin eline
tutuşturmuştu.
“Ihlamur mu kokuyor?”
“Beş
dakika demlensin hemen veriyorum. Limon ve şeker ister misin?”
“Sadece
limon ama bol!”
“Sen
uyurken kıyafetlerini çantandan çıkarttım. Umarım kızmazsın. Nemli kalsalar
kötü kokarlardı.” Ece neredeyse gülecekti. Kendisi bunu asla akıl edemezdi. “Teşekkür
ederim. Zahmet verdim sana.” Acaba bu kadar el yatkınlığı ve iş bilir olmak
yalnız yaşamasından mı kaynaklanıyordu? Kendisi de Didem ile aynı evi paylaşmış
ama orada da neredeyse tüm işi Didem yapmış, Ece o ne derse onu yapmaya çabalamaktan
öteye geçememişti.
“Zahmet
değil, ben şu ıhlamurları koyup geleyim.” Ece, mutfak bölümüne giden Toprak’ın
arkasından baktı. Çok yakışıklıydı. On yıl öncenin çelimsiz erkeği yerini,
yapılı bir erkeğe bırakmıştı. Acaba çok sevgilisi olmuş muydu? Elbette olmuştu.
Aksini düşünmeyecek kadar aklı başındaydı. Şu an sevgilisi yoktu herhalde.
Kendisini evine getirecek kadar rahat hareket ettiğine göre kapı açılıp da eve
dalacak birisi olmamalı diye düşündü. Sonra kendisinin onun sevgilisi olduğunu
anımsadı. Artık bir başkasının değil onun sevgilisiydi! Bunu düşünmek yüzüne
kocaman bir gülümseme yayılmasına neden oldu.
“Neye
gülüyorsun?”
“Kendime.
En olmayacak zamanda hastalandım da ona.”
“İyisin
ama artık.”
“Çok
daha iyiyim, sağ ol.”
Ihlamurunu
yudumlarken bakışlarını evin içinde gezdirdi. İlk geldiğinde ana hatları görmüş
beğenmişti. Şimdi ise detayları inceliyordu. Dikdörtgen yapının sokak kapısı
uzun duvarın tam ortasında kalıyordu. Kapıdan girişte sağ tarafta kalan yatak
odasının perdeleri kapalıydı. Kalkıp gezmek ayıp olacağı için merakını yenmeye
çalıştı.
Kendi
yattığı koltuk ve sağındaki solundaki tekli koltuklar deri kaplıydı. Büro tipi koltukların
aksine yumuşak ve genişti hepsi. Yerde halı olarak bir post vardı. Televizyon,
karşı duvardaydı. DVD ve müzik CD’leri göze çarpıyordu. Müzik setini de görünce
ayağa kalkıp CD’lere bakmak istedi. Zevkini öğrenmek istiyordu. “Ne tür müzikler dinlersin?”
“Müzik?
Ah evet dinleyebilirsem gitar, piyano ve çello ağırlıklı müzikleri dinlerim.
Caz ve blues dinlerim. Ve bunlardan sonra da ne bulursam dinlerim.”
“O
ne demek öyle?”
“Sevdiklerimi
bulamazsam, ne bulursam dinlerim demek. Müziği sevdiğim için kulağıma hoş gelen
her türden zevk alırım.”
“Gitar
çalmaya ne zaman başladın?”
“On
yaşımda başladım. Köye gelirken getirmiyordum. Dedem ve amcam kızıyordu. Hem
zaten gündüz çalıştığım için akşam erkenden uyuyordum. Çalacak zaman yoktu.”
“Son
soru… neden kendini gizliyorsun lokantanda?”
“Ben
olduğumu bilirlerse her zaman isterler. Ama ben canım istediğinde çalmayı,
söylemeyi tercih ediyorum.”
“Canın
istiyor mu?”
“Ne?
Gitar çalmayı mı? Sana çalmamı mı istiyorsun?”
“Sanki
çalarsan daha çabuk iyileşirim gibi geldi.” Resmen naz yapıyordu. Toprak onun
bu haline gülümsedi. “Evde bir gitarın vardır değil mi?” Toprak başını sallayarak ayağa kalktı. Ece
bakışları ile onu takip edince mutfak olan kısmın yan tarafında bir başka bölüm
olduğunu gördü. Tüm evin içinde kullanılan tuğla duvarlar, orada da
kullanılmış, evin ön cephesini tavandan tabana kadar kaplamış camlar ile
arasında bir köşe yaratmıştı. Ece daha fazla dayanamayıp o tarafa doğru yürüdü.
Toprak gitarını almak için eğilmişti. Onun arkasından gelip de gördüğü yere
vurulmuş olan Ece istemsizce “Burada oturalım” dedi. Toprak gitarı elinde
doğruldu. “Tamam, gel hadi. Ama bu köşe biraz serin oluyor, battaniye
alayım.”
Ece,
yerden bir basamak boyu kadar yükseltilmiş, yirmi santimlik bir minder ile
uçtan uca kaplanmış iki metreye üç metrelik köşeye bayılmıştı. En az on tane
yastık ile duvarın soğuğu kesilmişti. Camın önündeki denizliklerde mumlar
vardı. Çoğu bitmek üzereydi. Burada çok vakit geçirdiği belliydi.
Ece,
en köşeye gidip sırtını yastıklara yasladı. Ayaklarını cama doğru uzatıp rahat
bir pozisyonda oturdu. Ihlamurunu yudumlarken Toprak, battaniyesini getirmişti.
Bacaklarına örtüp yanına oturdu.
“Burası
harika. Kimse seni göremez burada. Karşındaki evlerin senden daha alçakta
olması ne büyük şans. Rahat rahat oturur ve istediğin gibi müzik yapabilirsin.”
Aklında olanlar bunlar değildi ama konuşmaya başlayınca fark etmiş ve lafını
çevirmişti.
“Evet, bu
köşede dinlenmek çok güzeldir. Ama benim pek dinlenmeye vaktim olmuyor. Gecenin
iki ya da üçünde eve geliyorum ve doğruca yatağa gidiyorum. Özellikle son bir
yılım çok yorucu geçti. Sanırım buraya en son bir ay önce uzandım. Elime
gitarımı aldım ve …”
“Ve?”
“Uyudum.
Sabah kalktığımda her yerim uyuşmuştu .” Kendi haline gülüyordu ama Ece’nin
sesinde gerçek bir üzüntü vardı. “Oh yazık. Şimdi uyumazsın değil mi?”
“Saat daha
beş! Bu saatte uyumam. Sen Didem’i arayıp bu gece burada kalacağını söyledin
mi?”
“Neden
söyleyeyim? Birazdan gideceğim.”
“Aklından bile
geçirme. Bu gece burada kalacaksın.”
“Senin
aklından neler geçiyor?”
“Hasta
olduğun ve bu soğukta dışarı çıkamayacağın! Ah… Yoksa senin aklından başka
şeyler mi geçti?” İkisi de imaların neler olduğunun farkında gülümsüyordu. “Toprak,
gerçekten kalamam. Didem’e ne diyeceğim?”
Toprak
elini uzatıp yeniden ateşini kontrol etti. Yoktu ama bu iyileştiği demek
değildi. “Hasta olduğunu söyle. Yalan değil ki.”
“İnanır
mı? Hiç sanmıyorum. O benim hasta olmadığımı bilir.”
“Ece,
sen kimseye hesap vermek zorunda değilsin. Üstelik benim aklımda başka bir şey
yok. Aslında… Aklımda başka şeyler var ama ne yeri ne zamanı. O yüzden
birilerinin başka şeyler düşünmesi umurumda bile değil. Ara ve gelemeyeceğini
bildir. Akşam için özel bir şey ister misin? Çorba yaptım ama iyi gözüküyorsun.
Canın başka bir şey istiyorsa onu yapayım.”
“Yakalandın
işte. İyi gözüküyormuşum. Gidiyorum o zaman.” Diğer söylediklerini duymazlıktan
gelmişti. Gözü açılmamış buzağı değildi ki. Üniversite yıllarında erkek
arkadaşı da olmuştu. Üstelik bir erkeğin kendisinden ne zaman etkilendiğini
anlayacak kadar da bilgiliydi.
“O
kadar iyi gözükmüyorsun. Uğraştırma beni. Hadi iç ıhlamurunu buz yaptın.”
“İçinde
tarçında var değil mi? Çok güzel olmuş. Daha var mı?”
“Hemen
getiriyorum.” Eğilip fincanı aldı. Hazır eğilmişken Ece’nin kendisine bakan
yüzünü tutup dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı.
“Hey,
sana da bulaşacak.”
“Bulaşsın.”
Bu kelimedeki tonlama ayakucuna kadar ürpermesine neden olunca, “Tamam ben
Didem’i arıyorum gelip beni alsın.” dedi. Arabasının yine hipodromun parkında
olduğunu yeni anımsamıştı. Toprak onun söylediklerini duyduğunda kahkahayı bastı.
“Merak etme bu kadardan bir şey olmaz. Yemek konusunda ne diyorsun?”
“Senin
gibi lokantası olan birisine bunu söylemek ne kadar doğru bilmiyorum ama bu
gece Didem ile pizza yiyecektik. Yine öyle yapabilir miyiz?”
“Yaparız.
Hadi ara artık onu.”
Ece,
Didem’e o gün olanları anlattı. Akşam orada kalacağını söylediğinde Didem imalı
imalı gülmeye başlamış, hastalığa inanmamış ve bunu açıkça söylemişti. Ece
yemin etmeye başlayınca Toprak elinden telefonu almış ve Didem’e adresini
vermişti. “Hiç itiraz etme, pizza söylüyorum. Deminden beri Ece’yi ikna etmeye
uğraşıyorum bir de seni çekemem. Hadi gel de ikiniz de rahat edin. Yanına
pijamanı da al. Bu gece burada kalırsın.”
“Yok
daha neler. Neden orada kalacakmışım?”
“Çünkü
Ece de sen de benim kötü olduğumu düşünüyorsunuz. İyi olduğumu ispatlamam
lazım.” Ece yastıkların arasında büzülmüştü. Telefonda da Didem’in ne
diyeceğini bilemeden sustuğunu anlamıştı. İkisinin de o an utandığını ve bundan
da Toprak’ın keyif aldığını biliyordu. En son Toprak “Tamam” dedi ve telefonu
kapatıp iade etti. “Neli seversiniz Pizzayı? Didem bir saate kadar burada
olacak. Yarım saat sonra söylerim pizzamızı.”
“Ah,
ben karidesli severim. Didem mantarlı. Sorun olacaksa karışık da yeriz önemli
değil.”
“Neden
sorun olsun?”
“Kibarlık
yapmaya çalıştım. Tamam işte öğrendin ona göre söylersin. Ee daha bekleyecek
miyim?”
“Neyi?”
“Gitar
çalmayacak mısın?”
“O
mu? Aklım bana oyunlar oynuyor. Tamam Didem gelene kadar çalayım.”
Öyle
de yaptı. Kendi sevdiği şarkıları peş peşe çaldı. Bir iki tanesini söyledi de. Ara
sıra Ece’ye bakıyor, onun kendisini dinlediğini fark edince çalmaya devam
ediyordu. Oysa yapmak istediği Ece’yi kollarının arasında tutmak, öpücüklere
boğmak ve sonra… Sonrasını düşünmekten vazgeçti. Yetiştirilişi ve büyüdüğü
çevre aklındakileri yapmasını engelliyordu. Bir ara kalkıp bir telefon
konuşması yapmış sonra yine yerine oturmuş ve çalmaya devam etmişti. Son olarak
Rodrigo’nun gitar konçertosunu çalmaya başladı. Ece, keyifle ritme uygun
ayağını ve elini oynatıyordu. Evinde, köşesinde biraz halsiz ama yine de neşeli
olarak oturması ve geceyi tam kendi istediği gibi olmasa bile yanında geçirmesi
hoşuna gidiyordu. Tahmininden hızlı toparlanmıştı.
Parça
bittiğinde gitarını yan tarafa koydu. Ece’nin kendisini sessizce
alkışlamasından mutlu olmuştu.
“Tebrik
etmek için küçük bir öpücüğü kabul edebilirim.” Toprak eğilip tam öpecekken Ece
elini göğsüne dayayıp konuşmuştu. “Gitar çaldığın herkes tebriği öpücükle mi
yapıyor?” Ece kıskanmıştı. Saklamaya da niyeti yoktu.
“O
da nereden çıktı?”
“Çok
normalmiş gibi istedin de?”
“Seni
öpmek için mazeret yaratıyor olamaz mıyım?”
“Olabilirsin
tabii ama dürüst olmak da işe yarar.”
“O
zaman dürüst olayım. Bazı dinleyiciler ben istemeden öyle tebrik eder. Ama ben
senden özellikle istiyorum.” Dürüst olması çok da hoşuna gitmemişti ama bunu
isteyen kendisiydi. Toprak’ın ela gözlerine baktı. Orada gördükleri yeterliydi.
Ece, elini çekmeden o dudaklara yaklaştı, küçük hatta çok küçük bir öpücük
kondurdu.
“Buna
öpücük diyorsan seninle işimiz var.”
“Bu
kısa konser için çok bile.” Toprak yüzünü asınca gülümseyerek, “Şaka yapıyorum.
Hastalığım sana bulaşmasın diye öyle öptüm.”
Toprak,
kendisinden çok uzakta olmayan kızın omzuna kolunu dolayıp iyice kendine çekti,
yüzünü kaldırdı ve nefessiz kalan kadar öptü. İkisinin de nabzı yükselmişti. “Sen
iyileşeceksen ben hastalanmaya razı olurum.”
“Çok
romantik ama asla kabul etmeyeceğim bir cümle oldu. Zaten bugün benim yüzümden
işlerini aksattın, hasta olup da işe gidemezsen…” Cümlesi bitmeden Toprak yine
öpmeye başladı. Kapı çaldığında Ece ne zamandır böyle sarmaş dolaş olduklarını düşünüyordu.
Bir an geniş gövde ve kuvvetli kollar tarafından sarılmış bir şekilde otururken
bir an sonra tek başına minderlerin üstünde kalınca yine üşümeye başlamıştı.
Didem’in sesini duyunca toparlandı.
Didem,
Toprak’ın yüzündeki hoşnutsuz ifadeden kötü bir zamanda geldiğini anlamıştı.
Ece’nin de örülü saçlarından birkaç tutam çıkmış, yüzünün etrafına dağılmıştı.
Yine de ikisi de gülümseyerek karşılamışlardı genç kızı. “Nasıl oldun tatlım?
Yüzün kıpkırmızı!” İkinci cümleyi söylerken pis pis sırıtmaktan alıkoyamamıştı
kendisini. Yanıt ummadığı bir şekilde Toprak’tan geldi. “Çünkü arkadaşını
öpmekle meşguldüm. Tam zamanında geldin.” Ece biraz daha kızarmış, Didem
şaşırmış ama sonunda üçü de gülmeye başlamıştı. “Bu iyi mi kötümü anlamadım ama
istiyorsanız gidebilirim.”
Toprak
gözlerini devirerek, “Hadi geç sen de otur. Ben de sakinleşeyim. Zaten birazdan
bir arkadaşım daha gelecek. Sorun olmaz umarım?” İki kız da aynı anda yanıt
verdi. “Olmaz.”
“Tamam
pizzaları daha geç isteyeceğim. Ne içersin? Hazırda ıhlamur var. Kahve ya da
çay tarzı bir şey mi istersin?”
“Ihlamur
alayım ben. Bu kış ısınamıyoruz. En iyisi tedbirli olmak.”
“Haklısın,
sen geç otur ben getiriyorum.” Toprak, Didem’in getirdiği meyveleri mutfağa
bırakıp soğuyan ıhlamurun altını yaktı.
Ece ise utançla daha da kızaran yanaklarına
ellerini bastırmış camdan dışarı bakıyordu. Çok utanmıştı. Didem ile aralarında
sır yoktu. Hatta Toprak söylemese kendisi ilk fırsatta bunu söyleyeceğini
biliyordu ama onun söylemesinin etkisi başka olmuştu. Toprak böyle davranarak
ne yapmak istiyordu acaba? Aklındaki soruları yanıtlayamadan Didem’in soruları
başladı. “Neler oluyor? Ciddi mi aranızdakiler? Gelmese miydim? Ece, bu gece
burada mı kalacaksın?”
“Bilmiyorum,
bilmiyorum, iyi ki geldin ve bilmiyorum.”
“Ne
diyorsun sen? Aklını mı yitirdin? Nasıl konuşmak bu?”
“Sorularını
yanıtladım Didem. Neler oluyor bilmiyorum. Ciddi mi? İnan hiç bilmiyorum. İyi
ki geldin. Yoksa nerelere giderdi olay bilmiyorum. Gece kalmamı söyledi ama bu
tamamen hastalığım yüzündendi. Şimdi ise aklım karıştı.”
“Canım,
aklın karışmasın.” Toprak elindeki fincanı Didem’e uzatırken bir yandan da
onların konuştuklarına yanıt veriyordu.” Didem’i de çağırdım. Çünkü burada
kalabilmek için senin de içini rahatlatacak bir tampona ihtiyaç vardı. Biriniz
bu köşede, biriniz benim yatağımda yatarsınız. Ben de kanepede uyurum. Merak
etmeyin kimse üşümez ve böylece kimse de hasta olmaz. Yani sen daha da hasta
olmazsın.”
“Sen
bizi dinlemeye utanmıyor musun?” Ece kızacaktı sözde ama duyduklarından sonra
yüzündeki gülümsemeyi engelleyemeden konuşuyordu. Toprak eski yerine oturup
Ece’yi yine kendine doğru çekti. Bir kolunu ona dolamış şekilde konuşuyordu.
Bakışları Ece’nin yüzünde dolaşıyordu.
“Sizi
dinlemem gerekmiyor. Burası duvarsız ve kapısız açık bir ev! Ses her yere
ulaşıyor. Ah unutmadan söyleyeyim, aramızda olanlar çok güzel ve benim için önemli.
Ciddilikten kastınız bu mu bilmem ama benim için yanıtı bu.” İki genç kız da
ona bakıyor ama konuşmuyordu. Şaşkın bakışlı haline gülen Toprak kolunu sıkıp
iyice yakınlaştırdığı Ece’nin saçlarına bir öpücük kondurdu. “Didem, ben bu
kıza on yıl önce âşıktım biliyor musun?”
“O
da öyle. Ah pardon sır mıydı yoksa bu?” Didem arkadaşının sırrını açık ettiği
için utanmış gözükmüyordu. Ece sözde kaşlarını çatarak baktı Didem’e. “Sırlığımı
kaldı? Pat diye söyledin.”
“İyi
ki söyledi, yoksa sen bana söylemeyecektin bunu.” Toprak, ağzı kulaklarında bir
ifade ile gülümsüyordu.
Didem,
bile isteye ortaya attığı sırrın ardından neler olacağını keyifle beklerken,
savunmasını yapmaya da devam ediyordu. “Ece’ciğim, böyle şeyler saklanmamalı.
Zaten üstünden on yıl geçmiş. Önemli olan şimdi neler hissettiğiniz.”
Ece
sıkıntıyla kıpırdanınca Toprak, “Şimdikileri sonraya bırakalım. Daha çok yeni
aramızdakiler. Anlat bakalım sen nasılsın görüşmeyeli?” Ece, bu yanıta üzülmesi
gerekirken mutlu olmasına önce anlam veremedi. Sonra düşününce kendisinin de
bir şeyleri itiraf etmesi gerekeceğini ve Toprak’ın yanıtı ile bunu
engellediğini, bundan da mutlu olduğunu kabul etti. Evet, henüz erkendi!
Bir
saat kadar daha zaman geçmiş saat yedi olmuştu. Bu süre içinde üçü akıllarına
gelen her konudan konuşmuş, ortak ve farklı yanlarını bulmaya çalışmışlardı.
Hatta bir ara Toprak, Ece’nin yıllar sonraki ilk karşılaşmada kendisine
yaptıklarını anlatmış ve o an yeniden çarpıldığından bahsetmişti. Ece ara sıra
utandığını ve ateş bastığını fark ediyordu. Hastalığına yormaları için içinden
dua ediyordu. Duyduğu şeyler mükemmeldi, kızarsa da saatlerce dinleyebilirdi
bunları.
Toprak,
dokunmayı seven birisiydi. Ece uzaklaşmak istese de izin vermiyordu. Sarılıyor
hatta rahatlıkla öpüyordu. Bir süre sonra Ece de artık utanmadığını fark etti.
Yediyi
on geçe kapı çaldı. Toprak arkadaşının geldiğini söyleyip yerinden kalktı.
Kızlar yine fırsatı kaçırmamış ve konuşmaya başlamıştı ama bu kez çok daha
kısık sesle…
“Bu
adam sana hâlâ âşık. Ya da yeniden âşık olmuş. Ne kadar güzel davranıyor sana.
Ah ben de böyle bir aşk istiyorum. Sen de aşıksın üstelik. Ya harika bir şey
bu.”
“Şişşşttt yine duyacak. Bilmiyorum ama bana da öyle
geliyor. Çok güzel şeyler hissediyorum.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder