Her gün
arıyordu Toprak. Bazen de Ece onu arıyordu. Telefonla konuşmak ilk başlarda zor
gelmişti. Sanki konuşacak konu yokmuş gibi. Ama sonra alıştılar ve her konudan
konuşarak uzun süre birbirlerinin sesini dinlediler.
Niğde’ye
giderken annesinden daha çok direktif vermişti Toprak. Yolun yarısına
geldiğinde yemek için durmuş ve önce annesini sonra da Toprak’ı aramıştı.
“Merhaba,
yemek molasındayım.”
“Nerede
yiyorsun? Rahatsız etmesinler seni!”
“Etmez kimse
merak etme. Büyük bir tesisteyim ve etrafımda bir sürü aile var. Sanırım geziye
giden gruplar var.” Konuşurken gülüyordu.
“Gülme Ece.
Merak ediyorum seni.”
“İnan annem
bile senin kadar yemedi beni.”
“Önce anneni
mi aradın? Ben ikinci sıradayım öyle mi?” Toprak naz yaptığını biliyor ama
onunla böyle konuşmak hoşuna gidiyordu.
“Ne
ikinci sırası? Kaç kişiyi aradığımı anımsamıyorum bile.”
“Buna
inandıramazsın işte. Tamam annen birinci sırada olabilir kızmıyorum.”
“Bu
hafta sonu bizim Deniz nişanlısı ile gelecekmiş yer ayırtmış sanırım.”
“Olabilir
haberim yok. Gerekeni yaparım.”
“Hayır,
bir şey yapma. Onun için demedim. Aklıma geldiği için söyledim. Ben bile gelsem
bir daha hesap ödeyeceğim.”
“Olur
canım, hatta sana zamlı tarife uygularım.”
“Bana
uyar.”
“Bana
uymaz. Haftaya geliyorsun İzmir’e değil mi?”
“Evet
geliyorum. Dokuz gün sonra!”
“Çok
sevindim.”
“Sevinirsin
tabii, ben geliyorum oraya sen gelmekten kurtuluyorsun.”
“Sen
gelmesen ben gelecektim günahımı alma.”
“Biliyorum.”
“Ne
kadar kalacaksın?”
“Bir
gece.”
“Bir
gece mi? Neden o kadar az?”
“Çünkü
sadece yarış var. Bir gece kalıp döneceğim.”
“O
geceyi de arkadaşlarınla mı geçireceksin?”
“Daha
iyi bir teklif gelmezse öyle olacak. En azından birkaç saati başkaları ile
geçirmeyi tercih ederim.”
“O
zaman iyi bir teklif gelir mutlaka. Birkaç saatten uzun süre için de ikna
etmeye çalışabilir o teklifi yapan.”
“Saat
konusunda belki bir saat kadar daha uzatma olabilir, o kadar! Hadi ben yola
çıkayım. Geç kalacağım randevuma.”
“Dikkatli
git lütfen ve gider gitmez ara beni.”
“Ararım
canım.” Susup kaldı ikisi de telefonun ucunda. Toprak mutlulukla gülümsedi
“Acele etmeden git hadi.”
“Tamam,
görüşürüz.” Telefonu kapatacağı an sesini yeniden duydu. “Görüşürüz canım.”
Demişti Toprak. Ece, az önceki anlık utancın yerini mutluluğun sardığını
anladığında gülümsedi.
Büyükler
boşuna ‘her şeyin yeri ve zamanı var’ demiyordu. On yıl önce yaşamaktan
vazgeçtikleri aşk, şimdi çok daha olgun ve doğru olarak çıkmıştı karşılarına.
En azından Ece öyle olduğuna inanmak istiyordu.
*****
Niğde’den
dönüş yolunda Sibel’in sınıf öğretmeninden gelen telefon ile canı sıkılmıştı.
Elbette sınıf öğretmeni sadece notlarının düştüğü bilgisini vermişti. Ama Ece,
bu telefon konuşmasının ardında nihayet kendisini göstererek çıkma teklifi
aldığı o çocuğun olduğunu biliyordu. İlk aşk ya da ilk sevgili biraz ortalığı
bulandırmıştı. Aklı karışan Sibel bunu derslerine de yansıtmıştı. Zaten son
zamanlarda telefon elinden düşmüyordu. Faturalarında artış olmadığına göre
karşı tarafın aradığı anlaşılıyordu ki bu daha da kötüydü. Olur olmaz
zamanlarda arayıp derslerine engel oluyordu! Düşündükçe sinirleniyordu.
Yaptığı
anlaşmalardan sonra keyifli geçeceğini düşündüğü yol ne yazık ki sinir harbine
dönmüştü. Üstelik yolda kaza yapmış bir kamyon vardı ve trafik durmuştu. Her
şey bir anda terse dönmüştü. Sinirlerinin daha da gerildiğini hissedince
araçtan indi. Hareket etse belki iyi gelirdi. Önce biraz ileri geri yürüdü. Daha
iyi olduğunu hissedince annesini aradı. Yolda kaza olduğunu, gecikeceğini haber
verdi. Sibel ile ilgili konuyu bilmesine gerek yoktu. Hem anlatıp sinirini
yeniden bozmayacaktı. Sonra Toprak’ın telefonunu tuşladı. Onun sesini duymak
çok daha iyi gelecekti.
“Ulaştın
mı ne çabuk? Gaza mı bastın?”
“Hatır
sorsaydın fırçadan önce!”
“Ah
pardon tatlım. Haklısın. Ama sanırım hız yaptın diye sinirlendim.”
“Hız
yapmadım. Yolda kaza var ve ben daha evime ulaşamadım. Merak etme diye aradım.”
“Anladım.
İyi oldu aradığın. Nasıl geçti toplantın? Alacaklarını aldın mı?”
“Evet,
epey aldım. Arka koltuk bile doldu. Bağlara ilaç alacaktım ama yer kalmadı. Artık
sonra alırım.”
“Acil
miydi ilaçlama?”
“Bordo
bulamaç alacaktım. Mart sonu ya da nisan ortası gibi yaparız. Bir ay var daha.
O yüzden sorun değil. Havalar da bundan sonra ısınacaktır. Sonra da artık
bağların yeşermesini bekleyeceğim. Dondan şükür kurtardık tüm bağları. İşçilerle
sabahladık nerdeyse bağlarda ama zararımız olmadan geçtik o dönemi. Bulamacı
yaptık mı rahatlarız artık. Sizin bağların da durumu aynı.”
“Bizim
bağlarla hâlâ mı ilgileniyorsun? Satılacak oralar, bırak alan uğraşsın, yorma
kendini.”
“Sen
buradaki işlere karışma. Bağlar satılana kadar benim sorumluluğumda. Sonrası
kim ne yaparsa yapsın. Hem zaten gözümün gördüğü yerdeki tüm bağlar yeşerince
burası güzel oluyor. Ona da az kaldı.”
“Yaza
gelir görürüm.”
“Elbette.
Bağbozumuna Didem de gelecek. Sen de katılırsın. Aaa sen şimdi yazdan önce
gelmeyecek misin köye?” Son cümleyi söylerken hem kızgın hem şaşkındı.
“Ben
de ne zaman fark edip kızacaksın diye bekliyordum. Geleceğim canım. İnşallah
sen döndükten bir sonraki hafta da ben köye geleceğim. Yengemi özledim.”
“Anladım,
sadece yengen için geleceksin. Öyle olsun. Ah yol açıldı sanırım. Kamyondan
savrulanları topluyorlardı. Bitmiş olmalı. Kapatıyorum.”
Toprak
önce kahkahayı atmış sonra da eklemişti. “Tamam canım kapat. Ve yine söz dinle
yavaş git. Ve… Köye gelirsem seni özlediğim için olur bu… Yengemi de özlerim
ama on yıldır doğru düzgün görmediysem birkaç haftada özlemiş olmam beklenemez
değil mi? Son kez söylüyorum yavaş git.”
“Off
annem gibi oldun başıma. Kapattt.”.
Kalan
yol çok daha rahat geçmişti. Toprak ile konuşmak biraz neşesini yerine
getirmişti.
Köye geldiğinde neredeyse akşam olmuştu. Çift
kabinli aracın arkasındaki tüm kutular şaraphaneye indirildi. Arka
koltuktakileri de boşalttıktan sonra eve gitti. Hepsi ile sarılıp bir günlük
hasreti giderdikten sonra babasının yanına uğradı. Ona yaptıklarını anlatıp
biraz da gördüklerinden bahsetti. Yeni aletleri anlatırken gözleri parlıyordu.
Onun enerjisi babasına da geçmişti. Akşam yemeğinden sonra da Sibel’i yanına
çağırıp salona gitti. Daha fazla beklemek istemiyordu.
“Ne oldu abla?” diye sordu Sibel. Başına bir şeyler
geleceğinin farkındaydı. Yüzünden korku okunuyordu.
“Neler olduğunu sen anlatmak ister misin? Bugün
sınıf öğretmeninden bir telefon aldım. Ders notlarının çok kötü olduğunu, bu
sezon henüz hiçbir yazılıdan geçer not almadığını söyledi. Bunun bir açıklaması
var mı?”
“Bilmiyorum
abla. Bu dönem çalışıyorum ama anlamıyorum. Ondandır.” Boş bir bahaneydi. Sibel
de biliyordu.
“Ne
oldu da aklın almaz oldu dersleri?”
“Bir
şey olmadı. Sadece bir iki sınavdan kötü not aldım. Ama düzeltirim.”
“Babamın
tek kuralını anımsatmam gerekir mi? Sınıfta kalan okumayı bırakır. Hiçbir
çocuğu, bir başkasının okuyabileceği bir seneyi çalma hakkına sahip değildir.
Bu kuralı uygulamasını istemezsin değil mi? Üniversiteyi okumayı istiyorsun!”
“Elbette
istiyorum. Toparlarım abla. Biraz dikkatim dağıldı sanırım.”
“İkinci
sınavlardan alacağın notlar da düşük olursa bu konuşmayı anımsatırım. Ve son
bir şey daha… Erkek arkadaş edinmek için acele etmene gerek yok. Okul ile bir
arada yürütemeyeceğin bir ilişki doğru zamanda yaşanmıyor demektir. Anladın mı?”
“Anladım
abla. Merak etme. Üzmeyeceğim seni.”
“Beni
değil, bizi üzmeyeceksin. Anlaştık değil mi? Ve bu yaz bana bağlarda yardım
edeceksin. Şarap üretiminde de her adımda yanımda olacaksın.”
“Neden?
Ben bağlarda olmaktan hoşlanmıyorum.”
“Ne
zaman bağlarda oldun ki? Bunu anlamak için kendine de toprağa da şans
tanımadın. O yüzden bu yaz benimlesin. Ya toprak senin için de önemli olacak ya
da tamamen bu fikrimden vazgeçeceğim.” Ece’nin sesi taviz vermeyeceğini belli
edince Sibel son bir hamle yapmaya çabaladı. “Ben de annemin genleri ağırlık
kazanmış olmalı. Ben çiçek yetiştirmeyi tercih ediyorum.”
“Ben
kararımı verdim. Yok illa yardım etmeyeceğim dersen, notların hakkında babamla
konuşur ve gereksiz bir üzüntü daha yaşatırım ona. Karar senin.”
Sibel
yerinden fırladı, “Buna şantaj derler.”
Ece
de ayağa kalkıp karşısında durdu, “Buna, bugün yaşadığım utancın telafisi
derler. Hadi şimdi git ve yarınki derslerini çalış. Ama laf olsun diye değil,
gerçekten anlamak için kafa patlat.”
*****
Şarap
fabrikasının malzemelerini kutularından çıkarttı. Yeni bir işe soyunmanın verdiği
heyecanla başladı çalışmaya. Eski ama yeni işti yaptığı. Saklama fıçıları,
damıtma aletleri, sıcaklık dengeleyici aletler ile fabrika çalışır hale
gelmişti. Artık iş, üzümü yetiştirmeye ve bir şarap teknisyeni ile çalışmaya
kalmıştı. Ece teoride şarap yapımını biliyordu ama istediği özel bir şarap
üretmekti. Ne kırmızı ne beyaz, rose şarap üretecekti. Özel bir üretim yapacak
ve bu tadı belli sayıda tüketicinin zevkine sunacaktı. Reklamı böyle yapacaktı.
Aksi halde ülkedeki büyük markalarla başa çıkması mümkün değildi. Zaten amacı
da bu değildi. Özel bir lezzet üretmekti amacı…
Niğde’den
gelen büyük damıtma kazanları ve onların montaj işlerini yapacak elemanlar
aralıksız çalışıp işi iki günde bitirdi. Artık ufak tefek işler vardı. Etiket
seçimi isim seçimi gibi şeyler vardı aklında…
Fıçıların
arasında dolaşıp meşe kokularını içine çekti. Ellerini üstlerinde gezdirdiği
fıçıların ahşabı içine dokunuyordu.
‘Başaracağım,
en iyi şaraplardan birini üreteceğim. O bağların üzümü artık benim verdiğim
adla bilinecek!’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder