28 Ekim 2015 Çarşamba

YAKIŞIKLI 24. Bölüm

Her gün arıyordu Toprak. Bazen de Ece onu arıyordu. Telefonla konuşmak ilk başlarda zor gelmişti. Sanki konuşacak konu yokmuş gibi. Ama sonra alıştılar ve her konudan konuşarak uzun süre birbirlerinin sesini dinlediler.
Niğde’ye giderken annesinden daha çok direktif vermişti Toprak. Yolun yarısına geldiğinde yemek için durmuş ve önce annesini sonra da Toprak’ı aramıştı.
“Merhaba, yemek molasındayım.”
“Nerede yiyorsun? Rahatsız etmesinler seni!”
“Etmez kimse merak etme. Büyük bir tesisteyim ve etrafımda bir sürü aile var. Sanırım geziye giden gruplar var.” Konuşurken gülüyordu.
“Gülme Ece. Merak ediyorum seni.”
“İnan annem bile senin kadar yemedi beni.”
“Önce anneni mi aradın? Ben ikinci sıradayım öyle mi?” Toprak naz yaptığını biliyor ama onunla böyle konuşmak hoşuna gidiyordu.

“Ne ikinci sırası? Kaç kişiyi aradığımı anımsamıyorum bile.”
“Buna inandıramazsın işte. Tamam annen birinci sırada olabilir kızmıyorum.”
“Bu hafta sonu bizim Deniz nişanlısı ile gelecekmiş yer ayırtmış sanırım.”
“Olabilir haberim yok. Gerekeni yaparım.”
“Hayır, bir şey yapma. Onun için demedim. Aklıma geldiği için söyledim. Ben bile gelsem bir daha hesap ödeyeceğim.”
“Olur canım, hatta sana zamlı tarife uygularım.”
“Bana uyar.”
“Bana uymaz. Haftaya geliyorsun İzmir’e değil mi?”
“Evet geliyorum. Dokuz gün sonra!”
“Çok sevindim.”
“Sevinirsin tabii, ben geliyorum oraya sen gelmekten kurtuluyorsun.”
“Sen gelmesen ben gelecektim günahımı alma.”
“Biliyorum.”
“Ne kadar kalacaksın?”
“Bir gece.”
“Bir gece mi? Neden o kadar az?”
“Çünkü sadece yarış var. Bir gece kalıp döneceğim.”
“O geceyi de arkadaşlarınla mı geçireceksin?”
“Daha iyi bir teklif gelmezse öyle olacak. En azından birkaç saati başkaları ile geçirmeyi tercih ederim.”
“O zaman iyi bir teklif gelir mutlaka. Birkaç saatten uzun süre için de ikna etmeye çalışabilir o teklifi yapan.”
“Saat konusunda belki bir saat kadar daha uzatma olabilir, o kadar! Hadi ben yola çıkayım. Geç kalacağım randevuma.”
“Dikkatli git lütfen ve gider gitmez ara beni.”
“Ararım canım.” Susup kaldı ikisi de telefonun ucunda. Toprak mutlulukla gülümsedi “Acele etmeden git hadi.”
“Tamam, görüşürüz.” Telefonu kapatacağı an sesini yeniden duydu. “Görüşürüz canım.” Demişti Toprak. Ece, az önceki anlık utancın yerini mutluluğun sardığını anladığında gülümsedi.
Büyükler boşuna ‘her şeyin yeri ve zamanı var’ demiyordu. On yıl önce yaşamaktan vazgeçtikleri aşk, şimdi çok daha olgun ve doğru olarak çıkmıştı karşılarına. En azından Ece öyle olduğuna inanmak istiyordu.

*****

Niğde’den dönüş yolunda Sibel’in sınıf öğretmeninden gelen telefon ile canı sıkılmıştı. Elbette sınıf öğretmeni sadece notlarının düştüğü bilgisini vermişti. Ama Ece, bu telefon konuşmasının ardında nihayet kendisini göstererek çıkma teklifi aldığı o çocuğun olduğunu biliyordu. İlk aşk ya da ilk sevgili biraz ortalığı bulandırmıştı. Aklı karışan Sibel bunu derslerine de yansıtmıştı. Zaten son zamanlarda telefon elinden düşmüyordu. Faturalarında artış olmadığına göre karşı tarafın aradığı anlaşılıyordu ki bu daha da kötüydü. Olur olmaz zamanlarda arayıp derslerine engel oluyordu! Düşündükçe sinirleniyordu.
Yaptığı anlaşmalardan sonra keyifli geçeceğini düşündüğü yol ne yazık ki sinir harbine dönmüştü. Üstelik yolda kaza yapmış bir kamyon vardı ve trafik durmuştu. Her şey bir anda terse dönmüştü. Sinirlerinin daha da gerildiğini hissedince araçtan indi. Hareket etse belki iyi gelirdi. Önce biraz ileri geri yürüdü. Daha iyi olduğunu hissedince annesini aradı. Yolda kaza olduğunu, gecikeceğini haber verdi. Sibel ile ilgili konuyu bilmesine gerek yoktu. Hem anlatıp sinirini yeniden bozmayacaktı. Sonra Toprak’ın telefonunu tuşladı. Onun sesini duymak çok daha iyi gelecekti.
“Ulaştın mı ne çabuk? Gaza mı bastın?”
“Hatır sorsaydın fırçadan önce!”
“Ah pardon tatlım. Haklısın. Ama sanırım hız yaptın diye sinirlendim.”
“Hız yapmadım. Yolda kaza var ve ben daha evime ulaşamadım. Merak etme diye aradım.”
“Anladım. İyi oldu aradığın. Nasıl geçti toplantın? Alacaklarını aldın mı?”
“Evet, epey aldım. Arka koltuk bile doldu. Bağlara ilaç alacaktım ama yer kalmadı. Artık sonra alırım.”
“Acil miydi ilaçlama?”
“Bordo bulamaç alacaktım. Mart sonu ya da nisan ortası gibi yaparız. Bir ay var daha. O yüzden sorun değil. Havalar da bundan sonra ısınacaktır. Sonra da artık bağların yeşermesini bekleyeceğim. Dondan şükür kurtardık tüm bağları. İşçilerle sabahladık nerdeyse bağlarda ama zararımız olmadan geçtik o dönemi. Bulamacı yaptık mı rahatlarız artık. Sizin bağların da durumu aynı.”
“Bizim bağlarla hâlâ mı ilgileniyorsun? Satılacak oralar, bırak alan uğraşsın, yorma kendini.”
“Sen buradaki işlere karışma. Bağlar satılana kadar benim sorumluluğumda. Sonrası kim ne yaparsa yapsın. Hem zaten gözümün gördüğü yerdeki tüm bağlar yeşerince burası güzel oluyor. Ona da az kaldı.”
“Yaza gelir görürüm.”
“Elbette. Bağbozumuna Didem de gelecek. Sen de katılırsın. Aaa sen şimdi yazdan önce gelmeyecek misin köye?” Son cümleyi söylerken hem kızgın hem şaşkındı.
“Ben de ne zaman fark edip kızacaksın diye bekliyordum. Geleceğim canım. İnşallah sen döndükten bir sonraki hafta da ben köye geleceğim. Yengemi özledim.”
“Anladım, sadece yengen için geleceksin. Öyle olsun. Ah yol açıldı sanırım. Kamyondan savrulanları topluyorlardı. Bitmiş olmalı. Kapatıyorum.”
Toprak önce kahkahayı atmış sonra da eklemişti. “Tamam canım kapat. Ve yine söz dinle yavaş git. Ve… Köye gelirsem seni özlediğim için olur bu… Yengemi de özlerim ama on yıldır doğru düzgün görmediysem birkaç haftada özlemiş olmam beklenemez değil mi? Son kez söylüyorum yavaş git.”
“Off annem gibi oldun başıma. Kapattt.”.
Kalan yol çok daha rahat geçmişti. Toprak ile konuşmak biraz neşesini yerine getirmişti.
Köye geldiğinde neredeyse akşam olmuştu. Çift kabinli aracın arkasındaki tüm kutular şaraphaneye indirildi. Arka koltuktakileri de boşalttıktan sonra eve gitti. Hepsi ile sarılıp bir günlük hasreti giderdikten sonra babasının yanına uğradı. Ona yaptıklarını anlatıp biraz da gördüklerinden bahsetti. Yeni aletleri anlatırken gözleri parlıyordu. Onun enerjisi babasına da geçmişti. Akşam yemeğinden sonra da Sibel’i yanına çağırıp salona gitti. Daha fazla beklemek istemiyordu.
“Ne oldu abla?” diye sordu Sibel. Başına bir şeyler geleceğinin farkındaydı. Yüzünden korku okunuyordu.
“Neler olduğunu sen anlatmak ister misin? Bugün sınıf öğretmeninden bir telefon aldım. Ders notlarının çok kötü olduğunu, bu sezon henüz hiçbir yazılıdan geçer not almadığını söyledi. Bunun bir açıklaması var mı?”
“Bilmiyorum abla. Bu dönem çalışıyorum ama anlamıyorum. Ondandır.” Boş bir bahaneydi. Sibel de biliyordu.
“Ne oldu da aklın almaz oldu dersleri?”
“Bir şey olmadı. Sadece bir iki sınavdan kötü not aldım. Ama düzeltirim.”
“Babamın tek kuralını anımsatmam gerekir mi? Sınıfta kalan okumayı bırakır. Hiçbir çocuğu, bir başkasının okuyabileceği bir seneyi çalma hakkına sahip değildir. Bu kuralı uygulamasını istemezsin değil mi? Üniversiteyi okumayı istiyorsun!”
“Elbette istiyorum. Toparlarım abla. Biraz dikkatim dağıldı sanırım.”
“İkinci sınavlardan alacağın notlar da düşük olursa bu konuşmayı anımsatırım. Ve son bir şey daha… Erkek arkadaş edinmek için acele etmene gerek yok. Okul ile bir arada yürütemeyeceğin bir ilişki doğru zamanda yaşanmıyor demektir. Anladın mı?”
“Anladım abla. Merak etme. Üzmeyeceğim seni.”
“Beni değil, bizi üzmeyeceksin. Anlaştık değil mi? Ve bu yaz bana bağlarda yardım edeceksin. Şarap üretiminde de her adımda yanımda olacaksın.”
“Neden? Ben bağlarda olmaktan hoşlanmıyorum.”
“Ne zaman bağlarda oldun ki? Bunu anlamak için kendine de toprağa da şans tanımadın. O yüzden bu yaz benimlesin. Ya toprak senin için de önemli olacak ya da tamamen bu fikrimden vazgeçeceğim.” Ece’nin sesi taviz vermeyeceğini belli edince Sibel son bir hamle yapmaya çabaladı. “Ben de annemin genleri ağırlık kazanmış olmalı. Ben çiçek yetiştirmeyi tercih ediyorum.”
“Ben kararımı verdim. Yok illa yardım etmeyeceğim dersen, notların hakkında babamla konuşur ve gereksiz bir üzüntü daha yaşatırım ona. Karar senin.”
Sibel yerinden fırladı, “Buna şantaj derler.”
Ece de ayağa kalkıp karşısında durdu, “Buna, bugün yaşadığım utancın telafisi derler. Hadi şimdi git ve yarınki derslerini çalış. Ama laf olsun diye değil, gerçekten anlamak için kafa patlat.”


*****


Şarap fabrikasının malzemelerini kutularından çıkarttı. Yeni bir işe soyunmanın verdiği heyecanla başladı çalışmaya. Eski ama yeni işti yaptığı. Saklama fıçıları, damıtma aletleri, sıcaklık dengeleyici aletler ile fabrika çalışır hale gelmişti. Artık iş, üzümü yetiştirmeye ve bir şarap teknisyeni ile çalışmaya kalmıştı. Ece teoride şarap yapımını biliyordu ama istediği özel bir şarap üretmekti. Ne kırmızı ne beyaz, rose şarap üretecekti. Özel bir üretim yapacak ve bu tadı belli sayıda tüketicinin zevkine sunacaktı. Reklamı böyle yapacaktı. Aksi halde ülkedeki büyük markalarla başa çıkması mümkün değildi. Zaten amacı da bu değildi. Özel bir lezzet üretmekti amacı…
Niğde’den gelen büyük damıtma kazanları ve onların montaj işlerini yapacak elemanlar aralıksız çalışıp işi iki günde bitirdi. Artık ufak tefek işler vardı. Etiket seçimi isim seçimi gibi şeyler vardı aklında…
Fıçıların arasında dolaşıp meşe kokularını içine çekti. Ellerini üstlerinde gezdirdiği fıçıların ahşabı içine dokunuyordu.

‘Başaracağım, en iyi şaraplardan birini üreteceğim. O bağların üzümü artık benim verdiğim adla bilinecek!’ 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder