25 Ekim 2015 Pazar

YAKIŞIKLI 21. Bölüm

Deniz ile Derya yanlarında oturan Ece’yi yol boyu sıkıştırdılar. Sonunda dayanamayıp çocukluğunda ona aşık olduğunu, yıllardır görüşmediklerini ve şimdi kendisine ilgi gösterdiğini, bundan da çok mutlu olduğunu itiraf etti.
Didem ile Ece taksiden inip eve neredeyse yalpalayarak çıktılar. Didem, “Kahve yapıyorum. Ayılman ve tüm konuşmanızı bana aktarman lazım.” Konuşurken mutfağa doğru yürüyordu.
“Anlatacak bir şey yok.” diye kaçamak bir yanıt verse de Didem’in bakışlarını gördükten sonra kendini konuşmak mecburiyetinde hissetti. “Rüyamda onu görmemi istedi.”
“Kızım, bu konuşmadan aşk kokuları geliyor. Zaten sana bakışlarını gören hemen anlar.”
“Nasıl bakıyor bana?” Merakla bekliyordu yanıtı. Didem gülerek “Senin ona baktığın gibi” diyerek fincanları çıkarttı. “Hadi anlat neler konuştunuz?”

“Aslında konuştuklarımız özel şeyler değildi. Yemekten, müzikten, sizlerden ve bağlardan konuştuk. Ama konuşurken bana bakışları çok güzeldi. Sana da ondan sordum acaba ben mi görmek istediğimi görüyorum diye. Bir de arabaya binerken yanağımdan öptü.”
“Hadi canım.” Sesinden dalga geçtiği belliydi.
“Bana bak, dalga geçme benimle. Üniversiteden beri kimseyle öpüşmedim. Sanırım o yüzden de çok heyecanlandım.”
“Dün İsmail ile öpüşmüş olsaydın bugün Toprak seni heyecanlandırmaz mıydı?”
Sadece bir an düşündü. “İsmail beni öpemez.”
Didem, “Ben bunu sormadım, kaçamak güreşmeyelim, yanıtımı alayım.” diye ısrar edince “Tamam kabul onunla bu kadarlık öpüşme bile çok heyecanlı. Çünkü ben on yıldır bekliyorum onun beni yeniden öpmesini.”
“Yeniden mi? Daha önce öpmüş müydü?”
“On dört yaşımdayken tam dudağımdan öpecek sandım, ama o yine yanağımdan öpmüştü. Hani şu dudakla yanak arası var ya işte öyle.”
“Etkisi pek arada kıyıda değilmiş. Bunca sene devamını beklediğine göre!”
“Evet, bekliyormuşum.”
“Eh artık bunun adını aşk olarak koyalım. İtiraf da ettin zaten.”
“Ettim değil mi? Ben onu çocukken sevdim. Hâlâ da seviyorum. Zaten bu yaşıma kadar evlenmeme nedenimi her ne kadar bağlar diye söylesem de hiç kimse kalbime giremediği için.”
“Sizin köyde kızlar babası kime isterse ona varmıyor mu?” Didem dalgasını geçiyordu. Ece onun gülen yüzüne aynı şekilde bakıp, “Tatlım, sen bu yaz gel de gör artık bizim köyü. Köylülerin çoğu artık şehirdekilerle yarışan hayatlar yaşıyor. İmkânları artan köyler çok değişti. Ama senin anlaman için gelmen şart.”
“Anladım anladım daha çok anlatmana gerek yok. Zaten ballandırarak anlatıyorsun canım çekiyor. Bu yaz kesin geleceğim.”
“Bağbozumunda gelirsin. O zaman köyde eğlenceler de yapıyoruz. “
“Gelirim. Hadi lafı çok dolandırdın, başka ne konuştunuz anlatsana.”
“İnan yok anlatacak bir şey.” Neyi söyleyecekti? Kolunu okşadığında nasıl ürperdiğini mi? Eli saçına değince heyecanlandığını mı? Kulağına eğilip konuşurken nefesinin aklını başından aldığını mı? Hiç birini paylaşamazdı. Susmayı tercih etti. Didem de daha fazla zorlamadı. “Hadi kahveler de bitti, yatalım artık. Sabah kalkamayacağız yoksa.”

*****

Perşembe sabahı Didem acil bir iş için gidince Ece evde yalnız kaldı. Önce biraz televizyon izledi. Kapıcının bıraktığı gazeteleri okudu. Öğlene kadar yapacak bir şey bulamayınca biraz uzandı. Tüm bu süre boyunca aklı fikri hep Toprak ile akşam yaşadıklarında idi. Biraz düşününce aklı karışıyordu. Acaba gerçekten aralarında bir ilişki mi başlayacaktı? Yoksa Toprak hazır burada diye gönül mü eğlendiriyordu? İyi ama Toprak öyle biri değildi ki!
Öğlen yemeği için evden çıkmaya karar verdi. Didem yanına gelebileceğini söylemişti ama kızı zaten iki gündür işinden ediyordu. O yüzden kendi başına gezmek için bildiği yerlere doğru yürümeye başladı. 
Yarış saatine kadar dolaşacak, vitrinlere bakarak vakit geçirecekti ama planlarını yine kendisi bozdu. Yemek yedikten sonra deniz kenarında yürümeyi tercih etti. Nasılsa bir şey almayacaktı. Yarım saat kadar yürüdükten sonra hipodroma gitmek için yola çıktı. Tüm gün aramamıştı Toprak. Bunu düşünüp canını sıkmayacaktı. Onun da işleri vardı. Kendisi de işlere daldığında her şeyi unutuyordu. Mutlaka o da işlere dalmıştı.
Taksiden indikten sonra yarış alanına gitti. Süleyman’ı bulduğunda hazır olduğunu gördü. “Tartıya çıktın mı?” diye sorup yanına yürüdü. Jokey yamağı ya da daha çok bilinen adı ile apranti olarak son kez yarışacağını umuyordu. Böylece atının birinci geleceğini düşünmek hoşuna gidiyordu.
“Tartı tamam Ece Hanım. Galob da tamam. Uçuyor yine.”
“Güzel.” Kısa bir an sustu. Sesini biraz kısıp ciddi bir tonla “Süleyman, Salı günü satışlara iki tay getirmiştim. Onlar bir hafta önce basit bir gıda zehirlenmesi yaşadılar ve geçti. Fakat burada herkes biliyordu bunu. Tayları satıştan çektim. Bu bilgi nasıl yayılmış hiç duyum aldın mı?”
“Hastalanmış olduklarını duydum ama ilk kimden çıktı laf bilmiyorum. İsterseniz sorarım arkadaşlara.”
“Çok belli etmeden araştırır mısın sana zahmet?”
“Elbette. Bence iyi oldu satmadığınız. O atlar sizinken binmek isterim.”
“Öyle mi diyorsun? O zaman bunu da dikkate alacağım.”
Ahırların olduğu yere gidip kısa süre atını sevdi. Ali ile kısaca konuşup ertesi sabah için iyi yolculuklar diledi. Artık yarışları izlemek için yerine geçebilirdi.
At sahiplerinin izleyeceği localara yaklaşırken birisi yolunu kesince korku ile sıçradı. “Toprak? Ne işin var burada?”
“İstemiyorsan giderim.” Toprak onun tepkisine ve vereceği yanıta göre davranacaktı. İstenmeyeceğini düşünmemişti. Ece ona bakıp gülümsedi “Ben eskiden sürprizleri sevmezdim. Sanırım fikrimi değiştireceğim. Aramadın diye kızıyordum ama arasan anlarım diye korktun sanırım.”
“Kesinlikle öyle oldu. Ama korkumun nedeni ağzımdan kaçırırsam senin ‘gelme’ deme ihtimalindi.”
“Niye gelme diyecekmişim? İyi ki geldin. Hadi gel ilk yarış başlamadan yerimizi alalım. Oynadın mı altılı?”
“Oynadım.” Elindeki bülten ile kuponu gösteriyordu. Ece yürürken bir yandan da bülten ile kupondaki numaraları karşılaştırıyordu. Çok başarılı bir kupon değildi. “Üç tutturursun.”
“O kadar kötü mü? Eh ne yapalım. Sonra senin dediklerine göre oynarım.”
“At yarışı oynamayı seviyorsan televizyondaki antrenman bilgilerini takip et. Tereddüt ettiğinde de bana sor.”
“Tüyo vereceksin yani?”
“Şşiiittt kimse duymasın.”
Yerlerine otururken hala gülümsüyorlardı. “Gelmene çok sevindim.”
“Sevinmiş olman çok güzel.” Toprak yakınına oturmuş, Ece de bu yakınlıktan memnun olarak padoktaki atlara bakıyordu. Ara sıra tanıyanlar geliyor, onları Toprak ile tanıştırıyordu. Atların yürüyüşlerine göre boyunlarının duruşlarına göre hangi atın yarışmaya hazır olduğunu, hangisinin tedirgin olduğunu anlatıyordu.
Toprak, onun konuşurken atlara olan sevgisini görüyor, içten tavırlarına bayılıyordu. Anlattıklarının çoğunu bilse de ondan dinlemek çok hoşuna gidiyordu. Sekiz yarış vardı. Ece’nin atı beşinci yarıştaydı.
Toprak onun yarışları izlerken söylediklerine dikkat ettiğinde bilgilerine yeni şeyler kattığını anlıyordu. Bir sonraki yarışta atlara bakıp hangisinin kazanacağını tahmin etti. “Vayyy, gerçekten işe yarıyor”
 Beşinci yarışa sıra geldiğinde Ece heyecanının arttığını belli etmemek için çabalıyordu. Her seferinde aynı şeyi yaşıyordu. Atı padokta gördüğü an midesindeki kasılmayı hissetti. Toprak onun vücudundaki değişimleri fark ediyordu. Yine öyle olduğu için midesinin üstüne koyduğu elini tutup kendi kucağına doğru çekti. Şimdi buz kesmiş parmakları Toprak’ın sıcak elleri arasındaydı. Başını kaldırıp yüzüne baktı. Toprak ona gülümsüyordu. Üstelik gözlerinde Didem’in bahsettiği aşkı görebiliyordu. İçine dolan mutluluk ile atını izledi. “Kazanacak. Tüm söylediklerini veriyor vücut dili.”
“Hepsinin ayağı düz bassın. Ben biraz sessiz kalacağım.”
“Tamam” Toprak onun sessizlik talebini anlamıştı. Elini bırakmadan gözleri ile padoktaki atları tarıyordu. Ece’nin atının görüntüsü başkaydı. Adımları çok rahattı. Koşmak istediğini belli ediyordu ve mağrur gözüküyordu. Ece bu sırada dualarını ediyordu. Tüm atlar start boxlara alınana kadar da dua etmeye devam etti. Yarış başladığında heyecanı daha da artmıştı. Toprak da ilk kez bu kadar yüksek heyecan duyduğunu itiraf edebilirdi. Daha önce de yarışlar, yarışmalar izlemişti ama şu an hissettikleri bambaşkaydı.
Koşu sırasında Ece’nin atı hep en sondaydı. Toprak yarışı kaybedeceğinden ve çok üzüleceğinden korkmaya başlamıştı. Ece ise az önceki heyecanını yenmiş sakin bir şekilde yarışı izliyordu. Elleri bile ısınmıştı. Son dört yüze geldiklerinde Toprak neredeyse yerinde oturamayacak hale gelmişti. Hala sonda olan at yüzünden Ece’nin duyacağı üzüntüyü düşünmek bile istemiyordu. Son üç yüze gelindiğinde atın öne doğru hamle yaptığını gördü. Son iki yüzde at biraz dışarı çıkmış önündeki atların kapattığı yerde sıkışıp kalmamıştı. Son yüz metreye gelindiğinde ilk üçteydi. Bitiş çizgisini geçtiğinde yarım baş farkla öndeydi. Atın hayali çizgiyi geçişinde Toprak yerinden fırlamış bağırıyordu. Ece de ayaktaydı. Birbirlerine sarılıp galibiyeti kutladılar. Açık alan olmasa Toprak biraz daha özel kutlayacaktı ama kendisini zor da olsa tuttu.
“Kazandın. İnanamıyorum kazandın. O at sonuncuydu. Sen nasıl sakin sakin oturdun?”
“Eğer sonuncu koşmasaydı heyecanlanabilirdim. Çünkü bunun özelliği son dört yüze kadar en arkadan gelmek. Son metrelere gelince düzlüğe çıkılıyor ya. İşte o zaman koşmaya başlıyor. Önünde kim olursa olsun geçmek için yarışıyor.”
“O yüzden o kadar sakin karşıladın demek ki. Neden bana da söylemedin? Üzüleceksin diye nasıl korktum.”
“Korktun mu? Üzülmem. Kaybetsem de üzülmem. Yok, üzülürüm ama korkulacak kadar üzülmem. Bir sonraki yarışa bakarım. Aprantimiz artık jokey oldu. Hadi gel onu da kutlayalım.” Ahırların olduğu yere doğru yürürken konuşuyorlardı.
“Demek ki bu kısrağın böyle bir özelliği var. En sonda koşmayı seviyor.”
“Bu öyle. Bir atım önünde kimseyi istemezdi. O yüzden onun birincilikleri beyaz bayrak finish olurdu. Yani çıktığı gibi en önde gelirdi. Artık kendisini damızlık aygır yaptım. Şampiyonların babası oluyor o.”
“Hepsinin huyu ayrı desene!”
“İnsanlar gibiler. Çeşit çeşit huyları var. Yıllar önce Süleyman Akdı anlatmıştı. Rakamları tam anımsamıyorum, mesela,  çok iyi bir at 1400 metrede çok iyi koşuyor ama 1800 metrede kesinlikle koşmuyormuş. Epey uğraştan sonra bir jokey fark etmiş. 1800 metrenin başlangıcı daha uzak bir nokta. Yarış oradan başladığında karşıdaki bir fabrika binasının bacası gözüküyormuş. O bacadan yükselen siyah dumanı görünce at ürküyor koşmuyormuş. Ama 1400 metrenin başladığı yerden o bina hiç gözükmüyormuş.”
“İnanılır gibi değil. Onların da kendi korkuları var desene.”
“Öyle ne yazık ki.”
“Kendimi onlara daha yakın hissettim.”
“Bir de üstüne bindiğinde onun titreşimlerini de hissettiğinde bu yakınlık artacak.”
“Göreceğiz. Ders saatlerini ayarlarız artık.”
Ece yanıt vermek yerine gülümsedi. Artık atının yanındaydı. Jokeyini kutlarken atını da seviyordu. Terli hayvanın üstünden eğer alınmış, yerine battaniye örtülmüştü. Bir süre daha başını ve boynunu okşayarak sevgisini aktardı.
“Süleyman, bu yarışın tüm ödülü senin. Hesabına yollayacağım. İyi bir şeylere harca.”
“Ece Hanım, gerek yok. Ben zaten ücretimi alıyorum.”
“Bu ücret değil. Sen artık jokeysin. Bu da senin terfi ödülün.”
“Teşekkür ederim. İyi bir şeyler yapacağım emin olun. Düğünümü yaparım o parayla.”
“Oh bak bu çok güzel bir haber. Şimdiden hayırlı olsun, tebrik ederim.”
“Sağ olun, darısı başınıza.”
“Sen de sağ ol.” Böyle cümleler Toprak ile yan yanayken söylendiğinde sanki bir şeylere zorlama gibi geliyordu. Toprak’a bakamadı. Onun, bunları imâ sanmasından korktu.
Seyisi ile de konuşup onların sabah yola çıkacakları saati öğrenip vedalaştı. Toprak’a kalan yarışları izlemek ister mi diye sordu. Toprak, “Yarışları izlemezsek hemen eve mi gideceksin?” dediğinde “Başka planın mı var?” derken az önceki tedirginliği aşmış, çok rahatlamıştı. “Hemen bir plan yaparız, sen yeter ki iste.”
“Aslında daha az gürültülü bir yerde sıcak bir şeyler içmeyi tercih ederim.”
“Az önce kaç paralık bir ödülü bıraktın jokeyine?”
“Yirmi beş bin lira. Büyük bir rakam değil.”
“İyi bir rakam. Düğünü de yapar evin tüm eşyasını da alır o para ile.”
“Biliyorum. Onun nişanlı olduğunu biliyordum. Biraz katkıda bulunmak iyidir. Başka türlü teklif etsem kabul etmezdi. Ama bu onun başarısının bedeli olunca, bir yerde alın teri ile kazandığı para oluyor.”
“İnsanların gururlarını kırmamak çok önemli.”
“Senin lokantanda yaptığın da öyle. O kadar insanın kendilerini o kapıdan içeri girebilecek rahatlıkta hissetmeleri, kapıların kendilerine açılması ve istedikleri zaman sıcak yemek bulacaklarını bilmeleri paha biçilemez.”
“Reklamlardakiler gibi konuştun.”
“Önemsizmiş gibi göstermeye uğraşma. Yaptığının paha biçilemez olduğunu biliyorsun. Üstelik tek değilsin bir sürü insanın bu konuda yardımcı olmasını da sağlıyorsun. Çoğu kimse etrafındakilerin hepsi aynı gelir düzeyine sahip olduğu için yardım edebilecekleri kişilere nasıl ulaşacaklarını bilmiyor. Oysa sen onlara bunun yolunu gösteriyorsun.”
“Haklısın ama bunu konuşmak beni biraz kasıyor. Başka konuları konuşsak?”
“Mesela ne konuşalım?”
“Mesela sen Gazi Koşusuna at verebiliyor musun?”
“Hayır, onlar İngiliz atları. Benimkiler Arap atı.”
“Neden Arap atı yetiştiriyorsun? Büyük para Gazi koşusunda değil mi? Gerçi senin sağın solun belli olmaz. Onun parasını da seyise verebilirsin.”
“İhtiyacı olsa veririm tabii. Neden Arap atı? Nedeni duyduğunda gülmeyeceğine söz verirsen söylerim.”
“Gülmeyeceğim.”
Ece yüzüne baktığında güleceğini anladı ama yine de açıkladı. “Çünkü onların boyları biraz daha kısa!”
“Bu mu?”
“Daha ne olsun? Zaten kompleksim var. Bir de İngilizler tepemden bakıyor. Sinir oluyorum.” O daha sözünü bitirmeden Toprak gülmeye başlamıştı. “Delisin sen. Şimdi bana asıl nedeni söyle. Neden Arap atları?”
“Çünkü dedem Arap atı yetiştirirdi. Ben de onlara ilgi duydum. Ama boy da bir neden sayılabilir.”
“Senin boyunun nesi var ki?”
“Noksanı var biraz. Bir on santim daha olsaymış kötü mü olurmuş?”
“On santimi bir topuklu ayakkabı ile kurtarırsın. Ama çok uzun boylu olsan başka sorunların olur.”
“Topuklu ayakkabılar bir çözüm tabii. Traktör bozulduğunda onunla krizma yaparım bağlara. İşe yarar.”
“Yanlış anlamaya ne kadar meraklısın. Köyü kastetmediğimi biliyorsun. Buraya geldiğinde çok istiyorsan giyersin ama bence hiç gerek yok. Yeterli.”
“Ne yeterli?”
“Boyun senin omzuna kolumu atıp kendime doğru çekmek için tam ideal uzunlukta. Gel bak göstereyim.” Toprak kolunu doladığında bu kez Ece gülüyordu. At cinslerinden sarılmaya nasıl geldiklerine hayret etmişti ama bulunduğu sıcak yerden de memnundu.
Hipodromdan çıktıktan sonra bu kez Ece’nin aracına binerek merkeze gittiler. Toprak, Ece ile döneceğini düşünüp arabasını almamıştı. Böylece aynı arabada yolculuk etme ihtimalini yükselttiğini kabul ediyordu. “Ya yarışları izlemeye gelmeseydim? Ya da seni aracıma almasaydım?”
“Taksi ile dönerdim ne yapalım.”
“Seni arabama almayacağım bir şey yapabilirdin yani? Yoksa neden almayayım?”
“İnadından.”
“Ben inatçı değilim ki. Neden öyle diyorsun.”
“İnatçısın.” Araçta onun yüzünü inceleyecek şekilde oturuyordu. Ece de ona dönüp kısa bir an baktı ve sözlerini yineledi. “Değilim.” Toprak gülerek, “Bak gördün mü inatla tekrarlıyorsun.”
Ece şaşkınlıkla bakıp gülmeye başladı. “İnatçıymışım.”
Toprak onu güzel bir yere götürmüştü. Didem aradığında kahvelerini içiyorlardı. Yarışı kazandığını ve Toprak ile oturduğunu söyleyince karşıdan gelen nidalara kulak asmadı. “Bir saate kadar gelirim. Ayakta olursun değil mi? Aksi halde anahtarı paspasın altına koy.”
“Burası köy değil tatlım. Öyle anahtar paspas altına falan konmaz. Zaten ben o saatte yatmam daha. Ah bir de sakın bana her şeyi anlatacağını unutma. İstersen çok ileri gitmeyin, sen de anlatırken utanma.”
“Evde görüşürüz Didem. İletirim selamını.” diyerek kapattı Ece. Arkadaşının dediklerini duymadığı için sevinçliydi. Yoksa Toprak, hakkında neler düşünürdü kim bilir?
Güzel bir gece geçirmişlerdi. Konuşacak konu bulmakta sıkıntı çekmeden daldan dala atlayarak konuşmak rahatlatıcıydı. Açığı kapatmak için sorularla desteklenen konuşma tahminlerinden de uzun sürmüş, Ece eve geldiğinde Didem ile yaptığı konuşmanın üstünden iki saate yakın zaman geçmişti. Toprak kapıda bırakmış, Ece’nin beklediğini yapmamıştı. Neden yapmadığını düşünerek çıktı Didem’in katına. Yüzündeki ifade tuhaf olunca Didem de şaşırdı. “Neler oluyor?”
“Bilmiyorum. Dün o kadar yakın davrandı. Bugün yarışı izlemeye geldi. Saatlerdir yanımda. Kolu omzumdaydı uzun bir süre. Ama…”
“Ama ne? Ne oldu?”
“Neden öpmedi bu adam beni?”
“Öpmedi mi?” Didem önce şaşkınlıkla sorsa da hemen toparlamaya uğraştı. “İlk buluşma gibiydi ya bu akşam. Erkekler gerçekten değer verdikleri kızları öyle hemen öpmezler. Bir iki kez çıktıktan sonra belli ederler duygularını. İyi yapmış aferin ona.” Toparlamış mıydı acaba? Ece’nin yüzüne bakarken pek de başarılı olmadığını düşünüyordu. Yine de arkadaşının kısa bir an düşünüp sonra rahatlamış bir ifade ile koltuğa kendini atmasını izlerken mutlu oldu.
“Anlat hadi neler yaptınız?”
Ece, yarışlara gelmesinden başlayarak neredeyse tüm geceyi anlattı. “Yarın sabah beni o uğurlayacakmış. Aramamı bekleyecekmiş.”
“Çok iyi. Sana değer veriyor. İşte bir kanıt daha!”
“İnşallah öyledir.”

Ece uyumak için odasına geçtiğinde hâlâ aynı şeyi düşünüyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder