Kısa süre
sonra Ece düşüncelerinden dolayı utanç duymaya başladı. Çünkü Didem flört eden
bir tavırla değil aksine son derece dostça davranıyordu. Zaten aksini düşünmüş
olması kendi kabahati değil miydi? Didem bir zamanlar aklının nasıl Toprak’ta
olduğunu biliyordu. Hatta hâlâ aklının Toprak’ta olduğunu da biliyordu.
Arkadaşının davranışları sadece daha iyi tanımaya ve dostluk yapmaya
yönelikti.
Siparişlerini
verdikten sonra üçlü birbirini tanımaya çalışarak biraz muhabbet etti. Elbette
daha çok Didem ile Toprak karşılıklı sorular soruyordu. Didem, Ece’nin kalbinde
en azından bir zamanlar yer etmiş olan erkeği tanımak için uğraşırken, Toprak
da Ece’nin arkadaşından bilmediği hayatı hakkında bilgi almak umuduyla
konuşuyordu. Ece bu konuşmaların dışında kaldığı için biraz sıkılmıştı. Ara
sıra Didem’in soruları sayesinde Toprak hakkında küçük yeni bilgiler alıyordu.
Lokantasını nasıl bu hale getirdiği de o bilgilerdendi.
Yemekleri
gelince konuşmaya ara verildi. Gerçekten çok lezzetliydi yiyecekler. Ece, kapı
önünde yaşadığı paniği artık hissetmiyordu. Rahatlıkla yemeğini yiyor, her
şeyin tadını alıyordu. Yemek ile birlikte Toprak da Ece ile daha çok ilgilenmeye
başlamıştı. Onlar konuşurken Didem ikisinin hareketlerini dikkatle izliyor, bir
bakışı bir hareketi yakalamaya çalışıyordu. Şu ana kadar gördüklerinden gayet
memnundu.
“Şarap
işi için çalışmalar nasıl gidiyor? Hâlâ niyetli misin?” Toprak, nedense vazgeçmesini
bekler gibiydi.
“Evet,
yakında bir Niğde yolu gözüküyor bana. Hatta bir hafta kadar sonra sanırım.
Oradan alacağım epey malzeme var.”
“Zor
olmayacak mı?”
“Neden?”
“Bağlar,
atlar ve şarap işi. Şarapçılık çok zordur.”
“Biliyorum.
Az yapmadık. Ama artık sadece bağcılık ve atlar beni kesmiyor. Atların benim
için gün içindeki vakti bir saat kadar. Üstelik her gün ilgilenmem gerekmiyor. Seyislerim
çok iyi. Bağların da işi belli dönemlerde yoğun! Şarapçılıktan sonra bile bana
boş vakit kalır. Kısa süre sonra yeni bir şeyler daha araştırmaya başlarım.”
Söze
karışan Didem, “O zaman bir koca bul ve çocuk yap. İş iş nereye kadar?” diye
laf attı. Ece, Didem’e bakarken kaşlarını çatmıştı. Şimdi zamanı mıydı bu
lafların? “O konuda acelem yok. Ağabeylerim gibi konuşma, ben halimden
memnunum.”
Toprak,
iki kızın arasındaki konuşmaya hiç dahil olmadı. Yine de Ece’nin evlenmeyi
düşünmüyor olması hem sevindirmiş hem üzmüştü. Onu tanıdıkça daha çok tanımak
istiyordu.
“Cevat
kalfa ile aran nasıl?”
Ece,
kısa bir an yüzüne baktı sonra gülümsedi ve “Sanırım biri kulağını çekmiş. Son
zamanlarda işleri yaparken benimle inatlaşmıyor.” Bunu tahmin etmesi gerekirdi.
Toprak onun için istemişti kendisini aramasını. O gün ne kadar sinirlendiğini
anımsayıp kendine kızdı. Ön yargılar insanlar hakkında kötü düşünmeye ve yanlış
karar vermeye sebep oluyordu. Düşüncelerin yönünü değiştirmeliydi. “Satış
ilanlarınızı vermişsiniz. Müşteri var mı?”
“Sağda
solda, eve uzak olan küçük iki üç bağı sattık. Eve yakın olanların parselleri
büyük. Bölmek de istemiyoruz. En iyi teklifi bekliyoruz. Acelemiz yok.”
“En
doğrusu bu olur. Büyük yatırımcı çıkarsa iyi para da verir. Küçültürseniz yok
pahasına gidebilir.”
“Şu
ara bağlık alanların dönüm fiyatları çok yükseldi. Aslında bu ne kadar böyle
devam eder, tekrar düşer mi bilmiyoruz. O yüzden büyük alıcı çıkarsa hemen
satabiliriz.”
“İki
yüz dönümü alacak birini bulmak zor. Fiyatlar da devamlı yukarı doğru gidiyor.
Orası size her sene yarım milyondan aşağı para kazandırmaz. Satarsanız bir kere
alacaksınız parayı. Neden başına iyi bir ekip koyup devam etmiyorsunuz? Ben
yine ara sıra bakarım. Hiç sorun olmaz.”
“Teşekkürler
ama kız kardeşlerime haklarını vereceğini söyledi bile babam. Hepsini
sattığımızda dört milyon gibi bir para elde edilecek. Herkese altı yüz binden
fazla bir para düşecek. Hepsi bu hakları ile istediklerini yapabilmeli.”
Didem
onları şaşkın gözlerle izliyordu. En sonunda dayanamayıp “Sizin bu
bahsettiğiniz rakamlar nedir kuzum?” dedi. Ece şaşkın gözlerle bakan arkadaşına
dönüp, “Toprak’ların bağları satılacak da alacakları paradan bahsediyoruz. Dört
milyon lira gibi bir rakam eder, rayiçten satılınca.”
“Aman
Allahım. Ben de bağ istiyorum. Bu nasıl bir rakam? Ben de çok kazandığımı
sanıyordum. Yılda yarım milyon mu kazanıyorsunuz Toprak?”
“Biraz
daha fazla! Şarap işi yapıyoruz daha kârlı.”
“Ece,
ya siz ne kadar kazanıyorsunuz?”
“Biz
de bir ile bir buçuk milyon gibi kazanıyoruz.”
“Siz
benimle dalga mı geçiyorsunuz?”
“Bu
net kâr değil. Vergi, işçilerin ücretleri ve diğer masraflardan sonra bir
milyon iki yüz bin falan kalıyor.”
“Ece,
sen matematik biliyor musun? Kızım bu rakamlar çok büyük.” Didem hâlâ şoktaydı.
Bunca yıllık arkadaşının sahip olduklarının değerini asla tahmin edemezdi.
Duydukça gözleri açılmıştı.
Toprak
onun neden bu kadar şaşırdığını anlıyordu. Büyük bağ sahiplerinin gelirleri de
mal varlıkları da çok fazlaydı. Didem’in şaşkınlığını yatıştırmak için “Evet, o
yüzden bu paralarla yeni yatırımlar yapıyoruz. Mesela benim bu lokantamda iki
senenin parası var. Kardeşlerim haklarını bana verdiler iki sene. Sonra ben
onlara geri ödedim.”
“Benim
ağabeylerim de yeni bir dükkân açacaklar. İkisi de eşlerini orada çalıştıracak.
Şirket adına kurulacağı için hepimizin olacak bir iş o da.”
“Ece,
ben senin varlıklı biri olduğunu biliyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum.
Yemeği sen ısmarlıyorsun.” Didem, bunca yıldır tanıdığı arkadaşının gelir
düzeyinin bu kadar olduğunu ölse tahmin edemezdi.
“Bu
yemek benden zaten! Kimse ısmarlayamaz.” Toprak gülümsüyordu.
Didem,
aslında oldukça zengin olduğunu anladığı kişilere tuhaf tuhaf bakmaya devam
ediyordu. Ama artık konu değişmiş, daha genel konulara dönmüştü. Üç insanın
dünya görüşleri, olaylara bakışları açıları ne tam örtüşüyor, ne de çok zıt
düşüyordu. Böylece konular konuları açıp rahat bir konuşma ortamı oluşmuştu.
Yemeklerinin
neredeyse yarısı bittiğinde lüks lokantanın kapısının önünde iki kişi belirdi.
İkisinin de üstündekilerin eskiliği hatta kirliliği evsiz dilenciler
olduklarını gösteriyordu. Ece, garsonların ne yapacağını görmek için gözünün
ucu ile takip ediyordu. Garsonlar kapıyı açıp iki erkeği içeri buyur edince Ece
şaşkınlıkla elinde çatal öylece kalmıştı. İkisini de duvar dibindeki bir masaya
aldılar. Masanın üstünde rezerve yazılı bir kart vardı. Bir başka garson hızlı
adımlarla masadaki servisleri onlar için hazırlamaya başladı. Bir başka garson
da siparişlerini alıyordu. Ece, gözünü ayırmadan ne kadar süre baktığının
farkında değildi.
“Neye
bakıyorsun?” diyen Didem, arkasını dönüp de masaya oturtulan iki kişiyi görünce
aynı şaşkınlıkla bakmaya başladı. Toprak, neye baktıklarından emin bir şekilde
başını tabağından kaldırmadan “Baktığınızı hissederlerse üzülebilirler. Siz
yemeğinize devam edin.” Diyerek kızları uyardı. Sonra da açıklamaya başladı.
“Yıllar önce karar vermiştim. Hatta lokanta açmamdaki sebeplerden biriydi. Eğer
bir gün bir lokantam olursa mutlaka kimsesizlere ya da sokakta yaşayanlara
hizmet verecektim. O masa onların. İstedikleri zaman gelip oturabilirler ama
yoğun olduğumuz saatlerde gelmek istemiyorlar. Benim için sakıncası yok. Yine
de onlar düşünceli davranıyorlar.”
Ece
gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Gözyaşlarını zorlukla kuruttu ama yine de
anlaşılır korkusu ile başını kaldırmadan konuştu. “Asıl düşünceli davranan
sensin. Kaç kişi böyle bir şey yapar? Kaç kişi geliyor bir günde böyle? Zarara
uğratmıyor mu seni? Duyan gelir!”
“Senin
benim kadar yiyorlar. Bazen on-on beş kişi oluyorlar. Sıra ile geliyorlar. Kötü
bir dönem geçirmedilerse birer gün arayla geliyorlar. Aslında her gün gelseler
de sorun değil ama sanırım bıktırmaktan korkuyorlar. Maddi tarafı da sorun
olmuyor. Bilen müşterilerim askıda ekmek uygulaması gibi askıda yemek
ısmarlıyor. Bir kısmını onlar karşılıyor kalanı da bizden oluyor.”
Didem
ağzı açık dinliyordu. Ece ise ne yiyebiliyor ne konuşabiliyordu. Son
duyduklarından sonra gözünden süzüleni engelleyememişti. Anlatılanların ardından yine geçmişe gitmişti.
Toprak’ı suçladığı, kızdığı zamanlara! Dudaklarından döküldüğünü bile fark
etmeden konuşmaya başladı. “Senin o zaman kızdığın ben değilmişim! Sen onlara
kızmışsın! Ben yanlış anlamışım. Bunca yıl yanlış anlamışım, yanlış insanı
suçlamışım!”
Toprak,
gözlerini Ece’ye dikmiş onun sözlerinin ardındakini anladığını belli eden bir
şekilde bakıyordu. En sonunda “Sana neden kızayım? O terbiyesizlere ağızlarının
payını veremeyecek kadar küçük olduğum için kendime, öyle insanlarla
görüştükleri için aileme kızdım. O sözleri söyleyenlere kızmadım, acıdım. Kendilerini
insan sandıkları için ve onlarla aynı ortamda bulunanları aşağılayacak kadar
terbiyesiz olduklarının farkında olmadıkları için acıdım. Ama sana o zaman
hayran olmuştum. Burnunu dikip gidişin çok güzeldi.” Sözleri biterken eli ile o
tek damla yaşın izini siliyordu.
Ece
bunca yılın saçma üzüntüsünün birkaç cümle ile yok edilişinin ardından gülmeye
başladı. Bu kadar basit miydi? Bitmiş miydi o yaşanılanlar? Evet bitmişti.
Artık yemek de daha zevkli geliyordu. Didem ise ikisi arasındaki konuşmayı
anlamamıştı. İkisinin birbirine bakışlarındaki anlamı, o yanağa dokunan parmağın
hangi duygularla dokunduğunu ise kör bile olsa anlardı. İçinde büyüyen keyfin
tadını katlamak için yemeğine döndü.
Kısa
süre sonra yemekleri bitti. “Kahvelerimizi benim büroda içelim. Hem de daha
rahat koltuklara geçeriz.”
“Bu
koltuklardan daha rahatı var mı? İlk geldiğimde de kalkmak istememiştim.
Uyuyabilirim bile.”
“İşe
gitmek istemiyorsun galiba? Bence mahsuru yok.” Ece de arkadaşı ile vakit
geçirecek olmaktan mutlu olacağı için biraz baskı yapıyordu.
“Sabahtan
beri nefes almadan çalıştım. Bugün başka davam yok ve yarının işlerini bile
toparlayarak çıktım bürodan. Perşembeye kadar tatilim canım. Senle yarın ne
istersen yaparız. Nasılsa sen gidince yine çok çalışacağım.”
Üst
kata çıkarken iki kız da hesap ödemek için ellerini cüzdanlarına atınca Toprak
kızdı. “Hesabın benden olduğunu söylemiştim.”
“Teşekkür
ederiz, zaten ben askıda yemek için ödeme yapacaktım.” diyen Didem’i Ece de destekledi
“Çok iyi fikir, ben de ödemek istiyorum.” Toprak onların bu teklifini geri
çeviremeyecekti. Elemanlarına işaret edip askıda yemek tahsilâtı yapmalarını
istedi.
Büroya
girdiklerinde Toprak yine sigara paketini çıkarttı. Tam yakacakken Ece’nin
bakışlarını görüp vazgeçti. “Kahvenin yanında iyi giderdi.” derken çok genç ve
masum gözüküyordu. Oysa Ece’nin yanıtı o kadar masum değildi. “Oksijen tüpleri
ile kahve içmek zor oluyor. Deneme istersen.”
“Üzgünüm.
Bırakmayı istedim ama beceremedim.”
“İstememişsin.
İstesen bırakırdın.”
“Sana
söylemek kolay.”
“Ben
bıraktım. O yüzden bırakmak kolay değil, bilirim. Sadece babamın da senin gibi
bırakmak istememesi yüzünden şu an yaşadıklarını görüyorum. Sana da, bırakmayı
istemelisin, diyorum.”
“Sen
ne zaman başladın sigaraya?”Toprak onun sigara içmiş olduğunu bile gözünün
önüne getiremiyordu. Didem yüzünü kapatarak yanıt verdi “Benim yüzümden
üniversitede başladı. Neyse ki bana da bıraktırdı.”
“Evet,
arkadaşlar bazen kötü yola düşürüyor insanı.” Gayet doğal bir şekilde dil
çıkarttı Didem’e. “Babamın hastalığı bize çok kötü ders oldu. Artık kimsenin
elini sigaraya uzatacağını sanmıyorum. Didem de tavsiyeme uydu.”
“Mesaj
alındı. Çaba harcayacağım emin olabilirsin.” Toprak hiç farkında olmadan ileri
vade için bir söz veriyordu. Ece de fark etmeden kabul etti. “Sevinirim.”
Daha
sonrasında keyifle kahveler içildi ve saat neredeyse dörde gelirken iki kız
kalktı. Toprak onlarla konuşurken ara sıra işiyle de ilgileniyordu. O yüzden
kızların kalmasını tercih ederdi ama daha fazla ısrar edememişti. Yine
beklediğini ısrarla söyleyince Didem fırsatı kaçırmadı. “O zaman yarın akşam
için bize bir masa ayırın. Dört kişilik olsun.” Toprak’ın şaşkın bakışlarına
aldırmadan “Sonra da bara geçeriz değil mi, Ece? Şu şaraplarınızdan tadarız.
Ben Deniz’i arayayım da başka rezervasyon yapmasın.”
Toprak diğer iki kişiyi merak ederken bar
kısmını zar zor duymuştu. “Elbette” diyebildi. ‘Deniz… Hem kız, hem erkek
ismiydi Deniz. Diğeri de acaba şu İsmail miydi?’ Tüm tadı kaçmıştı. Kızlar o kadar saat
konuşmuşlar ama özel hayatlarından bahsetmemişlerdi. Kabahat kendisindeydi,
neden sormamıştı ki? En azından Didem’e sorsaydı ya! Fırsatı kaçırmış olarak Didem’in
elini sıktı. Sonra Ece’ye döndü ve elini uzattı. Aslında el sıkışmak yerine en
azından yanağına bir öpücük kondurabilirdi ama canı sıkılmıştı. Yarın akşam
yanında getireceği kişiyi düşünüp siniri bozulurken bir de ona bu kadar yakın
olmayı düşünemiyordu. Ece onun yüzüne bakarak gülümsemiş ama karşılık
alamamıştı. Saatlerdir yanında gülümseyerek duran adama ne olduğunu anlayamayan
Ece vedalaşıp çıktı odadan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder