22 Ekim 2015 Perşembe

YAKIŞIKLI 18. Bölüm

Kısa süre sonra Ece düşüncelerinden dolayı utanç duymaya başladı. Çünkü Didem flört eden bir tavırla değil aksine son derece dostça davranıyordu. Zaten aksini düşünmüş olması kendi kabahati değil miydi? Didem bir zamanlar aklının nasıl Toprak’ta olduğunu biliyordu. Hatta hâlâ aklının Toprak’ta olduğunu da biliyordu. Arkadaşının davranışları sadece daha iyi tanımaya ve dostluk yapmaya yönelikti. 
Siparişlerini verdikten sonra üçlü birbirini tanımaya çalışarak biraz muhabbet etti. Elbette daha çok Didem ile Toprak karşılıklı sorular soruyordu. Didem, Ece’nin kalbinde en azından bir zamanlar yer etmiş olan erkeği tanımak için uğraşırken, Toprak da Ece’nin arkadaşından bilmediği hayatı hakkında bilgi almak umuduyla konuşuyordu. Ece bu konuşmaların dışında kaldığı için biraz sıkılmıştı. Ara sıra Didem’in soruları sayesinde Toprak hakkında küçük yeni bilgiler alıyordu. Lokantasını nasıl bu hale getirdiği de o bilgilerdendi.

Yemekleri gelince konuşmaya ara verildi. Gerçekten çok lezzetliydi yiyecekler. Ece, kapı önünde yaşadığı paniği artık hissetmiyordu. Rahatlıkla yemeğini yiyor, her şeyin tadını alıyordu. Yemek ile birlikte Toprak da Ece ile daha çok ilgilenmeye başlamıştı. Onlar konuşurken Didem ikisinin hareketlerini dikkatle izliyor, bir bakışı bir hareketi yakalamaya çalışıyordu. Şu ana kadar gördüklerinden gayet memnundu.  
“Şarap işi için çalışmalar nasıl gidiyor? Hâlâ niyetli misin?” Toprak, nedense vazgeçmesini bekler gibiydi.
“Evet, yakında bir Niğde yolu gözüküyor bana. Hatta bir hafta kadar sonra sanırım. Oradan alacağım epey malzeme var.”
“Zor olmayacak mı?”
“Neden?”
“Bağlar, atlar ve şarap işi. Şarapçılık çok zordur.”
“Biliyorum. Az yapmadık. Ama artık sadece bağcılık ve atlar beni kesmiyor. Atların benim için gün içindeki vakti bir saat kadar. Üstelik her gün ilgilenmem gerekmiyor. Seyislerim çok iyi. Bağların da işi belli dönemlerde yoğun! Şarapçılıktan sonra bile bana boş vakit kalır. Kısa süre sonra yeni bir şeyler daha araştırmaya başlarım.”
Söze karışan Didem, “O zaman bir koca bul ve çocuk yap. İş iş nereye kadar?” diye laf attı. Ece, Didem’e bakarken kaşlarını çatmıştı. Şimdi zamanı mıydı bu lafların? “O konuda acelem yok. Ağabeylerim gibi konuşma, ben halimden memnunum.”
Toprak, iki kızın arasındaki konuşmaya hiç dahil olmadı. Yine de Ece’nin evlenmeyi düşünmüyor olması hem sevindirmiş hem üzmüştü. Onu tanıdıkça daha çok tanımak istiyordu.
“Cevat kalfa ile aran nasıl?”
Ece, kısa bir an yüzüne baktı sonra gülümsedi ve “Sanırım biri kulağını çekmiş. Son zamanlarda işleri yaparken benimle inatlaşmıyor.” Bunu tahmin etmesi gerekirdi. Toprak onun için istemişti kendisini aramasını. O gün ne kadar sinirlendiğini anımsayıp kendine kızdı. Ön yargılar insanlar hakkında kötü düşünmeye ve yanlış karar vermeye sebep oluyordu. Düşüncelerin yönünü değiştirmeliydi. “Satış ilanlarınızı vermişsiniz. Müşteri var mı?”
“Sağda solda, eve uzak olan küçük iki üç bağı sattık. Eve yakın olanların parselleri büyük. Bölmek de istemiyoruz. En iyi teklifi bekliyoruz. Acelemiz yok.”
“En doğrusu bu olur. Büyük yatırımcı çıkarsa iyi para da verir. Küçültürseniz yok pahasına gidebilir.”
“Şu ara bağlık alanların dönüm fiyatları çok yükseldi. Aslında bu ne kadar böyle devam eder, tekrar düşer mi bilmiyoruz. O yüzden büyük alıcı çıkarsa hemen satabiliriz.”
“İki yüz dönümü alacak birini bulmak zor. Fiyatlar da devamlı yukarı doğru gidiyor. Orası size her sene yarım milyondan aşağı para kazandırmaz. Satarsanız bir kere alacaksınız parayı. Neden başına iyi bir ekip koyup devam etmiyorsunuz? Ben yine ara sıra bakarım. Hiç sorun olmaz.”
“Teşekkürler ama kız kardeşlerime haklarını vereceğini söyledi bile babam. Hepsini sattığımızda dört milyon gibi bir para elde edilecek. Herkese altı yüz binden fazla bir para düşecek. Hepsi bu hakları ile istediklerini yapabilmeli.”
Didem onları şaşkın gözlerle izliyordu. En sonunda dayanamayıp “Sizin bu bahsettiğiniz rakamlar nedir kuzum?” dedi. Ece şaşkın gözlerle bakan arkadaşına dönüp, “Toprak’ların bağları satılacak da alacakları paradan bahsediyoruz. Dört milyon lira gibi bir rakam eder, rayiçten satılınca.”
“Aman Allahım. Ben de bağ istiyorum. Bu nasıl bir rakam? Ben de çok kazandığımı sanıyordum. Yılda yarım milyon mu kazanıyorsunuz Toprak?”
“Biraz daha fazla! Şarap işi yapıyoruz daha kârlı.”
“Ece, ya siz ne kadar kazanıyorsunuz?”
“Biz de bir ile bir buçuk milyon gibi kazanıyoruz.”
“Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?”
“Bu net kâr değil. Vergi, işçilerin ücretleri ve diğer masraflardan sonra bir milyon iki yüz bin falan kalıyor.”
“Ece, sen matematik biliyor musun? Kızım bu rakamlar çok büyük.” Didem hâlâ şoktaydı. Bunca yıllık arkadaşının sahip olduklarının değerini asla tahmin edemezdi. Duydukça gözleri açılmıştı.
Toprak onun neden bu kadar şaşırdığını anlıyordu. Büyük bağ sahiplerinin gelirleri de mal varlıkları da çok fazlaydı. Didem’in şaşkınlığını yatıştırmak için “Evet, o yüzden bu paralarla yeni yatırımlar yapıyoruz. Mesela benim bu lokantamda iki senenin parası var. Kardeşlerim haklarını bana verdiler iki sene. Sonra ben onlara geri ödedim.”
“Benim ağabeylerim de yeni bir dükkân açacaklar. İkisi de eşlerini orada çalıştıracak. Şirket adına kurulacağı için hepimizin olacak bir iş o da.”
“Ece, ben senin varlıklı biri olduğunu biliyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum. Yemeği sen ısmarlıyorsun.” Didem, bunca yıldır tanıdığı arkadaşının gelir düzeyinin bu kadar olduğunu ölse tahmin edemezdi.
“Bu yemek benden zaten! Kimse ısmarlayamaz.” Toprak gülümsüyordu.
Didem, aslında oldukça zengin olduğunu anladığı kişilere tuhaf tuhaf bakmaya devam ediyordu. Ama artık konu değişmiş, daha genel konulara dönmüştü. Üç insanın dünya görüşleri, olaylara bakışları açıları ne tam örtüşüyor, ne de çok zıt düşüyordu. Böylece konular konuları açıp rahat bir konuşma ortamı oluşmuştu.
Yemeklerinin neredeyse yarısı bittiğinde lüks lokantanın kapısının önünde iki kişi belirdi. İkisinin de üstündekilerin eskiliği hatta kirliliği evsiz dilenciler olduklarını gösteriyordu. Ece, garsonların ne yapacağını görmek için gözünün ucu ile takip ediyordu. Garsonlar kapıyı açıp iki erkeği içeri buyur edince Ece şaşkınlıkla elinde çatal öylece kalmıştı. İkisini de duvar dibindeki bir masaya aldılar. Masanın üstünde rezerve yazılı bir kart vardı. Bir başka garson hızlı adımlarla masadaki servisleri onlar için hazırlamaya başladı. Bir başka garson da siparişlerini alıyordu. Ece, gözünü ayırmadan ne kadar süre baktığının farkında değildi.  
“Neye bakıyorsun?” diyen Didem, arkasını dönüp de masaya oturtulan iki kişiyi görünce aynı şaşkınlıkla bakmaya başladı. Toprak, neye baktıklarından emin bir şekilde başını tabağından kaldırmadan “Baktığınızı hissederlerse üzülebilirler. Siz yemeğinize devam edin.” Diyerek kızları uyardı. Sonra da açıklamaya başladı. “Yıllar önce karar vermiştim. Hatta lokanta açmamdaki sebeplerden biriydi. Eğer bir gün bir lokantam olursa mutlaka kimsesizlere ya da sokakta yaşayanlara hizmet verecektim. O masa onların. İstedikleri zaman gelip oturabilirler ama yoğun olduğumuz saatlerde gelmek istemiyorlar. Benim için sakıncası yok. Yine de onlar düşünceli davranıyorlar.”
Ece gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Gözyaşlarını zorlukla kuruttu ama yine de anlaşılır korkusu ile başını kaldırmadan konuştu. “Asıl düşünceli davranan sensin. Kaç kişi böyle bir şey yapar? Kaç kişi geliyor bir günde böyle? Zarara uğratmıyor mu seni? Duyan gelir!”
“Senin benim kadar yiyorlar. Bazen on-on beş kişi oluyorlar. Sıra ile geliyorlar. Kötü bir dönem geçirmedilerse birer gün arayla geliyorlar. Aslında her gün gelseler de sorun değil ama sanırım bıktırmaktan korkuyorlar. Maddi tarafı da sorun olmuyor. Bilen müşterilerim askıda ekmek uygulaması gibi askıda yemek ısmarlıyor. Bir kısmını onlar karşılıyor kalanı da bizden oluyor.”
Didem ağzı açık dinliyordu. Ece ise ne yiyebiliyor ne konuşabiliyordu. Son duyduklarından sonra gözünden süzüleni engelleyememişti.  Anlatılanların ardından yine geçmişe gitmişti. Toprak’ı suçladığı, kızdığı zamanlara! Dudaklarından döküldüğünü bile fark etmeden konuşmaya başladı. “Senin o zaman kızdığın ben değilmişim! Sen onlara kızmışsın! Ben yanlış anlamışım. Bunca yıl yanlış anlamışım, yanlış insanı suçlamışım!”
Toprak, gözlerini Ece’ye dikmiş onun sözlerinin ardındakini anladığını belli eden bir şekilde bakıyordu. En sonunda “Sana neden kızayım? O terbiyesizlere ağızlarının payını veremeyecek kadar küçük olduğum için kendime, öyle insanlarla görüştükleri için aileme kızdım. O sözleri söyleyenlere kızmadım, acıdım. Kendilerini insan sandıkları için ve onlarla aynı ortamda bulunanları aşağılayacak kadar terbiyesiz olduklarının farkında olmadıkları için acıdım. Ama sana o zaman hayran olmuştum. Burnunu dikip gidişin çok güzeldi.” Sözleri biterken eli ile o tek damla yaşın izini siliyordu.
Ece bunca yılın saçma üzüntüsünün birkaç cümle ile yok edilişinin ardından gülmeye başladı. Bu kadar basit miydi? Bitmiş miydi o yaşanılanlar? Evet bitmişti. Artık yemek de daha zevkli geliyordu. Didem ise ikisi arasındaki konuşmayı anlamamıştı. İkisinin birbirine bakışlarındaki anlamı, o yanağa dokunan parmağın hangi duygularla dokunduğunu ise kör bile olsa anlardı. İçinde büyüyen keyfin tadını katlamak için yemeğine döndü.
Kısa süre sonra yemekleri bitti. “Kahvelerimizi benim büroda içelim. Hem de daha rahat koltuklara geçeriz.”
“Bu koltuklardan daha rahatı var mı? İlk geldiğimde de kalkmak istememiştim. Uyuyabilirim bile.”
“İşe gitmek istemiyorsun galiba? Bence mahsuru yok.” Ece de arkadaşı ile vakit geçirecek olmaktan mutlu olacağı için biraz baskı yapıyordu.
“Sabahtan beri nefes almadan çalıştım. Bugün başka davam yok ve yarının işlerini bile toparlayarak çıktım bürodan. Perşembeye kadar tatilim canım. Senle yarın ne istersen yaparız. Nasılsa sen gidince yine çok çalışacağım.”
Üst kata çıkarken iki kız da hesap ödemek için ellerini cüzdanlarına atınca Toprak kızdı. “Hesabın benden olduğunu söylemiştim.”
“Teşekkür ederiz, zaten ben askıda yemek için ödeme yapacaktım.” diyen Didem’i Ece de destekledi “Çok iyi fikir, ben de ödemek istiyorum.” Toprak onların bu teklifini geri çeviremeyecekti. Elemanlarına işaret edip askıda yemek tahsilâtı yapmalarını istedi.
Büroya girdiklerinde Toprak yine sigara paketini çıkarttı. Tam yakacakken Ece’nin bakışlarını görüp vazgeçti. “Kahvenin yanında iyi giderdi.” derken çok genç ve masum gözüküyordu. Oysa Ece’nin yanıtı o kadar masum değildi. “Oksijen tüpleri ile kahve içmek zor oluyor. Deneme istersen.”
“Üzgünüm. Bırakmayı istedim ama beceremedim.”
“İstememişsin. İstesen bırakırdın.”
“Sana söylemek kolay.”
“Ben bıraktım. O yüzden bırakmak kolay değil, bilirim. Sadece babamın da senin gibi bırakmak istememesi yüzünden şu an yaşadıklarını görüyorum. Sana da, bırakmayı istemelisin, diyorum.”
“Sen ne zaman başladın sigaraya?”Toprak onun sigara içmiş olduğunu bile gözünün önüne getiremiyordu. Didem yüzünü kapatarak yanıt verdi “Benim yüzümden üniversitede başladı. Neyse ki bana da bıraktırdı.”
“Evet, arkadaşlar bazen kötü yola düşürüyor insanı.” Gayet doğal bir şekilde dil çıkarttı Didem’e. “Babamın hastalığı bize çok kötü ders oldu. Artık kimsenin elini sigaraya uzatacağını sanmıyorum. Didem de tavsiyeme uydu.”
“Mesaj alındı. Çaba harcayacağım emin olabilirsin.” Toprak hiç farkında olmadan ileri vade için bir söz veriyordu. Ece de fark etmeden kabul etti. “Sevinirim.”
Daha sonrasında keyifle kahveler içildi ve saat neredeyse dörde gelirken iki kız kalktı. Toprak onlarla konuşurken ara sıra işiyle de ilgileniyordu. O yüzden kızların kalmasını tercih ederdi ama daha fazla ısrar edememişti. Yine beklediğini ısrarla söyleyince Didem fırsatı kaçırmadı. “O zaman yarın akşam için bize bir masa ayırın. Dört kişilik olsun.” Toprak’ın şaşkın bakışlarına aldırmadan “Sonra da bara geçeriz değil mi, Ece? Şu şaraplarınızdan tadarız. Ben Deniz’i arayayım da başka rezervasyon yapmasın.”

Toprak diğer iki kişiyi merak ederken bar kısmını zar zor duymuştu. “Elbette” diyebildi. ‘Deniz… Hem kız, hem erkek ismiydi Deniz. Diğeri de acaba şu İsmail miydi?’  Tüm tadı kaçmıştı. Kızlar o kadar saat konuşmuşlar ama özel hayatlarından bahsetmemişlerdi. Kabahat kendisindeydi, neden sormamıştı ki? En azından Didem’e sorsaydı ya! Fırsatı kaçırmış olarak Didem’in elini sıktı. Sonra Ece’ye döndü ve elini uzattı. Aslında el sıkışmak yerine en azından yanağına bir öpücük kondurabilirdi ama canı sıkılmıştı. Yarın akşam yanında getireceği kişiyi düşünüp siniri bozulurken bir de ona bu kadar yakın olmayı düşünemiyordu. Ece onun yüzüne bakarak gülümsemiş ama karşılık alamamıştı. Saatlerdir yanında gülümseyerek duran adama ne olduğunu anlayamayan Ece vedalaşıp çıktı odadan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder