20 Ekim 2015 Salı

YAKIŞIKLI 16. Bölüm

Sabah ezanı ile kalkmıştı Toprak. Yengesinin sesini duyunca çıktı odadan. Az ama iyi uyumuştu. İlk saatler gözlerini tavana dikerek geçmişti. Yengesi ile yaptığı konuşmayı düşünmüştü. Aklı karışıyordu. Ece ile ilgili duygularını adlandırmakta zorlanıyordu. Kalbi işin içine girdiğinde onu gördüğü an heyecanlandığını yanında olmak istediğini, hatta o güzel yüzünü ellerinin arasına alıp her milimini öpmek istediğini biliyordu. Ama işin içine beyni girdiğinde düşünceleri değişiyordu. Çünkü aralarındaki mesafe ve farklı yaşam tarzları yürümeyecek bir ilişki olacağını ortaya koyuyordu. Üstelik bunların hepsi kendi beyninde yarattığı şeylerdi. Ece’nin ne hissettiğini zerre kadar bilmiyordu. Üstelik yengesinden de bu konuda bilgi alamamıştı.
Tek öğrendiği evlenmek gibi bir amacı olmadığını söylediğiydi. Ama bir de Mehmet Ali diye birisinin ara sıra çiftliğe gittiğini birlikte at bindiklerini öğrenmişti. Acaba tay satışlarında o da olacak mıydı? Yengesinden onun da tay satın aldığını öğrenmişti. Belki yarın onu da görecekti orada? Aynı köydenmiş ama anımsayamamıştı kim olduğunu. Yaşıt olmaları da fayda etmemişti. Aksine canını sıkmıştı. Dul olduğunu öğrendiğinde ise iyice sıkılmıştı.

Yengesi ile erken yapılan kahvaltıdan sonra yola çıktı. Zaten dönecekti ama asla bu kadar erken yola çıkmayı düşünmemişti. Oysa şimdi bir an önce İzmir’e gitmeyi ve Ece’yi orada, hipodromda bulmayı istiyordu. Belki birlikte yemek yerler ve onu biraz daha yakından tanırdı. Kim bilir, belki de böylece aralarında bir şey olamayacağına aklı iyice yatardı.
Yoldaki güzellikleri izleyerek ama biraz fazla sürat yaparak döndü şehre. İlk iş arabayı teslim etmek ve kendi arabasını almak oldu. Saat daha on olmadan hipodroma ulaşmıştı. İçi rahatlamış olarak tay satış alanına doğru yürümeye başladı. Kalabalık şaşırtmıştı. Bu kadar ilgi olacağını tahmin etmemişti. Satış alanının dışında bir koşuşturma vardı. Bir sürü insan sanki karşılıklı yer değiştiriyor gibiydi.
En sonunda aramaktan vazgeçip, boynundaki karttan görevli olduğunu anladığı kişiye satılacak tayların sahiplerinin nerede olabileceğini sordu. Nihayet tarif edilen yeri buldu. Telefon açabilirdi ama içinde bir tedirginlik vardı. Ece’nin kendisinden kaçacağını düşünüyordu. Neden böyle bir korkunun içine işlediğini bilmiyordu. Bir sürü at ve etrafındaki kalabalık ile karşılaştığında yine tedirgin oldu. Ama bu kez şansı yaver gitmişti. O kısa boyuna rağmen etrafındaki hareketler sayesinde Ece’yi görebildi. Kısa boy mu? Etrafta bir sürü kısa boylu jokey ve apranti vardı zaten. Ece, aralarında uzun bile sayılırdı. Kendi düşünceleri ve onu bulmanın verdiği rahatlık ile yüzüne küçük bir gülümseme yerleşti.
Yanında Ece’den bile kısa iki jokeyin olduğu yere doğru yürürken bir de uzun boylu, yakışıklı birini gördü. Adam eğilmiş Ece’ye bakarken Ece de başını kaldırmış ona bir şeyler anlatıyordu. İkisi de keyifli bir konuyu konuşuyordu belli ki!
Bir değişiklik vardı. Ne olduğunu kısa sürede anladı. Hep görmeye alıştığı yemenisi yoktu. Saçları yine örülüydü ama bu kez kuaför eli değdiğini tahmin ediyordu. Üstünde de dar bir kot ile kısa bir mont vardı. İzmir daha sıcaktı Denizli’ye oranla. Bu da Ece’nin kıyafetlerine hemen yansımıştı. Köydeki Ece ile şehirdeki Ece arasındaki farkı görmek pek hoşuna gitmemişti. O köydeki Ece’yi tercih ediyordu. Yanına gidip gitmemekte tereddüt etti. Sonunda geleceğini söylediğini, onun da itiraz etmediğini anımsayıp dörtlünün görüşmesini bölmeyi göze aldı.
“Merhaba Ece, nasılsın?” Onun şaşkın gözlerle kendisine bakması hoşuna gitti. Gelmesini beklemediği ortadaydı. Ama görünce sanki bir an sevinç parıltıları geçmişti gözlerinden. “Merhaba Toprak… Ağabey.” Yine aynı kelime, Toprak sinirleniyordu artık. Hele yanındaki adamın rahatlamış vücudu daha da rahatsız etmişti. Onun da yakasında görevli kartı vardı. Bunu gördüğünde Toprak biraz sakinleşti ama kendisine ağabey denmesinden mutlu olmasını anımsayınca yine gerildi. Ece tüm bunlardan habersiz konuşmaya devam etti. “Geleceğini tahmin etmiyordum. Çok mu erken yola çıktın?”
“Geleceğimi söylemiştim. Merak ediyorum satışları!” Gerçeklik payı yok değildi bu söylediğinde. Asıl merak ettiğinin Ece olduğunu belli etmediğini umuyordu.
Onlar konuşurken yanlarında dikilen genç adam biraz havadan bakan bir tavırla “İlk kez mi satışlara katılıyorsunuz?” diye sordu. Toprak başı ile onaylayınca “O zaman size biraz bilgi vereyim.” dedi ama Toprak lafı ağzına tıkadı. “Ece anlatır bana, teşekkürler.”
Ece, uzun boylu adama görüşmesinin bittiğini belli edip jokeylere döndü. Toprak onları izliyordu. Önce daha yaşlı olanla konuşmaya başladı. “Cüneyt ağabey, önümüzdeki ay ya da en geç bir sonraki ay bizim köye gelir misin? Sana göstermek istediğim bir tay var. Daha doğrusu fikrini almak istiyorum.”
“Gelirim. Sana tarihi bildiririm. Yarışta görüşürüz. Hayırlı satışlar.”
“Sağ ol. Eşine selamlarımı ilet.” Yaşlı jokey de yanlarından ayrıldığında sadece genç jokey kalmıştı. Ece ona dönüp “Perşembe günü artık jokey olacak mısın?”
“İnşallah Ece abla! Senin sayende olacak.”
Ece, Toprak’a dönüp, “Süleyman apranti. Perşembe günkü yarışlarda ilk bineceği at benim. O yarışı kazanırsa bir sonraki yarışa jokey olarak çıkacak.”
“Şimdiden kutlayayım o zaman seni. Başaracağından eminim.”
“Teşekkür ederim. Ece ablanın atları sayesinde kısa sürede jokey oluyorum. Birinci olup ablama da öyle teşekkür edeceğim. Ben gideyim de antrenmanı yapalım. Ali seyis bekliyordur beni. Hayırlı satışlar.”
Tam apranti yanlarından ayrıldığında az önceki uzun boylu görevli yeniden yanlarına gelip “Ece hanım, evraklarınızı getirdim.”
“Ben gelip alırdım neden zahmet ettiniz?”
“Hiç zahmet olur mu? Satışlardan sonra görüşürüz umarım.”
Toprak burnundan solumaya başlamıştı. Neredeyse koluna girip sürükleyecekti oradan. Kendine hâkim olup, Ece’nin adım atmasını bekledi. Genç kız yaşananların farkında bile değildi. İki erkek birbirine ters ters bakıyordu.
“Önce taylarımı görmek ister misin?” diye sorduğunda istediği fırsatı bulmuştu. “Çok isterim.” diyerek hemen onun eli ile gösterdiği tarafa doğru yürümeye başladı. İkisi uzaklaşırken görevli arkalarında kalmıştı. Küçük, basit ama değerli bir galibiyetti.
Ece, uzun boyu ile yanında yürüyen Toprak’ın sabahın köründe yola çıkıp satışlara yetişmesinin şaşkınlığını üstünden atamamıştı. Kendi işi için o kadar erken gelmiş olsa hipodromda ne işi vardı? Gerçekten satışları izlemek için gelmişti. Bunu düşünmek biraz keyiflendirdi. Toprak, onun sessizliğinden istifade edip “Satışlardan sonra ne yapacaksın? Yarışlar perşembeydi yanlış hatırlamıyorsam?” diye sordu. Tam o sırada satış alanına gelmişler, alana girmek isteyenlerin oluşturduğu sıranın sonuna yerleşmişlerdi.
Hiç makyaj olmayan yüzünü kaldırıp Toprak’ın yüzüne bakıp yanıtladı. “Doğru hatırlıyorsun. Satıştan sonra arkadaşım ile buluşacağım. Sonra da başka bir arkadaş ile buluşacağım. Yarın da biraz gezerim sanırım.”
Toprak, yine midesinde kasılmalar hissetmeye başlamıştı. İzmir de bir sevgilisi olduğundan artık emindi. Bunları düşününce midesine oturan sıkıntıdan da hoşlanmıyordu. Acaba şu telefon konuşmasını duyduğu adam mıydı? O bunları düşünürken ona inat eder gibi Ece’nin telefonu çalmaya başladı. Toprak içinden ‘İti an…’ diye söyleniyordu. “Didem, selam canım.” Telefondakinin bir kadın olduğunu anlaması ile rahatladı Toprak.
“Yok, daha başlamadı. On dakikaya kadar başlayacak. Benim atların sırası belli oldu. Ortalarda çıkacaklar. Satış sonrası da kısa bir işim olur. Yani en fazla bir gibi biter işim. Tamam, nerede buluşalım?” O bunları söylerken Toprak iyice rahatlamıştı. Buluşacağı arkadaşı erkek değildi. Elini kaldırıp Ece’nin dikkatini çekmeye çalıştı. Onun yüzüne bakmasından sonra “Sizler için uygunsa yemeğe götüreyim sizi.” Ece bu teklife hiç sıcak bakmıyordu. Oysa  Didem sesi duymuş ve daveti yapanı soruyordu. “Kim var yanında? Kim o bizi davet eden?”
“Toprak… İzmir de yaşayan bir arkadaş. Satışları izlemeye gelmiş.” Didem telefonda sesini biraz kısıp “Şu senin Toprak mı? Hemen kabul et. Sakın ha mazeret uydurmaya kalkma. Onunla tanışmam lazım.”
Ece ne diyeceğini şaşırmış vaziyette Toprak’ın yüzüne bakıyordu. Nasıl evet diyeceğini bilemiyordu. Aslında evet demek de istemiyordu. Onun kıvranmasını fırsat bilen Toprak kulağındaki telefona doğru eğilip Didem’in de duyacağı şekilde “Size adresi veriyorum, lokantamda buluşuruz.” dedi ve lokantasının adını söyledi. Ece onun yakınlığından etkilenip geri çekilmek istemiş ama kaçamamıştı. O an tek olumlu hareket onun sözleri ile yanıt vermekten kurtulmuş olmasıydı. Fakat vücudundaki soğuk terlemeyi engelleyememişti. Yeniden çocukluğuna ve korkularına dönmüştü. Neler dediğini fark etmeden telefonu kapatıp çantasına attı.
Toprak ile bir yerde yemek yemeyi düşünmek bile midesine sancıların girmesine neden oluyordu. Eli midesine gidince Toprak anlamak istercesine bir eline bir de yüzüne baktı. “İyi misin?” Ece onun anlamasından korkarak elini çekti. “İyiyim, bir şey yok. Hadi gidelim artık.” Hızlı adımlarla tayların olduğu yere doğru yürüdüler.
İki tay da hazırlanmış, tüyleri parlatılmıştı. Kuyruğu ve yeleleri doğal hali ile bırakılmıştı. Oldukça uzamış olmalarına rağmen böyle yapınca atlar daha da heybetli gözüküyordu. Toprak, acemi biri gibi Ece’nin ona söylediklerini yapıyordu. Ece gibi boyunlarını ve sırtını okşadı. Ece onun hareketlerini izledi bir süre. “Hiç at bindin mi?” diye sordu. Atlara yakınlığını hissetmiş olmalıydı.  ‘Evet’ demek çok kolaydı. İlk karşılaşmalarında söylediği küçük yalanı da unuttururdu belki. Ama son anda vazgeçti. Aklındakiler buna izin vermedi. İstediklerini yapabilirse şimdiki küçük yalan çok işine yarayacaktı. Sakin bir sesle sorusuna yanıt verdi. “Hayır. Ama çok güzel bu hayvanlar. İnsan saatlerce onları izleyebilir.”
“Güzeller. Birisinin dudaklarından hayvanlar için böyle hayranlık dolu kelimeler döküldüğünde, aynı hayvan kelimesinin hakaret için de kullanılabiliyor olmasına şaşıyorum.”
“İlginç bir metafor. Ne yazık ki hayvan sevgisi noksan kişilerin diline yapışmıştır.” Kısa bir an durup üzgün bir sesle devam etti. “Ama ben bile hayvanları sevdiğim halde ara sıra kullanıyorum. Üzgünüm.” Ece onun yüzündeki gerçek üzüntüyü görünce gülümsedi. “Sana bir sır vereyim mi? Ben de…”
“İnanmıyorum!”
“İnan, ne yazık ki özellikle ufaklıkları azarlarken eşek, köpek falan uçuşuyor bazen. Duman duymasın!”
“Bu sırrını saklayacağım. Duman kim? Ya da ne mi desem?”
“Köpeğim. Çocuklara köpek dediğimi anlarsa benim canıma okur.”
Toprak keyifle gülüyordu. Köydeki soğuk kız gitmiş, kendisi ile şakalaşan Ece gelmişti. Onunla karşılaştığı andan şu dakikaya kadar geçen sürede bir şeyler olmuş ve ikisi arasındaki soğukluk yok olmuştu. Çocuklukları da böyle geçerdi. Ta ki Ece kendisini etkilemeye başlayana kadar. Ne olmuştu da o günden sonra uzaklaşmışlardı? Acaba kendisini uyaran ağabeyleri, Ece’yi de mi uyarmıştı? Bunu soramazdı. En azından şimdilik! Ama soracağı başka soru vardı.
“Ben at binmeyi öğrenmek istesem ders verir misin?”
“Haftada iki gün köye gelirsen neden olmasın? Ama benim buraya geleceğimi sanıyorsan yanılırsın.”
“Fırsat bulduğumda yengemi ziyarete geleceğim. O zamanlar senin de vaktin olursa biraz deneriz. Şimdilik bundan fazlası zor gözüküyor.”
“Olur, bakarız. Ne yapacaksınız? Bağları kesin satacak mısınız?”
“Evet, alacak mısınız?”
“Babam almama taraftarı. Biliyorsun babana hâlâ küs.”
“O eski hikâye değil mi? Sanki iki ailenin de o toprağa ihtiyacı var ya da o kadar toprakla en büyük bağ sahibi olacaklar! Neden küs kaldıklarını bile bilemiyorum.”
“İnat!”
“Ah evet, şu babandan aldığın üstün meziyet.”
“Ne demek şimdi bu?” Sesi sertleşmişti hemen. Toprak “Kız başına o kadar toprakla uğraşman, at yetiştirmen ve iki şehir arasında mekik dokuman inatçı kişiliğinden değil mi?” diye sorduğunda, Ece burnunu dikti “Hayır.” 
“Hayır mı? Emin misin? İstesen toprakları tüccara verir ve sadece atlar ile uğraşarak çok daha az yorulursun. Atlarını İzmir’de yetiştirir ve Denizli ile burası arasında yollarda helak olmazsın. İnadından yapıyorsun bunları. Yetişemeyeceğini söyleyenlere inat! Yalan mı?”
“Bu dediklerin yapılabilecek şeyler ama önemli olan benim ne istediğim. Ben bağlarımızın başında olmaktan da yardımcılarımla at yetiştirmekten de mutluyum. Ayrıca noksan kaldı. Bir de şarap işine giriyorum yeniden.”
“İnatçısın işte.” Konuşarak ulaştıkları satış alanında kendilerine oturacak yer buldular. Ece bir süre Toprak’ın söylediklerini düşündü. Dışarıdan böyle gözüktüğünü biliyordu ama bunları inadından değil kesinlikle yapmaktan zevk aldığı için yapıyordu. Sessizlik daha fazla uzamasın diye etraftaki tanıdığı at yetiştiricileri hakkında kısa bilgiler vermeye başladı. Ara sıra da kendisini tanıyıp yanına gelen kişilerle konuşup Toprak ile tanıştırıyordu. Genç yetiştiricilerin ilgili bakışlarını yakalamak can sıkıcı olsa da Toprak, Ece’ye belli etmeden onu sahipleniyormuş gibi durmaya çalışıyordu.
Satışların beş dakikaya kadar başlayacağını anons eden sesten hemen sonra yanlarına gelen altmış yaşlarında biri ile yine kısaca konuştu. Toprak ile de tanıştırdı ve yerine oturacağı an duydukları ile olduğu yerde dondu kaldı. Kilolu adam göbeğinin el verdiğince eğilip kulağına fısıldamaya başlamıştı. “Senin taylara alıcı çıkmayacak Ece. İstersen şimdiden çek atlarını satıştan.”
“Neden çıkmayacak? Anlamadım!”
“Bir hafta kadar önce iki tayın zehirlenmiş. Bilirsin çok hızlı yayılır bu dedikodular. İstersen şimdiden çek de teklif verilmemiş olmasın.”
“İnanmıyorum. Bu nasıl olur?” Rengi atmıştı dinlerken. Böyle bir şeyi kesinlikle beklemiyordu. Elleri titremeye başlayınca kolundaki çantayı sıkı sıkı tuttu.
“Bilmiyorum ama tüm alıcılar bundan haberdar. Adının değerini düşürme güzel kızım. Üç ay sonrakinde dene şansını.”
“Teşekkür ederim. Düşüneyim ve karar vereyim.”
“Buralardaysan seni evimizde yemeğe almaktan büyük onur duyarım. Eşim de seninle tanışmış olur.”
“Bu gelişimde tüm vaktim planlandı ama bir sonrakinde gelebilirim. Ben de eşinizle tanışmak isterim.” Ece o an sadece istemsizce yanıt veriyordu. Aklı az önce duyduklarındaydı. Atları çok iyi durumdaydı. Kısa süreli basit bir besin zehirlenmesi yaşamışlardı ama bunu kime nasıl anlatacaktı? Söylenti yayıldıktan sonra aksine kimseyi inandıramazdı. Daha da önemlisi kendi çiftliğinde olan bir olay buraya kadar nasıl ulaşmıştı? Kim haber uçurmuştu? Canı zaten zehirlenme ile sıkılmıştı ama çok önemsememişti. Tek çuvalda sorun vardı ve diğerleri temiz çıkmıştı. Şirket rapor yollamış ve tayları zehirleyen yemlerdeki zehrin dışarıdan bulaşmış olduğunu rapor ile de belirtmişlerdi. Ece de biliyordu o firmada sorun olmayacağını. Yine de sinirini yenememiş ve çalışmayı bitirmişti. Şimdi daha önemli bir sorun vardı. Bu haberin İzmir’e kadar ulaşması basit bir olay değildi. Biri atların satılmasını engellemek istemişti. Kim neden isterdi bunu? Ailesi ve yanında çalışanlardan başka bilen tek kişi Müfit amcaydı. Ne ailesinden ne de çalışanlardan böyle bir şey beklemezdi. Müfit amcanın birileri ile konuşmuş olması zaten aklından bile geçmemeliydi. Canı daha da sıkıldı. Düşünemediği bir başka kişi mi konuşmuştu?
Toprak o ana kadar sessizce beklemişti. Nihayet Ece yerine oturur oturmaz sordu, “Ne dedi? Neden canın sıkıldı?” Ece derin bir nefes aldı. Toprak’ın kendisini bu kadar iyi çözmesine şu an tepki bile veremiyordu. Aklı tamamen az önce duyduklarındaydı. “Dediği… Benim çiftliğimde, benim adamlarımdan birinin hain olduğu. İşte bunu dedi.” Ece, sinirini saklamaya uğraşıyor ama boynunda atan damarı gizleyemiyordu. Toprak onun inadını, sevincini, üzüntüsünü daha önce defalarca görmüştü ama ilk kez bu kadar sinirlendiğini görüyordu.
“Atlarıma alıcı çıkmayacakmış! Çünkü onlar zehirlenmiş. Lanet olsun, çok iyiler. Kim böyle bir haberi yayar? Hasta diye abartır?”
Toprak, sinirini fark etmemiş olsa cümlesine kesinlikle gülecekti. Öyle bir tavırla söylemişti ki sanki mafyanın iç savaşını yaşıyordu. Dudaklarına kadar ulaşan gülümsemeyi zorla bastırarak “Haini bulursun ama şimdi ne yapacaksın?” dedi. Neyse ki Ece hala çok sinirliydi ve Toprak’ın nerdeyse gülmek üzere olduğunu fark edemiyordu. Derin bir nefes aldı, nihayet boynundaki damarın belirginliği azalmıştı. Yine de elleri titremeye devam ediyordu. Toprak, o elleri tutmak istese de vazgeçti.

Nazım beyi dinleyeceğim. Atlarımı çekiyorum satıştan.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder