Gün boyu köyde cenazenin etkisi hüküm
sürdü. Gökyüzü de gri bulutları ile onlara eşlik ediyordu. Ece, gök
gürültülerini duyuyordu. Yağmur yoktu henüz. Hatta tahminince bunlar yağmursuz
orajdı*. Yağmurların çok yakın olduğunu tahmin ediyordu. Hızlı adımlarla Karayel’lerin
bağlarına doğru yürüdü. Gün yeni ışısa da en azından bir iki kişinin gelmiş
olacağını düşünüyordu. Gördüğü ilk işçiye, Hasan amcayı kaybettiklerini,
cenazenin öğlen namazından sonra kalkacağını söyledi. İşçinin gözlerinde
gördüğü üzüntü gerçekti.
“Yağmur yaklaştı. Öğleden sonra
yağacaktır. Cenaze öğlen kalkacak. O saate kadar çalışalım da Hasan amcamızı da
üzmeyelim. Öldüm hemen bağlarımı mahvettiniz demesin. Biraz hızlanın. Ben yine
uğrayacağım.”
“Tamam, Ece hanım. Sizin de başınız sağ
olsun.”
“Sağ olun.”
Sonra kendi işçilerinin yanına gitti ve
köylüsü olanlara aynı bilgiyi aktardı. Her yere yürüyerek gittiği için hem
yorulmuş hem de vakit kaybetmişti. Evden arabayı alıp çıkmadığına pişman
olmuştu ama yürümek de üzüntüsünü biraz dağıtmasına yaramıştı. Hâlâ uzaklardan
gök gürültüsü geliyordu.
Eve gittiğinde şaşırdı. Annesi ve Ayşe
abla kazanlarla yemek pişiriyordu. Şaşırdığı elbette yemek pişirmeleri değil,
bu kadar kısa sürede üç kazan
yemeğin hazırlanmış olmasıydı.
“Merhaba
anne. Kolaylamışsınız!”
“Sen
çıkar çıkmaz başladık. Selayı duyup kalktım bende. Hepimizin başı sağ olsun.”
“Amin.
Köylü gelmeye başlamış bile. Ben biraz çalışayım. Yağmur geliyor. Hava çok
soğuk ve bulutlu. Bir saate biter değil mi? Gelir ben taşırım yemekleri. Akşama
duasına çağırdı Emine Teyze?”
“Biter,
ben de gelirim seninle. Akşamı ayrı gündüzü ayrı! Babana da söyleyeceğim. Kalktığımda
uyuyordu, duymamış selayı. Çok üzülecek biliyorum ama söylemesem de anlar
zaten.” Ece’nin kızarmış burnunu görüp aynı kıyafetlerle tekrar çıkacağını
anlayınca “Sıkı giyin. Üşümüşsün” dedi.
Yağışsız Oraj*
Gök gürültüsü var ama yağış yok
*****
Öğlen
namazından sonra tüm köy mezarlığa gitti. Defin işlemi bittiğinde Ece’nin de
dua saatine kadar işi bitmişti. Annesini ve Ayşe Ablayı orada bırakıp işçileri traktörün
arkasına doldurup
mezarlıktan ayrıldı. İki abisi de cenazeye gelmişti. Annesi onlarla eve
dönecekti. Babaları evde Sibel ile kalmıştı.
Bakışları, yengesinin yanında duran
Toprak’a takıldı. Yüzünde acının izleri görülüyordu. Yengesine verdiği destek
kendi acısını yaşamasına engel gibiydi. Oysa hemen yanında duran babası, eşine
yaslanmış, üstü örtülen mezara bakıyorlar ve gözyaşlarını saklamadan ağlıyordu.
Belki de acılara en iyi tahammül birkaç damla gözyaşıydı.
Başını çevirip arkada kalan mezarlığa
baktı. Hasan amcaya uzaktan bir kez daha veda edip, gözyaşlarına aldırmadan
bağın yolunu tuttu.
*****
Lokantasındaki müdürlere ulaşıp iki üç
gün daha kalacağının haberini verdikten sonra yengesinin yanına gitti. Önceki
günün kalabalığı kalmamıştı artık. Cenazeye gelemeyen, gelse de yanlarında
olmayı görev bilen herkes uğruyordu. Halası evine dönmüş, akşamları duaya
geleceğini söylemişti. Kendisi de İzmir’e dönmeyi düşünmüştü. Sonra bu düşünceden
vazgeçti. Önce veraset işlerinin hallolması için bir iki devlet dairesini
ziyaret edecek, babasının bu işlerle uğraşmamasını sağlayacaktı. Onun üzüntüsü
kendine yetiyordu zaten. Cumaya kadar kalacaktı.
“Yenge, veraset işlemlerini halletmem
lazım. Ben hem muhtarla konuşacağım, hem de şehre ineceğim. Bir şey lazım mı?”
Mutfak adım atılmayacak kadar yemek doluydu. Yine de yengenin canı bir şeyler
ister mi diye sordu ama alacağı yanıtı da biliyordu. “Yok, oğul” Yaşlı kadın,
kendisinin yapamayacağı işleri Toprak’ın yapmasından memnundu. Genç erkek,
yanağını öpüp yerinden kalktı. Gözünün yaşı ara sıra dinse de hep kirpiğinin
ucu ıslaktı yengesinin.
İşleri halledip biran önce İzmir’e,
kendi hayatına dönmek istiyordu.
*****
Toprak, eve dönerken bir sürü işi
halletmenin rahatlığındaydı. Sırada bağları gezmek, işçilere bakmak vardı.
Arabasını bağların olduğu tarafa
çevirdi. Kısa sürede arabanın altını iki kez vurmuştu. Böyle yolların arabası
değildi. Üçüncü kez vurduğunda ağzından çıkan küfrü engelleyemedi. En sonunda
arabayı kenara çekip yürüyerek işçilerin yanına gitmeye karar verdi. Yan
koltuktan montunu alıp giydi. Hava oldukça serindi. Bulutlar iki gündür
tepelerinde dolaşıyordu. Cenazeden sonra kısa bir yağış olmuş, yengesi yağmurla
beraber daha da çok ağlamıştı. “Yağmurları çok severdi. Allahın şanslı kuluyuz
ne zaman lazım olsa o zaman yağar mübarek, derdi.” Yengesi zaten ağlamak için
bahaneye ihtiyaç duymuyor, her an kaybettiği eşi için gözyaşı döküyordu.
İşçilerin sesi geliyordu. Normalde bu
kadar çok sesin gelmesi çalışılmadığının ifadesiydi. Ne de olsa amca ölmüştü.
Onların başındakini denetleyecek kimse yoksa işçilerin az çalışıp çok
dinlenmesi normaldi. İşin Türkçesi kaytarıyor olduklarından emin yürüdü
yanlarına. İşçileri gördüğünde pek de haklı olmadığını anladı. Bir yandan
konuşuyor, bir yandan da bağ çubuklarını ekiyorlardı. Sadece bir kadın traktöre
yaslanmış onlarla konuşuyordu. Kadınların bağbozumunda geldiğini biliyordu ama
yeni bağlar ekilirken ya da budanırken genelde erkekler çalışıyordu. Bu kadının
ne işi vardı burada? Rüzgârdan sesini de tam duyamıyordu. Kim olduğunu merak
edip yürüyüşünü hızlandırdı. Sesine otoriter bir ton yükleyerek selamladı
işçileri.
“Kolay gelsin.”
“Sağ olun beyim, buyurun. Kime
bakmıştınız?”
“Toprak Karayel ben, Hasan beyin
yeğeniyim. İşler nasıl gidiyor diye bakayım dedim.” O ana kadar sesini
çıkartmamış olan Ece traktörün arkasından çıktı. Aynı otoriter sesi tonu ile
yanıtladı. “Gayet iyi gidiyor merak etme sen.”
Toprak, o konuşan kadının Ece olduğunu
anlayınca şaşırmıştı. Orada ne işi vardı? “Sizin bağlarda iş yok galiba!
Yardıma mı geldin?” Alaycılık mı yerleşmişti sesine? Ece omzunu silkip “Kontrole
geldim.” dedi.
“Kontrole mi?” Amcası ölmüş olabilirdi
ama bu topraklar hâlâ onlarındı. Ne yapacaklarına karar verene kadar da bu
böyle olacaktı. Bu kız kendini ne sanıyordu? Sinirlerinin tepesine çıktığını
fark edip elini cebine attı. Bir sigara yaktı.
“Bağlarda sigara içilmez.”
“Anlamadım?”
“Buralarda işçiler dahil kimse sigara
içmiyor. O yüzden söndür lütfen.”
“Açık havada sigara yasağı yok.
İçerim.” Hem bu bağlar babasının ve amcasınındı. Yani kendi toprağıydı, ne
yapacağını Ece söyleyemezdi. Sinirle yaktı sigarasını. Üstelik ilk nefesi derin
çekip tüm dumanı Ece’ye doğru üflemişti. Genç kız eli ile dağıttığı dumandan
sonra “Bağ sınırının dışına git de üzümleri etkileme o zaman.” dedi. İçinden de
ekledi. ‘Sen de babam gibi hastalanma diye söylüyorum’
Bunca yıl sonra hâlâ onun için bir
şeyler hissettiğini sanmasını istemiyordu. On yıldır görmemişti. On yıl öncesinde
kalan şeylerin sanki dünmüş gibi düşünülmesini istemezdi. Hele bunları
düşünecek kişi Toprak ise! Bunca yıl köye dahi uğramamış birinin şimdi gelip
‘burası benim’ demesi komik kaçıyordu. Tapu üstündeki sahiplik başkaydı, orada
çalışmak başka. Her bir salkımda o işçilerin ve amca ile yengenin alın teri
vardı. Bir yıldır da kendi terini eklemişti Ece o topraklara. Toprak’tan bile
daha çok hak sahibiydi bu durumda.
Ece’nin düşüncelerinden habersiz olan Toprak,
daha da sinirlendiğini hissetti. Yanına yaklaşıp tepesinden bakarak dişlerinin
arasından sadece onun duyacağı sesle tısladı. “Bana bak ufaklık, burası benim
toprağım. Denetleyecek olan da, neyin yasak, neyin serbest olduğunun kararını
verecek olan da benim. Amcam ölmüş olabilir ama burası hala bizlerin. Senin
uğraşacağın kendi bağların yok mu? İşçilerin çalışmasını engellemekten başka
işin vardır eminim. Dikkatlerini dağıtmayı bırak da yağmur yağmadan işlerini
yapabilsin adamlar.”
Ece, onun tıslamasından korkmadan
yüzüne baktı. Dilinin ucuna gelen her kelimeyi yuttu ve sadece “Kolay gelsin”
diyerek traktöre atladı. Toprak bu kadar kolay pes etmesini beklemiyordu.
Ece’nin inadını anımsıyordu. Küçücük olayları bile büyütüp kendi istediğini
yaptırana kadar uğraşırdı eskiden. Oysa şimdi söylenenleri kabullenmiş gibi
traktörüne atlamıştı. Nedense bu hareketine üzüldüğünü, kendisi ile
inatlaşmasını beklediğini kabullenmek zor gelmişti. Ama gerçek buydu. Cenaze
gününden beri ona olan kızgınlığı artıyordu. Ağabey demiş, sonraki gelişlerinde
görmezlikten gelmiş, bugün de sanki tüm huyu suyu değişmiş gibi söz dinlemişti.
Bu onun tanıdığı Ece değildi. Onun tanıdığı Ece on yıl öncesinde kalmıştı!
İşçiler neler konuşulduğunu duymasa da
ikisi arasında yaşanan gerginliği hissetmişti. Ece, onlara da kolay gelsin,
diyerek motoru çalıştırdı ve bağların sınırına kadar traktörü sürdü gitti.
Toprak, arkasından bir süre baktı.
Kızgınlığı geçmemişti. Düşündükçe siniri artıyordu. Daha bir gün önce
gömülmüştü amcası. Oysa bugün toprağına göz dikilmişti bile. Akşam
konuşurlarken babası satmayı düşündüğünü söylediğinde kimse karşı çıkmamıştı.
Ailesine ait küçük bir alan bırakmak ve kalanını satmaktı babasının amacı.
Belki o topraklar satılacaktı ama kime “asla” satmayacaklarını biliyordu. Babasını
uyarmaya gerek yoktu. Yılların küslüğü zaten bu satışı engellerdi. Hem gelip
burada erkeklerle çene çalacağına işine bakmalıydı. Görmüyor muydu adamların
çalışırken bile gözleri ile kendisini süzdüklerini? Yıllar öncesinin duyguları
birazcık kıskanmasına mı neden olmuştu? Belki öyleydi ama bunu kabullenecek
değildi. On yıl önceydi o. Artık ikisinin hayatı da çok farklıydı. İkisinin
istekleri ve hedefleri çok çok farklıydı. Bunu aklından çıkartmaması
gerekiyordu.
Çocukluk aşkları yeni hedefleri
engelleyecek davranışlara neden olamazdı.
Toprağın kafasını toprağa gömesim geldi ✋
YanıtlaSilahahahaha senin için bir yapan buluruz
Silahahahaha senin için bir yapan buluruz
Sil